YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66349232a71ad
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 3
Bugün : 5657
Dün : 20782
Bu ay : 51040
Geçen ay : 737322
Toplam : 23567326
IP'niz : 18.188.218.184

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan yaz tatili dolayısıyla geldiği Altınoluk'ta Cuma namazı sonrasında yaptığı halk sohbetinde geride bıraktığımız seçimlerin bir değerlendirmesini yaptı.

Erbakan Hoca'nın dediği gibi: "Her seçim bir hava meselesidir"

Ancak bu havayı kimlerin oluşturup, kimlerin kullanacağı da, ayrı bir siyaset ve strateji meselesidir.

 

Hoca anlatıyor:

Bizim meşhur bir sözümüz vardır; "Her seçim, oluşturulan sun'i bir hava meselesidir, bir rüzgâr estiril ve insanlar o rüzgâra kapılır." Ben İstanbul Erkek Lisesinde okudum. Bu lise 2000 talebesi olan ve Türkiye'nin en büyük lisesi sayılırdı. Bu liseye ülkenin en seçkin müdürünü tayin ediyorlardı. Celal ferdi Bey isimli bir müdürümüz vardı, aynı zamanda tarih hocamızdı. Sene 1943. Lisenin son sınıfındayız. Kendi de o zaman 63 yaşındaydı. Bize derste şunları anlatmıştı: "Bundan tam 30 sene evvel, 1943'ten 30'u çıkarırsanız ne kalır? 1913. 1913 yılında devletin idaresi Emanuel Karrossu'nun eline geçmiş.  Sultan Hamid'i tahttan indirmişler. Mason locaları idareyi ele almış. Birtakım insanları da mason yapmış, kendine yakın insanları da askeriyenin başına koymuş, böylece ülkeye hakim olmuşlar. Emanuel Karrossu İtalyan Hahamı olduğu için, Osmanlı Devletini yıkmak için görevlendirilmişti. Önce Sultan Hamid'i uzaklaştırdılar, şimdi Osmanlı Devletini yıkacaklar. Bunun için Libya'yı İtalyanlara verdiler. Sonra Bulgarı, Yunanı, Rusu birleştirdiler Yeşilköy'e kadar geldiler. Balkan Harbini çıkardılar ve arkasından, birinci cihan harbine sokacaklar ülkeyi. Fakat Hocamız ve diğer imanlı gençler bunu istemiyorlar. Siyonist masonların sinsi niyetlerini seziyorlar. Ne yapsınlar? Kendi arkadaşlarıyla 30-40 kişi bir araya gelerek şöyle konuşuyorlar: "Yahu dünyanın en büyük devleti batıyor. Buna seyirci kalamayız. Mutlaka elimizden gelen gayreti ortaya koymalıyız!" diyerek bütün İstanbul'u dolaştık diye anlatıyor. O zaman Harbiye Nezareti İstanbul Üniversitesi binasının içinde. 40-50 bin kişiyi buradaki bahçeye topladık. Ve heyecanla: "Harbiye Nazırı Enver Paşa istifa etsin" diye sloganlar atıyoruz ki, istifa etse imparatorluk yıkılmayacak, buna inanıyoruz. Biz Onun istifasını beklerken İstanbul Üniversitesinin binasının önündeki büyük kapı açıldı, içeriden bir askeri mızıka takımı çıktı, halkın askere saygısı olduğu için mızıkaya yol açtılar, mızıka bu mahşeri kalabalığın arasından askeri marş çalarak yürümeye başladı. İstanbul Üniversitesinin dış kapısına geldi, oradan da dışarıya çıktık. Bu arada bir de ne görelim;  bizim aylarca uğraşıp topladığımız kalabalıklar, bu askeri mızıkanın havasına kapılmış peşi sıra gidiyor. "Yahu nereye gidiyorsunuz? Biz buraya niye toplandık? Dünyanın En Büyük devleti batıyor. Deli misiniz siz? Şurada biraz daha sabretseniz Enver Paşa istifa edecek ve Osmanlı yıkılmaktan kurtulacak. Bu durumda bırakır da nereye gidersiniz, geri dönün, kendinize gelin" diye bağıra bağıra sesimiz kısıldı. Ama kimseler bizi duymadı ve kalabalık psikolojisiyle herkes o havaya kapıldı.

Halk psikolojisi işte böyledir. Bir mızıkanın havasına kapılıyor, onun peşine düşüyor, o rüzgâra kapılıyor ve ne yaptığını düşünmeden bilmeden arkasından gidiyor. Gidiyor da ne oluyor? İşte, dünyanın en büyük devleti olan Osmanlı Devleti böylece yıkılıyor..!?

Türkiye'de sağ ve sol siyasetin tükenişi… 

Türkiye'deki son seçimlerde ortaya çıkan şaşırtıcı sonuç, kendilerini merkez sağ ve merkez sol olarak nitelendiren partilerin yenilgisi biçiminde kendisini göstermiştir. Bu durum, kendisini merkez sağ ya da merkez sol olarak nitelendiren siyasi partilerin çöküşü olarak değerlendirilebilir.

Merkez sağın sesi olarak seçime giren DP, seçim barajına yaklaşamayan oy oranı ile büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Merkez solun tek partisi olarak seçime giren CHP ise % 20'lik oy oranı ile elitist seçmenlerini şaşkına düşürmüştür. Buna karşın, kendini sağ ya da sol olarak nitelendirmeyen ve kısa bir siyasal geçmişi bulunan AKP, seçmenin yaklaşık yarısının oyunu alarak siyaset bilimcilere yeni bir araştırma alanı açmıştır.

Türk siyasetinde yaşanan bu gelişmeyi, dünyadaki siyasal gelişmelerden soyutlayarak değerlendirmenin doğru olmayacağı açıktır. Özellikle gelişmiş Avrupa ülkelerinde sol ve sağ siyasi partilerin politik programlarındaki benzeşme ve Almanya'da Sol Parti gibi yeni siyasi partilerin siyasal yaşama hızla ve güçlü biçimde girmesi, siyaset bilimcileri, siyasetteki sağ ve sol ayrımını yeniden gözden geçirmek noktasına getirmiştir.

21. yüzyılda güncel siyasetin temel parametreleri büyük ölçüde değişmeye ve siyasi partiler arasındaki temel ayrım noktaları başkalaşmaya başlamıştır. Bunun en önemli göstergesi ise, bugüne kadar sağ ve sol biçimde ayrılan siyasal kimlikler ile, tutucu ya da devrimci dönüşümü destekleyen siyasal partilerde, temel ayrım noktalarının ortadan kalkmaya yüz tutmasıdır. Daha açık ifade etmek gerekirse, siyasetin -sağ ya da sol- aynı merkezinde bulunan siyasi partilerinde önemli konularda farklılaşmalar bulunmasına karşın, farklı noktalarda olan CHP ve MHP gibi partilerin temel yaklaşımlarında ve politikalarında çok önemli benzeşmeler yaşanmaktadır.

Artık günümüz siyasetinde yeni bir siyasal kutuplaşma unsuru ortaya çıkmıştır. Bu farklılaşma, ulus-devletin yanında saf tutan "devletçi yeni muhafazakârlık" ile Batı ile bütünleşmeyi destekleyen "yeni liberal" siyasal yaklaşımlardır. (Erbakan Hoca'nın dediği gibi, partiler: 1- Ya milli ve haysiyetli çizgide olan veya işbirlikçilik ve dış güçlere teslimiyetçilik yapanlar" şeklinde iki ana cepheye ayrılmıştır.)

Geçmişte sağ ya da sol siyasal hareket olarak farklı kamplarda birbirine şiddetli biçimde muhalefet eden partilerin, bugün aynı idealler etrafında bütünleşerek birlikte siyasal mücadele yürütmesi pratikleri, 21. yüzyıl siyasetinde değişen yeni siyasal parametredir.

