ERBAKAN HOCAMIZIN MANEVİ BİR ORTAMDAKİ,
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI MESAJI [1]
Aziz Erbakan Hocamızın Mana Âleminden, 30 Ağustos Zaferi ve Aziz Milletimizin Kahramanlık Özellikleri ile İlgili Hitapları:
“Zafer Bayramı; 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da Atatürk’ün Başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruz’u anmak için; göğsümüzü gere gere, en büyük onur ve gururla Türkiye’mizde ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’mizde her yıl kutlanan resmî ve ulusal bir bayramdır! En şanlı geçmişe sahip olan necip bir milletin nesli olmak ne güzel, ne büyük bahtiyarlıktır. Bize bu şanı, onuru ve huzuru bahşeden Rabbimize şükürler olsun.
Tarihinde bu denli zaferler yaşayan yeryüzünde başka bir millet var mıdır, bilmiyorum! Ayrıca bu zaferleri; zulüm yapmadan, savaşın ahlâkını elden bırakmadan, yakmadan, yıkmadan, işkence, kahpelik ve kalleşliğe başvurmadan, kadınlara ve kızlara el atmadan, çocuklara ve yaşlılara kıymadan kazanan ceddimiz, her türlü övgüye ve saygıya layıktır!
Peki, bize düşen nedir? Bize düşen, aynı anlayış, aynı ahlâk ve aynı duyarlılıkla devletimizi ve milletimizi yaşatmak, cennet yurdumuzu her türlü saldırılardan korumak ve de bizden sonraki neslimize daha güzel şekilde; dinen, ahlâken, manevi değerlerimize sahip çıkarak kutlu emaneti bırakmaktır! Yeryüzünün cenneti konumunda olan ve üzerinde ezanları duyarak, ellerini ve nefeslerini üzerimizden bir saniye çekmeden yaşadığımız vatanımızı, canlarıyla ve kanlarıyla bedel ödeyerek bize emanet eden şehitlerimizi ve bütün gazilerimizi kalbi saygı ve minnet duygularımızla anmaktayız. Onlar bize, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş yokluk ve sıkıntılara terk edilmiş milletimizin, tüm bu zorluklara ve baskılara rağmen tarihe altın harflerle yazdırdıkları 30 Ağustos Zaferi’nin iman, sabır ve kararlılıkla kenetlenildiğinde nasıl bütün zorlukların üstesinden gelinebileceğini açık bir şekilde gösterdikleri bir destandır. Bu onurlu mücadelede Türk milletinin en büyük dayanağı ve gücü; Allah’a olan sarsılmaz imanı, esareti asla kabul etmeyen yüksek karakteri, mukaddesatı ve manevi değerleri uğruna mücadele etmeyi en büyük şeref sayan inancıydı! Bu inanç ve amaçlarla, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını şükran, minnet ve dualarla yâd ediyoruz!
30 Ağustos’ta Türk milleti, mukaddes değerleri uğruna şanlı bir mücadele vererek, tarihin en büyük kahramanlık destanlarından birisini yazmıştır. 30 Ağustos, bu milletin yeniden şahlanışıdır! Bu zafer; vatan topraklarının asla işgal altında bırakılmayacağını, Türk milletinin esir alınamayacağını, bayrağın semalardan indirilemeyeceğini, ezan seslerinin dindirilemeyeceğini ve Aziz Milletimizin asla sindirilemeyeceğini bütün dünyaya ilan eden bir manifesto konumundadır. 30 Ağustos, ‘hasta adam’ diyerek ölümü beklenen ve tarihe gömülmek istenen bir milletin, sarsılmaz bir iman ve inançla yekvücut olarak yeniden şahlanışıdır!
30 Ağustos; bu toprakların sonsuza dek vatanımız olduğunun tüm dünyaya bir kez daha ilanıdır! Ezelden beri hür yaşamış aziz milletimiz, birlik ve beraberliğimizi bozmak isteyenlere, vatanımıza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere asla müsaade etmediğinin ve kıyamete kadar da asla müsaade etmeyeceğinin kanıtıdır!..
Her yıl ağustos ayında nice zaferlere şahitlik etmiş bir millet olarak, tarihimize damga vuran kahramanlıkları yeniden hatırlarız. Bu sene 101’inci yılını kutladığımız 30 Ağustos Zaferi de büyük kahramanların öncülüğünde, manen güçlü ve kararlı bir ordu ile milletimizin inancı, vatanı, değerleri ve özgürlüğü uğruna ortaya koyduğu onurlu bir mücadelenin adıdır! 30 Ağustos Zaferi, asil milletimizin esir edilmesine ve özgürlüğümüzü simgeleyen ay yıldızlı bayrağımızın gönderden indirilmesine asla razı olmayacağını ve asırlardır gök kubbemizde yankılanan ezan seslerinin asla susturulamayacağını bütün cihana ilan eden yeniden diriliş fermanıdır!
Bu büyük zaferin elde edilmesinde milletimizin en büyük dayanağı ve güç kaynağı ise şüphesiz ki Allah’a olan sarsılmaz imanı, esareti asla kabul etmeyen üstün karakteri, mukaddesatı uğruna mücadele etmeyi en büyük şeref sayan güçlü inancı olmuştur ve olacaktır!
30 Ağustos Zaferi ayrıca milletimizin yeni hedeflere, yeni dirilişlere, yeni fetihlere, yeni ve yaşanabilir adil bir dünya düzenine doğru kararlı adımlarla yürümesinin en kutlu başlangıcıdır! Zira aziz milletimiz; inancı, ülkesi ve devletinin bekası için canıyla, malıyla fedakârlık yapmayı, bu uğurda tek bir yürek olarak kenetlenip kutsalını savunmayı her zaman görev saymıştır.
Unutmamak gerekir ki, zaferlerle dolu tarihimizi gururla anmamızı anlamlı kılan, tarihimizden gerekli dersleri çıkarmak ve sürekli uyanık ve hazır bulunmaktır. 30 Ağustos Zaferi de elbette bugüne ve geleceğe dair bizlere oldukça önemli görev ve sorumluluklar yükleyen tarihi bir aşamadır. O halde birlik ve beraberlik duygularını pekiştirerek ortak değerlerimiz etrafında kenetlenmek, tüm insanlığın kurtuluşuna talip olmak, her daim milletimizin huzur ve refahı için çalışmak, bu cennet vatanda yaşayan bizler için düne, bugüne ve yarına karşı en büyük sorumluluklarımızdır!
Bu vesileyle bir kez daha Cumhuriyetimizin kurucusu, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, istiklal mücadelemizin bütün kahramanlarını ve bu toprakları vatan haline getiren ecdadımızı şükran ve minnetle anıyoruz. Geçmişten bugüne kutsalımız, vatanımız, milletimiz, Dinimiz ve namusumuz, ezan ve bayrağımız, istiklal ve istikbalimiz için canlarını feda eden tüm şehitlerimize ve ahirete irtihal eden gazilerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Bir kez daha Milletimizin 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutluyoruz.
Rabbimiz, birliğimizi ve dirliğimizi muhafaza buyursun, inanç ve ideallerimizden ayırmasın… Bu güzel vatanda ilelebet özgürce ve kardeşçe yaşamayı bizlere nasip etsin. (Âmin)
Kurtuluş Savaşı’nın son evresi olan 26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar – Kocatepe’de başlayan zafer süreci Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922’de Türk Ordusu’nun İzmir’e girmesiyle sonuçlanmıştır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk Ordusu’nun Kurtuluş Savaşı’nda kazandığı en önemli zaferin arifesinde, 30 Ağustos sabahında şimdi belde yapılmış olan Kütahya’nın Altıntaş İlçesine bağlı Zafertepe Çalköy’de birliklerine taarruz emrini ulaştırmıştır.
Başkomutanlık Meydan Muharebesi ya da Dumlupınar Meydan Muharebesi, Kütahya’ya bağlı Dumlupınar yakınında 30 Ağustos 1922’de Türk ve Yunan orduları arasında meydana gelen savaştır. Başta Siyonist Yahudi güdümlü İngiltere ve ABD olmak üzere, bütün Haçlı Batı’nın destek çıkıp kışkırttığı… Sayı ve silah yönünden çok önde olan kahpe Yunan ordusu; Mustafa Kemal Paşa’nın harp dehası ve Kahraman Ordumuzun iman şahlanışıyla, şaşkınlığa ve bozguna uğrayıp kaçmaya başlamıştır. 19 Mayıs’la başlayan Türk milletinin milli mücadelesi, 30 Ağustos Zaferi ile taçlanmıştır. 30 Ağustos herhangi bir tarih değil, Türkiye’nin geleceği için binlerce şehidin, milli birlik ve beraberlik ruhu içinde canları pahasına, özgürlük ve bağımsızlık meşalesinin sonsuza dek sönmemek üzere yakıldığı büyük bir zafer anısıdır! Karşıt kamplara ve kutuplara ayrıştırılıp birbirlerine düşerek… Birbirlerine “Zillet İttifakı – Çamur İktidarı” diye hücum ve hakaretler ederek değil, elbette milli benlik ve bilinçle, ve yine Milli Görüş ve Milli Çözüm’le inşaallah daha kutlu başarılara ve daha mutlu yarınlara ulaşılacaktır!
Emin olunuz ki, bu inançla var olduğumuz sürece daha çok zaferler kazanacağız! 30 Ağustos tüm olumsuzluklara ve imkânsızlıklara rağmen, kahraman ecdadımızın uzun yıllar boyunca iman, azim ve fedakârlıkla verdiği İstiklal Mücadelemizin nihai zaferle sonuçlandığı gündür! Sizlere, tam bir asrı geride bırakan büyük bir zaferden bahsediyorum. Bize düşen, aynı azim ve kararlılıkla ülkemize ve kutlu ilkelerimize hep birlikte sahip çıkmaktır!
Tarih boyunca milletimiz, nice zorlu badireleri birlikte aşmış, her zaman bir ve beraber olarak mücadele etmeyi başarmıştır. 30 Ağustos Zaferi de bu destansı mücadele ruhunun ve zafer onurunun olmazsa olmazlarından, beraber ve kardeşçe hareket edebilme anlayışının en güzel örneğini oluşturmaktadır. Emperyalist saldırılara karşı yekvücut olan aziz milletimiz, bu toprakları bir kez daha vatan kılmasını bilmiş ve ardından da bu zaferi Türkiye Cumhuriyeti ile taçlandırmıştır. Bugün bize düşen ise, aynı inanç, azim ve kararlılıkla ülkemize ve milli hedeflerimize hep birlikte sahip çıkmaktır!
İnanıyorum ki, verilen büyük mücadelelerden ve geride bıraktığımız 101 yıldan gerekli tüm dersleri çıkararak; Cumhuriyet’in 2. yüzyılına yaraşır bir kardeşlik iklimini kurarak, umutla ve kararlılıkla, hep birlikte en büyük fetihlere, en güzel yarınlara, en yaşanır, en huzurlu, en güvenli dünyaya yol alacağız.
Bu zafer; vatan toprakları işgal olunan bir milletin, en zorlu yokluklara ve en olumsuz şartlara rağmen yüksek bir inançla ve örnek bir kararlılıkla Dinini ve Ülkesini nasıl müdafaa edebileceğini, büyük bedeller ödeyerek de olsa yedi düvele göstermiş bir kahramanlık hatırasıdır!.. Hepimize kutlu olsun!..”
30 AĞUSTOS BİR DEHA PLANIDIR!
Öncelikle ve özellikle vurgulayalım ki, Mustafa Kemal’in önderliğindeki şanlı Kurtuluş Savaşı yapılmasaydı… 30 Ağustos Zaferi kazanılmasaydı ve Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulmasaydı:
• Milletimiz, ülkemizi işgal eden Batılı Devletlerin kölesi olacaktı…
• Yüce Dinimiz, Namusumuz ve Onurumuz ayaklar altına alınacaktı…
• Bayrağımız dalgalanmayacak, Ezanlar okunmayacaktı…
• Devletimiz ve hürriyetimiz olmadığından okullarımız ve milli kurumlarımız da olmayacaktı…
• Bağımız-tarlamız, evimiz-barkımız, dükkânımız-fabrikamız, bütün imkânlarımız ve iktidarımız elimizden alınacaktı. Ve ne kadar yazıktır ve acıdır ki, o gün ülkemizi işgal eden Haçlı AB’ye girmek için her türlü tavize yanaşanlar ve AB’nin ahlâksız talimatlarını uygulayanlar, Batılıların Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ile koparamadıklarını onlara siyasi yollarla aktarma yolundalardır!?
Hasbelbeşer, bazı yanlışlar yapılmış, muhtemel istismar ve suistimalleri önleyici tedbirler alınmamış, tarihi değişim ve devrimin gerektirdiği bazı kesin ve keskin ama geçici kararların, sonradan sürekli ve sistemli kurallar haline getirileceği hesaba katılamamış olmasının tarihi mazeret ve mecburiyetlerini dikkate almayarak… Ve özellikle Atatürk’ün şüpheli ve şaibeli vefatından sonra uydurulup uygulanan “Kemalizm” dayatmasıyla toplumun Dini ve ahlâki değerlerine saldırma ve yasaklamaların yoğunlaşmış olmasının bütün suçunu Atatürk’e yıkarak yapılan tenkitler sakattır ve insafa aykırıdır.
30 Ağustos dünya harp tarihinin en hayret verici zaferlerinden birisidir. Mustafa Kemâl, cepheye gitmeden önce annesiyle görüşmek istedi. Yıllardır cephede olduğu için annesini çok az görebilmişti. Fakat şimdi yine ayrılmak gerekmişti. Atatürk, taarruz planını gizli tuttuğu için annesine bahsetmedi. Fakat ömrü, oğlunu cepheye göndermekle geçen Zübeyde Hanım anlamış gibiydi. Kısa süre sonra oğluna gönderdiği mektupta şunları söylemişti: “Oğlum, seni bekledim. Gelmedin. Cepheye gittiğini biliyorum. Savaşı kazanmadan geri gelme!”
Afyon’a çekilen düşmanı denize dökmek için fazla zaman yoktu. 11 yıldır süren savaşın ardından bir nevi, ordumuzun atımlık tek kurşunu kalmıştı. Düşmanı tek hamlede yok etmek için riskli bir plan gerekiyordu. Atatürk, bu taarruz planını gizli tuttu. Futbol maçı düzenleyip komutanları davet ediyordu. Ardından Ankara’da çay partisi düzenliyordu. Bu plan o kadar kusursuz işliyordu ki Meclis’ten bazıları bile ordunun tükendiğini, artık hareket edemeyecek hale geldiğini söyleyerek Atatürk’ü eleştiriyordu. Muhaliflerin bu kara propagandası Atatürk’ün işine geliyordu. İngilizlerin “Black Jumbo” adlı casusluk örgütü Türk birliklerinin Sakarya Muharebesi ile ilgili, nehrin doğusundaki tertiplenmeleri hakkında elde ettiği açık ve gizli bilgileri İstanbul’daki İngiliz karargâhına bildiriyordu. Ajanlar tarafından mecliste konuşulanları öğrenen İngilizler bir taarruza ihtimal veremiyordu. Yunan Ordusunun asker sayısı 180.000’e ulaşmıştı. Yunan takviyelerine karşın, ilk başta Türk Ordusu Yunan işgal güçleri karşısında batı cephesinde 60.000; Fransa’ya karşı güney cephesinde (Kilikya) mücadele eden birlikler 25.000 olmak üzere toplam 85.000 askerden oluşmaktaydı. Amerikan askerî belgeleri tarafından da hemen hemen teyit edilen bu durum, Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk gücünün Yunan Ordusunun yarısından bile daha az olduğunu ortaya koymaktaydı.
Atatürk gizlice cephe ziyaretleri yapıyorlardı. İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Yakup Şevki Paşa ile harekât planını oluşturmuşlardı. Yapılacak hamle; dağlık bölgeden sızarak düşmanı asla beklemediği güney hattından vurmaktı. Fakat bu oldukça riskli bir plandı. Ordunun büyük bir bölümü gece vakti kaydırılacaktı. Fark edilmesi halinde büyük bir hezimet yaşanacaktı. Yakup Şevki Paşa “Savaşın kaybedilmesi halinde hain ilan edileceklerini” söyleyince Atatürk tüm sorumluluğu üzerine almıştı. “Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız!” diyerek tartışmayı bitiriyordu. Mustafa Kemal Paşa kesin kararını veriyordu: Yunanlıların en güçlü olduğu yer olan Afyon’a saldırıp, düşman birliklerini ikiye bölüp, ana bölüğü “kurt kapanı” dediğimiz kıskaca almayı düşünüyordu. 21 Ağustos 1922 tarihli gazetelerde, Mustafa Kemal Paşa’nın Çankaya’da bir çay ziyafeti vereceği haberleri yer alıyordu. Oysaki Başkomutan, Batı Cephesi Karargâhı’nda, kurmaylarına 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana taarruz edilmesi emrini veriyordu.
Büyük taarruzun komuta heyeti; Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa, 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa, 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki (Subaşı) Paşa, 5. Süvari Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa ve Kocaeli Grup Komutanı Kurmay Albay Halit’ten oluşuyordu. Başkomutan taarruz başlamadan önce uygulanması için Batı Cephesi kurmay başkanı Kurmay Albay Asım Gündüz’e (Orgeneral) şu emri veriyordu: “25 Ağustos akşamı her türlü haberleşmeye son verilip kesintiye uğratılacak… Limanlara giriş-çıkış durdurulacak, İstanbul ile İzmit arasındaki kara ve demiryolu ulaşımı kopartılacak… Biz işimizi bitirene kadar dünyanın Anadolu’dan haberi olmayacak!”
İngiliz ve onların haber alma başarılarına güvenenler, Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’ya bir darbe yapıldığını bile düşünmeye başlamışlardı…
Türk cephesinde bunlar olurken Yunan Komutanları ise 25-26 Ağustos gecesi Afyon orduevinde bir balo düzenliyorlardı. Yunan subayları bu baloda aileleriyle birlikte eğlenceye dalıyorlardı. Taarruz sabahın ilk ışıklarında saat 05.30’da topçu hazırlık ateşiyle bütün cephede başladığında Yunan komuta heyeti tam bir şok yaşamaktaydı. Bu taarruz 1683’te 2. Viyana yenilgisinden tam 239 yıl sonra Türk Ordusunun başlattığı ilk taarruz konumundaydı. Sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanmaya başlayan Kocatepe’de, tahrip ateşi ve ardından gelen imha ateşiyle başlayan savaşı Mustafa Kemal Paşa şu şekilde anlatmaktadır; “26 Ağustos sabahı Kocatepe’de bulunuyorduk. Sabah saat 05.30’da topçu ateşimizle saldırı başladı… 26 ve 27 Ağustos günlerinde, yani 2 gün içinde Afyon’un güneyinde 50 km doğusunda 20-30 km uzunluğunda berkitilmiş bulunan düşman mevzilerini ele geçirdik.”
57. Tümen Komutanı Albay Reşat Bey hedefi olan Çiğiltepe’yi düşman ateşinin bu bölgede yoğunlaşması üzerine, söz verdiği saatte ele geçiremediği için tabancasıyla intihar edip canına kıymıştı. Bıraktığı notta “Yarım saat içinde size o mevzileri almak için söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan ötürü yaşayamam!” yazılıydı. Oysa çok geçmeden yarım saat sonra hedef alınmıştı. Kahraman Mehmetçik; yenilen düşman ordusunun büyük kuvvetlerini 30 Ağustos’a kadar, Aslıhanlar yöresinde çevirip kuşatmıştı. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda düşmanın ana kuvvetleri yok edilip dağıtılmıştı. Düşman ordusunun başkomutanlığını yapan General Trikopis de tutsaklar arasındaydı. Demek tasarladığımız kesin sonuç 5 günde alınmıştı!? 27 Ağustos akşama doğru Afyonkarahisar’ın kurtarıldığı haberi Ankara’ya ulaşmıştı. Yunanlar kurt kapanına sıkışmış ve Atatürk’ün planı işe yaramıştı. Komuta heyetimiz ve askerlerimiz, zafer üstüne zafer kazanıyorlardı. Ankaralılar sevinçlerini paylaşmak için sokakları doldurmuş, “Yaşasın millet, yaşasın ordu, yaşasın Gazimiz” diye coşkulu bir şekilde bağrışmaktaydı.
Büyük Taarruz ve Başkomutan Muharebesi bütün ekonomik zorluklara rağmen 26 Ağustos 1922’de başlayıp beş gün beş gece süren şiddetli çarpışmalardan sonra düşman kuvvetlerinin büyük kısmının imha edilmesiyle son buluyordu. TBMM orduları, Başkomutanın Akdeniz’i (Ege’yi) hedef gösteren emriyle süratle İzmir’e doğru ilerleyerek takip harekâtına başlıyordu. Bu harekâtın oldukça süratli gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Çünkü Yunan ordusu kadın, çocuk ve yaşlı ayırmadan katliamlar yaparak, evleri yakarak/yıkarak ilerliyordu. Hacı İsmail Köyü erkekleri iple bağlanıp yatırılarak kurbanlık koyun gibi kesiliyordu. Karadere Köyü’nün kadınlarına tecavüz ediliyordu. İmranlar Köyü’nde, ırzlarına geçmek üzere bütün kadınlar bir eve toplanıyor, kendilerini korumaya çalışanlar lime lime doğranıyordu. Tekkeler Köyü’nde bacaklarından asılan on beş genç kızımız, insan aklının alamayacağı işkenceler yapılarak öldürülüyordu. Çınarcık’ta, erkek çocukları, annelerine tecavüz etmeye zorlanıyor, yaptıramayınca hepsi süngüleniyordu. Kadınların karınları yarılıp, kundaktaki bebekleri yardıkları karınlarına sokuluyordu. Ağva’ya bağlı Çanaklı Köyü’nün kadınları bir araya toplayıp soyuluyor, çırılçıplak halde kocalarının katledilişini izlemeye zorlanan kadınlar, sonrasında toplu tecavüze uğratılıyordu. Küpelerini almak için kulakları, bileziklerini almak için bilekleri, yüzüklerini almak için parmakları kesiliyor, kızlarımız, kadınlarımız acıyla kıvranarak can veriyordu.
Bütün bu vahşete bir an evvel son vermek için; daha önce Yıldırım Orduları Komutanlığı yapan Mustafa Kemâl’in kahraman piyadeleriyle süvarileri aynı günde, yani 9 Eylül’de İzmir’e giriyordu. Maalesef; “Keşke Yunan kazansaydı” küstahlığına düşen hainler ve gafiller bu acı gerçekleri görmezden geliyordu. Türk Ordusu takip harekâtında kat edilen yaklaşık 350 kilometrelik mesafeyi, motorlu birliklerle değil, sırtında 17 kg savaş yükü taşıyan yaya piyade ve süvari birlikleriyle 11 gün gibi kısa bir zamanda alarak Harp Tarihi’ne “Yıldırım Harbi” örneğini kazıyordu. Bütün bunlar Allah’ın yardımının da bizimle olduğunu gösteriyordu.
Mustafa Kemal Paşa ise 31 Ağustos’ta muharebe meydanında gördüğü manzarayı şöyle anlatıyordu: “Muharebe meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği (kazanıverdiği) zaferin azameti (büyük ve kutlu neticesi) ve buna karşılık, hasım ordusunun uğradığı felaketin dehşeti beni çok duygulandırdı. Sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, mahfuz ve örtülü yerler, bırakılmış toplar, otomobiller, sınırsız teçhizat ve malzeme ile ve bütün bu terk edilenler ve aralarında yığınlar teşkil eden ölülerle, toplanıp karargâhımıza sevk edilen esir kafileleri ile hakikaten bir mahşeri andırıyordu.”
Mustafa Kemal Paşa, esir edilen Yunan General Trikopis’i nezaketle karşılıyor ve sigara ikram ediyordu. Hayranlıkla Mustafa Kemal Paşa’yı seyreden General Trikopis’in ağzından ise şu ifadeler dökülüyordu: “Ben sizin bu kadar genç olduğunuzu bilmiyordum!”
Ardından; 1 Eylül’de Uşak, 2 Eylül’de Eskişehir, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik, 7 Eylül’de Aydın, 8 Eylül’de ise Manisa düşman ellerden kurtarılıyordu. Mustafa Kemal Paşa ve ordusu son vuruşu ise 9 Eylül’de İzmir’de yapıyordu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 10 Eylül 1922’de İzmirlilerin coşkulu karşılaması arasında İzmir Hükümet konağı balkonuna çıkarak halka hitaben bir konuşma yapıyor ve konuşmasının son cümlesini şöyle bitiriyordu: “Bu Başarı Milletindir!” Atatürk, ilk Meclis oturumlarının birinde ise “Türk Milletini” şöyle tarif ediyordu:
“Türk Milleti derken; sadece Türkler, Kürtler, Çerkezler değil, farklı İslami unsurlardan müteşekkil, bu Ülkeye ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine bağlı, aynı dili konuşan, aynı Kutlu amaçları taşıyan, ve aynı sorumlulukları paylaşan şerefli toplumun hepsi kastedilmektedir!”
Taarruzdan önce, on beş gün sonra İzmir’de olacağını söyleyen Mustafa Kemal’in, zaferin ardından Salih Bozok’la girdiği şu diyalog tarihe geçiyordu: Kordon’da yürürken Salih Bozok’a “Kaç gün oldu?” diye soran Mustafa Kemal, “14” yanıtını alınca: “Bir gün yanıldık o zaman” diyordu.
[1] NOT: Bu mesajın bir benzeri, 30 Ekim 2003 tarihli Milli Gazete’nin manşeti olarak ve 1. sayfada özel renkli basılarak yayımlanmıştır.
30 AĞUSTOS ANADOLUNUN İSLAM DİYARI OLDUĞUNUN GARANTİSİDİR
30 Ağustos; bu toprakların sonsuza dek vatanımız olduğunun tüm dünyaya bir kez daha ilanıdır! Ezelden beri hür yaşamış aziz milletimiz, birlik ve beraberliğimizi bozmak isteyenlere, vatanımıza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere asla müsaade etmediğinin ve kıyamete kadar da asla müsaade etmeyeceğinin kanıtıdır!..
Muhteşem Tespitler:
Bu muhteşem tespitlerden alınabilecek derslerden bazıları:
Onca imkansızlık ve zorluklara rağmen,inanç ve azimle çalışıldığı ve Allah’ güvenildiği vakit imkansız gibi görünen nice zaferlere ulaşılabileceği!…
Büyük sonuçların- zaferlerin cesur,inançlı,kararlı,vasıflı ,Milli nitelikteki liderler öncülüğünde gerçekleşebildiğini…
Günümüzde de aynı ruhla çalışarak; tarihe yön verecek çok büyük sonuçların alınabileceğini ve Milli Çözüm’ün böle bir misyona sahip olduğunu..vb…anlıyoruz…
1 GÜN FARKLA!
Ardından; 1 Eylül’de Uşak, 2 Eylül’de Eskişehir, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik, 7 Eylül’de Aydın, 8 Eylül’de ise Manisa düşman ellerden kurtarılıyordu. Mustafa Kemal Paşa ve ordusu son vuruşu ise 9 Eylül’de İzmir’de yapıyordu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 10 Eylül 1922’de İzmirlilerin coşkulu karşılaması arasında İzmir Hükümet konağı balkonuna çıkarak halka hitaben bir konuşma yapıyor ve konuşmasının son cümlesini şöyle bitiriyordu: “Bu Başarı Milletindir!” Atatürk, ilk Meclis oturumlarının birinde ise “Türk Milletini” şöyle tarif ediyordu:
“Türk Milleti derken; sadece Türkler, Kürtler, Çerkezler değil, farklı İslami unsurlardan müteşekkil, bu Ülkeye ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine bağlı, aynı dili konuşan, aynı Kutlu amaçları taşıyan, ve aynı sorumlulukları paylaşan şerefli toplumun hepsi kastedilmektedir!”
Taarruzdan önce, on beş gün sonra İzmir’de olacağını söyleyen Mustafa Kemal’in, zaferin ardından Salih Bozok’la girdiği şu diyalog tarihe geçiyordu: Kordon’da yürürken Salih Bozok’a “Kaç gün oldu?” diye soran Mustafa Kemal, “14” yanıtını alınca: “Bir gün yanıldık o zaman” diyordu.
Kurtuluş Savaşımızın Hangi İnanç ve Azimle Kazanıldığının İbret Levhası
“Tam 1 yıl boyunca ciddi bir titizlik ve gizlilikle sürdürülen savaş hazırlıkları sonucunda, 26 Ağustos 1922 sabahı büyük bir dikkatle hazırlanan taarruz planı uygulamaya başlandı. 26-30 Ağustos 1922’de yapılan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı’nın son aşamasıydı. 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde bir gün içinde Yunan Ordusunun büyük bölümünün imhası başarılmıştı. 31 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa komutanlarını Çalköy’deki karargâhında toplayarak kaçabilen Yunan kuvvetlerinin hızlı bir şekilde takip edilmesini ve İzmir ile civarındaki kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan Ege’ye doğru ilerlenmesini emretmiş, 1 Eylül günü Başkomutan Mustafa Kemal bir bildiri yayımlayarak ordulara: “Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muharebelerinin de verileceğini göz önüne alarak, durmadan ilerlemesini ve herkesin akıl ve vicdan kaynağını, yiğitlik ve yurtseverlik duygularını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir; İleri!” talimatını ulaştırmıştı. Dumlupınar’da kendisini ateş hattına attığını ve ölümden sakınmadığını gören emir subayı Atatürk’e “paşam siz bize lazımsınız, biraz daha dikkatli olmalısınız” uyarısı yapınca, ona dönüp: “Uhud gününde ve Huneyn seferinde askerleri perişanlığa ve şaşkınlığa uğradığı hengâmede Peygamberimiz Hz. Muhammed neye güvenip tek başına düşmana hücum ediyor idiyse, işte ben de aynı Allah’a sığınıp güveniyorum” sözleri, kurtuluş savaşımızın hangi inanç ve azimle kazanıldığının ibret levhası olarak asla unutulmamalıydı.”
Kaynak: “Bizim Atatürk” Kitabından
Rabbimiz, birliğimizi ve dirliğimizi muhafaza buyursun, inanç ve ideallerimizden ayırmasın… Bu güzel vatanda ilelebet özgürce ve kardeşçe yaşamayı bizlere nasip etsin. (Âmin)
“(Bununla beraber, ülkenizde, bölgenizde ve yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya (herkese temel insan haklarını sağlayan bir düzen kuruluncaya; adalet ve hürriyet ortamını bozmaya kalkışan fesat odakları etkisiz bırakılıncaya) kadar onlarla (zulüm odaklarıyla) çarpışıp (Hakkı hâkim kılmaya çalışın!) [‘Onlara (gizli, açık düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar (bütün imkânları kullanarak siyasi, askeri ve iktisadi her türlü) kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar, (bugün ise üretilip devamlı bakımı yapılan uçaklar, füzeler ve tanklar) hazırlayın.’ (Enfâl: 60)] Eğer (kâfir ve hain odaklar saldırı ve fesatlıktan) vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına karşı düşmanlık yoktur (saldırganlık ve zulümkârlık caiz değildir).” (Bakara
Rabbim bu vatanı bize miras bırakan Mustafa Kemal ve tüm şehit Şüheda dan razı olsun .hepsini minnetle anıyoruz ,inşallah
onlar gibi tarihte bizleri Adil düzen
inkilabiyla sereflendirsin .
30 Ağustos
Bu vesile ile
Başta sayın Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm silah arkadaşlarını ve Kıbrıs barış harekatını gerçekleştiren sayın Prof.Dr. Necmettin Erbakan hocamız ve şerefli Türk silahlı kuvvetlerimizin değerli mensuplarını rahmet minnet ve şükranla anıyorum.
Şükran, minnet ve dualarla yâd ediyoruz
Yeryüzünün cenneti konumunda olan ve üzerinde ezanları duyarak, ellerini ve nefeslerini üzerimizden bir saniye çekmeden yaşadığımız vatanımızı, canlarıyla ve kanlarıyla bedel ödeyerek bize emanet eden şehitlerimizi ve bütün gazilerimizi kalbi saygı ve minnet duygularımızla anmaktayız. Onlar bize, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş yokluk ve sıkıntılara terk edilmiş milletimizin, tüm bu zorluklara ve baskılara rağmen tarihe altın harflerle yazdırdıkları 30 Ağustos Zaferi’nin iman, sabır ve kararlılıkla kenetlenildiğinde nasıl bütün zorlukların üstesinden gelinebileceğini açık bir şekilde gösterdikleri bir destandır. Bu onurlu mücadelede Türk milletinin en büyük dayanağı ve gücü, Allah’a olan sarsılmaz imanı, esareti asla kabul etmeyen yüksek karakteri, mukaddesatı ve manevi değerleri uğruna mücadele etmeyi en büyük şeref sayan inancıydı! Bu inanç ve amaçlarla, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını şükran, minnet ve dualarla yâd ediyoruz!
Tarihin en şerefli milleti…
“Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel emir, onu fetheden asker ne güzel asker.”
Peygamber Efendimizin müjdesini verdiği fethe, Fatih Sultan Mehmet ve o günkü şerefli Türk askerleri mazhar olmuşlardı.
Balkan savaşları, Trablusgarp, 7 ana cephe olmak üzere toplam 30 cephede yedi düvele karşı 4 yıl süren 1. Dünya Savaşı ve içeride ki ihanetlere mücadele eden Türk Ordusu bitap düşmüş ve maalesef İstanbul’a 4 asır sonra Haçlılar ayak basmıştı.
Gazi Mustafa Kemal’in öncülüğünde verilen İstiklal Harbi mücadelesi sonucu büyük fedakarlıklarla Haçlılar vatanımızdan kovuldu.
İslam’ın bütün fetihleri ve mücadeleleri aynı ruhla “Milli Görüş” ile yapılmıştır.
İstanbul’u fetheden komutan ve askerleri nasıl Milli Görüş ruhuna sahipse, İstanbul’u düşman işgalinden kurtaran komutan da askerleri de aynı görüşteydi…
Maalesef ülkemizde tarih tersten okutulmaktadır! Vatanı için müadece edenler hain, siyonist uşakları ise kahraman olarak gösterilmektedir.
Erbakan Hocamızın tabiriyle “Bizim tarihimiz batılılarda olsa, batılılar bizi konuşturmaz eşek gibi anırtırlardı.”
Böyle temiz, pak, zaferlerle, adaletle, merhametle dolu olan bir tarihimiz varken; “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen münafıkların peşinden gitmek ahmaklıktır!
Tertemiz tarihimizi ve şerefimizi kirletmeye çalışan AKP İKTİDARIDIR!
Bilindiği üzere iktidar olur olmaz ilk icraatlarından biri olan 1 Mart Tezkeresini Meclise sunan AKP iktidarı, Irak’ı, kahpe Amerikan Devleti ile fiilen işgal etmeye kalkmıştı!
Millilerin çabası sonucu; Milletvekillerine, girilecek vebalin altından kalkmayacakları anlatılmış ve 1 Mart tezkeresi geçmemişti.
Buna rağmen Irak, Libya ve Suriye’nin parçalanmasına fiilen destek veren AKP hükümeti ve destekçileri bu vebalin altından kalkamayacaktır.
“7 sülaleniz alnını secdeden kaldırmasa, Irak ta ölen bir Müslümanın vebalini ödeyemez.” Prof. DR. Necmettin Erbakan
Atatürk’ün öncülüğünde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kıyamet sabahını görecek, Erbakan Hocanın projeleri ve sadıklarıyla Türkiye ecdadı gibi dünyaya tekrar adaleti getirecektir İnşAllah.
Adil Düzen’den sonra gerçek Atatürk’ü başta ahmaklar olmak üzere bütün dünya doğru şekilde tanıyacaktır!
CHP NEREYE NE MESAJI VERİYOR!
Evet, bu şanlı zaferimizi tüm ülke olarak büyük bir onur, gurur ve şerefle kutluyoruz. Fakat ilginç bir durum yaşanıyor. CHP sessizliğe bürünmüş durumda. Ne elle tutulur, gözle görülür bir açıklama, nede zaferle ilgili ses getirecek bir mesaj yayınlanmaması kafalarda soru işareti oluşturdu. CHP bu tavrıyla nereye ve ne mesajı verdi zamanla göreceğiz.. Tamam birileri sömürüyor, istismar amaçlı hareket ediyor olabilir, ama bu durum bazılarının sessiz kalmasına mazaret teşkil etmez.
ŞEYTAN GİBİ ZEKİ!..
Dünya şeytan gibi Zeki’lerin tapınağı olmuş. Mesela bu mesrursuz şeytan kafalı birisinin, “Efendim Kurtuluş Savaşı diye bir savaş olmadı. Masa başında hikayeyi yazdılar” gibi yalan, iftira ve alçakça bir yaklaşımda bulunması, şeytana uşaklığın en büyük göstergesidir. Erbakan Hocamıza iftira atan bu zevat, bu konu dada alçakça yorumlar yapıyorlar. Bir insan hem şeytan kafalı hem de zeki olabilir mi? Evet, olur olur. Hemde bal gibi olur.
“Bir gün yanıldık!”
Bu milletin tüm fertlerine ülkü olacak cinsten bir başarı ifadesi olarak “Bir gün yanıldık” sözü, insanın tüm bu buhran içerisinde nefes almasını sağlayan temiz hava kaynağı gibi. Mevlam, o şanlı mücadeleyi veren tüm büyüklerimizin mekanlarını cennet eylesin.