YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
692303ed00df2
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 5 3
Bugün : 22297
Dün : 47039
Bu ay : 963259
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45367080
IP'niz : 216.73.216.189

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Yüce Mevla insanı, hem toplum halinde ve sosyal bir düzen içinde yaşayacak ve birbirlerinin marifet ve meziyetlerinden yararlanacak bir fıtratta yaratmış; hem de kişilik haklarını ve şahsi hayatını özgürce koruyup kullanacak bir istidatla donatmıştır. İşte bireylerin kendi benliğini ve başkalarından fark edici özellik ve hürriyetini temsil eden ve onu mesuliyet altına iten özgün şahsiyetine NEFİS tabir olunmaktadır. Bu NEFİS’lerimiz hem özgürlük ve özgüven kaynağımız, hem de imtihan aracımızdır. Nefsinin keyfi ve zalim arzularına kapılanlar hayvanlık hatta şeytanlık derecesine yuvarlanacak, Onu disiplinize edip dizginleyen ve sürekli eğitip hayra hizmet ettirenler ise olgun ve onurlu insan mertebesine yükselmiş olacaktır. Gerçek özgürlük, nefsi bağımlılıklardan, dünyevi tutkulardan ve ideolojik saplantılarından kurtulmuş olmaktır. Hayvani ve şehvani duyguların kölesi ve basit korkuların ve arzuların esiri olanlar, insani hürriyet ve haysiyetin tadına asla varamayacak, bunlara tüm demokratik imkânların ve temel insan haklarının sunulması da hiçbir işe yaramayacaktır. Bu gerçek özgürlük ve olgunluğa ulaşanlar, şuurlu ve uyanık insanlardır. Böylesi uyanık ve aydınlık bir insan, uykudaki bir alay kalabalığı uyandırmaya yeterli olacaktır. Bizim referans kaynağımız, inancımız ve vicdanımız olursa, aklımız asla şaşmayacaktır. İster tabanca mermisi, ister top güllesi, ister atom füzesi kullansın ve isterse tebliğ makalesi yazsın; insan hedefini doğru saptamadıktan, iyi nişan almadıktan ve namluya doğru mermi koymadıktan sonra, sürekli karavana sıkacak ve boşuna çırpınacaktır.

Nefsin çeşitli dereceleri ve olgunlaşma süreçleri vardır:

Emmâre Nefis: Hep kötülükleri emreden ve küfre sürükleyen nefis!

“(Yoksa) Ben (böbürlenip) nefsimi temize çıkaramam (böyle bir düşünce peşinde değilim). Çünkü gerçekten (her) nefis -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredicidir. Şüphesiz, benim Rabbim, Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Yusuf: 53) ayetinde Nefsi Emmare’ye işaret olunmaktadır.

Bu nefse sahip olanlar, birazcık nimet veya zahmet için hırs ve öfkelerini yenemediklerinden, herkese saldırabilen, hatta katledebilen insanlardır. Şeytan, kendilerinin dostu ve yöneticisi olmuş, şehvet ve enaniyetle doldurmuş, şüphe ve kuruntu ile onları azgınlaştırmıştır. Hırsızlık, iftira, yalancılık, içki, kumar, zina, cinsi sapıklık ve dedikoduya dalmışlardır. İmanları lafta kaldığından, zerre kadar Allah’tan korkmazlar. Dünyanın geçici metaını ve nefsi arzularını tanrılaştırmışlardır. Bunlar sürekli kâfirlerin, zalimlerin ve hainlerin safında yer almaktadır.

Levvâme Nefis: Kötü yönlerini gören ve eksiklikleri ile yüzleşen nefis!

“Ve yine kesinlikle (düşünce ve davranışlarını kontrol altına alamayıp kötülüğe kaymaları, böylece ibadet ve hizmetten kaytarmaları yüzünden sürekli) kendini kınayıp duran (uyaran) nefse (sorumlu ve şuurlu kimseye) de kasem ederim.” (Kıyamet: 2) ayeti Nefsi Levvame’yi anlatmaktadır.

Kendini kınayan, ayıplayan, haksızlık ve ahlâksızlığından rahatsızlık duyan nefis demektir. Gaflet uykusundan uyanarak gerçekleri fark eden, işlediği günahlardan dolayı pişmanlık duyan ve tövbe etmeye başlayan nefisin durumudur. Emmâre Nefis’teki kötü ve küfür sıfatlar, Levvâme Nefis’te de mevcuttur, ama bu kötü halinin farkındadır ve kurtulma arzusu uyanmıştır. Bazen ruhi ve melekî kuvvetleri hissederek Yüce Yaratıcısına sığınıp ibadet eder ve böylece doğru yola girer, bazen de Emmâre Nefis’in etkisinde kalarak isyan eder, günah işler. Sonunda da pişmanlık duyarak tövbe eder. Yani bir bocalama dönemindedir. Halâ küfür ve kötülük ehlinin yanındadır, ama iyilere de hak verilmekte ve özenti duyulmaktadır.

Mülhime Nefis: İyilik ve istikamete yönlendirilen nefis! “(İnsan olarak yaratılan her) Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’.” “Sonra da (her nefse) fücurunu (kötülüklerini) ve takvasını (küfür ve kötülükten sakınma çarelerini) ilham edip (öğretene yemin olsun ki).”

“Onu (nefsinin kötü arzu ve alışkanlıklarını) temizleyip terbiye eden felaha erişmiştir.” “Ve onu (nefsini ve kötülüklerini) sarıp örten (kirli niyetini ve melânetini gizleyip riyakârlık eden) de fitne ve felâkete sürüklenmiştir.” (Şems: 7-10) ayetlerinde Nefsi Mülhime’ye haber buyrulmaktadır.

“İlham alan nefis” anlamına gelir. İlham ise Allah tarafından kalbe gelen mana, sezgi, doğuş demektir. Hikmet ehline göre Mülhime Nefis’in sıfatları; ilim, doğruluk, tevazu, gayret, cömertlik, sabır ve şükür’dür. Bu sıfatları her kim kazanmış ise, Mülhime Nefis basamağına yükselir. Manevi ikram, ihsan ve yardıma mazhar olarak ilham almaya başlar. “… Allah bilir siz bilmezsiniz…” (Bakara: 216) ayetinin de belirttiği gibi neyin iyi neyin kötü, neyin iman neyin küfür, neyin nankörlük neyin şükür olduğunu, Cenabı Hakk kullarına ilham ile hissettirmektedir. Yüce Yaratıcı, nefsin iyiliğe yönelmesinden sonra ilhamı da melekleri vasıtasıyla yapmaktadır. “Muhakkak ki (Rabbimiz Allah’tır) deyip, sonra doğrulukta devam edenler üzerine melekler sürekli inerek şöyle derler: Korkmayın, üzülmeyin de size vaat olunan cennete sevinin. Biz sizin hem Dünyada ve hem de ahirette dostlarınızız…” (Fussilet: 30-31) Böylece kulun, ilham almak suretiyle imanı ve ilmi yavaş yavaş artar ve iyi özellik ve sıfatlarla donanmaya başlar. Artık iyilerin ve iman ehlinin tarafında saf tutmaktadır.

Bu arada ilham ve vahiy kavramlarını anlamak için “İkra’=oku!” hitabı üzerine durmak lazımdır

“Okumak” kelime olarak iki anlam taşır:

Birincisi, “bakmaya” dayalı bir olguda, baktığı şeyin ne olduğunu anlamaktır. İkincisi, “görmeye” dayalı bir durumda, baktığı şeyi “değerlendirmek ve kavramaktır”. “Bakmakla”, “görmek” farklıdır; herkes “bakar”, ama “gören” çok azdır. “Basar”, bakar; “basiret” ise görüp kavrar. Yani “görmek”ten murat, gördüğünün anlamını çözüp onun iç yüzüne vakıf olmaktır.

Bir şeyi duyup dinleyebilirsiniz, ama o dinlediğiniz şeyi anlayıp değerlendirebilmek için güçlü bir akıl, mantık ve muhakeme kuvveti lazımdır… Bunun gibi, baktığını görmek de ayrı bir feraset ve fazilet vasfıdır. İşte “okumak” da bir anlamıyla baktığın yazılı metini deşifre etmek, çözmek anlamına geldiği gibi; bir diğer anlamıyla da baktığını görmek; güçlü bir mantık, muhakeme ile ondan yeni anlamlar çıkartmak suretiyle o şeyi değerlendirmek anlamını taşır…

Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) neyi okumuşlardı?

Maalesef en çok sevdiğimiz şey tartışmak; ama en sevmediğimiz şey de tartıştığımız şeyin aslını araştırmaktır! Yaptığımız tartışmaların pek çoğu kulaktan dolma, sade duyuma bağlı verilere dayanır… Oysa sözlerimizin ve düşüncelerimizin ne dereceye kadar haklı ve mantıklı olduğunu kendimize sormamız ve üzerinde kafa yormamız lazımdır.

Şimdi, gerçeğini hiç düşünüp araştırmadığımız bir konu üzerinde yoğunlaşalım.

Hz. Muhammed (AS) okuma-yazma biliyor muydu?

Hz. Muhammed (AS) neyi “Oku”muştu?

“Oku” hitabı geldiğinde, Hz. Muhammed (AS) önüne yazılı bir metin mi konmuştu?

Elbette ki hayır! Allah Rasûlü’nün eline verilmiş yazılı bir metin yoktu! Peki, yazılı bir metin eline verilmediğine göre, Efendimizin okuyup-yazma bilip bilmemesini tartışmak ne işe yarıyordu?

Eline yazılı bir metin verilmediğine göre; “OKU” uyarısıyla Allah Rasûlü Muhammed (AS)’ın neyi “Oku”ması isteniyordu. Efendimizden istenen yazılı bir metni okumak olmadığına göre; Hz. Muhammed’e yapılan “OKU” hitabının amacını acaba nasıl anlamamız gerekiyordu?

“Kareetil Mer’etü” (Kadın “hayız” gördü) demektir.

“Ekreetil Mer’etu” (Kadın “Kur'” sahibi oldu) anlamına gelmektedir.

Arapça dil bilimciler, “Kur’ün” sözcüğünün, topladı, cem etti anlamına gelen “Karee” fiilinden geldiğini belirtir. Sonraları “kanın rahimde birikip temizlik ve hayız halini bir arada toplaması” nedeniyle kadınların özel durumu bu kelime ile ifade edilmiştir.

Bakara: 228 ayetinde “Selasete Kurui” (temizlikten hayızlığa üç giriş) şeklindedir.

Ebu Davut (297, Tirmizi 1/199) tahriç ettikleri hadisi şerifte “Eyyame ekraiki” (hayız olduğun günler) ifadesi geçmektedir.

Ve yine “Kıraet” Kuran’da; harfleri ve kelimeleri birbirlerine ekleyip cem etmek suretiyle anlamlı cümleleri ve ifadeleri dile getirme anlamında zikredilmiştir. Zaten “Kur’an” kelimesi de, tıpkı “kefere” kökünden “küfran” üretilmesi gibi “Karee” kökünden türetilmiştir.

“(Ey Nebim, Cebrail Sana vahiy getirdiğinde) Onu (Kur’an’ı kavrayıp ezberlemek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durman (yersizdir).”

“Çünkü şüphesiz, Onu (Kur’an’ı kalbinde) toplamak ve Onu (Sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.”

“Şu halde, Biz Onu (doğrudan veya Cebrail vasıtasıyla vahyedip) okuduğumuz zaman, Sen de (önce) Onun okunuşunu (dikkatle) izle.”

“Sonra muhakkak Onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir.” (Kıyamet: 16-19) ayetleri bunu açıkça bildirmektedir.

Tekarre’tu…”: Tedricen ve teenni ile yani manaya ve maksada nüfuz ederek okuyup anlama işidir.

Artık anlıyoruz ki, bu “Okumak” = karşılıklı konuşma değildir. Emredilen okumak = önüne konulan yazılı bir levhayı, bir bildiri mesajlarını, bir bilgisayar ekranına yansıtılan notları “oku” hitabı da değildir. Yunus Emre’nin:

“Eğer kalbin defter/ekran ise, neyler elin kalemi?” mısraı okumanın ne olduğunu belirtmektedir.

Asıl okumak, gönül ekranına yansıtılan Rahmani mana ve mesajları:

a) Toparlayıp hatırda tutmak, bunları anlamaya ve kavramaya çalışmak,

b) Bunların doğruluğuna ve lüzumuna inanmak,

c) Bunların emrini ve gereğini yerine getirip bizzat yaşamak ve uygulamaktır. Bunun için de, mesaj alıcı duyguların ve frekansların açık ve gönül ekranının temiz ve aydınlık olması şarttır. Seher vaktindeki ve fecirdeki kıraat bunun için önemli sayılmıştır.

“Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar(ki vakitlerde ve Cebrail’in öğrettiği şekilde) namazı kıl, fecr vakti (namazda okunan) Kur’an’ı (önemse), işte o fecr (sabah namazı meleklerce) şahid olunan (makbul bir ibadet anı)dır.” (İsra: 78) ayeti bu durumu vurgulamaktadır.

Sahihi Buhari’de ve Sahihi Müslim’de nakledilen hadisi şerifte bu olay şöyle aktarılmıştır:

Rasûlu Ekrem (SAV), evvela aynen gerçekleşen rüyalar görmeye başlamıştı… Bir rüya görmezdi ki, fecri sadık gibi zuhur etmiş olmasın… Sonra halvetten hoşlanır olmuşlardı. Hira tepesindeki mağaraya çekilip, birçok gece, orada dua ve tefekküre dalardı. Bunun için de, azığını da yanına alırdı. Sonra tekrar Hz. Hatice’nin yanına gelir, bir miktar azık alır, gene Hira’ya yollanırdı…

Nihayet bir gün Hira tepesindeyken, O’na, Hakkın mesajı, Cebrail’in hitabı ulaşmıştı. Kendisine görünen Melek “İKRA”–”OKU!” demeye başlamış, Efendimiz ise “Ben OKUYANLARDAN değilim!…” şeklinde yanıtlamıştı.

Bu olayı Rasûlullah şöyle anlatmışlardı:

Bu cevabım üzerine Melek hemen Beni tuttu ve vücudumu sarıp öylesine sıktı ki, takatim neredeyse tükeniyordu… Sonra gene salıverdi ve Bana: “İKRA”-“OKU!” diye tekrarladı. Ben de: “Ben Okuyanlardan değilim” diye hatırlattım… Der demez Beni yine tuttu ve öyle bir sıktı ki, canıma tak dedi… Ve salıverdi ve tekrar; “İKRA”-“OKU!” diye uyardı. Ben de yine; “Okuyanlardan değilim” deyince, bunun üzerine Beni üçüncü defa, yine sıktı, sonra bıraktı ve derhal: “OKU!… Seni yaratan Rabbinin adıyla OKU” ayetlerini duyurdu.

Bundan sonra Rasûlullah evine dönüyor, yüreği çarpıyor, karmaşık duygular içinde kıvranıyordu. Hz. Hatice’ye dönüp: “Beni örtün, örtün”; diyerek bir köşeye çekiliyordu. Nihayet heyecanı yatışınca, o zaman Hz. Hatice’ye durumu anlatıp; “Kendimden cidden korktum!” buyurmuştu. Hatice Validemiz ise: “Hayır, vallahi Cenâb-ı Allah hiçbir vakit Seni perişan etmez… Çünkü Sen, akrabana iyilik eder, külfetlere tahammül gösterirsin, helalinden kazanır, yoksula yedirirsin… Misafire ikram eder, ihtiyaç duyanlara yardıma yetişirsin…” diyerek O’na tesellide bulunmuştu. Ve bundan sonra, O’nu alıp, amcazadesi Meleketül Nevfele uğramıştı. Varaka adıyla da bilinen Nevfel cahiliyet zamanında iken, Nasraniyeti kabul etmiş bir zattı. İbranice yazmasını bilir ve İbranice İncil yazardı… Artık pek ihtiyarlamış ve gözleri kapanmıştı. Onun yanına varınca Hatice Validemiz:

Amcazadem, bak birader zadeni getirdim, O’nu bir dinle…” deyince Varaka, Efendimize:

“Birader zadem ne görüyorsun?…” diye sormuşlar, Rasûlullah da gördüklerini anlatmışlardı. Bunun üzerine Varaka:

“Bu görünen o Namustur ki, Cenâb-ı Allah, O’nu Hz. Musa’ya indirmiş idi!.. Ne olurdu ben genç olsaydım da, kavminin Seni çıkaracağı zaman hayatta bulunsaydım…” dileğini aktarmıştı.

Rasûlullah (SAV); “Acayip!.. Onlar Beni yurdumdan da mı çıkaracaklar?..” diye sorunca Varaka;

“Evet Senin getirdiğin gibi (hakikatli) bir şeyi getiren hiçbir insan yoktur ki, düşmanlığa maruz kalmasın ve bulunduğu yerden çıkartılmasın… Eğer o gününe yetişirsem, her halde Sana kesinlikle yardımcı olacağım” ifadelerini kullanmıştı.

Bu durumda en geniş kapsamıyla “Melek” ne anlam taşırdı?

Elmalı Hamdi Yazır merhum, tefsirinde şu bilgiyi paylaşmaktadır:

“…Cinsi melâike, kudret ve tekvini ilâhinin, vahdetten kesrete tevezzüunu ve onun tenevvüat ve taayyünatı mahsusasını ifade eden mebadii faile olarak mülâhaza edilmek lâzım gelir… Ve kâinatta hiçbir şey, hiç bir hadise, hiç bir fiili hareket tasavvur olunamaz ki, böyle bir risâlet ile vaki olmuş olmasın…” “…ve binaenaleyh melâikesiz bir hâdise tasavvuru gayrı mümkindir, melaikesiz bir katra yağmur bile düşmez…” (cilt: 1, sayfa:303) Yani: (Melaike cinsinden (nurani varlıklar): İlahi kudretin yaratıp meydana çıkardığı, birlik sırrından çokluk alemine dağıtıp yansıttığı; çeşitli tezahürler ve yaratılış prensiplerinin failleridir. Bundan dolayı atom zerrelerinden galaksilere, canlı-cansız bütün hakikat eserlerine, her şeyin ve her daim yaratılış sürecinde, bu Melaikeler sebep ve hikmet çerçevesinde ve Allah’ın emriyle iş görmektedir. Hatta her bir damla yağmur ve kâr tanesi için bile bir melek görevlidir.)

“Şu da anlaşılır ki, melâikeye olan kelâmın hakikati ancak manadan ibarettir… Suveri lâfzIye ve ismiye değildir…” (C:1 s:316) “Cenâb-ı Allah bütün sun’i ilâhisini böyle esbab ve hikemi hafiye rabt etmiştir… O bir şey murad ederse böyle yeni sebepler halk eder….Sebebi asli ve hakiki ancak O’nun iradesidir, Hikmet de O’nun lazımıdır…” (c:1 s:317) Yani: (Şunu anlamak gerekir ki, (Hz. Cebrail gibi) Melaikeye olan ve onlar vasıtasıyla Peygamberlere duyurulan ilahi kelamın hakikati manadan ibarettir. Yoksa sanıldığı gibi laf suretlerinden ve harf şekillerinden değildir. Cenabı Hak İlahi sanatını ve yaratılış hakikatlerini, böyle Melaike gibi vesile ve sebeplere ve nice gizli hikmetlere bağlayıvermiştir. Yoksa gerçek müsebbip bizzat kendisidir ve Külli iradesidir.)

İnsana, ruhun nefh edilmesinin manasıyla ilgili izah da şu; aynı eserde 321. sayfada:

“…Nefhi ruhtan murad; Hayy olması değil, hayyı nâtık olmasıdır… Hakikatı Adem nefsi nâtıkadır.. ve nefhi ruhun manası, nefsi nâtıkanın nefhidir….. Halkı Adem’in Arzda olduğunda ittifak vardır…” (c:1 s:321) Yani: (İnsana ruhun üfürülmesinin manası, onun “Hayy-daima diri” olmasından dolayı değil, fikredip düşünebilen, anlatılanı idrak eden bir yetenekle yaratıldığı içindir. Ruhun üfürülmesi, hayat iksirinin ve idrak yeteneğinin verilmesidir.)

Kim bilir belki de Hz. Cebrail adlı “Melek” Cenabı Hakkın; “Alim”, “Basir”, “Fettah”, “Hâkim”, ve “Muhyi” ve “Hadiy” gibi sıfatlarının hikmetli bir tecellisi, Yüce Allah’la Nebileri arasındaki elçisi ve çok üst boyuttaki bir bilinç temsilcisi makamındadır. Ve görevi, seçilmiş kişileri “Sıkarak” açmak çok özel bir eğitimle elçiliğe hazırlamak ve daha sonra da ilahi vahyin muhatabı ve mübelliği yapıp o topluma yol gösterilmesine vesile olmaktır!…

Bütün bunlardan sezilip anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber Aleyhisselama görünen Cebrail, Ona “Oku!” hitabıyla:

1. Bütün tabiattaki ve cümle mevcudattaki yüce yaratılış sırlarını ve Allah’ın harika sanatını anlayıp, kavramayı;

2. Kâinatın sırlarını çözme anahtarlarını ve kullarının imtihan programını, huzur ve kurtuluş yollarını içinde barındıran Kur’an’ı Kerim‘i anlayıp insanlara aynen aktarmayı hatırlatmış olmaktalardı. Çünkü Cenabı Hakk’ın iki kitabı vardı: Biri bütün kâinat ve bin bir hikmetle yaratılan canlı cansız varlıklardı. Diğeri ise Kur’an’ı Azimüşşandı.

Mutmaînne Nefis: Müm’in, müstakim ve tatmin olan nefis!

“(Haydi Allah’ı) Razı etmiş, (kendisi de) hoşnut ve memnun edilmiş olarak, Rabbine dön! (ve artık)”, “(Sadık ve makbul) kullarımın arasına katıl.” “Ve cennetime gir (bakalım, buyrulacaktır).” (Fecr: 28-30) ayetleri Nefsi Mutmainne makamını anlatmaktadır.

İçi rahata ve kesin kanaate varmış, şüpheleri kalmamış, hakikati anlayarak tatmine ulaşmış nefis demektir. Yüce Yaratıcısından aldığı ilhamlar neticesi ilâhî ışıkla aydınlanmış; Emmâre Nefis’in sıfatları olan şirk, zulüm, küfür, yalancılık, şehvetperestlik, dünyayı ve tağutları tanrı edinme, alaycılık, kibir, cimrilik, haset, kıskançlık, ihanet, öfke gibi kötü sıfatları tamamıyla terk etmiş, imanı yücelmiş ve takva ahlâkı olan ilâhî özelliklere bürünmüş kimsedir. “Allah, imanlarına iman katsınlar diye, mü’minlerin gönüllerine huzur ve mutluluk indirdi” (Fetih: 4) ayetinin müjdesine ermişlerdir. Mertebesi yükselerek imanı yücelen kullar da, telaş ve endişenin yerini huzur ve güven duygusu alıvermiştir. “Gönüller ancak Allah’ı anmakla mutmain olur” (Rad: 28) ayetinin hakikati gerçekleşmiştir. İslam’ın ve mazlumların uğrunda mücadele etmektedir.

İman iki kısımdır:

1- Taklidi iman: Gelenek ve göreneklere dayalı, içinde bulunduğu cemiyetin ve çevrenin durumuna bağlı, zayıf, kararsız ve tutarsız bir inanma halidir.

“Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri “art arda toplanıp pekiştirilen (sürekli tekrarlanıp işitildiğinden, iman edildiği zannedilen bir takım tahmin ve tahayyülden ibarettir),” belki, onlar bundan (ahirete gerçekten inanma ve ona göre davranma duygusundan) bir şüphe içindedirler; hayır, (aslında) onlar bundan (ahirette hesap verme şuurundan) yana kördürler.” (Neml: 66) ayeti bu taklidi imanı bildirmektedir.

Ayette geçen: “Dareke”; daire gibi çevresinde dolaşılıp, içine ve özüne nüfuz edilmeyen bilgidir, inanç zannedilen taklidi tedarik ve birikimdir. “Derk” Arapçada bir kişinin ardından gidip ona yetişilmesi, suya ulaşmayan kuyu kovası ipine parça eklenmesi ve yağmur damlalarının peş peşe düşmesi sonucu ince sicim gibi görünmesi anlamlarını içerir.

“(Ey iman içlerine oturmamış ve dünya hayatı kendilerini aldatıp kuşatmış kimseler.) “Gerçekten Allah’ın va’di Hakk’tır ve (kıyamet-ahiret ve hesap) saati kesindir (ve gelecektir)” denildiği zaman şöyle cevap vermiştiniz: “(Hesap ve kıyamet) saati de neymiş, (biz bunu yakinen ve kesinlik derecesinde) biliyor (ve inanıyor) değiliz. Bunları sadece bir zan ve ihtimal olarak görmekteyiz… Kesin ve yakin bir bilgiyle iman etmemekte (ama zahiren elbette Müslüman geçinmekte)yiz!” (demekten sakınmamıştınız).” (Casiye: 32) ayeti de bunları haber vermektedir.

“Onlar dünya hayatının sadece dış (görünüşü)nü bilirler (gerçeğinden ve içyüzünden habersizdirler). Ahiretten ise (daha da) gafildirler. (Dünyanın, kâinatın ve tüm varlıkların, •Cenabı Hak’kın “Nur”unun farklı yoğunluktaki enerji dalgaları, •Esma ve sıfatlarının tezahür ve tecelli yansımaları •Ve her an İlahi sanat ve kudretle yaratılan görüntü boyları olduğu gerçeğine dikkat çekilmektedir.)” (Rum: 7)

2- Tahkiki iman: Gerçeği araştırmacı, sağlam bilgi ve kanaatlere dayalı inanma halidir.

Bu da 3’e ayrılır:

1- İlmel Yakin iman: Okuyuş ve biliş basamağıdır. (Marifet)

“Hayır; eğer siz kesin bir bilgiyle (ahireti ve akıbetini) bilseydiniz.” (Tekasür: 5) ayetinde geçmektedir.

2- Aynel Yakin iman: Buluş ve görüş basamağıdır. (Basiret)

“Sonra onu, (zaten) gerçekten yakin gözüyle (Ayne’l Yakîn) göreceksiniz.” (Tekasür: 7) ayetiyle ifade edilmektedir.

3- Hakkel Yakin iman: Oluş ve eriş makamıdır. (Hakikat)

“Muhakkak bu, kesinliğinden şüphe edilmeyen bir gerçektir. (Hakk-el-Yakin bir hakikattir, mutlak adaletin yerini bulacağı ahiret kaçınılmazdır).” (Vakıa: 95) ayetinde bildirilmektedir.

Bunları “baklava” örneği ile anlatmaya çalışalım:

Hayatında hiç şehre ve ilçeye inmemiş, baklavayı hiç görmemiş, ama sadece işitmiş olan birisini düşünelim. Biri çıkıp bu adama, “Yahu, aslında baklava diye bir tatlı çeşidi yoktur, sadece lezzetli şeyler için kullanılan bir deyimdir” dese, onu ikna edebilir ve baklavanın varlığına olan inancından caydırabilir. Bu taklidi iman mertebesidir, delilsiz ve temelsiz bir inanma halidir.

Ama birileri bu adama; baklavanın varlığını, nasıl yapıldığını, has undan hamurun nasıl açıldığını, yufkaların arasına neler katıldığını, nasıl pişirilip hazırlandığını ve şerbetinin üzerine akıtıldığını detaylıca anlatsa, o kişinin baklavanın varlığına inancı sağlamlaşır. Bu İlmel Yakin bilme halidir… Ama bu adamı alıp baklavanın yapıldığı mutfağa götürseler ve hazırlanışının her aşamasını bizzat gösterseler, bu da Aynel Yakin görme halidir ve inancı daha da kuvvetlenir. Ancak bu adamı masaya oturtup ve baklava tepsisinden tabağına koyup eline çatalı vererek yedirirseniz, bu da Hakkel Yakin’e erişme halidir. Ve artık hiç kimse ve hiçbir vesvese bu kişiye baklavayı inkâr ettiremeyecektir.

Raziyye Nefis: Yüksek şuura ve manevi huzura ermiş nefis!

“O gün öyle (nurlu ve onurlu) yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde) bahtiyardır.” “(Dünyada Hakk yolunda harcadığı samimi, sürekli ve teslimiyetli) Çabalarından dolayı razı ve hoşnut (kılınmıştır).” (Bunlar) Yüksek bir cennet ortamındadır.” (Gaşiye: 8-10) ayetlerinin bildirdiği rıza makamıdır. Yüce Rabbinin bütün takdir ve tekliflerinden razı olan, memnun davranan ve her türlü itiraz ve isyandan uzaklaşan nefis demektir. Bu yüce makam sadık mü’min ve mücahitlerin, ilmiyle amil alimlerin ve velilerin mertebesidir. Mutmaînne Nefis de tam bir güven içinde olan kul; kadere ve her türlü oluş sırlarına tam rıza gösterir, her şeyin Allah’tan geldiğinin gerçeği ile zorlukları da mutlulukları da aynı şuur ve huzurla karşılayıverir. Çünkü her oluş; bir gizli hikmetin neticesidir, bir imtihan gereğidir ve sonuçta iman etmiş kulun da hayrı ve mutluluğu içindir. Bu mertebelere üstün bir gayret ve samimiyetle ve ancak hidayetle eriştirilir.

Cenâb-ı Allah kullarından dilediğini, hizmet ve istikamet ehlini bu makama getirir. “… Allah dilediğini kendine seçer…” (Şura:13) ayeti bu gerçeğe işaret etmektedir. Gafil ve cahil kimselerin dostluğu veya düşmanlığı, taraftarlığı veya aleyhtarlığı artık bunları ilgilendirmemektedir.

“(Dünyada iken) Kimisi (çok) çalışıp çabalamış (ama niyeti halis, ameli salih olmadığından) boşuna yorulmuş (olacaktır).”

“O gün öyle (nurlu ve onurlu) yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde) bahtiyardır.”

“(Dünyada Hakk yolunda harcadığı samimi, sürekli ve teslimiyetli) Çabalarından dolayı razı ve hoşnut (kılınmıştır).” (Gaşiye:3,8,9) ayetleri bu olgun huzur ve şuur halini belirtmektedir.

Marziyye Nefis: Hakkın rızasını ve halkın duasını hak etmiş nefis!

Kendisinden razı olunan, memnun kılınan, Allah’ın hoşnutluğuna, vahdet şuuruna ve huzuruna ulaşan nefis demektir. Rıza mertebesindeki mü’min, bütün işlerinde Allah’ın yasalarını içtenlikle ve samimiyetle uygularsa ve artık tam bir tevekkül ve teslimiyete kavuşarak, zahiri ve batini (siyasi ve nefsi) cihadında zaferi kazanırsa; Cenab-ı Allah’ın lütuf ve ihsanı ile Marziyye Makamına yükselir. Kul Yüce Yaratıcısından razı olduğu gibi, Cenab-ı Allah da kulundan razı olur. Cenabı Hakk ile kulunun birbirinden memnun olması, o kul için ne büyük bir eriş ve mutluluk kaynağıdır? Kul Allah’ta fani olmuş, irade tekleşip vahdet ve emniyet bulmuş, tamamen iman ve iyilikle dolmuş, ikilik ve farklılık kaybolmuş, küfür ve kötülükten kurtulmuştur. “Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz” (Tekvir: son ayet) hakikatiyle buluşmuştur.

Kâmile Nefis: Akli dolgunluğa ve ahlaki olgunluğa yetişmiş nefis!

Kemale erip hakikate varmış, şirk ve şekavetten tam arınmış nefis demektir. Bu makama Safiyye ve Sâliha Nefis de denir. Kamile Nefis sahipleri, nefisin basamaklarından geçip en üst dereceye gelmiş seçkin Ruh mertebesindedir. Bu mertebe peygamberlerin sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin nefisidir. Kendi beşeri zafiyetleri silinmiş, Cenab-ı Hakkın inayetiyle iradesine girilmiştir. Diğer velilerde kısım kısım bulunan özellikleri şahsında birleştirmiştir. Cenab-ı Allah tarafından insanlara gönderilen ilâhî bir ışık gibidir, o her zaman iyilik ve ihsanda bulunma halindedir.

“İyi bilin ki; Evliyaullah’a (Allah’ın dinine ve düzenine sahip çıkan ve Allah’ça sevilen veli kullara) asla korku ve keder yoktur. (İman tevhidi, tevhid teslimi, teslimiyet tevekkülü ve Rabbine güveni, bu ise dünya ve ahiret saadetini gerektirmekte ve getirmektedir.)”

“Onlar, (hakkıyla) iman edenler ve (Allah’tan) korkup (kötülükten çekinen kimseler)dir.”

“Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlar içindir. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Bu fevz-ü azim’dir.)” (Yunus: 62-64)

“Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim (isyandan ve günahtan) sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltip ıslah olursa, işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır.” (A’raf: 35)

Buhari’de geçen ve Ebu Hureyre’den rivayet edilen Hadisi Kutsi’de Cenabı Hak şöyle buyurmaktadır: “Kim Benim velime düşmanlık ederse, ona harp ilan ederim. Kulum Bana farz kıldığım (cihat, namaz, oruç, zekât gibi) şeyleri işlemekten (ve haramları terk etmekten) daha sevimli bir şeyle Bana yaklaşmış değildir. Ancak kulum nafile (ibadet ve hizmetlerle) kendisini sevinceye kadar Bana öylesine yaklaşır ki; Ben onu sevince de, artık işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum… Eğer Benden bir şey isterse kesinlikle ona veririm (her duasını kabul ederim) Bana sığınsa, onu (korktuklarından) muhafaza ederim.”

Siyonist Yahudiler insanlığın “nefsi emmaresi” konumundadır:

Bütün beşeriyeti (tüm insan neslini) tek bir bedene benzetirsek, bunun nefsi emmaresi (kötülük ve nankörlük hissi): Yahudilerin Siyonist, hain ve hilekâr kesimidir. Bu nedenle Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde hem Şeytanı “açık ve tehlikeli bir düşman”, hem de Yahudilerin Siyonist kesimini “mü’minlere en şiddetli ve sinsi bir düşman” olarak tanıtması dikkat çekicidir.

Lütfen kitapçılarda çok rahatlıkla bulabileceğiniz “Kitabı Mukaddes”, Tevrat ve Talmud kısımlarını açınız…

Tekvin; Bab: 19, Ayet: 30-38

Neşideler Neşidesi; Bab: 7-8 Ayet: 1-10

II. Samuel; Bab: 13 Ayet: 12-14

Hoşea; Bab: 4 Ayet: 14

Tekvin; Bab: 29 Ayet: 21-30

Neşideler; Bab: 4 Ayet: 8-12 bölümlerine bakınız. Kutsal kitap diye, tahrif edilen (dejenere edilip değiştirilen) İncil ve Tevrat içerisinde:

Anne, baba, bacı ve kardeşle, aile içi sapık cinsi ilişkilerin nasıl teşvik edildiğini,

Kızlarının ve karılarının para karşılığında veya sosyal statü hatırına nasıl peşkeş çekildiğini,

Kadın ve erkeklerin, hayvanlarla ve küçük çocuklarla ahlâksız cinsi münasebetlerine nasıl izin verildiğini,

Ve bütün bu şeytaniyet ve azgın şehvetlerin nasıl, haşa Allah’ın kelamı diye öğretildiğini okuyup, Siyonist Yahudilerin ve onların güdümündeki Bozuk Batı Medeniyetinin ahlâk ve anlayışını anlamaya çalışınız.

Bunların ardından: Sabataist kökenli (Yahudi dönmesi) ve sosyalist fikirli yazar Ahmet Altan’ın… Bir zamanlar koyu AKP destekçisi, demokrasi havarisi Ahmet Altan’ın… Siyasi amacı AB uşaklığı; stratejik kutsalı ABD ve İsrail aşıklığı olan Ahmet Altan’ın; 1985 Yılında, aylık “Kadınca” dergisi Eylül sayısında yayınlanan bir röportajında:

Ensest (aile içi; bacı kardeşlerin cinsel) ilişkileri nasıl onayladığı,

Hayvanlarla ve çocuklarla cinsi sapıklığı nasıl normal karşıladığını,

Yaşlı kadınlardan hoşlandığını,

Kadınlarda “fahişelik eğilimi” olmasını bir çağdaşlaşma alameti saydığını okuyunca bu sapıklık ve saçmalıkların “Kitabı Mukaddes”ten kaynaklandığının farkına varacak; ve o zaman, niye Siyonist ve Sabataist Yahudi’nin, beşeriyetin nefsi emmaresi konumunda olduğunu anlayacaksınız…

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Mus'ab ÇILDIR

Mus'ab ÇILDIR

Subscribe
Bildir
9 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Nefsin kademeleri, şeytanın hileleri
Cenabı Hak bedenimizi büyük bir mucize ile yaratmış, akla sığmayan ve her hali hayrette bırakan müthiş bir teknoloji ile donatmıştır. Bu mükemmel sistemi anlatmaya kalksak gerçekten bildiklerimiz bilmediklerimizin yanında dikkati çekemeyecek derecede az kalır. İnsanın maddi tarafı ile ilgili mükemmelliği hususunda inanan, inanmayan tüm akıl sahipleri ittifak halindedir.
İki yönlü olan insanın manevi olarak adlandırabileceğimiz tarafı yani ruhu, vicdanı, nefsi ise detaylı bir şekilde ele alındığı zaman manevi ya da soyut taraf gerçekten her yönü ile maddi yani somut ya da cismani tarafı geçen bir yapıya sahiptir. Onun için insanın bu tarafının özellikleri dikkate alındığı zaman, hayranlık ve Cenabı Hakkın kudreti karşısında saygı ile diz çökmek mecburi hale gelmektedir.
İşte bu üst düzey yapıyı sağlam ve Cenabı Hakkın rızana uygun tutabilmek adına imtihanı bizim adımıza kolaylaştıracak önlemleri Cenabı Hak bizlere bildirmiştir. Bu imtihanın en çetin başlıklarından olan ve benliğimizin bir parçası olan NEFİS konusunun bu kadar detaylı bir biçimde anlatılmış olması bizlere sunulmuş bir hediye gibidir. Bunun kıymetini bilmek, bu anlatılanlara göre manevi dünyamıza ayna tutmak ve nihayetinde elbette çok net olarak bildiğimiz halimizi Cenabı Hakkın rızası uygun hale getirmek ise bizlerin görevidir. Duamız unutkanlığa ve gaflete düşmeyip şeytanın hileleri ile Hakkın rızasından uzaklaşmamamız yönündedir.

nefis
Yeryüzünde iki tip insan vardır diyor Aziz Hocamız nefsinin kölesi olanlar ve nefsini terbiye edenler. İNSAN YARATILIŞ OLARAK GÜZEL,İYİ VE FAYDALI ŞEYLERİ TERCİH ETMEK İÇİN YARATILMIŞTIR. İnsan oğlu tercihlerini yaparken hayırlı olanları tercih etmesi fıtratının gereğidir.Ama buna dışarıdan müdaheleler olur ve pek tabi yaratılmış amacıda budur zaten, şeytanın sesine ve nefsin hevasına uyacak mı yoksa vicdanın sesini yani Allahın sesini mi dinleyecektir.Bu mücadele insanın son nefesine sürüp gidecektir. Bu Şeytan ve nefis olmasaydı ne güzel olurdu diye düşünülebilir. Bu şeytan ve nefis bizlerin olgunlaşıp pişmemiz için lazım olanlardır.Her an tayakkuzda bulunmamız lazım çünkü nasıl Yahudi hiçbir taşın altını boş bırakmıyorsa aynı şekilde nefs ve şeytan ikiliside amellerimizi nasıl boşa çıkarırız diye uğraşıp durmakta Rabbimiz hiç kimseyi şeytanın ve nefsinin oyuncağı yapmasın inşaAllah.Amin

Rehbersiz Olmaz!
“Kendini bilen Rabbini bilir”buyrulmuştur! İnsan kendini tanıdıkça Rabbinin üstünlüğünü kavrayacak,Zatı itibariyle Kemal Sıfatlarına sahip olan Rabbinin,hükümleri ve icraatiyle de Kemal sahibi olduğunu anlayacaktır.

Yaratılış itibariyle tüm canlılardan üstün olarak halkedilen insana ahlaken kemali kazandıracak şey ise:Nefsinin çirkin,bencil negatif duygularıyla mücedele etmesi…Ve başta müslümanlar olmak üzere tüm insanlığı ezen ve günümüzde “siyonist yahudi”sıfatına bürünmüş olan,sinsi ve şeytani güçlerle CİHAT etmesi gelmektedir!..İnsan diğer ibadet ve sorumluluklarının yanı sıra en çok ta, Cihat ibadeti sayesinde en yüce, en yüksek mertebelere ulaşabilir!..Bu konuda Kuranda:
“Ey iman edenler Allah’tan korkun (isyan etmekten sakının) ve ona (yaklaştıracak ve zafere ulaştıracak) vesile arayın; (Bu amaçla) O’nun yolunda cihat edin. (Böylece) Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” Maide 35 buyrulmuştur…

Nefis ve şeytan yapılan Cihat faaliyetlerinin de içini boşaltmak,işin temeli olan “Allah Rızası” amacından saptırmak ister!Nefsin çirkin hayasızlıklarına kaptırmak,onursuz,davasız,imansız bir derekeye sürüklemek ister!Öyleyse böyle korkunç bir sondan korunmak-kultulmak yani imtihanı kazanmak,iman ile Rabbimize kavuşmak için nefsin hizaya sokulması en önemli şeydir.

Nefisle gercekten mücadele edebilmek,Cihat şuuruna ulaşabilmek,İmanın hakikatını tadabilmek,tevhit gerçeğine ulaşabilmek ve Rızai Bari’ye ermek yolunda bir Üstad’a,rehbere ihtiyaç ise kaçınılmazdır!..Bu rehber sahsiyet:İstikamet ve cihatla,İman-ı Kamile sahibi olmuş;Hakikat Davası’nın en yılmaz hizmetkarı,İman Şahsiyetinin en baş talebesi ve takipçisi,Milli ve imani mesajı yani “Gayemiz tüm insanlığın saadetidir” idealini asrın idrakine haykırabilen;bu uğurda her türlü dışlanma,risk,zahmet ve tehlikeyi göze alabilen,cesur,metin,BİLGE bir şahsiyettir!

Beşeriyetin nefsi emmaresi siyonist yahudi sistemini;asrımızın” Baş Öğretmeni”ve “İnsanlığın Kutbu” Milli ve Evrensel Lider Aziz ERBAKAN HOCA’dan en iyi sekilde öğrenmiş!..Bu gücün nasıl bertaraf edileceginin dersini en iyi sekilde kavramış bu yüksek şahsiyetin, bu mücadeleden Allah’ın izniyle muzaffer çıkacak olmasının sebeplerinin başında ise NEFİS TERBİYESİ’ni ikmal etmiş bir sahsiyet olması gelmektedir!..

TARİHİ HİZMET!..
Elhamdülillah bizler Müslümanız. Muhterem Erbakan hocamız şöyle buyururlardı: Müslüman demek, Allah’ın emirlerine teslim olmuş kimse demek. Peki Allah’ın emirleri nerede Kur’an’ı Kerimde, Kur’an ‘da ne var , Kur’an’da her şey var ve bu her şeyin içinde şu 5 şey var.
1- Kainatın yaratılış sırları
2- Bütün ilimlerin temel esası
3- Dünya saadetinin temel esasları
4- Ahiret saadetinin temel esasları
5- Cihat Farzı.
Cihat demek: Kur’an nizamını kurmak ve yürütmek için bütün gücümüzle takatımızın sonuna kadar canla başla çalışmaktır. Yani insanlara iyiyi doğruyu faydalıyı güzeli adaleti oluşturmak için yapılan her türlü faaliyetin adıdır Cihat. Bu cihadın tarifine baktığımızda şu hakikatle baş başa kaldığımızı görüyoruz: CİHAT ETMEYEN DÜNYA İMTİHANINI KAZANAMAZ. Namaz , oruç zekat hac gibi ibadetler elbette gerekli ve yapılması farz olan ibadetlerdir. Ama namaz kıldığın zaman sana faydası var, oruç tuttuğun zaman sana faydası var, zekat verdiğin zaman sana ve verdiğin kimseye var, hacca gittiğin zaman sana faydası var..Ama cihat ettiğin zaman topluma insanlığa faydası dokunuyor o yüzden Cihat zirve bir ibadet ve aynı zamanda Makalede de okuduk şeytanın içimizdeki işbirlikçisi ve herkesin gizli yahudisi olan NEFSİMİZİ terbiye etmenin tabiri caizse en kestirme yolu CİHAD FARZINI yerine getirmekle mümkündür. Çünkü İslam’ın canı Cihat’tır.
[b]Makaleden okuduğumuz ve anladığımız kadarıyla [/b]
[b]-[/b]Peygamberimize OKU denilerek
[b]-[/b]Nefsin çeşitli dereceleri ve olgunlaşma süreçlerini kazanabilmek için
[b]-[/b]Hakiki imanı elde etmemizi sağlayan şeyin
[b]-[/b]Siyonist Yahudilerin ve işbirlikçilerinin bu insanlığı inim inim inleten icraatlarını bertaraf etmenin, insanlığın kurtuluşu olan YENİ BİR DÜNYA VE ADİL DÜZEN projelerinin uygulanabilir hale gelmesinin, ve ahirette imanımızın bize yoldaş olmasının TEK YOLUNUN CİHAD FARZINI yerine getirmekle mümkün olduğu haykırılmakta ve tarihe not düşülmektedir. Şu ana kadar bir çok konuda ilmihal hazırlanmıştır ancak [b]TARİHTE İLK DEFA CİHAD İLMİHALİ[/b] diye ilmihali MİLLİ ÇÖZÜM ve O’nun Şahsı Manevisi Arş. Yzr. Siyaset Bilimci ve Düşünür ÜSTAD AHMET AKGÜL hocamız hazırlamış ve insanlığın Müslümanların hizmetine karşılıksız olarak sunmuştur.

[b]Bu ilmihale ulaşmak isteyenler : [/b]https: //drive.google.com /file/d/0BzlQX491eLxYTFZIMWJZbmd4LUk/view
Linkini tıklayarak ulaşabilirler. [b]Veya[/b] şu Üstadımızın [b]İSLAM DAVASI VE CİHAT KAVRAMI [/b]isimli eserini alarak istifade edebilirler http:// http://www.millicozum.com /mc/kitaplarimiz/book/1-mill-cozum/32-islam-davasi-ve-cihat-kavrami

[b]Üstad Ahmet AKGÜL Açıklıyor: ”Sahabei Kiramın Tarikatı Neydi?!!'[/b]
https:// http://www.youtube.com/ watch?v=MQ9bi78kKXk

Nefis terbiyesi
Dünya insanoğlunun kulluk derecesinin tesbit eddildiği bir imtihan dershanesidir .Allah Teala ,biz kullarına bir imtihan malzemesi olarakta ” NEFS” engelini vermiştir .Nasılki öldürücü zehirden hayatı korumak mümkünse nefsin zehirindende korunmanın yolları vardır .
Onu akıl ipi ile iman direğine bağladınmı ,seni delalet batağına cekemez olur .İnsan takva sahibi olursa ,artık nefis kolay , kolay diş geçiremez olur .Çetin bir mücadele gerektirir . O pek yaman bir düşmandır . Aslında nefis tektir ama sıfatı çoktur .Şehvet ,öfke ,kin , gazap gibi şeylere yöneldiği zaman : Kötülükleri emreden nefis olur .Hak cihetine ,ibadet ve salih amellere meylettiği zaman ise :Nefsi mutmainne haline gelebilir .Nefsi o hale getirmek insanın saadetidir .Ve bu en büyük gayemiz olmalıdır .Çünkü Cennet ve Rahmet ondan sonradır .Mümin devamlı olarak nefsini n başında durur ve onu Allah için hesaba çeker .Dünyada kendini hesaba çekenlerin , Ahirette hesapları ehven geçer .Ahirette hesabı ağır olanlar ,dünyada kendi muhasebelerini yapmayanlardır .Günümüzün en tehlikeli diğer bir sorunuda makalede belirtilen değiştirilmiş ,Muharref Tevrat hükümlerinin uygulanmasıyla ahlaksızlığın binbeteri yapılmakta .Bu beladan kurtulma mücadelesi : Dünya ve Ahiret saadetimizi sağlayacaktır .Bu mücadele içinde olan , yılmadan , korkmadan ve yorulmadan ,Milli Çözüm ekibinin olgunlaşmasının yollarını arayan Üstadımızdan Rabbimiz razı olsun .Ne büyük bir nimet içerisindeyiz .Şükürler olsun Rabbimize.

Taklidi İman / Tahkiki İman
Akşam yemeği esnasında TV’deki haberlere göz gezdirirken, bir kanalda Türkiye Ateizm Derneği yetkilisiyle yapılan bir röportaja denk geldim.

Kendilerinin Türkiye’de çok rahat olduklarını, kimselerin kendilerine karışmadığını ve sataşmadığını anlatıyordu. Sivas’ta vs. bir iki yerde kışkırtmalarla oluşan hadiseler haricinde herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadıklarını belirtiyordu.

Bu son dönemde (AKP iktidarı döneminde) geçmişinde çok fanatik İslamcı geçinenlerin bile kendi derneklerine üye olduklarını söylüyordu.

