YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
691a20593ec2e
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 3 2
Bugün : 38813
Dün : 47294
Bu ay : 687912
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45091733
IP'niz : 2600:1f28:365:80b0:a49b:717b:be5b:e8c7

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

İnsanlık bir vücuda benzetilirse: Devlet onun bedeni, din ise ruhu konumundadır. Ruhla bedenin, karışması da, ayrışması da; hem zararlıdır, hem imkansızdır.

   İşte bu nedenle "Din"le "Devlet"in karıştırılması yanlıştır. Bu durum her iki kurumu da yıpratacak ve yozlaştıracaktır. "Din"le "Devlet"in çatıştırılması ise daha da yanlıştır ve yıkıcıdır.

   Doğru olan: "Din"le "Devlet"in barışması ve topluma huzur, hizmet ve hürriyet vermek için her birinin kendi şahsında çalışmasıdır.

 

 

   Çünkü Din de, devlet de, insana hizmet için birer araçtır. Evet, amaç insandır. Bunun aksine, Devleti veya dini amaç, insanı ise araç yerine koymak; aklen köleleşmenin, vicdanen körlenmenin ve ahlaken kirlenmenin asıl sebebini oluşturmaktadır.

   Atatürk'ün: "Yurtta sulh, cihanda sulh" vecizesiyle özetlediği ve hedeflediği: hem ülkemizde ve yeryüzünde bereket, bolluk ve barışı sağlamak, hem de insanlığı daha hayırlı ve yararlı bir uygarlık uğrunda yarıştırmak için; din ile devletin bir biriyle uğraşmak yerine uzlaşması, düşman olması ve dışlanması yerine dayanışması şarttır.

   Modernleşme ile Medenileşmenin Farkı:

   Söz buraya gelmişken, modernleşme ile medenileşmenin farkını da ortaya koymamız lazımdır.

    Bir Avustralya yerlisine, bir Eskimo ailesine veya bir Afrika kabilesine, takım elbise ve kıravat giydirmek, çatal bıçakla masada yemesini, cep telefonu, bilgisayar ve araba kullanmasını öğretmek kolaydır ve uzun zaman almayacaktır. Böylece kısa bir sürede ve az bir emekle modernleşmiş olacaktır.

   Ama Newyork'ta, Londra'da veya İstanbul'da yaşayan ve teknolojinin bütün imkanlarından yararlanan sosyete tabakasına; Adil ve asil davranmak, insan haklarına ve hukuka saygılı olmak, hak ederek ve helal kazanmak, herkese ve her şeye şefkat ve merhamet duymak, barışçı ve bağışlayıcı bulunmak, farklılıklara hoş görü ve faziletle yaklaşmak, yalandan ve riyadan uzak samimi ve seviyeli yaşamak, akılcı, yapıcı ve yararlı bir tavır takınmak gibi; Medeni ahlak ve anlayışı öğretmenin ve özümsetmenin zorluğu ise ortadadır.

   Üstelik çeşitli ihtiyaçların kolay ve doğal yoldan karşılanabildiği, yıl boyu sıcak tropikal iklim kuşağındaki kavim ve kabilelerde fazla gerek duyulmadığından, maddi uygarlık ve modernitenin haliyle gelişmediği; ama buralarda yaşayan kimselerin ormanlar ve hayvanlarla münasebetlerinde, birbirlerine ve başkalarına karşı safiyet ve samimiyetlerinde, daha insancıl ve insaflı davrandıkları bir hakikattir. Yani; imani, insani ve ahlaki değerlerden yoksun bir uygarlık, modern bir barbarlıktır.

   Ulus ve Millet:  

   Medenileşememiş modern Batı felsefenin "ulus" kavramı, bizim "Millet" anlayışımızın aynısı değil, karşıtıdır. Ulusçuluk: Irk üstünlüğüne ve köken asabiyetine dayanan şoven bir yaklaşımdır. Başkalarına karşı muhabbet yerine nefret esaslıdır. Millet ise, Milli ve Manevi dinamikler ve insani değerler üzerinde kucaklaşıp kaynaşan; şefkat ve şefaatı (herkese acımayı ve yardımına koşmayı) esas alan sağlam bir yapıdır. Ulusçuluk diye Irkçılık güdenler, sanayi ve teknolojide ilerlemiş ve modernleşmiş de olsalar, henüz "kavmiyet" ten kurtulup "Millet mertebesine ulaşmamıştır. Daha da acısı, kafatasçı "ulusçuluk", Siyonist ve emperyalist güçlerin, diğer milletleri ve devletleri parçalamak için kullandıkları ve kışkırttıkları şeytani bir hegemonya aracıdır.Hatta bu maksatla farklı kavimler için ayrı ayrı tarih kitapları ve kahramanlık destanları bile uydurmuşlardır.

Savaş ve Barış:

Millet kavramında, "Yurtta ve dünyada barış" amaçtır. Savaş ise gerektiğinde kendini savunmak, hak ve adaleti sağlamak için bir araçtır.

   Hitler gibi ırkçı ve kafatasçı ulusçuluk anlayışında ve Darwinci yaklaşımda ise savaş amaç, barış araçtır.

   İşte Osmanlı, özellikle kuruluş ve yükseliş dönemlerinde:  Millet Medeniyetinin, barış ve bereketin modeli ve merkezi iken, ırkçılık düşünceleriyle yıpratılmış ve yıkılmıştır.

   İslam, "silm" kökünden barış anlamındadır. Selam vermek bir barış mesajıdır. Cihad ise "silm" i yani barış ve adalet düzenini kurmak ve korumak için var gücüyle çalışmaktır. Batılı anlamdaki savaş ve saldırı ile "cihad" biri birinden oldukça farklıdır.

   Irkçılık (kavmiyet) ve savaş; mutlaka bir düşmanı gerekli kılmaktadır. Eğer yoksa, peydahlanacaktır. Çünkü bunların düşmansız yaşaması imkansızdır.

   İşte geçen ay İstanbul Çırağan sarayında kuruluş yıldönümü kutlanan D-8 toplantısında: ülkemize, bölgemize ve bütün yer yüzüne, özlenen barış ve bereketin nasıl getirileceği konuşulurken, İskoçyada toplanan G-8 liderleri "ürettikleri son sistem silahların hangi ülkelere, kimler tarafından satılacağı ve bu sömürme ve sindirme düzenlerine boyun eğmeyen hangi ülkelere nasıl saldırılacağı" tartışılmıştır. Bu silahlanmaya harcadıklarının yüzde biri ile bütün acil sorunları aşılabilecek olan Afrikadaki fakir ülkelerin borçlarını ertelemek veya silmek gibi göstermelik merhamet mesajları ise, asıl gizli ve kirli hesaplarına bir kadife kılıf yapılmıştır.

   Ve daha on yıl önce, Bosna-Srebreniça'da, Hollanda askerlerince, sizi biz koruyacağız diye bütün silahları toplanan suçsuz ve savunmasız Müslümanların üzerine, hem de BM'nin sözde Barış Gücünün göz yummasıyla saldıran Sırpların, çocuk, kadın, yaşlı demeden on bin kişiyi katletmeleri, Batının bu çifte standardının ve İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif'in ifadesiyle "tek dişi kalmış canavar"lığının, hala kanı kurumamış bir kanıtıdır.

    Aklın ve Ahlakın Yozlaşması:

   Hz. Ademden beri bütün Hak dinlerin ortak adı olan İslam, vahdet ve muhabbeti (Birlik ve sevgiyi) esas alırken ve insanlara; Hikmet, hürriyet, hakkaniyet ve haysiyet kazandırıp, yeryüzünde Allah'a hilafet makamına çıkarmayı amaçlarken; maalesef, ya devletin veya "dini elit"lerin elinde, "sert"leştirilmek ve "layt" laştırılmak şeklinde yozlaştırılıp, bir istismar ve suistimal aracı olarak kullanıldığında, fazilet yerine rezalet doğurmaktadır.

