YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6632a69951408
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 0
Bugün : 24001
Dün : 23368
Bu ay : 24001
Geçen ay : 737322
Toplam : 23540287
IP'niz : 3.149.251.154

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Faizci bankalar vahşi kapitalizmin soygun aracıdır

Bankalar 2007 yılında hizmet ücreti ve komisyonlardan 7,9 milyar dolar gelir sağladı. Bankaların hizmet gelirleri 2006 yılına oranla yüzde 36,34 arttı. ATO'nun bankaların hizmet ücretleri araştırmasına göre, bankalar 93 ayrı isim altında hizmet ücreti ve komisyon almaktaydı.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BBDK) ile bankalardan derlediği bilgilere göre, Türkiye'de faaliyette bulunan 50 banka 93 ayrı isim altında hizmet ücreti ve komisyon toplanmıştı. Kamu ve özel sektör bankaları, hizmet ve komisyonlardan 2005 yılında 5 milyar dolar, 2006 yılında 5,8 milyar dolar gelir elde etti. 2007 yılında ise 7,9 milyar dolara yükselen hizmet ve komisyon gelirleri 2006 yılına oranla yüzde 36,34, 2005 yılına oranla da yüzde 57,91 oranında artmıştı. Bankacılık hizmet ve komisyon gelirleri, bankaların faizlerden sonra en büyük gelir kaynağıydı.

Bankalar işletme giderlerinin ise yüzde 63,34'ünü bankacılık hizmet ve komisyon gelirleriyle karşılamıştı. Yani vatandaş göz göre soyulmaktaydı.

Hesap Açmak da, Ekstre Almak da Parayla

Araştırmaya göre bankalar, hizmetleri karşılığında değişen miktarlarda ücret talep ediyor. Pek çok banka hesap açmak için ücret alırken, hesap açık olduğu süre içinde de hesap işletim ücreti alıyor. Örneğin vadesiz hesaplar için 6 aylık hesap işletim ücreti olarak 18 YTL ile 21 YTL arası para tahsil ediliyor. Bankalar hesap işletim ücretlerini hesaplardan otomatik olarak tahsil ediyor, müşteri, bu kesintiyi ancak hesabını kontrol ederse fark edebiliyor. Vatandaşlar bankalardan hesap ekstresi almak için 0,5 YTL ile 3 YTL arası, dekont almak için de 1,5 YTL ile 2,5 YTL arası ücret ödemek durumunda kalıyor.

Çek ve senetler, para tuzağıdır

Bir bankadan çek almak isteyen müşterinin, çek yaprağına göre 20-115 YTL arasında değişen miktarlarda ödeme yapması gerekiyor. Bankadan çekin karşılığı olup olmadığının sorulması da ücrete tabi.

Müşteriden çek provizyonu adı altında 15 YTL ücret isteniyor. Çekin karşılığı yoksa bunun belgeli bildirimi ve savcılığa bildirimi için 50 YTL ücret ödemek gerekiyor. Bankalar senet işlemlerinde de vatandaştan ücret talep ediyor. Senet tahsili için 15 YTL, senet protestosu için 30-40 YTL, senet protestosu kaldırmak için 25-40 YTL ücret isteniyor.

Kredi komisyonları el yakmaktadır

15 Şubat 2008 itibariyle 72,5 milyar YTL'ye ulaşan tüketici kredilerinden alınan komisyonlar da bankalara önemli miktarda gelir sağlıyor. Bankalar, konut, taşıt ve ihtiyaç kredilerinde müşteriden dosya ücretinin yanı sıra, kredi çekilen miktara bağlı olarak komisyon tahsil ediyor. İhtiyaç kredilerinde 150-350 YTL arasında değişen miktarlarda ücret alınırken, konut kredisinde, çekilen miktarın yüzde 2-2,5'u kadar komisyon belirleniyor. Konut kredilerinde ayrıca 150-600 YTL arasında değişen ekspertiz ücreti de müşteriden alınıyor.

Bankalar kredi kartı ücret ve komisyonlarından da gelir elde ediyor. Türkiye'de 2007 sonu itibariyle 37 milyon 335 bin 179 kredi kartı, 55 milyon 510 bin 92 de banka kartı bulunuyor. Bankaların bazıları banka kartı ve kredi kartlarını ilk verişte ücret talep etmezken, bazıları 5 YTL para alıyor. Kredi kartı yıllık üyelik ücretleri ise 30 YTL ile 55 YTL arasında değişiyor. Ek kredi kartı sahiplerinden ise 15 YTL ile 25 YTL arasında yıllık üyelik ücreti alınıyor. Vatandaş kredi kartından nakit çekmek isterse, çektiği miktarın yüzde 2-3'ü arasında değişen miktarda komisyonla birlikte 1 YTL de sabit ücret ödüyor.

ATM ve internet işlemi de paralıdır

Şubelerdeki yoğunluğu azaltarak müşterileri ATM ve internet hizmetlerine yönlendirmeye çalışan bankalar, ATM'den işlem yapanın da, internet üzerinden ''tık''layanın da hesabından para kesiyor. ATM'den bakiye sormak, havale yapmak ya da ekstre almak için 0,3 YTL ile 1,5 YTL arasında para ödeyen vatandaş, internetten yaptığı işlemler için de değişen miktarlarda ödeme yapıyor.

Faks ve telefon yoluyla haberleşme masrafı yapmak durumunda kaldığı zaman bunun bedelini de müşteriden tahsil eden bankalar, ayrıca, konsolosluk vize randevu bedeli tahsilat komisyonu adı altında da para istiyor.

Havale ücretleri bankaya bedavadan kazandırır

Bankaların gelir elde ettikleri hizmetler arasında yer alan havale ücretleri vatandaşlara adeta havale geçirtiyor. Havale işlemlerinde ücret, isme veya hesaba, şehir içi ve şehir dışına gönderilmesine ve gönderilen miktara göre değişiyor. Hesaptan hesaba havale ücreti için bazı bankalar 10 YTL ücret alırken, bazı bankalar 20 YTL'den başlayıp, 150 YTL'ye kadar varabilen ücret alıyor. Dövizle havale yapılıyorsa gönderenden 35-250 YTL arası, gönderilenden de 20 dolar ile 250 dolar arası işlem komisyonu alınıyor. EFT işlemlerinden alınan ücret ise hesaptan ya da nakit olarak, hesaba veya isme gönderilmesine ve gönderilen tutara göre 20 ile 300 YTL arasında değişiyor.

Sekiz yıldır Amerika'da Borsa Aracılığı (Broker) ve uzmanlığı yapan Mehmet F. İlk: "ABD'nin Ekonomi Politiği" başlıklı yazısında şunları söylüyordu

Bundan 150 yıl kadar önce tüm dünya ekonomisinde değişim aracı olan paranın gerçekte bir altın gümüş bakır karışımlı bir sikke olduğunu hatırlamamız gerekiyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüyle beraber, 1850'lerden itibaren kâğıt para önemli bir kullanım aracı haline gelmeye başlıyordu. Bu arada kurulan ABD imparatorluğu yavaş yavaş altın ve gümüşü keşfetmeye başlıyor, ekonomisini kuruyor, iç savaşlarıyla kendi dengesini ayarlamaya çalışıyordu. ABD'de ilk kâğıt para 1690'da Massachusetts Bay Collony tarafından bastırılmasına rağmen, ancak 1900'lü yıllarda tek ve çok yoğun kullanımlı değişim aracı haline geliyordu.

"Altın kadar para" dönemini kim kapatıyordu?

Dünyada ve özellikle Amerika'da kâğıt paranın yaygınlaşması, depozito edilen altın karşılığında üretilen kâğıt paranın değişimde kullanılması şeklinde oldu. İlk sonuç 1930'daki büyük çöküştü. Tüm kâğıt varlıklar, kâğıt para ve tabii ki hisse senetleri tamamen değerlerini kaybetti. Kapitalizm kendi şişirdiği balonları kendisi yok etti ki, tekrar yapabilme yeteneğine sahip olsun. 1930'daki büyük çöküşün tek nedeni var olan altın miktarından çok daha fazla miktarda kâğıt para üretilmesiydi.

Yani kâğıt para bir borç varlığıydı ve bu borç varlığını karşılayacak kadar da altın (gerçek para) olması gerekiyordu. 1930 krizi, ortalıkta dolaşan kâğıt kadar altın olmadığının hesaplanması sonucu ortaya çıkan panikle başlamıştır. Büyük çöküş tüm kâğıt sistemine büyük bir darbe vurdu. Kimse kâğıtla alış veriş yapmamaya başlamıştı.  Arkasından krizin durdurulabilmesi için altın taşımak yasaklanmış ve suç haline gelmişti.

Hiç kimse altın sahibi olamıyordu ve bugün de hala geçerlikte olan yasa gereği (Marshall Law- Amerikan olağanüstü hal ilanı) tüm vatandaşların altın külçe varlıklarına el konuldu ve karşılığında kâğıt banknot verildi. Sadece altın veya gümüş olarak sikke halindeki metal paralara el sürülmedi.

Sonuç: Hitler'i doğuruyordu

Çok doğal olarak bu kadar büyük bir yıkım sonrasında 2. Dünya Savaşı için gerekli zemin hazırlanmaya başlanıyordu. Hitler böyle bir dönemin ürünü olarak Almanya'da ortaya çıktı. Bu büyük çöküşün insanlarda yarattığı moral bozukluğu ve kendine güven yitiminin karşılığında onlara tekrar kendilerine güvenebileceklerini aşılayan bir sistem, çok çabuk taban bulup gelişiyordu. Çünkü Avrupa'da çok büyük bir servet değişimi ve kaybı ortaya çıkmış, sadece ellerinde altın tutan Yahudi bankerler,' bu büyük çöküşten kazançlı çıkmış, Almanlar büyük bir yoksulluğun içine düşmüşlerdi. Gelişen bu ekonomik ve toplumsal ortam, İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasına yol açacaktı.

ABD'nin yükselişi başlıyordu

İkinci Dünya Savaşı, tüm dünya için biriken kapitalist üretim fazlası balonunun temizlenmesini sağlıyor, savaş sonrasında da dünyanın en büyük gücü ortaya çıkıyordu. Yeni imparatorluk ABD, 1944 yılında Temmuz ayının ilk 3 haftasında, New Hampshire Bretton Woods kasabasında, 44 BM üyesi ülkenin 730 delegesinden oluşan BM Parasal ve Mali Konferansı ile tescil edildi. Bu toplantının sonucu Bretton Woods Sistemi adıyla kendini ekonomide gösterecek; bunları kullanacak araçlar olarak da Dünya Bankası ve IMF kurulacaktı.

Bu yeni kuruluşlarla, dünya kömür üretiminin yarısına, dünya petrolünün de 2/3'üne sahip olan, elektrik üretiminin yüzde 50'den fazlasını yapan, dünyanın en gelişmiş kimyasal bileşimlerini üreten, dünya altın rezervinin yüzde 80'ine sahip ve de atom bombası olan ABD'nin egemenliğini ilan etmesi sağlanıyordu.

Dolar uluslararası değişim aracı oluyordu

Amerika artık açıkça "ben kapitalist dünyanın kontrolünü ele alıyorum" diyordu. Bretton Woods sistemi aracılığıyla Amerikan ulusal değişim aracı Dolar, altın güvence sistemine tekrar bağlanmış ve uluslararası değişim aracı haline gelmişti.

Doların güçlü dünya parası olması bu döneme denk gelir. Hükümet paraya yeniden güvenin sağlanabilmesi için kâğıt parayı, altın ve gümüşe endeksledi. O dönemdeki gerçek altın ve gümüş sikkeler dışında basılan kâğıt paraların karşılığında federal rezerv banka ofislerine gidilmesi halinde dolar karşılığında gümüş ve altın alabilmek mümkün oluyordu. Eski beş dolarlık paraların üzerinde silver certificated yazması buradan kaynaklanır. 10-50 dolarlık banknotlarda ise gold certificated yazar. Bunlara karşılık da altın alınabilmesi mümkündür.

Tüm dünya ticareti bir anda Dolarize olmaya başladı. Herkesin güvenebileceği tek alternatif değişim aracı karşımıza çıkmıştı. Tüm dünyada petrol dahil tüm ticaret dolarla olmuştu.

1960'larda Yeniden Daralma Başlıyordu

Bu gelişme dönemi çok uzun sürmedi. 1945 -1970 arasında kapitalizm tekrar sıkışmaya başlamıştı. 1960'da tekrar daralmaya başlayan ekonomi gerekli büyümeyi gösteremiyordu. Federal rezerv sisteminin bu dönemde kuruluşunu ve yerleşmesini sağlayan ve en uzun süreli başkanlığını yapan William McChesney Martin, Jr., ( Nisan 1951 – Şubat 1970 ) bu güvenli paranın ve sistemin oluşmasında beyin görevini yapmıştı. Fakat sistemin yeniden tıkanmasıyla birlikte görevinden ayrılmıştı. Bu arada dolar özellikle de petrol alımı için çok fazla miktarda Arap ülkelerine transfer edilmeye başlanmıştı. Bu dönemde bir ons altın değeri 35 dolarla eşitlenmiş ve Amerikan Merkez Bankası gelen her 35 dolar karşılığında 1 ons (28.35 gram) 0.999 saflıkta altın vermeyi garanti etmekteydi. Ülke para sistemindeki basılı kâğıt para, hiçbir şekilde ülke rezervinde bulunan altın miktarının üzerine çıkamıyordu.

Bu dönemde görev başında olan ABD Başkanı Richard Nixon (1969-1974) Soğuk Savaş sistemi içinde yeni bir balon şişirmeye başlamıştı. Kapitalizmin devamını sağlayabilmek için tüm dünya, belli olmayan bir zamandaki, belli olmayan bir savaşa hazırlanarak, yarattığı artı değerleri yeniden silahlara gömüyordu. Daha önce tarihten öğrendiklerinin aynı tekrarlayan liderlerle 1. ve 2. dünya savaşlarında, öncesinde ve sonrasında olduğu gibi.

Yeni sistemin en büyük savunucusu ise daha sonra ülkenin belki en çok konuşulacak Merkez Bankası Başkanı olan 13. Başkan Alan Arnory Greenspan'dir. 6 Mart 1926 New York doğumlu başkan, Macar asıllı bir Yahudi ailenin çocuğudur. 11 Ağustos 1987'de başladığı görevini 31 Ocak 2006'da bitirmiştir. Para politikalarının kontrolünü serbest dalgalanmaya bıraktı. Öyle ki, Greenspan açıkça altın sisteminin ekonominin gelişmesinin önündeki en büyük engel olduğunu açıkça söylüyordu. Greenspan, paranın sistem içinde kendine gidecek yer bulacağı ve kapitalist gelişmeyi devam ettireceğini savunuyordu.

ABD ekonomisi üretim yeteneğini kaybediyordu

Sonuçta doların gücüne alışan Amerikan ekonomisi ve insanı, bugün tamamen üretim yeteneğini kaybetmiş, tam tersine son 30-35 yıllık süreçte her şeyini dışardan alır hale gelmiş, sadece kontrol ettiği ülke, petrol ve para sistemiyle servis sunarak, diğerlerini çalıştırıp, üretim kontrolü üzerinden rant yer duruma geldi. Dışardan alınan her şey, içerde üretilenden daha ucuzdur, bu nedenle üretmeye de gerek yoktur. Üretilen tek şey silah, savunma sanayi ürünleri, yeni bomba ve savaş teknolojisi ve temel gıda malları mısır, arpa, buğday.

Bunun dışında Amerika'nın diğer gelir kaynakları bilişim sektörü, Hollywood, hizmet sektörü ve turizmdir. Borsalar, aracı kurumlar, bankalar da hizmet sektörüdür. Amerikan bankaları diğer ülkelere gidip orda para kazanıp geri getirirler, Amerikan film ve müzik endüstrisi de aynı şekilde. Büyük imparatorluk artık çalışmak yerine sadece hizmet sunar?' doların rantını yiyerek rahatını sürdürmektedir.

Tüm imparatorluklar tarihte şu veya bu şekilde benzer süreçlerle ömürlerini tamamladı. Roma ve Osmanlı da tek olmanın rantına alışıp rehavete kapılmışlar, sonunda içten çürüyerek yok olmuşlardır. İmparatorluk bireyleri artık çalışmaz, yönetim onların en büyük gelir kaynağıdır. Bu temel ilke de her zaman imparatorlukların çöküş nedeni olmuştur, "çalışmaya gerek yok, artık sadece yöneteceğiz" felsefesi.

Tüm bunların karşılığı olarak da yapılacak tek şey, karşılıksız basılan paradan gerekirse daha çok basarak dünyaya pompalamak. Bas ve dağıt, bedelini ödemek lazım değil.

Gayrimenkul fiyatlarındaki patlamanın sırrı ne oluyordu?

İşte son krizin başlangıç noktası da budur. Ev fiyatlarındaki patlamanın nedeni de budur. Ev fiyatları gerçek değerinin 10 katına ulaştı, kurulan ev satın alma sistemiyle, eve değerinin 10 katına kadar faiz ödenmeye başlandı. Ev değerlerinin artışı inanılmaz boyutlara ulaştı, kimse hiçbir şeyin hesabını yapmadan sadece yükseliyor, diyerek alıp satıp para kazanmaya başladı. Üretimi olmayan ülke, tamamen kendi içinde spekülasyona yöneldi. Kazançlarını spekülasyondan sağlamaya başladı. Bu da, daha çok para basılarak, yeni kâğıtlar üreterek veya tüm dünyadan çok ucuza borçlanarak finanse ediliyordu.

Sonuçta ekonomi kontrolden çıktı. ABD'nin toplam borcu 48 trilyon dolar, yani kişi başına borç yaklaşık 162.000 dolar, aile başına borç yaklaşık 645.000 dolar. 1990'dan beri borç oranı yaklaşık yüzde 79, her yıl ise yaklaşık yüzde 9 oranında artıyor. Ülkenin iç ve dış borcu yıllık net ulusal gelirin dört buçuk katı.

Gelirin borcu karşılama oranı yüzde 20'yi bulmuyordu

Ülke geliri yüksek olmasına rağmen bu gelirin borcu karşılama oranı neredeyse hiç yok. 2006 yılında yıllık gelirin borcu karşılama oranı yüzde 20'ye kadar düştü. Üstelik tasarruf hesabı olmayan Amerikalılar, bu parayı tamamen dışardan borçlanmak zorundalar. 2005 yılında ülke genelindeki ortalama tasarruf hesaplarındaki bakiye ortalaması 0.55 dolar iken, 2006 yılında bu rakam eksi 1.6 dolara geriledi. Kısacası hiçbir Amerikan vatandaşının tasarruf hesabı yok. Olmadığı gibi bir de hesapları eksi 1.6 dolar bakiye verir durumda. İnsanlar her şeyi kredi ile alıyorlar. Doğal olarak ödeyebileceklerinden çok daha fazla lüks ve pahalı mal ve hizmet satın alıyorlar. Bunun bedeli çok ağır.

Sadece bankalara faiz ödemek için çalışır hale geliniyor. Ödemelerin toplamı, gelirin çok üstüne çıkıyor. Bireysel olarak böyle olan toplum, ülke genelinde de aynı durumda. Kamu harcamaları kâbus haline geliyor. Sağlık sistemi tamamen paralı ve iflas noktasında. Üstelik buna 2008 Şubat ayında emekli olmaya başlayacak bir kuşak eklenince (baby boomer) kamu harcamalarının korkunç boyutlara ulaşması bekleniyor.

Ekonominin içinde bulunduğu bu durum, hem insanları tedirgin etmeye başladı, hem de ekonomiye destek sağlayan aktörleri. Mesela petrol üreticileri sattıkları ürün karşılığında değeri olmayan bir kâğıt aldıklarını anlamaya başladı. ABD'ye en çok ihracat yapan Çin, aldığı paranın ya da tahvilin hiçbir değeri olmayan kâğıt olduğunu anlamaya başladı. Araba ve elektronik satan Japonya zaten elindeki çok fazla doları ne yapacağını bilemezken, bir de bunun değer kaybını görünce kriz büyüdü. Tüm dünyada, bu değersiz, karşılıksız kâğıtları ne yapacağız paniği başladı.

Buna iç piyasada benzer bakış açısıyla krize giren emlak piyasası da eklenince, panik tam anlamıyla kaosa dönüştü.

İçerde ve dışarıda insanlar artık aynı şeyi seslendiriyor: "Kral çıplak". Seçim yılında çıplak kaldığını anlayan ülkenin kontrolden çıkmaması zor gözüküyor. Çözüm olarak uygulanan faiz indirimi, doların değerini daha da yitirmesini sağlayacak ve kesinlikle tüm dengeleri altüst edecektir. En azından borç dengelerini sağlayabilmesi için dolar/euro paritesinin 3/1 gelmesi gerekiyor ki, şu: anda ancak 1.5/1. Yani 3 doların 1 euro etmesi halinde ABD borç dengeleri ve ticaret üretim dengelerini tekrar kurabilir.

Bu çok büyük değer değişiminin dünya finansal sisteminde yol açacağı depremi tahmin etmek zor olmayacaktır. Çünkü böyle büyük bir hareketin şiddeti en az 8 büyüklüğünde bir deprem gibidir, bunun bir de tsunamisi vardır.

Yeni bir ekonomik sisteme doğru gidiliyordu

Dünyanın yeniden altın para sistemine benzer bir yapıya geri dönmesi ve güvenin sağlanması sorunu ortaya çıkacak. 1970'lerde benzer krizdeki dolar-altın dengesini enflasyonla bugüne taşıdığınızda, tüm dünyada altın için konuşulan değer 3500-5000 dolar /ons seviyesine gelmektedir. Para sisteminin yeniden, kâğıt para sisteminden, eski sikke altın para devrine dönmesi bekleniyor. Önümüzdeki 2-3 yılda ortaya çıkacak bu değişiklikler, yeni bir ekonomik sistemin kurulmasını sağlayacaktır. Oluşacak büyük krizin ancak 5-10 yıl içinde düzelme belirtileri göstermesi beklenmektedir.

Bu süreçte dikkat edilmesi gereken unsur ise benzer değişimin Almanya'da 1930-1940 döneminde oluşturduğu benzer stresin meydana çıkarttığı büyük bir savaş olasılığıdır. Çünkü Amerikan ekonomisinin şu andaki tek üretim gücü, sadece savaş makineleri ve savaş teknolojisidir. Tüm ulusların bu tehlikeye göre kendi toplumlarını ve çocuklarını korumak yükümlülükleri olduğunu, ulusal benlikleriyle hatırlama zamanıdır. Dünyanın en zor ve tehdit altındaki bölgesinde yaşayan Türkiye için de aynı şey çok daha öncelikli ve acil olarak geçerlidir.[1]

Mustafa Çınkı'nın "IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla sömürge yaratma stratejisi" yazısındaki saptamaları ve uyarıları da önemli tespitler içeriyordu:

Sömürge yaratmanın derin olmayan stratejisi

(Emperyal) devlet yurtdışı piyasaların ele geçirilmesinde ve (kendi) yerel pazarların korunmasında derin ve nüfuz edici bir rol oynar. ABD'de tarım ürünleri ihracatı, su ve elektrik enerjisi indirimlerinin yanı sıra vergi muafiyetleri biçiminde sübvansiyonlarla da desteklenir. İkinci olarak emperyal devlet, üçüncü dünyada kredi alan devletlere, ticaretin önündeki engellerin azaltılması ya da kaldırılması, işletmelerin özelleştirilmesi ve ulusal denetimden çıkarılması yolundaki koşullu anlaşmalarla uluslararası finans kuruluşları (IMF, Dünya Bankası) kanalıyla baskı yapar. Bu durum ABD'li Avrupalı ve Japon çokuluslu şirketlerin (ulusal) piyasalara nüfuz etmesine ve (ulusal) yerel işletmeleri satın almasına olanak sağlar. İhracat kalemlerinin büyük kısmı devlet kurumları tarafından finanse edilir. Devlet müdahalesi olmasaydı ne dedikleri gibi bir küreselleşme olurdu ne de emperyal devletin askeri ve seçimlerle ilgili müdahalesi…

