Bir Hatırlatma:
Bilindiği gibi, E. General Doğu Silahçıoğlu, İstiklal Marşımıza, milli duygularımızın tercümanı olan bu şiirdeki: "Ezan, Kur'an Hak, Hilal, Kelime-i Şehadet" gibi kavramlara kin ve hakaret kusmuş ve bu İslami inanç ve ideallerin Türklüğü bozduğunu savunmuştu. Doğu Silahçıoğlu'nun Şamanist mi, yoksa Sabataist bir komünist mi olduğu soruları da yanıtsız bırakılıyordu…
Bu seviyesiz ve asaletsiz tavır sadece İstiklal Marşımıza değil; O'nu özellikle seçtiren Aziz Atatürk'e ve milli mücadele kahramanı ve gazileri olan o günkü Meclisimize de dolayısıyla hıyanet ve hakaret içeriyordu.
Bu talihsiz ve terbiyesiz tepinmelerin, bizce en dikkat çekici ve ibret verici tarafı ise: koyu ulusalcı bilinen ve katı Atatürkçü geçinen kişi ve çevrelerden, bu Doğu Silaçıoğlu denen, İstiklal Marşı ve İslam düşmanı adama, hiçbir tepki gelmiyordu… Hatta: "Bravo, ulusalcı ve aydınlıkçı duygularımızı dışa vurdunuz!" havası sezilen bir marxist mutluluk yaşanıyordu!?.
Ha, bizi mahcup etmek ve İstiklal Marşımızdaki imani ve İslami kavramlara saygılarını ve sahip çıktıklarını ve Doğu Silahçıoğlu'nu, en azından kınadıklarını ve ona katılmadıklarını göstermek fırsatları hala ellerinde bulunuyordu…
Dabagyan'ın Uyarıları:
"Millet bütünlükte güç ve kuvvettir. Ayırım yapıldığında ise, bir hiç hükmündedir" diyen Levon Panos Dabağyan şöyle dert yanıyordu:
Hangi ülke olursa olsun; "Millet bütünlüğüne" dayanan "Milli Yapısı", şayet "Milliyetçilik değil de, Irkçılığa" kaydırılıyorsa; er veya geç, yoklara karışmaya mahkûmdur. Nitekim, cihan tarihinin bir çok sayfası böylesi vak'alarla doludur. Dolayısıyla tarihten ders almamız ve hamasi düşüncelerle değil, mantık ve şuur çerçevesinde davranmamız gerekiyor. Çünkü, Türkiyemiz bir garip durumdadır ve çok karmaşık, kafa bulandırıcı günler yaşamaktayız!..
Türkiye'de, bazı garip gruplar ve pek gizli fraksiyonlar, aynen (1968-1980) yıllarındaki birçok körpecik gencimizin canını alan hadiseler zincirinin devamını sergileyebilme çabasındadır.
Ülkemizin "yumuşak karnı ise"; (Türk Milliyetçiliği) unsurudur. Ancak en tabii hakkımız olan "Türk Milliyetçiliği" kavramına sahip çıkılıyor görünerek, bazı zehirli fikirleri de birlikte halkımıza yutturmak isteyen gizli ve görünmez unsurlar tam bir ihanet içinde çalışmaktadır!..
Gerçi meselenin buraya kadar olan kısmı hemen birçoğumuz tarafından bilinmektedir. Ve baş edilebilecek bir durumdur!.. Ancak, bunun; suyun altında kalan, yavaş ve emin adımlarla yaklaşan sinsi bir tarafı da vardır ve kaynayan bir volkan misâli hopurdayıp durmakta ve de patlayacağı anı kollamaktadır. Yanî, beklediği tek bir kıvılcımdır!..
Bu iblislerin bekledikleri kıvılcım; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatandaşları konumundaki "Azınlıklardır". Yanî, için için kaynayan volkanı harekete geçirecek en uygun ve elverişli unsur bunlardır. Nasıl elverişli olmaz ki, yıllar yılı, bilhassa dış mihraklarca; Türkiye içinde "dahili düşman", gâvur dölü, Ermeni çocuğu, Rum tohumu" gibi hakaret ve ithamlara muhatap edilmiş bir kesim bulunmaktadır. Sahipsiz diyorum, zira, "mal ve can güvenliğimiz"den daha önemli ve daha değerli olan "şeref ve haysiyetimiz ayaklar altına alındığında" hiç kimseden çıt çıkmamaktadır?!.. (Gâvurun malını alma da neyini alırsan al.) söylemine sığınılmaktadır. Acaba öyle midir? Gerçekten gâvur, sadece maddiyata mı tapınır?.. Bunu ne düşünen ve ne deneyen olmuştur. Çünkü, gâvur sadece gâvurdur o kadar… Bu durum yıllardır ki, böyle gelmiş böyle gitmektedir… (Memleketin iş sahaları hep onların elinde, en lüks semtlerde hep onlar oturur, Osmanlı'yı onlar yıktı, Türk'ü arkadan vurdular" ithamlarıyla karalanmıştır.) Evet her daim böyle söylendi ve şimdi de okul kitaplarına geçildik: Hain, Türk düşmanı olarak!..
Ama (Sabataist Yahudi dönmelerinden ibaret) bir tek azınlık var ki, onun hakkında hiç konuşulmaz, ona toz dahi kondurulmaz ve de en koyu Türkçü geçinenler dahi onların aleyhine yazmaz, ancak ve sadece övüp dururlar…
İşte Türkiyemiz'in görüntüsü budur ve bu durumdan yararlanmak isteyen düşmanlarımızı, bu azınlık meselesini gündeme taşımakta ve yarayı kaşıyıp daha da kanatmaya çalışarak, ülke içinde arbede çıkarabilmenin yollarını aramaktadır…
Amerika Birleşik Devletleri'nden ülkemize gelen malûm ırka mensup Prof.'lardan ikisi ülkemize gelip, Ermenileri yerden yere vurarak, Türk-Ermeni düşmanlığını körükleyip gitmişler, arkalarında ise iki hasım kavim bırakmışlar: (Birisi ülkenin asli sahibi Türkler, ikincisi ise adına "Ekalliyet yaftası" eklenmiş bulunan "Ermeni gâvuru". (Oysa bazı Ermeni çetelerini kışkırtan ve kullananlar da yine bu yerli sabataistler ve yabancı Siyonist Yahudi merkezlerdir. M.Ç.)
Ülke içinde, "Türk Milliyetçiliği" adı altında bir takım manevralarla "Faşist görüş çerçevesi" içinde bir Türk idaresi kurulmasını arzu eden "ırkçı ve dinci" akımların ne Türk Milliyetçiliği ve ne de İslâm Dini ile en ufak bir bağlantısı yoktur.
Türkiye'de bir şeyler dönüyor veya döndürülüyor. Adres ise, Ülkemiz dışında bir gizli mahaldir (Yahudi lobileridir) diyebiliriz!.. Türkiye'de bir iç savaş çıkartmak, ülke idaresine el koymak, gibi hareketlerin arkasında bulunan gizli fraksiyonların açık adresleri, malûm emperyalist ve siyonist ülkelerdir ve bizler hâlâ bunun farkında değilmişizcesine hareket etmekteyiz?!..
Türk ırkından olmayıp da Türk'ten ziyade Türklük taslayanlar, acaba neyin veya nelerin peşindeler dersiniz?..
Türkiye ile Ermenistan'ın aralarının düzelebilmesi bahsinde, Türk-Ermenileri'nin rolü elbette ki büyük olur. Ancak buna hiç bir surette imkân tanınmamaktadır ve tam tersi, "Türk-Ermeni" meselesi bahsinde bir üçüncü ırkın (Yahudilerin) mensupları bu işte görevlendirilmekte ve de hemen hiç bir faydaları dokunmamış olmasına rağmen de sürekli ödüllendirilmektedir."[1]
Sn. Levon Panos Dabagyan bu sözleriyle çok sinsi ve tehlikeli oluşumlara dikkat çekiyordu… Türk-Kürt-Ermeni kavgasını Siyonist Yahudilerin kışkırttığını söylüyordu. Ama Ermeni Cemaatinin de çok daha dikkatli ve güven telkin edici davranması da elbette gerekiyordu ve bu milli birliğimiz için tarihi bir sorumluluktu…
Türklüğe hakaret edenlerin Köşkte gördüğü hürmet utandırıcıydı!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün köşkte bir grup edebiyatçıya verdiği yemekte sağında Adalet Ağaoğlu, solunda ise Piç isimli kitabıyla iyi bir çıkış yapan Elif Şafak oturuyor. Bu iki ismin ortak özelliği, sadece bayan veya romancı olmaları değil. Şu: Elif Şafak "Türklüğe hakaret" suçlamasıyla 301. maddeden yargılandı. Adalet Ağaoğlu ise 301. maddenin kaldırılması için ciddi çaba sarf edenlerin başındaydı.
Gül'ün tam karşısında oturan erkek edebiyatçı ise, sırf cinsel tercihi nedeniyle Türklüğe hakaret etmiş sayılır.
Hayır, "herkesin cinsel tercihine saygılıyım" gibi şaşkınlık verici bir laf etmeyeceğim.
Peki, bunlar bizi niye ilgilendiriyor?
Dedemin babası Mustafa oğlu Abdullah, 31 yaşında iken, Çanakkale savaşında, Şahinsırtı mevkiinde şehit düşüyor. Tarih: 28 Mayıs 1915. Künyesi: 5. Kolordu 41. Alay 2. Tabur 7. Bölükten Piyade Er Mustafa oğlu Abdullah.
Sülalemizin erkeklerinden 1893 doğumlu Kâmil oğlu Ahmet de Çanakkale'den sağ dönememiş. 2 Eylül 1915 günü Sığındere'de şehit düşüyor. Künyesi: 1. Kolordu 71. Alay 2. Tabur 8. Bölükten Piyade Er Kâmil oğlu Ahmet.
Babası şehit olduğunda Mustafa dedem dört yaşındaymış. Soyumuzu, işte bu dört yaşındaki öksüz çocuk sürdürüyor. Dedemin iki oğlu oluyor. Büyük oğluna şehit babasının, küçük oğluna da şehit amcasının adını veriyor: Abdullah ve Ahmet…
Peki, bunlar sizi niye ilgilendiriyor?
Son zamanlarda öyle şeyler görüyoruz ki, olan bitene anlam verme konusunda hakikaten şaşkınlık yaşanıyor. Mesela, eline Türk bayrağı alıp da Türklüğün birinci şartı olan İslamiyet'i olumsuzlayan insanların sayısı her geçen gün artıyor.
Hanımlarımızın örtüsünü protesto etmek için meydanlara dökülenleri, böyle durumları fırsat bilip Müslümanlara hakaret edenleri, şu veya bu nedenden dolayı İslamiyet'e hücuma geçenleri eleştiriyoruz diye, her gün yeni bir tacize, haksızlığa uğruyoruz. Oysa atalarımın, atalarımızın Çanakkale'de yaptığı da bundan farklı bir şey değildi.
Ülkenin asli unsurları şu veya bu şekilde susturulmaya çalışılırken; Türklüğe hakaret suçlamasıyla, yani 301. maddeyle muhatap olmuş kişiler, adeta ödüllendiriliyormuş gibi başköşeye oturtulabiliyor. Köşkten sızan bilgiye göre, Türklüğe hakaret konusunda sabıkası bir hayli kabarık olan Orhan Pamuk da yemeğe davet edilenler arasındaymış."[2]
Mehmet Bedri Gültekin önemli noktalara parmak basmış ama karakolda doğru sayıp, mahkemede şaşmıştı!?..
"Cengiz Çandar Mayıs 2002'de, Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde, yıl sona ermeden Amerika'nın Irak'a gireceğini ve o zaman Türkiye'de işbaşında Ecevit Hükümeti'nin olmayacağını yazıyordu. Elbette Çandar, bu büyük "öngörüsünü", "Pentagon'a girebilen ilk Türk gazeteci" olmasına borçluydu.
Bilindiği gibi birkaç aylık rötarla Amerika Irak'a girdi. Ve gerçekten de o sıralar Ecevit Hükümetinin yerinde yeller esiyordu.
Bu nasıl mümkün olmuştu? Hafızalarımızı tazeleyelim:
Amerika, Irak işgaline karar verdikten sonra, Türkiye'deki Hükümet sorununu çözmek için harekete geçiyordu. Nisan ayında ekonomiden sorumlu Bakan Kemal Derviş, durup dururken "erken seçimin ekonomiye bir zararı olmaz" diyordu. Ardından İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan ile birlikte DSP'den ayrılma ve yeni bir Parti kurmak için harekete geçiyordu. Bu arada Derviş Amerika'ya çağırıyordu. Amerika'da, nerede olduğunu Hükümet'in bile bilmediği bir on beş gün geçiriyordu. Ama Derviş'in tetiklediği DSP'den istifa hareketi, bir noktaya dayanıp tıkanıyordu. Yani DSP'yi parçalayarak Hükümeti yıkma planı tutmuyordu. Derviş Amerika'dan döndükten sonra duruma baktı. Cem ve Özkan'la Amerika'nın hedeflerine ulaşmak mümkün görünmüyordu. Harekete geçirdiği milletvekillerini ortada bırakıp başka yollar arıyordu. "Amerikan planlarına benden bir zarar gelmez" diyen ve seçimden ikinci Parti olarak çıkacağı anlaşılan CHP'ye kapağı atıyordu. Ama erken seçim sorunu hala çözülmemişti. Yıl sona ermeden bu hükümetin gitmesi gerekiyordu ki Amerika, Irak'a rahat rahat girebilsin.
3 Kasım 2002
İşte o noktada Bahçeli devreye giriyordu.
Ve 7 Temmuz günü Bursa'da Erken seçimin 3 Kasım tarihinde yapılabileceğini açıklıyordu. Partisi'nin Yönetim Kurulu'nun bile alınan bu karardan haberi yoktu. Koalisyon ortakları ise Temmuz başında toplanmış ve "gündemimizde erken seçim yok" şeklinde aldıkları kararı açıklamışlardı. Derken, Türkiye erken seçime mecbur bırakıldı.
Zavallı Ecevit, seçime kadar ikide bir: "Biz bu erken seçim kararını niye aldık, anlayamadım gitti" deyip duracaktı. Seçim oldu ve AKP Hükümeti iktidara taşındı. Irak'ı işgale hazırlanan ABD açısından Türkiye'de, "Bundan iyisi Şam'da kayısı" diyebileceğimiz bir dönem başlamıştı.
Cumhurbaşkanlığı Seçimi
Türkiye 2007 erken seçimine bilindiği üzere Cumhurbaşkanını seçemediği için gidiyordu.
Meclis'in Cumhurbaşkanlığı seçimini yapabilmesi için 367 milletvekilinin toplantı salonunda olması gerekiyordu. Seçim sonrasında da oluşan Meclis aritmetiği ise AKP'yi bir kez daha 367 sorunu ile karşı karşıya bırakıyordu. AKP'nin 341 milletvekili artı Meclis'e her durumda gireceğini açıklayan 21 DTP'li ve AKP'ye destek olacak bazı bağımsız milletvekillerinin toplam sayısı 367'yi bulmuyordu. Ve Bahçeli yeniden devreye giriyordu. Meclis oturumuna katılacaklarını ve kendi Cumhurbaşkanı adaylarını destekleyeceklerini açıklıyordu. Elbette MHP'nin "kendi Cumhurbaşkanı adayını destekleme" açıklamasının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktu. Ama böylece AKP'nin Abdullah Gül'ü Cumhurbaşkanı yapmasının önündeki 367 engeli aşılmış oluyordu.
Türban Olayı
Gelelim Bahçeli'nin türban icraatına.
Erdoğan, taa Madrid'den açıklama yapmıştı. "Velev ki türban siyasi simge olsa ne olur? Türban sorununu yeni Anayasa ile çözeceğiz."
Bu sözler doğal olarak büyük bir tepki ile karşılanmıştı.
Erdoğan bir yandan sözlerini tevil için kıvranırken sahneye Bahçeli çıktı:
MHP liderine göre türban sorununu çözmek için yeni anayasa yapmaya gerek bile bulunmamaktaydı. Mevcut Anayasa'nın 10. maddesine bir cümle ekleyerek sorunun halledilebilecekti ve kendileri gerekli çalışmayı yapmış, söz konusu cümleyi bulmuşlardı. Böylece, Tayip Erdoğan'a sarılacağı dal uzatılmıştı. 22 Ocak itibariyle MHP, türbanı yasallaştıracak (daha doğrusu aslında olmayan, hukuki ve insani bir dayanağı bulunmayan yasağı yasallaştırıp yaygınlaştıracak M.Ç.) önerisini imzaya açtı.
40 Yıllık Tarih
MHP'nin benzer icraatlarına başka örnekler de vardı.
Ama bu yazıda ele aldığımız üç olay MHP'ye ilişkin bir gerçeği bir kez daha kanıtlamıştır.
Bu Parti, 1960'lı yıllarda devreye sokulan ve ülkemizde bir iç savaş çıkarmayı amaçlayan emperyalist Siyonist senaryosu sağ-sol kavgalarında şiddet uygulamakla görevli sokak kuvveti olarak kullanılmaya çalışıldı.
Parti'nin 1970'lerdeki görevi, sanki 12 Eylül'ü mecbur ve mazur kılan ortamı hazırlamaktı."
1990'larda MHP'yi, Türk milliyetçiliğini, Türk Kürt çatışması zeminine oturtmak çabalarına alet etmek isteyenler çoğaldı.
2000'lerde ise yukarıda anlattığımız olguların gösterdiği üzere, MHP'nin bütün pratiği; Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesinin hayata geçmesi için gerekenin yapılması kapsamındaydı.
Maalesef, bugün MHP'ye hâkim olan yönetici ekip, Amerikan çıkarları ile tamamen uyumlu bir politika taraftarıydı.
Ama samimi tabanları da teşkilatları da, bunlardan oldukça rahatsızdı..
Vakıflar Yasası'nda ilk adımı Bahçeli'nin hükümeti atmıştı!
Cemaat vakıflarına "mallarının iadesi" konusunda da ilk adım, yine Bahçeli'nin hükümet ortağı olduğu dönemde atıldı. "İdam, AİHM kararlarının bağlayıcılığı, anadilde yayın ve öğrenim hakkı, cemaat vakıflarına mallarının iadesi" ile birlikte 13 önemli yasa değişikliğini, Devlet Bahçeli'nin "Başbakan Yardımcısı" sıfatı taşıdığı sırada, beş gün içerisinde süratle TBMM'den geçirdiler.
O günlerden, günümüze alan soru şu: Devlet Bahçeli, madem ABD ve AB'den gelen talimatlarla Apo hakkında verilen kararı uygulatmayacaktı, niçin yıllar boyu şehit cenazelerinde o nutuklar atılmış, ortam kızıştırılmıştı?
IMF solcu Ecevit'le sağcı Bahçeli'yi hizmetine almıştı
DSP-MHP-ANAP Hükümeti 9 Haziran 1999'da TBMM'den güvenoyu aldı. 56. Hükümet programı devletçiliği kesin olarak reddediyor. Özelleştirmeci, serbest piyasacı, AB'ci, Gümrük Birliği sürdürücüsü, yerel yönetimi kuvvetlendirmeci, tarımda küreselci, kamuda "yeniden yapılandırma"cı, "yap-işlet-dev-ret" ten ötede tahkimci ve dış politikada Amerikancı… olduğunu ilan ediyor.[3]
Şimdilerde Devlet Bahçeli AKP'yi eleştirirken IMF'ye atıp tutuyor. Ama MHP hükümet ortağı olduğunda, 56. Hükümetin, 55. Hükümetten devraldığı IMF programını "aynen" uygulamaya koyuldu. IMF komiserleri, 99 Temmuz'unda, "yeni partner" MHP'yi yoklamadan geçirdiler. MHP, sınavdan tam not aldı. 25 Eylül 1999'da IMF Avrupa Direktörü Michael Deppler, bu görüşmeyi hatırlattıktan sonra, 57. Hükümeti övdü: "Son 10 yılın en ciddi hükümetine desteğimiz tam."[4]
Devlet Bahçeli başbakan yardımcısı olduğu dönemde, IMF güdümünden çıkmamakta kararlıydı. MHP Grubu'nda yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
"Son 20 yılda yaşanan olaylardan hâlâ ders almamakta ısrar edenler vardır. Burada, özelleştirme politikalarına önemli bir görev düştüğünü hatırlatmak istiyorum. Kararlılıkla sürdürülen istikrar politikalarının bir yıl içinde Türkiye'yi getirdiği yer açıkça ortaya çıkmıştır. Burada açıkça ifade etmek istiyorum ki, istikrar politikalarından hiçbir şekilde taviz verilmeyecektir."
Bahçeli: "Kemal Derviş büyük hizmetler sunacak" diyen insandı.
Kemal Derviş, ABD, AB, IMF ve Dünya Bankası'nın kararı ile hükümete dördüncü ortak olarak tayin edilmişti. Ekibini kendisi kuracak, çalışma biçimini de kendisi tayin edecekti. Nitekim, bir ay sonra, Nisan 2001'de Washington'da Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn "Kemal Derviş'i biz görevlendirdik" diyerek "malumu ilan" etmekte bir sakınca görmeyecekti.
"15 günde 15 yasa "yi herkes hatırlar. "Şeker Yasası, Telekom Yasası, Uluslararası Tahkim Yasası, Doğalgaz Piyasası Yasası, Kamulaştırma Yasası, Sivil Havacılık Kanunu, Görev Zararları ve Bazı Fonların Tasfiyesini Öngören Yasa, Bütçe Değişikliği Yasası, Bankacılık Yasası, Ek Bütçe Yasası, Ekonomik ve Sosyal Konsey Yasası, Merkez Bankası Yasası."
Bu yasaların taslaklarını IMF ve Dünya Bankası uzmanları hazırlamıştı. Bu yasaların aynen meclisten geçirilmesini sağlamak için ABD ve IMF ile anlaşma yapıldı. Bahçeli'nin üstün gayretleri ve MHP grubuna verdiği talimatlarla, o 15 yasa, tamamen Kemal Derviş'in hazırladığı biçimde çıkartıldı. Türkiye'nin finans sektörüne, sanayisine, tarımına ağır darbeler indirildi. Çiftçinin, sanayicinin, milli bankacılığın beli kırıldı.
Bahçeli, 6 Mart 2001 günü, "partililerle bayramlaşma" sırasında şu açıklamayı yaptı: "Kemal Derviş, uluslararası çerçevede tanınmış, tecrübesi olan değerli bir bilim adamıdır. Kemal Derviş'in, 57. cumhuriyet hükümetinde bir bakanlığı üstlenmek suretiyle Türk milletine böyle bir ekonomik darboğazdan geçiş sürecinde büyük hizmetler sunacağına inanıyorum. Şu anda çalışmalarını sürdürmektedir. Verimli ve etkin bir çalışma ortaya koymaktadır." (7 Mart 2001, Cumhuriyet)[5]
Ama Aydınlık'a Göre MHP'nin En Büyük Suçu: Irkçılığı Bırakıp İslamcılığa Yanaşmasıydı!?
Üniversitede türban serbestisi konusunda AKP'ye verilen tam destek, MHP teşkilatlarını ve tabanını karıştırdı. Genel Başkan Devlet Bahçeli ve parti yönetimine, özellikle Türkçü gençlerden yoğun tepki geliyor. Bazı teşkilatlar, istifa hazırlığı içinde.
"MHP'de milliyetçilik kalmadı, Türkçülük kalmadı" diye yakınanlara "Günaydın" demek gerekiyor!
CKMP'nin 1969 yılında Adana'da yapılan kurultayından sonra kamuoyu "Muhafazakâr Milliyetçilik" denilen yeni bir kavramla tanışmaya başladı.
MHP, işte o "Muhafazakâr Milliyetçiliğin" çocuğu olarak aynı yıl içinde doğdu.
Atlama taşı CKMP oluyor!
Alparslan Türkeş, eski Milli Birlik Komitesi üyesi 14'lerden 9 arkadaşı ile birlikte, 22-23 Şubat 1964 tarihinde yapılan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) kongresinde partiye katılarak siyasete başladı.
24-25 Kasım 1967 tarihinde yapılan 8. Olağan kurultayda Türkeş, komünizmi baş düşman ilan etti. Türkeş'e bu kongrede ilk kez "Başbuğ" unvanı verildi. Yine bu kurultayda ilk kez kimin tarafından yazıldığı tartışmalı 9 Işık Doktrini ortaya atıldı. Artık devrimci milliyetçiliğin 6 Ok'una karşılık, gerici milliyetçiliğin de 9 Işık'ı vardı!
Türkeş'in sonradan çok tartışılacak olan, "Davadan döneni vurun" sözleri Milli Hareket Dergisi'nin kapağında yer aldı. Bu dergi kurultay salonunda dağıtıldı.
"Kışla gibi parti" oluşturuluyor
Bu dönemde CKMP, "kışla gibi" bir partiye dönüşmüştü. Genel Başkan Albay, yardımcıları Binbaşı, Yarbay, Yüzbaşıydı. Parti binasında idare Amiri Başçavuştu. Hitap tarzı "Albayım, Yüzbaşım, Binbaşım" gibiydi… Osman Bölükbaşı gazetecilerin CKMP ile ilgili sorusuna: "CKMP'de kılıç şakırtısından, çizme gıcırtısından binaya girmek bile mümkün olmuyor ki" cevabım veriyordu. Oysa çok geçmeden postalın yerini takunya, kalpağın yerini takke alacaktı!
Ümmetçilerin parti yönetimine gelişi başlıyor
8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana'da yapılan CKMP Kurultayında yalnızca partinin adı ve amblemi değişmedi. Kendilerini "Türkçü, milliyetçi" olarak adlandıran grup, parti yönetiminden uzaklaştırılırken ümmetçilerin egemenliği başladı. Başka bir ifadeyle MHP, kuruluşundan itibaren Türk-İslam Sentezi adı verilen, ABD'nin "Yeşil kuşak" ya da sonraki adıyla "Ilımlı İslam" politikasına uygun bir biçimlenişle doğdu.
Bu tarih aynı zamanda, dönemin devrimci gençliğinin en büyük örgütü olan ve sonradan Dev-Genç adını alacak olan Fikir Kulüpleri Federasyonu'na karşı Ülkü Ocakları'nın vurucu güç olarak kullanılmaya başlandığı tarihtir.
Türkçüler-İslamcılar ayrışıyor
69 Adana Kongresi, Türkçüler ile İslamcıların başka bir ifadeyle Hilalciler ile Bozkurtların ayrışmasına sahne oldu. Kendilerini "muhafazakâr milliyetçi" olarak tanımlayan, anti-komünist bir dernek olan Milliyetçiler Derneği'nde toplanmış olan İsmail Hakkı Yılanlıoğlu (Milliyetçiler Derneği Genel Başkanı), Ahmet Er, Acar Okanlar gibi isimler, parti yönetiminde etkin oldu. Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl ve Hüseyin Üzmez gibi isimlerin etkisiyle İslâmi motifler öne çıktı.
"Eski MHP Yozgat senatörü Servet Bora, "Çok iyi hatırlıyorum İsmail Hakkı Yılanlıoğlu bir gün partide Atatürk'ün resmini indirmişti. Bu yüzden Muzaffer Özdağ ile tartışmışlardı" diye yakınıyor.
Hazırlanan üç hilalli dev bayrağın arkasında "Tanrı Türkü Korusun" pankartı utangaçça taşındı. Artık Türklüğün yerini İslamiyet aidiyeti almaya başlamıştı.
Nihal Atsızcılar tasfiye ediliyor
Kurultayın ana tartışması, milliyetçilik ve İslamiyet arasındaydı. 14'lerden Muzaffer Özdağ, Numan Esin, Rıfat Baykal ve Mustafa Kaplan tarafından desteklenen ve "Atsızcılar" olarak bilinen bu grup ile Ankara ekibi arasındaki gerginlik kavga boyutuna varınca salon karıştı. Alparslan Türkeş, o sırada Gençlik Kolları Başkanı olan Sadi Somuncuoğlu'na talimat verip taşkınlık yapanların salondan çıkartılmasını sağladı.
Genel idare Kurulu daha sonra yaptığı toplantıda üç hilal ambleminde karar kıldı. Bozkurt ise Ülkücü Gençlik Örgütü'ne kaldı.
Bu tarih aynı zamanda MHP'den Türkçülerin de tasfiye sürecinin başlangıcıydı.
Araştırmacı-Yazar Nihat Çetinkaya, "Asıl milliyetçi olanlar 6. Filo askerlerini denize dökenlerdi, onlara karşı çıkanlar değil" diyor.
Türkeş konuşmasında İslami kavramlara da sık sık atıfta bulunuyor ve yeni ahlaktan yeni davadan bahsediyordu: "İçimizde Tanrı Dağı'ndan taşıdığımız Ergenekon şeddini eriten ateş, gönlümüzde, zihnimizde Hira Dağı'ndan doğan güneşin ışığı var. Biz Müslüman Türk'ün öz nizamını, milli nizamı temsil eden milli hareketiz."
MHP'de artık en çok atılan slogan "Tanrı Dağı Kadar Türk Hira Dağı Kadar Müslümanız"dı.
Tarikatlar ile bu dönemde ilişkiye geçildi. Servet Bora anlatıyor:
"MHP Genel Merkezi'nin önünde otobüsler birikmişti. Namık Kemal Zeybek'e sordum 'bu otobüsler nereye gidiyor' diye. Zeybek bana 'Bizim gençleri Adıyaman Menzil Şeyhi'nin yanına gönderiyoruz, eğitilsinler' dedi. Böyle bir şey Türkeş'ten habersiz olamazdı. Bu olaylardan sonra Ilımlı İslam'ın etkisi partide çok arttı, taban Refah Partisine kaydı. 1991 seçimlerinde bu açıkça görüldü."
MHP Türkçülerle kavga ediyor
Adana kurultayında MHP'nin çizgisi belirlendi. Türkçü-Turancı görüşleri savunanlar yolun sonuna geldi. Nihal Atsız taraftarları kongrede büyük bir yenilgiye uğradı. Bu kez Türkçüler Derneği- MHP kavgası başladı.
Atsız ve Türkeş arasında karşılıklı suçlamalar ye hakaretler yoğunlaştı.
3 Haziran 1972'de yapılan Türkçüler Derneği'nin kongresinde Atsız kazandı. Bir grup MHP'li kongrenin ardından dernekten ihraç edildi. 1944 yılında Turancılık Davasında birlikte yargılanan Atsız ile Türkeş'in yolları ayrıldı.
Atsız ölene kadar Alpaslan Türkeş'le konuşmadı. Alpaslan Türkeş de Atsız'ın 13 Aralık 1975 tarihinde kılman cenaze namazına katılmadı. "1970'den sonra parti içinde Türkçü düşünce, Nihal Atsız'ın kitaplarının okunması yasaklandı."
Turancı çevreler tarafından birikimli bir ideolog olarak bilinmesine karşın tarihçi Niyazi Berkes anılarında Atsız'ı "büyük iddiaları için gerekli olan antropoloji, tarih, felsefe alanlarında bir şey bilmeden insanları kaşlarına, gözlerine, saçlarına ve yüzlerinin rengine göre ırklara ayıracak kadar bilgisiz bir zavallı" olarak tanımladı.
Muzaffer Özdağ ve Rıfat Baykal, bir iki yıl kadar daha MHP'de siyaset yapmaya çalıştılar. Ancak MHP ile yollarını tam da 12 Mart muhtırasının arifesinde yani 11 Mart 1971 ayırdılar. Üstelik bu iki isim Komando Kampları'nın ilk kurucuları, ideolojik ve pratik eğitimcileri oluyorlardı."[6]
Evet işte Aydınlık'çılar "Karakolda doğru sayar, mahkemede şaşar" cinsinden, MHP'nin yanlışlıklarının; Turancılıktan ve Türk ırkçılığından uzaklaşıp, İslamcılığa kaymasından kaynaklandığını savunmaktadır. Ve böylece İslam'a bu denli soğuk ve uzak bir zihniyetin, niye toplumda bir türlü taban ve taraftar bulmadığı da ortaya çıkmaktadır.
[1] 10.02.2008 / Önce Vatan
[2] 20.02.2008 / İbrahim Tenekeci / Milli Gazete
[3] (http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/hp57.htm adresinden ayrıntılara ulaşılabilir)
[4] 26 Eylül 1999, Hürriyet
[5] 17 Şubat 2008 / Aydınlık
[6] 17 Şubat. 2008 / Aydınlık

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Milli Çözüm, yaşam sürdüğümüz şu dünya hayatında gerçekleşen hadiseleri doğru anlamanın ve uyanık kalmanın tüyoları…
Özgür Özel, hapishanede bulunan İBB başkanı Ekrem İmamoğlunun yaptığı mitinglerle sesinini duyurmaya çalışıyormuş gibi görünürken…
"Başbakanlar, başbelasıdır bozuk düzende! Gizli gerçek hükümet, mason localarıdır Siyonist merkezler ise akıl hocalarıdır Amerika…
Sırtlanlar sadece, vergi yükler sırtlara BOP IMF görevlisidir, fatura hep yurttaşa Milli Görüş bereketle, zam…
Öyle anlaşılıyor ki hem CHP’de hem AKP’de hem de diğer muhalefet mahfillerinde, hâlâ en korkulan…
Bir toplumda iki sınıf vardır ki onlar bozulursa bütün toplumda ifsat olur bunlar yöneticiler ve…
"CHP’nin marazlı masonik takımı Kılıçdaroğlu’na karşıydı. Çünkü Kılıçdaroğlu, “Kirli, kiralık ve münafık cephenin” değil, “Milli ve duyarlı cephenin” yanındaydı.…
MİLLİ GÖRÜŞ - MİLLİ ÇÖZÜMDEN GAYRİSİ HAİM NAHUM DOKTRİNİN UYGULAYICISIDIRLAR. KİM DAHA İYİ UYGULAYACAKSA SİYONİZM…
Bugünlerde terörist başı bebek katili cani'nin ayağına gitmek için can atanların böylesine bir ihanete nasıl…
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…