YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
662eb89c03a73
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 3
Bugün : 29158
Dün : 26226
Bu ay : 684480
Geçen ay : 453014
Toplam : 23463444
IP'niz : 3.145.184.89

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 Sahte belge yeniden gündeme taşınıyor!

Ergenekon savcılığına “Siyasete müdahale belgesinin” güya Albay Dursun Çiçek’in ıslak imzalı  aslını ulaştıran ve ilgili birimlerdeki bütün bilgisayar kayıtlarının 35 kez silinip belgelerin imhasını ve hangi rütbelilerin bu işe karıştıklarını anlatan, İMZASIZ bir mektup yollanmıştı.

Acaba bir erken seçime hazırlanan AKP’ye, yeniden mağdur rolüyle, oy devşirme fırsatı mı oluşturulmaktaydı? TSK ve Genelkurmay bünyesine özel ajanlar mı sokulmuştu, yoksa “yeni adamlar” mı kiralanmıştı?

Komuta kademesi; sabır taşı çatlatılıp, istismara ve askeri karalamaya müsait çıkışlara mı zorlanmaktaydı?

Yoksa “ordu içinde kümelenmiş, irtica diye aslında İslam düşmanlığıyla kafaları küflenmiş, demokrasiyi ve milli iradeyi içine sindirememiş, despotizme Kemalizm kılıfı geçirmiş bazı general ve subayların keyfi ve fevri davranışlarına engel olamayacak, askeri disiplin ve düzeni sağlayamayacak bir yapılanma, Türkiye’nin çok yönlü gelişip güçlenmesine ve küreselleşip dünya düzeninin uyumlu bir parçası haline gelmesine engel olmaktadır” iddialarına haklılık kazandırılmaya mı çalışılmaktaydı?

Bu arada Genelkurmayın, bu yanlış anlaşılmalara ve Müslüman halkımızın alınmasına neden olacak tavırları ve kafaları hizaya sokacak çalışmaları var mıydı ve bu konuda toplumun tatmin olma ihtiyacı niye hesaba katılmazdı?

Ayrıca Genelkurmayın uyarısı üzerine Açılım sevdasından geri adım atmak zorunda kalan Başbakan’ın, Avrupa’dan gelecek PKK’lıların tarihini ertelemesinin hemen ardından bu “Siyasete Komplo Belgesi” maskaralığının yeniden gündeme taşınması ve yine isimsiz adressiz bir ihbar mektubu üzerinden kıyametler koparılması; acaba TSK’ya yönelik bir şantaj ve hedef şaşırtma amaçlı mıydı?

Ve zaten “Bazı dedikoduların şuyuu vukuundan beterdir” gerçeğince, TSK aleyhinde propaganda malzemesi yapılması bile, bu şeytani girişimleri amacına ulaştırmaktaydı.

Recep Bey’in peşinen Genelkurmayı suçlu ve sorumlu gösteren bir tavırla “Asker böyle bir lekeyi üzerinde taşıyamaz!” açıklamaları, “orduya karşı taraf olduğunu ve TSK aleyhindeki her iddiayı doğru bulduğunu” gösteren ön yargılı tarzını mı yansıtmaktaydı?

Ve acaba isimsiz adressiz bir ihbar mektubu üzerine tekrar sorgulanıp tutuklanan Albay Dursun Çiçek, her iki tarafın tabanını rahatlandırmak için feda edilmiş bir kurban mıydı?

Yoksa TSK içinde, gerçekten kümelenen Mason ve Komünist bir cuntanın elemanı bir komitacı mıydı?

Serdar Akinan:

“Kurgulu bir tartışma ile orduyu şamar oğlanına çevirdiler” diyordu. Ama bunu tezgâhlayanın AKP olduğunu gizliyordu.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Halka dayanarak egemenlik kazanılmıştır. TSK, egemen bir devletin milli ordusuydu. Ancak NATO’ya girmekle birlikte küresel sistemin ordusu yapılmaya çalışıldı. Artık ondan beklenen sadece NATO standartlarında kalmasıydı. Sorun da tam buradan kaynaklandı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iki önemli birimi NATO’ya bağlı olmaktan kurtarıldı.

Biri Ege Ordu Komutanlığı, diğeri Jandarma Genel Komutanlığı. Aslında planlanan bir büyük ve özel kuvvet daha vardı. Özel Kuvvetler Komutanlığı… ÖKK’yı kolordu düzeyine çıkarmak isteyen kurmay kadrosu tamamen tasfiye edilip etkisiz bırakıldı. Son dönemde şüpheli şekilde hayatını kaybeden ya da tutuklanan bütün generallerin tamamının NATO dışı kuvvetlerin üst düzey komutanları olması bir tesadüf sanılmamalıydı. Gelinen noktada verilen mesaj açık: Türk Silahlı Kuvvetleri NATO ölçülerine indirgenecek ve bağımsız davranmayacaktı.

Bugünkü kopuşu anlamak için 28 Şubat kırılımını da serinkanlılıkla tartışmak lazımdı. Erbakan’a yönelik 28 Şubat sürecinde ordu ve millet arasındaki köklü ilişkide çok derin bir travma yaşandı.

Ortada süratle verilmesi gereken bir karar vardır:

Türk Silahlı Kuvvetleri despotik bir rejimin veya dayatılan bir ideolojinin ordusu mu olacaktır? Yoksa egemen bir devletin ve Aziz Milletimizin Milli ordusu mu kalacaktır?

Asıl sorulması gereken şuydu:

Özellikle saklı tutulması ve kanun gereği “soruşturmanın gizli yapılması” kuralına aykırı olarak, bu belge denen evrakları yandaş ve yalaka medyaya servis eden hangi odaklardı? İlgili yargı görevlileri ve AKP yetkilileri bu konuyu niye açıklığa kavuşturmazlardı?

Genelkurmayın bu konuyla ilgili açıklamasında: “Gelinen noktanın ve yapılan uygulamaların çok vahim olduğunun” ve “kurumlar arası bir çatışmanın körüklendiği endişesinin bulunduğu”nun vurgulanması da oldukça anlamlıydı ve dikkate alınmalıydı.

Oysa GKB İlker başbuğ daha önce:

“Bu belgenin doğru olduğuna ilişkin yeni bir delil, bilgi ve emare ortaya çıkarsa, bu soruşturmanın elbette tekrar açılabileceğini” kendisi vurgulamıştı.

Dönemin KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat ile yapılan ve içeriğinden 24 Nisan 2004’teki “Annan Planı” referandumundan hemen sonra gerçekleştiği anlaşılan telefon kayıtlarının piyasaya dökülmesinin ardından, Dursun Çiçek senaryosunun sahneye sürülmesi de kafa karıştırıcıydı.

Hem daha önce New York’ta, hem de 2004’te Burgenstock’ta yapılan görüşmelerde Rauf Denktaş KKTC ve Türkiye’nin çıkarlarını savunurken hükümetlerce yalnız bırakılmıştı. Hatta Denktaş’ın arkasından yürütülen faaliyetlerle Batılı devletlerin ve BM’nin Kıbrıs planı için ortam hazırlanmıştı. Bu toplantılarda özetle Kıbrıs adasının yönetimi iki kesim adına Rum yönetimine verilmeye çalışılmaktaydı.

Dönem incelendiğinde “Denktaş uzlaşmazdır, Denktaş’ın yerine Talat görüşmeci yapılmalıdır” biçiminde yoğun bir propagandanın yürütüldüğü anlaşılacaktı.

Karen Fogg kancığının e-postalarında ortaya çıkan “Kıbrıs Türk Halkı ve Türkiye Denktaş’tan kurtulmalı” talimatının gereği olarak yandaş basında Denktaş karşıtı bir hava oluşturulmaktaydı.

İşte bu süreç içinde Türkiye’nin başbakanlık koltuğunda resmi bir sıfat taşıyan Tayyip Erdoğan, Rauf Denktaş’ın devre dışı bırakılması için M. Ali Talat’a baskı yapmaktaydı. Başbakandan ziyade kirli işler çeviren bir gizli örgüt lideri havasıyla talimatlar yağdırmaktaydı.

Telefon konuşmasında Talat’ın “Şimdi benim bütün maksadım şu. Bir kere Denktaş’la bu yeni diplomatik atak sürecini sürdüremeyiz. O orda olduğu sürece, resmin ortasında, bence kimse bize rağbet etmez” sözüne karşılık Tayyip Erdoğan şöyle parlamaktaydı: “Mehmet Ali Bey ben size bir şey söyleyeyim mi? Artık o bitmiştir! Muhatap olmaktan bile çıkmıştır!”

Konuşmanın ilgili bölümü şöyle:

Tayyip Erdoğan -Şey noktasında da bence 1 numarayla fazla dalaşma.

Mehmet Ali Talat -Kiminle?

Erdoğan -Yani… 1 numarayla, 1 numarayla…

Talat -Haaa… Yok…

Erdoğan -Halk da yüzde 65’le karşısına dikildi. Olay budur.”

Kaldı ki, kanaatimizce; ABD’de ki Think Thank (beyin eksersizi ve düşünce üretim merkezleri) cinsinden, bizde de ordu, Emniyet ve MİT gibi devlet kurumlarının bünyesinde, “ülkemiz ve bölgemizdeki muhtemel ve muhammen (tahmini) gelişmelere karşı, münasip ve etkin projeler üreten, yeterli ve gerekli tedbirler geliştiren” siyaset üstü Mili Strateji birimlerinin bulunması lazımdır ve kaçınılmazdır… Şimdi kalkıp bu maksatla hazırlanmış hayali ve tahmini senaryoları, “hükümete yönelik gerçek komplolar yerine koyup” bir avuç suda fırtınalar koparmak, yel değirmenlerine saldıran Donkişotluktan farksızdı.

APO’nun talimatıyla Türkiye’ye gelmeleri ertelenen PKK’lılar, Brüksel’de yaptıkları açıklamada: “Bu sürece CHP, MHP ve Ergenekon yapılanması engel çıkarmıştır. AKP iktidarı da samimiyetsiz ve cesaretsiz davranıp geri adım atmıştır. Ancak Bülent Arınç’ın yaklaşımı olumlu karşılanmış ve memnuniyet yaratmıştır” sözleri de anlamlıdır. Oysa aslında APO’nun ve PKK’nın Ergenekon oluşumunun emrinde olduğu resmen savunulmaktadır. PKK’lılar ise tam aksine, bu süreci Ergenekon’un tıkadığı iddiasındadır. Acaba, Ergenekon davası savcıları mı gerçeği saptırmakta, yoksa PKK’lılar mı aldanmaktadır?

           ŞİİR

Anamı aldatan, kadı!

Kime başvurayım, dadı?

Devlet hükümet çarpışsa

Kalır mı, ağzımız tadı?

 

Islak imza’cıların foyası anlaşıldı!

Islak imza tertibinin adresi, Taraf Gazetesindeki bir itirafla ortaya çıktı. 12 Eylül’ün sıkıyönetim savcılarından ve ANAP milletvekillerinden Faik Tarımcıoğlu, Neşe Düzel’e tertibin kaynağını ele veren şu açıklamayı yaptı: “Cuntanın istihbaratını Hükümet’e veya MİT’e, ABD vermiş olabilir. Çünkü Irak ve Afganistan’da çırpınan ABD’ye istikrarlı bir Türkiye lazım.”

Tarımcıoğlu’unun “istikrar”dan kastettiği şeyin ABD’ye teslimiyet olduğunu anlamak için kâhin olmaya gerek yoktu. Tarımcıoğlu, ABD ile ilişkiler konusunda tecrübeli bir “savcı” olarak, 12 Eylül’den sonra ANAP milletvekilliğiyle ödüllendirilmiş bir insandı. PKK’ya af fikrinin savunucularından Tarımcıoğlu’nun Fetullahçı medyanın popüler “uzman”ı olarak boy gösteriyor olması da anlamlıydı.

İrticayla Mücadele Eylem Planı adlı dokümandaki ıslak imzanın “Albay Dursun Çiçek’in eli ürünü” olduğunu iddia eden Adli Tıp raporunu veren heyetteki 2 üye, ihbardan bir hafta önce Adli Tıp Kurumu’na atandı. Islak İmzalı kâğıt parçasını inceleyen heyet, teamüllere aykırı olarak, kura ile değil yukarıdan atandı. Bu iki olgu hem Adli Tıp Kurumu’nun raporuyla hem de ihbar mektubuyla ilgili kuşkuları arttırdı. AKP Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat da ihbar mektubuyla ilgili çarpıcı bir açıklama yaptı. AKP’li Fırat, “İsimsiz ihbar mektubu ile bizlere birkaç yıl önce Sarıkız ve Ayışığı darbelerini ihbar amacıyla gönderilen mektup neredeyse aynı elden çıkmış kadar benzer. Bu çok şaşırtıcı! AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat’ın bu benzerliğe dikkat çekmesi, 2006 yılındaki ihbar mektubuyla, ilk ihbar mektubunun da aynı merkezden yazıldığını gösteren bir başka kanıtıydı.

Albay Çiçek’ten de e-mail’li savunma çıktı

Ne cuntacıyım ne de darbeci

‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ hazırladığı ve altında imzası bulunduğu iddia edilen Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek, yakınlarına e-mail yoluyla gönderdiği mektupta hakkındaki iddiaları yalanlamıştı.

Star Haber’de yayınlanan ve Albay Çiçek tarafından 3 Kasım 2009’da yakınlarına gönderildiği öne sürülen e-mail, 10 sayfadan ve ekli bölümlerden oluşmaktaydı.

Çiçek, söz konusu belgeyi ilk kez 12 Haziran 2009’da Taraf gazetesinde yayınlandıktan sonra gördüğünü ve belgedeki imzanın, üç yıl önce kullanmayı bıraktığı imzanın kopyası olduğunu savunmaktaydı.

Hazırlanmamış bir planı ve atılmamış bir imzayı maksatlı olarak gündeme taşıyanlar ve yargısız infaz yapanlar her iki cihanda da bu kirli eylemlerinin hesabını vermekten kurtulamayacaktı.

Suç, plana yansıtılmaz

Kurumsal olarak verilen görevleri yasalar ve emirler çerçevesinde başarı ile yapmak bir Türk subayı için esastır. Gücünü yasalardan alan, milletin gözbebeği bir kurumun üyesi bir kurmay subayın hukuken suç olan eylemleri planlara yansıtması imkânsızdı ve akılsızlıktı.

Kurmaylık ve doktora seviyesinde eğitim görmüş, uzun yıllar TSK bünyesinde verilen görevleri başarı ile tamamlamış subayın, böylesi açık hatalar içeren bir planı yazıp altına imzasını atacağını ve bu belgeyi amirlerine sunacağını düşünmek kasıtlı değilse, saflıktır.

Onaylanmamış ve kurumsal yaptırım gücünü arkasına almamış bir kâğıt parçasının gündeme taşınması ve tartışılması hiçbir iyi niyetle açıklanamayacaktır.

Albay Çiçek ne bir cuntacı, ne de bir darbecidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu bir vatandaşı, TSK’nın şerefli bir üyesi olmaktan her zaman gurur duymaktadır.

Albay Çiçek, biçim ve şekil olarak kurumsal kriterlere uygun olmayan bir planın altına imzasını atmış olsaydı, kaybedeceği bu davaları açarak o kadar büyük hukuki sorumluluğun altına girmeyi göze alamazdı.

Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan…

“İstanbul Özel yetkili Cumhuriyet Savcılığına “ıslak imza” içerdiği iddia edilerek gönderilen belge, “Teknolojik İmkânlar” kullanılarak üretilmiş başka bir sahtekârlıktır.   Yeni gönderilen belgenin,   önceki fotokopi belgeden tek farkı, teknolojik imkânlarla imzanın renkli hale getirilmiş olmasıdır.

“Islak İmza” içerdiği iddia edilen belgedeki sahteciliği ortaya çıkartmak ise gayet kolaydır. Özel yetkili savcılar tarafından, Adli Tıp Kurumuna bir hafta önce atanan ve GRAFOLOJİ UZMANI olmayan tıp doktorlarına hazırlattırılan ve ısmarlama olduğu açıkça sırıtan bu rapor dahi, suça konu belgedeki sahteciliği örtmeye yeterli olmayacaktır.

Benim Adli Tıp Kurumundaki raporu düzenleyen şahıslar hakkında suç duyurusunda bulunmam ve detaylı olarak sahteciliğin nasıl ortaya çıkartılacağını açıklamamdan sonra paniğe kapılan sahte belge üreticileri, ikinci bir ihbar mektubu (E-Mail olarak) göndererek, “belge aslının Askeri Savcılık tarafından istenilip, Jandarma Kriminalden “belge sahtedir” şeklinde rapor alınılacağını” yazarak, toplumu yanıltıcı propagandalarına gerekçe uydurmaktadır. Bir kısım kiralık yazar takımı ise, imzanın sahteliği kanıtlandığında, bu belgenin TSK’ya ait olmadığı, TSK’ya saldırmak için üretilmiş sahte bir belge olduğu gerçeğinin ortaya çıkacağı korkusu ile, “imzaya değil, içeriğine bakın” diye kıvırtmaya ve kamuoyunu aldatmaya çalışmaktadır.”[1] iddiaları üzerinde niye durulmamış ve gereği yapılmamıştır?

Kim kiminle dans ediyordu?

Deniz Ülke Arıboğan’a göre:

Kim ne derse desin, bu belge tartışmaları gazetelerde okuduğumuz bilgilerle anlayabileceğimiz ve net sonuçlara varabileceğimiz bir konu olmaktan çıkmıştır. Islak imza makinaları, ihbar mektupları, Adli Tıp atamaları… Evet, bütün bunlar inanılmaz bir bilgi kirliliğini ortaya çıkarmaktadır.

Şu sorular hala yanıtını aramaktadır:

1- Belgeyle birlikte yollanan mektup gerçek bir beyan mı? Mektupta yazılanlar yanlış çıkarsa, bu belge  “askere komplo” halini almaz mı?

2- Mektubu yollayan subay gerçekten var mı? Varsa tanıklık yapar mı? Varsa bu subay devletin herhangi bir istihbarat biriminde görevli bir kişi mi, yoksa sahte bir muhbir ajan mı? Böyle bir subay yoksa ne olacak? Her şeyin yalan ve plan olduğu anlaşılacaktı!

3- Mektupta kendisini anlatırken “asker çocuğu olduğu” gibi detaylar, verdiği bilgilerin güvenilirliğini mi göstermek amacıyla yazılmış, kendi güvenliğini sağlamak maksadıyla özellikle mi çarpıtılmıştı?

4- Mektup, konuyu askeri alandan çıkartarak sivil siyasete uzandırmaktaydı. Bazı Fetullah Gülencilerin ve AKP’lilerin bu tezgâhın içerisinde yer aldığından bahsedildiğine göre İlker Başbuğ kadar Recep Erdoğan’ın da hesap vermesi ve liderliğini yaptığı müessesede bir araştırma yapması lazımdı. Askerin darbeci olması kötüyse, sivilin darbeci olması çok daha kötü sayılmalıydı. Yoksa mektup bir taşla iki kuş vurarak CHP’yi de zan altında bırakmak maksadıyla mı yazılmıştır? Mektup düşünüldüğünün ötesinde amaçlar mı taşımaktaydı?

5- Deniz Baykal, belge fotokopi düzeyinde ortaya çıktığında, yani henüz bir belge değil, kâğıt parçası niteliğini taşırken, İlker Başbuğ’un istifa etmesi gerektiğini açıklamıştı. Şimdi ise bunun bir komplo olduğunu ve Başbuğ’u hedeflediğini vurgulamaktaydı. Tavır değişikliği neyi amaçlamıştı? Devletin ali çıkarları ile ilgili bir konu mu vardı?

6- Devletin başbakanı ve cumhurbaşkanının tarafsızlık perdesi altındaki tutarsız tavırları hangi hesaplıydı? Yargılama neden medya mahkemelerinde yapılmakta, belgeler adli makamlardan önce medya iletişim sektörüne aktarılmaktaydı? Gazeteler birer manipülasyon aracı olarak mı kullanılmaktaydı? Kim kime karşı psikolojik savaş uygulamaktaydı?

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, sahte belgeyle ilgili askeri savcılığın soruşturmayı tamamlamasının ardından 26 Haziran 2009 günü Genelkurmay Karargâhında tüm kuvvet komutanlarıyla birlikte kameralar karşısına çıkmıştı. Haber kanallarının canlı yayınladığı toplantıda Org. Başbuğ, belgenin sahte olduğunu ve ‘kâğıt parçası’ndan ibaret olduğunu vurgulamıştı. Genelkurmay Başkanı Başbuğ o gün şöyle konuştu: “Şu ana kadar bize ulaşan bilgi ve deliller çerçevesinde, Genelkurmay ve Askeri Savcılık olarak biz üzerimize düşen görevi yerine getirdik. Biz bundan sonra ne istiyoruz? İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından istiyoruz. Bu belgenin gerçek olmadığı noktasından hareketle, bu kâğıt parçası kimler tarafından ne amaçla hazırlandı. Bunu bulunuz, bunu bulunuz! Biz, bu belgenin doğru olmadığı noktasından hareket ederek, kimler tarafından ne amaçla hazırlandığını istiyoruz. Yoksa İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından doğru mudur yanlış mıdır noktasında, soruşturma şartları çerçevesinde istemiyoruz, bu bizim işimiz.”

Org. İlker Başbuğ, devletin istihbarat birimleri ve yargı organlarını da göreve çağırıyordu:

“Bu kâğıt parçasının birileri tarafından TSK’yı yıpratma amacıyla hazırlandığını değerlendirmekteyiz. Bunun kimler tarafından ne amaçla hazırlandığının ortaya çıkarılması göreviyse devletin istihbarat organlarıyla, ilgili yargı organlarına düştüğünü ifade ediyor ve bunun yerine getirilmesini istiyoruz. Çünkü bu ve buna benzer olayları devlet, millet ve ordu içinde fitne ve fesat çıkartma eylemleri olarak görüyoruz.”

Olmayan belgenin olmayan tarihi şaşırtıyor!

Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, Taraf’ın 12 Haziran 2009 günü ortaya attığı belgenin, TSK’yı yıpratmaya yönelik olduğunu, ilgili haberden bir örnek vererek açıklıyordu: ”Bu belgenin Nisan 2009’da hazırlandığını kim tespit etti? Belgenin üzerinde hiçbir tarih yok. Peki, kim ve nasıl tespit etti?” diye soruyordu.

Org. Başbuğ, “Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 20 Haziranda bir rapor hazırlanıyor, 22 Haziran’da gazetelerde dolaşıyor. Niçin?” sözleriyle raporu gazetelere sızdıran sorumluların ortaya çıkarılması için soruşturma başlatılmasını istiyordu.

Askeri savcılık: “Polis kriminal raporu çelişkili” diyor

Genelkurmay Askeri Savcılığı da tertip belgesinde imzası bulunduğu öne sürülen Albay Dursun Çiçek hakkında takipsizlik kararı almıştı. Yandaş Medya, “Genelkurmay Harekât Başkanlığı” için hazırlandığı iddia edilen “İrticayla Mücadele Eylem Planı”yla ilgili olarak “imza Albay Dursun Çiçek’e” ait diyerek bir kampanya başlatmıştı. Genelkurmay Askeri Savcılığı, imzayla ilgili polis kriminal raporunda, gerekçe ve sonuç bölümleri arasında çelişki bulunduğu sonucuna varmıştı. Kararda, önce Polis Kriminal raporunda “belgenin, fotokopi makinesi/bilgisayar yazıcısı vasıtasıyla husule getirilmiş olduğunun müşahede edildiği, bu tür belgeler üzerinde bulunan imza/imzaların grafolojik tanı unsurlarının tamamını belirlemenin mümkün olmadığı, montaj ve ilave gibi yöntemlerle yapılmış olması muhtemel tahrifat türlerinin de her zaman belirlenemeyebileceği” konusunun vurgulandığını, ama sonra da “buna rağmen” denilerek imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu sonucuna varıldığını ve bu çelişkinin açıklanmadığı hatırlatılmıştı.

Bu konuda Askeri savcılık kararında şöyle deniyordu:

“Raporun gerekçe bölümü ile kesin kanaat belirtilen sonuç kısmının çelişkili olması nedeniyle, teknik bilirkişi mütalaasına başvurulmuş ve bilirkişi yeminli mütalaasında özetle, fotokopi belge üzerinde kalem baskı izi, işleklik, hız, imzadaki el kaldırma hareketleri gibi özellikler mevcut olmadığından, buna dayalı bir sonuç çıkarmanın mümkün olmadığını, kesin kanaat belirtmenin yanılgılara sebebiyet verebileceğini belirtmiştir.”

Ramazan Akyürek görüşmeye çağrılmıyor!

“Sahte tertip belgesi” 12 Haziran 2009 günü Taraf’ta yayımlanmış, Genelkurmay 3 gün sessiz kalmış ve 15 Haziran günü 10 maddelik bir açıklama yapmıştı. Asker daha o günden belgenin Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde hazırlanmadığını vurgulamış ve 16 Haziran günü ise Türkiye’de yine bir ilk yaşanmıştı. Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin,   Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kaan Köksal’ı makamında ziyaret edip “İrticayla Mücadele Eylem Planı”nı “nerede” ve “kimin” hazırladığının bulunmasını istemişti. Bu bilgi Gazete Habertürk’ün 19 Haziran 2009 da “Belge sahte yazanı bulun” manşet haberinde duyurulmuştu. Haberde “Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Perkin ile Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kaan Koksal görüşmesine, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’in çağrılmadığı” bilgisine de özellikle dikkat çekilmişti.

Tutuklu, Gazi Üsteğmen’den önemli iddia geliyor:

“Sahte belgeyi istihbarat müdürü Yılmazer hazırlatıyor!

Bu arada “İrticayla Mücadele Eylem Planı” adlı sahte belgenin ofisinde bulunduğu iddia edilen Gazi Üsteğmen Serdar Öztürk, 10 Ağustos 2009’da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir dilekçe vererek önemli iddialarda bulunmuştu. Ergenekon tutuklusu Öztürk, sahte belgenin hazırlanmasında Fetullahçı polislerin rolü olduğuna dikkat çekiyordu. Öztürk dilekçesinde, “Bu belge, İstanbul Emniyet İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’in talimatı ile hazırlanmış ve polisin kullandığı bazı sabıkalılar tarafından, sivil polis gözetiminde ofisime yerleştirilmiştir” diyordu.

Öztürk, sahte belgenin Taraf gazetesine de, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu tarafından sızdırıldığını iddia ediyordu.

Temmuz ayında İstihbarat Şubesinden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığına terfi eden Ali Fuat Yılmazer, Emniyet İstihbarat Dairesi C Şube Müdürlüğü de yaptı. Yılmazer, siciline dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır tarafından “Fetullahçı” notu düşülen İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’in sağ kolu olarak biliniyordu. Emniyet Genel Müdürlüğü’nde hazırlanan ve bazı gazetelerde yayımlanan “Emniyetteki F Tipi Yapılanmanın Etkin Elemanları” başlıklı 57 kişilik listenin 1. sırasında Ramazan Akyürek, 10. sırasında da Ali Fuat Yılmazer’in ismi yer alıyordu.

Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın soruşturması henüz bitmeden, Recep Erdoğan belgenin adresini 20 Haziran günü Tekirdağ’dan açıklıyordu. Erdoğan belgenin, istihbarat tarafından bulunup meydana çıkarıldığını vurguluyordu.

Zekeriya Öz’ün “Kezban İpek” üzerinden görüştüğü serseri ihbarcıyı Başbakanlık istihbaratı mı yönlendiriyor?

Ergenekon davasının 1 Eylül’deki duruşmasında, Avukat Vural Ergül’ün ortaya attığı bir soru, salonda soğuk duş etkisi yaratıyordu: “Bir cumhuriyet savcısı niçin kadın kılığında yazışır, kim bu savcı?!”

Sözü edilen savcıyla,  Zekeriya Öz kastediliyordu!

Adalet Bakanlığı, “Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) kapsamında, her yargı mensubunun adına, ‘adalet.gov.tr’ uzantılı e-posta adresi oluşturmuştu. Yargı mensupları, tüm adli yazışmalarını UYAP üzerinden yapıyordu. Ancak üçüncü iddianamenin delil klasörleri arasında yer alan bazı elektronik yazışma kayıtları, Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün, soruşturma kapsamında kendisine ihbarda bulunan ‘müştekiler ve tanıklar’ ile ‘resmi’ adresi üzerinden yazışmadığını ortaya koyuyordu. Zekeriya Öz, bu kişilerle ‘kezbani-pek81@gmail.com’ adresi üzerinden niye yazışıyordu? Öz’ün, adresini kullandığı kişi ise kendi zabıt kâtibi Kezban İpek Hanım oluyordu.

Bu Salih Kurt divanesi kim oluyor?

Peki, Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, Kezban İpek adıyla kiminle neler görüşüyordu? Üçüncü iddianamenin 179. delil klasöründe yer alan belgelere göre, yazıştığı kişi Trabzon Akçaabat’tan Salih Kurt isimli Bir ihbarcı oluyordu. Salih Kurt, ‘Sayın Savcım’ diye başlayan iletilerini Kezban İpek’in adresine gönderiyor. Kurt, savcıya bazen bir ihbarla ilgili çektiği fotoğrafları gönderiyor, bazen de çeşitli konularda bilgi veriyor. Savcı, Kurt’un iletilerini aynı adresten yanıtlıyor. Yazışmalardan anlaşıldığı kadarıyla, savcıyla ihbarcı muhabbeti oldukça ilerlemiş görünüyordu Öyle ki Salih Kurt, köpeğiyle ilgili sorunları için bile Zekeriya Öz’e danışıyordu!

Zekeriya Öz ile Salih Kurt’un, ‘googletalk’ adlı programı kullanarak eş zamanlı sohbet ettikleri de yine 179. klasördeki sayfalardan anlaşılıyordu.

Sokak soytarıları ihbarcı sayılıyor!

Trabzon Akçaabatlı Salih Kurt, Akçaabat’ta “ileri derecede psikiyatrik sorunları olan birisi” olarak tanınıyor, hastalığı nedeniyle sürekli ilaç tedavisi görüyor; asılsız ihbarlarıyla da Akçaabat Emniyet Müdürlüğü’ne yaka silktiriyordu.

“Akçaabat Emniyeti’nin önemsemediği ihbarları, nedense Zekeriya Öz ciddiye alıyor. Nedeni belli; Salih Kurt, ihbarlarında TSK aleyhine iddialar öne sürüyor; kendisini dolandıran şebekede, ‘Hacı’ isimli emekli bir ‘Ergenekoncu’ subayın bulunduğunu iddia ediyordu.

‘Askerliğini yaparken işkence gördüğünü, bu nedenle de sağlığını yüzde 70 oranında kaybettiğini’ öne süren Salih Kurt, 11 Kasım 2008 tarihinde savcı “Zekeriya Öz’e bizzat ifade veriyordu.

Salih Kurt, Savcı Zekeriya Öz’le tanışmalarından sonra, Kezban İpek adıyla alınmış e-posta adresi üzerinden nasıl yazışmaya başladıklarını, müşteki sıfatıyla Akçaabat Pazarcık Jandarma Karakolu’nda verdiği 05.11.2008 tarihli ifadesinde şöyle anlatıyordu:

“… 09.09.2008 günü benim yanıma Başbakanlıktan 2 istihbarat görevlisi geldi ve beni alarak Ankara’ya Başbakanlığa götürdüler. Başbakanlıkta Teftiş Denetleme Kurulu Başkanı ile görüştüm. Beni oradan Ankara 1. No.lu DGM Savcılığına götürdüler. Buradan de beni İstanbul’daki Beşiktaş C. Başsavcısı Zekeriya Öz’ün yanına gönderdiler. Ben burada 10.09.2008 günü Savcı Zekeriya Öz’e ifade verdim. Evimde bulduğum mermi çekirdeğini kendisine teslim ettim. Savcı beyin yanından beni İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gönderdiler. Emniyet Müdürlüğü’nde başsavcı Zekeriya Öz’ün talimatı ile benim sözlü beyanımı aldılar. Başsavcı Zekeriya Öz ve C. Başsavcılığı kâtipleri, bana bu olayla ilgili kimseye bilgi vermemem gerektiğini söylediler. Daha sonra da 10.09.2008 günü ben tekrar Trabzon İli Akçaabat ilçesinde evime döndüm. Bu olayı savcı Zekeriya Öz’ün talimatı gereği kimseye anlatmadım. Daha sonradan savcı Zekeriya Öz bana bu olayla ilgili Akçaabat C. Başsavcılığı’na bilgi vermem gerektiğini söyledi. Ben de Akçaabat C. Başsavcılığı’na durumu bildirdim. Olay bundan ibarettir.”

“Usulsüzlüğü gizleme çabası” sırıtıyor

Av. Vural Ergül’ün duruşmada sorduğu “Bir cumhuriyet savcısı niçin bayan adıyla yazışır?” sorusuna yine kendisi şu yanıtı veriyordu: “Bu ancak soruşturmanın usule, yasaya, ahlaka aykırılığını gizleme gayretinden kaynaklanıyor. Bu, Savcı Öz’ün, kâtibesinin e-postası üzerinden Ergenekon soruşturmasına delil aradığını ortaya koymaktadır.” Ortada apaçık bir hukuk ayıbı ve utancı olduğunu söyleyen Ergül, “HSYK hiç vakit kaybetmeden bu ayıbı derhal temizlemelidir” diyordu.

Av. Vural Ergül, Ergenekon davasının 4 Aralık 2008 tarihli 24. duruşmasında da Savcı Öz’ün soruşturmanın usule, yasaya ve ahlaka aykırılığını gizlemek için, korumalarına ait telefonları kullandığını söylüyor. Av. Ergül, Zekeriya Öz’e, 3 korumasına ve Mehmet. Eymür’e ait telefon numaralarını belirterek, 1 Ocak 2006 tarihinden itibaren arama ve mesaj trafiklerini gösterir dökümlerin ilgili GSM operatörlerinden istenmesini talep ediyor, ama Mahkeme bu talebini, davaya bir yenilik katmayacağı gerekçesiyle reddediyordu. Av. Ergül, bir başka celsede de Zekeriya Öz ile dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin arasındaki görüşmelerin yine korumalar üzerinden gerçekleştiğini öne sürüyordu.

Açılım safsatasıyla belge bağlantısı:

Dağdan inenler, savaşmaktan yorulup vazgeçtikleri, emekliye ayrılmak istedikleri veya Türkiye’nin uluslararası destekle sağladığını düşündüğü bir ortamda PKK’nın bittiğini düşündükleri için değil, “lider”lerinin talimatı ile indiler. Karşılayanlar da, çocuklarına, kardeşlerine kavuştukları, onları alıp evlerine çekilmeyi düşündükleri için değil, mücadelelerinde mesafe kazandıklarını düşündükleri için sevinçle tepinmektedirler.

AKP’nin bu gelişmeleri, silahsızlandırma ve milletin bütünlüğünü yeniden sağlama çerçevesine sokmaya çalışması da, DTP’nin bu çerçeveye razı olmaması da hikâyedir. “PKK bitti!” masalına inanan saflar bilsin ki, dış güçlerin Türkiye’yi bölmek için harekete geçirdiği dinamikler örgütün bitmesi ile bitecek değildir. Bunu söylemek, siyasal-toplumsal süreçleri hiç bilmemektir. Örgütü ve temsil ettiği siyasal hareketi sadece liderinden ibaret sanmak da ahmaklık alametidir. En kötüsü, Apo’yu Osmanlı’ya başkaldırmış “isyancıbaşı”yla bir tutup, onunla pazarlıkla işin biteceğini sanmak ta boş bir beklentidir.

Öcalan’ı affetmeyi telaffuz edenin, kirli savaşın düşünce babalarından biri olması tesadüf değildir.

KCK, PKK’nın yerine mi geçiyor?

Zaten Öcalan da gizlemiyor niyetini. Diyor ki… -Yol haritamda KCK’yı açıkladım. Ona göre nedir KCK? -Hudutları esas almayan toplumu demokratik bir şekilde örgütleyen özgürlükçü bir yaklaşımmış… -Toplumun kendi kendini demokratik yönetmesi anlayışıymış… KCK sisteminin ekonomik, sosyal, siyasi, hukukî ve diplomatik boyutları olduğunu da söylüyor. Kısacası… Kendi kurduğu yeni sistemin devlet tarafından muhatap alınmasını istiyor.  DTP ismi hiç zikredilmeden sürekli KCK’dan bahsedilmesi zihinlerde istifhamlara yol açıyor. DTP’li yöneticilerin sürekli birbiriyle çelişen açıklamalar yapmaları da bu istifhamların sayısını artırıyor. Yoksa KCK, yeni PKK mı oluyor?

İşte tam da böyle bir sırada Belge boğuşmasının yeniden başlatılması elbette kafaları karıştırıyor.

Hatta Nazlı Ilıcak’a göre İlker Başbuğ hemen istifa edip ayrılmalıydı!

“Albay Dursun Çiçek’in daha önceleri de benzer belgeler hazırlamış olması, savcılığa ifade verirken imzasını değiştirmesi, avukat Serdar Öztürk’ün bürosunda çıkan belgenin polis tarafından oraya konulduğu yolundaki hedef saptırmaya yönelik çabalar ve nihayet, kendisini “cumhuriyeti korumak ve kollamakla” sorumlu addeden Türk Silâhlı Kuvvetlerinin, birçok defa bu şekilde, psikolojik harekâtla iç tehdidi abartma alışkanlığı, belgenin doğru olabileceği kanaatini bende uyandırmıştı; yanılmadığımı anladım.

Şimdi gözler Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’ da. Dursun Çiçek ile ilişkili görülen kişilerin tespit ve tasfiye edilmesi gerekiyor. Hatta, gerçekten demokratik bir ülkede yaşıyorsak, astlarının hazırlıklarından haberdar olmayan İlker Başbuğ’un kendisi de istifa etmeli. Yoksa haberdar mıydı? Bu şüphe daima içimizde kalacaktır. Tartışmaların yoğun olduğu günlerde, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Belge doğruysa, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ emekli mi edilmeli?” sorusuna “Evet” cevabını vermişti. Belge doğruysa, bence de ya kendisi istifa etmeli, ya emekli edilmeli.”[2]

Aynı mutfaktan beslenen kediler, aynı notayla mırıldanıyordu:

Star Gazetesi Yazarı Yağmur Atsız:

“TSK’nın gırtlağına kadar siyaset batağına saplanmış olmasını eleştirirken subay kadrolarından ezici bir çoğunluğun yasalara saygısını ve olanlardan duyduğu derin azabı da hep vurgularım. Nitekim “ıslak imza” meselesini ortaya çıkaranın da yine vicdan sahibi bir subay olması bunun en kuvvetli delillerinden biridir. Öte yandan bir avuç Yeniçeri kazıntısının binlerce kişilik düzgün ve şerefli bir kitleyi lekelediği de bir vakıadır. Bir bardak içme suyuna iki damla çirkef akıtırsanız o temiz su çirkefi saflaştırmaz, aksi olur.  Şimdi mesele “Şef General”in bu suyu nasıl arıtacağıdır. Çünkü “şef” olarak sorumlu odur. Ya yakın çevresinde yenilen herzelerden haberi yokdu ki bir “şef” için acz vesikasıdır. Ya da haberi vardı ki bunun ne anlama geldiğini yazmaya elim varmıyor… Generalite gazetelerin haberi veriş tarzını da “düşündürücü” bulmuş. Ben de “düşündürücü” buluyorum.  Bazılarının manşetten görmek yerine üzerine kürekle ölü toprağı serpme gayretlerini![3] diyordu.

Hürriyet’ten Ahmet Hakan ise hemen hemen aynı kelimelerle aynı şeyleri söylüyordu:

“Madem “AK Parti’yi ve Fethullah Gülen’i Bitirme Planı”nın, bir “kâğıt parçası” olmadığı ortaya çıktı… Madem çanak çömlek patladı… O zaman… Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ açısından… Sadece iki ihtimal söz konusudur: Ya “plan”dan haberi vardı ama haberi yokmuş gibi davrandı… Ki bu vahim bir durumdur… Ya da “plan”dan haberi yoktu ve planın sahte olduğuna ikna edildi… Ki bu çok daha vahim bir durumdur…

Eğer birinci şık geçerli ise… Bağlı olduğu sivil hükümeti devirme girişiminde bulunmak ve bazı sivil toplum örgütlerine komplo hazırlığı yapmak şeklinde hayli önemli suçlamalarla karşı karşıya gelmiş durumdadır… Bu durumdan sıyrılmak için… “İstifa” bile yeterli olmayabilir… Eğer ikinci şık geçerli ise… Emrinde bulunanların kendisinden habersiz dolaplar çevirdiği ve kendisini yanılttıkları ortaya çıkmış demektir… Bu durumdan ise… Kamuoyu önünde yanıltıldığını açık yüreklilikle ifade ederek ve yanıltanlardan hesap sorarak yırtabilir…”[4]

Radikal’de Cengiz Çandar:

“Aslında durumun geldiği nokta Başbakan Tayyip Erdoğan’ı can alıcı soruyla yüzyüze bırakıyor. İlker Başbuğ ile görüştüğü vakit, ‘Türkiye’yi yöneten benim’ diyerek ‘askeri, sivil yönetim altına mı’ alacak; yoksa bugüne dek arada bir yapıldığı gibi Genelkurmay Başkanı ile sır paylaşarak ‘uzlaşma yolu’na mı sapacak? Bir ‘İkinci Şemdinli vak’ası’ daha yaşayacak mıyız?

İlkinin dışındakiler zayıf ihtimal. Genelkurmay ‘karizmayı çizdirdiği’ne göre, Erdoğan’ın Genelkurmay’ın hukuk karşısındaki açmazını paylaşmasına gerek yok.

Gün, Genelkurmay’ı denetlemek ve sivil yargı karşısında hesap vermesini sağlamak günüdür” şeklinde kin kusuyordu.

Bugün’de Gülay Göktürk:

“Genelkurmay, kendi içinde yenilen haltların hesabını halka nasıl vereceğini düşüneceğine tutmuş kim sızdırdı, nasıl sızdırdı, ne amaçla sızdırdı, onunla uğraşıyor. Kendi haline bakmadan medyayı eleştirmeye kalkıyor. Yine her zaman olduğu gibi, “gereği yapılacaktır, edilecektir” yaveleri ile bizi oyalamaya çalışırken bakıyorsunuz karargâhtaki kırk torba suç belgesini yok etmek için “hafta sonu mesaisi” yaptırdığı o askerleri ifade vermeye yollamıyor. Dile kolay… Kırk torba komplo! Bu pislik kaç yılda birikti acaba?” diye soruyor ve peşinen orduyu suçluyordu.

Bunlar şunu gösteriyordu:

Sözde farklı kafada ve farklı safta görünen kiralık yazarlar, aslında aynı masonik odaklardan talimat alıyor, TSK’yı yıpratma kampanyasında İsrail’e ve işbirlikçi AKP’ye yalakalık yapıyordu.

 

 

 

 



[1] Avukat Serdar Öztürk

[2] 26 Ekim 2009

[3] 27 Ekim Star

[4] 27 Ekim Hürriyet

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Ufuk EFE

Ufuk EFE

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx