Bir toplum kesiminin ana dilini ve mahalli şivesini yasaklamanın; hem dinen, hem vicdanen hem de sosyolojikmen yanlış ve haksız olduğunu, otuz yıldır kitaplarımızda ve konferanslarımızda anlatırız. Kürt kardeşlerimize ve zulme uğrayan her kesimimize samimiyetle sahip çıkarız. Ancak resmi dilin ve eğitimin mutlaka Türkçe yapılması gerektiğini de vurgular ve hatırlatırız
Peki, AKP’nin TRT’de başlattığı Kürtçe ve diğer dil ve lehçelerdeki yayınlarından, niye kuşkulanmaktayız?
Çünkü bu girişim ve gelişmelerin, kendi halkımızın arzu ve ihtiyaçları ve temel insan hakları hesaba katılarak değil, ülkemizi parçalamak ve milli birlik ve dirliğimizi bozmak isteyen dış güçlerin dayatmaları esas alınarak yapılmış olmasından, haklı olarak huzursuzluk duymaktayız. Bunun altında bir şeytanlık yattığı kanaatındayız!
Öyle ya, Kürtçe, Arapça konuştu diye nice masum insanlarımız yıllar boyu bin türlü hakaret ve haksızlıklara uğratılmışken… Bu tür zulüm ve zahmetlerin İslam’a ve insanlığa aykırı olduğunu konuşup yazanlar zindanlara tıkılmış, hatta darağaçlarına asılmışken…
Ve Şırnak’ın dağlarına “Ne mutlu Türküm Diyene!” yazmak ve Türkçeyi bile öğretemediğiniz ve insanca yaşama şartları götüremediğiniz çocuklara, okullarda “Türküm, doğruyum, çalışkanım” sözlerini tekrarlatmak, Kürt kardeşlerimizi inatlaştırmaktan ve PKK’nın kucağına atmaktan başka işe yaramaz!” diyen vatanperver, gerçekçi ve sorumluluk sahibi siyasilerimize yasaklar ve cezalar yağdırılmışken…
Acaba şimdi ne oldu da, dört-beş dilden ve lehçeden resmen yayınlar başladı ve DEP Milletvekilleri serbest bırakıldı?
Bizi hep arkadan hançerlemiş Batının bu yoldaki talimat ve dayatmalarının altında elbette bir art niyet aramaktayız, aramalıyız…
Türkiye’mizin, zengin bir insanın, daha ölüm döşeğinde iken mirasını paylaşmak üzere acele edip sevinen nankör varisleri misali, nasıl paylaşılmak için fırsat kollandığını görmezlikten gelip, ilgisiz kalamayız !..
Sağ olsun, Güler Kömürcü’nün “En iyi parçalanma metodu nedir? Sorusuna ve yanıtına kulak kabartmalıyız:
“Medeniyetler Çatışması” kitabının yazarı Huntington, ‘Who Are We’ (Biz kimiz) adlı yeni kitabında, ABD’deki çok kültürlülük ve çift dilliliğin, ABD ulusal kimliğine zarar verecek hale geldiğini belirterek, özellikle Latin Amerika kökenlilere (hispanik deniliyor bu kişilere) karşı ‘asimilasyon’ politikasının uygulanmasını savundu. Amerika’nın ‘hızla artan hispanik kimliği’ nedeniyle ‘PARÇALANMA’ tehdidi ile karşı karşıya olduğunu belirten Huntington, yeni kitabında ‘hispaniklere karşı Hitlervari yöntemler önerdi. Hunhington, ‘eğer benzer kültürlere (değerler, gelenekler, dinler) sahip halklar ve ülkeler bir araya geliyorsa o zaman değişik kültürlerden olan ülkeler de parçalanma ile karşı karşıyadır’ diyor.
ABD’yi Anglo-Protestan kültür ve inancın bir parçası olarak tanımlayan Hunhington, Amerikalıların yeniden bu değerlere sahip çıkması gerektiğini söylüyor ve Amerika’nın başarısı için eski tarz asimilasyon politikalarının uygulanmasını savunuyor. ABD’deki Harvard Üniversitesi’nden Prof.Jeffrey, D. Sachs Amerika’nın ‘Küresel İmparator’ olma hayalinin 5 faktör nedeniyle yakın bir gelecekte yıkılacağını, en önemli faktörün de ‘değişen nüfus yapısı’ olduğunu, 2050 yılına gelindiğinde ABD nüfusunun % 50’si hispanik (Meksika’n-Amerikan), Afrikan- Amerikan ve Asya kökenlilerden oluşacağını belirterek, ‘Bu da ABD’nin bugünkü yayılmacı ve baskıcı askeri bakış acısını yumuşatacak’ uyarısında bulunuyor.”
Farklı köken ve kimlikten insanların aynı kültür potasında kaynaşmadan “Millet” olamayacağını çok iyi bilen bir ülkeyi parçalamanın yolunun; farklı dilleri resmileştirmekten ve alt kimliklere özerklik vermekten geçtiğini gören Amerikalılar ve Avrupalılar, acaba niye Türkiye’ye bunları dayatıyor ve AKP’nin bu yoldaki gaflet girişimlerini alkışlıyorlar ?!..
Neden, daha şimdiden ikinci adım olarak, mahkemelerde ve devlet dairelerinde Kürtçeyi geçerli kılmaya hazırlanıyorlar ?!..
Ve neden, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde ve Kürtlerin yoğun olduğu yörelerde ilköğretimin de, Kürtçe yapılması gerektiğini tartışmaya açıyorlar ?!..
Ve neden, Batılı dostlarımız ve yerli gavurcuklarımız, “DEP’lilerin bırakılması, Kürtçe yayınların başlaması yetmez !. Hükümet daha kalıcı ve geniş kapsamlı adımlar atmalıdır !” diye tempo tutturuyorlar?
Evet, kimse sormayacak mı bunlar ne yapmak istiyorlar ve Türkiye’yi nereye sürüklüyorlar?
Bekleyin, göreceksiniz, yarın APO için de aynı çağrıları başlatacaklar…
Soruyoruz ve cevabını istiyoruz : Türkiye’de yargı bağımsız ise ve yargıçlar gerçekten tarafsız ise ; şimdi serbest bırakılan DEP’liler on yıldır niye hapishanede tutuluyorlar..?
Eğer bunlar suçlu ise, Batının dayatması ile nasıl bırakılıyorlar?
Türkiye’de yargı gerçekten bağımsız ve tarafsız mı, yoksa Masonik merkezlerin, dış güçlerin ve siyasilerin baskısı altında mı?
Yıllarca, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ezberlettiğiniz “aynı yurtta yaşayan, aynı dili konuşan, aynı tarihi mirası paylaşan ve aynı kültür potasında kaynaşan” şeklindeki “millet”tanımı nerde kaldı?
“Aynı imtihana girip, aynı sorulara aynı yanıtları veren İmam Hatiplilere de aynı puanı verelim” gibi aklen, dinen, vicdanen, siyaseten ve insaniyeten doğru ve gerekli olan bir düzenleme karşısında, kuyruğunun dibine diken batmış gibi huysuzlaşıp böğürenler, ülkemizin dibine dinamitler konulması ve göz göre göre geleceğimizin karartılması karşısında, niye suskunluk orucuna başladı?
9. Haziran CNN Türk’te Mehmet Ali Birand’ın Manşet programına, Ulucanlar Cezaevi önünden katılan DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan: “Kürtçe yayınların başlamasına ve DEP’li milletvekillerinin serbest bırakılmasına rağmen, PKK’nın ateşkesi bozmasını ve yeniden saldırılara başlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna
“6 yıldır PKK’nın barış çabalarına ve ateşkes çağrılarına maalesef olumlu cevaplar verilmemiş gerekli adımlar geciktirilmiştir.
Bu duyarsız tavırlar yerine, daha insancıl yaklaşımlar sergilenseydi, bugün ve gelecekte olabilecek silahlı hareketler ve kanlı sahneler yaşanmayacaktı !” şeklinde açıkça devleti tehdit etme cesaretini gösterirken… Hatta daha ileri giderek:
“Sadece DEP Milletvekillerini değil, şu anda cezaevindeki düşünce suçlularının ve PKK yanlılarının tamamen serbest bırakılması gerekir” diye talimatlar yağdırırken..
- M.Ali Brand’ın: Sn.Bakırhan sizin sadece Türk Askerine değil, PKK’ya da söylemeniz gereken şeyler olmalıdır! Uyarı pasına karşı ise:
“Elbette… PKK’nın da artık, bizim için sevindirici olan bu neticeler ve siyasal alandaki umut verici gelişmeler karşısında daha dikkatli davranması, bir araç olan silahı bir amaç gibi kullanmaması gerekir” yollu, sanki savaş kazanmış muzaffer bir komutan edasıyla barış isteklerini sıralarken.
- Ve yine eski DEP Başkanı Ahmet Türk : “Devlet daha ileri ve güvenilir adımlar atmalı ve eve dönüş yasasından daha kapsamlı bir genel af çıkarmalıdır. Ateşkesin bozulmasından sadece PKK suçlanmamalıdır” biçimimde devlete meydan okurken, Müslüman’ca yaşamak isteyenlere fil kesilen fareler, acaba hangi deliklere saklanmıştı?
DEHAP’lılar Abdullah Gül’le görüşüp, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine katkı sağlayacaklarını söylüyor… Yani, “Türkiye’nin AB’ye alınması: Kürdistan’ın kurulması ve bunun ilk adımı olarak Kürtlere özerklik sağlanmasına bağlıdır” mesajını veriyor. Ve tabi bu kiralık kuklalar, Batılı patronlarının asıl niyetini de yansıtmış oluyor!
DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, hem PKK’ya hem de hükümete aynı mesafede olduklarını söylüyor… PKK’nın sözde liderinden Sn. diye bahsediyor… Leyla Zana Diyarbakır’da, PKK’ya “Ateşkesi 6 ay daha uzatın çağrısı yapıyor… Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir terör örgütüyle aynı kefeye koyuluyor… Böylece Barbar Batının, gaddar teröristlerine, siyasallaşma ve iktidara taşınma yolları açılıyor!
Ve ne kadar üzücü ve düşündürücüdür ki; İmam-Hatip ve başörtüsü gibi konularda yırtıcı kaplan kesilenlerin, ülkemizi parçalanma sürecine sokacak bu talihsiz ve tehlikeli gelişmeler karşısında, kaplumbağa gibi kafalarını kabuklarına çekmeleri de, artık iyice sırıtıyor ve dikkatlerden kaçmıyor!
Bu arada, Kürtçe’nin yanında, Zazaca, Çerkezce gibi dil ve lehçelerde yayın yapılması da, Kürtçe’ye böylesine resmiyet kazandıran girişime karşı oluşacak tepkileri törpülemeye yönelik olduğu açıkça seziliyor….
Yazımızın başında vurguladığımız gibi, biz, dengeli ve disiplinli yayınlara ve düşüncenin suç olmaktan çıkarılmasına asla karşı değiliz…
Biz bu yöndeki taleplerin, ülkemizin bölünmesine bir basamak olarak kullanılmasından endişeliyiz…
Yoksa tarih boyunca bir devlet ve medeniyet dili olamamış ve kendisiyle ilmi ve edebi eserler yazılamamış ve hatta çok farklı lehçeleri arasında bile ortak bir alt yapı sağlanamamış olan “Kürtçe”nin, yöre halkınca serbestçe kullanılmasını, yerel ve bölgesel yayınlar yapılmasını ve bu dilde şarkı ve türküler okunmasını sürekli desteklemişiz.
Çünkü Kürtçe ile Zazaca’nın çok farklı olup birbirlerini anlamadıklarını… Hatta Diyarbakır Kürtçe’si ile Ağrı Kürtçe’sinin bile birbirini tutmadıklarını ve rahat anlaşamadıklarını da bilmekteyiz…
Batı’nın ve onların kışkırtıp kullandıkları PKK’nın, ısrarla istediği, “Şırnak ve civarındaki Kürtçe’yi; bütün Kürtlerin ortak dili yapma” girişimleri de şimdilik askıda kalmıştır.
Çünkü Şırnak Kürtçe’si ile Irak’taki Kürtçe birbirine çok yakındır ve bu girişim Büyük Kürdistan’ı oluşturmanın bir adımıdır.
Talabanilerin dili ise “Sorani”dir ve diğer Kürtlerle anlaşması imkânsız derecede farklıdır.
Ve şunu da belirtelim ki, Kürtçe sadece karşılıklı bir konuşma ve anlaşma dilidir ve kendi aralarında konuşanlar için bir takım özellikleri, güzellikleri ve incelikleri olan bir lisandır. Ama yazılı anlatıma asla müsait bulunmamaktadır. Bazı enstitülerde geliştirilen yapay ve uydurma yazım ve anlatımlar ise, yöre halkı tarafından hem anlaşılmamakta hem de sözlü anlatımdaki orijinalliği kaybolmaktadır..
Sonuç olarak; Avrupalılar, Amerikalılar ve bazı ayarsız aydınlar, AKP’nin bu tür girişimlerini “çok cesurca” bulmakta ve hatta Recep T.Erdoğan’a Yahudi Lobileri “cesaret madalyası” takmaktadır.
Ancak cesaretin kaynağı; ya hidayet ve hakka teslimiyettir veya “cahil cesur olur çünkü başına gelecekten gafil bulunur” atasözünde de anlatıldığı gibi, bazıların cesareti, cehalet ve gafletinden kaynaklanır..
Çünkü yaptıklarının yanına kâr kalacağını sanır…

sanki cumhiriyet oncesi
1800 lerde turkiyedeki turkle herkes ayni dili konusuyormuydu izmir deki turkle yozgattaki turk ayni dili konusuyorlarmiydi neden boyle her seyi carpitiyorsunuz neden yalan konusuyorsunuz hicmi kurana kitabina makmiyorsunuz
sanki cumhiriyet oncesi
1800 lerde turkiyedeki turkle herkes ayni dili konusuyormuydu izmir deki turkle yozgattaki turk ayni dili konusuyorlarmiydi neden boyle her seyi carpitiyorsunuz neden yalan konusuyorsunuz hicmi kurana kitabina makmiyorsunuz