Rahmetli Erbakan Hoca’nın:
“AKP’YE OY VERMEK, İSRAİL’E OY VERMEKTİR!”
UYARILARI VE DAYANAKLARI
Bir kişinin, bir ekibin veya bir partinin gerçek niyetini ve mahiyetini yansıtan en önemli göstergelerden birisi de; yandaşların ve karşıtların aynı konudaki ortak itiraflarıdır. AKP’nin yirmi yıllık iktidarında; ahlâki ve ailevi yozlaşmanın aşırı oranda artması… Dini ahlâk ve yaşantının zayıflaması ve dindarlara saygının oldukça azalması… Orta direğin kaybolması ve sefaletin yaygınlaşması… Hırsızlığın ve haksız kolay kazanç yollarının artık gözü açıklık sayılması ve şehirlerde Ramazan ayına girildiğini hatırlatan davranış ve duyarlılıkların ortadan kalkması, Erdoğan’ın tahribat aynasıdır. Sadece İstanbul, İzmir ve Ankara’da değil, Anadolu’da bile 20 yıl öncesine nazaran korkunç bir dejenerasyon yaşanmaktadır. Bir zaman Ramazan ayında açık lokanta ve çayhaneye zor rastlanırken, bazı durumlar ve ihtiyaçlar için açık olanlar bile dış pencerelerini kapatırken, bugün güya başımızdaki dindar iktidar marifetiyle maalesef bu duyarlılıklara rastlanmamaktadır. Elbette birtakım mazeret ve zafiyetlerle oruç tutmayanlara sataşmak ve insanları dini vecibelerini yapmaya zorlamak, hem İslam’a hem insanlığa aykırıdır. Ancak şu mübarek süreçte, elinde kola şişesi, ağzında sigara illetiyle ve oruç tutanlara hakaret ve saygısızlık tavrıyla küstahlaşanların bu denli yoğunlaşması, bu iktidarın ahlâki tahribatını gözümüze sokmaktadır.
Hatta öyle ki, Oray Eğin bile bu gidişattan rahatsızdır. Ve eski ramazanlara hasret duymaktadır!
Önce Oray Eğin’i kısaca tanıtalım: Eski Akşam gazetesinde, Yeni Sözcü gazetesinde yazıları yayınlanan Soner Yalçın’la yakınlığı olan ve şimdilerde Habertürk’te yazan ve 2010’dan beri Amerika’da yaşayan… Ve bir ara her fırsatta “Eşcinsel olduğunu” onurla ve gururla vurgulayan, Yahudi cemaatinin yayın organı Şalom gazetesinde, “Ben aslında bir Yahudi’yim. Yahudilik ve Yahudilerle gönül bağım devam etmektedir!” itirafında bulunan… Hatta, “Türkiye’de Gülen tehlikesiyle mücadele edebilecek kapasiteye sahip tek lider Tayyip Erdoğan’dır. Diğer partilerin, özellikle CHP’nin nasıl Gülen’le aynı yatağa yattığı ortadadır.” (18.09.2016) buyuran ve bu son seçimlerde açıkça Kılıçdaroğlu aleyhtarlığı ve dolaylıca Erdoğan taraftarlığı yapan bu adam bile:
“Şehre indiğimde, sokaklara çıktığımda ‘Nerede o eski Ramazanlar’ diyecek bir noktaya geldim.” diye yakınıyordu!..
Ramazan günlerini, diğer günlerinden farklı kılmaksızın yaşayan gazeteci Oray Eğin’in, kendisinin de çok şaşırtıcı bulduğu şu tespiti, yazısının hemen başlarında şöyle diyordu: (11 Nisan 2023)
“Bütün meyhaneler tıklım tıklım.”
“12 sene önce Bağdat Caddesi’nde içkili tek bir kebapçı bulamadığımızı hatırlıyorum. Şimdi içkisiz mekân bulmak mümkün değil!” diyen Oray Eğin AKP’nin özetini çıkarıyordu.
“Daha evvelden hatırladığım, bir mekân açık olsa bile, çalışanlarının çoğunluğunun oruçlu olduğuydu. Şimdi bir restoranda çok az kişi oruç tutuyor!” diye hayıflanıyordu.
Kendisini nasıl bir İstanbul’un beklediğini bilemediğini söylerken, yaşanan farklılaşmayı, yaşantılardaki taşınmaları, AKP yönetimindeki muhafazakârlık oranı artışına bağlamış, çok garip bir “görünür”lük etiketi altında.
“Taksim’e cami yapılması, kamusal alanda başörtülü sayısının artması, ‘Dini siyaset söylemi’nin yadırganmayıp normal karşılaması” AKP muhafazakârlığının açılımı sayılırken, “Dindar ailelerin çocuklarının dinden kopması(nı), deizmin yükselmesi(ni), genç kuşağın kendilerini dini kimlikle tanımlamaması(nı) da, ‘Toplu bir değişimin işareti olarak yorumlanabilir”’ şeklinde açıklayan Oray Eğin’in en çarpıcı ve en iç yakıcı diğer bir tespitine geçmeden, bizim de bir cümlelik dahili hatırlatmamız olsun.
Sırtı kürklü, başı börklü, eli oklu, etrafı kravatlı, icraatı Orta Asya kokulu, dernek-vakıf-üniversitelerden destekli prens, Sayın Bilal Erdoğan’ın gençlere örnek sayılan görüntüleriyle başlanan AKP yılları işte geride bu enkazı bırakıyordu. Bay Oray Eğin şöyle devam ediyordu:
“Şimdi içkisiz mekân bulmak mümkün değil. Ramazan menülerinde çok fazla domuz eti ürünü görüyorum!”
Başarılan “Değişim”in işaret taşı olarak “Alkol ve domuz eti” birlikteliğinin yaygınlaşmasını sayan gazeteci Oray Eğin, bugüne kadar yazdığı suya, sabuna dokunmayan, alttan alta AKP övgülü ve tedbir amaçlı olduğunu sandığımız yazılarına galiba son veriyor.
Ahlâki ve Ailevi yozlaşmaya çarpıcı bir örnek olarak: “Dindarlık edebiyatı ve Erdoğan yandaşlığıyla meşhur olan bir kadının, kocasından boşanması ve boşandığı eşinin eski arkadaşıyla nikâhlanması macerası!..”
Bu kadın, Erdoğan tarafından TRT’ye Yönetim Kurulu Üyesi olarak atanıyor; böylece yağlı-ballı ilişkilerin kapısı aralanıyordu… Şan şöhret ve servet sarhoşluğu başını döndürüyor ve kocasından boşanıyordu… Aile dostları olan; kocasına “Abi”, kendisine “Abla” diye konuşan soylu soslu ve boylu-boslu bir kişi ile; bu şahsın boşadığı eski karısının iddialarına göre, henüz önceki eşleriyle evli oldukları halde, gizli ve kirli ilişkiler başlıyordu… Bu kadının bol parası ve bonkörlüğü de, genç adamı cezbediyordu… Hatta eski karısı, bu evlilikten hemen sonra, pahalı jipleri nereden kazandığını soruyordu… Amacımızın her halde magazinel bir yaklaşımla, bu basit ve fasit ilişkileri konuşmak olmadığını, elbette değerli okurlarımız biliyordu… Asıl vurgulamak istediğimiz; güya dindar geçinen, aile ve ahlâk üzerine yazılar döşeyen AKP’li üst düzey Müslümanların nasıl bir dejenerasyona uğradıklarını ve tabi daha beteri, toplumu nasıl bir zevktaparlığın ve fırsat avcılığının çirkefine soktuklarını, bu çarpıcı ve mide bulandırıcı örneklerle anlatmamız gerekiyordu!..
Aşağıdaki ayet-i kerime bunların durumunu anlatıyordu;
“Sonra onların ardından öyle nesiller türedi ki, namazı (ibadet ve istikamet duyarlılığını) kaybedip bıraktılar. Ve (hayâsızca sınır tanımadan) şehvetlerine kapılıp (şeytana) uydular. Elbette bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacak (ve cehennemi boylayacak) kimselerdir.” (Meryem: 59)
Erbakan Hoca’nın, “AKP’ye oy vermek, İsrail’e oy vermektir!” uyarısının dayanağı!
Rahmetli Erbakan Hocamız defalarca anlatmışlardı. Türkiye’yi ve Müslüman Milletimizi yumuşak lokma haline getirip bitirmenin ve Büyük İsrail’e vilayet olmasını temin etmenin, 7 maddelik Mısır Baş Hahamı Haim Nahum Doktrini şunlardır:
1- Bu milleti aç ve sefil duruma taşıyacaksınız.
2- İşsiz ve çaresiz koyacaksınız… Bu maksatla sınai ve zirai üretimi bıraktıracak, fabrikaları kapatacak, tarımı zorlaştıracaksınız…
3- Faizli dış borca batırıp, kolay ve rahat yaşamaya alıştırıp rehin ve esir alacaksınız…
4- Dini, ahlâki ve ailevi değerlerinden uzaklaştıracaksınız… Bu milleti resmen İslam’dan koparamazsınız, ama fikren ve fiilen Batılı yaşam tarzına alıştırıp şekilci ve gelenekçi bir dindarlık aşılayacaksınız.
5- Ardından bu Milleti bölüp parçalayacaksınız. Bunun için de önce sağcı-solcu, sonra çağdaş-tutucu, Türk-Kürt ve ardından Millet İttifakı-Zillet ve İllet İttifakı diye kamplaştırıp kutuplaştıracaksınız.
6- Bu bölünen parçaları birbirine kışkırtıp çarpıştıracaksınız.
7- Böylece her birini yumuşak ve ufak lokma haline sokup rahatlıkla yutacak ve Büyük İsrail’i kuracaksınız!?
Şimdi zerre kadar iz’anı ve vicdanı olanlar söylesinler; şu Erdoğan iktidarları, yirmi yıldır tam da ve aynen bunları yapmadılar mı? Bu yolda, daha önceki solcu ve sağcı iktidarların tahribatlarını 10’a katlamadılar mı? Her fırsatta güya FAİZ’e karşı olduklarını tekrarlayıp Din istismarıyla halkımızı kandıran bu Erdoğan iktidarları, son yirmi yılda Siyonist sömürü bankalarına, aldıkları borçların sadece faizleri olarak tam 540 milyar dolar ödeme yapmadılar mı? Ödenen bu 540 milyar dolarla, aslında her bakımdan kalkınmış ve tüm sorunlarını aşmış bir Türkiye kurulamaz mıydı?
Bütün bu gerçekler ortaya çıkmışken Erbakan Hoca’nın, “AKP’ye oy vermek, İsrail’e oy vermektir!” uyarısı sonuna kadar haklı sayılmaz mıydı? Yıllarca ve defalarca, “Biz bu iktidarın günahlarına asla ortak olmayız!” diyerek hava atan ve Erbakan istismarıyla siyaset yapanlar, sonunda, “Ne yani CHP’ye mi yaranacaktık?” bayatlamış edebiyatıyla, ÇAMUR ittifakına katılarak gerçek ayarlarını ortaya koymamışlar mıydı? Oysa üç yıldır en az otuz kere, “SP ile kucaklaşma ve Milli Görüş’ü yeniden canlandırma…” çağrılarımıza maalesef her iki taraftan da sorumlu ve olumlu tepkiye rastlanmamıştı. Şayet bu yapılsaydı %7’lik baraj kolaylıkla aşılacak ve 20-30 milletvekiliyle Meclis’e taşınacaklardı.
Türkiye 1,5 trilyon dolar faizli dış borç yüzünden “Özel statülü sömürge ülkesi!” konumuna mı taşınacaktı?
Türkiye’nin şu anki dış borcunun yaklaşık 600 milyar dolar olduğu açıklanmaktadır. Oysa ülkemizdeki özel-seçkin (küresel sömürü) sermayesinin Siyonist bankalardan aldıkları yaklaşık 500 milyar doları bulan borçlarına da T.C. Devleti kefil sayıldığından ve bunların çoğunun geri ödemesi yapılmayıp borç devletin sırtında kaldığından borcumuz 1 trilyon doları aşmaktadır. Yetmez, Yap-İşlet-Devret modeliyle yaptırılan ve tamamı devlet garantili ödemeleri kapsayan otoyol, köprü, tünel, hastane gibi yabancıların işlettiği kalemlerin bu millete maliyeti de 400 milyar dolara yaklaşmıştır. Bütün bunların toplamı da 1,5 trilyon dolar dış borcumuz olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
İşte bu borç batağı yüzünden uluslararası anlaşmalarla rehin konumuna taşınan Türkiye; Erdoğan iktidarının seçimi tekrar kazanması halinde, çok özel kılıflar geçirilmiş ve halktan özenle gizlenmiş hukuki statülerle, İsrail güdümlü İngiltere, Fransa ve ABD gibi ülkelerin, ismen değil ama fiilen yarı sömürgesi yapılacak anlaşmalar imzalanacağı konuşulmaktadır ve bu kuşkuları artıran ve haklı çıkaran seçim vaatleri ve israf ekonomisi uygulanmaktadır.
Hatta bu esaret anlaşmalarına karşı çıkacak, milli duyarlı vatandaşların bastırılmasına ve susturulmasına yönelik; gayrimeşru, sömürge valisi tutumlu ve iç savaşı körüklemeye matuf ağır müdahaleler için hazırlıklar yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu hıyanetin gerçekleşmesi için Erdoğan’ın yeniden iktidar olması şart koşulmaktadır ve bu seçimleri kazanması için her türlü savurganlık ve hilekârlık mübah sayılmaktadır! Ama inşaallah bunlara fırsat bulamayacaklardır.
İşte Erbakan Hoca’ya Göre, Lozan’ın Perde Arkası ve Haim Nahum Planı!
Biliyorsunuz; bu Irkçı Emperyalizm, faizci Kapitalizm ile para gücünü eline geçirince İsrail’i kurmak için önce Osmanlı’dan Filistin’i parayla satın almak istedi. Theodor Herzl Ruslarla harp yapılırken geldi Sultan Hamid’e: “Bana parayla Filistin’de toprak sat” dedi. “Bunları geri ödemeyeceksiniz, sizin olacak; sadece çölde bize toprak vereceksiniz!” dedi. Her şeyi çok iyi bilen, muhteşem bir insan olduğu için Sultan Hamid ona: “Bana bak! Şehit kanıyla alınan vatan toprağı parayla satılmaz!” dedi, bunları kovdu. Kim bu kovulan adam? Theodor Herzl… Kovuldu da ne yaptı? Kendisini Sultan Hamid’e gönderen Siyonist İlluminati’ye, yani Irkçı Emperyalizm’in şeytani mürşitlerine gitti, hesap verdi. Dedi ki: “Beni gönderdiniz, ben kendisiyle konuştum, vazifemi yaptım, ama adam beni kovdu. Size bir şey söyleyeyim: Ben bu adamı gözümle gördüm. Bu bildiğiniz adamlardan değil, bizim her şeyimizi biliyor ve çok müthiş zeki bir adam. Size tavsiye ederim bu sevdadan vazgeçin…” İlluminatlar ona ne dediler? “Senin korkun yüzünden biz dinimizi bırakacak değiliz. Büyük İsrail’i kurmak bizim dinimizdir. Sultan Hamid bize müsaade etmezse onu tahtından indiririz. Yerine başka bir Osmanlı gelir, o da müsaade etmezse bu sefer Osmanlı’yı yıkarız. Yıktık, İsrail’i kurduk diyelim, o zaman etrafımızda hep Müslümanlar olacaklar, bizi bir gün denize dökerler, gene yok oluruz!.. O zaman 100 senede “İslami şuur ve duyarlılığı yok ederiz!” Bu üç tane hedefi, 1897’de Basel Konferansı diye meşhur Siyonist Konferansında toplandılar ve karar haline getirdiler. Dediler ki: “Büyük İsrail’i kurmak için; Sultan Abdülhamid’i tahttan indireceğiz, Osmanlı’yı yıkacağız ve İslami şuur ve duyarlılığı, adım adım yok edeceğiz!”
Bu konferansın arkasından boş durmadılar, dediler ki: “Bu kararı aldık, kim uygulayacak?” İtalyan Hahambaşısı Emanuel Karasso… Bunu görevlendirdiler. 1897’den itibaren 5 sene etüt yaptı. 1903’te Selanik’e geldi. İttihat ve Terakki’yi parti-cemiyet olarak kurdu. Oradaki sivil ve askerlerin bir kısmını Mason yaptı. Bunları Padişah’a karşı harekete geçirdi. Millet Meclisi tekrar açılınca kendisi Selanik Milletvekili oldu. 1908’de meclis açıldı, çoğunluk gayrimüslimlerde olduğu için 1909’da Sultan Hamid’in tahttan indirilmesi için karar alındı. Emanuel Karasso, Sultan Hamid’e bunu tebliğe, heyetin başında Saray’a da kendisi gitti. Sultan Hamid kan dökülmesin diye bunların isteklerine uydu. Bir elinde kendisinin İttihat ve Terakki’yi parti yaptığı siyasi güç, öbür elinde askeri güç olmak üzere, Emanuel Karasso devlete hâkim oldu. Böylece ve birinci vazifesini ifa etti. İkinci vazifesi neydi? Osmanlı’yı yıkmak… Bunun için İttihat Terakki iktidarı önce Libya’yı İtalyanlara kaptırdı. Yunan’ı, Rum’u, Rus’u birleştirmek suretiyle Balkan Harbi’ni çıkarttı. Onlar gelip Yeşilköy’e kadar dayandı. Hiç lüzumu yokken Cihan Harbi’ni çıkarttılar ve Osmanlı’yı Cihan Harbi’ne soktular. 30 cephede Osmanlı savaştı, Çanakkale bunlardan bir tanesidir. Galiçya’sından Yemen’ine kadar… Dünyanın hiçbir milleti böyle bir savaşa dayanamazdı. Bu millet ne sağlam bir millet ki, 4 sene, 30 cephede bütün dünyayla savaştı. Sonra bitap düştü, önüne Sevr’i koydular. Sevr, Büyük İsrail projesidir. Maalesef Osmanlı imzalamak mecburiyetinde kaldı. Ama Siyonistler Sevr’i uygulayamadı. Fransızlar Kahramanmaraş’a, “Bizim olsun” diye gelmedi. “Burası Büyük İsrail’in parçasıdır, alıp İsrail’e vereceğim!” diye geldi. İngilizler Ürdün’e, Filistin’e, “Bizim olsun” diye gitmedi. İsrail’i kurmak için gittiler. Ama bu milletin inançlı evlatları dolayısıyla daha 1919’dan başlamak üzere, sonra 1920’de Atatürk tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulması suretiyle, 5 sene; onları vatanımızdan kovduk. Yani Sevr’i uygulayamadılar, Büyük İsrail’i kuramadılar. Onun üzerine bir üçüncü Irkçı Emperyalist ve sinsi Siyonist ortaya çıktı. Kim bu? Haim Nahum! Birincisi kimdi? Theodor Herzl. İkincisi kimdi? Emanuel Karasso! Üçüncüsü; Haim Nahum. Bu kişi Mısır Hahambaşısı, İnönü’nün sözde müşaviri olarak Lozan’a katıldı. Gitti bu, dedi ki: “Bu Lozan’ı imzalayın ve şimdilik geçici olarak Türkiye’ye bağımsızlık tanıyın, çünkü onu içten yıkmamız lazım! Ey Haçlı Batılı güçler, ben size hayranım, Lozan’ı niçin imzalamaktan sakındığınızı biliyorum. Siz diyorsunuz ki: “Yahu biz Cihan Harbi’ni niye yaptık? Büyük İsrail’i kurmak için. O harbin galibi olduğumuz halde, niçin İsrail’i önce küçük kurup sonra büyütecekmişiz? Kurmuşken büyüğünü kuracağız!” Ne kadar haklısınız! Ancak şunu bilmiyorsunuz: “İsrail’i kurmak marifet değil, güvenliğini sağlamak lazım… Bunun için Anadolu’da 19 Haçlı Seferi’ni püskürten Selçuklu ve Osmanlıların mirasçısı bağımsız bir Türkiye olmayacak!” diyorsunuz. Ben bunun için de size hayranım. Amma kalbimin yanında aklımı da kullanıyorum. Bakın diyorsunuz ama yapamıyorsunuz, gücünüz yetmiyor. Çünkü bunlarda iman var. E, ne olacak? Gelin, yalancıktan Lozan’ı imzalayın, asıl olan Sevr olsun. Bir Time Out Anlaşması olarak Lozan’ı imzalayın ve şimdilik onları oyalayın!.. Lozan’ı imzalayın, ama şunları da yapın: Anadolu insanını aç bırakın, işsiz bırakın, borca esir edip avucunuza alın, Dininden uzaklaştırın; yumuşak lokma yapın. Harp ederek değil, yumuşak lokma haline getirerek Anadolu’yu yutun!” İşte Haim Nahum Doktrini budur. Bu doktrin o vakit Lozan’da ortaya çıktı. Ama buna rağmen Amerika imzalamadı. Çünkü o tam Siyonizm’in kontrolü altındaydı; “Hayır, ben hiçbir şekilde buna imza atmam!” dedi, hiçbir zaman Lozan’ı imzalamadı. Ama (David) Lloyd George ve Clemenceau, Time Out Anlaşması’nı imzalamışlardı.
Şimdi bu AKP, şuursuz bir şekilde: “Ne pahasına olursa olsun ben Avrupa Birliği’ne gireceğim!” diye gidip bunlara yalvarıyor ya. Önüne onun için Sevr’i koyuyorlar, Lozan’ı değil! Çünkü onlar, Sevr’i esas alıyorlar. Ve 80 senedir üzerimizde bu uygulama için çalışmışlardır. Tekrar ediyorum, Haim Nahum Doktrini ne demek? Her Türk evladının bunu bilmesi lazım! “Anadolu insanı aç bırakılacak, işsiz bırakılacak, borca esir edilip teslim alınacak ve dininden uzaklaştırılacak!” Bu, onların planıdır, inancıdır ve işte AKP iktidarı adım adım bunları uygulamaktadır ve Haim Nahum Siyonist’inin şeytani planlarına taşeronluk yapmaktadır!
AKP Zihniyetiyle Ülkemiz ve Geleceğimiz Tehdit Altındadır!
“Bugün karşılıksız basılan bütün kâğıt paraların kendisi faizlidir. Sürekli olarak her gün değeri değişmektedir. Enflasyon yüzünden devamlı değer kaybetmektedir. Oysa AKP iktidarı faize karşıymış görüntüsüyle, Siyonizm’in sömürü sistemine taşeronluk etmektedir.
Ne demek bütün paralar faizlidir?
Sürekli olarak karşılıksız para basma yöntemi, faizli sistemlerin mecburiyetidir. Faizli sistemin diğer bir özelliği de en çok kâr nerede elde ederse oraya kredi verme eğilimindedir ki; bu da emek sömürüsüne netice vermektedir.
Faizli sistem sürekli olarak ve daima en çok kâr hedefi ile insanlığı sağlığından ve huzurundan mahrum etmektedir. Faiz demek, zaman ile yarışma mecburiyeti demektir. Faizli kredi, her ay sonunda veya yıl sonunda mecburi olunan bir ilave yükümlülük gerektirmektedir. Bu nedenle kredi verenler en kârlı ve en garantili işe, kredi vermek istemektedir. İş yapan da en gerekli olan işi değil de en kârlı işi yapıp daha çok kazanmak peşindedir. Erdoğan döneminde zahiri bir gelişme olduğu görülse de aslında tarihte eşi ve benzeri bulunmayan bir gelirler arası uçurum meydana gelmiştir.
Bu Siyonist sömürü dünyasında en zengin birkaç ailenin geliri, dünyanın yarısının gelirinden fazladır!
Krediden azami kâr beklentisi, şehirleşmeyi hızlandırmıştır. Emeğin görece ucuz olduğu ülkelere doğru sürekli bir sermaye transferi sağlamıştır. İngiltere’den Kıta Avrupası’na, oradan Amerika’ya ve Çin’e… Şimdilerde de Hindistan’a doğru kaymaktadır… Ancak artık kredi hacmi ile üretilecek emek ve gelir birbirini karşılamamaktadır.
İşte oyunu kuranların, satranç tahtasını dağıtıp mevcut para sistemlerini yok etmek için çıkartmak istedikleri 3. Dünya Savaşı’nın arkasında; para arzı ve geri ödeme arasındaki oransal tutarsızlığın hız problemi temel sorun konumundadır.
Yani… Artık istenen miktarda kredi verilememektedir. Çünkü bunların faizleri geri ödenememektedir. Basılan para dışarıya verilip içerideki enflasyonsuz refah dönemi iflas etmiştir. Basılan her para, sömüren ülkenin elinde kor gibi enflasyonu körüklemektedir.
Şu anda dünyada yaşanan durum, yeni bir dünya savaşı öncesi atmosferidir ve maalesef durumu bu açıdan da okumanızı tavsiye ederiz. Irkçı Emperyalist Sermaye (Sömürü Sermayesi), dünyada bir yıkım ve ardından yeniden kredi ile yapım planlamaktadır.
Artık çözümleri konuşmak lazımdır. Siyaset kurumunun tıkandığı ana nokta bizce burasıdır. Sürekli alkış ve oy peşinde, ülke ve toplum uçuruma doğru kaymaktadır.”[1] tespitleri haklıdır. Tek çare, Milli Çözüm ve Adil Düzen programlarıdır.

BAKARA SURESİ 38. AYET
(Ardından Adem’e ve sülalesine) Dedik ki: “Hepiniz oradan (cennetten aşağıya-dünyaya) inin (ki imtihan başlasın)… Bundan sonra size Benden bir hidayet (rehberi) geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.”
Evet makale gerçekten Hakkı Hakk olarak, Batılı da Batıl olarak göstererek anlamamızı sağlayacak düzeyde bir kaliteli yazı olmuş. Kıymetli yazara teşekkürlerimi arzediyorum.
Bakara Suresi 38. Ayette de rabbimiz öyle açık seçik şekilde yarattığı insanları aklını başına getirecek ve yapması gerekeni en güzeliyke ikaz ile hatırlatmış.
İşin özü Cenabı Hakkın gönderdiği ( her yüz yılda bir) elçileri arayıp bulup Ona tâbi ve taraf olmak ve nihayetinde manevi ve maddi feraha kavuşmak… Günümüzde insanlığın hayrını , zalimleri ve işbirlikçi münafıkları tanımanın ve gereğini yapmamıza vesile olan hareket MİLLİ ÇÖZÜM’dür. Milli Çözüm’ün bu husustaki gayret ve çabalarını görmek anlamak ve uygulamak isyeyenlere tavsiyem bu web sayfasını baştan aşağı incelemeleri yeterli olacaktır… İyi ki varsın Milli Çözüm.
Her fırsatta güya FAİZ’e karşı olduklarını tekrarlayıp Din istismarıyla halkımızı kandıran bu Erdoğan iktidarları, son yirmi yılda Siyonist sömürü bankalarına, aldıkları borçların sadece faizleri olarak tam 540 milyar dolar ödeme yapmadılar mı? Ödenen bu 540 milyar dolarla, aslında her bakımdan kalkınmış ve tüm sorunlarını aşmış bir Türkiye kurulamaz mıydı?
( Evet elbette kurulabilirdi ve lakin bu mevcut iktidar bize düşmanca tavırlarla Ekonomi dibe vurdu ahlakı talan etti halkımız artık bunu anlaması lazım)
AKP HAİM NAHUM PLANININ ALT TAŞERONUDUR.
Aziz Erbakan Hocamız her fırsatta Haim Nahum Planı’na dikkat çekerek,Türkiye’yi bekleyen tehlikeler konusunda halkı uyarmıştı. “Haim Nahum Doktrini” olarak da tanınan bu plan;
Türkiye’yi dininden uzaklaştıracaksınız.
Borca esir edeceksiniz.
İnsanları aç bırakacaksınız.
İşsiz bırakacaksınız.
Irk, tarikat, mezhep, siyasi görüş ayrılıkları oluşturup tahrik edecek ve Türkiye’yi böleceksiniz.
Böldüğünüz parçaları birbiriyle çarpıştıracaksınız.
Parçalanmış, yumuşatılmış lokmaları Siyonizmin emrine vereceksiniz.
Ülke Maddi ve Manevi olarak iflas ettirilmiştir. Bu tahribatların tamamı AKP zamanında yapılmıştır.Yani BOP Eşbakanığı görevi “layıkıyla”yerine getirilmiştir.
“Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam (Resulüne biat ve sadakat) sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini (ve herkese hak ettiğini) yapar.”
“Allah’ın bu nimetini inkâra değiştirenleri (ve Hak davaya nankörlük edenleri) ve kendi topluluk ve taraftarlarını, felaket düzenine ve diyarına konduranları görmedin mi?” (İbrahim Suresi: 27,28)
İnkâr edenler, resullerine dediler ki: “Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz veya dinimize (ve batı düzenimize) geri döneceksiniz.” Böylelikle Rableri kendilerine vahyetti ki: “Şüphesiz biz, zulmedenleri helak edeceğiz.
“Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz (Sadıkları zafere eriştirecek ve onlara dünya hâkimiyetini vereceğiz). İşte bu, makamımdan saygı duyana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalık ve müjdedir).” (İbrahim Suresi: 13,14)
“Gerçek şu ki, (zalimler ve hainler, müminlere ve İslami girişimlere karşı) onlar hileli planlar kurdular (ve kuracaklardır). Oysa onların (şeytani) hile ve hazırlıkları, dağları yerinden oynatacak (derecede nükleer silahlara ve teknolojik imkânlara dayanmış) olsa da, Allah katında kesinlikle onları (boşa çıkaracak ve etkisiz kılacak) plan ve programlar vardır!” (İbrahim: 46)
“AKP’yi İş Başında Tutmak Siyonizmin ANA VAZİFESİdir.”
Haim Nahum Doktrini ne demek? Her Türk evladının bunu bilmesi lazım!
“Anadolu insanı aç bırakılacak, işsiz bırakılacak, borca esir edilip teslim alınacak, dininden uzaklaştırılacak!”
Bu, onların planıdır; yumuşak lokma yapılacak, yutulacak!
İşte AKP iktidarı adım adım bunları uygulamaktadır ve Haim Nahum Siyonist’inin şeytani planlarına taşeronluk yapmaktadır!
Büyük ölçüde de başardılar ne yazık ki. Allah’ın izzet inayetiyle bütün insanlığın saadete ereceği ADİL DÜZENE dayalı Yeni Bir Dünya kurulacak inşallah.
Bakara 214
Yoksa siz, daha önce gelip geçen (kavimlerin durumu) başınıza gelmeden (onların İslam yolunda ve imtihan amacıyla çektiklerini siz de çekmeden; dünyada Adil Devlete erişeceğinizi, ahirette ise) cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öylesine belalar, yoksulluk ve hastalıklar dokunmuş ve öylesine sarsılmışlardı ki, sonunda peygamber ve onunla birlikte iman eden kimseler; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek (kadar çaresiz kalmışlar ama buna rağmen davalarından asla caymamışlardı. Sadakat ve samimiyetlerini böylece ispat ettikten sonra) İyi bilin ve bekleyin ki, artık Allah’ın yardımı yakında erişecektir.
https://www.mealikerim.com/2/bakara/214
Tevbe 32
(Zavallılar) Allah’ın nurunu, ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, (ama Allah buna asla fırsat vermeyecektir. Ahmaklar, üfürmekle Güneş’i karartmaya çalışıyorlar;) halbuki kâfirler hoşlanmasa da, Allah mutlaka nurunu tamamlayıverecektir. (Çünkü Allah, dinini ve düzenini hâkim kılmayı murad etmiştir ve takdiri kesinleşmiştir. Bundan asla vazgeçmeyecek, Kur’an’ın hidayeti ve İslam’ın hakikatleri kıyamete kadar devam edecektir.)
https://www.mealikerim.com/9/tevbe/32
Tevbe 105
(Hakk’tan kopanlara ve dünyaya tapanlara) Onlara de ki: “(Dilediğinizi ve elinizden geleni) Yapın (bakalım… Nefsinizin ve şeytani güçlerin emrinde debelenin!) Yakında Allah, Resulü ve (Hakk davada sebat eden sadık) mü’minler; sizin (her türlü kötü) amelinizi (hıyanet ve hakaretlerinizin sizi hangi akıbet ve rezaletlere sürükleyeceğini, henüz dünyada iken) görecekler (ve herkese gösterecekler)dir. Daha sonra da (zaten) gaybı da hazır olanı da bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O da size yapmış olduklarınızı (tümüyle) haber verecek (ve hesaba çekecek)tir.”
https://www.mealikerim.com/9/tevbe/105
SAĞIMIZ SOLUMUZ!
İstismar her yeri sarmış
Biten değerler ve insanlıkmış
Her yere zulüm ateşi yayılmış
Keskin sirke küpüne zararmış
Sağımız solumuz hep kuşatılmış
Ne genci, ne yaşlısı, nede kadını
Kalpler karardı, hassasiyet kalmadı
Hani nerede, merhamet ve saygı
Kediye boğdurdular, heybetli aslanı
Sağımız solumuz hep kuşatıldı
Kimileri ulaştı, şan ve şöhrete
Birileri kondu, mal ve servete
Bazıları oturdu, makama mevkiye
Çoğu koşar oldu, nefsinin peşinde
Sağımız solumuz kuşatıldı, birileriyle
Güven yok, dürüstlük yok, samimiyet yok
İşine geldiği gibi, hareket eden çok
Kimi aç iken, geneli yatıyor tok
Beyinleri tahrip etmiş, ucu zehirli ok
Sağımız solumuz kuşatmada, geçiriyoruz şok
Tek Çare Adil Düzen!
Ilımlı İslam ve Katı İslam Projeleri ile İslam Dinini yok etmeye çalışan Siyonistler ve dünyaya Gerçek İslam’ı tanıtan (Erbakan Hocanın kuruculuğunda öncülük ettiği) Hamas!
Bir avuç mü’min, Siyon – Haçlı Birliğini çaresiz bıraktı!
Hamas ve Husi’lere karşı birleşen Siyon – Haçlı Birliği kestaneyi çizdirdi!
Yenilmez zannedilen sözde süper güçler, dünya hakimiyetlerini sürdürmek için dünyayı Armageddon Savaşına doğru sürüklüyor.
Siyonistlerin tahtları sallanırken, işbirlikçilerin kalplerini korku sarmış vaziyette.
Biz düşersek Kudüs, Medine, Mekke düşer diyen münafıkların düşmesiyle birlikte İsrail’in haritadan silinerek Haçlı Birliğinin hizaya sokulması üst üste olacak Allah’ın izniyle.
Evet din istismarcılığı ve sahte dindarlık, insanlara köleliği ve körü körüne teslimiyeti emretmektedir. Taklitçi dinciliğin Can çekişmesi uzadıkça, ruhsuz ve şuursuz dindarlar çoğaldıkça, maddi manevi tahribatlarla vicdanlar ölmektedir.
Bundan sonraki süreçte, sahte dinlerin ve Riyakar Din istismarcısı kesimlerin yok oluşunun büyük Nova patlaması gibi bir anda, enerjisi yüksek tansiyonla ve sonucu tam bir kesinlikle olacağı öngörülmektedir. Devrimci özelliğe sahip tüm peygamberler, insanlığın hafızasında asalet ve onuruyla yaşayıverecek, Ama onların değerini değersizliğe satanlar tarihin çöplüğüne atılıp çürüyeceklerdir. Çok yakında Cennet mekan Abdülhamit han ve Erbakan hocamızın mücadelesini, gömlek çıkaran Dindar kahramanların çıkardıkları gömleğin yerine ne giydiklerini görünce anlayacaksınız. Dövecek diziniz kalmayacak Amma, Adil düzen devrimi mutlaka gerçekleşecektir…… Tek çare, Milli Çözüm ve Adil Düzen programlarıdır.
Evet, Türkiye’de şu son 50 yıl içerisinde sağcılar değişti, solcular değişti, Milli Görüşçü geçinenler değişti, ülkücüler değişti… Şeyhler değişti, mürşitler değişti, müritler değişti, Süleymancılar değişti, Fetullahçılar değişti… Hepsi rüzgârın yönüne ve konjonktürel süreçlere göre dönekleşti, ehlileşti, pardon, demokratikleşti!..
Ahmet Akgül Hocamızın ve Milli Çözümcü arkadaşlarının, bazılarının katılmadığı ve fazla katı saydıkları kanaat ve tavırları belki vardır ve bu doğaldır. Ama tam 40 sene önceki yazdıkları, konuştukları ve kitaplarıyla bugün hâlâ savundukları konular arasında hiçbir çelişki ve tutarsızlık bulunmamaktadır. Çünkü “değişmeyen doğruları” ölçü almışlardır. Bazen, “keşke biraz daha yumuşak ve sivrilikten uzak olsalardı” diye düşünsek de, acaba böyle çelik gibi olmasalardı bu kadar dik kalınır mıydı? diye sormak lazımdı. Herhalde böylesine sert olmaları, netliklerinin ve mertliklerinin bir gereği ve göstergesi sayılmalıydı.
Her türlü ahlaksızlık bataklığında bocalayan Oray Eğin’ler bile AKP iktidarının; ülkemizin ahlak ve maneviyatını ne derecede çökerttiğini (makalemizde ayrıntılı anlatıldığı gibi) itiraf etmekte.
Buna rağmen cemaatlerin, şeyhlerin, ilahiyat profesörlerinin… hala daha AKP iktidarına verdikleri destek, kendilerinin Oray Engin’lerden aşağı olduklarının göstergesidir.
“Siz nasıl olursanız sizin idarecileriniz de öyle olur. (Siz) nasılsanız öyle idare edilirsiniz” (Keşfü’l- Hafa, 2:311)
Haim Nahum Doktrininin ülkemizde işlemesi için siyaset kurumunun alet edildiği, AKP’nin taşeron olarak kullanıldığı açık. Alkış oy, yüz tane medya, 1000 tane satılık yazar eliyle alınırken, ülke ve toplum uçurumdan yuvarlanmakta. Artık çözümleri cesaretle konuşmak lazımdır. Çözüm, tek çare ise “Milli Çözüm ve Adil Düzen” programlarıdır. Sorunların kökten çözüleceğine inanan ve bu yönde projeler hazırlayan Milli Çözümden başkası da yoktu.