YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69182e8bf0c88
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 2 6
Bugün : 10058
Dün : 37133
Bu ay : 611863
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45015684
IP'niz : 216.73.216.10

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

  Mehmet Ali Birand, kritik bir süreçte İstanbul'da toplanan Bilderberg'in öyle gizli ve esrarengiz bir kuruluş olmadığını söylüyor, sonra da açık veriyordu:

"Son gün, önümdeki notlara bakınca, tam bir hayal kırıklığı yaşadım. Nerede o gizli kararlar? Nerede o gizemli senaryolar? Hani, Cumhurbaşkanı seçimi ve darbe girişimi konusunda kararlar alınacaktı? Neredee…!

 

Ne gizli planlar yapıldı, ne gizli cümleler kuruldu, ne de gizli kararlar alındı. Şimdiye kadar yüzlercesine katıldığım, herhangi bir üst düzey uluslararası toplantıda duyduklarımdan fazlasıyla karşılaşmadım.

Katılımcıların ünleri, etkinlikleri dışında farklı hiçbir şey yoktu. Ama bunun aksine,  benim gibi uluslararası ilişkilere  meraklı bir insan için adeta bir cennet idi. Oksijen aldım. Çok şey öğrendim.

Bazı örneklerini vermek isterim…

Irak'taki gelişmelerden başlayıp, Çin'in dünyadaki yerini konuştuk. Acaba, tek kutuplu mu yoksa çok kutuplu mu bir dünya olacaktık?

İran'ın nükleer silah sahibi olmasının, hepimizi nasıl etkileyeceği uzun uzun tartışıldı ve kaygılar anlatıldı.

Amerika'da nelerin yaşandığı, seçimlerin ne getireceği ve ABD kamuoyundaki havanın hasıl geliştiği üzerinde duruldu.

İletişim teknolojisindeki gelişmelerden, enerji politikalarına, kadar dünyanın en önemli sorunları ele alındı.

Üç gün sonunda, dünyanın temel sorunlarını en önemli uzmanlardan öğrendik ve tartıştık.

Bilderberg'deki Türkiye

Tabii, Türkiye de ele alındı.

Hem de iki ayrı oturumda. Önemli sorular soruldu. Ak Parti'nin ülkeyi nereye götürdüğü, bir darbe tehlikesi yaşanıp yaşanmayacağı üzerinde duruldu.

Türkiye hakkında dört soru vardı:

1- Seçimi kim kazanır?

2- Şeriat tehdidi var mı?

3- Darbe olur mu?

4- Türkiye, Irak'a girer mi?

PKK ve Irak'taki gelişmeler, Kürt sorunu ve Kuzey Irak'ta yaşananlar  ayrıntılı şekilde konuşuldu.

Ben, gizli kapaklı planlar veya kararlar görmedim, ancak dünyanın en önde gelen isimlerinin Türkiye ile ilgili neler düşündüklerini, kaygılarını duydum. Kafaların nasıl karışık olduğunu gördüm.

En önemlisi, üç gün süreyle burada Türkiye konusundaki fikirlerinin biraz daha netleştiğini, bilgilerinin arttığını saptadım.

Bilderberg, işte bu açılardan, İstanbul'da toplanarak çok iyi bir iş yapmış oldu."[1] M. Ali Birand biradere sormak lazım: Hani Siyonist Bilderbergcilerin gizli ve kirli gündemleri yoktu? Türkiye'yi yönetmek ve dünyayı dizayn etmek onlara mı kalıyordu?

"Kriz içinde kriz

Ülkemiz halen bir politik kriz içinde. Buna yönetim krizini de eklemek gerek. Ayrıca demokrasi krizi tehlikesi ufuktan bir türlü kaybolmuyor.

Politik buhran deyince her şeyden önce cumhurbaşkanı seçiminin kilitlenmiş olması akla geliyor. Cumhurbaşkanının nasıl seçileceği hálá belli değil ve hukuki gerilla savaşı sürdüğünden bu belirsizlik kolay kolay sona ereceğe benzemiyor.

Cumhurbaşkanı seçimi yönteminin tam bir karmaşaya dönmesinin iki nedeni var. Biri AKP'nin kendi saflarından bir cumhurbaşkanı seçilmesine muhalefetin boyutunu ve derinliğini zamanında sezememiş olması ve halk oyuna başvurarak bu muhalefeti bertaraf edebileceğini sanması. İkincisi her ne pahasına olursa olsun AKP'li bir cumhurbaşkanı seçilmesini önlemek için hukukun çok aşırı ölçüde zorlanması. Anayasa Mahkemesi'nin toplantı yeter sayısının karar yeter sayısı gibi 367 olduğuna kadar vermesi hukuk devleti kavramına çok zarar veren bir tasarruf olmuştur. Karar sadece hukuka değil, fakat aynı zamanda politik mantığa da aykırıdır. Anayasa değişikliği ile geçerliliğine son verilemezse, bundan sonra her cumhurbaşkanı seçiminde 1980'de olduğu gibi vahim krizlerle karşılaşırız. En isabetli çözüm toplantı yeter sayısının üçte bir olduğunu saptayan basit bir Anayasa değişikliği yapılması ve AKP'nin de oydaşmayı sağlayacak bir cumhurbaşkanı adayına rıza göstermesi olurdu. Sağduyuya avdet için vakit çok mu geç?

Politik krizle birlikte ve kısmen de onun etkisi ile bir yönetim krizi içinde bulunduğumuz aşikárdır. Haftalardan beri Kuzey Irak'a müdahale gibi hayati bir konuda karar sorumluluğunu Başbakan ve Genelkurmay Başkanı birbirlerinin üstüne atıyorlar. Aralarındaki tartışma kapalı kapılar arkasında veya Milli Güvenlik Kurulu'nda cereyan etmiyor, medya vasıtası ile yürütülüyor. Kıbrıs'a müdahale edip etmemek konusunda daha önceki yıllarda siviller ile askerler arasında fikir birliğine varılmakta güçlük çekildiğine tanık olmuştum. Fakat münakaşalar kapalı kapılar arkasında yapılırdı. Zannedilmesin ki o zaman askerler daima şahin, siviller de güvercindi. Tersi de görülürdü. Fakat sonunda bir uzlaşmaya varılırdı ve çıkış yolu bulunmasında çok kere devrin cumhurbaşkanı kilit rol oynardı. Ne yazık ki bugünkü cumhurbaşkanımız arabulucu veya kolaylaştırıcı bir misyon üstlenmeyi aklından bile geçirmiyor" diyen İlter Türkmen, çaktırmadan orduya gözdağı da veriyordu:

"Her neyse, şunu bilmek gerekir ki Kuzey Irak'a müdahale Kıbrıs'a müdahaleden kat kat risklidir. Ben Genelkurmay'ın bu risklerin tamamen bilinci içinde olduğuna eminim. Bazen iddia edildiği gibi politik bir maksatla tartışmayı devam ettirdiğine ve bir demokrasi krizi yaratmak istediğine de inanmıyorum. Bugünkü uluslararası ve bölgesel koşullar altında, Türkiye'nin ekonomik ve sosyal alanlarda ulaştığı düzeyde, demokrasiden uzaklaşmanın ne büyük bir facia teşkil edeceğini öngörmek için káhin olmaya lüzum yoktur.

Demokrasi krizi mutlaka bir askeri müdahale olasılığından ortaya çıkmaz. Politik güçlerin demokrasinin işleyişini imkánsız hale getirmeleri de aynı krizi doğurabilir. Türkiye'nin bugünkü siyasi yelpazesindeki partilerin çoğunun davranışları demokratik olmaktan bir hayli uzak. Lider sultası devam ediyor. Partiler arasında bütünleşme veya seçim ittifakı çabalarında liderlerin egosunun dramatik yansımalarını hayretle izliyoruz. Merkez sağ partilerde olduğu kadar sosyal demokrat parti kimliğini muhafaza ettikleri efsanesini sürdürmek isteyen partilerde, Avrupa'da hem sağ ve hem de sol partilerin görüşlerine artık hákim olan politik ve ekonomik liberalizm eğiliminden neredeyse eser yok. O kadar ki liberaller AKP'ye sığınmaktan başka çare bulamadılar.

Bugünkü katmerli krizden çıkmanın tek umudu halkın seçimlerde sağduyudan şaşmaması olacaktır.[2]

Ve Hüsnü Mahalli'ye göre, Amerika Suriye'yi de işgale hazırlanıp, Türkiye kıskaca alınıyordu:

 "Sıra Suriye'de… Irak işgali öncesinde ve sonrasında başta Amerikalılar olmak üzere herkes sıranın ya Suriye ya da İran'a geleceğini konuşuyordu.

Sonra da piyango kime çıkarsa.

4 Temmuz 2003'te Süleymaniye'de 11 askerin kafasına çuval geçirilmesi ve sonraki gelişmeler, sırada Türkiye'nin olduğunu gösterdi.

Peki neden Suriye, İran ve Türkiye?

Tek tek bakıldığında her üç ülke için çok neden var.

Ama birlikte ele alındığında üç ülkenin hedef seçilmesinin tek bir nedeni var.

Olası Kürt devleti.

Daha net bir ifade ile bu üç devlet zayıflatılıp parçalanma sürecine sokulmadan Kuzey Irak'ta ve dolayısıyla bölgede bir Kürt Devleti kurulamaz.

2005 Şubat'ında Suriye'nin Kamışlı bölgesinde yaşanan Kürt ayaklanması, geçen yaz İran Kürdistanı'nda PEJAK'ın saldırıları ve son bir yıldır Türkiye'nin güneydoğusunda yaşanan olaylar birer provadır.

Bu provanın bir sonraki taktiksel ve stratejik aşamalarını önümüzdeki ay ve yıllarda hep birlikte göreceğiz.

Irak işgali sonrasında Suriye'ye sataşmak için binbir bahane uyduran ABD, umduğunu bulamayınca bu kez komşu Lübnan'dan yol bulmaya çalıştı. Önce Hariri öldürüldü, peşinden suikastlar yaşandı, son olarak da herkesin gözü önünde İsrail 33 gün süreyle Lübnan'ı bombaladı.

Tüm bunlar Lübnan'da bir iç savaşın çıkmasına yetmeyince bu kez Lübnan'da Filistin kampları hedef seçildi. ABD ile Fransız uçakları Lübnan ordusuna sürekli askeri malzeme ve silah taşıdı.

Üstelik bu iş çok zekice yapıldı.

Suudi ve Ürdünlü radikal Sünni kişiler Lübnan'a getirilerek Fetih el-İslam örgütü kurduruldu ve Şii Hizbullah'a karşı kullanılmak üzere Filistin kamplarına yerleştirildi.

Amaç Şii Hizbullah ile Sünni Filistinliler arasındaki stratejik dayanışmayı baltalamak sonra da yeni ve çok daha kapsamlı bir İsrail saldırısı ile Hizbullah'ı ortadan kaldırmaktı.

Böylece Suriye ve İran, İsrail ve ABD'ye karşı çok önemli bir kartı kaybetmiş olacak.

Sonra da sıra Suriye'ye gelecek.

Nasıl mı?

Lübnan'da kargaşa yaşandığı sırada BM Güvenlik Konseyi, Hariri suikastı ile ilgili olarak geçen hafta uluslararası bir mahkeme kurulmasına karar verdi.

Mahkeme istediği herkesi sorgulayacak ve bu istediği kişiler duruşmaya gelmezse mahkeme Güvenlik Konseyi'nden getirilmelerini isteyecek.

Yani diyelim mahkeme Suriye lideri Beşşar Esad'ı dinlemek isteyecek o da gelmeyince Güvenlik Konseyi, Esad'ı getirtmek için uluslararası bir güç oluşturarak getirilmesini sağlayacak.

Yani Suriye işgal edilecek.

Çok düz ve basit cümlelerle ifade edilen bu olası senaryo bir komplo teorisi değildir.

Öyledir diyenlere bir hatırlatma.

1991'de Irak ordusu Kuveyt'ten çıkarıldıktan sonra Amerikan ordusu Bağdat'a 40 kilometre kadar yaklaşmıştı.

Saddam da Ürdün'e kaçmak üzereydi.

Amerika bir sonraki adımı atmadı ama BM'yi kullanarak 12 yıl sürecek bir ambargo kararı alarak bu ülkeyi perişan etti.

Uluslararası müfettişler de Irak'ın her tarafını didik didik arayarak kimyasal, nükleer ve benzeri silah arayıp durdu.

Sonunda ‘böyle bir silah yok' dedi ama işe yaramadı çünkü çaresiz Irak işgal edilecek ve bölgeye yönelik plan işletilecekti.

Büyükelçi Deniz Bölükbaşı'nın söylemlerine karşın Türkiye, 1 Mart Tezkeresi'ni onaylamış olsaydı belki de bu plan çok daha hızlı ve tehlikeli olarak uygulanacaktı.

Tarih bunu anlatacak.

Dönelim 1991'e.

Bu tarihten sonra ABD kendi başına aldığı bir kararla 36.Paralel'in kuzeyini ve 32 Paralel'in güneyini uçuşa yasak bölge ilan etti.

Ama tek farkla.

Şii güney bölgesinde Irak ordusu ve hükümeti yetkiliydi ama Kuzey'deki Kürt bölgesinde Türkiye'ye üç aylığına gelen ve 12 yıl kalan Çekiç Güç destekli Barzani ve Talabani egemendi.

Rahmetli Özal ise 36. Paralel'in 34'e kaydırılmasını istiyordu.

Bu olsaydı bugün tartışılan Kerkük şimdi Kürdistan bölgesi içinde olacaktı.

Herkesin çok düşünmesi gereken detay bir hatırlatma!

2003'e gelindiğinde bölgesel ve uluslararası koşullar Irak'ın işgali ve bölgeye yönelik ABD planlarının uygulanmaya konulması için artık olgunlaşmıştı.

Bu olgulaşma için ABD 12 yıl beklemişti.

ABD'nin Suriye'yi, İran'ı, Türkiye'yi işgal etmek ya da Irak'ın getirildiği duruma getirmek için neden bu kadar bekleyeceğini hep birlikte göreceğiz.

Tabii sessiz oturup beklemeyi ve ABD ile müttefiklerinin hem savcı hem hakim hem de gardiyan ya da cellat rollerinin tümü oynamasına izin vermeyi sürdürürsek![3]

Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'na ihtiyacı var

81'liler Derneği'nin protesto mektubu, sivil refleks adına rol modeli olması adına sunuyorum; Türk ulusuna; Ülkemizin ulusal bütünlüğü tehlike altındadır. Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail üçgenine sıkışmış olan Türkiye Cumhuriyeti tüm müttefiklerinin, etnik temele dayanan, ama kendine bağımlı federasyon modelleri nedeniyle gelecekte yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu planlar, son derece ustalıkla insan hakları görünümü altında ve ulusal azınlıkların kültürel hakları adı ile uygulanmaya konulmak istenmektedir. 30 yıldır ülkemizin başına musallat olan PKK terör örgütünün gerçek yapısı; düpedüz Amerika Birleşik Devletleri ve Batı emperyalizminin Türkiye'yi parçalamak için ortaya çıkardığı etnik milliyetçilik anlamında faşizan ve emperyalizmin ülkemizi parçalamak adına kurgulanan taşeron bir örgütten başka bir şey değildir….

Bugün itibarıyla; kasıtlı olarak cahil bırakılan, yoksullaştırılan, yiyecek bir lokma ekmeğe muhtaç bırakılan ülkemiz insanı, yaşadığı toplum içerisinde onursal kimliği yok edilerek, kendisinin bir hiç olduğu izlenimi verilmiş; insanlar kendisine bir çuval kömür ya da seçim meydanlarında köfte ekmek dağıtan siyasilerden medet umar hale getirilmiştir. Ülkemizin bugün yeni bir ‘Kurtuluş Savaşı'na ihtiyacı vardır. Türk Ulusu bu mücadeleyi verecek ideolojik birikim ve mücadele geleneğine sahiptir. Bize düşen görev; etnik, dinsel, kültürel, siyasal vb. hiçbir ayrım yapmadan gerçekten yurtsever bir ferdi bile bu mücadelede dışarıda bırakmadan ulusumuzun tüm güçlerinin birliğini sağlamaktır. Bu görev günümüz koşullarında bu ülkeyi sevmenin, ülke için gerekirse seve seve canımızı feda etmenin temel belirleyicisidir.[4]


[1] 05.06.2007 / posta

[2] 05.06.2007 / Hürriyet

[3]  05.06.2007 / Akşam

[4] 12.06.2007 / Güler Kömürcü /Akşam

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Halil YAMAN

Halil YAMAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...