Son seçimlerde CHP ve MHP'nin aynı söylem ve eylemler etrafında yakınlaşması da bu gerçekler ile açıklanabilir.

Bugün sağcı ve solcu veya İslamcı kimlikler, aynı Milli düşünceler çevresinde bütünleşirlerken; ulus devlete karşı küreselleşmeci liberalizmi savunan siyasal ittifak arasında, liberaller, sosyalistler, milliyetçiler, renksizler ve dindar kesimler bulunmaktadır. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de Sağ ve Sol siyaset yeniden şekillenmekte ve 21. yüzyıla damgasını vuracak yeni siyasal farklılaşma biçimi ortaya çıkmaktadır.

Dünyadaki bu değişim ve siyasal gelişmeler, Türkiye siyasetini de etkilemiş ve küreselleşmeci liberal siyasetin savunucusu olan AKP; muhafazakar, liberal, ikinci cumhuriyetçi sosyalistler, Kürtler, azınlıklar ve Avrupa Birliği destekçisi geniş kesimlerin ilgisini çekebilmiştir. Bunun gibi CHP ve MHP ise, büyük ölçüde seçkinci laik kesim ile teröre karşı tepki duyan milliyetçi tabana ulaşabilmiştir."[1] Saadet Partsi ise Milli Görüş çizgisini sürdürmekte İşçi Partisi gibi sosyalist bir parti ilmi ve haysiyetli bir yaklaşımla yerli reçetelere yönelmektedir.

Amerikan İslamcısı ve riyakâr din istismarcısı Fetullahçılar ise küreselleşme kılıflı köleleşmeye destek vermektedir.

"Yeni Hayat" dergisinin Eylül 1999 Tarih, 59. Sayısında Dr Necip Hablemitoğlu Türk Cumhuriyetlerine yaptığı ziyaretlerin sonucunda buradaki okulların ve yapılanmaların iç yüzünü anlatıyordu:

"Azerbaycan Türk Kadınlar Birliği'nin davetlisi olarak 9-14 Temmuz 1999 tarihleri arasında Azerbaycan'a gittim. Birlik Başkanı Sayın Tenzile Rüstemhanlı ve "Yeni Hayat" yazarı Sayın Sevgi Erenerol ile birlikte. . "Fetullah Gülen ve Türk Dünyasında Fetullahçı ihaneti" konusunda çok sayıda toplantıya katıldık. Siyasi Parti yöneticilerinin, Baku'da çıkan tüm gazete ve dergilerin yazar ve muhabirleri ile devlet ve özel televizyonların muhabirlerinin, kadın ve gençlik dernekleri yöneticilerinin, sanatçıların katıldıkları bu toplantıların yanı sıra, talep eden medya mensupları ve başta Ebulfeyz Elçibey olmak üzere parti liderleri ile de farklı mekânlarda yüz yüze görüşüp sorunu tüm boyutları ile aktarma fırsatı bulduk. Dikkati çeken bir konu, 12 Temmuz günlü toplantıda, komünistliğini açıkça ifade eden "Sosyal Demokrat Partisi"nin Başkan Yardımcısının Fetullah Gülen'i savunması, destek vermesi oldu. Tıpkı, Türkiye'deki "dönek sol" diye tabir edilen II. Cumhuriyetçilerin Fetullah Gülen organizasyonuna -entellektüellik (!) adına- destek vermeleri gibi. Aynı kişinin, Türkiye'nin demokratik bir ülke olmadığından söz ederek, Atatürk'e de dil uzatması ise tepkilere yol açtı. Bu toplantının tartışma bölümünde, Azerbaycan Gençlik Derneği yöneticilerinden bir genç, İstanbul'daki yurt yaşamından kesitler anlatarak bizlerin de fazla bilmediği Fetullahçı yobazlık örneklerini sıraladı.

Konunun bir başka ilginç tarafı, Uzak Doğu kökenli (ve Siyonist-emperyalist destekli) "Krişna" tarikatının misyonerlerine resmi salon, hatta kapalı spor salonu tahsis eden Azeri yöneticilerin, Fetullahçılıkla ilgili düzenlenen bu toplantılara yer vermek istememesiydi. Ancak, Bakan Birinci Yardımcılığı görevini de yürüten Sayın Tenzile Rüstemhanlı, bu toplantıları, eşi ünlü Azeri şairi Sabir Rüstemhanlı'nin lideri olduğu "Vatandaşlık Hemşeriliği Partisi" Genel Merkezi'nde gerçekleştirmesi de oldukça anlamlıydı. Toplantıların tüm basın organlarında haber ya da röportaj olarak yayınlanması, televizyonların bu toplantılara haber bültenlerinde geniş biçimde yer vermesi üzerine, Fetullahçı okulların bir yetkilisi devlet televizyonuna çıkarak yaklaşık yarım saat içinde, iddialara cevap vermek yerine Haydar Aliyev'e bağlılıklarını, sonsuz hürmetlerini ve sevgilerini ifade etti; Fetullah Gülen'in ulu (!) kişiliğini mürit havası içinde anlattı. Programı izleyen Azeri aydınlarının değerlendirmesi, inanılmaz ölçüde benzeşmekteydi ve sadece iki kelimeyi içermekteydi: "Yağcı molla!"… Bu arada, medyanın sınır tanımaz gücü kendini gösterdi ve Özbekistan Kadınlar Cemiyeti'nden yine Fetullahçılıkla ilgili toplantı talebi ve daveti geldi. Halen, tüm Azerbaycan şehirlerinde, Sayın Erenerol ve Sayın Rüstemhanlı'nın konuşmacı olarak katıldıkları "Fetullah Gülen ve Türk Dünyası'nda Fetullahçı ihaneti" konulu toplantılar devam etmekte.

Fetullahçıların Azerbaycan'daki konumu ile ilgili diğer saptamaları da şöyle sıralamak mümkün:

1. Azerbaycanlı Türk kadınları, gerek Türkiye'den ve gerekse dış ülkelerden gelen tarikatçıların (ve istismarcıların İslamiyeti emperyalizmin aracı yapma çalışanların) faaliyetlerinden fazlasıyla rahatsızlar ve duyarlılık gösteriyorlar. Dinlediğim pek çok Azeri kadın, gözyaşları içinde, Fetullahçıların okullarında eğitim gören çocuklarının kendilerinden koparıldığını, onları kaybetmek üzere olduklarını söylediler. Çocuklarının geleceği için, Azeri okullarına göre eğitim kalitesi bir hayli yüksek olan Fetullahçı okulları tercih eden, büyük maddi fedakârlıkta bulunan Azeri kadınları, bir süre sonra çocukların anne ve babalarının inançlarını sorguladıklarını, hatta aşağıladıklarını, neşe ve canlılıklarını, çocukluklarını kaybettiklerini anlattılar. Onlara, Türkiye'de de aynı taktikten hareketle nasıl çocukların ailelerinden soğutularak koparıldıklarını, sonra da kişiliklerinin nasıl törpülenip cemaat kişiliği içinde yer almalarının sağlandığını -örnekleri ile- anlattım ve ışık evlerindeki ilişkileri açıkladım. Kısaca, çocuklarını seviyorlarsa bu okullardan almalarını önerdim.

2. Eğitim kalitesine gelince, sanırım bu Türk kültürünün ulaştırılmasına (!), yayılmasına (!) ilişkin farklı bir strateji olsa gerek. ("Türk kültürünü yayıyoruz" yalanıyla genç beyinler Fetullah Gülen'e mürit, emperyalizme gönüllü hizmetçi yapılmaktadır) Orta Asya'da, Afrika'da, Amerika'da, Avustralya'da, kısaca dünyanın her tarafında "Türkiye'nin kültür misyoneri" olduklarını iddia ediyorlar. Oysa programlarında haftada sadece 3-5 saat Türkçe'ye ver verirken, 25 saat İngilizce verdikleri için İngiltere'den "üstün hizmet ödülü" alıyorlar (Türkiye' de ise bu çocukların istiklâl Marşımızı nasıl Türkçe okuduklarını yüzlerce kez göstererek kamuoyunu yanıltıyorlar). ABD'de den ise "kırmızı pasaportlu-CIA çıkışlı" öğretmen takviyesi ve siyasal dokunulmazlık-ekonomik güç desteği görüyorlar. Buralarda Türk milliyetçisi, çağdaş, aydın ve inançlı gençler yetiştirmek yerine, aslında milli kimliğini bilmeyen, Cumhuriyet bilincinden yoksun robot kafalı molla yetiştiriyorlar. Ama bu okullardaki Türk olmayanları örneğin Rus, Ukraynalı, Moğol, Romen, Moldovan, Taylandlı, Bulgar, Papua Yeni Gineli, Tanzanyalı, Kenyalı vb. öğrencilere hiç ama hiç karışmıyorlar; dini eğitimden kesinlikle kaçınıyorlar; ulus bilinçlerini etkilemeye çalışmıyorlar. Özetle söylemek gerekirse, Fetullahçıların yurtdışında ki okullarında Türk olmayan öğrencilere Türkçe eğitimi sadece şeklen veriliyor. Türk kültürü asla öğretilmiyor. Belki şaşıracaksınız İslâmiyet de anlatılmıyor ve öğretilmiyor. Bu okulların programları itibariyle ABD ya da İngiliz kolejlerinden hiçbir farkı yok!.. Peki Türkiye ve Türklük için ne yapılıyor? sorusuna verilecek cevap, koskoca bir hiç!.. Üstelik Türkiye'nin zaten kıt olan ekonomik kaynakları bu yolla heba ediliyor. Türkiye'nin tanıtımı ise gerçek anlamda yapılmıyor. Yapılan sadece şu: ABD, bölgesel hesapları gereği haritada nereyi işaret ediyorsa, Fetullahçı maşalar oraya gidiyorlar ve okul açıyorlar.

3. Sonuçta, Kırım'da, Azerbaycan'da, Orta Asya da ve Rusya Federasyonu'nda ya da Türklerin yaşadıkları diğer ülkelerde, Türk çocuklarını önce ailelerinden, sonra milli kimliklerinden kopararak yobazlaştırıyorlar. En yeteneklilerini ve başarılılarını ise daha sonra Türkiye'ye getirerek yükseköğretim sürecinde beyinlerini yıkamaya devam ediyorlar. Bu gençler, gerçekten güvenilir mürit olduktan sonra tekrar kendi ülkesine gönderilip burada stratejik makamlara getirilmek üzere yetiştiriliyorlar; Türklüğe hizmet için değil, Fetullahçı organizasyonun çarkları içinde, emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmek üzere… Kısaca, Fetullahçılar böylece Türklüğe de, İslamiyet'e de ihanet ediyorlar!.. Türkiye yetmiyormuş gibi şimdi bütün Türk Dünyasına böylece yayılıyorlar ve geleceğimizi kemiriyorlar…

4. Fetullahçılar, Azerbaycan bürokrasisine önemli ölçüde egemen görünüyor. (Ama onları İsrail ve ABD yönlendiriyor) Tıpkı Türkmenistan'da olduğu gibi iki bakan yardımcısının Fetullahçı olduğu ifade ediliyor. Ticaret, endüstri, eğitim ve gümrükle ilgili birimlerde tüm yetkililerin Fetullahçılar tarafından "maaşa bağlandığı" söyleniyor. Azerbaycan da Fetullahçıların her fırsatta, medya önünde, özel toplantılarda, okul törenlerinde KGB çıkıntısı Haydar Aliyev'e -çok ucuz, yağcılık derecesinde- övgüler düzmeleri, Azeri Türkçülerini çileden çıkarmaya yetiyor. Fetullahçıların aylık maaşa bağladıkları arasında Haydar Aliyev'in ve de hükümet yetkililerinin yanı sıra, iktidar partisinin ve muhalefetteki tüm partilerin de yer alması, ister istemez "gerçek patron" ABD'nin geleneksel politikasını çağrıştırıyor: "iktidar kadar, yarın iktidara gelebilecek potansiyele sahip muhalefetle de yakın ve organik ilişki kurmak"…

5. Bu noktada, akıllara şu soru da gelmektedir: Azerbaycan ve benzeri daha pek çok ülkede böylesine para sarf eden Fetullahçıların bu işlerde ekonomik çıkar hesapları var mı? Elbette var. Hatta, diyebiliriz ki, okullar, bu mafyayı çağrıştıran çıkar çarkının sadece kılıfı. Fetullahçılar, yerleştikleri bu tip ülkelerde, yönetimi ve bürokrasiyi elde ettikten sonra ekonomik anlamda kökleşmeye başlıyorlar. Yaklaşık 280'in üzerinde şirket ve holdinge, 25 milyar dolarlık mal varlığına ve yıllık 600 trilyon liralık iş hacmine sahip olan Fetullahçı organizasyon, kârlı gördükleri alanlarda bu ülkelere girmeye başlıyorlar. (Daha doğrusu Siyonist sömürü sermayesi, İslmacı Fetullahcı kılıfıyla bu ülkede gizli saltanat kuruyorlar) Suyun başı tutulduğu için de rüşvet, haraç ve benzeri bürokratik engellere takılmıyorlar. Can ve mal yatırım güvenlikleri sağlandığı için de kısa bir sürede piyasaya hâkim olabiliyorlar. Baku'nun en merkezi bölgelerinde, bu tip -Amarikan şeriatçısı bilinen- şirketlerin mağaza ve bürolarını görmek mümkün, iğneden ipliğe, motosikletten otomobile kadar her şeyi Türkiye'den getirerek satabiliyorlar. Bütün bu şirketler, Fetullahçı organizasyona yaklaşık kârlarının en az % 20'si oranında "himmet parası" ödüyorlar (kârlarının yarısını "himmet parası" olarak bağışlayanlar da var). Bu bağışların öncelikle % 10'u hemen İstanbul'a merkeze gönderiliyor, ikincisi ise, bu ülkelerde yatırım yapmak isteyen Türk girişimcileri, bürokratik engelleri aşmak, can ve yatırım güvenliği sağlamak için -yerel mafya ya da bürokratlar yerine- Fetullahçılar her ay aynı oranlarda "himmet parası" veriyorlar. Bu bir tür "haraç". Ama rızayla veriliyor, alınıyor, baskı yok, yani dini açıdan "terminoloji" çok iyi kullanılıyor. Hatta o kadar ki, Üzeyir Garih, Fetullah Gülen' e iltifatlarla dolu mektup gönderiyor, davetine icabet ediyor, değerli hediyeler sunuyor ve Fetullahçıların Moskova'daki okulunu karşılıksız (!) finanse edebiliyor. Bunlar şaşırtıcı olduğu kadar, aynı zamanda da düşündürücü ilişkiler, işte Fetullahçı organizasyon bütün bunları yapabiliyor, yaptırabiliyor. (Şu soru kafaları karıştırıyor: Dünyanın her köşesinde, eski komünist ülkelerde ve Kuzey Irak gibi anarşi bölgelerinde rahatlıkla okul açan Fetullahçılar niçin Filistin'e hiç yanaşmıyorlar? Ve yine Amerikan düşmanlığıyla taraftar toplayan şu El-Kaide neden İsrail'e ve Fetullahçı işbirlikçilerine hiç dokunamıyor? Çünkü birisi İslam'ı yobazlaştırmak, diğeri yozlaştırmak için, aynı merkezlerce kurulup kullanılıyor. M.Ç.)

6. Fetullahçı organizasyon, Türkiye'deki propagandasında bu okullara "Allah rızası için, Türklük aşkına" bedelsiz hizmet götürüldüğünü, işlevlerinin çağdaş Müslüman misyonerliği ve bir sivil toplum örgütü olarak toplumsal olaylara katılım (özellikle de eğitime) olduğunu iddia ediyor. Üstelik her türlü duygu sömürüsü de yapılıyor:

"İstiklâllerine yeni kavuşan soydaşlarımız, dindaşlarımız bunlar. Açlar, Ruslar her şeylerini, mallarını, mülklerini, yeraltı servetlerini sömürüp götürmüşler. Din bırakmamışlar. Onlara Türk dilini, iman etmeyi, Türk kültürünü yeniden öğreteceğiz, tarihi yeniden yazacağız, Allah rızası için himmet buyurun, bir okulun finansmanını sizin şehir-kasaba karşılasın!" işte Türkiye' deki çarkın bir başka dişlisi de böyle işliyor ve banknot matbaası hızıyla her ay bu okullar için trilyonlarca lira toplanıyor. Küçük bir dernek bile valilikten emniyetten izin almaksızın, kermes ya da yemek davetiyesi bile satamazken, böyle büyük bir organizasyon bu paraları nasıl yasallaştırıyor? Makbuz? Yok. Valilik izni? Yok. Kayıt? Yok. Para transferi için kayıtlı ekonomi kuralları içinde banka kullanmak? O da yok. Ama, mülkiye ve adliyedeki kadrolaşma sayesinde dokunulmazlıkları var. Geçtiğimiz yıl İzmir'de Karşıyaka iskelesinde sokak çocuklarına yardım toplamak için dans eden 12-13 yaşındaki kız çocuk çocuklarını nezarete atan ve mahkemeye çıkaran "güçlü" devlet, Fetullahçı soygun düzeni karşısında neden acizlik sergiliyor.?!

7. Gelelim yurt dışındaki okulların ekonomik yönüne. Azeri öğrencilerden para talep ediliyor. Hem de Azerbaycan halkının ekonomik gücüne göre hayli yüksek bir miktar: 960 dolar. Yerel personelin ve öğretmenlerin aylık maaşları 50-150 dolar arası. Bizzat Fetullah Gülen'in ifadesiyle, Türkiye'den giden öğretmenler ise -iddia edildiği gibi 1000-1500 dolar değil- 400-500 dolar arası bir maaş alıyorlar. ABD'li öğretmenlere maaş ödenmiyor; belli başlı İngilizce kitaplar da İsrail ile bağlantılı bir ABD firması olan "Bnai-Brith" in karşılıksız desteği kapsamında sıfır maliyetle temin ediliyor. Kısaca bu okullar, oldukça kârlı kuruluşlar. Hatta o kadar ki, toplantıların birine katılan Ordubad'lı bir Azeri veli, çocuğunun giriş sınavlarında 3. olmasına karşılık sadece 100 dolarlık bir miktarı denkleştiremediği için kayıt talebinin geri çevrildiğini; çocuğunun iyi bir okulda eğitim görmesi için tüm varını yoğunu ortaya koyduğunu, bu 100 dolarlık bir fark için insafsızlık yapıldığını öne sürüyor. Peki, o halde onca "himmet parası" ne ve kim için toplanıyor, kimse bunun hesabını sormuyor… Okulların listesine gelince: Baku'da, Agdaş'da, Mingeçevir'de, Küba'da ve Lenkeran'da, Seki'de, Sumgayıt'da Özel Türk Lisesi, Baku Özel Türk Lisesi Ekonomi Şubesi, yine Sumgayıt'da Baku Özel Türk Koleji Teknik Şubesi, Baku'da Kafkas İlköğretim Okulu, Kafkas Üniversitesi, Nahcivan Türk Lisesi, Şerur Ekonomi Lisesi ve Ordubad Kız Lisesi. Tüm bu öğretim kurumları iki şirket (Çağ ve Feza) adına kayıtlı."


[1] 07.08.2007 / Yrd. Doç. Dr. Birol Ertan / Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Mehmet DENİZ

Mehmet DENİZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx