YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
662f5ac9511ab
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 4
Bugün : 9362
Dün : 29208
Bu ay : 693892
Geçen ay : 453014
Toplam : 23472856
IP'niz : 3.144.127.232

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Laçin ilçesi Narlı beldesinde, okula türbanıyla giden bir öğretmenle ilgili, Genel Sekreterliği aracılığıyla ve 13 Kasım 2006 tarihli bir yazıyla Çorum Valiliğine soruşturma ve rapor tutma talimatı yağdıran ve İslam'ın simgesi olan başörtüsü avcılığında bu kadar hassas davranan Cumhurbaşkanı Sn. Sezer, Kıbrıs'ta ve Kuzey Irak'ta kırmızı çizgilerimizin tepelenmesi ve AB hayaliyle egemenliğimizden ve geleceğimizden taviz verilmesine niye ciddi ve gerçekçi bir tavır koymuyor? Yoksa AKP'ye mazeret ve meşruiyet kazandırmak için danışıklı dövüş mü oynanıyor?

 

Sn. Cumhurbaşkanı, Müslüman Milletimizi devletten ve cumhuriyetten soğutan, din istismarcılarının ve AKP gibi Amerikan İslamcılarının kucağına atan bu Radikal laiklik kahramanlığını yaparken, Genel Sekreteri (Mason ve sabataist olduğu söylenen, gizli ve gerçek Cumhurbaşkanıymış gibi hareket eden) Kemal Nehrozoğlu'nun; AKP'li, karışık kökenli, Yahudilerin GAP bölgesinde toprak alımını kolaylaştırmak üzere gizli tamim çıkaracak kadar İsrail hizmetçisi, hinlikleri ve hainlikleriyle malum Korkut Özal ve Fetullah Gülen takipçisi İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu ile, Mardinli bir iş adamının özel ofisinde buluşup neler kaynaştırdığını ve kararlaştırdığını niye merak etmiyor?

Ve asıl sorumuz ve sorunumuz: Meclisiyle, Köşküyle; Hükümetiyle, Muhalefetiyle, bekamız ve bağımsızlığımız konusunda, Atatürk'ün işaret ve ifade ettiği gibi, böylesine "gaflet, delalet ve hatta hıyanet" tavırları sergilenirken:

Sıradan bir tabela partisini bile; ülke birliğimiz, Milli dirliğimiz ve anayasal düzenimiz için tehdit ve tehlike arz ettiğini görüp kapatan Anayasa Mahkememiz, gerekli tedbirleri almak için, ne günü bekliyor?!

Anayasa Mahkemesi; Hukuki, tarihi ve Milli görev ve yetkilerini yerine getirmesi zamanı gelmiştir ve geçmektedir.

Evet, Anayasa Mahkemesi Nedir?

Anayasa Mahkemesi; temel görevi Yasama organının kimi işlemlerinin Anayasa'ya uygunluğunu denetlemek olan, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık garantisi "olmazsa olmaz bir kurum" konumundadır!

Anayasa Mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin istikbal ve istiklali için vardır!

Anayasa Mahkemesi; "sınırları Anayasa ile çizilmiş bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti"nin adalet kılıcı, Türk Devleti'nin bağımsızlığını temsil ve teslim eden çok önemli bir makamdır!

O halde "bugün bayrağı altında onurlandığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin var oluş sebebi olan Milli Mücadele'yi sekteye uğratabilmek için elinden geleni yapan İttihat ve Terakki Hükümeti misali bir kadro" tam mesai çalışıp ülkenin tüm ana dinamiklerini dinamitlemekle meşgul olurken; o her şeyden aziz gördüğümüz "Anayasal süreç" neden çalışmıyor, çalışamıyor?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geleceğini ve tam bağımsızlığını "AB'ciler ile BOP'çuların rant sofrası"na meze yapmaya kalkan "Edelman ataması, yabancı kurgu bir demokrasi kazası" olan (AKP Hükümeti); ülkede "Biz ne istersek o olur!" edasıyla boy gösterip tüm sosyo-ekonomik parametreleri alarm noktasına getirmişken, "Anayasal çerçevedeki emniyet sibopları" neden devreye girmiyor, giremiyor?

Acaba sistemin güvenlik ayarları neden "tehdit algılamasının sınırları"nı sürekli esnetiyor, genişletiyor?

Bu talihsiz ve tehlikeli girişimlere niçin göz yumuluyor ve ne gün bekleniyor?

Bu her şeyin üzerinde gördüğümüz "Anayasal çerçeve"nin kapsam ve gücünü hatırlayabilmek adına belki Anayasa Mahkemesi'nin temel görevlerine bir göz gezdirip, bu şablon üzere gitmek faydalı olacaktır.

Nedir Anayasa Mahkemesi'nin görevleri ya da yetkisi ve gücü?

1) Anayasa Mahkemesi; Cumhurbaşkanı'nı, Bakanlar Kurulu Üyeleri'ni, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve Üyeleri'ni, Başsavcıları'nı, Cumhuriyet Başsavcı Vekili'ni, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve Üyeleri'ni görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılayabilecek güç ve yetkiye sahiptir!

(Yüce Divan'da savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya vekili yapar. Yüce Divan Kararları kesindir!)[1]

2) Anayasa Mahkemesi; siyasi partilerin kapatılmasını Cumhuriyet Başsavcılığı'nın açacağı dava üzerine karara bağlar![2]

3) Anayasa Mahkemesi; siyasi partilerin mali denetimini de yapar!.[3]

Niye mi endişe ediyoruz? Çünkü Türkiye kuşatılıyor ve İsrail'in dünya hakimiyeti sağlanmaya çalışılıyor!

Acaba Cumhurbaşkanı Sezer'in Kanaltürk Resepsiyonu'na Katılması ve Genel Sekreteri Nehrozoğlu'nun İçişleri Bakanı ile gizli ve özel buluşması ne anlam taşıyor?

Yer: Tunus Caddesi

Zaman: Öğle Suları

Aktörler: Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu, 0017 Plakalı Bakan Arabası (İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu)

Görüşme Yeri: Nehrozoğlu gibi Mardinli olan bir işadamının ofisi. (Aynı binada Nehrozoğlu'nun da ortağı olduğu iddia edilen Zeynep Turizm'in -daha sonra Forza Turizm oldu- ofisi bulunuyor.

İçişleri Bakanı Diyarbakırlı, Nehrozoğlu ve ofisinde buluşulan NATO müteahhidi işadamı da Mardinli. İlginç bir üçlü, ilginç bir toplantı!

Şimdi Merak ediyoruz:

  • İçişleri Bakanı ile Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Nehrozoğlu, niye birbirlerinin makamında değil de başka buluşma adresleri arıyor?
  • İçişleri Bakanı ile Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, bir işadamının ofisinde neden ve niçin buluşup konuşuyor?
  • Devletin elinde onca güzel yer dururken neden bu görüşme "bir NATO müteahhidinin ofisi"nde gerçekleşiyor?
  • Bu görüşmeden sonra: YSK'ya müdahale ile kurulan bir iktidarda ve Cumhurbaşkanlığı'nda ne tür gelişmeler bekleniyor?
  • Hükümetin ve bazı tehlikeli süreçlerin muhaliflerine yönelik ne tür operasyonlar planlanıyor?
  • Nehrozoğlu Aksu'ya bir takım mesajlar iletti ise, bu niye bunu kendi makamında yapmıyor?
  • Aksu ve Nehrozoğlu bir sohbet toplantısı yaptı ise, bu niye devletten ve Milletten gizleniyor? Yoksa kirli işler mi çevriliyor?
  • Yapılan iş, devlet onuruna ve Cumhurbaşkanlığı Makamı'nın ağırlığına ve saygınlığına ne kadar yakışıyor?
  • İçişleri Bakanı A. Aksu ve (Cumhurbaşkanlığı Genel sekreteri) Nehrozoğlu'nun aynı anda bir işadamının, bir NATO müteahhidi olan şahsın özel ofisinde görüşmesi gerçekten gayri ciddi ve şüphe içerikli bir olaydır. Acaba ülkeyi hangi el yönetiyor ve Cumhurbaşkanlığı ile iktidar danışıklı dövüş mü yapıyor?

  • En azından devletin gözü kulağı ve beyni olan merkezler Ankara'da günde, ayda ve yılda ne kadar bu türden anormal ve şık olmayan bir araya gelmeleri niye gizli tutuyor ve neler çevriliyor?
  • Devlette ve Hükümet'te makam ve unvan sahibi olanlar, bu kadar gelişigüzel ve özel davranma lüksüne sahip mi bulunuyor?
  • Sistem tamamen çürümüş ve çözülmüş mü? Devletin bütün dalları, tutanların elinde mi kalıyor?
  • Bu görüşmede Nehrozoğlu kimleri temsil ediyordu? İçişleri Bakanı Aksu, BOP Eş Başkanı olduğunu ileri süren RTE adına mı toplantıya katılıyor?
  • Bu toplantıda "Türkiye'nin yeni cumhurbaşkanı kim olacak" konusu mu, Siyonist talimatlarla kararlaştırılıyor?
  • Türkiye'nin yeni cumhurbaşkanının kim olması gerektiğine NATO ve BOP mu, Türk Devleti mi karar veriyor?
  • Nehrozoğlu'nun İçişleri Bakanı ile yaptığı bu görüşmede başka kimler vardı? Bu toplantıda Recep Tayip Bey neden bulunmuyor?
  • Her grup konuşmasında: devlet terbiyesi, ciddiyet, insaf, peygamber prensibi" gibi kavramları istismar edenlere açık bir soru; "Siyasi etik ve Milli hassasiyetle bu tür buluşmaların neresi bağdaşıyor?"
  • Yoksa, Cumhurbaşkanı Sezer'in Kanaltürk'ün resepsiyonuna katılması, bu toplantının sebeplerinden birini oluşturmak üzere mi hazırlanıyor? (Sesar)

Türkiye'ye dikkat çekiliyor!

Economist'in 2007 yılı tahminleri mide bulandırıyor!

The Economist'in tahminlerine göre "2007 yılında terör özellikle Avrupa ülkelerini tehdit edecek" diyor.

Türkiye'de önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir de sürekli olarak yalpalayan döviz kurlarının eklenmesi, yatırımcıların daha dikkatli davranması gerektiği anlamına geliyor. Eğer Başbakan Erdoğan ve AKP, Cumhurbaşkanlığı için İslami kökenli bir aday gösterirse buna laik cepheden sert bir tepki gelmesi bekleniyor. AKP seçimden sonra koalisyon hükümeti kurmak zorunda kalabilir. Sonuç olarak, hükümetin kaderini ekonomik gelişmeler belirleyecek. Ancak 2007'de milli gelirin yüzde 6.1'i olması beklenen cari açık, Türkiye'yi risklere en açık gelişmekte olan ülke konumuna getiriyor.

Emekli Paşalardan Genel Kurmay'a mektup yazılıyor!

Başbakan Tayip Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkan emekli generaller, "Çankaya Harekâtı" başlatıyor!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a mektup yazan emekli generallerin de aralarında bulunduğu 20 eski subay, "Genelkurmay Başkanlığınız döneminde Çankaya'da anti laik bir kişinin oturuyor olmasını ve böyle bir talihsizliğin tarihte yer almasını içinize sindiremeyeceğinizi olan inancımız sonsuzdur" deniliyor. Böylece bir doğru yine yanlış kişilerce ve işbirlikçi hainlere yarayacak biçimde gündeme getiriliyor!.

Emekli bir tümgeneral tarafından imzaya açılan mektubu kaleme alan 20 eski subayın arasında emekli generaller çoğunlukta. Mektupta imzası bulunan eski paşalar isimlerinin açıklanmasını istemezken sadece biri adının açıklanmasına izin verdi. Emekli subay ve eski Manisa Milletvekili olan Tevfik Diker imzaladığı mektupla ilgili olarak "Biz sadece demokratik teamüllerin işlemesini istiyoruz. Askerlerin adının darbeyle birlikte anıldığı bir dönemde bu konudaki sorumluluğumuzu ve hassasiyetimizi Genelkurmay Başkanımıza iletmekten başka bir amacımız yok" dedi. Ankara Merkez Orduevi'nde 7 Aralık günü Orgeneral Büyükanıt'a gönderilen mektupta, açıkça cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine ilişkin sessiz kalınmayarak girişimde bulunulması isteniyor."

Türkiye'nin 5 yıllık sürede hemen her alanda büyük değişikliklere uğradığı ve bu değişimin süreceği belirtilen mektupta, "Türkiye'de eskiyi temsil eden milli iradeye dayalı olarak uzlaşmasız yapılacak bir cumhurbaşkanlığı seçimi hukuki olabilir ama gerçek temsili demokrasiye ve güncelliğe aykırı olur. Bu sadece gerginlik yaratır. Bundan ülke fayda değil zarar görür" görüşleri dile getiriliyor.

Org. Büyükanıt'a Kıvrıkoğlu hatırlatması:

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'a yazılan mektupta, "10'uncu Cumhurbaşkanı seçimi öncesi zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, Anayasa'dan kaynaklanan yetkisini kullanarak TSK'nin görüşünü kamuoyuna ve zamanın Başbakanı Ecevit'e bildirmiştir. 11'inci Cumhurbaşkanı seçiminin yapılacağı bir dönemde zatınızın Genelkurmay Başkanı olmasını yüce milletimiz ve devletimiz için çok büyük bir şans olarak değerlendiriyoruz" deniliyor![4]

 İsrail, son engel Türkiye'yi görüyor!

İsrail bugün artık sudan bahaneler bile bulmaya gerek görmeden istediği ülkeye meşhur kurt kuzu bahanesi gösterme cesaretini bulabiliyor. Çünkü programladığı zihniyet onun artık "Büyük İsrail Krallığı" nı kurma vaktinin geldiğini söylüyor. Har saat gecikme kendisini programlayan bu sabırsız varlığın hışmını üzerine çekmek olacaktır. Kudüs'te konuşlanmış 3 Rabbi bunu çok iyi biliyorlar…

 ‘Jacques Bordist', 1974 yılında kaleme aldığı eserinde "Gizli Bir El", Dünya Hükümeti'nin Hedeflerini şu cümlelerle açıklamaktadır:

 ‘Uluslararası finans sorunları, Karşılıklı muhaceret özgürlüğü, Gümrük engeli olmaksızın malların serbest dolaşımı, Uluslararası ekonomik birlik, Silahlı Kuvvetlerin kaldırılmasıyla eş zamanlı olarak uluslararası bir kolluk gücünün kurulması, Uluslararası bir parlamentonun oluşturulması, Devletlerin egemenliklerinin sınırlanmasıyla birlikte egemenliğin BM veya uluslar üstü herhangi bir başka hükümete devri, belirtilen ilkelere göre bir Dünya Hükümeti'nin kurulması" şeklinde açıklamaktadır…

Emekli Albay Talat Turhan bu konuyla ilgili yaptığı araştırmalarda Yeni Dünya Düzeni ile ilgili olarak yaptığı teşhisler ise taşı gediğine oturtuyor: "Yeni Dünya Düzeni kuruluyor… ‘Zenginler Kulübü' yeni düzenin kurucusu ve egemenidir. Doruklardan gelen ideolojik esintiye göre ABD'nin liderliğinde ‘küresel bir sistem' söz konusudur… Öyle görünüyor ki savaş, iç savaş, darbe, ayaklanma, dikta, terör gibi yöntemleri ‘Zenginler Kulübü' yoksullara bırakmaktadır. Evet ‘Serbest piyasa ekonomisi' olacak ama, yeryüzündeki stratejik maddelerin denetimini ve fiyatını, yeryüzünü ahtapot gibi saran tekeller saptayacak; petrol kaynakları neredeyse Amerika da oradadır; Suudi Arabistan'dadır, Kuveyt'tedir, Türkiye'nin Güneydoğusundadır; ‘küresel' serbest piyasa ekonomisinin egemenleri, ülkelerin sınırlarını paspas gibi çiğneyen uluslararası tekellerdir… Yeni Dünya Düzeni'nin hammadde kaynağına sahip ülkelere işsizlik yanında açlık, yokluk, sefalet getireceği olgusu görünür hale gelmiştir. ‘Dünya Jandarmalığına' soyunan ABD'nin gözü kara şiddet politikalarının amacı tüm dünya "halklarının başkaldırılarının engellenmesidir. ‘Ayaklanma, Bastırma' yöntem ve örgütleri bu nedenle CIA'nın destek ve kontrolüne alınmıştır…

Tüm dünyadaki politik liderler koro halinde ve papağan gibi ‘Yeni Dünya Düzeni, Küreselleşme – Globalizm, Mondializm – Serbest Piyasa Ekonomisi, Özelleştirme' vb. gibi sözcükleri yineleyerek aslında kendilerini ele vermektedirler.

Dünya'nın masallar dönemini çoktan aşması lazımdı ancak gün geçtikçe parapsikolojik güçlerle de şekillenen Yahudi Ütopyası'na sürükleniyor.

 "Ve İsrail Parapsikologlarının İstanbul Sorumlularının Topkapı Müzesinin "Kutsal Emanetler Bölümünde!" gece yarısından sonra düzenledikleri "Kara Büyü Ayinleriyle" bu milletin talihini değiştirmeye çalışsalar da onların da onlara izin veren "Vakıflardaki İşbirlikçilerinin" akıbetini hangi filmin karelerine sığdıracaklar merak ediyorum?[5]

İngilizler uyarıyor: "Uyandırmayın Türkleri; lokum gibi bankalar alıyoruz"

Türkiye, lokum gibi bir banka veya stratejik kuruluşunu yargının elinden dahi alarak küresel sermayeye teslim ediyor. AB süreci budur.

İngiltere'nin Financial Times gazetesinde 7 Aralık 2006 tarihinde, Vincent Boland ve Paul Betts, "Türk Lokumu" başlıklı yorumda "Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci yatırımcılar açısından nasıl bir önem arz ediyor?" sorusunu cevaplandırmaya çalıştılar: "Yaygın kanı bu dürtünün, hisse ve tahvil fiyatlarına destek sağlayacağı ve yabancı yatırımcıların AB sürecini, IMF ile yürütülen ilişkiler kadar önemli bulduğu yönünde. Bu bakış açısının güncellenmesi gerekiyor. Geçtiğimiz hafta Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinde gerileme yaşandı. AB üyesi bazı ülkelerle Kıbrıs meselesi dolayısıyla yaşanan tartışma neticesinde Ankara'nın üyelik müzakerelerinin bir kısmının askıya alınması tavsiye edildi ve bu karar gelecek hafta yapılacak olan AB zirvesinde kesinlikle onaylanacak…

ABD-İngiltere merkezli dev şirketler, "Aman AB sürecini kesmeyin, 'Ankara'nın şerrinden Brüksel'in şefaaatine sığınan' bir iktidar sayesinde bakın Türkiye'de ne kadar karlı bankalar satın aldık. Bu bankalar üzerinden İstanbul'da çok ciddi alımlar yapıyoruz. Türkiye'nin elindeki bütün serveti alana kadar Türkleri oyalayın" diyor…

Türkiye'nin altın yumurtlayan tavuklarını, değerinin çok altında satın almaları için, böyle demeleri lazım. İşte Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinin defalarca kopma noktasına geldiği halde devam etmesinin sebebi, bu alımlar veya Türkiye açısından bakarsak bu satışlardır![6]

Yüzde 2 azınlık, dünya genelinde servetin yüzde 85'ine sahip bulunuyor!

Yapılan bir istatistiğe göre, dünya nüfusunun % 2 oranındaki küçük bir azınlık, dünya genelindeki zenginliğin, % 85'ine sahip bulunuyormuş. Zenginlik oranında ABD zenginleri birinci sırada, Japon zenginleri ikinci sırada imiş. Ama hayret, bunların tamamı Yahudi!

İnsan bu durum karşısında inanmakta zorluk çekiyor. Bunun adı düpedüz zulüm ve düpedüz vahşi kapitalizmdir.

Demek ki, % 2 oranındaki bir mutlu azınlık, dünyayı insafsızca sömürüyor. Dünyanın bugünkü yapılanmasına, köle düzeni demek yerden göğe kadar haklı imiş. Paranın adeta putlaştırılması, faizin bir sömürü aracı olarak temel ekonomik politikaların vazgeçilmez unsuru sayılması, bu korkunç dengesizliğin itici faktörlerini teşkil ediyor.

Üstelik dünyanın giderek daha da fakirleşen ve köleleşen büyük çoğunluğunun, içerisinde bulunduğu tahammülü imkansız sıkıntıların hafifletilmesi dengelenmesi için alınan tedbirler son derece yetersiz.

Bu sebepten giderek dünyamız insanca yaşanacak bir gezegen olmaktan çıkıyor. Bu gelir grupları arasındaki uçurum ise terörün sürekli olarak yaygınlaşmasının en önemli sebebidir. Bu haksız yapılanma karşısında insanların isyan etmemesi ve teröre sapmaması psikolojik olarak çok zor.

Oysaki insanlığın bu çıkmaz yoldan kurtuluşunun reçetesini yüce kitabımız göstermiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in 546'ıncı sahifesinde yer alan HAŞR suresinin 7'nci ayeti kerimesinde, mealen: "Ta ki mal sizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın" denilmektedir.

Zira adalet mülkün temelidir. Adalet gözetilmezse, "Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar" atasözündeki karmaşa, kaos ve kavgalar kaçınılmaz olur.

Dünya adaleti arıyor

Dünya Kalkınma Ekonomileri Araştırma Enstitüsü'nün "küresel servet araştırması", dünya genelindeki adaletsizliği çarpıcı rakamlarla gözler önüne seriyor.

Araştırmaya sonuçlarına göre, insanlığın yüzde ikisi dünya servetinin yarısından fazlasına sahip iken, insanlığın yarısı dünya zenginliğinden sadece yüzde 1 oranında pay alabiliyor.

Dünyada en zengin yüzde 1'lik kesim, küresel servetin yüzde 40 gibi çok büyük bir oranına hükmediyor. En zengin yüzde 10'luk kesim de söz konusu servetin yüzde 85'ini elinde bulunduruyor.

"Küresel servet araştırması"nın verilerine baktığımızda karşımıza şöyle bir dünya çıkıyor:

"Dünyanın toplam zenginliğinin yüzde 90'ı Kuzey Amerika, Avrupa ve yüksek gelirli bazı Asya-Pasifik ülkelerinin elinde toplanmış durumda… Dünya zenginliğinin yüzde 50'sinden fazlasını elinde bulunduran en tepedeki yüzde 2'lik grup, en az 1 milyon dolar sermayeye sahip olan kişilerden oluşuyor. Bu kişilerin sayısının 37 milyon olduğu tahmin ediliyor. Bunların yarısı ABD ve Japonya'da yaşıyor.

Dünyadaki en zengin yüzde 50 içinde kişi başına düşen servet 2200 dolar olurken, bu oran en zengin yüzde 10 için 61 bin dolar, en zengin yüzde 1 için ise 500 bin doları buluyor.

Kişi başına servet ABD'de 144 bin dolar, Japonya'da 181 bin dolar iken, Hindistan'da bu rakam 1100 dolar, Endonezya'da 1400 dolar, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Etiyopya'da ise 200 dolar'a kadar düşüyor…"

Araştırmayı yapan Enstitünün Müdürü Anthony Shorrocks, ülkeler ve bölgeler arasındaki servet dağılımının son derece dengesiz olduğuna dikkat çekerek, çarpıklığı şu ifadelerle daha da anlaşılır kılıyor: "Eğer dünya nüfusunu on kişiden ibaret sayarsak, bunlardan biri ortadaki zenginliğin yüzde 99'unu alırken, geri kalan 9 kişi geriye kalan yüzde 1'i paylaşıyor…"

İşte dünyamızın hali… Bir kişi zenginliğin yüzde 99'unu ele geçirirken, geriye kalanlar ise yüzde 1'lik oranla yetinmeye mahkum ediliyor.

Bu tablo ortada iken, dünya'daki açlığın, yoksulluğun, terörün, güvenlik sorunlarının, fuhuş ve uyuşturucunun nedenlerini başka yerde aramaya gerek var mı?

Kuzey Amerika dünya nüfusunun sadece yüzde 6'sına sahip olduğu halde dünyadaki toplam servetin yüzde 34'ünü alıyorsa, bu geriye kalan yüz milyonlarca insanın aç ve açıkta kalması, yoksulluk çekmesi, insan gibi yaşayacak koşullardan mahrum olması demek değil midir?

Bugün küresel güçlerin dünya üzerinde estirdiği emperyal rüzgarların başlıca sebebi, kaynaklara el koyma, sömürme ve talan etme mücadelesidir. ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi, dünya servetinden daha fazla pay kapma yarışının diğer adıdır. Servetlerini kendi elleriyle teslim etmeyenler, talancıların ve sömürücülerin savaş tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadır. Bugün Irak'ın işgalini, İran ve Suriye'ye yönelik tehditleri bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Bu arada NATO Acil Müdahale Gücü İslam'a karşı hazırlanıyor!? 

"NATO'nun yıllarca Sovyetler Birliği'nin yayılmacı politikalarını engellemek için oluşturulduğu söylendi. Bir bakıma NATO hür dünyayı komünizme karşı koruma gücü(!) olarak takdim edildi. Böyle olunca komünizmin iflas etmesi ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından kendi kendini feshetmesi beklenirdi. Bu beklentiyi Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Varşova Paktı'nın lağvedilerek varlığına son verilmesi daha da kuvvetlendirmişti. Denebilir ki NATO varlık sebebini kaybetmiş, anlamını yitirmişti. Ama beklenen olmadı. NATO varlığını sürdürmeye devam etti. Bunun için de düşman güçlerin rengi kızıldan yeşile dönüştürüldü.  

Bunun anlamı artık komünizm tehlikesi kalmamış ama İslam tehlike haline gelmiş oluyordu. Diyebiliriz ki emperyalist ABD, NATO'nun varlığını sürdürebilmek için yeni bir düşman icad etmişti.

İşte bu noktada özellikle Türkiye NATO içinde konumunu yeniden gözden geçirmek durumunda olmasına rağmen bu yönde bir hareket görülmedi. Daha ileri gidilerek NATO'nun yeni düşman algılaması olarak İslam'ı kabullenmesini Türkiye'yi yönetenler de benimsemiş oldular.

Aslında NATO demek ABD demek olduğuna göre NATO bünyesinde ABD'nin her an kullanabileceği bir güç oluşturulmuş oldu. Çünkü, geçmişte hür dünyanın komünizme karşı korunmasını ABD üstlenmiş görünüyordu ve bu korumaya karşılık da tüm hür dünya NATO'ya hem sıcak bakıyor hem de elinden geldiğince destek oluyordu.

Bugün geriye dönüp baktığımızda soğuk savaş yıllarında tüm dünyanın kandırıldığını söylemek yanlış olmaz sanıyorum. Sovyetler Birliği, Doğu Bloku ülkelerini ABD emperyalizmine, ABD ise Batı Dünyasını Sovyet emperyalizmine karşı koruduğunu ileri sürüp ülkelerin desteğini alırken aslında değişen bir şey olmuyordu. Soğuk Savaş yıllarında tüm dünya iki emperyalist güçten birinin kanatları altına sığınmaya mecbur bırakılmıştı. Bu iki emperyalist güçten birisi çöküp Varşova Paktı gibi yayılmacı emellerinin silahlı gücünü lağvettikten sonra ABD emperyalizminin silahlı gücü durumundaki NATO'nun da kendisini feshetmesi gerekmez miydi? Bu olmadı ve NATO, ABD'nin hedefleri ve istekleri doğrultusunda faaliyetlerini sürdürüyor.. Afganistan'ın ABD tarafından işgalinin hemen ardından bu işgalinin NATO şemsiyesi altına alınması bunun açık göstergesi değil midir?

Son olarak Letonya'nın Başkenti Riga'da toplanan NATO Zirvesi'nde 20 bin kişilik bir Acil Müdahale Gücü oluşturulmasının kararlaştırılması gösteriyor ki NATO bundan sonra daha aktif olacak, çatışma bölgelerinde görev alacak. Özellikle de bu Acil Müdahale Gücü'nün önümüzdeki aylarda Afganistan'da görev üstlenmesi gündeme gelebilecek. Her ne kadar zirvenin ardından Türkiye cephesinden yapılan açıklamalarda NATO'ya 3 bin askerin daha verilmesi yönündeki kararın Afganistan ile bir ilgisi olmadığı söylenmiş olsa da bir güç oluşturuluyorsa bunun bir gerekçesi de vardır. Daha doğrusu böyle bir Acil Müdahale Gücü'nün oluşturulmasını isteyenler kendi kafalarında bu gücü nerelerde kullanacaklarını da belirlemişlerdir. Durup dururken böyle bir gücün oluşturulması niçin gündeme gelsin.

Demek istediğim o ki, Sovyetlerin dağılmasının ardından normal olarak NATO'nun feshedilmesi gerekirken giderek eskiye göre muharip gücünü artırma yönünde adımlar atıyor olması bu teşkilatın ABD'nin Yeni Dünya Düzeni ve Büyük Ortadoğu Projesi'nde görev alacağını ve bu iş için de Acil Müdahale Gücü adı altında şimdilik 20 bin kişilik -3 bini Türk askeri- bir güç oluşturuluyor. ABD'nin öncelikli hedefleri arasında İslam dünyasının her bakımdan yeniden şekillendirilmesi bulunduğuna göre NATO ACİL Müdahale Gücüne vereceğimiz askerlerimiz de ABD'nin bu hedeflerine hizmet için kullanılmış olmayacak mıdır?"[7] 

Washington'da ‘titanların savaşı' başlamış görünüyor!

Irak raporu, ‘Önce İsrail' diyen, Yahudi lobisi ve neocon'ların güdümündeki Bush yönetiminin, Ortadoğu'ya yönelik diplomatik ve militarist yaklaşımının topyekûn reddi ve eski şeflerin, ‘Önce Amerikan çıkarları' uyarısıyla başlayan mücadelesinin işareti.

Geçen hafta açıklanan ve ilk bakışta Irak konusunda 'bilinmedik bir şey söylemediği' düşünülebilecek Baker-Hamilton raporunda 'yeni bir şey yok' denilebilir. Zira rapor, altı yıldır neocon'ların Ortadoğu'daki politikalarının şakşakçılarının görmezden gelmek isteyebileceği türden bir ana tema içeriyor. Sırf hazırlayıcılarının kimliği bile, raporu ciddiye almak gerektiğine işaret ediyor… İşin Türkçesi, rapor 'Önce İsrail' diyen, Yahudi lobisi ve neocon'ların güdümündeki Bush yönetiminin, Ortadoğu'ya yönelik diplomatik ve militarist yaklaşımının topyekûn reddi. Amerikan emperyal gücünün elde avuçta kalanları yitirme kaygısıyla yeniden göreve çağırdığı eski şeflerin, 'Önce Amerikan çıkarları' uyarısıyla başlayan mücadelesinin işareti… Amerikalılar, İsrail'in Ortadoğu'nun 'tek nükleer gücü' olduğunu gayet iyi bilir. Lakin politikaları 'sorma-söyleme'dir… Baker, muhtemelen Bush politikalarının artık sınırı aştığını düşünen yönetici sınıflar tarafından, Ortadoğu'daki hasarı sınırlamak üzere göreve çağrıldı. Neocon'lar IÇG raporuyla mevzilerinin eskisi kadar sağlam olmayabileceğine kanaat getirmiştir. Muhtemelen yanıtları gecikmeyecek. 'Titanların savaşı' başladı.[8]

Yahudi lobisi Büyük İsrail peşinde koşuyor!

Suriye ve İran'la konuşmaktan kaçan Washington'ın isteksizliği kendini zayıf durumda hissetmesinden kaynaklanıyor. Zira başta Irak ve Lübnan olmak üzere bölgedeki bütün dinamikler ABD ve İsrail aleyhine gelişiyor.

Irak Çalışma Raporu, beklenenin aksine, Amerikan güçlerinin Irak'tan çekilmesi konusunda ivedi ve katı bir takvim öngörmüyor. Rapor, savaşçı birliklerin 2008 başlarında Irak'tan çekilmeye başlaması gerektiğini savunuyor. Bu tavsiye Irak'tan 2007 yılında çekilmek isteyen Demokratları pek memnun etmedi. Öte yandan raporun Amerikan ordusunun temel önceliği Irak ordusunu eğitmeye vermesi gerektiği yönündeki tavsiyesi, hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar tarafından destekleniyor. Başta Irak ve Lübnan olmak üzere bölgedeki bütün dinamikler ABD ve İsrail aleyhine gelişiyor…

Sonuç olarak Bush yönetimi Suriye ve İran konularında ciddi bir açmaz içinde. Irak Çalışma Grubu Raporu geldi geçti. Daha nice Irak raporları yazılacak ve sihirli formüller aranacak. Gerçek şu ki, Washington için Irak'tan çıkış daha şimdiden ikinci bir Vietnam olarak görülmeye başlandı. Kendi düşen ağlamaz.[9]

Bütün bunları, Anayasa Mahkemesi hukuki sorumluluğunun gereğini yapmaktan kaçınırsa, tarihi suçluluğun da altında kalacağını hatırlatmak için yazdık.. Üstelik, ABD, AB ve İsrail'den ve onların içimizdeki işbirlikçi hainlerden korkmaya da gerek yok, çünkü Siyonist canavar can çekişiyor!..


[1] Madde 148

[2] Madde 69

[3] Madde 69

[4] 04 Aralık 2006 / Sabah

[5] Hakan Yılmaz Çebi / haycebi@mynet.com

[6] 12 Ekim 2006 / Arslan Bulut / Yeniçağ

[7] 12 Aralık 2006 / Abdülkadir Özkan / Milli Gazete

[8] 11 Aralık 2006 / Ceyda Karan / Radikal

[9] 11 Aralık 2006 / Ömer Taşpınar / Radikal

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Ufuk EFE

Ufuk EFE

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx