DARWİNİZM YUTTURMACASI VE
DİNDAR ERDOĞAN’IN DUYARSIZLIĞI!
10 Nisan 2001 tarihinde Rahmetli Erbakan Hocamızın dolaylı teşvikleriyle ANAP Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu, Milli Eğitim Bakanı’nın yanıtlaması için Meclis Başkanlığına bir soru önergesi sunmuşlardı.
“21. yüzyılda, Lise ve Yükseköğretim kurumlarında 19. yüzyılın köhne iddialarını içeren Darwinizm felsefesinin öğretilmesi bilime aykırı bir gericilik değil midir?” diye sormuşlardı. Dönemin DYP Milletvekili İhsan Aytekin de Başbakan Ecevit’e benzer bir soru önergesi sunmuşlardı. FP’li Zeki Çelik de bunlara destek çıkmıştı. Ancak maalesef bu girişimlerden beklenen sonuç alınamamıştı. Koalisyon ortakları ANAP, MHP ve DSP bu sorulara ve konulara ilgisiz kalmışlardı.
Erbakan Hocamızın, bu yöndeki girişimleri ANAP’taki ve Doğru Yol’daki bazı inançlı Milletvekilleri üzerinden ve dolaylı teşviklerle yaptırması; toplumda masonik merkezlerin ve dış güçlerin oluşturdukları ön yargılar ve saplantılar yüzünden, Milli Görüş’ün her teklifine tepkiyle yaklaşılmasını önlemek amaçlıydı. Ayrıca, dindar ve Milliyetçi sanılarak oy verilen partilerin gerçek ayarını halkımıza göstermek hesaplıydı.
Ardından dindar kahraman Sn. Erdoğan’ın AKP iktidarı tam 16 yıl boyunca bu konuda duyarsız kalmış, Lise ve Yüksek okullarda “bilimsel gerçek!” diye Darwinist öğretiler okutulmuş ve tabi Lise ve Üniversite imtihanlarında bu asılsız iddialar soru olarak da çıkmıştı. Başta Milli Çözüm Dergisi’nin itirazları ve yoğun baskılar üzerine, AKP iktidarı ayıp savmak cinsinden 2017-2018 yılı için “Hayatın başlangıcı ve Evrim” ünitesini Lise 4. Sınıf müfredatından çıkarmış, ancak bu asılsız ve inkârcı felsefenin temelsizliğini ve geçersizliğini, bilimsel veriler ve yöntemlerle tartışılmasını ve bu şekilde okutulması konusuna, Haçlı Batı’nın ve masonik odakların korkusundan el atmamıştı.
Oysa bizim amacımız, Evrim teorisinin ve Darwinist felsefenin yasaklanması değil; bu yöndeki iddiaların da, karşısındaki bilimsel doğruların da, televizyon programlarında, Lise ve Üniversite sınıflarında bağımsız ve tarafsız bir ortamda tartışılması, ortaya çıkan sonuçların okullarda ders kitabı olarak okutulmasıdır. Yani tek taraflı Darwinist safsataların ve Evrim yalanlarının bilimsel ve tek gerçekmiş gibi çocuklarımıza dayatılmamasıdır. Milli Çözüm Araştırma Ekibi olarak; Orta, Lise ve Üniversite seviyesinde, öğrencilerimizin kapasitelerine uygun biçimde kademe kademe dokuz farklı sınıf için ayrı ayrı “İman Gerçeği ve Evrim Teorisi” üzerine ders kitapları hazırlığımız vardır. Ülkeyi yönetmeye talip 100 yıllık, 50 yıllık partilerin, güya Sağcı, Milliyetçi ve sözde İslamcı nice hükümetlerin başaramadıkları, hatta başlayamadıkları; gençliğimiz ve geleceğimizle ilgili hayati önem taşıyan bu husustaki hazırlıkları da, Allah’ın izniyle ve Erbakan Hocamızın öğretileri sayesinde yine Milli Çözüm Ekibi yapmıştı.
Evrim Safsatası!
Evrim teorisi ya da “Darwinizm” kavramlarını duyan insanların bir bölümü, bu kavramların sadece biyolojinin ilgi alanına girdiğini ve kendi yaşamları açısından bir önem taşımadığını sanmaktadır. Oysa, evrim teorisi, biyolojik bir kavram olmanın ötesinde, dünya üzerinde yaygın bir kitleyi etkisi altına almış yanlış bir felsefenin altyapısını oluşturmaktadır. Bu felsefe, sadece maddenin varlığını kabul eden, insanı bir “madde yığını” olarak gören, insanın gelişmiş bir hayvan türü olarak ortaya çıktığını ve doğadaki tek geçerli kanunun “çatışma” olduğunu varsayan bir safsatadır. İsmi “materyalizm”dir ve her ne kadar bilim görüntüsü altında insanlara empoze edilse de, bilimsel bir dayanağı bulunmayan eski bir dogmadır. Eski Yunan’da doğan bu dogma, 18. yüzyılda bazı Avrupalı düşünürler tarafından yeniden tarihin tozlu raflarından çıkarılmıştır. 19. yüzyılda da Marx, Darwin, Freud gibi teorisyenler tarafından bilimlere uygulanmış, daha doğrusu çeşitli bilim dalları materyalist felsefeye uydurulabilmek için çarpıtılmıştır.
İnsanlar materyalist felsefenin: “Sen, tesadüfen ortaya çıkmış, kimseye karşı sorumluluğu olmayan gelişmiş bir hayvansın” şeklindeki aldatıcı telkinine inandıkça, inanç ve değerlerini yitirmeye başlamışlardır. Bunun sonucunda pek çok toplumda sevgi, merhamet, fedakârlık, dürüstlük, adalet gibi ahlâki erdemler ve maalesef inanç temelleri dejenere olmaktadır. Materyalizmin, “Doğanın kuralı çatışmadır” şeklindeki yalanına kanan insanlar, tüm hayatlarını diğer insanlara karşı yürütülen bir “çıkar çatışması” olarak algılamış ve görünüşte modern, ancak özde “orman kanunlarına” göre düzenlenmiş bir yaşam kurmuşlardır. Kısacası, son iki yüzyıldır insanlığa isabet eden belalarda, materyalist felsefenin büyük bir rolü vardır. İnsanlar arasındaki farklılıkların bir “çatışma” nedeni olduğunu varsayan her türlü düşüncede, bu felsefenin etkisi bulunmaktadır. Sözde din adına ortaya çıkan, ama masum insanların canına kastederek dine göre en büyük günahlardan birini işleyen IŞİD’vari teröristlerin kökeninde bile bu Darwinist düşünce yatmaktadır.
Yaratılış Hakikati ve Harikaları!
Oysa yeryüzünde yaşayan milyonlarca canlı türünün her birinin birbirinden mucizevi farklılıkları, birbirine hiç benzemeyen davranışları, birbirinden kusursuz fiziksel yapıları vardır. Bu canlıların her biri benzersiz incelikler ve güzelliklerle yaratılmıştır. Bitkiler, hayvanlar ve en başta da insan, dış görünümlerinden gözle görülmeyen hücrelerine kadar büyük bir bilgi ve sanatla varlığa çıkarılmışlardır. Bugün canlıların her detayını araştıran, bu detaylardaki mucizevi yönlerini ortaya çıkaran, tüm bunların nasıl meydana geldiği sorusuna cevap arayan çok sayıda bilim dalı ve bu bilim dallarında görev yapan on binlerce bilim adamı bulunmaktadır. Bu bilim adamlarının bir kısmı, inceledikleri yapılardaki mucizevi yönleri ve bunların meydana getirilmesindeki aklı keşfettikçe, bunlara hayranlık duymakta ve tüm bunların sonsuz bir akıl ve bilgi ile yaratıldığına tanık olmaktadırlar. Ancak bir kısmı da, şaşırtıcı bir şekilde, tüm bu mucizevi özellikleri var edenin şuursuz tesadüfler olduğunu iddia etmek sapkınlığına yakalanmaktadırlar. Söz konusu beyinsiz bilim adamları, evrim teorisine inananlardır. Bu kişilere göre canlıları meydana getiren proteinler, hücreler ve organlar, sadece tesadüflerin art arda sıralanmasıyla var olmuşlardır. Yıllarca eğitim almış, uzun araştırmalar yapmış, gözle görülmeyen tek bir hücredeki tek bir organelin mucizevi işlevleri üzerine kitaplar yazmış insanlar, hayret verici bir şekilde, bu olağanüstü yapıları kör tesadüflerin meydana getirdiğini savunmaktadırlar.
Anlı şanlı profesörlerin inandıkları tesadüfler zinciri o kadar akıl almazdır ki, içinde bulundukları durum, dışarıdan bakanları hayretler içinde bırakmaktadır. Bu profesörlere göre, önce birçok tesadüf meydana gelerek basit kimyasal maddelerin içinden -gerçekte tesadüfen oluşması “rastgele saçılan harflerin kusursuz bir şiir oluşturmaları” kadar imkânsız olan- bir protein oluşturmuşlardır. Bu iddia sahipleri, sonra başka tesadüflerin başka proteinleri meydana getirerek, yine tesadüfen bu proteinleri bir araya topladığını ve onları uygun şekilde organize etmeyi başarmışlardır. Sadece proteinler değil, DNA, RNA, enzimler, hormonlar, hücre organelleri gibi her biri son derece kompleks olan hücre içi yapılar hep tesadüfen ve yan yana oluşmuşlardır. Bu milyonlarca tesadüf sonucunda ise ilk hücre meydana gelmiştir. Kör tesadüflerin marifeti olan mucizeler burada son bulmamış, bu hücre tesadüflerin yardımı ile çoğalmaya başlamıştır. Söz konusu iddiaya göre bir başka tesadüf, hücreleri organize etmeyi başarmış ve bundan da ilk canlılar ortaya çıkmıştır.
Oysa, bir canlıdaki tek bir gözün oluşması için dahi, meydana gelmesi imkânsız milyonlarca olayın bir arada gerçekleşmesi lazımdır. İşte burada da tesadüf denen kör süreç devreye sızmış; önce, yine sözde tesadüfen oluşan kafatasında en uygun yerlere en uygun büyüklükte iki delik açmış ve sonra buraya tesadüfen gelen hücreler, yine tesadüfen gözü inşa etmeye başlamışlardır. Görüldüğü gibi bu, aslında tesadüfler, sonuçta ne elde etmek istediklerini bilerek işe koyulmuşlardır. Daha en baştan, “görmek, işitmek, nefes almak” ne demektir bilen, yeryüzünde hiçbir örneği olmadığı halde bunlardan haberdar olan “tesadüf”, büyük bir bilinç ve akıl göstererek, son derece ileri görüşlü davranarak, canlılığı adım adım inşa etmiş durumdadır. İşte, insanların büyük saygı duyarak isimlerini andığı, fikirlerini benimsediği bu profesörler, bilim adamları, araştırmacılar, bu denli akıl dışı bir senaryoya körü körüne bağlanmışlardır. Halen de çocuksu bir inatla, bu masallarına inanmayanları dışlamakta, onları bilimsel olmamakla ve bağnazlıkla suçlamaktadırlar. Kuşkusuz bunun, Orta Çağ’da dünyanın düz olmadığını iddia edenleri yargılayarak cezalandıran, tutucu, yobaz ve cahil anlayıştan hiçbir farkı yoktur.
Üstelik bu safsatalara inanan insanlar içinde Allah’a iman ettiğini, Müslüman olduğunu söyleyenler de çıkmaktadır. Bu insanlar “tüm canlılığı Allah yarattı” demeyi bilimsel bulmayan, bunun yerine “milyonlarca mucizenin tesadüf denen şuursuz bir süreçle oluştuğunu” söylemenin bilimsellik olduğuna inanan zavallılardır. Bu insanların karşısına taştan, tahtadan yontulmuş bir put konsa ve “Bakın bu odayı ve içindekileri bu put meydana getirdi” dense, bunun son derece saçma olduğunu söyleyecek ve buna asla inanmayacaklardır. Ama buna rağmen “Bakın bu dünyayı ve içindeki birbirinden harika milyonlarca canlıyı tesadüf denen şuursuz süreç büyük bir planlama yaparak, zaman içinde oluşturdu” şeklinde ifade edilen bir hurafeyi, en büyük bilimsel açıklama olarak halka duyurmaktadırlar. Kısacası bu insanlar, tesadüfleri ilah yerine koymakta, tesadüflerin tüm evrendeki hassas sistemleri ve canlıları yaratabilecek kadar akıllı, bilinçli ve güçlü olduğunu varsaymaktadırlar. Onlara, tüm canlıları yaratanın, sonsuz akıl sahibi Allah olduğu açıklandığında, bu gerçeğin kabul edilemez olduğunu söyleyen evrimci profesörler, şuursuz, akılsız, güçsüz ve iradesiz milyarlarca tesadüfün yaratıcı gücü olduğunu savunmaktadırlar.
Eğitimli, zeki ve bilgili insanların, toplu olarak, tarihin en saçma, en akıl ve mantık dışı iddiasına böyle büyülenmişcesine inanıyor olmaları, açık bir şaşkınlık ve sapkınlıktır. Allah, bir mucize olarak nasıl hücre gibi olağanüstü bir organizasyona ve özelliklere sahip bir varlığı yaratıyorsa, bu insanlar da yine akıl almaz şekilde, çok açık gerçekleri göremeyecek kadar kör ve kavrama yeteneğinden yoksun davranmaktadırlar. Oysa Darwinizm, bilimsel deliller karşısında tamamen çökmüş bir teori olmasının yanı sıra, akıl ve mantıkla da hiçbir şekilde bağdaşmayan, kendisini savunanları son derece küçük duruma düşüren büyük bir aldanıştır.
Aklın ve Vicdanın Kullanılması!
Çoğu insan bir bilim adamından duyduğu her şeyi, mutlak doğru sanmaktadır. Bu bilim adamının birtakım felsefi ya da ideolojik ön yargılara kapılmış olabileceğini hiç hesaba katmamaktadır. Oysa bilim adamlarının bir bölümü, sahip oldukları bazı ön yargıları ya da bağlı oldukları felsefi görüşleri, bilimsel bir görünüm altında topluma empoze eden sapkınlardır. Örneğin, tesadüflerin karmaşa ve düzensizlikten başka bir şey oluşturamadığını gözleriyle gördükleri halde, evrendeki ve canlılardaki yapıların, plan ve düzenin tesadüfler sonucu ortaya çıktığı savunulmaktadır. Söz gelimi bu tür bir biyolog, canlılığın yapı taşı olan bir protein molekülünde hayranlık uyandıran bir düzen olduğunu ve bu düzenin tesadüflerle oluşma olasılığının bulunmadığını rahatlıkla anlayacaktır. Ama buna rağmen, proteinin, milyarlarca yıl önce ilkel dünya şartlarında rastlantılar sonucu meydana geldiği iddiasındadır. Bununla da kalmaz, yalnızca bir değil, milyonlarca proteinin tesadüflerle oluşup, sonra hayranlık verici bir plan ve düzen içinde bir araya gelerek ilk canlı hücreyi oluşturduklarını da çekinmeden iddiasına katmakta ve bunu ısrarla savunmaktadır. İşte bahsettiğimiz kişi “evrimci” bir bilim adamıdır. Oysa aynı bilim adamının, boş bir arazide yürürken üst üste dizilmiş üç tuğla görse, bunların tesadüfen meydana gelip, sonra yine tesadüfen üst üste dizildiklerine asla ihtimal vermemesi lazımdır. Hatta böyle bir şey iddia eden kimsenin aklından bile kuşkulanır.
Peki, sıradan olayları normal değerlendirebilen bu insanlar, konu kendilerinin nasıl var olduğu? sorusunu araştırmaya gelince, nasıl olup da bu denli akıl dışı bir tutuma kayılmaktadır? Elbette, bu davranışın bilim adına olduğunu söylemek imkânsızdır. Çünkü bilimsel düşünceye göre, eğer bir olayın iki muhtemel nedeni varsa, her iki ihtimal üzerinde de düşünmek lazımdır. Eğer iki ihtimalden birisi diğerinden çok daha düşükse, örneğin yüzde 1 ise, bu durumda akılcı ve bilimsel olan hiç kuşkusuz ki yüzde 99 olan diğer ihtimal üzerinde yoğunlaşmaktır. Bu bilimsel ölçüyü akılda tutarak soralım: Canlıların bu dünya üzerinde nasıl ortaya çıktığı konusunda öne sürülen iki görüş vardır. Birincisi, tüm canlıları, şu an sahip oldukları kompleks yapılarıyla Allah’ın yarattığıdır. İkincisi ise, canlılığın bilinçsiz tesadüfler sonucunda meydana çıktığıdır. İşte bu ikincisi, evrim teorisinin iddiasıdır.
Bilimsel verilere, örneğin moleküler biyolojiye baktığımızda ise, tek bir canlı hücrenin, hatta onda bulunan milyonlarca proteinden tek bir tanesinin bile, evrimin savunduğu şekilde tesadüfler sonucu oluşmasına ihtimal olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, canlıların ortaya çıkışı hakkında öne sürülen evrimci görüşün doğru olma ihtimali sıfırdır. O halde, birinci görüşün doğru olma ihtimali “yüzde yüz”dür. Yani, canlılık bilinçli bir biçimde yaratılmıştır. Tüm canlı varlıklar, üstün bir güç, bilgi ve akıl sahibi olan Allah’ın yaratmasıyla var olmuşlardır. Bu gerçek yalnızca bir inanç biçimi değil, akıl ve bilimin vardığı ortak hakikattir.
Elbette bu gerçek karşısında, evrimci bilim adamlarının bu iddiasından bütünüyle vazgeçmesi, açık ve ispatlanmış gerçeğe teslim olması aklın ve vicdanın icabıdır. Aksine bir davranış, kendisinin “bilim adamı” olmaktan çok, bilimi felsefesine, ideolojisine ve dogmatik inançlarına alet eden bir kişi olduğunu kanıtlayacaktır. Oysa bütün bunlara rağmen söz konusu evrimci “bilim adamı”nın, gerçeklerle yüzleştiği her durumda, öfkesi, inadı ve ön yargıları bir kat daha artmaktadır. Onun bu tutumu tek bir kelimeyle açıklanabilir: “İnanç” … Ama bâtıl bir inanç! Zira, gerçeklerle karşı karşıya geldiği halde, bunlara gözünü kapayıp, hayalinde kurduğu akıl dışı bir senaryoya ömür boyu bağlanmanın başka bir açıklaması olamaz.
Bilimin Kaynağı ve Darwin Kafası!
Evrimci düşüncenin kökeni, yaratılış gerçeğini reddeden dogmatik bir inanç olarak antik çağlara dek uzanır. Eski Yunan’daki ateist felsefecilerin çoğu evrim fikrini savunmuşlardır. Felsefe tarihine bir göz attığımızda da, evrim düşüncesinin pek çok ateist felsefenin bel kemiğini oluşturduğu anlaşılacaktır. Modern bilimin doğması ve gelişmesinde ise, bu antik ateist felsefenin değil, Allah inancının ve özellikle İslam’ın teşvik edici rolü vardır. Modern bilime öncülük edenlerin çok büyük bölümü Allah’ın varlığına inanan insanlardır ve bilimsel çalışmalar yaparken de Allah’ın yarattığı evreni keşfetme, O’nun kanunlarını, yaratışındaki detayları görme amacını taşımışlardır. Leonardo da Vinci, Kopernik, Keppler, Galilei gibi astronomlar, paleontolojinin babası sayılan Cuvier, botaniğin ve zoolojinin öncüsü olan Linnaeus, “yaşamış en büyük bilim adamı” olarak anılan Isaac Newton gibi isimler, Allah’ın varlığına, tüm evrenin ve canlıların O’nun yaratmasıyla var olduğuna inanarak bilim yapmışlardır. 20. yüzyılın en büyük dehası sayılan Albert Einstein da yine Allah’a inanan bir bilim adamıdır ve şu sözlerin sahibidir: “Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle de ifade edilebilir: Dinsiz bir bilime inanmak imkânsızdır.”
Modern fiziğin kurucularından ünlü Alman fizikçisi Max Planck ise şu ifadeleri kullanmıştır: “Hangi alanda olursa olsun bilimle ciddi şekilde ilgilenen herkes, bilim mabedinin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır: ‘İman et.’ İman, bilim adamının vazgeçemeyeceği bir özelliktir.”
Evrim teorisi ise, antik materyalist felsefelerin yeniden uyandırılmasıyla gündeme gelen ve 19. yüzyılda yaygınlaşan materyalist felsefenin ürünü bir safsatadır. Materyalizm, başta da belirttiğimiz gibi, doğayı yalnızca maddi etkenlerle açıklamaya çalışır. Yaratılışı en baştan reddettiği için de, canlı ve cansız her varlığın, hiçbir yaratılış olmadan, rastlantılarla ortaya çıktığı savunulmaktadır.
Darwin’in Kasıtlı Saptırmaları
Bugünkü savunulduğu şekliyle evrim teorisini ortaya atan kişi, amatör bir İngiliz doğa bilimci olan Charles Robert Darwin adlı ve Yahudi asıllı şahıstır. Darwin hiçbir zaman gerçek bir biyoloji eğitimi almamıştı. Doğa ve canlılar konusunda sadece amatör bir ilgiye sahip insandı. Bu ilgisinin bir sonucu olarak, 1832 yılında İngiltere’den yola çıkan ve beş yıl boyunca dünyanın farklı bölgelerini gezen H.M.S. Beagle adlı resmi keşif gemisinde gönüllü olarak yer aldı. Genç Darwin, bu gezi sırasında gördüğü farklı canlı türlerinden, özellikle de Galapagos Adaları’nda gördüğü farklı ispinoz türlerinin etkisinde kalmıştı. Bu kuşların gagalarındaki farkların, çevreye uyum sağlamalarından kaynaklandığını sanmıştı. Bu düşünceden hareketle canlılardaki bütün çeşitliliğin kökeninde “çevreye uyum” kavramının olduğunu varsaydı. Darwin bu düşüncesi ile, Allah’ın canlı türlerini ayrı ayrı yarattığı gerçeğine karşı çıkarak, canlıların ortak bir atadan gelerek doğa şartları sonucunda birbirlerinden farklılaştıklarını savunmaktaydı.
Darwin bu varsayımını hiçbir bilimsel bulgu ya da deneye dayandırmamıştı. Ancak Darwin, dönemin bilinen materyalist biyologlarından aldığı destek ve teşviklerle, bu varsayımlarını zamanla iddialı bir teori konumuna taşımıştı. Bu teoriye göre canlılar tek bir ilkel atadan geliyorlardı ama çok uzun bir süreç içinde küçük küçük değişimlere uğramışlardı ve böylece farklılaşmışlardı. Ortama en iyi şekilde uyum sağlayanların özelliklerini gelecek nesillere aktarmıştı, böylece bu yararlı değişimlerin zamanla birikerek bireyi, atalarından tamamen farklı bir canlıya dönüştürmüş olmaktaydı. Bu “yararlı değişimler”in kökeninin ne olduğunu ise bir türlü açıklayamamıştı. Darwin’e göre insan da, bu hayali mekanizmanın en gelişmiş ürünüydü. Darwin hayal gücünde canlandırdığı bu mekanizmaya “doğal seleksiyonla evrim” adını takmıştı. Artık, “türlerin kökeni”ni bulduğunu düşünüyordu: Bir türün kökeni başka bir türdü. Bu fikirlerini 1859 yılında Türlerin Kökeni adlı kitabında açıklamıştı.
Ancak Darwin, teorisinin pek çok açmazla karşı karşıya olduğunun farkındaydı. Bunları kitabının “Teorinin Zorlukları” (Difficulties on Theory) adlı bölümünde itiraf ediyordu. Bu “zorlukların” başında, fosil kayıtları, canlılardaki tesadüfle açıklanması mümkün olmayan kompleks organlar (örneğin göz), canlıların içgüdüleri gibi konular geliyordu. Darwin bu zorlukların ileride yapılacak yeni keşiflerle çözüleceğini ummuş, bazılarına da çok yetersiz açıklamalar getirmişti. İngiliz fizikçi Henry S. Lipson, Darwin’in bu “zorlukları” hakkında şu yorumu yapmıştı:
“Türlerin Kökeni’ni ilk okuduğumda Darwin’in genelde sunulan tablonun aksine, kendisinden pek de emin olmadığını fark etmiştim. ‘Teorinin Zorlukları’ başlıklı bölüm, örneğin, çok belirgin bir güvensizlik yansıtmaktadır. Bir fizikçi olarak, gözün nasıl ortaya çıkmış olabileceği yönündeki yorumları karşısında şaşkınlığa düştüm.”
Darwin’in en büyük zorluğu ise, teorisinin sorunlarına çözüm getirmesini umduğu bilimin, gerçekte bu sorunları dev boyutlara taşıması olacaktı. Darwin teorisini geliştirirken, kendisinden önceki pek çok evrimci biyologdan, özellikle de Fransız biyolog Lamarck’tan etkilenmişti. Lamarck’a göre canlılar yaşamları sırasında kazandıkları özellikleri sonraki nesle aktarıyorlar, böylece evrimleşiyorlardı. Örneğin, zürafaların ceylan benzeri hayvanlardan türediklerini, yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunlarının uzadığını iddia etmişti. Darwin de canlıları evrimleştiren etken olarak, Lamarck’ın “kazanılmış özelliklerin aktarılması” tezine başvuracaktı. Oysa gerek Lamarck gerekse Darwin yanılıyorlardı. Çünkü o dönemde canlılık çok ilkel bir teknoloji ile, çok yetersiz bir düzeyde incelenebiliyordu. Genetik, moleküler biyoloji ve biyokimya gibi bilim dallarının henüz adları bile yoktu. Teorileri sadece hayal gücüne dayanıyordu. Daha doğrusu o, insanlığı Dini disiplinden koparmak ve dinsizliği aşılamak istiyordu.
Darwin’in kitabının yol açtığı yankılar sürerken Avusturyalı botanikçi Gregor Mendel 1865 yılında, kalıtım kanunlarını keşfedince Darwinistler şaşkınlığa uğramıştı. Mendel’in yüzyılın sonuna kadar pek duyulmayan keşifleri 1900’lü yılların başında genetik biliminin ortaya çıkmasıyla önem kazanmıştı. Yine aynı yıllarda genler ve kromozomların yapısının keşfedilmesi Darwinistleri köşeye sıkıştırmıştı. 1950’li yıllarda genetik bilgiyi saklayan DNA molekülünün keşfi ise Darwinist teoriyi büyük bir krize sokmuş olacaktı. Çünkü hem canlılığın Darwin’in sandığından çok daha kompleks olduğu, hem de Darwin’in öne sürdüğü evrim mekanizmalarının geçersizliği ortaya çıkmıştı. Bütün bu gelişmelerin, Darwin’in teorisini tarihin tozlu raflarına kaldırması lazımdı. Ancak belli çevreler ısrarla teoriyi yenilemeye ve her ne şekilde olursa olsun bilimsel platforma yerleştirmeye çalışmışlardı. Bütün bu çabalar, teorinin ardında bilimsel kaygılardan çok ideolojik birtakım hedeflerin olduğunu göstermesi açısından oldukça anlamlıydı.
Neo-Darwinizm’in Umutsuz Çabaları
Darwin’in teorisi 20. yüzyılın ilk çeyreğinde keşfedilen genetik kanunları karşısında tam anlamıyla bir açmaza girmiş durumdaydı. Bunun üzerine Darwin’e sadakat göstermekte kararlı olan bir grup sapkın ve saplantılı bilim adamı, 1941 yılında Amerikan Jeoloji Derneği’nin düzenlediği bir toplantıda bir araya toplanmışlardı. G. Ledyard Stebbins ve Theodosius Dobzhansky gibi genetikçilerin, Ernst Mayr ve Julian Huxley gibi zoologların, George Gaylord Simpson ve Glen L. Jepsen gibi paleontologların uzun tartışmalar sonucunda vardıkları sonuç, Darwinizm’e yeni bir “yama” yapmak olacaktı. Bu kişiler, Darwin’in iddia ettiği ama açıklayamadığı ve Lamarck’a dayanarak çözmeye çalıştığı “Canlıları sözde geliştiren ve değiştiren yararlı değişikliklerin kaynağı nedir?” sorusuna, “Rastgele mutasyonlar” cevabını bulmuşlardı. Darwin’in doğal seleksiyon tezine mutasyon kavramının eklenmesiyle ortaya çıkan bu yeni teoriye de “Modern Sentetik Evrim Teorisi” adını koymuşlardı. Kısa sürede bu yeni teori “neo-Darwinizm” olarak tanındı ve teoriyi ortaya atanlar da “neo-Darwinistler” olarak anılmaya başlanmıştı.
Türkiye’de Masonik Medyanın Çarpıtmaları
29 Mart 2001 tarihli bazı günlük gazetelerde evrim teorisi adına önemli bir itiraf yer alıyordu. “Kuşlar dinozorlardan evrimleşti” masalına delil gibi gösterilen “dino-kuş fosili”nin gerçekte bir sahtekârlık olduğu, bir sürüngen omurgasına kuş iskeleti parçalarının yapıştırılmasıyla üretildiği ortaya çıkmıştı. Örneğin Hürriyet gazetesinin “DİNO-KUŞ PALAVRA ÇIKTI” başlıklı haberinde şöyle yazıyordu:
“National Geographic dergisinin Kasım 1999’da kuş ile dinozor arasındaki eksik halka olduğunu duyurduğu, hakkında bilimsel makaleler yazılan hayvanın sahte olduğu anlaşıldı. ‘Archoeoraptor liaoningensis’ adı verilen hindi büyüklüğündeki dino-kuşun iskeletinin başka hayvanlara ait kemiklerden bir araya getirildiği ortaya çıktı. Evrim teorisinde önemli bir eksikliği aydınlattığı varsayılan dino-kuşun 125 milyon yıl öncesine ait olduğu, Çin’in Liaoning eyaletinde bulunduğu öne sürülüyordu. Tüylü vücudu bir kuşa benziyor, ancak uzun, kemikli kuyruğu et tüketen dinozorları çağrıştırıyordu. İngiliz haftalık bilim dergisi Nature’de yayınlanan bir inceleme dino-kuşun palavra olduğunu gözler önüne serdi.
Oysa bu sahte fosil, bundan 2 yıl önce başta Hürriyet ve Sabah olmak üzere Darwinist medya kuruluşları tarafından “Evrim teorisini kanıtlayan delil bulundu” diye tanıtılmıştı. Hürriyet gazetesinde yayınlanan 16 Ekim 1999 tarihli “Uçan Dinozor Bulundu” başlıklı haber, böyle bir sahtekârlıktı. Maalesef, evrimciler, Sinosauropteryx hakkındaki spekülasyonlarının boşa çıkmasının ardından, şimdi de Archaeoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adı verilen yeni fosil bulguları üzerinde spekülasyona başlamışlardı. Sabah ve Hürriyet de, evrim konusunda gösterdikleri her zamanki ön yargılı tavrı tekrar ederek, bu spekülasyonları hiçbir farklı yorum ve düşünceye yer vermeden “evrime delil bulundu” üslubunda okuyucularına aktarmışlardır.
Halbuki, sözü edilen fosilin bir “dino-kuş” fosili olamayacağı, fosil ilk gündeme geldiği dönemde bilimsel delillerle açıklanmıştı. Bu örnek, ülkemizdeki evrimci medyanın ne kadar ön yargılı ve taraflı davrandığının, evrim lehinde gibi gördüğü her haberi büyük bir hırsla propaganda malzemesi haline getirdiğinin ve bu yolla kamuoyunu yanılttığının açık bir kanıtıydı.
Evrimcilerin Değişmeyen Yöntemi: Sahtekârlık
Çin’deki fosil uydurmacası, evrimcilerin aslında klasik bir yönteminin devamını oluşturmaktaydı. Bu yöntem sahtekârlıktır. Evrim teorisinin ortaya atılmasından bu yana, teoriyi desteklemek için pek çok sahtekârlık yapılmıştır. Alman biyolog Ernst Haeckel, Darwin’i destelemek için sahte embriyo çizimleri yapmıştır. İngiliz evrimciler, insan kafatasına orangutan çenesi monte edip, bunu British Museum’da 40 yılı aşkın bir süre “Piltdown Adamı-Evrimin En Büyük Kanıtı” diye sunmuşlardı. Amerikalı evrimciler tek bir domuz dişini “Nebraska Adamı” diye yansıtmışlardı. Amerikalı kimyacı Stanley Miller sahte bir “ilkel atmosfer modeli” oluşturup amino asit deneyi yapmıştı. Dünyanın dört bir yanında, “rekonstrüksiyon” adı verilen sahte çizimlerle, gerçekte hiçbir zaman yaşamamış olan “ilkel yaratıklar” veya “maymun adam”lar uydurmuşlardı. Çin’de “bulunduğu” iddia edilen ve “kuşların evrimine büyük delil” gibi gösterilen “Archoeoraptor” fosili sahtekârlığı ise, evrimci sahtekârlıklar zincirinin son halkasıydı. Görülen odur ki, evrimciler yalan uydurmaktan, bilimi ideolojileri uğruna çarpıtmaktan medet ummaktalardı.
Din Düşmanlığına, Darwinizm Kılıfı!
2001 yılının ilk aylarında bulunan 3.5 milyon yıllık kafatası, evrimcilerin hayali “insanın evrimi soyağacı”nı boşa çıkarmıştı. Dünyanın en önde gelen evrimcilerinin dahi hayali şemalarında hiçbir yere koyamadıkları bu fosili, Akşam gazetesi nasıl olduysa hayali evrim şemasında bir yere konumlandırmış ve bunu 22 Mart 2001 tarihli sayısında okuyucularına duyurmuşlardı. Söz konusu fosil Kenya’da Meave Leakey ve ekibi tarafından bulunmuştu. Düz bir yüze sahip olması nedeniyle “Düz Yüzlü Adam” (Flat Faced Man) olarak anılan fosile verilen “bilimsel isim” ise Kenyanthropus platyops takılmıştı. 3,5 milyon yıllık bu fosilin evrimcilerin aklını tamamen karıştırmasının nedeni, kendisinden sonra yaşamış olan bazı maymun türlerinin (Lucy gibi), evrimci kıstaslara göre Kenyanthropus platyops’dan daha “geri” olmasıydı. Dolayısıyla farklı özelliklere sahip olan bu fosil, evrimcilerin tüm şemasını boşa çıkarmıştı. Çünkü bu fosili nereye yerleştireceklerini bilmiyorlardı.
Aslında bugüne kadar bulunan fosillerin tamamına bakıldığında, maymunla ortak bir atadan evrimleşen, yavaş yavaş insana doğru yükselen bir “evrim şeması” olmadığı açıktı. Aksine şemada tamamen bir karmaşa bulunmaktaydı. BBC televizyonunun internet sayfasında yayınlanan ve bir sonraki sayfada yer alan şemada bu karmaşa vurgulanmıştı. “Karmaşık insanımsı soyağacı” başlığıyla verilen şemada hiçbir düzenli gelişme olmadığı, aksine tüm fosil bulgularının birbirlerinden tamamen ilgisiz özelliklere sahip oldukları anlaşılmaktaydı. Zaten şemanın altında da şu yorumu yazmışlardı:
Bilim adamları farklı insanımsı fosillerini birbirleriyle ilişkilendirme konusunda güçlük çekiyorlardı. George Washington Üniversitesi, Antropoloji bölümünden Daniel E. Lieberman ise, Nature dergisinde yer alan makalesinde, Kenyanthropus platyops hakkında kuşkularını aktarmıştı. Üstelik BBC isimli ünlü televizyon kanalı ise haberi: “Düz Yüzlü Adam Bir Bilmece”, “Akıl Karıştıran Tablo”, “Bilimsel Çelişki” başlıkları ile yayınlamıştı.
Mucize Molekül DNA
Darwinist yalancılar için; DNA moleküllerinin ve amino asitlerin oluşumu hiçbir şekilde aydınlatılamamıştır. Proteinlerin oluşumu ise başlı başına bir muammadır. Üstelik, sorun yalnızca amino asit ve proteinlerle sınırlı kalmaz; bunlar sadece bir başlangıçtır. Bunların da ötesinde asıl olarak, hücre denen mükemmel canlı, evrimciler açısından dev bir çıkmaz oluşturmaktadır. Çünkü hücre yalnızca amino asit yapılı proteinlerden oluşmuş bir yığın sanılmamalıdır. Hücre: Yüzlerce gelişmiş sistemi bulunan, insanoğlunun halen tüm sırlarını çözemediği karmaşıklıkta bir canlıdır. Oysa evrimciler, değil bu sistemlerin, hücrenin yapı taşlarının bile nasıl meydana geldiklerini açıklayamamaktadır. Canlılığın kökenini rastlantılarla açıklama gayretindeki evrim teorisi, hücredeki en temel moleküllerin varlığına bile tutarlı bir izah getirememişken, genetik bilimindeki ilerlemeler ve nükleik asitlerin, yani DNA ve RNA’nın keşfi, bu asılsız teori için yepyeni çıkmazlara yol açmıştır. 1955 yılında James Watson ve Francis Crick adlı iki bilim adamının çalışmaları DNA’nın son derece kompleks yapısını ve yaratılışını gün ışığına çıkarmıştır.
Vücuttaki 100 trilyon hücrenin hemen her birinin çekirdeğinde bulunan DNA adlı molekül, insan vücudunun eksiksiz bir yapı taşıdır. Bir insana ait bütün özelliklerin bilgisi, dış görünümünden iç organlarının yapılarına kadar DNA’nın içinde özel bir şifre sistemiyle kayıtlıdır. DNA’daki bilgi, bu molekülü oluşturan dört özel molekülün diziliş sırası ile kodlanmıştır. Nükleotid (veya baz) adı verilen bu moleküller, isimlerinin baş harfleri olan A, T, G, C ile anlatılır. İnsanlar arasındaki tüm yapısal farklar, bu harflerin diziliş sıralamaları arasındaki farktan doğmaktadır. Bu, dört harfli bir alfabeden oluşan bir tür bilgi bankasıdır. DNA’daki harflerin diziliş sırası, insanın vücut yapısını en ince ayrıntılarına dek belirleyen unsurlardır. Boy, göz, saç ve cilt rengi gibi özelliklerin yanı sıra, vücuttaki 206 kemiğin, 600 kasın, 10 bin işitme siniri ağının, 2 milyon optik sinir ağının, 100 milyar sinir hücresinin ve 100 trilyon hücrenin planları tek bir hücrenin DNA’sında saklı bulunmaktadır. Eğer DNA’daki bu genetik bilgiyi kâğıda dökmeye kalksak, yaklaşık 500’er sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız lazımdır. Ama bu inanılmaz hacimdeki bilgi, DNA’nın “gen” adı verilen parçalarında şifrelenmiş durumdadır.
DNA’nın tesadüfen oluşacağına inanmak, bir maymunun tek başına en mükemmel bilgisayarı yapacağına inanmaktan daha ahmakçadır!
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Bir geni oluşturan nükleotidlerde meydana gelecek bir sıralama hatası, o geni tamamen işe yaramaz hale sokacaktır. İnsan vücudunda yaklaşık 30 bin gen bulunduğu düşünülürse, bu genleri oluşturan milyonlarca nükleotidin doğru sıralamada tesadüfen oluşabilmelerinin kesinlikle imkânsız olduğu anlaşılacaktır. Evrimci bir biyolog olan Frank Salisbury bu imkânsızlıkla ilgili olarak şunları aktarmaktadır:
“Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yaklaşık 300 amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA zincirinde ise, yaklaşık 1000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa, 1000 nükleotidlik bir dizi, 41000 farklı şekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam ise, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir.” 41000’de bir, “küçük bir logaritma hesabı” sonucunda, 10620’de bir anlamına gelir. Bu sayı 10’un yanına 620 sıfır eklenmesiyle elde edilir. 10’un yanında 11 tane sıfır 1 trilyonu ifade ederken, 620 tane sıfırlı bir rakamın gerçekten de kavranması mümkün değildir.
Nükleotidlerin tesadüfen bir araya gelerek RNA ve DNA’yı oluşturmasının imkansızlığı hakkında, evrimci Fransız bilim adamı Paul Auger de şu itirafta bulunmaktadır:
“Rastgele kimyasal olaylar sayesinde nükleotidler gibi karmaşık moleküllerin ortaya çıkışı konusunda bence iki aşamayı net bir biçimde birbirinden ayırmamız gerekir; tek tek nükleotidlerin üretilmesi -ki bu belki mümkün olabilir- ve bunların çok özel seriler halinde birbirine bağlanması. İşte bu ikincisi, olanaksızdır.”
Uzun yıllar moleküler evrim teorisine inanan Francis Crick bile DNA’yı keşfettikten sonra, böylesine kompleks bir molekülün tesadüfen, kendi kendine, bir evrim süreci neticesinde oluşamayacağını itiraf etmiş ve şöyle demiştir: “Bugünkü mevcut bilgilerin ışığında dürüst bir adam ancak şunu söyleyebilir: Bir anlamda hayat mucizevi bir şekilde ortaya çıkmıştır.”
Evrimci Prof. Dr. Ali Demirsoy da, DNA’nın meydana gelmesi hakkında şu itirafı yapmak zorunda kalmıştır: “Bir proteinin ve çekirdek asidinin (DNA-RNA) oluşma ihtimali tahminlerin çok ötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya çıkma ihtimali astronomik denecek kadar azdır.”
Bu noktada çok ilginç bir ikilem daha vardır: DNA, yalnız protein yapısındaki birtakım enzimlerin yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA’daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Amerikalı mikrobiyolog Homer Jacobson, bu konuda şöyle demektedir:
“İlk canlının ortaya çıktığı zaman, üreme planlarının, çevreden madde ve enerji sağlamanın, büyüme sırasının, bilgileri büyümeye çevirecek mekanizmaların tamamına ait emirlerin o anda ve bir arada bulunmaları gerekmektedir. Bunların hepsinin kombinasyonu tesadüfen gerçekleşemez.”
Yukarıdaki ifadeler, James Watson ve Francis Crick tarafından DNA’nın yapısının aydınlatılmasından iki yıl sonra yazılmıştır. Ancak bilimdeki tüm gelişmelere rağmen, bu sorun evrimciler için hâlâ çözümsüz bir karmaşadır. Alman bilim adamları Reinhard Junker ve Siegfried Scherer de canlılık için gerekli moleküllerin hepsinin sentezinin ayrı ayrı koşullar gerektirdiğine dikkat çekerler. Bu ise, Junker ve Scherer’e göre, yaşam için gereken birçok farklı maddenin bir araya gelme ihtimalinin hiç olmadığının kanıtıdır.
“Kimyasal evrim için gerekli tüm moleküllerin elde edileceği bir deney bilinmiyor. Dolayısıyla çeşitli moleküllerin değişik yerlerde çok uygun koşullarda üretilip, hidroliz ve fotoliz gibi zararlı etmenlere karşı korunup, yeni bir reaksiyon bölgesine taşınması gerekmektedir. Burada tesadüften bahsedilemez, çünkü böyle bir olayın gerçekleşme ihtimali yoktur.”
Kısacası evrim teorisi, moleküler düzeyde gerçekleştiği iddia edilen evrimsel oluşumlardan hiçbirisini ispatlayabilmiş değildir. Bilimin ilerlemesi ise bu sorulara cevap üretmek bir yana, soruları daha da kompleks ve içinden çıkılamaz hale getirmektedir. Ama evrimciler, tüm bu imkânsız senaryolara büyük birer bilimsel gerçek gibi inanmaktadırlar. Çünkü yaratılışı kabul etmemek için kendilerini şartlandırmışlardır ve bu durumda imkânsıza inanmaktan başka seçenekleri yoktur. Avustralyalı ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı kitabında bu durumu şöyle anlatır:
“Yüksek organizmaların genetik programlarının yapısı, milyarlarca bit (bilgisayar birimi) bilgiye ya da bin ciltlik küçük bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin dizilimine eşdeğerdir. Bu denli kompleks organizmaları oluşturan trilyonlarca hücrenin gelişimini belirleyen, emreden ve kontrol eden sayısız karmaşık işlevin tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmek ise, insan aklına yönelik bir saldırı ve kasıtlı bir inkârdır!”
DARWİNİZM YUTTURMACASI KARŞISINDA, BİR TEK MİLLİ ÇÖZÜM ARAŞTIRMA EKİBİ VAR.
Darwinistlerin evrim teorisi çürümüş olup,bunu savunan bilim adamlarıda her şekilde kendileri içersinde artık tezatdalar Çünki;
“● Kur’an-ı Kerim; Felsefi ve statik bir kitap değil, devamlı diri ve dinamiktir ve pratik çözümler üretmeye müsaittir.
● Kur’an-ı Kerim; hem mümin bireyler ve topluluklar, hem de farklı konum ve kapasitedeki kurum ve kuruluşlar için; pratik, psikolojik, sosyolojik ve stratejik prensip ve projeler üretmeye yarayacak ilahi bilgi merkezidir.
● Kur’an-ı Kerim; Sürekli gelişen ve değişen: siyasi, iktisadi, ilmi ve içtimai hayatı her halde ve yeniden düzenleyip disiplinize edecek, değişmez hakikat ve hikmetler içermektedir.
● İslam: Akla, araştırmaya, bilimsel ve teknolojik buluşlara oldukça önem verip sürekli teşvik eden; ama beynin ve bilimin, şeytani odakların zulüm ve sömürü aracı yapılmaması için de, imani ve vicdani emniyet sigortalarını ve Rabbani kuralları merkeze yerleştiren bir hayat ve imtihan dinidir.”
diyen sahip çıkan bu konuya duyarlığıni gösteren bir tek Milli çözüm araştırma ekibi var.
Yerli ve özellikle yabancı bilim adamları tezlerinin Kur’an Kerim ve İslam bilimi altında tüm açıklamaları çürümüş, ve bunu kabullenmek istemiyorlar, kabullenen bir kesimde, Kur’an Kerim bilgi ve öğretilerini, İslam ilmi ni konuya bianen araştırmalarinida es geçiyorlar,
DARWİNİZM YUTTURMACASI KARŞISINDA, BİR TEK MİLLİ ÇÖZÜM ARAŞTIRMA EKİBİ VAR.
Gayrı-Kur’ani Düşünce Sistemlerinin tüm temel iddialarını çürüten ve küfrün tüm mantıklarını tam olarak susturan SON SÖZ hükmünde olan bir makale!… Teşekkürler Milli Çözüm!..
Tek başına sadece bu makale bile , Kur’an’ı ve Resulullahı rehber edinerek, gayrı-Kur’an’i düşünce sistemlerinin tüm temel iddialarını tek tek çürüten ve bu konuda da küfrün tüm mantıklarını tam olarak susturacak SON SÖZ olduğunu tescilleyen bir makale olma özelliğindedir.Allah’ın dilemesiyle ve Aziz Erbakan Hocamızın öğretileriyle Milli Çözüm harici böylesi temel mühim bir konuyu gündeme alan ve gereğini yerine getiren malesef olmadı. Muhterem yazarımız Üstadımız Ahmet Hocamıza şükranlarımızı arzederim.
Sözlerimi Aziz Erbakan Hocamızın şu anlatımlarını dinlemek tavsiyesiyle sonlandırmak istiyorum:
[u]RABBİMİZİN SADECE İNSANLARA VERDİĞİ 7 BÜYÜK NİMET VE BERABERİNDE GETİRDİĞİ SORUMLULUKLAR
[/u]
İzlemek için: https://youtu.be/DgwU2Cstgy8
İşte Milli Çözüm bu hakikatlerle gecesini gündüzüne katıp 8 milyar insanlık huzur ve saadete ersin Adil Bir Düzen’e sahip olsun diye ve Rabbimizin rızasına ve rü’yetine erelim aşkıyla azmiyle heyecanıyla dirayet göstermekte ve ömrünü bu gaye ile harcamaktadır. İyi ki varsın Milli Çözüm.
AKP ve diğerleri Kökü Çürük Ağacın Yapraklarının Tozunu Alınırken Milli Çözüm Devleti Yeniden Çınarlaştıracak Donanıma Gayrete Sahipti
Dindar kahraman Sn. Erdoğan’ın AKP iktidarı tam 16 yıl boyunca bu konuda duyarsız kalmış, Lise ve Yüksek okullarda “bilimsel gerçek!” diye Darwinist öğretiler okutulmuş ve tabi Lise ve Üniversite imtihanlarında bu asılsız iddialar soru olarak da çıkmıştı. Başta Milli Çözüm Dergisi’nin itirazları ve yoğun baskılar üzerine, AKP iktidarı ayıp savmak cinsinden 2017-2018 yılı için “Hayatın başlangıcı ve Evrim” ünitesini Lise 4. Sınıf müfredatından çıkarmış, ancak bu asılsız ve inkârcı felsefenin temelsizliğini ve geçersizliğini, bilimsel veriler ve yöntemlerle tartışılmasını ve bu şekilde okutulması konusuna, Haçlı Batı’nın ve masonik odakların korkusundan el atmamıştı.
Oysa bizim amacımız, Evrim teorisinin ve Darwinist felsefenin yasaklanması değil; bu yöndeki iddiaların da, karşısındaki bilimsel doğruların da, televizyon programlarında, Lise ve Üniversite sınıflarında bağımsız ve tarafsız bir ortamda tartışılması, ortaya çıkan sonuçların okullarda ders kitabı olarak okutulmasıdır. Yani tek taraflı Darwinist safsataların ve Evrim yalanlarının bilimsel ve tek gerçekmiş gibi çocuklarımıza dayatılmamasıdır. Milli Çözüm Araştırma Ekibi olarak; Orta, Lise ve Üniversite seviyesinde, öğrencilerimizin kapasitelerine uygun biçimde kademe kademe Dokuz farklı sınıf için ayrı ayrı “İman Gerçeği ve Evrim Teorisi” üzerine ders kitapları hazırlığımız vardır. Ülkeyi yönetmeye talip 100 yıllık, 50 yıllık partilerin, güya Sağcı, Milliyetçi ve sözde İslamcı nice hükümetlerin başaramadıkları, hatta başlayamadıkları; gençliğimiz ve geleceğimizle ilgili hayati önem taşıyan bu husustaki hazırlıkları da, Allah’ın izniyle ve Erbakan Hocamızın öğretileri sayesinde yine Milli Çözüm Ekibi yapmıştı.
GERÇEĞİN DİLİ
Yukarıda yayınlanan makalemizde de en güzel bir biçimde açıklandığı gibi; DARVİNİZM-EVRİM SAFSATASI -bilimsellik kılıfı geçirilmiş-bir hurafeden ibarettir ve bir nevi DİNSİZLİK DİNİ’dir!..
Hiç bir İlmi,akli vicdanı delile dayanmayan!..Hiç bir gerçeklik ve ispat yönü bulunmayan ,marjinal dogmatik, sapkın bir ideoloji olan “Evrim Aldatmacası”nı,uzun yıllar VARLIĞI açıklamakta bir gerçekmiş gibi sunan işbirlikçi iktidarların;HAYATIN KÖKENİ konusunda YARATILIŞ GERÇEĞİ’ni ilmi metotlarla ortaya koyacak herhangi bir çalışma yapmamaları!..Ve yine Evrim Sahtekarlığını bu bağlamda delilleriyle ortaya koymamaları nasıl bir milli-manevi duyarlılık(!?..)taşıdıklarının bir fotoğrafıdır!…
Ve inşallah pek çok konuda olduğu gibi bu noktadaki önemli boşluk da,Milli Çözüm kanalıyla doldurulacak ve insanlığın saadetine giden yolda bir büyük hizmet ifa edilmiş olacaktır!..Sadece üstteki makalemiz bile tek başına bir “İlmi Manifesto”niteliğinde çok önemli bir görev üstlenmiş olmaktadır!..
Gerçeğin Gücü
Rabbimiz “hiç görenle görmeyen bir olur mu?” buyurmuş, ilmin araştırmanın önemini bize hatırlatmıştır. Elde hiçbir araç olmasa dahi sadece bahşedilen gözlerimiz ile hayran kalacağımız ve alemin yaratılışındaki mucizeler karşısında mecburen secdeye kapanacağımız gerçekleri görmüş olmaya rağmen reddebilmek için ancak şeytan gibi ahmak ve kafir olmak gerekiyordu. Kıt kafasından Allah-u Teala’ya iftira atan ve güya reddetmesine bahaneler arayan beyinsizlerden, evreni-insanı ya da tüm tabiatı değil sadece sivri sineği açıklamaları istense apışıp kalmaktadırlar. İşte bu gerçeği örtmeye, zihinleri karanlığa mahkum etmeye çalışanlara Milli Çözüm güneşin zulmeti bastırması misali cevap veriyor ve şeytanilerin umutlarına balta vuruyor.
Hak Geldi Batıl Zail Oldu!.
İslam = Gerçek = Bilim bundan için müzakereden korkmuyoruz!.
Hak gelince batıl zail olur hak namına deccalizm ile boğuşuyoruz!.
Allah bize yar ise zahiri güçler peşpara etmez bunu iyi biliyoruz!
Bilimde..siyasette..siyonizmin sahtekarlıklarını deşifre ediyoruz!
Milli Çözüm ile Adil Düzen İslam Birliği Yeni Bir Dünya kuruyoruz!
Bilginler Başı nur yüzlü Erbakan izinde inşallah zafere koşuyoruz!
YALAN
HERŞEY OL EMRİYLE OLDU, BUNU BİLMEZ GAFİLLER
UYDURDUKÇA UYDURUR MAYMUNDAN GELDİK DERLER…
DÜŞÜN BİR HİÇKEN NASIL DA YARATILMIŞSIN.
HERTÜRLÜ GÜZELLİĞE SEN NASIL KAVUŞMUŞSUN…
HARİKASIN EŞREFİ MAHLUK OLAN İNSANSIN….
BU PALAVRALARI ÇIKARANLAR KAHHAR İSMİYLE YOK OLSUN…
AMİN
İnsanlığın kurtuluşu İslamdadır…
Darwin herkesin düşündüğü gibi ne değerli bir araştırmacı, ne önemli bir bilim adamı, ne de doğanın sırlarını çözen “türlerin efendisi”dir. Pagan evrim dininin kurucusu olan Darwin sadece, protestan bir eğitim almış, tıp eğitimini ise tamamlayamamış, nedeni belli olmayan pek çok hastalıkla boğuşan, konuşmaktan ve tartışmaktan çekinen, kafası çelişkilerle dolu, düzgün mantıklar kurmakta zorlanan, insanlardan kaçan, çalkantılı bir ruh dünyasına sahip amatör bir araştırmacıdır. Yaratılışı inkar etmesine rağmen vicdanının sesini uzun süre bastıramamış, ancak küçük kızının ölümünden sonra duygusal bir tepki göstererek Allah’a ve dine karşı isyankar bir ruh haline girmiş, ortaya attığı ve sonradan “ateizmin temeli” sayılacak teorisini bu sağlıksız ruh hali içinde geliştirmiştir.
Akp ve yöneticileri de dünyalık makam ve menfaatleri için İslam medeniyetini terk ederek bu dünyalık Emel’lerine ulaşmanın yolunu Darvinist düşüncede bulmuştur. Ne demişlerdi Akp yetkilileri “ İslam medeniyeti Batı medeniyeti karşısında yenilmiştir” Bu kafa ve düşünceden nefsine esir olmuş ve insanlığın ifsadı için çalışan bir yönetim çıkmaktadır.
Çürümüş ,kokuşmuş düşünceleriyle ve yönetimleriyle tarihin çöplüğüne atılacakları günlerde buluşmak üzere Allah’a emanet olun.
ŞÜKÜR MAKAMINDA
İslam; canlı, mükemmelliğe tedricen yönlendiren, varlığı ve nihayetinde varlığın birliğini, yada daha geniş anlamda Vahdeti Şuhud düşüncesiyle Yüce Yaratıcıya ulaştıran şefkat merhamet düzeninin adıdır.
Zaten yaratıcımız Allah cc Esmül-Hüsna sıfatlarıyla varlığın birliğinin bir merhamet ve adalet temelli inşaa olduğunu Kainat Düzeni ve kitabı Kur’anı Kerim’de izah etmişlerdir.
Varlığını, birliğini ve mükemmelliğini ispatın karşısında adeta bu ihtişamı hazmedemeyen ona, yapay bir eksiklik yükleyerek onunla zıddı yönde mücadele eden bir yapı, yani Batıl. İşte bu mücadeleye de HAK-BATIL mücadelesi denmektedir.
Herkes seçimini hür yapmakta ve de bilerek kendi akıbetini belirlemektedir. Bu imtihan fertlerde şeytan ve nefis esareti yada Allah ve Resul teslimiyeti olarak nitelenmektedir.
İmtihan gereği Allah cc kullarını serbest bırakmış ve Rahman ve Adl sıfatı gereği de her iki tercihin kapısını açık bırakmıştır. Yani seçme özgürlüğü tanınmıştır. Batıl ise isyan ve itirazın yanında Hakka açık tüm kapıları yasaklamış kendine güvensizliğini açık etmiş yani mütekebbirliğe bürünmüştür. Hani bu materyalistler özgürlükçüydü!?
Cenebı Hak kainatı yaratırken her türlü hayrın ve şerrin anlaşılması için zıtlıkları da yaratmış, adeta birbirinin içeriğinin açığa kavuşması için imkan halk etmiştir.
Bu sebeple Batıl sistem ve felsefeler kendi nakıslıklarını bildiklerinden, Hak sistemin tartışılmasına dahi müşade etmemişlerdir. Firavun ve Hz Musa arasındaki mücadele bile şeffaflık değil, teklifle Firavunun mecbur kalması sonucu münazara yaşanmıştır. Firavunun önde gelen avanesi Firavuna Hz Musanın elini koynuna sokup büyük mucizeyi göstermesindeki ezik konuma düşmeleri neticesinde
“(Böylece) “Bütün bilgin (ve yetişkin) büyücüleri sana getirsinler (ve Musa ile boy ölçüşüp onu yensinler” teklifini arz etmişlerdi).”A’raf 112 -. Büyük mucizeler karşısında Batıl kaybetmiştir.
İşte vurgulanan mesele de adil ve asil sistemimizde zıtlıkların okunması ve hakikatin açığa çıkmasına yine Kur’an merkezli müsade edilmiştir.
Evet Batıl örtmek ketmetmek, Hak ise açığa çıkarıp mükemmele ulaştırma temelli düşünce yapısına sahiptir.
İşte düşmanına bile fırsat tanıyan bu dinin adı İslam, düzeni ise Adil Düzendir.
Aziz Erbakan Hocamızın ömrünü yoluna verdiği bu nebevi mücadelenin adı da Adil Düzendir.
Evet şükür makamında bu sistemin günümüzde mücadelesinin öncülüğünü yapan Muhterem Üstadımız Ahmet Akgül dür. Gerek geçiş sistemi olarak hazırlayıp yetkililere sunulan Anayasa taslağı, gerekse Adil Düzenin eğitim ve ahlaki alt yapısını sadık talebeleriyle bu gün uygulanacak mükemmellikte hazırlamış ve kutlu döneme sözde değil, özde bir mücadeleyle hazır duruma getirmiştir. İşte bu ilmi makale üniversitelerde, özellikle İlahiyat fakültelerinde okunması ve ilgili dersin müfredatının temelini oluşturması hasebiyle önemlidir.
Elhamdülillah.
Bu Şeref Milli Çözüm ile Adil Düzende inşallah…
Siyonizm planı dahilinde kurgulanan ve yönlendirilen siyasi hareketler ve iktidarlar elbette siyonist bir felsefeyi eğitim müfredatından çıkarmak bir yana mücadele dahi edemezler elbette. Oysa 15 Temmuz sonrası Ohal döneminde alınan KHK’lar kapsamında Darwinizmin eğitim müfredatından kaldırılması kararı da alınmıştı. Yani iktidarın ve muhalefetin yapacağı tek şey alınan bu kararın bürokratik takibini yapmaktı ama ondan bile acizlerdi…
Allah’ın izniyle bu şeref Adil Düzen inkılabı ile Milli Çözüm’ün olacaktı ve elhamdülillah Milli Çözüm daha şimdiden bu çalışmayı hazırlamıştı;
[b]Milli Çözüm Araştırma Ekibi olarak; Orta, Lise ve
Üniversite seviyesinde, öğrencilerimizin kapasitelerine uygun biçimde kademe kademe Dokuz farklı sınıf için ayrı ayrı “İman Gerçeği ve Evrim Teorisi” üzerine ders kitapları hazırlığımız vardır.[/b]
“Bilim” Dini
Varlığının delilleri gün gibi açık, bir olan Allah’ı ve yaratılışı inkâr edenler bu uğurda cansız, şuursuz, iradesiz atomlara ilahlık, yaratıcılık addedip rezil ve maskara olmuşlardır. Fakat onlar zaten Hakkı gizleme uğruna rezil olmayı göze almış, yerleri gökleri yaratanın Allah olduğunu bile bile, kibirden, enaniyetten, Allah’ı inkâr eden ve insanları da inkâra sürüklemek isteyenlerdir. Bu da onların davasıdır. Üzerlerini kazısanız altlarından muhakkak siyonizm, işbielikçilik çıkar.
Daha başından “yaratılışın, beş duyu organının algıladıkları dışındaki âlemin ve varlıkların” yokluğu kabulüne dayanan bir ‘bilimsel araştırma yöntemi’ oluşturuyorlar. Bu kabule göre bilim metafizikle ilgilenmez, rasyonellik esastır, bilime göre deneyle ortaya konulabilen ve beş duyuyla algılanabilen olaylar gerçektir, kesindir. Bunlar dışındakiler bilimin konusu dahi olmaz ve başından reddedilir.
Onları dinlere, inançlara düşman görürsünüz lâkin, kendileri “Bilim” adında bir din kurmuşlardır.
Kendi küfür sistemlerine göre oluşturdukları ölçütlerle düşünmeyi aşılamaya çalışıyorlar. Ve bu ölçütlere ters olan yaratılış, vahiy, Allah’ın meleklerin varlığı gibi gerçeklere güvensizlik, belirsizlik oluşturmak adına bunlar “gerçek, hakikat, tespit edilebilir, kesin şeyler” değil de kişilerin “inancıymış”, “delil ve dayanağı yokmuş” gibi küresel medyada, okullarda, araştırmalarda lanse edilmektedir.
Bilinçli bir şekilde okula gelen tertemiz ve doldurulmayı bekleyen beyinler kirletilmekte, ne kadar şüpheye düşürürsek kârdır mantığıyla inançlar sarsılmaktadır. İnançsız nesillerin yetişmesine izin veren “dili besmeleli, alnı secdeli” iktidarlar ya cahillerdir de bilinçsizlikten bunu farkedemiyorlar -ki buna çocuklar bile inanmaz- ya da ortada zaten kasıtlı ve anlaşmalı bir inanç tahribatı niyeti vardır.
İçlere su serper ki; yaratılış, Allah’ın nuru, İslâmiyet güneşi… Üflemekle sönmez, üzerini kapamakla örtülmez, kırpılmaz, gizlemeye çalıştıkça âşikâr olur…
Makalede bu sinsi projelerden biri olan evrim teorisinin mantıksızlıklarını her kesimden insanın anlayabileceği şekilde bizlere aktaran Ahmet Akgül hocamızdan Allah razı olsun.