   Bu ifrat ve tefrit sonucu; Ya pinti, pısırık ve pejmürde sürüler veya katı, kavgacı ve karanlık kafalı tipler ortaya çıkmaktadır.

   Bunun gibi baskıcı ve basmakalıpçı devlet düzenlerinde, düşünce özgürlüğü kısıtlandığından, akıl ve idrak de kısırlaşmakta, ahlak ise;

  • a- Ya yozlaşıp, insanlar hayasızlaşmakta
  • b- Veya yobazlaşıp riyakarlaşmaktadır.

Hatta böyle ortamlarda ahlak aynen "lastikli kanunlar" gibi "güçlülerin delip geçtiği, zayıf kimselerin takılıp ezildiği bir örümcek ağı" konumundadır.

Güçlü olanların trilyonları soyması iş bilirlik, zayıfların üç beş bin çalması hırsızlıktır.

Üst tabakanın her gece bir başkasının koynunda gecelemesi flört, ama aşağıdan bir gafilin gayrı meşru ilişkisi zinadır.

Velhasıl pek çok şey, zenginlere mübah, fakirlere günahtır.

Güçlüler yapınca göz açıklıktır, ayak kaymasıdır zayıflar yapınca ayıptır, arsızlıktır.

Kısaca: Edep, hürmet, hizmet, ibadet, istikamet gibi şeyler sanki sadece zayıfların ahlakıdır ve onlara lazımdır… Ve bu durum güçlülerinde işini kolaylaştırmaktadır.

Ve tabi böylece: "Her toplum layık olduğu idareyi bulmaktadır." (Hadis) ve

"Kesinlikle Allah; kendi nefislerinde olanı (akli ve ahlaki tavırlarını) değiştirmedikçe bir toplulukta (yürürlükte) olanı değiştirip (kaldırmayacaktır)"[1]

Tanrı Devlet:

Bu yozlaşma sonucu; Halkın ortak iradesi ve rızasına dayanan ittifakıyla kurulan "örgütlü hizmetkarı" olması gereken devlet, imtiyazlı ve istismarcı sınıfların elinde "hükümdar"laşır. Hatta: halkı kulları kabul ederek tanrılaşır ve kutsallaşır.

Daha da beteri:

Devlet; Dünyaya hakim ve zalim güçlerin, o ülkeyi sömürme mekanizmasına…

Hükümet: Uzaktan kumandalı sömürge tahsildarlarına.

Ordu ve polis: Demokrat köleler yapılan halkı hizaya getirme ve sindirme jandarmasına.

Din ise; toplumu uyutma ve avutma vasıtasına döndürülmektedir.

Böylece, aslında Allah'ın halifesi yani, yeryüzündeki temsilcisi ve cüz-i iradesi makamına müsait; özgür ve özgün yaratılan insan, şeytani düzenlerin ve tanrı Devletlerin kölesi ve esiri durumuna düşürülmektedir.

Kurtuluş Çaresi:

Her toplumun sosyal yapısı ile, siyasal yapısı birbirlerini birinci derecede etkilemektedir… Sosyal yapının en önemli faktörü ise "inanç sistemi"dir. Çünkü insanların fikir dünyası ve bunun neticesi olan fiili davranışları onların dini inançlarına ve dünyevi ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir.

Bu nedenle; Bozuk bir sistemi, barbar bir düzeni, kısaca olumsuz siyaseti düzeltmenin ilk şartı; halkın inancını ve ahlakını güçlendirmektir. Yani gerçek İslamı öğretmektir. İslamı dışlayarak, hatta düşmanlık yaparak, girişilecek bütün kurtuluş hareketleri:

  • a- Ya halkın usandığı ve isyana hazırlandığı mevcut düzeni, başka bir kılıf altında devam ettirme hilesidir. Sonunda sadece, zulüm ve sömürü arabasının atları değiştirilecektir
  • b- Veya sonu hüsranla bitecek bir macera ve hayalperestliktir.

Çünkü: Allah'a iman duygusuna, ahiret ve hesap kaygısına ve insani şuur ve sorumluluğuna sahip olmayan kimseler:

1-İnkar: Maneviyatı, mizanı ve başkalarının haklarını reddetme

2-İmtiyaz: Kendisini, ailesini ve kabilesini seçkin ve ayrıcalıklı görme

3-İnhisar: Her türlü zenginliği, fazileti ve hükmetmeyi kendi tekellerinde zannetme

4-İstismar: Dini, devleti ve düzeni şahsi heves ve hedefleri için sömürme

5-İstikbar: Ellerine geçirdikleri bu imtiyaz, inhisar ve istismar nedeniyle böbürlenip kibirlenme…

6-Veya, İstihkar: Hakaret görmeye, sömürülmeye ve ezilmeye rıza gösterme gibi olumsuz ve onursuz düşüncelere kolayca kapılıvermektedir.

Türkiye'mizi kuşatan ve geleceğimizi karartan ve büyük batı emperyalizminin (ABD ve AB) kıskacından; ve "aşırı" yada "ılımlı" diye adlandırılan din istismarcısı ve dış güçlerin kuklası kesimlerin irticasından kurtarmaya çalışan bazı kimselerin;

Hala; İslamı bir tehlike, Müslümanları ise tehdit unsuru görmeleri ve yine, imani ve Kur'ani gelişmelerden huzursuzluk hissetmeleri:

-Ya stratejik bir cehaletin veya trajik bir gafletin alametidir.

Mustafa Kemal de, asla İslam Diniyle değil köhneleşmiş bazı müesseselerle, beraber, istismarcı ve irticacı bir zihniyete karşı mücadele vermiş ve bunları tasfiye etmiştir.

Bu amaçla, tekke ve zaviyelere yasak getirilmiş ama İslamın asıl kurumları olan camilere ilişmemiştir. İslamın iki temel kaynağı olan Kur'anı kerimi ve Buhari Hadislerini, hem de en emin ve ehil alimlere Türkçeye tercüme ettirmiştir.

Hz. Muhammed'in En büyük Devrimi:

Hz. Muhammed, dini, siyasi, ekonomik ve sosyal; her türlü kölelik ve kötülüğün kökünü kurutmak ve her konuda saygınlığın ve özgürlüğün yolunu açmak için mücadele etmiş ve iki büyük devrim gerçekleştirmiştir.

  • 1- Tebliğ ve tatbik ettiği İslam, Hukukta "akıl ve ictihad" sistemini
  • 2- Hükümette ise "cumhuriyet" sürecini getirmiştir.

Konunun başına dönersek: Din ile devlet birbirlerinin tezadı (karşıtı) değil, tamamlayıcısı yerindedir. Vücutla ruh gibidir.

Ancak, dinin siyasete alet edilmesi de, devletin dine müdahalesi de tehlikelidir ve tahrip edicidir.

Yani: "Teolojinin politikası" da, "politikanın teolojisi" de zarar vericidir.

Teolojinin Jeopolitiki: Din istismarcısı ve ilahiyat inhisarcısı kesimlerin devleti ve siyaseti ele geçirip yönlendirmesidir… Ki bu durum Teokrasi demektir.

Jeopolitikin Teolojisi: Despotik veya sözde demokratik devletlerin ve "imtiyazlı devletli" lerin; dini kendi keyiflerine göre tahrif ve tağyir etmeleri (bozup değiştirmeleri); ziyadeleştirip eksiltmeleri ve bu dejenere edilmiş dini demon-krasi (şeytan idaresi) denebilecek düzenlerini meşrulaştırma aracı haline getirmeleridir… Ki bu uygulamalar da "laçka laiklik" şeklinde yürütülmektedir.

Bu durumlarda artık "devlet", kolektif aklın örgütlenmiş aygıtı ve halkın huzur ve hürriyet hizmetkarı olmadığı gibi, "Din" de Allah'ın adalet proğramı ve ahlak kuralları değildir.

Zalim Devlet ve Hükümet başkanları; firavun

Sömürücü sermaye baronları; Karun

Hain bakan ve bürokratlar; Haman

Sahte ve samimiyetsiz din adamları: Bel'am

Kiralık bilim erbabı, üniversite hocaları ve medya yorumcuları ise; Sihirbazlar hükmündedir.

AB süreci, din ve devletin birlikte tahribidir:

AB, bağımsız bir proje değil, küreselleşmenin, yani Siyonist sermaye hakimiyetinin bir temelidir.

Son zamanlarda gözlenen eylemleri değerlendirenler iki kategoriye ayrılıyor. Bir kısmı olayların bölücülük ya da gericilik gibi iç nedenlerden kaynaklandığını düşünürken önemli bir bölümü de AB üyeliğini engellemek isteyenlerin olayları tahrik ettiğini söylüyor. Onlara göre 1-Siyasi istikrarın sağlanamadığı görüntüsü, 2-Bir iç çatışma ihtimalinin söz konusu olması 3-Ya da dine dayanan rejim taraftarlarının etkinliği AB üyelerini olumsuz bir tavır almaya zorlayacaktır. Bu nedenle gerçekte amaçları AB üyeliğini engellemek olanlar, bu sanal tehlikeleri varmış gibi göstermek için tahriklerde bulunmaktadır. Eğer bu gerekçe geçerli olsaydı söz konusu tahriklerin müzakere tarihinin tespitinden önce yapılması daha anlamlı olurdu. Zamanlamanın önemli olmadığını düşünürsek bu tahriklerin AB üyeliğini önlemeye yönelik olduğunu kabul edebilir miyiz?

Önce bu tartışmaların: Türkiye'nin AB üyeliği ile mi sınırlı, yoksa daha geniş bir çerçevede AB'nin geleceği konusunda mı olduğuna karar vermek gerekir.

Türkiye'nin AB üyeliğini savunanların profili, konuyu daha anlaşılır hale getirmekte faydalı olabilir. Bu amaç için uğraşan etkin çevreler, AB üyeliğini, daha geniş bir projenin parçası olarak algılamaktadır. Bunların genel özelliği küresel bir dünya perspektifine sahip olması ve AB üyeliğini bu projenin bir alt başlığı olarak düşünmeleridir. Onlar, diğer büyük güçler yanında, ekonomik, askeri ve siyasi açıdan farklılaşmış, bağımsız bir Avrupa düşlememektedir. Asıl amaçları küreselleşmedir ve AB'nin bunun güçlü bir parçası olmasıdır. Türkiye'deki AB yandaşlarının ilişkileri, değer yargıları, kısaca dünyaya bakışları bağımsız ve güçlü bir Avrupa yaratma amacına uzak durmaktadır. Zaten ekonomik ve siyasi alanlarda sınırsız liberalleşme, kendi içinde kapalı bir AB fikriyle bağdaşmaz.

Başlangıçta ABD ve SSCB etrafındaki kümelenmeye alternatif olarak düşünülen birleşik Avrupa fikri, zamanla aşınmış ve Avrupa küreselleşme yandaşlarının etkin olduğu bir alana dönüşmüştür. Geçmişte Türkiye'nin üyeliği bir zaman ya da uyum sağlama sorunu olarak görülürken şimdilerde birliğin vasfını belirleyen bir etken haline gelmiştir. Türkiye AB üyesi olursa küresel gücün kontrolüne girebilir endişesi asıl itiraz nedeni haline gelmiştir.

Şu soru cevaplandırılmadan meselenin anlaşılması mümkün değildir: Eğer Türkiye'nin sorunu yeteri kadar demokratik olmaması, ekonomik durumu, kültürel farklılık ise neden İngiltere bu konuda hoşgörülü davranmakta, Fransa sert bir muhalefet sergilemektedir? İngiltere bu konularda bize daha çok mu benzemektedir? Durumu bu sebeplerle açıklayamayız ama İngiltere'nin küreselcilerin en önemli üssü olduğunu, Türkiye'nin katılmasıyla AB'deki egemenliğin bunların eline geçeceğini ve bu nedenle merkez bloğunu oluşturan Almanya ve Fransa'nın direndiğini söyleyebiliriz.

Türkiye'nin üye olup olmaması AB'nin vasfını belirleyecek bir etkendir ve bu durum Türkiye'nin özünden değil yönetime egemen olan güçlerin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Üstelik bu nitelik ideolojik değildir. İslamcı kanatla liberaller arasındaki dayanışma, tüm politikalardaki özdeşliğe yakın benzeşme ancak hedeflerdeki aynılıkla izah edilebilir.

Bu nedenle okuduğumuz kitabın adı AB değildir. AB, bu kitabın içindeki bir alt başlıktır. Asıl sorun dünyanın yeniden nasıl şekilleneceği, dengenin nasıl kurulacağıdır. Çatışmanın bir yerinde AB üyeliğinin olması, bu çatışmanın AB için yapıldığı anlamını taşımaz ve bununla sınırlı kalmaz. Irk çatışması, ülkenin bölünmesi daha geniş bir projenin araçları ve bütünün parçalarıdır.

Eğer olayları bu alt başlıklarla açıklarsak yanlış yapmış olmayız ama bütünü göremediğimiz için doğru politikalar üretemeyiz. Tarif edilen şey filin kulağından ibarettir. Kulak filin bir parçasıdır ama kendisi değildir.[2]

 


[1] Rad Suresi Ayet:11

[2] Star / 11.09.2005 / Mahir Kaynak

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

AHMET AKGÜL KİMDİR?

INTRODUCTION OF USTADH AHMET AKGÜL

رسالة تعريفية لمعلمنا أحمد أكجول

قبل مؤتمر النظام العادل في جامعة قيرغيزستان أراباييف، والذي حضرناه، قدم أحد المحاضرين أستاذنا أحمد أكجول على النحو التالي: أحمد أكجول موجود في تركيا؛ إنه عالم ومثقف نادر جدًا يجمع بين المبادئ الإسلامية والمتطلبات الإنسانية، وفكر أتاتورك في التغيير والقومية الإيجابية والتوازن الاجتماعي. ألف حوالي 100 كتاب، بعضها في 3 مجلدات، وجميعها أعمال فريدة وأصيلة. 10 من الكتب؛ تمت ترجمته إلى الإنجليزية والروسية واليابانية والفارسية والفرنسية والعربية. البروفيسور الراحل، أحد رؤساء وزراء تركيا الأسطوريين. دكتور. ويعتبر من أكثر الطلاب المميزين وأتباع نجم الدين أربكان.
لقد حضر المؤتمرات العلمية في جميع أنحاء تركيا وأوروبا والجغرافيا الإسلامية منذ ما يقرب من 40 عامًا. إنه رجل حكيم تنبأ وشرح التطورات المهمة في تركيا ومنطقته والعالم قبل عقود، وتعرض للعديد من المشاكل والهجمات لهذا السبب، لكنه كان دائما على حق في النهاية. وهو رئيس تحرير مجلة الحل الوطني، التي يتابعها عن كثب كبار البيروقراطيين العسكريين والمدنيين، وأساتذة الجامعات، والكتاب والمعلقين المهمين، ومسؤولي الدولة في تركيا. ضد الأنظمة الرأسمالية والاشتراكية والليبرالية في العالم؛ فهو يحتوي على الجوانب الجيدة والمفيدة لجميعها، لكنه يترك الجوانب السيئة والضارة؛ سيدنا، الذي أعد ودافع عن برامج النظام العادل الأصلية القائمة على العقل والعلم والتاريخ والضمير والقرآن، يبلغ من العمر 74 عامًا وأب لخمسة أطفال. لا يتقاضى إتاوات أبدًا عن أي من كتبه أو مجلاته أو مقالاته أو مؤتمراته، ويعيش حياة متواضعة بعيدًا عن الترف والراحة، ويغطي نفقات كل ذلك بحوالي 40 من الرفاق المتطوعين والمخلصين في سبيل الله. المعلم الذي يدافع عن "حرمة التبشير بالعلم" وبالتالي لا يدين بالشكر لأي مركز أو حكومة. باستثناء ما يقرب من 105 من أعمال أستاذنا، حتى الأحزاب والحكومات تظل غير مبالية؛ الدين والأخلاق في المرحلة الابتدائية: 4-5، المرحلة المتوسطة: 1-2-3، المرحلة الثانوية: 1-2-3-4 والجامعة: 1-2-3، وفقاً للحقائق العلمية وجوهر الإسلام. ولكن بغض النظر عن أي طائفة، فقد أعد كتب العلم. خلال أحاديثهم المميزة جداً، كتلاميذه ومتابعيه المخلصين: "كيف أعددتم هذه (100) كتاباً يزيد عن مائة، كيف رتبتم وقتكم؟" أجاب أستاذنا أحمد أكجول على أسئلتنا كالتالي، ليكون قدوة وتشجيعًا لنا:



1- منذ ما يقرب من 60 عامًا، باستثناء الأمراض الخطيرة والصعوبات الكبيرة؛ ولم أؤجل عمل اليوم إلى الغد، كما أنني لم أحاول تأجيل عمل الصباح إلى الظهر أو عمل الظهر إلى المساء. لأنه لا ينبغي لي أن أضيع رأس مال حياتي المحدود في مساعي فارغة ومجانية يسميها القرآن الإلغاء ويحرمها

 

2- حتى لو كان شخصًا لديه معرفة وخبرة في موضوع ما، حتى لو كان أصغر منا كثيرًا... حتى لو كان شخصًا عاديًا وبسيطًا، فأنا لا أشعر بالإهانة أبدًا عند الاستماع إليه أو تعلم شيء ما، لأن أكبر عائق أمام التعلم والحصول على العلم هو الكبرياء والكبر

-3ما حصلنا عليه؛ حاولت أن أقرأ وأفهم كتابات وكتب الجميع، محليًا أو أجنبيًا، يساريًا أو يمينيًا، أعرفه أو لا أعرفه، أحبه أو أكرهه.
4- كنت أسجل المعلومات التي تعلمتها وأجد أهميتها منها أو مما سمعته في البرامج والمؤتمرات التليفزيونية، ولم أتردد قط في كتابتها ونقلها بذكر أصحابها
5- من خلال الوقوع في الرغبات والاعتراضات التعسفية من أقرب أقاربي ورفاقي وأعضاء الحزب وذوي المناصب ذات النفوذ والكفاءة... أو من منطلق حرصي على راحتي ومصالحي الشخصية، لم أخفي أبدًا الحقيقة التي قالها لي يجدها العقل والضمير نافعة ومفيدة، ولم أصعب فهمها بتغليفها بأغلفة مختلفة
6- كل الأشخاص الذين التقينا بهم في أي مناسبة وأصبحنا قريبين بما يكفي لتناول كوب من الشاي أو السفر لمدة ساعة على متن الطائرة؛ حاولت مساعدتهم على اكتساب وزيادة وعيهم الأخلاقي والضميري وكرامتهم، وخاصة سلامهم الروحي والعالمي. بمعنى آخر، كنت أهدف إلى أن أكون مفيداً له، وليس أن أستفيد من منصبه وفرصه ومجاملاته.
7- ولعل ذلك يعتبر ثمرة ومعجزة للأهداف والجهود المخلصة... وطبعا بفضل الله تعالى وفضله لا بد من قراءة كتاب ما يقارب 700 صفحة بسرعة في ساعة أو ساعتين. وتهنئة هذا الكتاب وانتقاده عمدا، والحمد لله أن إنتاج ملاحظات من 10 صفحات أصبح أسهل بالنسبة لنا.
أطيب التحيات…

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...