Mescid-i Aksa Yıkılırsa; SİYONİST SİSTEM AYAKTA KALAMAZDI!
Mescid-i Aksa Yıkılırsa;
SİYONİST SİSTEM AYAKTA KALAMAZDI!
Stoltenberg’le Erdoğan Ne Konuşmuşlardı?
Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Ofisi’nde gerçekleşen kabulde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan ve NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in eşi Ingrid Schulerud da yer almıştı. Erdoğan, 4 Kasım 2022 günü Türkiye'ye resmi ziyarette bulunan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'i ağırlamış; Stoltenberg, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a tahıl koridoru anlaşmasının devam etmesindeki rolü nedeniyle teşekkürlerini aktarmıştı. Görüşmenin ardından Dolmabahçe’den ayrılan Stoltenberg, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İstanbul’da yaptığı görüşmeyi sosyal medya mesajında paylaşmıştı. Erdoğan tarafından ağırlanmaktan duyduğu memnuniyeti belirten Stoltenberg, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Ukrayna tahıl anlaşmasının devam etmesindeki hayati rolü nedeniyle teşekkürlerimi ilettim.” ifadesini kullanmıştı. Erdoğan ile görüşmesinde ayrıca Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelik başvurularının sonuçlandırılmasını ele aldıklarını aktaran Stoltenberg, iki ülkenin üyeliğinin ittifakı güçlendireceğini vurgulamıştı. Yoksa bu rolleri, dünyayı yeniden dizayn eden Siyonist merkezler mi dağıtmaktaydı? Çünkü Stoltenberg onların has adamıydı!..
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre; görüşmede, Rusya-Ukrayna savaşı, Yunanistan’ın eylemleri ve Türkiye-İsveç-Finlandiya arasındaki üçlü muhtıra ele alınmıştı. Sn. Erdoğan, görüşmede, Rusya ve Ukrayna tarafıyla en üst düzeyde gerçekleştirdikleri diplomasi trafiği neticesinde tahıl koridorunun yeniden işlemeye başladığını belirterek, önümüzdeki dönemde anlaşmanın uzatılmasına odaklanacaklarını aktarmıştı.
Yunanistan’ın eylemlerine de değinilen görüşmede, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bölgede gerginliği artıranın Türkiye olmadığını, Yunanistan’ın aklıselimle davranmaya ve diyaloğa yönlendirilmesinin faydalı olacağını hatırlatmıştı. Sn. Erdoğan, Türkiye-İsveç-Finlandiya üçlü muhtırasına ilişkin onay sürecinin hızını ve ne zaman sonlanacağını bu ülkelerce atılacak adımların belirleyeceğini de vurgulamıştı. Oysa bunlar halkı avutup oyalamaya yönelik politik laflardı.
Hayret, aynı süreçte: Avrupa Konseyi, Türkiye’yi ihraca hazırlanmaktaydı!?
AİHM’nin bağlı olduğu Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi üyelikten ihraç etmeye hazırlandığı konuşulmaktaydı. Reuters’in analizine göre, Türkiye’nin Osman Kavala dahil çok sayıda davada AİHM kararlarına uymaması nedeniyle üyelikten çıkarılma ihtimali, Türkiye’deki hak savunucuları arasında kaygıya yol açmıştı. Avrupa'nın en üst düzey insan hakları örgütü olan Avrupa Konseyi'nin Türkiye'yi üyelikten çıkarma hazırlığının Stoltenberg’in ziyaretine denk gelmesi enteresandı.
İngiltere merkezli Reuters haber ajansı, yayınladığı analizde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bağlı olduğu Avrupa Konseyi'nin, AİHM kararlarını uygulamaması nedeniyle Türkiye'yi üyelikten çıkarabileceğini yazmıştı. Konseye kurulduğu 1949'da üye olan Türkiye'nin, tutuklu iş insanı Osman Kavala'nın serbest bırakılması yönündeki 2019 tarihli AİHM kararını uygulamaması nedeniyle ihraç edilebileceği iddiaları gündeme taşınmıştı. Konseyden bir yetkili, Reuters'a yaptığı açıklamada sürecin zamanlamasının Bakanlar Komitesi'ne bağlı olduğunu hatırlatıp Türkiye'nin 8 Kasım itibarıyla hâlâ 521 AİHM kararını uygulamadığını aktarmıştı. Türkiye'den bir diplomatik kaynak ise, Türkiye'nin, Avrupa Konseyi'nin kurumsal yapısına bağlı ilerlediği ve diyalog kanalları kapanmadan konseyin denetim süreciyle ilgili acele ettiği değerlendirmesini yapmıştı.
Tam bu sırada Şakir Özkan Torunlar, İsrail Büyükelçisi atanmıştı.
İsrail Devleti nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliğine Şakir Özkan Torunlar'ın atanmasına ilişkin karar Resmi Gazete'de yayımlanmıştı. Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan karara göre, İsrail Devleti nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliğine Dış Politika Dayanışma Kurulu Üyesi Şakir Özkan Torunlar atanmıştı. Şakir Özkan Torunlar, 2010-2014'te Kudüs Başkonsolosluğu ve 2017-2021 tarihlerinde Yeni Delhi Büyükelçiliği görevinde bulunmuşlardı.
Oysa İsrail Mescid-i Aksa’yı yıkmaya hazırlanmaktaydı.
İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'un konuşması basına sızmıştı!
Herzog'un, Filistinlilere karşı ırkçı söylemleriyle gündeme gelen aşırı Siyonist siyasetçi Ben-Gvir’den 'tüm dünyanın korktuğunu' söylediği konuşması basına sızmıştı. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Filistinlilere karşı ırkçı söylemleriyle gündeme gelen ve son seçimde partisi zaferle ayrılan siyasetçi Itamar Ben-Gvir’den “tüm dünyanın korktuğunu” açıklamıştı.
İsrail Cumhurbaşkanı, 1 Kasım'daki erken genel seçimin ardından hükümeti kurmakla görevlendireceği Başbakanı belirlemek için meclise giren parti gruplarıyla tek tek yaptığı istişareler kapsamında Ultra-Ortodoks Yahudi (Haredi) Partisi “Şas”ın yetkilileriyle bir toplantı yapmıştı. AA'nın aktardığına göre Herzog’un, Binyamin Netanyahu'nun başını çektiği sağcı ittifakta yer alan dini partinin temsilcileriyle yaptığı toplantıdaki konuşmaların videosu İsrail basınına sızmıştı. Herzog, Şas temsilcilerine, “Tapınak Dağı (Mescid-i Aksa) ile ilgili sorunlarınız olacak. Bu sıkıntılı bir mesele” dediği ortaya çıkmıştı. Yani İsrail Mescid-i Aksa’yı yıkma hazırlıklarında son aşamaya gelmiş olmaktaydı. İşte böylesine kritik ve kaotik bir aşamada Sn. Erdoğan’ın İsrail’le normalleşme çabaları oldukça anlamlıydı ve mide bulandırıcıydı.
İsrail Kamu Yayın Kuruluşu (KAN) da dahil İsrail basınının paylaştığı kayıtta Herzog, “Bir ortağınız var (Ben-Gvir) ve tüm dünya ondan korkuyor. Bunu ona da söyledim. Size söylediklerimin aramızda kalmasını ve yayınlanmamasını istiyorum, çünkü soruna neden olmak istemiyorum” ifadelerini kullanmıştı. İsrail Cumhurbaşkanlığı, toplantıda konuşulanların basına yansıması üzerine yazılı bir açıklama yaptı. Herzog’un sözlerinde Ben-Gvir'e atıfta bulunduğu doğrulanan açıklamada, "Cumhurbaşkanı, konuşmasında, tüm seçilmiş yetkililere verilen sorumluluğu hatırlattı" vurgusu yer almıştı. Aslında bu tür açıklamalar, dünya kamuoyunu Mescid-i Aksa’nın yıkılışına hazırlama amaçlıydı.
İsrail’de 1 Kasım’da gerçekleştirilen erken genel seçimlerde, eski Başbakan ve muhalefet lideri Binyamin Netanyahu'nun başını çektiği sağ blok, 120 sandalyeli İsrail Meclisi’ne 64 milletvekili göndererek açık bir zafer kazanmıştı. Sonuçlara göre, Netanyahu liderliğindeki blokta yer alan Dini Siyonizm ve Yahudi Gücü partilerinin oluşturduğu liste, 14 milletvekili çıkararak seçim yarışını üçüncü olarak tamamlamıştı.
Biden’den Netanyahu’ya tebrik mesajı!
ABD Başkanı Joe Biden, İsrail'de seçimden galip ayrılan Binyamin Netanyahu'yu kutlamıştı. Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre, düzenlediği günlük basın toplantısında, Biden ve Netanyahu’nun bir telefon görüşmesi yaptıklarını açıklamıştı. Biden’in Netanyahu’yu seçim zaferinden dolayı tebrik etmek için aradığını belirten Jean-Pierre, Biden’in ayrıca İsrail’i “özgür ve adil seçim” düzenlemesinden dolayı tebrik ettiğini aktarmıştı. (AA) Jean-Pierre, Biden’in iki ülke arasındaki güçlü ortaklığa vurgu yaptığını aktararak, “Biden, İsrail’in güvenliğine sarsılmaz desteğini yineledi.” ifadesini kullanmıştı.
Netanyahu ise Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Biden’in kendisini arayarak tebrik ettiğini belirterek, “Biden’in, İsrail ve ABD ittifakının her zamankinden daha güçlü olduğunu söylediğini” aktarmıştı. Biden’e, İsrail’e olan dostça tavrından dolayı teşekkür ettiğini aktaran Netanyahu’nun, “Daha çok barış anlaşmasının yapılmasının ve İran tehdidiyle başa çıkmanın gücümüz dahilinde olduğunu kendisine aktardım.” sözleri üzerinde durmak lazımdı.
İsrail Basını: “Netanyahu’nun Dönüşü Türkiye’yle İlişkileri Zorlaştıracak” Yorumunu Yapmışlardı.
İsrail'de Türkiye karşıtı sert açıklamalarıyla tanınan eski Başbakan Netanyahu’nun iktidara dönmeyi garantilemesiyle Türkiye’yle normalleşen ilişkilerin geleceği de soru işaretlerine yol açmıştı. The Jerusalem Post gazetesi, İsrail ve Türkiye arasındaki bahar havasının yakında sona erebileceği yorumunda bulunmuşlardı. İsrail'de son 3,5 yılda 5. defa düzenlenen genel seçimde, Netanyahu iktidara dönmeyi başarmıştı. Netanyahu'nun lideri olduğu Likud Partisi'ne destek vermesine kesin gözüyle bakılan sağ blok, 120 sandalyeli İsrail Meclisi'nde 64 milletvekiliyle çoğunluğu elde etmiş durumdaydı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise, İsrail ile ilişkilere yönelik “Karşılıklı temaslarla süreci devam ettirerek ilişkileri tüm alanlarda ilerletme ümidimizi koruyoruz” diyerek ayarını ve amacını ortaya koymuşlardı. 12 yıllık Başbakanlık koltuğuna 2021’de veda eden Netanyahu'nun göreve geri dönmesi beklenirken, ülkede Türkiye'yle ilişkilerin geleceği de tartışılmaya başlanmıştı.
The Jerusalem Post Gazetesi, Netanyahu'nun iktidara geri dönmesiyle ikili ilişkilerde bahar havasının sona erebileceğini belirterek; “Şurası açık ki Netanyahu, Türkiye'nin İsrail'e yönelik tehditlerine asla izin vermeyecektir. Şimdi yeni bağlar var ama Ankara'nın İsrail'e karşı eski alışkanlıklarından vazgeçip vazgeçmediği belli değildir” ifadelerini kullanmıştı.
İsrail’in ABD’deki en büyük gücü: Siyonist Hristiyanlarla Erdoğan’ın irtibatı
ABD’de Siyonizm’in emelleri doğrultusunda çalışmalarda bulunan ve İsrail rejiminin gönüllü askerliğini yapan oluşumlar arasında Evanjelik yapılar da yer alıyordu. Siyonist Hristiyanlar olarak da adlandırılan Evanjelistler, İsrail’in ABD’deki en büyük gücünü meydana getiriyordu. ABD’deki Evanjelist oluşumlar arasında CUFI, CBN ve IFCJ öne çıkıyordu.
Sahip oldukları maddi güçle dünyayı ifsada boğan ABD’de birçok güç unsuru bulunurken bunların başında Siyonist odaklar geliyordu. ABD içerisinde güç mücadelesinin başat aktörü konumundaki Siyonist Lobiler, Washington’un amiral gemisinde yer alıyordu. Siyonist politikaların küresel çapta etki edebilmesi adına ABD’deki Siyonist Lobilerin varlığı büyük önem arz ediyordu. Bu doğrultuda ABD’deki Siyonist lobicilik faaliyetlerinin iki sacayağı bulunuyordu: Yahudi Lobileri ve Evanjelist Lobiler… Ve Sn. Erdoğan her ABD ziyaretinde bu Siyonist ve Evanjelist baronlarla özel toplantılara katılıyordu… Acaba neler konuşuluyordu?!
Hristiyanlar esas olarak Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi olayı üzerinden Yahudilerle geçmişten gelen karşıt bir pozisyona sahip bulunsa da Evanjelistlerin yani Hristiyan Siyonistlerin Mesihçi anlayışlarının farklı olması, Yahudilerle Filistin üzerine aynı hedefleri paylaşmalarına yol açıyordu. Evanjelistlerin inanç sistemine göre, Hz. İsa’nın yeryüzüne tekrar gelmesi için Armageddon ile birlikte Kudüs merkezli Tanrı’nın krallığının kurulması gerekiyordu. Zira inanışlarına göre böyle bir durumda cennet kendilerine verilecektir. Bundan ötürü Siyonistlerin Filistin üzerindeki emellerine destek veren Evanjelistler, ABD içerisinde İsrail’in lehine lobi faaliyeti yürütüyordu.
Evanjelistlerin Önde Gelen İsimleri Arasında Kimler Vardı?
Evanjelistler yani Siyonist Hristiyanlar, İsrail rejiminin ABD içerisindeki en önemli gücü olarak görülürken bu hareketin önde gelen isimleri arasında medya patronu Pat Robertson, Jerry Falwell ve John Hagee gibi Hristiyan din adamları ve Tom DeLay ile Richard Armey gibi önemli politikacılar yer alıyordu. 19. yüzyılda İngiltere’de temelleri atılan Evanjelizm’in ABD’deki seyri de bu tarihlerde başlıyordu. ABD’de varlıklı bir Evanjelist olan William Eugene Blackstone’un Filistin topraklarının Yahudilere verilmesi amacıyla 1891 yılında “Blackstone Memorial” isimli bir dilekçe hazırladığı ve pek çok önemli ismin imzasını aldıktan sonra dönemin ABD Başkanı Benjamin Harrison’a sunduğu biliniyordu.
ABD’deki İsrail Yanlısı En Büyük Örgüt: CUFI ve Amaçları
ABD’deki Evanjelist lobi kuruluşlarının başında “Christians United For Israel” yer alıyordu. CUFI şeklindeki kısaltmayla anılan oluşum, 2006 yılında Papaz John Hagee tarafından kurulmuştu. 10 milyondan fazla üyeye sahip olan CUFI, ABD’deki İsrail yanlısı en büyük örgüt olarak biliniyordu. CUFI’nin web sitesinde, “Oluşumun amacının İsrail’i ve Yahudileri koruyup kollamak” olduğu açık bir şekilde ifade ediliyordu.
Öne Çıkan Bir Diğer Oluşum: IFCJ
ABD’de Siyonizm inancı doğrultusunda çalışmalarda bulunan Hristiyan oluşumlar arasında öne çıkan bir diğer kurum ‘International Fellowship of Christians and Jews (IFCJ). 1983 yılında Haham Yechiel Eckstein tarafından kurulan IFCJ, misyonunu Yahudiler ile Hristiyanlar arasındaki ilişkileri güçlendirmek ve tüm Yahudilere yardımcı olmak şeklinde açıklıyordu.