Röportajın bir yerinde spiker, Ateizm Derneği yetkilisine; “siz İnşallah, Maşallah, Eyvallah gibi kelimeleri kullanıyor musunuz?” diye bir soru yöneltti. Birkaç dakika evvelki konuşması sırasında bir “Eyvallah” kelimesi de ağzından çıkmıştı yetkilinin ve TV, söylediği bu kelimeyi iki-üç tekrar yaparak izleyicilerin dikkatine sunmuştu.

Ateizm yetkilisi bu kelimeleri konuşmaları sırasında kullandıklarını, ama “inandıklarından değil de ağızlarına yapışmış olduğu için” kullandıklarını ifade etti.

Aklıma bu makaledeki Taklidi İman ve Tahkiki iman bahsi geldi.

Çevremizde yalnızca ağzına yapışmış değil de, bedenlerine de bazı hareketler yapışmış olan insanları görebilmek zor olmasa gerek.

Mekkeli müşrikler de kendilerince ibadet ediyorlardı.

“(Müşrik takımının) Onların Beyt(-i Şerif) önündeki duaları, ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan başkası değildir. (Ahirette) Artık inkâr ettikleriniz dolayısıyla tadın azabı (buyrulacaktır).”
Enfal Suresi:35

“İşte yazıklar olsun (bu duyarsızlıklarına rağmen) şu namaz kılanlara ki,

Onlar kıldıkları namazların (manasından ve maksadından) gafil ve habersiz bulunmaktadırlar.”
Mâ’ûn Suresi:4-5

Allah, cümlemizi İlmel Yakin – Aynel Yakin – Hakkel Yakin bilincinde Tahkiki İman sahibi kılsın İnşaallah. Amin.

celal ve cemal
Hikmet çerçevesinde baktığımız her olayın faili olarak melekler gözükmektedir. Meleklere ilham eden tüm varlıklara da ilham etmekte buda bizi “tevhide” götürmektedir. “Hay” ismiyle diri hayat sahibi mutlak varlığa.
Kul farzları yerine getirince Allah’ın sevgisine ulaşır. Nafile ibadetle de Allaha yaklaşır. Allah kulunu sevince onun;
-gören gözü
-işiten kulağı
-tutan eli
-yürüyen ayağı olur, isteklerini (dualarını) yerine getirir. Allah’a sığınırsa korkularından muhafaza edilir (tevekkül-teslimiyet). Nefis terbiyesi (Günahlardan korunma hayra yönelme) sonucu ‘insanı kamile’ yani Rabbi onu ‘vahyinin’ manası ve icrası makamına eriştirir.
Muharref Tevrat hükümlerinin uygulanması yani Şeytanın iğvası ve nefse esaretin sonucu da insanlıktan şeytaniliğe inmesi anlamındadır.
Rahmanın eli olan kullar iyiliği emreder, kötülükten nehy ederler. Yani sadık Milli Görüşçü olur Adil Bir Düzen kurma gayretine yönelir.
Şeytanın eli olan sapkınlar ise, iyiliği nehy eder, kötülüğü emreder. Bunlarda Siyonist Yahudilerdir.
Sonuç:Celal ve Cemal sıfatların tecellisi

İnsanı tanımak
İlim için ilim olmaz…İlim fayda için olacaksa ancak ilim sayılır sözünun tamda yerine bu makale ile oturduğu kanaatindeyim…
İnsanı bir kez geldiği bu dünya aleminde,gerçek huzura ve ebedi tatmin ve kemalet ortamina taşıyacak olan bir iman,ahlâk ve şuurun Kur’an i Kerim’de nasıl ifade edildiğini delilleri ile önümüze koymanız,sanki ezelden duymuş olup da bir daha bu vakte kadar hiç duymamışız gibi bir hal içine giriyoruz…
Defalarca, tekrar tekrar okunması , anlaşılması ve son anımıza kadar şuurumuzdan asla silemeyecegimiz bir ilmi yazı….
Rabbimizden bizleri,şehitler,salihler,siddiklar ve peygamberlerle birlikte kıldığı,mutmainneye ulaşmışlar arasında kılsın…

İmanı ve davası olanın “İzzeti Nefis” sahibi olması gereklidir..
Evet , Cenabı Hak bizleri yeryüzüne iki önemli sorumlukla göndermiştir…

Bunların ilki;

– ” Ben , cinnleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler ( her şeyi Benden bilip, Benden isteyip, Benden beklesinler ve her konuda hükümlerimi yerine getirsinler) diye yarattım.
( Evet insanın sahip kılındığı nimet ve meziyetlerin büyüklüğü oranında da; sorumluluğu ve yükümlülükleri vardır ) Zariyat :56’da haber verildiği gibi insan Rabbine ibadet ve hizmet için yaratılmıştır..

– ikinci sorumluluk ise , Bakara Suresi 30.uncu ayette ( Kullarıma hatırlat) ” Hani bir zamanlar, Rabbin meleklere ” Ben yeryüzünde ( Hakkın ve hayrın temsilcisi ve takipçisi olacak, hükümlerimi uygulayacak) bir halife yaratacağım” demişti. Ayetinde haber verdiği Hakkın ve hayrın temsilcisi ve takipçisi olacak ve hükümlerini uygulayacak Halifelik görevidir…

Bu sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilecek melekelerle donatılan insan burada imtihan gereği ;

– Ya ” Onu ( nefsinin kötü arzu ve alışkanlıklarını) temizleyip terbiye edip , felaha kavuşacaktır..”
– Ya da ” Nefsinin kötü arzu ve isteklerine boyun eğip , fitne ve felakete sürüklenecektir”

Evet bu iki sorumluluğu hakkıyla yerine getirmek ve yeryüzünde insanlığın nefsi emmaresi olan Siyonist düzenin yıkılıp yerine Adil bir medeniyet düzeni kurma gibi ulvi bir davası olanların en önemli hasletleri; nefislerini tezkiye edip “onların Allah’tan , Allah’ın da onlardan razı olduğu ” mertebeye vasıl olmalarıdır…

Bu istidatla görevini ifa eden bir mümin ; Al-i İmran Suresi 139 ayette bildirildiği gibi ” Sakın gevşeklik göstermeyin, üzüntüye girmeyin. ( Ümitsizliğe düşmeyin ) Eğer inanıyorsanız (ve inancınızın gereğini yapıp gayret gösteriyorsanız, sonunda) galip ve üstün gelecek olan sizsiniz. ” Müjdesine mazhar olacaktır…

Şimdi tüm ömrünü insanlığın kurtuluşu ve felahına adayan Erbakan Hocamızın tek başına Şeytanın temsilcisi Siyonizm’le mücadelesini ve bütün dünyaya meydan okuyuşunu ve Hocamızdan sonra onun davasına sahip çıkan, tüm marazlı İslamcı münafıkların ve din düşmanı sözde devrim simsarı solcuların davamız ve Hocamız aleyhindeki hezeyanlarına anında cevap yazıp susturan Milli Çözüm ve Ahmet Akgül Hocamızı da bu süfli nefis sahiplerinin anlamasını beklemek ahmaklık sayılırdı..

Öyleyse bir davanın hakikatini anlamak için en azından o davanın delisi olmak ve inanmak ve izzeti nefis sahibi olmak gerekirdi!

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
9
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...