NATO’nun uçakları Afganistan’ı Konya’dan kalkarak vuracaktı!
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Burak Özügergin, Afganistan’daki operasyonlar çerçevesinde NATO AWACS uçaklarının Konya Hava Üssü’nü kullanacakları haberlerini doğrulamıştı.
Özügergin, “Gerek ISAF operasyonuna yaptığımız kapsamlı katkılar çerçevesinde, gerek dost ve kardeş Afganistan’ın hava trafik hizmetlerine yardım amacıyla, AWACS uçaklarının belirli bir süre Konya Hava Üssü’nü kullanmaları ülkemizce uygun bulunmuştur” açıklamasını yapmıştı.
Afganistan’ı vuracak NATO uçaklarının Konya Havva Üssü’nü kullanacak olması tepkilere yol açmıştı. Medine Müdafaası’nın eşsiz komutanı Fahrettin Paşa’nın Afganistan’da döktüğü ter, Cemal Paşa’nın Afgan ordusuna verdiği hizmet ve daha yüzlerce tarihi ilişki düşünüldüğünde, NATO uçaklarının Afganistan’ı vurmak için Konya’dan havalanacak olması vatandaşlar tarafından hayretle karşılanmıştı.
Oysa, Atatürk’ün Afganistan’la yaptığı savunma anlaşması “Besmeleyle” başlamıştı
Mart 1921’de imzalanan antlaşmada Afganistan’ın Türkiye’den neden yardım istediği ortay çıkmıştı. Afganistan’ın nazarında Türkiye, İslam ülkelerinin tek lideri konumundaydı. Antlaşmaya, TBMM Hükümetini, Ekonomik İşler Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek ve Eğitim İşleri Bakanı Dr. Rıza Nur, Afganistan’ı ise General Mehmet Veli Han imzalamıştı.
Besmele ile başlayan 10 maddelik antlaşmanın 3. maddesinde; “Yüce Afganistan Devleti, yüzyıllardan beri İslamiyet’e önderlik ve ona üstün görevler yapmış olan ve hilafet dünyasını elinde tutan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile” cümleleri vardı.
4. maddede ise; “Taraflardan biri Doğu’yu istila ya da sömürge yapma siyasetini izleyen herhangi bir emperyalist devlet tarafından ötekine yapılacak saldırıyı bizzat kendine yapılmış sayarak, elindeki araçlar ve imkânlarıyla, onu püskürtmeyi kabul eder” yazılmıştı. Antlaşmadan sonra Kâbil’e Fahrettin Paşa büyükelçi olarak atanmıştı. Bugün ise Afganistan’a bomba yağdırarak binlerce sivilin ölümüne neden olan savaş uçaklarının Konya’dan kalkacak olması, tarihi bir talihsizlik ve AKP’nin hıyaneti olarak yorumlanmalıydı.
Ankara’nın en zayıf olduğu o günlerde, Mustafa Kemal Paşa dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’ya, “böyle bir subay heyetinin derhal hazırlanıp gönderilmesini” yazılı olarak emretmiş, askeri ekibin Afganistan’da neler yapması gerektiğini de hatırlatmıştı. Mustafa Kemal’in Fevzi Paşaya verdiği yazılı talimatın en önemli maddelerinden biri, “oraya gönderilecek subay heyetinin bu ülkedeki Türk ve Müslüman ahaliyle çok iyi ilişkiler kurması; ikincisi de, Afganistan’da Türklük ve Müslümanlık aleyhine faaliyet gösterecek bir partinin iktidara geçmesine engel olunmasıydı.” İşte Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşında, kadınlarının kollarındaki bilezikleri toplayıp Türkiye’ye gönderen Afganistan’ı böylesine kollarken, bir zamanlar Afgan cihadını istismar edenler ve Hikmetyar’la fotoğraf çektirmeyi şeref bilenler, şimdi masum Afgan halkını katleden NATO uçaklarının Konya’dan kalkmasına imkân sağlayacak kadar duyarsız ve vicdansız davranılmaktaydı.
Afganistan halkı Hıristiyanlaştırılmaya çalışılmaktaydı!
Amerikan güçleri Afganların din değiştirip Hıristiyan olmaları için çalışıyordu. Peştun ve Dari dillerine tercüme edilmiş İncilleri nasıl dağıtacaklarını müzakere eden ABD askerlerinin görüntüleri yayınlanıyordu. ABD’li Yarbay Gary Hensley ise, “Özel Kuvvet adamlarının işi adam avlamaktır. Hıristiyanlar olarak biz de aynı şeyi yapıyoruz: İsa adına adam avlarız. Yakalayıncaya kadar peşlerine düşer ve yakalarız. Bu bizim kutsal amacımız” diyordu. Jeff Sharlet ise “Görüntülerde gördüklerimiz buzdağının tepesi sadece. Görüntülerde fark edebilir misiniz bilmiyorum, bir Afganistan haritası üzerine haç çizildiğini görebilirsiniz” ifadelerini kullanıyordu.
Bu arada Irak, ABD işgali sonrası, Körfez gençliğine uyuşturucunun rahatlıkla ulaştırılabildiği en önemli geçiş yolu haline geliyordu. Iraklı yetkililer, 2003 yılındaki ABD işgalinden sonra yasadışı uyuşturucu madde ticaretinin ciddi manada arttığını, Irak’ın bu uyuşturucuların Körfez ülkelerine geçiş yoluna dönüştüğünü söylüyordu. Bölgeyi iyi bilen kaynaklar, ABD’nin Afganistan işgali sonrası uyuşturucu üretiminin tavan yaptığına dikkat çekerek, orada üretilen uyuşturucunun Irak yoluyla Körfez’e getirildiğini ve böylece ABD’nin bir taşla iki kuş vurduğunu belirtiyordu. Kuklaları, uyuşturucudan büyük paralara kazanırken, ABD de, Körfez’de hiçbir şeyi sorgulamayan uyuşturucu müptelası yeni bir gençlik meydana getiriyordu. Kahraman(!) AKP ise, her konuda, ABD’ye tam destek sağlıyordu.
TÜSİAD, IMF’yi Bodrum’da ağırlamıştı
IMF, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la güya anlaşamamış, işi TÜSİAD kanalıyla Bodrum’da kıvama getirmeye çalışmıştı. Anlaşma sağlanırsa vay milletin haline, yine anamız ağlayacaktı!
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi, 18-19 Haziran 2009 günlerinde Bodrum’da Kempinski Hotel’de toplanmış ve IMF Başkan Yardımcısı John Lipsky ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ı ağırlamıştı. Toplantının açılış konuşmalarını IMF Başkan Yardımcısı John Lipsky, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile TÜSİAD İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ yapmıştı. Düzenlenen “Krizin Gelişmekte Olan Ülkelere Etkisi ve Türkiye” konulu bir panelde, Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Ngozi Okonjo-Iweala’nın da bir konuşma yaptığı yazılmıştı. Demek ki ekonomi TÜSİAD üzerinden IMF gündemine sokulmaktaydı.
İtalya’daki G-8’ler toplantısına katılıp, IMF patronundan talimatlar alan Recep Erdoğan, önceki horozlanmalarını unutup; “IMF ile anlaşma sağlandığını” açıklamıştı.
TÜSİAD’ın devlet talanı
Geçmiş tecrübeler de gösteriyor ki, bazı odakların sürekli irticayı, TÜSİAD’ın ise bütçe açığını bu hükümet için risk olarak göstermeleri tesadüfî bir gelişme değildir. Bu iki gelişme ancak “ortak endişenin” ürettiği faaliyetler olarak değerlendirilebilir. Amaç, siyasi iktidarı, sinsi hesaplarına hizmet ettirmektir ve kendi açılarından muhtemel riskleri yok etmektir.
TÜSİAD’ın sorunu, Anadolu’dan gelen yeni sermayedar sınıfın kendilerini geçmesidir. Bunlar geride kalmayı içlerine sindirememektedir. Turgut Özal döneminde de yeni iktidarın zenginlerine karşı yerleşik zenginler harekete geçmiş ve şimdi olduğu gibi kamu borçlarının yüksekliği ve bütçe açıkları konusunda yapmacık tepki göstermişlerdi. Hatta TÜSİADçılar, Özal’a karşı bir borç raporu hazırlatmış ve devletin borca battığını söylemişlerdi. Oysa borç kendilerinindi ve devlete ödetmişlerdi. Özal döneminde devlet borçlarının ulusal gelire oranının en düşük olduğu dönemdi. Ardından 28 Şubat süreciyle irtica tehlikesi gündeme getirilerek kamu maliyesi yağma edilmişti. Bu zalim zihniyet ve AKP gibi işbirlikçi hükümetler sayesinde, BM’nin hazırladığı “Dünya Mutluluk Haritası”na göre, Türkiye 140 ülke arasında, 85. sırada ve Afrika ülkelerinin ayarında gösterilmiş, yani Türkiye mutsuz ve umutsuz insanlar ülkesi haline getirilmişti.
Ahlak AKP ile yozlaşmıştı
Eşcinsellik, AKP iktidarı sayesinde adeta yükselen bir değer haline gelmişti. ‘Yiğitliği’ ve “edep ve efendiliği” ile bilinen bir milletin evlatları, sinsi, planlı bir şekilde Allah’ın lanetine maruz kalan ‘Lut kavmi’nin sapkınlarını işler hale getirilmişti. ‘Erkek’ diye ortalıkta dolaşan nice kişi, ne yazık ki ‘kişilik erozyununa’ uğrayıp ‘beyin eşcinseli’ haline geldiklerinin farkında bile değildi. Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu komiserlerinden Olli Rehn: “Üye ülkelerde olduğu şekilde, aday ülkelerde de lezbiyen, gay, eşcinsel ve transseksüel hakları örgütlerinin varlık ve faaliyetlerinin güvence altına alınmasının takipçisiyiz. Türkiye’nin bu konuda gerekli adımları atmasını bekliyoruz” Diyerek Avrupa’nın bu ahlaki rezalet ve sefaletinin ülkemizde de resmiyet güvencesine kavuşturulmasını istemekteydi. Yani AKP’nin, AB uyum yasaları diye yarasa gibi çırpınması işte bu yüzdendi. Pek çok gencimizi, ekonomik çaresizliğin bu yola ittiği ise, ayrı ve acı bir gerçekti. Şimdi, ey dindar, muhafazakâr, Ilımlı İslamcı, katı şeriatçı, takvacı ve tarikatçı Müslümanlar! Kol kanat gerip sahip çıktığınız, üzerine toz kondurmadığınız AKP iktidarınız işte bu talimatı ‘tereyağından kıl çeker gibi’ yerine getirmenin yani çocuklarımızı eşcinselleştirmenin hazırlıklarını yürütmektedir. Sizler hep “sivrisinekler” ile uğraşıyorsunuz da o sinekleri üreten ‘batakhanelerin’ önünü açanlara karşı bir tek kelime etmiyorsunuz. Bu ne gaflettir?
Başbakan “AK” isminde neden bu kadar ısrarcıydı?
Tayyip Erdoğan, “AK Parti’ye AKP diyenler edepsizdir” açıklamasıyla Türkiye’de yeni bir tartışma başlatıyordu. Almanya’daki Deniz Feneri davasıyla partisinin üzerindeki yolsuzluk bulutları yoğunlaşan Erdoğan’ın üslubunun giderek bozulması ve en son bir öğretmen hakkında “AKP” dediği için soruşturma açılması, bu konunun gündemde kalmaya devam edeceğini gösteriyordu. Hatırlanacağı gibi yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkan İsrail’de, Ehud Olmert, Kadima Partisi Başkanlığından ve Başbakanlık koltuğundan olmuştu. Olmert’in yerine o sıralarda Dışişleri Bakanı olan Tzipi Livni oturmuştu. Livni, Ehud Olmert aleyhindeki kampanyasında yolsuzluk temasını işliyor ve başarıya erişiyordu.
Livni’nin kampanyası esnasında İsrailli gazeteler ondan, “İsrail’in merkez siyasetinin büyük “ak” umudu” olarak bahsediyordu. (Livni “the current great white hope of the Israeli centre, of Kadima.” Maariv, 2008-09-17, AFP) Bu tanımlamada “ak” sıfatı öne çıkıyordu. Çünkü “Livni” adı, İbranice’de “ak” anlamına geliyordu. (Alfred Kolatch, “Livni” için “from Hebrew, meaning white” diyor. Bak. Yalçın Küçük, İsyan 1, 582) 20.000 Yahudi isminin yazılı olduğu bir internet sitesinde “Livnah”ın karşılığı olarak, “whiteness”ın yanında “transparency”, şeffaflık, anlamı da veriliyordu. Yolsuzluğa karşı şeffaflığı savunan Livni, İbranice’de “aklık, şeffaflık” anlamına kullanılıyordu.
“Livni adı” kaynağını Tevrat’tan alıyordu.
Ve tabi “AK”ın “Adalet ve Kalkınma”dan geldiği iddia ediliyordu. Oysa “AK” kelimesinin kendi başına ne adalet ile ne de kalkınma ile anlam bakımından bir bağı bulunmuyordu.
Özetle Recep beyin demeyeni edepsizlikle suçlayıp saçmaladığı “AK”; Tevratik bir isim olarak karşımıza çıkıyordu.
Acaba, Tayyip Erdoğan “AK”ı vurgulayarak Siyonist merkezlere ve İsrail’e: Ben sizdenim ve emrinizdeyim!” mesajı mı vermek istiyordu?
AKP dış güçlerin tahrikiyle TSK’yı yıpratma kampanyasına göz yummakta, hatta katkı sağlamaktaydı:
İşte GKB İlker Başbuğ’un basın toplantısındaki sözleri bu nedenle önemliydi.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Genelkurmay’da hazırlandığı iddia edilen ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ isimli belgenin doğru olduğuna ilişkin yeni bilgi, emare, delil ortaya çıkarsa bu soruşturmanın yeniden açılabileceğini söylemişti. Orgeneral Başbuğ, dosyayı gönderdikleri İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan bu ‘kâğıt parçası’nın, kimler tarafından ne amaçla hazırlandığını bulmasını istediklerini de belirtmişti.
Bir gazetecinin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Arnavutluk ziyareti öncesinde Genelkurmay’da bu konuda bir çalışmanın yürütüldüğüne inandığı yönündeki açıklamasının hatırlatılması ve bu çalışmanın ne olduğu ve amacının ne olduğunun sorulması üzerine; “TSK’da demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine aykırı düşünce içinde olan davranışlarda bulunan personelin barınamayacağını vurgulayarak bunu TSK’nin komutanı olarak açıkça ifade ettiğini” söyleyen Başbuğ, şunları kaydetmişti: “Böyle durumlar olursa TSK, Genelkurmay Başkanlığı bu konuda gerekeni anında yerine getirir. Bu konu için başka yerlerden herhangi bir şekilde işaret almaya da gerek görülmeyecektir.
Askeri mahkemelerin bağımsızlığı
Askeri mahkemelerle ilgili çok yanlış değerlendirmeler yapıldığına işaret eden Orgeneral Başbuğ, bazı akademik unvana sahip kişilerin artık dünyada Avrupa’da askeri mahkemelerin bile kalmadığını söyleyecek kadar cahilce beyanlarda bulunduklarını hatırlatıp ‘İngiltere, Belçika, İtalya, Lüksemburg, İspanya, Yunanistan, Polonya, Amerika, Rusya ve İsrail’de askeri yargının bulunduğunu belirtmişti.
Başbuğ’un konuşmasından satırbaşları
TSK üzerinden elinizi çekin! “TSK’nın komutanı olarak açıkça söylüyorum ki; artık TSK üzerinden elinizi çekiniz, TSK üzerinden kendinizi siyasi tanımlama düşüncesinden ve gayretlerinden vazgeçiniz. TSK’ya karşı medya üzerinden, asimetrik bir psikolojik harekât yürütmeye son veriniz.”
Belgeyi yazanı istihbarat tespit etsin! “Bu kâğıt parçasının kimler tarafından ne amaçla hazırlandığının ortaya çıkarılması görevinin ise devletin istihbarat organları ve ilgili yargı organlarına düştüğünü ifade ediyor ve bunun gereğinin yerine getirilmesini istiyorum.”
Tekrar soruşturma açılabilir! “Bizim silahlı kuvvetler ve Genelkurmay Başkanlığı olarak, delil toplama üzerinde yetki ve sorumluluğumuz yoktur. Bu belgenin doğru olduğuna ilişkin yeni delil, bilgi, emare çıkarsa elbette bu soruşturma tekrar yeniden açılabilir.”
“Ülkemizde, bölgemizde ve tüm dünya genelinde ekonomik krizler, terörist hareketler ve işgaller devam etmektedir.
Bütün bunlar yaşanırken Türkiye, bir kâğıt parçası etrafındaki yaygara ile gücünü tüketmiştir.
Kimileri, yargı sonucunu bekleme sabrını bile göstermemiştir. Oysa Yargıtay içtihatlarına göre fotokopi hiçbir hukuki değeri bulunmayan bir kâğıt parçasından ibarettir.
Bu iddialar üzerine, Anayasal teminatlar altında tam bağımsız hareket eden askeri savcılıkla soruşturma başlatılıp bitirilmiştir.
Bu sonuçları küçümseyen veya saygı göstermeyenlerin kendileri küçülecektir.
Bu kampanyalar TSK’yı yıpratmaya yöneliktir. Medya üzerinden TSK’ya karşı asimetrik psikolojik hareket yürütülmektedir.
Bu belge denen kâğıt parçasının, birilerince veya TSK’yı yaralama niyetiyle yapıldığı kanaatindeyiz, yargının ve ilgili kurumların, bunun sorumlularını mutlaka bulmalarını istemekteyiz.
Fitne ve fesat çıkarmak isteyenlerin belirlenmesini beklemekteyiz.
Artık TSK’ya yönelik; darbe, ihtilal gibi töhmetlerden vazgeçiniz.
Bu tür demokrasi dışı niyet ve faaliyetlerin TSK’da barındırılmayacağını defalarca ve en yüksek seviyede ifade etmekteyiz.
Akıllı insan; her şeyin iç yüzünü anlamaya ve gerçeğin farkına varmaya çalışandır. Akılsız insan ise, aklına geleni konuşandır.
TSK, bu sistemli ve sinsi karalama kampanyalarına artık katlanamaz ve seyirci kalamaz. Bu konuyu ülkemizin beka ve bağımsızlık sorunu olarak görmekteyiz.
Tahriklere kapılmadan ve kamuoyu önünde basit tartışmalara gerek duymadan, ülke güvenliği ile ilgili sorumluluk ve uyarılarımızı iletmeye, yasal çerçevede devam edeceğiz.
Soru cevap bölümünde:
Başbakanın yurt dışına çıkarken söyledikleri hatırlatınca:
“Maalesef rahmetli Uğur Mumcu’nun dediği gibi “Bazılarının bilgi sahibi olamadan, fikir yürütmeye ve görüş belirtmeye kalkışmaları yaygın bir şahsiyet hamlığıdır.”
Askeri yargımız bağımsızdır:
Bakınız askeri başsavcılık, askeri mahkemelerde “subay” bulunamayacağı konusunda Anayasa mahkemesine başvurmuş ve kazanmıştır.
Şu anda, Askeri savcılığın hazırladığı çok ciddi iddialarla Yarbay Mustafa Dönmez’in davası görülmektedir.
Hem uydurma belge, “soruşturması niçin 12 gün savsaklanıyor?” diyenler, hem de “niçin bu konu derinlemesine incelenmiyor?” diyenler çelişki içindedir. Evet, “soruşturmaya gerek yoktur” kararı, nihai ve kesin değildir. Hukuki geçerliliği olan yeni bilgi ve belgeler ortaya çıkarsa, yeniden soruşturulması gerekebilir ve yine bunun muhatabı askeri mahkemelerdir.
TSK’dan kirli ellerinizi çekiniz ve bizi siyasi emellerinize alet etmeyiniz. Kendinizi TSK düşmanlığı üzerinden tanımlamaya ve bazı kesimlere yaranmaya heveslenmeyiniz!”.
Ve İlker Başbuğ’un:
“Bu konunun askeri mahkemelerin görev ve sorumluluk sahasında olduğu açık ve kesindir” sözlerini boşa çıkarmak istercesine, AKP, bir gece yarısı operasyonuyla, muhalefetin hatta meclisin başkanının bile haberi olmadan, “askerlerin de sivil mahkemede yargılanmasının” önünü açan kanunu Meclisten getirmişti. AKP yandaşları ve AB hayranlarını zil takıp oynatan bu değişiklik “Askeri hizaya getirme” olarak değerlendirilmişti.
Bu arada Ergenekon sanığı Yarbay Mustafa Dönmez’in “Diyarbakır AKP Milletvekili Ali İhsan Arslan, bizden çok daha fazla bu türlü kirli işlemlerin içerisindedir. Bizleri bile zaman zaman tehdit edecek kadar etkili ve güç odaklarıyla ilişkilidir. Onun evi de aransın, bakalım neler görülecektir. Kendisi Kürtçü ve bölücü birisidir” sözleri, nedense bağımsız yargı ve Ergenekon savcılarınca ihbar kabul edilmemiş ve üzerine gidilmemiştir. Yarbay Mustafa Dönmez’in “Benim yazım taklit edilerek, o silahlar polis tarafından ve suçu bana yıkılmak üzere gömülmüştür” iddiaları ise ilginçti ve bu davanın seyrini değiştirecek nitelikteydi.
Şimdi akıllara şu soru gelmektedir:
Acaba, aslı bulunmayan, sadece sahte belge fotokopisi olan bir kâğıt parçası üzerinden koparılan ve bu demokratik demogojilerin ve medyatik despotizmin asıl hedefi; “bulanık suda rahat balık avlamak” üzere, halkın kafasını karıştırmak ve dikkatleri dağıtmak suretiyle, bu gece baskını gibi kanun değişikliğine yönelik muhtemel tepkileri törpülemek miydi? Bütün bu olup bitenlerden sonra Recep T. Erdoğan’ın kalkıp “kurumlar arası güven tamdır” sözleri çiğ ve samimiyetsizdi! Allah aşkına “tam güvendiği bir kurumu” mahkemeye veren başka bir boş bakan gösterilebilir miydi? Üstelik güya güvendiği kurumun kolunu kanadını kırmak için gece baskınlarıyla yapılan kanuni düzenlemeler neyin nesiydi? Kaldı ki bu, yargıda asker-sivil çatışmasını ve kışlaya siyasetin sokulmasını doğuracak bir girişimdi.
Çünkü:
Bir vali, müsteşar veya genel müdürün yargılanabilmesi için bakan ve başbakandan özel izin alınması gerekirken,
Bunun gibi askeri yargı mensuplarının yargılanabilmesi için, Yüce Divan yetkisiyle Anayasa Mahkemesinin devreye sokulması icap ederken,
Ve yine tüm millet vekilleri ve PKK’nın temsilcileri dokunulmazlık zırhı altında hava atıp dolaşırken, siz kalkıp ta GKB ve kuvvet komutanları dahil, tüm general ve subayları istediğiniz anda sivil mahkemelerin insafına terk ederseniz,
Ve Anayasanın ilgili 145. maddesini keyfinizce yorumlayıp çiğnersiniz,
Bunun tek anlamı, TSKyı kışkırtmak ve doğacak sonuçların siyasi rantını toplamak değil miydi?
Türkiye’de “askeri vesayet”ten bahseden, bunu bahane eden Sn. Erdoğan’a sormak gerekirdi:
· Asker malum merkezlerce tertiplenen 28 Şubat sürecinin gayrı meşru meyvesi olarak iktidara taşındığınız 2002 seçimlerine mi müdahale etti?
· İstediğiniz gibi AB aşığı ve ABD uşağı bir hükümet teşkilinize mi müdahale etti?
· AB hıyanetiyle egemenliğimizin devrini mi engelledi!?
· 2009 seçimlerine ve neticelerine mi müdahale etti?
· Ergenekon tertiplerinize mi müdahale etti?
· Cumhurbaşkanı seçimine mi müdahale etti?
Söyleyin, hangi konularda “vesayetini” gösterdi?
Yeni Anayasayla ilgili Erbakan Hoca’nın tarihi uyarıları:
Kısa adı PAMER olan Politik Araştırmalar Merkezi’nin Hilton Oteli’nde düzenlediği ‘Anayasamızın değişmez maddeleri ve T.C.’nin üniter milli yapısı’ konulu panelin onur konuğu 54. Hükümetin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dı. PAMER Başkanı Ömer Aksu açılış konuşmasında: “Türkiye’nin bugün büyük bir oyunla karşı karşıya bulunduğunu; Anayasa’nın değişmez maddelerini tavizsiz bir şekilde uygulamak için çaba harcamalıyız. Bunlar Türkiye’nin temel direğidir. Bunları korumalı ve yaşatmalıyız” sözleriyle anlatmıştı.
Dolar ve işbirlikçi insanlar üzerinden Siyonizm planları
Irkçı emperyalizmin 350 senedir kendi sistemini yürüttüğünü belirten Erbakan Hoca: “Irkçı emperyalizm hedefine ulaşmak için yaşadığımız olaylar cereyan ediyor. Büyük İsrail’i kurup bütün insanları kendilerine köle yapmak istiyor. Bütün bunlar, Batıl inançlarının gereği olarak yapılıyor” diyerek insanları sömürmek için faizci kapitalist sistemin uygulandığını ve doların dünya parası yapıldığını kaydedip, “13 katlı piramitte gösterilen işbirlikçiler düzenini kurdular. Bir ellerinde dolar, bir ellerinde işbirlikçi insanlar… Bunlar vasıtasıyla dünyaya hakim olacağız diye çalışıyorlar” gerçeğini vurgulamıştı. İsrail’in sözünden çıkmayan ABD’nin önderliğinde zalim bir dünya düzeni oluşturulduğunu ifade eden Erbakan, “Amerika dediğiniz, Büyük İsrail’dir. İsrail’in sözünden çıkmıyor” diyerek şu anda bütün dünyanın sömürüldüğünü, oynanan oyuna alet edilip 6 milyar insanın koyun gibi sürüldüğünü hatırlatmıştı. 1. Dünya Savaşı’nda şanlı kurtuluş mücadelesiyle milletimizin bölünmeyi önlediğini, ancak Yahudi Hahamı Hayım Nahum’un Lozan Anlaşması’nı imzalatmak için batılıları ikna ettiğini; “Biz bu milleti harple köle yapamıyoruz. Çünkü imanları var. Strateji değiştireceğiz. 7 maddelik bir planımız var, onu uygulayacağız. Nedir bunlar? Bu millet, aç ve işsiz bırakılacak. Borca esir edilecek. Dininden uzaklaştırılacak. Milli birlik ve dirliği bozulup düşman kamplara ayrılacak. Bölünen parçalar birbirleriyle çarpıştırılacak. Son olarak bunlar yumuşak lokmalar halinde İsrail’e vilayet olmaya zorlanacak” şeklindeki şeytani planlarını açıklamıştı. Yani Erbakan Hoca; bu sinsi ve Siyonist gerçekleri bilmeden, etkili ve yetkili tedbirler geliştirmeden yapılacak anayasa değişikliklerinin sözde ve kâğıt üzerinde kalacağını anlatmaya çalışmıştı.

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…
Milli Çözüm, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Kripto Yahudiler ve Pakraduniler” kitabında yakın siyaset tarihimizi doğrudan ve derinden…
Siyonizmi en iyi tanıyan ve tanıtan üstadımızdan sistemler değişse de güncelliğini asla yitirmemiş bir şiir.…
Sn. Kılıçdaroğlu'na önlem olarak getirilen Özgür Özel, CHP'nin Kılıçdaroğlu ile başlayan ve olumlu yönde gelişen…
Bu yüzyılda Hak davaya önderlik eden Necmettin Erbakan ve Onun Adil Düzen plan ve programlarıdır.Elbette…
Halkı yıllarca IMF ve AB uyum yasaları arasına sıkıştırılan güçlerin emrindeki yöneticiler ; canım ülkemi…
İSRA SURESİ 71. AYETİN HIŞMINA UĞRAMAMAK İÇİN ASRIMIZA VE KUR'AN'A TERCÜMAN OLAN MİLLİ ÇÖZÜM'E TÂBİ…
TUTARSIZLIK = KILIÇDAROĞLU KORKUSU!.. ÇÜNKÜ KILIÇDAROĞLU MİLLİ MUTABAKAT TARAFTARIYDI!... Özgür Özel CHP'sinde evet bir tutarsızlık…
Saf 8 يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Onlar, Allah'ın…
Tarihten günümüze hak davaya katılmış belli mevkilerde görev almış,farklı teşkilatlarda cemaatlerde bulunmuş olduklarını anlarken Hakkın…