Evanjelizm’in Medya Ayağı: CBN
Yeryüzünü ifsada boğma amacıyla çalışmalarda bulunan Evanjelistlerin medya ağı da bulunuyordu. Bu doğrultuda ABD’nin önde gelen medya kuruluşlarından biri olan Christian Broadcasting Network (CBN), Evanjelist öğretinin yayılması amacıyla çalışmalarda bulunuyordu. 1960 yılında Pat Robertson tarafından kurulan CBN, misyonunu “dünya milletlerini İsa Mesih’in gelişine ve Tanrı krallığının yeryüzünde kuruluşuna hazırlamak” olarak açıklıyordu.[1]
Dünyanın Haritasını Değiştiren Savaş: Birinci Cihan Harbi, İsrail’i Kurmak İçin Çıkarıldı!
Tarihe ilk küresel savaş olarak geçen ve 17 milyon cana mal olan Birinci Cihan Harbi, birçok devletin yıkılması ve yenilerinin kurulması nedeniyle dünya siyasi haritasını değiştirdi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand ve eşi Sofia'nın 28 Haziran 1914'te Saraybosna'da Gavrilo Princip isimli Sırp milliyetçisi tarafından suikast sonucu öldürülmesi savaşın fitilini ateşledi. Avrupa merkezli, ancak sömürgeler ile 40 ülkenin katıldığı savaşta İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya'nın oluşturduğu İtilaf Devletleri'ne karşı Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti'nin oluşturduğu İttifak Devletleri yer aldı.
Taraflar arasında 20'den fazla büyük ve küçük çaplı savaş yaşandı. Bu savaşlardan en kanlı geçenleri Almanya ile Fransa arasında yapıldı. Fransa, bu savaşlarda İngiliz ve Kanada askerlerinden de destek aldı. Bugün Polonya ve Ukrayna sınırları içinde kalan Galiçya bölgesindeki cephenin yarılması, Avusturya'nın baskı altında olması nedeniyle Fransa'ya saldıran Alman güçleri, Somme Savaşı'nda karşı karşıya çarpıştı. Toplamda 3 milyondan fazla askerin katıldığı Somme Savaşı, yaklaşık 1 milyondan fazla ölümle insanlık tarihinin en kanlı savaşlarından sayıldı. Nazi Almanya’sı diktatörü Adolf Hitler de bu savaşta onbaşı olarak görev yaptı. Aynı dönemde yine Fransa ve Almanya arasında yaşanan Verdun Savaşı'nda ise 750 bin ile 950 bin arasında kişinin hayatını kaybettiği yazılmıştı.
Osmanlı 7 cephede mücadele etmek zorunda bırakıldı.
Osmanlı Devleti savaşın başlangıcında her ne kadar tarafsızlığını ilan etse de Siyonist güdümlü Sabataist ve İttihatçı paşalar yüzünden savaşa girdi. Savaşta İttifak Devletleri'nin yanında yer alan Osmanlı ordusu, 7 ayrı cephede İtilaf Devletleri'ne karşı mücadele etti. Kafkas ve Galiçya cephelerinde Ruslarla, Makedonya’da Yunan ve Fransızlarla, Çanakkale’de İngiltere, Fransa ve İtalya; Filistin, Suriye ve Irak cephelerinde İngiliz ordularıyla çarpışıverdi. Osmanlı ordusu, 700 binden fazla kaybının yaklaşık 250 binini Çanakkale'de verdi.
ABD'nin savaşa katılması
ABD ise savaşın başlarında tarafsızlık ilan ederken İtilaf Devletleri'ne silah satışına devam etti. Almanya’nın ABD'ye ait silah taşıyan gemilerine saldırması ve bu saldırıları ticaret gemilerine de yönlendirmesi üzerine Washington yönetimi, 1917'de İtilaf devletleri tarafında savaşa katıldı. Savaşın seyri ABD'nin de katılmasıyla İtilaf Devletleri lehine hızla değişmeye başladı. 4 yıl süren ve İtilaf Devletleri'nin zaferiyle sonuçlanan savaş, 1918'de imzalanan ateşkes anlaşmasıyla sonuçlandı.
6,6 milyon sivil öldü
Ardında ağır yıkım bırakan savaşta, 6,6 milyonu sivil olmak üzere 17 milyon kişi hayatını kaybediyordu. Tarihte en çok zayiat verilen 5'inci harp olarak kayıtlara geçen savaşta, ölümlerin çoğunluğunu ise savaş ortamının neden olduğu çeşitli hastalıklar, salgın ve kıtlık oluşturdu. Çok büyük ekonomik maliyetle yapılan Birinci Dünya Savaşı, 20. yüzyılın en büyük küresel bunalımına da neden oldu.
Dünya siyasi haritasındaki değişim
Tarihin o zamana kadar kaydettiği en kanlı savaşlardan biri olan Birinci Dünya Savaşı sonrası imzalanan yeni anlaşmalarla imparatorluklar yıkılırken, çok sayıda yeni devlet kuruldu. Yeni dünya düzeninin temelinin atıldığı o süreçte, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Rus İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti dağıldı. Bunun sonucu, Çekoslovakya, Avusturya, Macaristan, Polonya, Litvanya, Estonya, Ukrayna, Yugoslavya, Sovyetler Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti gibi yeni devletler ortaya çıktı. Ortadoğu'da ise Osmanlı topraklarında bugünün Arap ve Körfez ülkeleri kuruldu. Bugün gerilimlere sebep olan sınır ihtilaflarının, siyasi anlaşmazlıkların ve komşular arası gerilimlerin çoğu bu dönemden sonra başladı. (AA) Zaten 1. Dünya Savaşı’nı çıkaranların asıl amacı, Osmanlı’yı yıkmak ve İsrail’in kuruluşuna zemin hazırlamaktı.
Atatürk’ün Filistin Duyarlılığı
Bugün, Ortadoğu İslam coğrafyasında bir çıbanbaşı olarak sürekli fesat çıkaran İsrail’le “NORMALLEŞME(!)” (yani; devlet kılıflı bu terör şebekesinin işgal ve zulümlerine karşı net ve muhalefet tavrımızı yumuşatıverme, sözde halkımızı avutmaya yönelik bazı kof çıkışlar yapılsa bile, özde İsrail’in Siyonist hedeflerine uygun hareket etme) anlaşmasını imzaladıkları… Ve bu hıyanet pazarlığından vazgeçmeye asla yanaşmadıkları halde, dindar kahraman rolü oynayan ve yandaşlarınca her fırsatta Atatürk’e sataşmayı kendi riyakârlık ve münafıklıklarına kılıf yapan İslamcı (din istismarcısı) kesimlerin ve kişilerin, Mustafa Kemal’in Filistin duyarlılığından ibret almaları ve utanmaları lazımdı.
Kaldı ki Atatürk: “Filistin bölgesinde ve Hz. Peygamberimizin kutsal emanetinde, bir Yahudi Devleti kurulmasına asla razı olmayacakları ve İslam dünyası olarak Haçlı Batılıların karşısında duracakları” yolundaki cesaretli ve dirayetli çıkışlarının kendisine neye mal olacağının farkında olarak ve hayatını tehlikeye atarak bu tarihi kararını açıklamıştı. Üstelik Atatürk bu uyarılarını TBMM’de yapmış ve dönemin yarı resmi devlet organı sayılan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlatmıştı. Zaten bunun hemen ardından, tıp dünyasında yasaklanmasına rağmen “saligran” haplarının dozunu arttırarak ilaç diye kendisine yutturan doktorlar yüzünden hastalığı azdırılmış, sonunda Atatürk de bunun farkına varmış ve “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!” demeye mecbur kalmıştı.
Atatürk’ün: (Filistin’i kastederek) ‘Bu topraklar için kanımızı dökmeye daima hazırız’ uyarısı
Mustafa Kemal, Nutuk’un ilerleyen bölümlerinde Filistin'le ilgili daha sonra şu tarihi sözleri sarf etmiştir: "Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz doğrusu maalesef birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip kudretimizi bildiğimiz için, İslamiyet'in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mâni olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar; “dinsiz ve İslamiyet'e lâkayt” olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen, Peygamber'in son arzusu istikametinde; yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için, hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selâhaddin'in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlarla mücadele ettikleri toprakların; yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerleri işgal ve temellük etmek için yapacağı ilk adımda, bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur" sözleriyle, gerekirse İslam dünyasını harekete geçirebileceğinin de işaretlerini vermiş olmaktaydı.
Mustafa Kemal’in dönemin Kudüs Müftüsü'ne büyük destek sağlaması
Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale Savaşı'na katılan ve Teşkilat-ı Mahsusa'da görev alan ve Yaser Arafat öncesi ilk Filistin lideri ve Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni'yi de hep desteklemiştir. Atatürk'ün ölümünden sonradır ki İngilizler, el-Hüseyni'ye verdikleri sözlerden ve reel paylaşma planından vazgeçmişlerdir. Bunu, Filistin'de İsrail devletinin kurulması yolunda birbiri ardınca adımlar atılması izlemiştir. İngilizlerin Filistin'in paylaşımında Araplara karşı çok tavizkâr davranmasında, Atatürk'ün dış politikasının ve Kudüs Müftüsü el-Hüseyni'ye verdiği tam desteğin büyük etkisi bulunduğu artık belirlenmiş ve belgelenmiş durumdadır. Atatürk, bu cesaretli ve dirayetli tavrıyla İsrail’in kuruluşunu tam 11 yıl geciktiren insandır.
Bugün her fırsatta seviyesizce Atatürk’e sataşan yandaşların iktidarı, Siyonist İsrail’le normalleşme adına tavizkâr ve teslimiyetçi politikalar peşinde koşarken, Mustafa Kemal işgalci İsrail’in kuruluşunu engellemeye çalışmıştı. Maalesef (13 Kasım 2022’de) İstanbul İstiklal Caddesi'ndeki bombalı katliamın tetikçisi olan PKK-PYD’nin arkasında da, MİT’le istihbarat bilgi paylaşımı anlaşması yaptıkları MOSSAD ve CIA’nın olduğunu asla unutmamalıydı!? Terörün tetikçilerini yakalayıp, asıl tertipleyici olan merkezlere işbirlikçilik yapmak nasıl bir kahramanlıktı?!
84’üncü Anma Gününde Anılarda, Atatürk’ü Anlatmak
Mareşal Fevzi Çakmak’ın takip, rica ve ısrarları ve Atatürk’ün tasvibi ile bütçelere (Milli Savunma ve silah ihtiyacı gibi) işler için sekiz milyon lira ayrıca tahsisat konmaya başlanmıştı. Fakat ordu bir yandan Ağrı harekâtını yaparken, öte yandan dünyadaki iktisadî buhran da gelip yurdumuza da çatmıştı.
İsmet Paşa kabinesi bir gecede aldığı bir karar ve Meclis’ten geçirdiği bir kanunla bütün maaşlardan yüzde yirmi nispetinde Buhran ve Muvazene vergileri kestirmişti. Zaten çok az maaşlı olan küçük memurlar ve subaylar geçinemez hale gelmişlerdi. Yurdun her tarafından Mareşal’e acıklı şikâyet mektupları ve ağır manalı hediyeler gönderilmekteydi. Mareşal de olan biten işlerden ve idaresizliklerden, kendisine karşı takınılan tavırlardan derin eza duyuyor, fakat bunları belli etmemeye çalışarak sineye çekiyordu. İşte bu sıralarda her yıl onun emrine ve orduya verilmekte olan silahlanma tahsisatı da birden kesilmiş ve bütçeden kaldırılmıştı.
Kendine yapılanları sineye çeken, fakat millet ve memlekete ait meselelerde müsamahalı olmayan Mareşal, Başvekâlet'e (İsmet İnönü’ye) müracaat etti. “Memleket müdafaasına ait olan bu tahsisatın kaldırılmasını doğru bulmadığını ve hatta bu yüzden yurdumuza bir felaket gelirse mesuliyet almayacağını” bildirdi. Ancak zamanın Başvekili bunu da pek ciddiye almadı ve mühim saymadı. Bu tezkereye Dışişleri Bakanlığı ağzıyla bir cevap verildi ve yakında bir harp ihtimali olmadığı için Mareşal’in müsterih olması söylendi.
Bu hareket merhum Çakmak’ın manevi şahsiyetine vurulmuş bir darbe tesiri yaptı. Memleketin iktidar siyaseti ellerinde bulunanların, şartlar ne olursa olsun memleket müdafaasına karşı gösterdikleri bu hafifliği hazmedemedi ve Çankaya’daki evine çekildi. Üç hafta süren bu protesto esnasında Atatürk bile ancak üçüncü günü onu ziyaret ederek görüşebildi. Fevzi Çakmak kimseyi kabul etmiyor ve kimse ile görüşmüyordu. Bittabi zamanın Başvekili İsmet Paşa da yanına yaklaşamıyordu.
Yine onu en iyi anlayan ve takdir eden Atatürk, yakından ve candan alâkadar oldu. Millet ve memleketin hayat, refah ve istikbalinden başka bir düşüncesi olmayan Mareşal’i teselli ve tatmin etmek için elinden geleni yaptı. Ordunun silahlanması ve teçhizatı ile bizzat alâkadar olacağını söyledi. Mareşal de pek sevdiği ve takdir ettiği, bilhassa ölümünden sonra da iktidardakilerin unutturmaya ve yermeye çalıştıkları Atatürk’ün hatırı ve memleketin menfaati için iş başına dönmeyi kabul etti.
Uzun yıllar Cumhuriyet ordularının başında bir -ilim ve iman, ahlâk ve nizam- örneği olarak yaşayan Mareşal’in hayatında zamanın politikacıları yüzünden geçirilmiş birçok elemler ve ızdıraplar vardı. Mareşal Fevzi Çakmak bunları ancak Atatürk’ün ölümünden sonra, etrafındakilere ve pek yakınlarına münasebet düştükçe söyler ve hayatında şahsına karşı daima ciddiyet ve vakarla muamele ettiği, hiçbir zaman karşısında küçülmediği Atatürk’ün hakkındaki güzel duygu ve düşüncelerini, hatıralarını anlatırdı.
Sakarya’nın olduğu gibi ve ondan çok Afyon taarruzunun harekâtı harbiye lâyihalarını ve planlarını hazırlamış olan ve daima geride sessiz ve mütevazı kalan Mareşal’i ve onun bir ahlâk abidesi olan şahika şahsiyetini Sayın İnönü takdir edemedi ve sevemedi. (Çakmak Dergisi’nden alınmıştır.)
Vefa ve vicdan nerede kalmıştı!
Atatürk’ün eski silah arkadaşlarından Cevat Abbas ölmüştü. Yaver bu acı haberi, o zamanki Cumhurbaşkanı olan İsmet Paşa’ya en münasip dakikada, en yumuşak kelimelerle arz etti:
– “Zat-ı devletinize, üzülecek bir haber vermeye mecburum Paşam... Allah size ömür versin, Cevat Abbas vefat etti!”
İsmet Paşa, kupkuru gözlerle bakarak kupkuru bir sesle sordu.
– “Ay, o hâlâ yaşıyor muydu?!..” (Kulak misafiri - Akbaba/1953)
Yaveri Cevat Abbas Gürer anlatıyor:
– “1936 yılı ilkbaharında bir sabah… (Gazi Mustafa Kemal) Atatürk Orman Çiftliği’nde dolaşıyor… Aşçı Bolulu Mehmet Ağa’nın yanına giderek kuru fasulye ile pilav yiyor… Mutfaktan çıkar çıkmaz, köşkün giriş yerinde, birçok defalar tekrarladığı aşağıdaki kıt’ayı yüksek sesle okuyor:
“Ya Rab ne eksilirdi deryayı izzetinden
Peymâne-i vücude zehrâbe katmasaydın…
Âzâde-ser olurdum esip derd-i gamdan
Ya dehre gelmeseydim, ya aklım olmasaydı!..”[2]
Açıklaması:
“Ey Rabbim! İzzet ve Azamet deryandan, ne noksanlaşırdı
Vücud (varlık ve âlem) kadehine (musibet ve felâket gibi) zehirli su katmasaydın…
Başında bela ve efkâr bulunmayan, gam ve kederden uzak birisi olurdum
(Ah keşke) Ya dünyaya gelmeseydim, ya da (milletimin ve insanlık âleminin çektiği ızdıraplara üzülen) bir aklım ve vicdanım olmasaydı!..”
[1] İNSAMER Raporu - Lokman Göktaş
[2] 12 Kasım 2022 / Milli Gazete / Necati Tuncer
< Önceki | Sonraki > |
---|