YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69182f8de85c8
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 2 6
Bugün : 10340
Dün : 37133
Bu ay : 612145
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45015966
IP'niz : 216.73.216.10

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

CHP'nin şeflik dönemi özentisi ve İslam alerjisi!

ABD ve AB'ye teslimiyetçiliğe karşı çıkışlarıyla bizleri umutlandıran Baykal CHP'si, AKP iktidarını ve din istismarcılarını bahane ederek İslam'a sataşmayı ve dindarlığı gericilik saymayı bir türlü bırakamadı.

 

Dine ve dindarlara karşı politikasını her zeminde ortaya koyan ana muhalefet CHP, AKP iktidarını eleştirmek için hazırladığı kitapçıkta İslâm'a, Müslümanlara, Kuran-ı Kerim'e ve başörtüsüne saldırdı. CHP Kadın kolları tarafından hazırlanan kitapta Kuran okuyan çocuk fotoğraflarına yer verilerek çağdışı ve gerici eğitim suçlamasında bulunuldu. Kitabın içeriğindeki örnekler ise, CHP'nin İslâm'a ve dindarlara karşı olan saygısızlığını bir kez daha gözler önüne seriyordu.

CHP Kadın Kolları tarafından hazırlanan ‘AKP'nin yüz karası' isimli 192 sayfalık kitap, iktidarın icraatlarını eleştirmekten çok İslâm'a ve Müslümanlara yönelik hakaretleri ile dikkat çekiyor. Deniz Baykal'ın önsözünü yazdığı kitapta, eğitim sisteminin dinselleştirildiği ve çocukların çağdışı bir ideolojiye teslim edildiği belirtilerek, basında çıkan ve doğruluğu tartışmalı olan bazı asılsız haberlere, bildirilere ve bilgilere yer veriliyordu.

Kitapta ‘Kutlu Doğum Haftası Kutlamaları' bile irticai faaliyet olarak değerlendirilirken, bu tür programlarla yalan yanlış bilgi ve dogmaların topluma taşındığı ileri sürüldü. Kitapta, dijital fotoğraf makinası, altın, bilgisayar gibi ödüllerle genç beyinlerin satın alınmaya çalışıldığını savunuldu.

Diyanet işleri Başkanlığı'na bağlı faaliyet gösteren 5 bin Kuran Kursu'na bin tane daha eklenmesi irticanın artması olarak gösterilirken, kitabın 49. sayfasında bulunan ve camide bir kız çocuğunun Kuranı Kerim okurken gösteren fotoğrafı CHP'nin irticadan nasıl bir anlam çıkardığını ortaya koydu.

‘Kadını hedef alan irtica adımları' başlıklı bölümde ise, bazı belediyelerin dağıttığı kitapçıklardaki örtünme ve dini kurallara atıf yapıldıktan sonra, başörtüsü ve kadınların yaşadıkları insan hakları ihlallerine irticai faaliyet damgası vuruldu. İslâm'ın kadın ve örtünmeye ilişkin hükümleri küçümsenen kitapta, bazı ülkelerde "İslâmi kurallar" kılıfıyla diye yapılan yanlış uygulamalar ise hakaret amacıyla sayfalara taşınıyordu.

"İslâmi hukuk kurallarının egemen olduğu ülkelerin yasalarında ve uygulamalarında yoğun bir ayrımcılığın söz konusu olduğu" belirtilen kitabın 104. sayfasında kadınlara ‘recm, kırbaçlama, el-ayak, kol-bacak kesme, dövme, taşlama' gibi bedeni cezaların uygulandığı" uyduruluyordu.

İşte CHP kitabında, hepsi uydurma ve iftira olan ve İslâm ülkelerinde uygulandığı iddia edilen, kadına yönelik cezalardan bazı örnekler:

  • Kadınların dans etmesi yasakmış. (Oysa kadınların edep ve hürmet ölçüleri içinde eğlenip oynaması değil, başkalarının kucağında şehvetle kıvrıp oynaşması yakışıksızdır)
  • Evlenecek olan kadın nikah masasına oturamaz, onu babası temsil eder, imza atarmış…
  • Koca, kadının hayat hakkı konusunda söz sahibidir, gerekirse öldürebilir hakkıdır ve cezalandırılamazmış…
  • Sakinleştirici ilaçların kadına verilmesi yasakmış…
  • Birçok ülkede İslâmi örtünme kurallarına uymayan kadınlar gözdağı vermek için öldürülmesi yaygınmış…
  • Hicaba uygun giyinmeyen kadınların yüzlerine ve bacaklarına kezzap atılmasına sıkça rastlanırmış…
  • Bir erkek doktor, bakması yasak olduğu için kadını ancak aynadaki aksi üzerinden muayene yaparmış…
  • Kadın uygun burkayı giymemesi halinde taşlanırmış…
  • Kitapta, "bu örneklerin Türkiye'nin hangi tehlike ile karşı karşıya bulunduğunun iyi anlaşılması için verildiği" vurgulanmış.
  • Kitapta türban da, ‘kara leke' olarak adlandırılırken, türbanın rüşvet ve baskı unsuru olarak kullanıldığı da iddia edilmiş. Kitapta, "Sosyal ve kamusal alanlardaki türban baskısı, kimi zaman rüşvet, kimi zaman tehdit oldu; nefreti, korkuyu, paniği doğurdu" ifadesine yer verilirken, başörtüsüne yönelik hak arama eylemleri ise radikal grupların ‘sosyal baskı şovu' olarak nitelendirilmiş…[1]

İşte müzmin ve müfteri CHP klasiği…

 Acaba CHP, bazı milli ve dini tavırlarından olayı kendisini affettirmek ve dış güçlerin gözüne girmek için mi böyle talihsiz bir yola girmekteydi?

Yoksa, Atatürk'ten sonra; dinimizi de, devrimlerimizi de yozlaştıran İsmet İnönü'nün şeflik despotizmine mi  heveslenilmekteydi?

Kanaltürk gecesindeki masaları kim düzenlemişti?

Aydınlık'ın haberine göre: Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 05 Aralık'ta iktidar partisinden kimsenin çağrılmadığı Kanaltürk TV'nin yeni yayın dönemi resepsiyonuna katılmıştı. Sezer ve eşi Semra Hanım'ın 4 saat 10 dakika süren programın sonuna kadar kalmıştı.

Medya dünyasında bu geceyle ilgili ilginç bir not var. Kanaltürk yöneticileri, gece öncesinde masalara numaralar verdi ve kimin kiminle oturacağını belirledi. Bu numaralamada dikkati şu isimlerin yan yana oturması çekti: CHP Genel Başkan Yardımcısı Eşref Erdem- MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şandır, CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek- MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural, CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Oyan- MHP Genel Başkan Yardımcısı Cihan Paçacı.

Usta bir gazeteci şu değerlendirmeyi yapmıştı: Atlantik ötesinde arzu edilen iktidar alternatifinin masalardaki görüntüsü böyleydi.

Derken Deniz Baykal, Wilson ile 2 saat baş başa niye gizli görüşmekteydi?

Bir tarafta ana muhalefet partisi lideri, diğer tarafta yabancı bir ülkenin büyükelçisi, hem de Türkiye'de o ülkeye karşıtlığın yüzde 90'lara ulaştığının her tarafta konuşulduğu zamanda, iki saat baş başa ne görüşür?

Partinin Genel Başkan Yardımcısı'nın, ilgili organlarının görüşmenin içeriğinden haberi yok! Gazeteciler, bu uzun görüşmenin ayrıntılarına ulaşmaya çalışıyor, partinin yetkililerini arıyor. Cevap dikkat çekici: "Haberimiz yok! Çünkü görüşme baş başa yapıldı. Sorup öğreneceğiz"

"Muhtemel Değişiklik"

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 6 Aralık'ta ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson ile partisinin genel merkezinde 2 saate yakın görüştü. Görüşme Avrupa Birliği, Irak ve iç siyasette çalkantılı bir döneme girildiği zamanda yapılması bakımından dikkat çekti. Wilson, Baykal'dan önce Mehmet Ağar ve ‘Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'le görüşmüştü.

Baykal görüşmenin içeriğiyle ilgili şu dikkat çekici yanıtı verdi:

"Türkiye'nin kendi içinde kritik gelişmeler belki de muhtemel değişmeler yaşanacakken, dünyada bizi ve hiç kuşkusuz ABD'yi yakından ilgilendiren çok önemli gelişmeler söz konusuyken bir ana muhalefet partisi lideriyle Amerikan Büyükelçisi'nin kapsamlı, ayrıntılı bir görüşme yapmasını çok doğal görmek lazım".

Baykal'ın, "Türkiye'nin kendi içinde kritik gelişmeler ve belki de muhtemel değişiklikler yaşanacakken" ifadesine dikkat!

Demek ki Baykal'a göre, Türkiye'nin iç meselelerini Amerikan Büyükelçisi ile konuşmak "doğal"!

Onur Öymen: Wilson Soru Sormuş

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen ilk önce: Baykal ile Wilson'un ne konuştuklarını bilmediğini ifade ederek, "baş başa görüştüler" şeklinde yanıt vermişti.

Öymen, görüşmenin içeriğiyle ilgili bir gün sonra Aydınlık'a bu kez şu yanıtı verdi:

"Amerikalıların son dönemde CHP'ye büyük ilgileri var. Umarım bu ilgi AB tarafından da gösterilir. Darısı onların başına. Sayın Genel Başkan Amerikan sefiri ile çok yararlı bir görüşme yaptığını söyledi. Ortadoğu, Irak, AB süreci görüşülmüş. Görüşme baş başa yapıldı. Wilson daha çok soru sorup CHP'nin hangi konuda ne düşündüğünü kapsamlı şekilde öğrenmek istemiş. Kapsamlı bir dış politika görüşmesi yapılmış. Wilson, öğrenmek istemiş."

Sn. Doğu Perinçek önemli bir noktaya dikkat çekmekteydi:

"Baykal ile ABD arasındaki sır" neydi?

"CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 6 Aralık 2006 Perşembe günü ABD Büyükelçisi Ross Wilson ile Hürriyetin yazdığına göre iki saat kadar görüştü. Olabilir, siyasal partilerin genel başkanları yabancı devlet adamlarıyla ve büyükelçilerle elbette görüşebilirler. Ancak görüşmenin yalnız yapılması ve konu başlıkları işin niteliğini değiştiriyor. CHP'de Onur Öymen gibi, Şükrü Elekdağ gibi Türkiye-ABD ilişkilerini iyi bilen genel başkan yardımcıları vardır. Bu görüşmede Baykal'a yardımcı olacak başka genel merkez yöneticileri de bulunmaktadır. Deniz Baykal, CHP yöneticilerinin görüşmede bulunmasını istememiştir.

Baş Başa Görüşmenin Mantığı

Siyasette baş başa yapılan bütün görüşmeler, bir sır içerir. Veya şöyle de söylenebilir: Eğer bir görüşme bir sır içerecekse, üçüncü bir kimse alınmaz. Deniz Baykal, ABD Büyükelçisi ile tek başına görüşüyor. Yanında danışacağı, görüşüne başvuracağı veya söylenenleri tutanağa alacak bir arkadaşını bile bulundurmuyor.

Hiçbir ciddi devlet adamı, bu tür görüşmeleri tek başına yapmaz. Görüşme sırasında gereğinde uzmanlığına başvurmak, görüşmeden sonra konuşulanları değerlendirmek, yorumlamak ve partiye rapor sunmak için daima kurmayların yardımına gerek vardır, Atatürk'ün ve Cumhuriyetin devrimci dönem yöneticilerinin yabancı bir devlet temsilcisi ile baş başa görüştüğüne dair tek bir örnek hatırlamıyorum. Bütün görüşmelerde kurmaylar bulunmuş ve tutanak yapılmıştır. O tutanaklar Cumhurbaşkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde durmaktadır. Ben de hayatımda çeşitli ülkelerin devlet başkanları, hükümet yöneticileri, parti başkanları ve büyükelçileri ile görüştüğüm zaman, danışmak, değerlendirmesini almak ve tutanak tutmak için daima arkadaşlarımın yardımına başvurmuşumdur. Şarttır ve doğal olan budur.

ABD ile seçimleri Planlamak(mı?)

Deniz Baykal ile ABD Büyükelçisi arasındaki görüşmede nelerin konuşulduğunu, hangi yükümlülükler altına girildiğini, hangi sözlerin verildiğini ABD hükümeti biliyor; ancak CHP yönetimi bilmiyor. Denebilir ki, nasıl ABD Büyükelçisi kendi devletine rapor verdiyse, Deniz Baykal da kendi partisini görüşme hakkında bilgilendirecektir. Baykal, CHP yönetimine doğru ve tam bilgi vermeyi düşünseydi, görüşmeye bir arkadaşını alırdı. Demek ki, Baykal'ın kafasında en azından bu görüşmenin bazı sırları içereceği konusunda bir peşin değerlendirme vardı. Baykal, ABD devleti ile paylaşacağı sırları, kendi partisinin yönetimi ile paylaşmak istememiştir. Görüşmeye kendi arkadaşlarını almayarak, ABD ile sırdaş olmayı kararlaştırmıştır.

Görüşmede konuşulan konuları Baykal şöyle sıralıyor:

"Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi ve bir genel seçim var. Türkiye-AB ilişkileri bakımından bir dönüm noktasından geçiliyor. Hal böyleyken bir ana muhalefet partisi lideri ile Amerikan büyükelçisinin kapsamlı ayrıntılı bir görüşme yapmasını çok doğal görmek lazım."[2]

Bir parti lideri, ABD büyükelçisi ile Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçiminin nesini görüşecektir, genel seçimin neresini görüşecektir? Yabancı bir devletle Türkiye'de iktidarı belirleyecek süreçleri iki saat görüşmenin anlamı nedir? Çok açıktır, bu görüşmenin konusu, Deniz Baykal'ın önümüzdeki döneme ilişkin ABD iktidar planında hangi rolü üstleneceğidir. Baykal'ın sıraladığı başlıklar, aslında bir itiraftır. Baykal, ABD Büyükelçisine, "Bu süreçlere müdahale edemezsiniz ve ben sizinle bunları konuşmam, Türkiye-ABD ilişkilerini görüşelim" diyebilmiş midir? Bunu söyleyecek kıratta bir devlet adamı olsa, o görüşme 20 dakikada biterdi.

ABD ile seçimleri konuşmak, bir hizmet sözleşmesinin şartlarını belirlemek anlamına gelir. Kişiyi bağlayan bir görüşme yapılmıştır. Deniz Baykal'ın kendi partisini görüşmenin kapısının önüne koyması da, bu nedenledir. Çünkü ABD ile hizmet sözleşmesi, CHP ile ABD arasında değil, fakat Deniz Baykal ile ABD arasındadır,

Sırdaşlık Geleneği

Batı işbirlikçisi politikacılar arasında, bu ABD ve AB sırdaşlığı bir gelenek haline geldi. Tayyip Erdoğan, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra, Batı başkentlerine yaptığı ziyaretlerde, arkadaşlarını kapının dışında bırakmış, hatta çevirmen olarak dahi görüştüğü yabancı devletin memurlarına güvenmişti. Abdullah Gül de, kısa başbakanlık döneminde, 4 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Powell ile baş başa görüşmüştü. Daha sonra bu görüşmede "iki sayfa dokuz maddelik gizli bir antlaşma" yaptığını kendi ağzıyla itiraf etmişti.[3]

Türkiye'nin 1980'den bu yana bir yazılı anayasası vardır; bir de yaşanan anayasası. Yazılı anayasaya göre, egemenlik milletindir. Yaşanan anayasa farklıdır: Egemenlik Washington'dadır. Düzen partilerinin liderleri, iktidar mührünü ABD yönetiminden alacaklarına iman etmişlerdir. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın imanı da öyledir.

Ancak dün olan, yarın olmayacaktır. Türkiye'yi dün yönetenler, yarın yönetemeyecektir. İşte oraya geliyoruz. Çünkü ABD güdümü devam ederse, AB kapısına bağlanmışlığa bir çare bulmazsak, Türkiye kalmayacaktır. Bir millet, hele Türkiye gibi büyük imparatorluklar ve devrimler geleneği olan bir ülke, varolmak için başka çare kalmayınca, zincirini kırar.

Koşullar çok elverişlidir. ABD yöneticileri bile, Ortadoğu'da yenildiklerini itiraf etmektedirler. Bir tek ABD'ye iman etmiş olanlar, bu yenilgiyi kabul edemiyorlar. Sanıyorlar ki, Türkiye'de iktidarları yine ABD belirleyecektir. Oysa ABD'nin sırlarını paylaşmak, bundan böyle ABD'nin bozgununu paylaşmaktır.[4]"

Mehmet Ağar-CHP-MHP İttifakına Taşeronluk mu Etmekteydi?

Ağar, "düz ovada siyaset" açıklamasını yaptığında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt kendisine yanıt vermişti. Çünkü Ağar, bu konuşmasında, daha sonra da tekrar ettiği sözleri sarf etmiş ve "asker konuşmasın" demişti. Orgeneral Büyükanıt, "O zat da görev de olsa konuşuruz" diye yanıt verdi. Org. Büyükanıt'ın cevap vermesinden sonra birçok insan Ağar'ın sineceğini zannetti. Ancak Ağar yoluna devam etti. Neden?

Anlaşılan Ağar'ın iki görevi vardı:

1. Federasyon için ortam yaratmak.

2. Bunun önündeki engel olan TSK'ya saldırmak.

Vatan Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Mutlu'nun kızı Zeyno Baran'ın Newsweek'te kaleme aldığı, "Türkiye'de darbe ihtimali yüzde 50" yazısı da Ordu'yu yıpratma operasyonunun bir devamı..

Bütün bu proje ABD'nin "Türk Ordusu'nu dize getirme" ve federasyona doğru götürme planının bir parçası.

Baran, Türk askeri yetkililere dayandırdığı "Türkiye'de yeniden darbe olabilir" başlıklı makalesinde, askerlerin 10 yıl önce dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ı iktidardan uzaklaştırdığını belirterek "bir kez daha generaller, hükümetin laik devleti nasıl zedelediğini fısıldıyor. Bana göre, Türkiye'de 2007 yılında bir askeri darbe olma olasılığı yüzde 50" diye yazdı.

Avrupa Birliği'nin son ilerleme raporunda da yine "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin siyaset üzerindeki ağırlığı" iddiası söz konusu edilmiş, bu durumun düzeltilmesi istenmişti. Avrupa Birliği'nin bütün ilerleme raporlarında yer alan bu iddia, 2007 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri ve seçim tartışmalarına bir müdahale olarak değerlendirme amaçlıydı.

ABD'nin Irak'ın kuzeyine 30 bin asker yerleştirme projesi de bu çerçeve içinde anlam kazanıyor. Hem de bu askerlerin bir kısmının yine Türkiye üzerinden geçirilmesi isteniyor. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun'un geçen ay gerçekleştirdiği ABD ziyaretinde de bu konunun görüşüldüğü öğrenildi. Org. Ergin Saygun'un Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bu tür bir gelişmeye sıcak bakmayacağını Amerikalı muhataplarına ilettiği belirtiliyor.

Bu gelişmenin anlamı şu: ABD, Irak işgalinin başından beri güttüğü stratejik hedefi, Irak'ın kuzeyindeki Kukla Devlet'in uluslararası ve askeri güvenceye kavuşturulması sürecini işletiyor. ABD Irak'ın bütününde yenildiği koşullarda, yeni bir atak yapmak için bu adımı bir fırsat olarak görüyor. Bir sonraki aşama, Kukla Devlet'in Türkiye'ye doğru genişlemesi. Bunun ilk adımları şimdiden atılmaya başlandı bile, Güneydoğu'da Barzaniciliğin gelişmesi, DTP'li belediyelerin Irak'ın kuzeyiyle girdikleri ilişkiler; hepsi bu sürecin parçaları.

Ağar, "siyasi risk"i Amerikan rüzgarıyla iktidara gelmek için mi yapıyor? Bunu düşünenler olabilir ama daha çok bir görevin yerine getirilmesi söz konusu. ABD, Ağar'ı ateşe sürüp, federasyonun koşullarını hazırlamak istiyor. Ayrıca Türk Ordusu'nun da üstüne yürüyor. PKK ağzıyla, ABD ve AB tavrıyla askeri yıpratmak istiyor. Bu arada DYP eritiliyor, Ağar feda ediliyor ve oylar MHP'ye yöneltilerek CHP-MHP koalisyonu için zemin oluşturulmak isteniyor.

Ama "dış dinamikler"in dediği her zaman olur sananlar yanılıyor. Türkiye'de halkın yüzde 90'nı ABD'yi düşman görüp, AB'yi istemediği koşullar da bu tartışmayı yapıyoruz. Üstelik Türk Ordusu'nun böyle bir planı kabul etme imkanı yok!


[1] Milli Gazete

[2] Hürriyet. 7 Aralık 2006.

[3] Vatan, 24 Mayıs 2003.

[4] 10 aralık  2006 Aydınlık

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Halil YAMAN

Halil YAMAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...