Kıyamet mi koptu?
Başörtülü milletvekili Mahinur Özdemir Belçika Parlamentosunda yemin ederek görevine başladı! Başörtülü milletvekili “yemin etti” diye kıyamet de kopmadı.
Her ne kadar bizim fanatik laikler yıllar önce ülkemizde yaşanan başörtülü milletvekiline yemin ettirmeme dayatmasını Belçika’ya ihraç edebilmek için canla başla çalıştılarsa da başarılı olamamışlardı!
Ne Belçika Başbakanı “Bu hanıma haddini bildirin” diye çığlıklar attı, ne de laiklik şövalyeleri başörtülü hanım milletvekili etrafında çember oluşturdu!
Başörtüsü takmayı onaylamadıkları halde başörtülü bir milletvekiline hoşgörü ile yanaşmanın en güzel örneğini göstermişlerdi.
Şimdi Belçika’da ne laiklik elden gitti ne de kıyamet koptu!
Farklı düşünce ve inanç yapısındaki insanlar birbirlerine saygı duyma ve katlanmanın gereğini yerine getirmişlerdi.
Peki, bu güzel davranışı bizimkiler niye sergileyememişti?
Niye olacak, fanatik laikler; dayatmacı saplantıları yüzünden birbirimizi anlayışla karşılamanın gereğini yapamamışlardı.
Bizimkiler, başörtülü milletvekilini yemin ettirmeyip, genel kurul salonundan zorla çıkarttırarak, sözüm ona laikliği korumuşlardı!
Yemin ettirmediler de ne oldu?
Başörtülü milletvekiliyle aynı düşünce ve inancı paylaşan erkeklerin şansını daha çok arttırmış ve AKP’nin yolunu açmış oldular.”[1]
Yaklaşımı düz mantıkla ve özgürlükler adına güzeldi ve yerindeydi.
Ama AKP yalakası Kanal 7, Yeni Şafak, Zaman, Vakit vesairenin bu olayı sahiplenmesi ve başörtüsünü savunmaya geçmesi, tam bir sahtekârlık örneği idi. Yahu, AKP iktidarınız ve Recep T. Erdoğan’ınız, TBMM’de geçmişte yaşanan olumsuzlukları hatırlatıp ağlama ve ağıt yakma konumunda değil, bu haksızlığı ortadan kaldırma makamında kimselerdi. Belçika Parlamentosunun Mahinur Özdemir’e karşı demokratik ve empatik tavrını alkışlayıp, başörtüsü mağdurlarının ağzına bal çalacağınıza, milletin her türlü sayısal ve siyasal imkânı eline verdiği şu AKP’yi göreve ve gayrete çağırmanız ve sorumluluklarını hatırlatmanız gerekmez miydi?
Bilindiği gibi: Brüksel parlamentosunun açılışında en genç milletvekili olarak kâtip üyelik yapan ve yemin ederek görevine başlayan 26 yaşındaki Mahinur Özdemir, “Demokrasi sürecinin işleyişinden dolayı buradayım” demişti.
Bayan Özdemir’in: başörtülü olması nedeniyle yemin töreni öncesinde başlayan tartışmaların, Valon Liberal Parti’nin (MR) federal milletvekili Denis Ducarme’nin yaptığı başörtüsü karşıtı açıklamalardan kaynaklandığını anlatarak, “Kendisi benim parlamentomda (Brüksel parlamentosunda) olan birisi değildir. MR partisi muhalefete düşünce, bir şekilde hınçlarını almak istemektedir. Bize saldırmak için başörtüsü konusunu gündeme getirmiştir. İçlerinde laik kafalı ve aşırı sağa yakın insanlar vardır, bana karşı harekete geçen de bu şekildedir.
Bu kişi geçtiğimiz günlerde Papayı da eleştirmiştir. Yarın da kalkar, belki Yahudileri eleştirir. Bu tür insanlarda saygı ve hoşgörü kalmamış” sözleri dikkat çekiciydi.
Kendisinin Belçika Parlamentosunda kabul görüp alkışlanmasının sırrı, anti Siyonist tavırlarıyla tanınan Denis Ducarme’yi suçlarken: “yarın çıkıp Yahudileri bile eleştirir” itirafında gizliydi. Bunun anlamı: “Ben Siyonist ve emperyalist sömürü düzenine karşı çıkan değil, taş taşıyan birisiyim!” demekti!
Evet, Siyonist gâvur, başörtüsünden, sakal cübbeden, namaz ve zikirden değil; bunların kaynaklandığı İslami şuurdan rahatsız olmaktaydı. Bu şuur yoksa; yani bağımsızlık ruhu ve özgürlük onuru taşınmıyorsa, Siyonist ve emperyalistin güdümüne razıysa; bu durumda başörtülülerden, sarıklı cübbelilerden, namaz ve zikir ehlinden hiçbir rahatsızlık duymamakta, hatta sözde sahip çıkıp saygılı davranmaktaydı. Özetle ılımlı İslamcılarla Siyonist kâfirlerin bir sorunu yaşanmamaktaydı.
Milli Görüş davasına ve Erbakan Hoca’ya duyulan kin ve korkunun asıl nedeni de; bu bağımsızlık şuuruna, İslam ve insanlık onuruna bağlı bulunmalarıydı.
CHP son çarşaf açılımı ile dindarlarla arasındaki soğukluğu gidermek için imamlara da ayrı bir ilgi göstermeye başlamıştı.
Önce bir imamı belediye başkanı adayı olarak göstermiş ve emekli bir müftüyü üye kaydederek, dindar kesim ile barış imzalamaya çalışmıştı.
İnanın ki CHP’nin bu açılımlarını normalleşme olarak görüp sahip çıkmıştık.
Ama emekli müftü efendinin CHP’ye girerken yaptığı ve Saadet Partisi ile Erbakan Hoca’yı hedef konuşması ise yine “Milli şuur ve antiemperyalist onur taşımayan İslami açılımların, masonik merkezleri ürkütmediği” şeklinde okunmalıydı. Yoksa CHP’ye katılan müftü bozuntusuna ne batmıştı ki, hiç yeri ve gereği yokken Erbakan’a sataşmıştı?
İyi ki bir Ecevitleri yokmuş!
Türk asıllı Belçikalı milletvekili Mahinur Özdemir, başörtüsü ile geldiği Meclis’te milletvekillerinin alkışları arasında yeminini ederek görevine başlarken, en genç milletvekili olduğu için Meclis’in ilk günkü oturumuna da Divan Kâtipliğini yapmıştı. Belçika Meclisi’ndeki demokratik görüntü, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in Merve Kavakçı’ya karşı vekilleri kışkırtıp, “Biri bu kadına haddini bildirsin” şeklindeki sözlerini hatırlatanlar, şu gerçekleri atlamıştı:
Aslında Bülent Ecevit’le Belçika’da başörtülü kızımızı Mecliste alkışlayanlar, farklı değil aynı işi yapmışlardı.
Çünkü siz eğer Yahudi siyonizmine uyar ve emperyalist zalimle uzlaşırsanız, ister başörtüsü takın, ister sarık cübbeyle dolaşın, bu onlara asla dokunmazdı.
Hatırlayınız, Hollandalı Bakanlar:
“Hukuk sistemi, gerekirse İslamlaşmaya karşı silah olarak kullanılmalı” hezeyanını savurmuş ve kinlerini kusmuşlardı.
Avrupa’nın İslamiyet’e ve Onun simgesi olan başörtüsüne bakışının asıl göstergesi, Almanya’da hunharca katledilen Mısırlı Merve Hanım olayıdır. Almanya’da eczacılık yapan bu başörtülü Müslüman genç hanım, kızıyla gittiği çocuk parkında kendisine:
“İslamcı terörist, şıllık…” diye hakaret edip sataşan Almandan şikâyetçi olmuş, mahkemede yargıçların yanlı tavrından da cesaret alan suçlu Alman, üzerinde taşıdığı bıçakla gebe olan Merve’ye saldırıp öldürmüş ve Alman polisi de, masum karısını korumaya çalışan Müslüman kocasını vurmuştu. Ve aynen bizdeki gibi Siyonist Yahudi sermayesinin kontrolünde bulunan Alman basını, bu vahşeti sadece 5. sayfalarında küçük puntolarla, basit bir olay gibi duyurmuş ve unutturmuştu.
Yani Avrupa’nın Ecevit’leri, başörtüsüne ve İslami düşünceye karşı, daha vahşi davranıyordu.
Bütün bunlardan sonra, hala: “İnsan halklarımızı koruyacak, bizi baskı ve zorbalıktan kurtaracak” diye AB havariliği yapanlar, ya ahmaktır veya Avrupa kafalıdır, yani gâvurlaşmıştır!
Marazlı ve Milli Görüşe garazlı medyanın Numan Kurtulmuş aşkı da aynı nedenlere dayanmaktaydı.
Aslında, Siyonist ve masonik merkezlerin bu sinsi tavrı, yani; “Irkçı emperyalizmin dünya hâkimiyetine ve sömürü sistemine teslimiyet gösteren ve Erbakan gibi milli, ilmi ve insani projeler üretip gerçekleştirme gayesi gütmeyen, her çeşit İslami kesimle iyi ilişkiler geliştirme yaklaşımı”, SP Genel Başkanı olan Numan Kurtulmuş’a karşı da kendini göstermektedir.
Erbakan gerçeğine ve onun tarihi ve talihli girişimlerine ilgisiz kalan, hatta çarpıtıp aleyhinde kampanyalar başlatan şu masonik ve münafık medya, şimdi Numan Kurtulmuş’u niye bu kadar sahiplenmekte ve gündeme getirmektedir?
Sanırız bunun en doğru ve doyurucu yanıtları, SP’den istifa eden sadık Milli Görüş Milletvekillerinden Necmettin Aydın’ın şu tespitlerinde gizlidir.
Saadet Partisinde istifa şoku!
Genel Başkan Kurtulmuş’la birlikte Milli Görüş ekseninde uzaklaşan SP’de, Necmettin Aydın istifa etmişti.
Saadet Partisi 20. dönem Milletvekili ve Eski GİK Üyesi, Zonguldak Belediye Başkan Adayı Necmettin Aydın, Numan Kurtulmuş’un Saadet Partisini Milli Görüş’ü var eden temel ilkelerden uzaklaştırmaya yönelik söz, fiil ve girişimlerinden duyduğu rahatsızlığı daha fazla gizleyemeyeceğini belirtmişti.
Necmettin Aydın: “Bir yıl dolmadan birlik ve bütünlük abidesi Saadet Partisi’ni neredeyse diğer siyasi partilere benzettiğini” söylediği Prof. Dr. Numan Kurtulmuş ve ekibinin kendi başına buyruk icraatlarının faturasının Milli Görüş’e ağır geleceğine dikkat çekmişti.
Erbakan’a yapılan her türlü eleştiriye “Lider’de insan. Elbette hata yapar ve eleştirilir” penceresinden bakan ama kendilerine en küçük bir eleştiri geldiğinde “SUS! FİTNECİ SENİ” dedikleri bir dönemde artık gerçekler SUSARAK GİZLENEMEZ demişti.
Saadet Partisi’nde İstanbul, Kocaeli, İzmir, Sakarya, Bursa, Çorum ve Afyon İl Başkanlarının atama ile değiştirilmesinin ardından meydana gelen muammayı çözmekte yetersiz kaldığı ifade edilerek SP Genel Merkezi’nin çok sayıda İstifa dilekçesi ve tepkiyi göğüslemekte zorlandığı dile getirilmişti.
Parti Genel Merkezi İl Müfettişleri ve Bölge Başkanlarına “ACİL” kodu ile toplantıya çağrılarak, bu konunun gündeme getirileceği ve bir çözüm yolu aranacağı konuşulurken, Saadet Partisi’nde ilk kez açık yüreklilikle “MİLLİ GÖRÜŞ’TEN KOPUŞA DUR!” sesi gelmişti.
Milli Görüş’ü ilkelerinden ve Erbakan’dan uzaklaştırmaya yönelik siyaset anlayışına isyan ederek partideki tüm görevlerinden ayrılmak zorunda kalan Necmettin Aydın, istifa gerekçesinde şunları kaydetmişti:
“26 Ekim 2008 tarihinde yapılan Büyük Kongresinden sonra geride bıraktığımız süre, partinin gidişatı ve aldığı mesafeler açısından bir değerlendirme yapmamız için yeterlidir. Saadet Partimizin hızla kendi özünden uzaklaşmakta olduğunu, muhtevasının, genel merkez ve teşkilat yapısının içinin boşaltıldığını gözlemlemekteyim. Partimizin en önemli bilinen karakteri olan, sisteme alternatif bir milli görüş partisi olma vasfı hızla ortadan kaldırılmaktadır. Partimiz aşağıda arz edeceğim hususlarda çok önemli bir kırılma noktasına gelmiştir.
Muhteva: Başta da değindiğim gibi, Saadet Partisinin en önemli karakteri ve varoluş nedeni bir Milli Görüş Partisi olmasıdır. Siyasi ve ideolojik felsefelerin oluşması, kavramlara dökülerek halka mal edilmesi yoğun emek ve uzun zamanla elde edilen bir başarıdır. Milli Görüş kavramının oluşması ve felsefesinin halka mal olması, pozitif bir kavram olarak algılanması ve Dünya Siyasi Literatürüne girmesi 40 yılı aşkın bir sürede başarılmıştır. Halkımız sürekli alternatif arayışında Milli Görüş düşüncesinin etkisiyle hareket eder hale gelmiştir. Milli Görüş adeta kendine tabi olan tabanın aynı zamanda temel itikadıyla örtüşen bir kavram haline gelmiştir. Yeni dönemde Saadet Partisinin merkez yönetiminin, Milli Görüş kavramına ve manasına; sorunlu gibi bakması, soğuk davranması ve karakterini yok edecek revizyonlara tabi tutmaya kalkışması Onu aşındırmaktır.
Sayın Erbakan’la ilişkiler: Milli Görüş ihtiyacını hisseden toplumun; bu eksikliğini ortaya koyan, benimsediği yaşam felsefesinin halkın özlediği ve uygulamak istediği değerlerle örtüştüğünü gören ve kendisini “sürekli cihat” ilkesiyle Milli Görüş çalışmasına adayan Sayın Erbakan, her açıdan yaşayan gerçek bir hazine ve efsanedir. O, Türkiye toplumunda gerçekleşmiş büyük mücadelenin, gerçek bir devrimin ve bir dönüşümün adı ve sembolüdür. Yeni Saadet Partisi yönetimi ise; aktif bir Erbakan’ın varlığından, eylemlerinden, söylemlerinden rahatsız olmakta, yanında dimdik duramamaktadır. “Milli Görüş kavramına ve liderine bağlı olarak” hareket edilmesi gerekliliği hiçe sayılmaktadır.
Not: Muhterem Liderine “Sayın” demek saygısızlıktır; içinde sinsi bir gurur taşımaktadır. Numan Kurtulmuş’un Hocamıza “Sayın Erbakan!” deyip durması da sırıtmaktadır, çok çiğ ve çirkin bir küçümseme kastını yansıtmaktadır. Necmettin Aydın’ın kasıtla değil, ağız alışkanlığıyla böyle davrandığı, hüsnü zannımızdır. Yoksa, “Erbakan Hocamız” demekle, ağzınız mı aşınacaktır?! M.Ç.)
Yönetim Biçimi: Saadet Partisinin başta Sayın Genel Başkan olmak üzere yönetim kadrosunun nerdeyse yarısı ve en önemli temsilcileri Ankara dışında oturmaktadır. Bu saatten sonra gelmelerinin de bir anlamı yoktur. Ankara’yı bilmeden, devleti tanımadan, Ankara’nın bürokratik labirentlerinde dolaşmadan devleti yönetmek, yönetmeye talip olmak mümkün değildir; hatta imkânsızdır; sonu hüsrandır. Türkiye’yi yönetmeye talip bir Başbakan adayının Ankara’da bulunması ve mesaisinin çoğunluğu ile merkezini Ankara’ya taşıması asgari şarttır. Başbakanlığa talip olmak önemli yönetim tecrübeleri gerektirir. Salt yönetmek yeteneği bir tecrübenin eseri olarak oluşur. Devleti yönetmek ise daha büyük ve alt tecrübeler gerektirir.
Söylem Biçimi: İktidarların değişimleri büyük ve sert kavgalarla gerçekleşmiştir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Siyasi parti olarak iktidara talip olan ve Milli Görüş karakterini bünyesinde taşıyan partimizin iktidara giden yolda aktif, aktüel, açık ve agresif bir liderlikle başarıya ulaşması mümkündür. İnsanlar daima siyasi kavgalara ilgi duymuş ve taraf olmuştur. Bunun dışında kalarak güzel sözlerle, sempatik tavırlarla elde edilen başarı sempati kazanımından öteye geçmemiştir. Akademik üslup ve sözler tek başına sempati uyandırmaktan öteye geçemez. Bu sözlerin ve üslubun desteklediği bir mücadele olmadığı sürece taraftar elde edilemez. Siyasi iktidar arayışında sempatiye, sempatizana değil taraftara ihtiyaç vardır. Bir davanız yoksa bir iddianız, bir iddianız yoksa bir kavganız, bir kavganız yoksa da bir zafer elde etme şansınız mümkün değildir. Başarılı olmuş tüm siyasi aktörlerin, özellikle Türkiye’dekilerin hepsi büyük kavga ve mücadeleler sonunda başarıya ulaşmışlardır.
Teşkilatlarla ilişkiler: Milli Görüş Partilerinin en önemli özelliği, diğerlerini kıskandıracak şekilde güçlü bir teşkilat yapısına sahip olmaktır. Yeni yönetimin teşkilatlarla ilişkileri güvensizlik temeline dayanmaktadır. Hangi iller olduğu belirtilmeden görevden alınacak teşkilatlar için alınan bir Genel İdare Kurulu Kararı siyaseten intihardır, Yeni yönetimin teşkilatlarıyla oluşturduğu bu ilişki tarzı var olan teşkilat yapısının dağılması sonucunu doğuracak bir yöntemdir. Milli Görüş Partisinin en önemli özelliği olan teşkilata dayanma prensibi ve avantajı böylece ortadan kalkacaktır. Halen bu meselelerin derinlemesine konuşulabildiği sağlıklı bir genel idare kurlu toplantısı bile yapılabilmiş değildir. Son seçimde Saadet Partisi siyasetin sihirli ifadesi olan “değişim ve yenilik” kavramlarını kullanmıştır. (Seçimlerde alınan sonuç, “bu kavramlar kullanılmadan da alınabilirdi” savunmasına müsaittir). Ayrıca, bir sonraki seçimde artık bunların hiçbir karşılığı da yoktur.
Finansman Yöntemi: Bu gün Türkiye’de ve Türkiye gibi ülkelerde en önemli sorun siyasetin finansmanı sorunudur. En klasik manipülasyon yöntemlerinden birisi de (bir örgütlenmeyi) finanse ederek manipüle etmek ve etkilemektir. Kongreden bu güne kadar görünen finansman biçimi rahatsız edicidir. Kaynağı belli olmayan bir finansman ve örtülü finansman yöntemleri yanlış ve tehlikeli yöntemlerdir. (Acaba) “Kim ve niçin” dün vermediğini bugün veriyor? (Daha önce) İtiraz ettiğimiz şeyleri (şimdi) yapıyor olmak çok acıdır.
Ağır Protokol: Sayın Genel Başkana uygulanan ağır protokol bu gün belki Başbakanlara bile uygulanmamaktadır. Bu ise başlangıçta oluşan sempatiyi hızla antipatiye dönüştürmeye başlamıştır. Mesafeler açıldıkça görüntüler karşılıklı küçülür.
Yukarıda arz ettiğim hususların her biri tek başına bir siyasi hareketi başarısızlığa götürebilecek hususlardır. Ayrıca, yukarıda belirtilen sapmalardan dolayı çok yakın zamanda bu hareket anlaşılamayacak bir hale gelecek ve farklı mecralara sürüklenecektir Bu anlamda bir felaketin eşiğindeyiz. Gördüğüm bu gerçekleri ortaya koymak ve sesimin daha iyi duyulmasını sağlamak amacıyla; il başkanlığından Milletvekilliğine, Komisyon başkanlığından GİK üyeliğine kadar muhtelif görevlerde bulunduğum, hayat felsefem olan Milli Görüş hareketinin bugünkü temsilcisi olmaktan çıkarılan Saadet Partisindeki tüm görevlerimden ve sıfatlarımdan istifa ediyorum. Gereğinin yapılmasını rica eder, saygılar sunarım. 22 Haziran 2009”[2]
Sonuç: Bilgisiz yorum gevezelik; yorumsuz bilgi ise sadece nakilcilik ve taklitçiliktir.
Dostça bir hatırlatma:
Ey FAHRİ, önce kendine GÜVEN!
5 Temmuz 2009 Tarihli Milli Gazete de, “Küçük Hamdi’”nin tefsirine Mustafa Kemal’in Dahli” diye bir yazı kaleme alan kardeşime:
1. O süreçte Meclisi Kur’an’ın Türkçe tefsiri ve tercümesi yönünde bir karar almaya sevk ve teşvik eden kimdi?
2. Meclise ve hükümete hakim bulunan Mustafa Kemal istemeseydi, böyle bir temenni ve teşebbüs gerçekleşebilir miydi?.
Kur’anın ehil ve emin bir alim tarafından tefsir ve tercümesine ruhsat ve fırsat vermesi bile, oldukça anlamlı değil miydi?.
3. Mustafa Kemal bozuk niyetli olsaydı, bu tefsiri, bir kısım tağyir ve tahrifatı rahatlıkla yapabilecek pek çok kişi varken, Elmalılı Hamdi gibi mümtaz bir âlime yaptırmayabilirdi.
4. Cennet mekân Sultan Abdülhamit’e karşı çıkan, hatta halline fetva hazırlayan kişilerin durumunu değerlendirirken, konjonktürel baskı ve barbarlıkların da hesaba katılıp, bazı mazeret ve mecburiyetlere dikkat edilmesi gerekirdi. Ve mesela Bediüzzaman Hazretlerinin bile buna benzer tavırlar sergilediği bilinmektedir. Sırf Abdülhamit’e “karşı çıktı” diye bazı zatları karalamaya, ama Ona bizzat “savaş açtığı ve yıktığı” bilinen Enver gibi Sabetaist masonları kahramanlaştırmaya çalışanlar, ne çirkin bir çelişki içindeydi!
5. Şimdi AB’nin talimatıyla Kur’an’da “Allah katında tek Hak din İslam’dır” gibi ve yine Yahudi ve Hıristiyanların durumuyla ve onlarla dostlukla ilgili ayetleri; hutbelerden, tefsirlerden, hatta Kütübü Sitte’den ayıklamaya girişen, ama Atatürk’ü “Deccal, Süfyan” gören AKP’ciler ve Fetullah Gülenciler mi, yoksa Mustafa Kemal mi, daha şerefliydi?
6. Akıllı, inançlı ve iddialı insanlara düşen:
a. Ya tarihi bizzat yapmak ve yazmak, yeni bir çağ ve çığır açmak üzere gayrete gelmek, en azından bu yöndeki gayretlere destek vermekti.
b.Veya buna yeterli beyni ve becerisi yoksa, hiç değilse, tarihi; kurulmaya çalışılan yeni ve milli medeniyet iklimine bir köprü olarak yorumlamaya ve yararlanmaya girişmekti.
c. Çünkü beşeri tarih, zaten müspet–ispatlanabilir- bir bilim dalı değildi. Genellikle nazariyeler ve faraziyeler üzerine bina edilmişti. Olayların zahiri şekli ve gelişme seyriyle; gizli ve stratejik mahiyeti genellikle farklı şeylerdi. Çünkü tarihi yapan kimlerse, yazdıran da aynı kişilerdi.
7. Elmalılı Hamdi Yazır Hazretlerinin lakabı “Küçük Hamdi” olabilirdi. Ama sizin O Zat’a böyle hitap ederek yazıya başlık atmanızın yazık, sadece sizi küçülteceğini, hatırlatmamız gerekirdi.
Ey kardeş, bazen “tarihi gerçek”lerden ziyade ona yüklediğiniz “yorum ve gerekçeler” daha önemliydi. Velhasıl, gayret ve cesaretimizi, israf etmemeliydi.

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Bil ilimsiz, irfansız; yol yok ümrana Ya Kur’an’a uyarız, ya da buhrana İslamsız bütün yollar,…
"...Kula kulluğu bozan, cumhuriyettir İslam’a uygun nizam, çün hürriyettir..." Ne güzel mısralar! İşte aydın olmak…
AHZAP SURESİ 67. AYETİ KERİME TAM DA BU KİMSELERDEN BAHSETMEKTE. LANET OLSUN KAFİR VE ZALİM…
İmam Gazali'nin Nasihatül Mülük (Hükümdarlık Ahlakı) adlı eserinde Yöneticilere yaptığı uyarılardan birisi de şöyledir: "Kalbinde…
Murselat Suresi (1-7) : Birbiri ardınca ve iyilik amacıyla (örfen; zamanın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak) gönderilenlere (insanları uyarıcılara,…
Bakara 120 Sen onların milletlerine (Siyonist ve emperyalist emellerine ve zulüm düzenlerine) tâbi olmadıkça Yahudi…
2 yıldır, tarihte görülmemiş İsrail katliamı ve soykırımı devam ederken her ay yaklaşık 50 gemi…
Ey yöneticiler ve yandaş kalemler, okuyunuz bu satırları (belki doğru bir icraat yaparsınız): "...HAMAS’ın Silahsızlanması…
Evet Türkiye’nin, hatta tüm bölgemizin ve insanlık âleminin yeni ve köklü bir değişim ve dönüşüme…
Üstadımız, senelerdir bir birinden ayrıştırılıp kutuplaştırılan parti ve kesimler arasında köprü olmuş ve onları Medine…