YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920d95ece057
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 9
Bugün : 434
Dün : 41199
Bu ay : 894357
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45298178
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

ABD ve tabi İsrail, İran’da cumhurbaşkanlığı seçimlerini, örneğin eski Başbakan Musavi gibi birisinin kazanmasını çok istemiş ve hatta açıkça desteklemişti. Bizdeki borazanları da haliyle aynı yolu izlemişti. Asıl gayeleri; nükleer çalışmalardan taviz verip geri adım atarak, kendileriyle uzlaşacak ve bir İran müdahalesine gerek kalmayacak şartları meydana getirmekti. Çünkü Siyonist güçler, İran’a yapılacak bir saldırının kendilerine çok pahalıya mal olacağının bilincindeydi. Önceki seçimlerde, her ne hikmetse Ahmedi Nejad’ı destekledikleri ve bizdeki Recep T. Erdoğan misali, bir değişim ve gelişim simgesi olarak takdim ettikleri halde, bu seçimlerde niye acaba ondan kurtulmak istemişlerdi?

Yoksa; Milli Görüş lideri ve T.C. 54. Hükümetin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca’nın İran’a çağrılması, en yüksek devlet protokolüyle 10 gün ağırlanması, çok özel ve gizli toplantılara katılması ve Ahmedi Nejad’ın o sırada yapmakta olduğu dış gezisini yarıda kesip İran’a dönerek Hoca’yla görüştükten sonra tekrar ayrılması da, Ahmedi Nejad’ın koltuğundan indirilmesi ve unutamayacağı bir ders verilmesi isteğinin önemli bir nedeni olabilir miydi? Çünkü artık Siyonist Yahudi Lobileri, ülkemizdeki ve bölgemizdeki siyasi aktörlere, Erbakan’a yakınlık ve uzaklıklarına göre değer vermekte ve gömlek biçmekteydi.

İran’da yeni devrim girişimi

Barak Hüseyin Obama’nın başkanlığa seçilmesiyle, yeni Amerikan yönetiminin İslam dünyasına yönelik “sahte sıcak” sürecine, İran’ın siyasî olarak nasıl bir tepki vereceği, bu seçimlerin en önemli bilinmeziydi.

Aksiyonlar diyarı olan İran tarihi ve siyasî kültürü ile tipik şark görüntüsü oluştursa da, özelde diğer İslam ülkelerinde ve hatta dünyanın başka milletlerinde var olmayan özel şartları olduğu göz ardı edilmemeliydi. Bu özel şartlar tarihî süreç içerisinde İran siyasetini sürekli olarak çok bilinmeyenli bir denklem haline getirmişti. Ayrıca İran, Yahudilerin ve dönmelerin en etkin olduğu ülkelerden biriydi. Örneğin; Amerika’nın Ortadoğu’daki özel dostu İran 1979 İslam Devrimi ile bir anda ABD’nin dünya üzerindeki en büyük düşmanı haline gelmiştir. Devrimden kısa bir süre önce Tahran’ı ziyaret eden Amerikan Başkanı Jimmy Carter ve İran’daki 1953 karşı darbesinin mimarı olan CIA, İran’daki kuvvetli ihtilal kokusunu alamamış ve İran devrimi, siyaset bilimcilerin ezberlerini temelden bozacak bir şekilde gelişmiştir. İran’daki ultra laik kadınların neden başlarını bağlayarak İslam devrimine ortak oldukları ve İran’da köklü bir siyasî geçmişe sahip olan komünistlerin neden devrime destek verdikleri ilk anda sezilememiştir. Ahmedinejad’ın seçimlerden hiç beklenilmediği kadar ilk turda ve açık ara başkanlığa tekraren seçilmesi de dünya kamuoyunda yeni bir şaşkınlığa sebebiyet vermiştir.

Son İran seçimleri İran açısından yeni bir devrim niteliğindedir. Halk dört adaylı bu seçimde, ittifak içerisine girmiş olan İslam Devrimi’nin ağır topları Rafsancani, Hatemi ve Musavi’ye karşı Ahmedinejad’ı tercih etmiştir. Bu İran’da bir dönemin yani devrim elitlerinin tasfiyesi ve ikinci devrimin başlaması anlamına gelmektedir. İran halkı tıpkı Ruslar ve Çinliler gibi otoriter rejimleri tercih etmektedir. Muhammed Hatemi devlet başkanlığı sırasında yaptığı bir konuşmasında özeleştiride bulunarak; İran’ın tarihsel süreç içerisinde otoriter ve sert yönetimleri benimsediğini ve ülkede halka karşı oldukça sert olan Şahlık rejiminin ondan daha az sert olmayan İslami rejimle değiştirildiğini ifade etmiştir. Aslında İran, Ahmedinejad ile birlikte kendisine uygun bir devlet başkanı bulmuştur. Bu bakımdan nasıl ki otoriter Putin, Rusya için büyük lider olarak algılanıyorsa; Ahmedinejad da İran’ın gerçek bir Putin’idir. Belki de gelecek zamanlarda geriye dönüp İran siyasetine bakıldığında, dönemin önde gelen devrim liderleri unutulacak ve Humeyni’den sonra akla gelen ilk İran siyasisi Ahmedinejad olarak hatırlanacaktır. İranlıların Ahmedinejad tercihindeki ikinci sebep ise; İran halkının ve devletinin güvenliğinin en iyi Ahmedinejad tarafından sağlanacağı kanaatidir. Otoriteye düşkün olan İran halkı güç gösterisine de önem vermektedir. İran’ın nükleer güç olması, İran halkı için belki de en önde gelen siyasî tercih ve temennidir. Halka göre Ahmedinejad nükleer politikayı ABD’ye ve dünyaya rağmen oldukça başarılı bir şekilde sürdürmektedir.

Artık şurası kesindir ki bu seçimlerden sonra kimse İran’ın nükleer güç olmasını engelleyemez. Türk ve dünya basını Tahran’daki süslü, yarı açık hanımlar üzerinden İran’ın değişim haberlerini yaparken ve seçim meydanlarında boy gösterip Ahmedinejad’a meydan okuyan yenilikçi aday Mir Hüseyin Musavi’nin karısı Zehra Rahnavard gibi kadın temalarını işleyip onu İran’ın “Michelle Obama”sı ilan ederken, yine gizli kalan(!), gerçek seçimler sonrasında kendisini göstermiştir…” tespitleri yerindedir.

İran’da siyasi denge değişir mi?

Dışarının da tahrikleriyle İran karıştırılmıştı. Tahran sokaklarında yaşanan, başka şehirlere de yayılan gösteriler son otuz yılda ülkede görülmemiş sahnelerin yaşanmasına yol açmıştı. Bu gösterilerde onlarca kişi öldüğü, yüzlercesinin yaralandığı konuşulmaktaydı. Enteresan olan, oylarının seçimlerde çalındığını söyleyen protestocular ekrana karşı, yüzlerini gizlemeden bağırmışlardı: “Tiannenmen!” diye… Belli ki bunları birileri kışkırtmaktaydı…

ABD ve İsrail’in sinsiliği

Hasan Ünal dikkat çekmişti: başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin dedikleri gibi, Musavi ‘reformist’ bir aday idi de o yüzden mi kaybetmişti? Ama önceki yıllarda adına yine ‘reformist’ denilen Hatemi, üstelik de iki dönem seçimleri kazanarak cumhurbaşkanlığını yürütmemiş miydi? Üstelik Hatemi, sınırlı düzeyde ve genel olarak Batı ile özel olarak da Amerika ile ilişkilerini toparlamak istediği halde Amerika’dan yüz bulamamış birisi değil miydi?

Filistin’de seçimleri Hamas’ın kazanması üzerine o iradeyi kabul etmeyerek Hamas’ı yok etmeye çalışanlar kimlerdi? Hatta uzağa gitmeye gerek yok. 19 Nisan günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan genel seçimlerde Denktaş’ın fikirdaşları Talat ve şurekasını yerle bir ettiği halde Amerika ve hempaları o seçim sonuçlarını yok farz ederek hareket etmeye devam etmemişler miydi? Kısacası Amerika ve müttefiklerinin demokrasi havariliğini ciddiye almamız için hiçbir inandırıcı sebep gösterilemeyecektir.

Yani Amerika’nın derdi demokrasi falan değildir. Hatta hiç değildir. Demokrasi kelimesi anlamı ve içeriği itibariyle Amerika’nın her türlü kötülüğe uygulama alanı oluşturmak için kullanılır hale gelmiştir. Demokrasiden Amerika’nın anladığı, halkın gerçek temsilcilerinin iktidara gelerek kendi ülkelerinin hak ve menfaatleri doğrultusunda hareket etmeleri demek değil, bir toplumun yönetilemez derecede laçka hale getirilmesi ve birbirine düşman gruplara bölünüp güdülmesidir. Serbest Pazar ekonomisine Amerika’nın yüklediği anlam da o ülkelerin ekonomilerinin Amerikan borsalarını destekleyici şekilde düzenlenmesidir. Bu açılardan güdümlü demokrasi uygulamalarının en iyi örneklerinden birisinin Türkiye olduğunu not etmek gerekir.

Bütün bunların ışığında, İran seçimlerini; Amerikan televizyonlarının ve Batılı gazetelerin yorumlarından bağımsız tutmamız gerekir. İran’ın, Orta Doğu’nun nüfus, ekonomi ve askeri güç olarak en büyük ülkelerinden birisi olduğu şüphesizdir. Nükleer bir güç haline gelmesinin orta ve uzun vadede Türkiye açısından oluşturacağı güvenlik kaygıları da olabilir.

Ancak kısa vadede Türkiye ile İran’ın güvenlik kaygıları ve Orta Doğu’da Amerika ve İsrail’in yapmak istedikleri işlere ilişkin olarak çıkarları örtüşüyor. Her iki ülke de Irak’ın toprak bütünlüğüne büyük bir önem veriyor. Her iki ülke de sınır değişikliklerinden rahatsız olacaklarını söylüyor. Buna karşılık kırk yıllık müttefiklerimiz bizim toprak bütünlüğümüzü ve milli birliğimizi tartışmaya açma konusunda kendi aralarında yarışıyor. Özetle, Tahran ile bir çıkar birliği içinde olduğumuz kesindir. Ve biz İran’ın Amerika ve müttefikleri tarafından istikrarsızlaştırılmaya çalışılmasına bu açıdan bakmamız gerekir.

Obama itiraf etmişti

Obama’nın “Ahmedinejad ve Musavi arasında siyasi açıdan fark yok” sözlerini ve hile iddialarına değinmemesini uzmanlar, “Obama, ABD istihbaratının Ahmedinejad’ın gerçekten kazandığı yönündeki raporları dolayısıyla böyle açıklama yapıyor” şeklinde yorumlamıştı.

ABD Başkanı Barack Obama, İran’daki iktidar mücadelesinin ülkenin gelecekte izleyeceği politikalar açısından o kadar da önemli olmadığını vurgulamıştı.

Obama, seçimleri kazandığı açıklanan Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile başlıca rakibi reformcu Mir Hüseyin Musavi arasındaki farkların abartıldığını belirtmesinin:

“ABD’nin İran’daki iktidar mücadelesinin içine çekilme kaygısını yansıttığını” hatırlatmıştı.

İsrail de Obama gibi düşünmekteydi

İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, İran’da Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile rakibi Mir Hüseyin Musevi arasında “pek az bir fark” gördüğünü açıklamıştı.

İran’da seçimden sonra yaşananları ordu radyosuna değerlendiren Barak, gelişmeler hakkında, “şüphesiz ilgi çekici bir süreç” ifadesini kullanarak, bu sürecin nihai sonucu hakkında bir bahse girmeyeceğini belirterek “Musavi’ye aldanılmaması gerektiğini, zira İran’ın Ayetullahlar tarafından yönetildiğine vurgu yapmıştı. Barak, “Ne olursa olsun, bu bir Ayetullah rejimidir. Musevi’ye aldanmayın. Bu insanlar dinci radikallerdir. Sokaklarda gördüklerimiz ise genç İranlıların gerçek enerjisini yansıtmaktadır. Ama onlar zorla bastırılacaklardır” görüşünü savunarak göstericilere destek çıkmıştı.

Şahın oğlunun şahsiyetsizliği

Son İran Şahı’nın ABD’de yaşayan oğlu Rıza Pehlevi, RTL radyosuna verdiği demeçte, “Sivil itaatsizlik senaryosuna her zaman inandım, ancak bu uluslararası toplumun yardım ve desteği olmaksızın mümkün değil. Özgürlük, insan hakları ve demokrasi savaşlarında dünyanın hemşerilerime destek olma zamanı geldi” diyerek kahramanlık taslamıştı.

Bari sen sus be adam! Bu söylediklerin olsa olsa, İran’da yeniden karanlık bir oyun oynandığına delil niteliği taşıyacaktı.

Nejad’ın atom bombası ve hücum politikası meyvesini vermişti

İranlı reformcuların geri adım atma politikası bir fayda vermemiştir. Nejad’ın da belirttiği gibi, 2005 yılına kadar Islahçılar, geriye kaçış politikaları nedeniyle sürdürdükleri nükleer programı, ABD korkusundan dolayı 2003 yılında kesmiştir. Ve Amerikalılar bunu en az 4 yıl sonra ilan etmiştir. Lakin 2005 yılından itibaren geriye kaçış politikalarının iflas ettiğini gören Nejad ve rejim, ileriye atılma ve Nejad’ın ifadesiyle hücum politikasını devreye sokmuş ve benimsemiştir. Ahmedinejad’ın ikinci defa cumhurbaşkanı olması bu politikanın sonuçlarını görmek açısından çok önemlidir. İran ve ABD gerilimde uzatmaları oynamaktadır. İşler planlandığı gibi giderse önümüzdeki dört yıl içinde İran nükleer programını geliştirecek ve söylendiği gibi nükleer güç sahibi olacaktır. Bunun askeri amaçlı mı yoksa enerji amaçlı mı olduğu ayrıntı olarak kalacaktır. Buna mukabil ABD’nin mukabele yöntemi de billurlaşacak ve vuzuha kavuşacaktır. Burada iki ihtimal vardır. ABD ya İran’ın nükleer tesislerine saldıracak ya da İran’la uzlaşacaktır. Orta bir formül olarak Rusya ve Çin razı olursa İran’a yönelik olarak keskin bir ambargo uygulanacaktır. Bu ihtimal elbette ki Güvenlik Konseyi’ndeki diğer ülkelerin tutumuna bağlıdır. Nejad’ın aynı yoğunlukta ve tonda eski hücum politikasını sürdürmesi halinde ABD gerçekten de İran’ı vurabilir mi? Bunu tabiatıyla büyük çapta İsrail’in yaklaşımları belirleyecektir. Kuzey Kore’nin nükleer denemelerinden sonra ABD’nin tavrına baktığımızda Kuzey Kore’ye saldırma niyetinde olmadığı anlaşılıyor. Elbette bu yeni gerçekle ilgili refleksler ve yansımalar kaçınılmazdır. ABD, Kuzey Kore’ye vurmayacak olursa bu takdirde Güney Kore ve Japonya kendilerini silahlanma yarışı içinde bulacaklardır. Kendileri açısından Amerikan şemsiyesinin güven getirmediğini görünce güvenliklerini kendileri temin etmeye gideceklerdir.

İran seçimlerinde neyin hayır neyin şer olduğunu kestirmek zor. Lakin Nejad’ın kazanmasında izlediği politikaların sonuçlarını görmek açısından faydalar var. ABD ile gerilim politikası tabii ki İran’ın komşu ülkelerle ilişkilerini de gerginliğe sevk ediyordu. Bu gerginliğin nedeni İran’daki yönetimin üslubundan kaynaklanıyor. Yoksa artık bir ABD-İran çatışmasından üçüncü tarafların kaybedeceğini iki tarafta çok iyi biliyor. Özellikle Mısır, Ürdün ve Körfez ülkeleri Amerikan müttefiki olarak sayılmalarına rağmen İran’ın vurulmasına karşı çıkıyor. Lakin korkularına yeni bir boyut eklendi. O da ABD ile İran’ın kendileri aleyhinde bir şekilde ittifaka gitmeleri ve İran’ın bölge jandarması olması. Bunun gerçekleşebilirlik ihtimali tartışmalı olsa da savunma gücü olmayan Araplar, ABD ve İran ilişkilerinin rehinesi olmaktan korkuyor. Bunun için de bölgeye daha uzak olan, ABD gibi tehdit içermeyen ve manipüle etmeyen Türkiye gibi ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye ve bölge denkleminde yeni dengeler oluşturmaya çalışıyor. Nejad yerine seçimi Islahçılar kazansaydı ne olurdu? Sosyal olarak İran daha zayıflardı. Zira ister istemez Islahçıların benimsedikleri yeni yönetim anlayışının sekülerleşmeye hizmet ettiği söylenebilir. Gerçi Muhafazakârlar iktidarında da toplumsal yozlaşma devam ediyor. Lakin en azından belki de Reformcular iktidarı kadar hızlı gelişmiyor. Bugün İran toplumunda üniversitede okuyan öğrencilerin yüzde 60’ının kızlardan oluşması toplumun ne derece sekülerleştiğini gösteriyor. Siyasi çekişmeyi bırakacak olursanız ABD’nin arzuladığı İslam toplum modeline en yakın modelin İran modeli olduğu seziliyor. Modernizm kadın üzerinden yürütüldüğünden dolayı Afganistan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle mukayese edildiğinde bu ülkeler ifratı temsil etse de İran toplumunun daha açık toplum olduğu görülüyor. Bunu gölgeleyen tek faktör İran ile ABD arasındaki siyasi zıtlaşmadır. Bunun da geleceği artık ikinci Nejad döneminde şekillenecektir.

Zira İran’da siyasi İslamlaşma güçlendiği oranda toplumsal İslam zayıflıyor, Bu da iç gerilim nedeni oluyor. Zaten seçimler öncesinde kutuplaşmanın temel nedeni buydu. Nejad’ın temsil ettiği siyasi vizyon ile Musavi’nin temsil ettiği sosyal vizyon birbiriyle çatışıyordu. Sonuçların hayırlı olmasını temenni ederken; İran, seçim sonucunda ertelenmiş meselelerle kaldığı yerden yüzleşmeye devam ediyor” tespitleri üzerinde durmak gerekirdi.

Kaddafi İtalyan Senatosu’ndan ABD’ye çatıp “El Kaide’den farkınız yok!” demişti

Tüm protestolara rağmen İtalyan Senatosu’ndan vekillere seslenen Kaddafi ‘tazminatla Libya halkına verdiğiniz zararı ödemeniz mümkün değil’ diye çıkışmıştı. Kaddafi, ABD’yi El Kaide’ye benzeterek ‘Irak’ı köktendinci bir İslam devletine dönüştürmekle’ suçlamıştı.

Libya Lideri Albay Muammer Kaddafi’nin tarihi İtalya ziyareti ikinci gününde bir hayli olaylı geçmişti. Muhalefet partilerinden milletvekillerinin konuşmasını iptal ettirmeye çalıştığı Kaddafi, Genel Kurul salonundan olmasa da daha küçük bir salonda İtalyan Parlamentosu’nda konuşmayı başarmıştı. ABD’yi El Kaide’ye benzeten Kaddafi, ‘Dünya resmi terörün gölgesinde yaşıyor. Bin Ladin’in bir devleti yok ama ABD bir devlet’ demişti. Kendi üvey kızının da öldürülmesine yol açan 1986 yılında ABD’nin Libya’yı bombalaması olayını anımsatan Kaddafi ‘ABD’nin bizim evlerimize yaptığı saldırı ile El Kaide arasındaki fark nedir?’ diye sorması ortalığı karıştırmıştı.

ABD’nin askeri müdahalesinin Irak’ı terörist yatağı haline getirdiğini belirten Kaddafi’nin, ‘Irak eskiden terörizme karşı bir kaleydi. Saddam Hüseyin döneminde El Kaide oralara adım atamıyordu. ABD Irak’ı arenaya çevirdi’ sözleri elbette haklıydı. Libya’nın teröre karşı olduğunu vurgulayan Kaddafi, terörü kınamanın yeterli olmadığını ve nedenlerinin de araştırılması gerektiğini vurgulamıştı. İtalya’nın 1911-1947 yılları arasındaki sömürge dönemi için gelecek 25 yıl içinde Libya’ya 5 milyar dolar tazminat ödemeyi kabul ettiğini anımsatmıştı. 

Kaddafi, İtayla Devlet Başkanı Silvio Berlusconi ile yaptığı basın toplantısı sırasında üniformasına iliştirdiği Ömer El Muhtar fotoğrafına da açıklık kazandırmıştı. Ömer El Muhtar’ın İtalyan sömürgeciliğine karşı direndiği için idam edilmiş olduğunu anımsatan Kaddafi, ‘Bu fotoğraf, bir trajediyi simgelemektedir. Ömer El Muhtar’ın idamı Libya halkı için büyük bir trajediydi. Hıristiyanlar için İsa’nın öldürülmesi gibi bir şeydi. Sizin bazılarınızın boynunda taşıdığı haç ne ise bu fotoğraf da Libyalılar olarak bizler için aynı şeydir’ diyerek; Kaddafi, ‘Fotoğraf Ömer El Muhtar’ın idam öncesindeki anını gösteriyor. Faşist subayların gülmekte oldukları görülüyor. Ömer El Muhtar, Bingazi’nin Güneyinde göstermelik bir mahkemede yargılanarak, sıradan bir asi gibi idama mahkum edilmişti. O dönemdeki İtalyan sömürgeciler, masum İtalyanları da idam etmekten çekinmediklerini” hatırlatmıştı.

Kaddafi’nin psikolojik tahlili

Yabancıların Libya’ya gelişleri ve Kaddafi’nin de yabancı ülkeleri ziyaretleri hep krizlere sahne oluyor. Dolayısıyla Kaddafi’nin krizmatik bir yönü olduğu ortaya çıkıyor. Arap zirvelerindeki ikili çatışmalarında da bunun örneği yaşanıyor. Nasır’ın son yıllarında Kahire’de yapılan zirvelerden birinde Kaddafi ile dönemin Ürdün Kralı Hüseyin arasında gerginlik neredeyse bir çatışmaya dönüşüyordu. Nasır’ın selefi Sedat’la da balayı şeklinde geçen ilk yıllardan sonra kriz ilişkilere damgasını vurmuştu. Amerikalılar sakinleştirmese Sedat, Libya’yı işgal edecekti. Son yıllarda Suud Kralı Abdullah’la da atışmaları Arap gündemine damgasını vurmuştu. Başka bir Arap zirvesinde (Katar) Abdullah-Kaddafi barışması bile gerginlikle ve krizle son bulmuştu. Sarkozy’nin Trablusgarp ziyareti kabine içinde kriz çıkarmıştı. Şimdi ise bunların bir benzeri iki krizmatik liderin buluşmasında İtalya’da yaşanıyor. Kaddafi çadırı, develeri ve bayan korumalarının dışında bir de İtalya’ya şehit Ömer Muhtar’ın oğluyla gelmiş ve askeri haki elbisesinin yakasına da İtalyanların Ömer Muhtar’ı zincire vurduklarını gösteren fotoğrafı iliştirmişti. Bu yeterince kışkırtıcı bir fotoğraftı. Kaddafi yine Kaddafiliğini yapıyordu. Kaddafi’nin İtalya ziyareti basın açısından da yeterince kışkırtıcıydı ve genellikle haberi şu ifadelerle duyurdular: “40 yıllık iktidarında ilk kez İtalya’ya giden Kaddafi, yakasına Ömer Muhtar’ın İtalyanlarca zincire vurulmuş fotoğrafını takarak Berlusconi’yi zora sokmuştu. Öldürücü darbe ise Muhtar’ın oğlu oldu. Üç günlük resmi ziyaret için Roma’ya giden Kaddafi, askeri üniforması üzerinde taşıdığı, ‘1931’de Libya’da İtalyanlara karşı yürütülen direniş hareketinin önderi Ömer Muhtar’ın prangalı’ fotoğrafıyla İtalya’dan tarihi bir intikam almış oldu. Kaddafi’nin İtalya’ya yaptığı ilk ziyaret, İtalya-Libya ilişkileri açısından da “tarihi” diye nitelendiriliyordu…”

Kaddafi şovunu yaptıktan sonra sıra yatıştırmaya ve tepkileri yumuşatmaya gelmişti. Kaddafi,  İtalya’nın 1911 ile 1947 yılları arasında devam eden Libya işgalinden dolayı özür dilemesine binaen iki ülkenin düşmanca geçmişi geride bıraktıklarını ve dost haline geldiklerini söylemişti. Libya yaklaşık olarak 36 yıl İtalyan işgali altında kalmıştı ve 1931 yılında da Libya’nın Abdulkadir El Cezairisi olan Ömer Muhtar kahramanca direndikten sonra İtalyan faşizminin onursuzluğunu gösteren bir biçimde idam edilmişti. Ömer Muhtar idama başı dik gitmiş ve Müslümana yakışır bir biçimde son nefesini vermişti. Lakin burada bir istismardan ve Libyalıların milli kahramanı olan Ömer Muhtar’ın mirasının kaçırılmasından bahsetmemiz gerekir. Bilindiği gibi, 1947 sonrasında bağımsızlığına kavuşan ve uluslararası camiaya katılan Libya, Senusiler tarafından idare ediliyordu. Senusiler 19’uncu ve 20’inci yüzyılda Afrika’da İslam’a hizmette öncü bir hanedan olmuş ve Osmanlıya sadakatte parmakla gösterilmişti. Şekip Arslan’ın sadakati neyse Senusilerin sadakati de oydu. Lakin Kaddafi bu hanedanlığa karşı 1969 Eylül’ünde bir darbe gerçekleştirmiş ve Nasır tipli bir rejim getirmişti. Daha sonra sık sık bu rejimini yeni Fatimilik olarak takdim etmekten çekinmemişti.

Dengesiz psikolojisinden dolayı önce “Suni Nehir”le kendisinden söz ettiren Kaddafi paraları çarçur ettiğinden dolayı bu tarz devasa projelerden vazgeçmişti. Bunun yerine paraları maceralar uğruna ve kendi reklamı için harcamaya girişmişti. Aynen Cezayir Devrimi gibi Kaddafi Devrimi de çalıntı devrimlerden birisiydi. Kuzey Afrika’nın en iyi rejimi olan ve İslami kimliğiyle öne çıkan Senusileri devirmiş ve Ömer Muhtar’ı da yalan ve bühtan ile kendisine bahane ve perde edinmişti. Ve Kaddafi’nin kimyası uyduğundan dolayı bugün Batılı liderler arasında en fazla Sarkozy ve Berlusconi ile uyum içindeydi. Zaten bu ikisine de Avrupa’nın Kaddafileri denmekteydi.  Ve İtalya ziyareti sırasında 700 İtalyan bayanla da görüşmek istediğini önceden deklare etmişti. Esasında bunun yerine Berlusconi’den kendisini Sardunya Adasındaki nudistler malikanesinde ağırlamasını isteseydi daha münasip düşerdi” diyen Mustafa Özcan haksız değildi.

Ancak yine de Müslüman bilinen ve emperyalistlere karşı direnen birisiyle, açıkça kâfir ve zalim kişilerin aynı kefeye koyulması uygun düşmemişti.

Bu durum Üstat Bediüzzaman Hz.lerinin şu sözlerini hatırımıza getirmişti.

“(Bana sorup) Dediler: “İttihad’a (İttihat ve Terakki masonlarına) şedit bir muarızdın. Neden şimdi sükut ediyorsun?

(Cevaben) Dedim: düşmanların (Müslüman sandıkları ve vatanını savundukları için) Onlara şiddeti hücumundan. (dolayı tepkisiz kalmaktayım)

“Bence yol ikidir: (Bir) Mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti (hafifleşmesi) ötekinin sikletine (ağır gelmesi ve güçlenmesi yerine) geçer.

Ben tokadımı (Ermeni) Antranik ile beraber Enver’e, (Yunan) Velizenos ile beraber (her ikisini de aynı görerek) Said Halim’e vurmam. Nazarımda, vuranda sefildir. (Bayağı ve aşağı bir kimsedir)” (Sünühat. Rüyada bir hitabe).

Oysa Kaddafi, Nurcuların ve özellikle Yeni Asyacıların tam 25 sene, ibadet şevkiyle hizmet ettikleri ve yücelttikleri Morrison Süleyman’dan çok daha şerefliydi.

 

 

 

 

 

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Hakan EKMEKÇİ

Hakan EKMEKÇİ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...