Uluslararası İstikrar İçin, Ulus Devletin Tehdit Gösterilmesi

Önce Francis Fukuyama'ya söyletmişlerdi, ulus-devletin döneminin ve tarihinin bittiğini, sonra bir kabile şefinin çocuğu Nelson Mandela'ya 1994 yılında NPQ'da yazdırdılar. Şöyle diyordu Mandela; "On altıncı yüzyıldan bu yana, ulus devletler bize uluslararası politikada hazır bir rehber sunmuştur. Ama bu son beş yıl devletlerin küresel geçişte gerekli olan uyum konusunda ne kadar başarısız olduklarını göstermiştir. Olayların büyüklüğü karşısında devletler çok çaresiz, çok sarsak gözükmektedirler, ticaret savaşlarından kamu sağlığına kadar türlü konularda başarısızdırlar ve bu durum bugün sıradan insanların hayatlarını etkilemektedir. Bir zamanlar dünyamızın başta gelen düzenleme ilkelerinden olan egemenlik de derinden derine sarsılmaktadır… Artık refah içinde yaşamak tek tek ülkelerin yurtiçi performansına bağlı bir şey değildir; ulusal ekonomilerin kaderi çoğu zaman daha başka yerlerde tayin edilmektedir. Karşılıklı bağımlılığa yönelik bu gidiş iletişimin artan etkisiyle hızlanmıştır… Sınai üretim, rekabetçi işçilik ücretlerinden yararlanarak gezegenin her yanına yayılmıştır. Çok tanınmış markalar küreselleşmiş daha az milli olmuş; hizmetler ekonomilerin niteliğini yeni rotalara sokmuş onları da "ulusal"dan küresel alana doğru çekmiştir. Finans piyasaları ulus-devletin ötesinde yepyeni bir canlılık bulurken, günde 24 saat çalışan uluslararası sermaye piyasaları, İngiltere efsanesinin yerine geçmiştir. Sınırlarını giderek kaybeden bu dünyada Doğu-Batı çatışması önemini kaybetmiştir. Her iki tarafta ulusal kontrolün kaybedilmesi, bu nedenle 1989 olaylarının doğması (Tiananmen), Berlin Duvarının yıkılması birbirini izlemiştir. O an küresel durumda bir dönüm noktasını işaretlemiştir."

Fukuyama; ulus-devletin döneminin ve tarihinin bittiği düşüncesinden "11 Eylül sonrası dönem için, küresel politikadaki temel mesele, devletin nasıl küçüleceği değil nasıl yapılanacağıdır. Tek tek toplumlar ve küresel topluluk için, devletin güçten düşmesi bir ütopyanın değil bir felaketin başlangıcıdır." diyerek çark ediyor ve ekliyordu. "Ulus devletler dünyanın sonuna kadar varlığını sürdürecektir" Fukuyama'nın çarkıyla ideologsuz kalan neoliberal emperyalizm bu sefer Wall Street Journal'de Henry Kissinger'i sahneye sürüyordu. Kissinger; jeopolitik atmosferin değişmekte olduğunu ve ulus devletlerin 300 yıllık sürecinin sonuna gelindiğini, ABD ile Avrupa arasında felsefi farklılıklar oluşmaya başladığına dikkat çekerek; Ortadoğu ve Asya'da Batı karşıtlığının daha geniş bir ortak payda olduğunu söylüyordu. ABD'nin yeni başkanı kim olursa olsun, yeni yönetim, ilişkilerin düzeleceğine inanırsa büyük hayal kırıklığına uğrayacaktı. Kissinger'e göre; Avrupa'da ulus devlet zayıflıyor buna karşın Rusya, ABD ve Asya'da klasik formunu koruyordu. Bu da uluslararası istikrar için Hitler ve Sovyetler Birliği'nden daha büyük tehditti.

IMF ve Dünya Bankası, emperyal devletlerin hizmetçisi

On dokuzuncu yüzyılda Britanya, yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra da Amerika, Britanya ve ABD kapitalizminin liberal ve demokratik yapılarına uygun uluslararası liberal ekonomi kuralları ve kurumları (Britanya ölçeğinde, serbest ticaret ve altın standardını, ABD ölçeğinde ise Uluslararası Para Fonu, Dünya Ticaret Örgütü ve diğer kurumlar) geliştirerek güçlerini arttırdılar. Eğer bir ülke gücünü başka ülkelerin gözünde meşrulaştırabilirse, arzularına ulaşma konusunda daha az dirençle karşılaşır. Eğer kültürüyle ideolojisi çekiciyse, diğer ülkeler onun peşinden seve seve giderler. Eğer kendi toplumuyla uyumlu uluslararası kurallar geliştirebilirse, değişmek zorunda kalma ihtimali azalır. Diğer ülkelerin faaliyetlerinin kendi arzusu doğrultusunda yönlendirilmesini veya sınırlandırılmasını sağlayacak kurumların desteklenmesine yardımcı olabilirse masraflı havuç ve sopalara ihtiyaç duymaz.

IMF 1929 yılında başlayan ve 1930'lu yıllar boyunca Batı emperyalizmin yaşadığı ekonomik bunalımdan ve ikinci dünya savaşının ortaya çıkardığı yıkımın ardından 1944 yılında Bretton Woods Konferansında kabul edilen White Planı çerçevesinde 1946 yılında bir dizi görevle kuruldu. IMF uluslararası ticaretin yayılmasına ve dengeli büyümesine yardımcı olacak, yüksek düzeyde istihdam ile reel gelirin desteklenmesine ve sürdürülmesine katkıda bulunacak, sabit kur sistemini denetleyerek ülkelerin devalüasyon yoluyla rekabet üstünlüğü elde etmelerini engelleyecek, konvertibiliteyi geliştirerek uluslararası ticareti teşvik edecek ve son olarak bir kredi kuruluşu gibi davranarak nakit sıkıntısına düşen ülkelere kredi sağlayacaktı. Bretton Woods Konferansıyla İkinci Dünya Savaşının yıkımına uğrayan ekonomileri yeniden inşa etmek üzere kurulan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasına (Dünya Bankası) kuruluşunda verilen görev alt yapı yatırımlarına kredi sağlamaktı. Başlangıçta bu kurumun yeteri kadar hızlı davranamadığını gören ABD, Marshall yardımını devreye sokmuştu.

Amerikan politikası GATT (daha sonra Dünya Ticaret Örgütü), Dünya Bankası ve IMF gibi 1945'ten sonra açık bir uluslararası ekonomik sistem yaratmış olan normlara ve kurumlara bilinçli bir biçimde destek olmuştur. Kırk beş yıl boyunca ekonomik küreselleşmenin sahası komünist hükümetlerin otarşik politikaları nedeniyle sınırlı kalmıştı. Soğuk Savaşın sona ermesi bu engelleri azaltmış, Amerikanın ekonomik ve yumuşak gücü hem bu gelişmeye bağlı olarak piyasa ideolojisinin yükselişinden, hem de korumacılığın azalmasından yararlanmıştı. (Bugün) ABD dört küreselleşme biçiminin dördünde de merkezi bir konuma sahiptir. Ekonomik (dünyanın en büyük sermaye piyasası ABD'dedir), askeri (ABD askeri anlamda dünyanın her tarafına uzanabilen tek ülkedir), toplumsal (ABD popüler kültürün kalbidir) ve çevresel (ABD dünyanın çevresel kirlenmesine en çok katkıda bulunan ülkesidir… Bu açıdan bakıldığında, merkezde yer almak beraberinde hegemonyayı getirir.

IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü dışında kalan "küresel kurumların" da merkezinde ABD ve ABD politikalarına uyumlu ya da yönlendiren şirketler yer almaktadır. Örneğin; Merkezi Paris'te bulunan 1919 yılında dünyanın en büyük şirketlerinin yöneticileri tarafından kurulan, Birleşmiş Milletlerde üst düzeyde danışmanlık statüsü olan Uluslararası Ticaret Odası (ICC), yine Birleşmiş Milletlerde danışmanlık statüsü olan 1972 yılında dünyanın en büyük 1000 şirketin kurduğu Dünya Ekonomik Forumu.

Uluslararası Finans Kuruluşlarının Dünya Hâkimiyeti Hevesi

Cecil Rhodes 1890'larda sömürgeciliğin savunmasını kısa ve özlü olarak şöyle yapıyordu: "Kolayca hammadde elde edebileceğimiz, aynı zamanda sömürgelerin yerli halkının sağladığı ucuz köle emeğini sömürebileceğimiz yeni topraklar bulmaya mecburuz… Ayrıca, sömürgeler kendi fabrikalarımızda üretilen fazla mallardan kurtulmak için de bir kanal oluşturacaktır."

Dün Cecil Rhodes gibi maceracı ve sömürgecilerin, imtiyazlı şirketlerin üstlendiği fonksiyonu bugün; IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları daha etkin bir şekilde yerine getirir hale gelmişlerdir.

 

 

 

 

 

 


[1] 17 Şubat 2008 / Aydınlık

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Hakan EKMEKÇİ

Hakan EKMEKÇİ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx