Afganistan ve Pakistan, sözde ‘terörizmle mücadele' için bir araya geldi
Direnişi kırmak için yeni numara: ‘Jirga'
İşgalci ABD'nin oyunlarına alet olan kukla Afganistan ve Pakistan yönetimi, El Kaide ve Taliban direnişine karşı birleşme kararı aldı. Jirga adı verilen ve üç gün sürecek olan toplantı Kabil'de başladı.
Afganistan'ın başkenti Kabil'de yüzlerce Afgan ve Pakistanlı aşiret ve dini liderin katılımıyla gerçekleşen toplantı yapıldı. 3 gün süren toplantıda bölgede tırmanan direnişle mücadele yolları tartışıldı.
Pakistan'ı temsilen Başbakan Şevket Aziz ve Afganistan'ı temsilen Devlet Başkanı Hamid Karzai'nin bulunacağı toplantıya 700 yetkili katıldı. Toplantı Kabil'in batısında kurulan dev bir çadırda başladı. ‘Jirga' olarak adlandırılan toplantıda, bölgedeki Taliban ve El Kaide direnişinin nasıl kırılabileceği hakkında fikir alışverişi yapıldı.
Bilindiği gibi Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref yaptığı ani bir açıklamayla toplantıya katılmayacağını bildirmişti. Afganistan Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada ise, Müşerref'in toplantıya katılmamasının, toplantının sonuçları üzerinde büyük bir etkisi olmayacağı vurgulanmıştı.
Karzai: Jirga başarılı olacak
Toplantının açılışını yapan Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, bu barış(!) toplantısının iki ülkeyi bir araya getirmesinden dolayı çok gurur duyduklarını söyledi. "Bu jirganın başarılı olacağı şüphesiz" (!) diyen Karzai, Pakistan ve Afganistan'ın birlikte çalışarak El Kaide ve Taliban'ı yenebileceğini belirtti.
Pakistan'da olağanüstü hal ilan edilebilir
Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in, "iç ve dış tehditler nedeniyle" ülkede olağanüstü hal uygulamasını görüşmek üzere kurmayları ile bir araya geldiği bildirildi. Son günlerde şiddet olaylarının tırmanışa geçtiği Pakistan'da Müşerref'e yakın kaynaklar, Devlet Başkanı'nın olağanüstü halden yana olmadığını ancak kurmaylarının bu yönde kendisine baskı yaptığını söyledi. Enformasyon Bakanı Muhammed Ali Durrani ise hükümetin ülkedeki gelişmeleri takip ettiğini kararın, gün içinde duyurulacağını kaydetti. Geçtiğimiz ay İslamabad'da Taliban yanlısı militanların yuvalandığı Lal Medresesi'ne düzenlenen askeri operasyon sonrasında ülkedeki şiddet olayları tırmanışa geçmişti. Bugün gerçekleştirilen görüşmede, terör örgütü El Kaide ve Taliban yanlısı militanların arz ettiği tehdide yönelik alınacak önlemler kapsamında olağanüstü hal kararının çıkabileceği ifade ediliyor. Bu arada, Enformasyon Bakan Yardımcısı Tarık Azim, Müşerref'in Başbakan Şevket Aziz ve üst düzey yetkililerle yaptığı görüşmede olağanüstü hal seçeneğinin gündeme geldiğini, ancak uygulamanın şu an için söz konusu olmadığını söyledi.[1]
Hüsnü Mahalli Afganistan'daki rehine kriziyle ilgili önemli tespitlerde bulunmuştu:
"Batı'da herkes Taliban militanlarının kaçırdığı 22 Güney Koreli ‘insani yardım' ekibinden söz ediyor.
Müslümanlık bir kez daha Taliban üzerinden hedef seçilmiştir. Çünkü Taliban militanları kendi yandaşları bırakılmadığı için rehinelerden birini öldürmüştü.
Oysa kaçırılan Koreliler Afganistan'da Hıristiyanlık propagandası yapıyor ve onların bu davranışı %70'i Budist olan Kore'de bile tepki topluyordu.
İnanılacak gibi değil!
Kore size yetmeyecek ve siz kalkıp dünyanın en geri kalmış, katı İslamcı geleneklerin egemen olduğu bir ülkede Amerikan Avengalist kilisesinin dinini bu ülke insanlarına yaymaya çalışacaksınız…
Tabii Amerikan işgal güçlerinin yardım ve desteğiyle.
Sonra da Taliban sizi kaçırıp öldürünce Batı kıyameti koparacak.
Amerikan ve NATO uçakları her gün Afgan köylerini, düğünlerini bombalayarak binlerce masum insanı öldürecek ama Taliban kendi ülkesine Hıristiyanlığı yaymaya gelmiş Korelileri kaçırınca birileri böğürüp bağıracak!.
Tıpkı 1972 Münih Olimpiyatları'nda yaşanan olayda olduğu gibi.
Arkadaşlarının serbest bırakılması için Olimpiyat köyünü basan Filistinli militanlar 11 İsrailli askeri rehin alırlar.
Tam anlaşma sağlandığı anda çıkan çatışmada sporcular öldürülür.
Dönemin İsrail istihbarat sorumluları 25 yıl sonra Mosad ajanlarının provokasyonunu ve sporcuların öldürülmesindeki rolünü itiraf etti.
Elbette Taliban ve Kaide'nin yaptıklarını hiç kimse onaylayamaz.
Ama aynı zamanda 11 Eylül öncesinde İran'a karşı kullanılmak üzere Taliban ve Kaide'yi 1996'da Afganistan'da iktidara getiren sonra da bu örgütlerle yolları ayrılınca 2002'de bu ülkeyi işgal edip tüm Müslümanlara karşı ‘Haçlı Savaşı'nı başlatan ABD ve yandaşlarının yaptıklarını da ne gerekçeyle olursa olsun hiç kimse kabullenemez.
1 Eylül 2004'te bir grup Çeçen direnişçi Kuzey Osetya'da Beslen Kasabası'nda bir okulu basıp 350 çocuğu rehin almıştı.
Direnişçiler Rus cezaevlerinde bulunan arkadaşlarının serbest bırakılmasını istiyordu.
Tıpkı Korelileri kaçıran Taliban'cılar gibi.
Batı'da olduğu gibi burada da medya kıyameti koparmış ve herkes Çeçenleri terörist ilan etmişti.
O sıralar Yeni Şafak'ta yazıyordum.
Eylem bir facia ile bittikten sonra şöyle demiştim:
"İşgale uğramış hiç bir halk mücadele ediyor diye terörle suçlanamaz. Unutulmamalıdır ki; mücadele yöntemini işgale uğramış halklar değil işgalci devletler belirlemektedir."
Bu tesbiti yaptıktan sonra da "Rusların hiçbir şekilde rehinelerin kurtulmasını istemediğini, Çeçen direnişçilerin rehinelere dokunmadığını ve barışçıl bir çözüm istediklerini ve katliamdan Rus istihbaratı ve özel birliklerinin sorumlu olduğunu'' yazarak bu operasyonla herkesin unuttuğu Çeçen halkının dramını yeniden gündeme taşımak olduğunu söylemiştim.
O sıralar Yeni Şafak'ta yazan Kürşat Bumin bu yaklaşımımdan dolayı neredeyse beni teröristlikle suçlamıştı.
Rusların bu operasyonda ve daha önceki Moskova tiyatro baskınındaki pisliklerini yazan Rus gazeteci Anna Politkovskaya, Rus istihbaratı tarafından öldürüldü.
Bir yıl önce de Çeçenistan'ın seçilmiş cumhurbaşkanı barışsever Meşhadov yine Ruslar tarafından öldürülmüştü.
Ama Bumin bu iki önemli olayı ve yıllardır Çeçen halkının çektiği acıları ne duydu ne de yazdı.
Demokrasi savaşçısı olarak geçinen Bumin ve onun gibileri zaten bunu yapmazdı, yapamazdı.
Çünkü doğruları yazmak ve her koşulda savunmak kolay değil.
Nitekim geçen hafta konumuz ile ilgili çok önemli bir olay daha yaşandı.
Beslen olayında Rus özel birliklerin direkt sorumluluğunu kanıtlayan kısa bir video görüntüsü bulundu.
Ama ‘demokrasi ve Batı değerlerinin savuncuları'ndan çıt yok ..
Bu da doğal.
Tıpkı Çeçenistan'da olduğu gibi, Bosna'da da on binlerce genç kız ve kadına tecavüz edildiği, yüz binlerce çocuk, yaşlı ve gencin hunharca katledildiği sırada sesleri (gür ve samimi olarak) çıkmadığı gibi şimdi de sesleri çıkmaz, çıkamaz.
Ama Başkan Bush'un ‘Haçlı Savaşı'nın din ve ideolojisini Müslüman bir ülkede yaymaya kalkışan 23 Koreli rehine için ağlarlar.
15 yıldır toprakları Ermeni işgali altında bulunan Karabağlıları hatırlayan bile yok.
Filistin ve Irak'ı yazmaya gerek yok.
Demokrasi ve özgürlük bölük pörçük ya da taksitle savunulamaz.
Bunları savunabilmek için de önce ‘insan gibi insan' olmak gerek.
İnsan olabilmek için de Çeçen, Bosnalı, Iraklı, Filistinli ve özgürlük, demokrasi, onur ve insanca yaşam için mücadele eden tüm öncelikle kadın ve çocukların dramını görmek, öğrenmek ve hep hatırlayıp hissetmek gerekir.[2]
Pakistan'da neler oluyor?
Türkiye'nin genel seçimlere kilitlendiği günlerde Pakistan'da yüzlerce öğrenci kendi okullarında, Pakistan'ın cunta askerleri tarafından öldürüldü. İzlediğimiz bir film hakkında yorum yapmıyoruz. Sahiden öldürüldü. Şaka değil.
Bu vahşet haber değeri bile bulmadı. Öldürülen öğrenciler, televizyon ekranlarında üç beş saniye içinde, "bakın mürtecilere şeriat istiyorlar" karalamasıyla, gazetelerin üçüncü sayfalarında "isyancı öğrenciler Talibancı çıktı" yalanlarıyla yer buldu. Türk medyasının çoğunlukla ne kadar sefil olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Pakistan'daki olaylar Türk medyasında, tamamen yalanlarla örülü olarak yer buldu.
Meseleye en başından bakmak gerekir. Hint yarımadasında medrese geleneğinin en az 300 yıllık bir geçmişi var. Şimdiki haliyle geleneksel medreselerin sayıca fazlalaşması ise 1800'lü yılların ortalarına rastlıyor. Medreselerin, Osmanlının elinin zayıflaması sonrası İngiliz sömürgeci zihniyetinin işgali ile sistemli bir hale geldiği söylenebilir. Gerekçe gayet açık; İngiliz kültür emperyalizmine karşı bu medreseler, Müslüman kimliğinin korunması ve sürdürülmesi amacına hizmet ediyordu.
Medrese geleneği aynı anlayışla o tarihlerden bugüne kadar hâlâ devam ediyor. Sadece Pakistan'da yirmi binin üzerinde medrese olduğu biliniyor. Pakistan'daki bu medreselerin verdiği diploma ve sertifikaların resmi dairelerde kullanılabildiğini de düşünürseniz, medreselerin Pakistan'daki ağırlığını anlayabilirsiniz. Medreselerdeki eğitim ücretsiz yapılıyor, medreseler kendilerini tamamen yardımlarla döndürüyor.
Yüzlerce medrese öğrencisi niye öldürüldü?
Yüzlerce öğrencinin öldürüldüğü Lal Mescid, (Kırmızı Camii) Pakistan'da yaşanan trajedinin tam ortasında duruyor. Lal Mescid, binlerce öğrencisi olan büyük bir eğitim kurumu. Kız öğrenci yurtları, erkek öğrenci yurtlarıyla büyük bir külliyeye benziyor. Dini ilimlerin yanında tabiat ilimleri de okutuluyor. Mescid, 1965 yılında, Mescidin şimdiki yöneticileri Abdülaziz ve Abdürreşid kardeşlerin babaları Muhammed Abdullah Gazi tarafından kurulmuş. Abdullah Gazi'nin o dönemin devlet yetkilileriyle ilişkilerinin iyi olması sebebiyle kendisine mescid kurmak için başkentin en stratejik bölgesinde arazi verilmiş. Lal Mescid, İslamabad'da önemli devlet daireleri ve sefaretlerle aynı bölgede bulunuyor.
Pervez Müşerref ile Lal Mescid yönetiminin arasının açılması şüphesiz Amerika'nın talebiyle oldu. İlk ciddi ayrılık Amerika'nın Afganistan'ı işgal sürecinde, bazı aşiretlerin Afgan direnişini desteklemesinin ardından Müşerref yönetiminin Amerika'ya yaranmak için aşiretlerle çatışması sonrası ortaya çıkmış. Lal Mescid Fetva Konseyi; "Devletin bu bölgede halka karşı askeri operasyon düzenlemesinin haram olduğuna, dolayısıyla bu operasyonlarda devlet tarafında ölenlerin cenaze namazlarının kılınamayacağına, aşiretler tarafında ölenlerin ise şehit olduğuna" dair fetva yayınlamasıyla Müşerref yönetimiyle Lal Mescid yönetimi karşılıklı olarak kılıçlarını çekmişler.
Özellikle İngiltere'nin "Ilımlı İslam" projesi kapsamında Pakistan ile yakından ilgilendiğinin bilgisini yanımızda bulundurmakta fayda var. Bu süreçten sonra Lal Mescid yönetimine baskılar Müşerref yönetimi tarafından artırıldı. Önce mescit imamlarından Abdürreşid Gazi, tehdit edildi, sonra hakkında yakalama emri çıkarıldı. Sonraları ise, Türkiye'den de bildiğimiz tanıdık senaryolar uygulamaya konuldu. Belediye kırk yıllık mescidin kaçak yapıldığını iddia ederek Lal Mescid'i yıkma kararı aldı. Mescidin kız öğrencilerinin protesto yürüyüşü de mescide yönelen baskıları azaltmadı.
Hiçbir ön anlaşmayı kabule yanaşmayan Müşerref ve cunta askerleri, 10 Temmuz günü Lal Mescid'i ablukaya alarak yüzlerce öğrencinin üzerine ateş açtı. Yüzün üzerinde öğrenci katledildi. Mescidin önde gelen iki imamından biri olan Abdürreşid Gazi de 10 Temmuz saldırısı sırasında öldürüldü. Kendi halkına karşı savaş açan ve Amerika sevgisi konusunda Amerikan başkanı W. Bush ile yarışabilecek seviyede, barış(!) yanlısı olan Müşerref; Lal Mescid'i teröre yataklık yapmak, Taliban rejimini desteklemek ve şeriat istemekle suçluyor. Ancak trajediye bakın ki, Pakistan, sayısı beşi geçmeyen nadir İslam Cumhuriyetlerinden bir tanesi. 1973'de kabul edilen Anayasa'ya göre Pakistan, İslami esaslara göre şekillenen bir İslam Cumhuriyeti.
Müşerref kimin adamı?
Irak'ı işgal eden, Amerikan yönetiminin Irak'taki konumu ne ise hiç şüphesiz Pakistan'daki Müşerref'in cunta yönetimi de aynı konumdadır. Yukarıdaki başlık, Lal Mescid olaylarında öğrencilerin protesto yürüyüşleri sırasında açtıkları bir pankartta yazıyordu; "General Müşerref! Sevgilin Amerika'ya git"
Lal Mescid'i yok etmeye çalışmak, Pakistan'ın kendi kendisini yok etmek için gerekli adımları atmasıdır. Halen okuma-yazma oranın neredeyse üçte bir olduğu bir Pakistan var, okuma-yazma oranının artırılması noktasında medreselerin payı büyük. Yoksulluk sınırının altında yaşayan yetmiş milyondan fazla insan var Pakistan'da. Medreseler bu konuda da çözüm üretme yerleri.
Lal Mescid yönetimi, Müşerref'in Amerikan kaynaklı ithamından ziyade şunları söylüyor; "Yoksullar için adalet! Sokakta yatan fakir insanlara karınlarını doyuracak imkân sunulmalı. Pakistan sokaklarında huzur olmalı. Milli imkânlar birkaç elit arasında bölüşülmemeli. Fuhuş, rüşvet ve soygun son bulmalı."
Lal Mescid yönetimini ve mescidin imamlarını terörist yapan işte bu açıklamalar. Özellikle küresel güçlerin, pazar akışını, sermaye düzenini bozan açıklamalar. Artık herkes tarafından biliniyor ki Çin fuhuş sektörü, Avrupa pazarına Hint'ten özellikle de Pakistan üzerinden giriyor. Bu anlamda başkentin kenar mahallelerinde Çinli kadınların işlettikleri masaj salonları var. Pakistan medyası, Lal Mescid öğrencilerinin ne kadar cani(!) olduğunu göstermek için ısrarla Çinli kadınların, öğrenciler tarafından kaçırılması hadisesini ekranlarına taşıyor. Lal Mescid öğrencileri, Çinli kadınları kaçırmış ve 17 saat sonra serbest bırakmış. Müşerref ise bu durumun Çin ile ilişkileri bozacağından endişe ediyor.
Lal Mescid imamlarından Gazi Abdürreşid son röportajında, sorulan bir soru üzerine Lal Mescid olaylarıyla ilgili şunları söylüyor: "Hükümetin buraya neden asker gönderip bizi kuşatmaya aldığını bilmiyoruz. Hatta biz hükümetle anlaşmayı varmıştık. Öyle ki ülkemize zarar veren her hangi (gayri İslami) fiil olursa tespit edip hükümete haber verecektik ve onlar da gerekeni yapacaktı. Bu konuda anlaştıktan sonra mescidin etrafına asker ve tim yığmalarına bir anlam vermiş değiliz. Ben yetkilileri aradım ve olup bitenleri sordum. Neden caminin etrafını sardınız. Eğer böyle yaparsanız asker ve öğrencileri karşı karşıya getirmiş olacaksınız. Bu da hoş olmayan sonuçlar doğurur. Bu yüzden olayları abartmaya gerek yok dedim. Ama yetkililer bana hep gerçek dışı beyanlarda bulundu. Hükümet de tamam hiçbir sorun yok. Biz anlaşmaya varmışız sizinle. Bunları ısrarla vurguladılar.[3] Anlaşılan Müşerref zor durumunda ve tarihi bir tercih yapma aşamasında…
Silahçılar bastıracak mı?
Geçenlerde ABD Dışişleri Bakanı Rice, Arap ülkelerine yapacağı dört günlük geziye çıkmadan hemen önce Ortadoğu'da gerçekleştirecekleri bir silah satış programı açıklamıştı…
Daha önce de belirttiğimiz gibi o silah satış programının dağılımı şöyleydi: Washington İsrail'e 10 yıl içinde 30 milyar dolar tutarında askeri yardımda bulunacak… İsrail ile barış anlaşması imzalayan Mısır 13 milyar dolar yardım alacak… Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Umman'a yapılacak askeri yardım da en az 20 milyar dolar olacak…
Silahçıların bu atağı Ortadoğu ile sınırlı kalmadı… Bilmiyorum izlediniz mi? ABD Temsilciler Meclisi geçen gün rekor bir savunma bütçesi onayladı. Rekor diyorum çünkü soğuk savaş döneminde bile 459 milyar dolarlık bir savunma bütçesi görülmemişti.
Yeni savunma bütçesi, ordu ve donanmaya 12 bin yeni asker ve deniz piyadesi alımını, rezerv birlikleri, Ulusal Muhafızlar'ın teçhizatının iyileştirilmesi için yapılacak harcamaları ve F-22 Raptor gibi yeni nesil savaş uçaklarının üretimini de kapsıyor…
Bu silahlanma tırmanışının amacı ne? Galiba bu soruya cevap vermeden önce yeniden Amerika'nın Ortadoğu politikalarına ve Rica'ın gezisine geri dönmek gerekmekte.
Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in Ortadoğu gezisi de bu hedefe yönelikti. Tabii silahlanma programı da… Zaten ABD kimlere silah satıyor diye baktığınızda karşınıza İsrail ve Sünni Arap cephesi çıkmakta. Amerika, bir yandan İsrail ve Sünni Arap ülkelerini silahlandırırken, öte yandan da Arap-İsrail Barış Konferansı ile İran'ı yalnızlaştırmaya çalışıyor…
Siyasal manevralara rağmen silahçıların bir şekilde İran'la hesaplaşmak istedikleri hissedilmekte. Bu, hiçbir işe yaramasa bile silahçıların hiç şüphesiz karını arttıracak…
Türkiye'nin kaderi sanılanın aksine daha çok dışarıdan belirlenir. Herkes olaylara iç politika açısından bakar ama esas etkin unsur dış politikadır. Aklını İran'a takmış olan bir ABD yönetiminin silahlı macerası kapıya gelirse kim, nasıl bir tavır takınacak? Bu sorunun cevabı aynı zamanda bizim yakın zamandaki toplumsal kaderimizin de cevabı olacak.
[1] 10 Ağustos 2007 / Milli Gazete
[2] 14 Ağustos 2007 / Akşam
[3] 8 Ağustos 2007 / Milli Gazete / Yusuf Genç

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Yahudi kucağında keramet satan O ırzı kırık, sahte; ermişe lanet! Hem parsel parsel elden; giderken…
Ve bekleyin göreceksiniz, Kur’an’ın İsrâ Suresi 4-7 ayetlerinde haber verildiği gibi, İslam coğrafyasının çıbanbaşı ve…
BUGÜN "HAMAS"SIZ KURULMAK İSTENEN BİR GAZZE VAR. O HAMAS VAR YA O HAMAS AZİZ ERBAKAN…
Atatürkçülük adına uydurulan Kemalizm sizi kurtarmaya yetecek mi? “Bugünün Türkiyesi’nde, AKP hükümeti ve yandaşlarının hemen…
Siyonist Merkezler, Türkiye için yeni bir izm arayışlarına başlamışlardı 40 sene önce diyebiliriz... Hatırlayınız Üstad…
A'raf 2 (Bu Kur’an öyle) Bir Kitap'tır ki Onunla (insanları) uyarman için ve mü'minlere bir…
Bil ilimsiz, irfansız; yol yok ümrana Ya Kur’an’a uyarız, ya da buhrana İslamsız bütün yollar,…
"...Kula kulluğu bozan, cumhuriyettir İslam’a uygun nizam, çün hürriyettir..." Ne güzel mısralar! İşte aydın olmak…
AHZAP SURESİ 67. AYETİ KERİME TAM DA BU KİMSELERDEN BAHSETMEKTE. LANET OLSUN KAFİR VE ZALİM…
İmam Gazali'nin Nasihatül Mülük (Hükümdarlık Ahlakı) adlı eserinde Yöneticilere yaptığı uyarılardan birisi de şöyledir: "Kalbinde…