YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
663279d90c0a6
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 9
Bugün : 19770
Dün : 23368
Bu ay : 19770
Geçen ay : 737322
Toplam : 23536056
IP'niz : 18.223.125.219

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Ilımlı veya Radikal İslamcılarla
KELİME OLARAK AYNI ESASLARA;
ANCAK FARKLI KAVRAMLARA İNANIYORUZ

Kelime ve Kavramların Yozlaştırılması
Yeni oluşan bir sistem ve medeniyetler, kendisinden önceki düzen ve dönem içerisinde kullanıla gelen bir takım kelimelere, yeni manalar yükleyerek, özel kurumlar yanında, orijinal kavramlar da geliştirirler. Aslında hiç bir dil / lisan ne kadar zengin olursa olsun, biri birinden farklı sistemlerin hepsine birden, tamamen yeni ve orjinal kelimeler veremez. Öyle ise, sistemleri teşkil ve temsil eden unsurların, ortak bir lisan disiplini oluşturması gerekir. Her sistem bu ortak kelimeleri alır, kendi amaçları istikametinde kullanılır ve onlardan özel ve orjinal bir "kelimeler ve kavramlar ağı" oluşturur.
İşte İslam dini ve medeniyeti de cahiliye döneminde öteden beri bilinen ve konuşulan "Allah, İslam, iman, küfür, nebi, resul, akıl, kerem, takva, cihat" gibi kelimelere, öylesine yeni ve orijinal anlamlar yüklemiş ve öylesine yeni ve özel kavramlar meydana getirmiştir ki, kıyamete kadar gelişen bütün zamanlara ve bütün şartlara ışık tutacak İlmi, İmani, ahlaki, siyasi ve iktisadi bütün sorunlara çözüm ve çareye esas olacak bir "değişmez doğrular" bütününü insanlığa hediye etmiştir. 

Yapılan ilmi araştırma ve karşılaştırmalar, Kur'an'ın kelime hazinesinin, kendisinden önceki cahiliye Arabistan'ındaki 3 ayrı ve farklı sistemin bir nevi bileşimi olduğunu, ancak bütün bu kelime kalıplarına yepyeni, değişmez ve eskimez manalar doldurduğunu göstermektedir. Bunlar:

1 – Saf ve sade bir hayat süren göçebe bedevîlerin kullandıkları kelimeler,

2- Mekke ve Medine'de yerleşik tüccar ve soyluların konuştukları kelimeler

3- Arabistan'da yaşayan Yahudi ve Hıristiyanların kullandıkları ve Arap diline kattıkları kelimeler….

"Kelime"lerin içinin boşaltılması ve başka amaç ve anlamlar için kullanılması

Örneğin Allah ismi, cahiliye Araplarınca da biliniyor ve kullanılıyordu. Ancak onların konuştuğu "Allah" kelimesi Kur'an'daki "Allah" (cc) kelimesinden çok farklı bir anlam taşıyordu. Cahiliye Araplarına göre Allah yeri göğü yaratan ve diğer şefaatçi tanrılardan (put ve tağutlardan) daha büyük olan, ancak etki ve yetki alanı sınırlı bulunan bir varlığı ifade ediyordu.[1]

Kur'an'daki "Allah" (cc) kelimesi ise, öyle tanrılar hiyerarşisindeki baş tanrı değil (haşa), varlığı gerçek olan, her şey elinde ve emrinde bulunan, kudreti her şeyi kuşatan, kullarının imani, ahlaki, siyasi ve iktisadi hayatlarına ait kanun ve kurallar koyan, tek ve mutlak bir Rab'dir. Kur'an'da geçen kitap, melek, nebi, resul, ahiret, takva, salat, zekat vb. bütün kelime ve kavramlar, "Allah" ismiyle mutlaka irtibatlı ve çok çeşitli daireler içerisinde bütün bunlar biri biriyle bağlantılıdır.

Yine cahiliye Arap inancında melekler "yarı tanrı" niteliğinde ve cinlerin üstünde bir varlık kabul ediliyor ve haşa "Allahın kızları" olarak biliniyordu.

Oysa Kur'an'daki "melek"ler Allahın mahluku olan ve Ona kullukta bulunan nurani varlıklardır.[2]

İslam öncesi Arap lisanında, "Takva", hayvanların ve insanların, dışarıdan gelecek tehdit ve tehlikelere karşı kendini koruma ve savunma davranışı anlamında kullanıldığı halde, Kur'an lisanında ise "Takva" her türlü küfür ve kötülükten sakınmayı ve gerçek manada Allah'tan korkmayı ve her haliyle ona teslim olmayı ifade eden geniş ve genel bir kavramdır.

Cahiliye döneminde küfür – kefere: bir gerçeği örtmek ve şükretmenin zıddı olarak nankörlük etmek manasına kullanıldığı halde Kuran lisanında ise, imanın zıddı olan inkarı ifade eder ve çok önemli ve anlamlı bir anahtar kelimedir.

Cahiliye lisanında "Cihat" dünyalık kazançlar ve kuru kahramanlıklar için yapılan zorlu çabaları ifade ettiği halde, Kur'an'da "Hak ve adaleti hakim kılmak ve Allahın rızasına ulaşmak için yapılacak samimi ve ciddi gayret ve hizmetleri" anlatır.

Eski Arapların şöhret ve şehvet yolunda gösteriş için yapılan harcamalara "Kerem – cömertlik" demelerine karşılık İslam bu düşünce ve davranışı fazilet değil bir rezalet kabul etmiş ve "Kerem" kelimesine, "hiçbir karşılık beklemeden Allah rızası için yapılan iyilik ve ikram" manasını yüklemiştir.

Açıkça görülüyor ve anlaşılıyor ki Kur'an dili ve İslam medeniyeti cahiliye döneminde kullanılan ve konuşulan kelime ve deyimlere özel ve orijinal manalar yüklemiş ve yepyeni kavramlar türetmiştir.

Arapçanın şaşılacak derecede zengin bir kelime hazinesine sahip olması ve mevcut kelimelerden yeni kelime ve kavramlar üretmeye de oldukça müsait bulunması da bu işi kolay hale getirmiştir.

Ama maalesef giderek Kur'an'dan uzaklaştıkça, içten ve dıştan tahribatlar arttıkça zamanla İslami kavramların yozlaştığını ve içi boşalan cevizler gibi, sadece kavramların kalıbı ve kabuğu olan kelimelerin elimizde kaldığını görüyoruz.

 Bugün üzülerek belirtelim ki Müslümanlar arasında "Allah, Peygamber Kitap, İslam, Cihat" gibi kavramlar maalesef, İslam öncesi cahiliye dönemi insanlarının kullandığı manalar da anlaşılmaya başlanmıştır.

Pek çok Müslüman'a göre "Allah", ibadet ve ahiret işleriyle uğraşan ticaret, siyaset memuriyet ve adalet konularına karışmayan kısaca yeryüzünü tağutlara bırakan bir "gök tanrısı" gibidir.

Yine bazı Müslümanlara göre "peygamber" sadece güzel ahlak örneği sayılan ve Arap şeyhi görünümünde olan ve hele devlet ve hükümet işleriyle hiç alakası bulunmayan ve her işini mucizelerle yapan bir efsane kahramanı yerindedir.

"Kur'an" ise, yükseklerde korunan, ölüler ve hastalara okunan tılsımlı, esrarengiz ve anlaşılmaz ve ulaşılmaz bir dua kitabıdır.

"Cihat", nefsini kurtarmak ve ibadet yapmak maksadıyla tenhalara kapanmak veya Kurs binası ve cami inşasıyla uğraşmaktır.

"Hayır"; mermer panolara ve büyük harflerle adını yazdırmak ve reklamını yaptırmak üzere para harcamaktır.

"Takva"; külah takmak, sarık sarmak ve cübbe kuşanmak yani derviş rolü oynamak ve göstermelik davranışlarda bulunmaktır.

Masonları ve İslam düşmanlarını seçip iktidara getirmeğe "hikmet ve maslahat" denilmiş.

Zalimlere ve batıl zihniyetlere boyun eğmek ise, tevekkül ve teslimiyet zannedilmiştir.

Bu yanlış ve yozlaşmış değerleri ve anlam bakımından dejenere olmuş kelimeleri yeniden gerçek amacına ve Kur'ani anlamına kavuşturmak ve insanımızı bu kavram kargaşasından kurtarmak ise, ilim ve cihat erbabının vazifesi ve çilesidir.

"Kelime"Lerin Islahı ve Evrensel Boyut Kazandırılması

Toplumların arzuladığı, amaçladığı ve ulaşmaya çalıştığı bazı değerleri ve dengeleri ifade etmek için yeni kelime ve kavramlar türetilmiştir. 

"Laiklik ve demokrasi" de bunlardan birisidir.

Laiklik; devleti ve düzeni, din adamları sınıfının ve din istismarının güdümünden kurtarmak, farklı din ve mezhep mensuplarının birlikte barış içinde yaşama şartlarını hazırlamak amacını ve anlamını belirten, evrensel bir kurum ve kavram olarak düşünülmekte ve düşlenmektedir.

Demokrasi ise, halkın her kesiminin aktif ve etkin olarak ülke yönetimine katılması, zorbaların ve devrim yobazlarının köleliğinden kurtulması ve insan onuruna yakışır bir hürriyet ve hizmet ortamının hazırlanması heves ve hayalinin bir simgesi ve sistemi olarak dile getirilmektedir.

Bu iki anlam ve amaç, temelde İslam'ın da ruhuna uygun düşmektedir.

"Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğru ile yanlış açıklanmıştır."[3]

"Sizin dininiz size, benim dinim banadır"[4] ayetleri bu amaçtaki laikliğe,

"Onların (yönetim) işleri aralarında şura (danışma ve dayanışma) iledir. Bir haksızlığa uğradıkları zaman yardımlaş(acak ve haklarını koruyacak kurum ve kuralları oluşturmak ta)dırlar"[5] ayetleri ise yine bu anlamdaki demokrasiye uygun görülmektedir.

Ne var ki yeryüzünde ve özellikle ülkemizde, bugüne kadar laiklik adına çoğunlukla din düşmanlığı yapılmış, dindarlar hayattan ve hükümetten dışlanmış, ve laiklik; "din dışılık veya İslam'a düşmanlık" şeklinde uygulamıştır. İşte bu yanlış ve haksız uygulamalar yüzündendir ki, laiklik denilince dindarların kafasında hemen zulüm ve zorbalık algılanmaktadır.

Ve yine Demokrasi pek çok ülkede ve Türkiye'mizde, diktatörlüğün, saltanat yerine seçimle yürütülmesi, krallığın firavunlardan karunlara (sömürücü sermaye ağalarına) devredilmesi, mutlu ve dayatmacı bir azınlığın, demokratik köleler olan çoğunluğa hükmetmesi şeklinde yozlaştırılmıştır.

Bu yanlış ve yozlaştırılmış uygulamalara rağmen, laiklik ve demokrasi hala insanlığın ortak hayali ve ideali konumundadır. Yani insanlık "din-devlet barışmasını, farklı dinlerin bir arada yaşamasını" haklı olarak arzulamaktadır. Öyle ise Müslüman ilim ve fikir adamlarına, İslamcı yazar ve araştırmacılara düşen, insanlığın bugüne kadar "laiklik ve demokrasi" diye arayıp ta bulamadığı arzulayıp ta ulaşamadığı "değerlerin ve dengelerin" İslam'da bulunduğunu anlamak ve anlatmaktır.

Bu İslami doğruları ve değerleri ise bugün insanlığın ortak malı haline gelmiş olan ve herkes tarafından kullanılan ve savunulan laiklik ve demokrasi gibi evrensel  "kelimelerle açıklanması gereği vardır. Yani laikliği ve demokrasiyi İlmi ve insani değerlere uygun yorumlamamız lazımdır. Daha doğrusu bu kelime kalıplarına adil ve evrensel kavramaları yerleştirip topluma öyle sunmamız bir ihtiyaçtır." 

Böylece;

a- Hem zaten bilinen ve peşinen kabul edilen bazı "kelimeler"le tabii gerçekleri ve insani gerekleri anlatmamız kolaylaşacaktır.

b- Hem de "silm – barış" medeniyetinin evrensel bir boyut kazanması ve insanlığın ortak değerleri halini alması mümkün olacaktır.

Öyle ise bazı kelimelerden korkmak ve kaçmak anlamsızdır.

Ve zaten insanların bildiği ve benimsediği bazı ortak "kelime"lerle onlara yaklaşmak Kur'an'ın hükmü ve tebliğin şartıdır.

"Deki; Ey ehli kitap sizinle bizim aramızda müşterek ve müsavi olan bir "KELİME" ye gelin"[6] ayeti bu gerçeği anlatmaktadır. Zira her ne kadar Yahudi ve Hıristiyanlarla, Müslümanların Allah inancı ve kavramı çok farklı ise de, en azından Allah'ın varlığını ve ahiret hayatını kabul eden ortak "kelime"leri bulunmaktadır.

Evet Hıristiyanların ve özellikle Yahudilerin "Bazı kelimeleri YERLERİNDEN DEĞİŞTİKLERİNİ"[7] haber veren ayetler, onların doğru kelimelere yanlış kavramlar yüklemiş olduklarına ve böylece haksız ve ahlaksız uygulamalara yönelmiş bulunduklarına işaret etmektedir.

Bize düşen o kelimeleri gerçek anlamına ve evrensel amacına uygun yorumlamak ve tebliğimizi bu yollarla insanlığa ulaştırmaktır.

"Allah batılı imha eder ve Hakkı Kelimelerle ortaya koyar"[8] ayeti de bazı gerçekleri insanlığın benimsediği ve ortak değeri haline getirdiği kelimelerle anlatmak gerektiğine izin işaret buyurmaktadır.

Zaten, Allahu zülcelal hazretleri "Kitabı (Ku'ran'ı) Hak ve Mizan olarak indirilmiştir"[9] Yani Kur'an'ın evrensel kuralları asla "değişmeyen ölçü" dür. Her şey ona göre düzenlenecek ve değerlendirilecektir.

Bu nedenle Laiklik ve Demokrasi gibi evrensel boyut ve beğeni kazanmış kelimeleri ve kavramları yozlaşmaktan ve yanlış uygulamaktan kurtarıp bunların ıslahına çalışmak ve insanlığın hizmetine sunmak, hem güzel, hem de gereklidir.

Çünkü İslam, insanlar arasında adalet ve hürriyeti gerçekleştirmek içindir. Peygamberler de bununla görevlidir.[10]

"Laiklik zulümdür, demokrasi küfürdür" gibi kolaycı ve kaçırıcı ucuz kahramanlıklara soyunmak yanlıştır ve tebliğ metoduna aykırıdır.

Ve bu "kelimeleri suçlu ve sorumlu tutup savaş açmak, veya bunlardan korkup kaçmak anlamsızdır.

 Hem bakınız laikliği din düşmanlığı, demokrasiyi de sermaye krallığı şeklinde uygulayan hain ve zalim çevreler:

"Din, iman Allah, Peygamber, Hak, Hukuk" gibi İslami ve Kur'ani kelimelerimizi kullanmaktan korkup kaçınıyorlar mı?

Hayır, tam tersine bu doğru ve değerli kelimeleri yanlış ve değersiz amaçları için sıkça kullanıyor ve istismar ediyorlar. Ve bu mühim ve mübarek kılıfların içini boşaltıp, batıl ve bozuk manalar yüklüyorlar.

Öyle ise "laiklik ve demokrasi" gibi çağdaş ve evrensel kelime ve kavramlara da bizim sahip çıkmamız ve bunları ilim ve inancımız açısından yeniden yorumlamamız ve bütün insanlığın hayrına çalışmamız hem caizdir, hem de gereklidir.

İstismar ve Saptırma Alışkanlığı

Yaşı yetmiş beşi aşmış olan, Elazığ'daki pek çok hayırlı hizmetlerin ve İslami hareketlerin ta başından beri içinde bulunan ve istikametini hiç bozmayan Hacı Hasan Dinç ağabeyimiz geçenlerde samimi ve seviyeli bir dava kardeşimiz olan Fatih Çıplakkılıç'ın mağazasında şunları nakletmişti:

"Vefatından iki-üç ay kadar önce Kadiri Şeyhi Tayyar Baba Hazretlerinin (Kurtlar Vadisi dizisinden tanınan Raci Şaşmaz'ların dedeleri) tekkesindeki feyizli ve manevi zevkli bir zikir halkasından sonra yapılan çay sohbeti sırasında, nazı çekilen dervişlerden birisi, Mürşit Efendi'ye, siyaset ve milli mesuliyetle ilgili bir soru yöneltti.

Bunun üzerine Rahmetullah Tayyar Baba Hazretleri:

"Bizim kanaatimize göre; Erbakan Hoca, çok değerli ve güvenilir bir şahsiyettir, inançlı ve iddialı bir liderdir" karşılığını verdi.

Biraz sonra, mescit dolusu cemaatin huzurunda ve nükteli bir vurguyla:

"Bizler, oylarımızı da herhalde, Ona vereceğiz" dedi.

O güne kadar herhangi bir partiye veya siyasete bu denli açık bir destek verdiği görülmediğinden olacak, salonda bir hayret; hatta bazılarında belki de bir tereddüt ve teessüf meydana gelmişti.. Yine kısa bir sessizliğin ardından, Tayyar Efendi şunları söylemişti:

"Hem de, Onun kazanması için dua edeceğiz ve gayret göstereceğiz!.

Tabi, ifade edilen kelimeler değişik olabilir, ama bu mana ve mealdeki sözleri kendisinden bizzat duyduğuma yemin ederim.

Ve yine, Karayollarındaki görevini hala sürdüren Metin Akın kardeşimiz, bir öğlen namazı için denk geldiğimiz Karayolları camisindeki namazdan sonra, imam odasındaki çay sohbetinde şunları haber vermişti:

Bacanağım olan, önceki belediye başkan Yardımcısı Burhan Sadak Bey'in eşi, kendi semtlerinde bazen İsmailağa cemaatinin bazen Fetullah Gülenci hanımların bir sohbetine davet edilir.

Adetleri üzere, Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinden bölümler okunup, kendilerince izahlar getirilir. Konu Fatiha'nın tefsiri ve Cenabı Hakkın "Maliki yevmiddin-Din ve hesap gününün hakimi ve sahibi" olmasıyla ilgilidir. Dersi veren Hoca Hanımefendinin şöyle bir yorum ve benzetme yaptığını söylemiştir:

"Nasıl ki Amerika, bugün yeryüzünün ve dünya mülkünün maliki ve yegane söz sahibi ise, aynen bunun gibi, Allah'ta ahiret gününün hakimidir"

İşte ılımlı İslamcıların ve özellikle Fetullahçıların inandığı ve yaymaya çalıştığı din ve hakimiyet anlayışı böyledir.

"Dünyanın hakimi Amerika, ahiretin ise Allah'tır! Dünya için; Amerika ve Avrupa'ya ve onların arkasındaki Siyonist Yahudi odaklara tabi olunmalı, ahiret ve cennet için ise Allah'a tapınılmalıdır.

Amerika'ya rağmen, milli, yerli ve İslami bir düzen ve adil bir medeniyet kurmak imkansızdır. Bize düşen, Amerika ve Avrupa'nın himayesinde ve onların müsaadesi nispetinde ibadet ve dini hizmet yapmaktır. Ve hele İslam'ın adalet ve hakimiyet kurallarını şimdilik bir tarafa bırakmak lazımdır."

Zaten Fetullah Gülen'in kendisi de: "Dünya gemisinin kaptanlığına layık ve müstahak olan devlet ve millet Amerika'dır" demektedir ve bu sözleri kitaplarında bile geçmektedir.

Sözü nereye mi getirmek istiyoruz?..

Bediüzzaman'a rağmen Risalei Nur hareketinin, Tayyar Baba gibi zatlara rağmen tarikat ve tasavvuf terbiyesinin şimdi niçin ve nasıl AKP çizgisinde ve ABD-AB istikametinde hizmet verdiğini, üstatların ve babaların nasıl istismar ve suistimal edildiğini göstermek için, hatırlatıyoruz.

Bu acı gerçekleri anlattığımız Fetullahçı bir kardeşimiz; hem alken, hem dinen, hem vicdanen doğru olan bu sözler karşısında, yine o bildik sahte tavırlarını takınarak:

"Hocam size göre bazı yanlışlarımız, hikmete binaen yapılan, ancak zahiren hata sanılan yaklaşımlarımız olabilir. Ama şimdi, Aynı Allah'a inanan, aynı Peygambere tabi olan, aynı Kur'anı okuyan müminlerin, küfre karşı birlik olması ve biri birinin kusurlarını hoş karşılaması gerekir" deyince Ona şu cevabı vermiştik:

"Bak dostum! Sizlerin, Siyonist zalimlerin ve emperyalist güçlerin safında; Bizlerin ise mazlum milletlerin yanında bulunmamızın asıl nedeni: Kelime ve biçim olarak aynı, ama kavram ve içerik olarak çok zıt ve farklı şeylere iman etmemizdir. Şöyle ki:

Siz, dünyayı; zalim ve katil Amerika'ya bırakan, sadece ahiret ve ibadet işlerine bakan bir Allah'a inanıyorsunuz. Ve Amerika'yı Allah'tan daha güçlü sanıyorsunuz. Bu yüzden Ona sığınıyorsunuz. Ama biz, her şeye gücü yeten, tüm alemleri yöneten ve müminlere: "Dünyada adil bir düzen için çalışmayı ve hangi dinden ve kökenden olursa olsun, tüm insanlığa huzur ve hürriyet sağlayan bir medeniyeti kurmayı emreden" bir Allah'a inanıyoruz.

Siz, 1400 sene önce yaşayan ve sadece sarığı, sakalı ve cübbesi örnek alınan ve maalesef bir Arap şeyhi gibi algılanan ve haşa zalim güçlere, devlet ve siyaset işlerine hiç karışmayan bir Muhammed'e inanıyorsunuz.

Oysa bizler, örnek sistemi ve sünnetiyle, yüksek prensipleriyle, sosyal adaletiyle emperyalizme ve zalimlere karşı cihat ve milli savunma gayretiyle her an önderlik yapan bir Peygambere inanıyoruz.

Siz, sadece manevi müzik zevki için ve hiç anlamadan papağan gibi okunup tekrarlanan, mezarlıkta ölülere bağışlanan; "Siyonist Yahudileri ve Haçlı Emperyalistleri dost edinmeyin", "Faizci ve kapitalist vampirlere toplumu ezdirmeyin", "Riyakârlığın, münafıklığın ve din istismarcılığının gizli şirk ve kafirlik olduğunu bilin" mealindeki emirleri hiç hesaba katmayan bir Kur'an'a inanıyorsunuz.

Biz ise; İmani, İslami, insani ve ilmi, her konuda, Yüce Yaratıcının rahmet ve medeniyet kuralları olan bir Kur'an'a inanıyoruz..

İşte, aslında farklı şeylere inandığımız içindir ki, ayrı ve aykırı saflarda bulunuyoruz..

Ortak buluşma ve barışma noktası olarak da yine, sadece; vicdanı, aklı ve Kur'an'ı görüyoruz…

İşte bazılarının kapatma davasıyla ilgili korkaklığı ve panik ataklığı, bu hainliklerinin ve vicdanlarıyla ters düşmelerinin sonuçlarıydı

Kendilerini rahatsız eden vicdanlarını bastırmak, suçluluk psikolojisiyle oluşan kuşku ve korkularını yatıştırmak mümkün olmayınca, hırçınlaşma ve saldırganlaşma belirtileri sezilmektedir.

Rahmanın gazabını hak ettiklerini bildiklerinden şeytana sığınma ihtiyacı hissedilmektedir.

Panikatak: "Ben" merkezciliktir ve suçluluk göstergesidir

Panikatak, kişinin, sürekli kendisi ile ilgilenmesi, kendisini düşünüp dinlemesidir. Hatta dinini, davasını bile nefsi ve dünyevi beklentileri için istismar etmesidir. Anlayacağınız her şeyi kendisidir artık. Ne eşini, çocuğunu, ailesini ne de toplumun diğer bireylerini düşünecek durumda değildir. Hayatta ne olup bittiği, ülkesinin ve insanlık aleminin nereye gittiği değil, kendisi ile ilgili değişiklikler onu ilgilendirmektedir. Bu da kişiyi bencilliğe sürüklemektedir.

Tevekkülsüzlük, inanç zayıflığı ve vicdani rahatsızlık, korku ve panik sebebidir

Kişi, merkezden kendisini çıkartmadığı ve tevekkül etmediği müddetçe bu rahatsızlıktan kurtulması mümkün değildir. Tevekkülsüzlük; Kişinin tedbirleri alsa dahi sonucu Allah'a bırakmaması ve sonucun iyi olacağına dair Allah'a güvenmemesidir.

– Aklımı yitirmek üzereyim

– Kendimden geçen birisiyim

– Çıldıracak gibiyim

– Sıkıntıdan öleceğim

– Kontrolümü yitirmişim

– İnme inecek, felç olabilirim" gibi sözler etmektedir.

Böylece Hz. Peygamberimizin "Hainler korkak olur" hadisinin hakikati meydana gelmektedir.

 

 

 


[1]  Zümer: 3 – 4

[2]  Nisa: 172

[3] Bakara: 256

[4] Kāfirün: 6

[5] Şura: 38 – 39

[6] Al-i İmran: 64

[7] Nisa: 46          

[8] Şura: 24

[9] Şura: 17

[10] Şura: 15

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
İsmet SEZGİN

İsmet SEZGİN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx