YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6574dd61caa5a
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 3 3 4
Bugün : 165
Dün : 11955
Bu ay : 111035
Geçen ay : 302569
Toplam : 21354017
IP'niz : 18.205.26.39

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, AKP İKTİDARININ AYNASIDIR VE YÜZ KARASIDIR

 

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ,

AKP İKTİDARININ AYNASIDIR VE YÜZ KARASIDIR

        

Şeytan ayrıntılarda saklıdır. Dikkatle okunursa İstanbul Sözleşmesi’nin aileyi çökertmek için kaleme alındığı anlaşılacaktır.

AKP Türkiye’sinin böylesine sinsice ve haince hazırlanmış İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ülke olması enteresandır. Erdoğan iktidarının hiçbir fikir alışverişine başvurulmadan, toplumda ve uzman kadrolarca tartışılmadan, aceleyle oldubittiye getirilerek imzaladığı İstanbul Sözleşmesi; adeta aile yapımızı çökertmek için kaleme alınmıştır. Bu sözleşme; erkeğin kadın üzerindeki sözde iktidarını kaldırmak için değil, bizzat küresel emperyalizmin insan genlerinin alınıp satıldığı, yaşamın ücretle kiralandığı, bioiktidarını tesis etme gayesiyle hazırlanmıştır. Toplumsallığı ortadan kaldırmak, aileleri parçalamak ve bireyselliğin kapitalizme hizmet etmesini sağlamak amacı taşımaktadır. Mesele kadınları korumak değil, erkeği ve kadını tüketim objesi ve sözleşmeli seks işçisi konumuna sokmaktır. Daha önceki aileyi korumaya yönelik düzenlemeler ise bu sözleşmeye dayanılarak çıkarılmış ve aileyi yıkmayı amaçlamış ve detaylandırmıştır.

Ahlâki kurallara ve karşılıklı sorumluluklara dayanan aile yapımıza dinamit koyan İstanbul Sözleşmesi’nin Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi kılıflı kanun maddeleri, toplumun temel taşı olan aileyi parçalamakta ve hayatlarını birleştirmiş olan kadın ve erkeği birbirinden bağımsız iki varlık olarak ele almaktadır. Ortak ve kutsal bir yaşam merkezi olan aile yuvası, sadece kadınlara uygulanacak pozitif ayrımcılık neticesinde Haçlı ve ahlâksız Batı’daki gibi bir “birliktelik kurumu”na çevrilmeye çalışılmaktadır.

Bütün bunlar; “kadını koruma” kılıfı altında, “kadını kışkırtıp kurgulama ve evlilik temeline dinamit koyma” planlarıdır. Kadınların özgürlük yalanıyla böylesine huysuzlaştırılıp hırçınlaştırılması, sadece erkeklerin kıskançlığını artıracak ve aile yuvasının huzurunu bozacaktır. Bu sözleşme ile “namus ve onur kavramı, hatta Yüce Dinimizin kutsal kuralları” aşağılanmakta ve bütün bu tavırlar kadınlarımızı azdırmaktan, erkeklerimizi ise kızdırıp zıvanadan çıkarmaktan başka işe yaramayacaktır. Erkeklerin ve kadınların bu karşılıklı hırçınlıkları Kur’an’da “Nüşûz” kavramıyla anlatılmaktadır. Nüşûz; kadının kocasına saygısızlık ve saldırganlığını… Kocasını aşağılayıp ona karşı üstünlük taslamasını ve onu takmayıp başına buyruk davranmasını anlatır.

Kadın ve erkeğin huysuzlaşıp hırçınlaşması

Sözlükte “yükselip yukarı çıkmak, ayağa kalkmak; (eşler) geçimsiz davranmak” gibi anlamlara gelen “nüşûz” kelimesi, fıkıhta “kadının evlilik hukukuna riayet etmemesi, evlilik birliğini sürdürmeyi engelleyecek düzeyde geçimsizlik sergilemesi” anlamını taşımaktadır. Bu durumdaki kadına “nâşize” tabiri kullanılır. Genellikle kadın için kullanılan nüşûz kelimesi, erkeğe izafe edilerek kullanıldığında; “kocanın karısına karşı görevlerinde ihmalkâr davranmasını ve ona karşı kötü muamelede bulunmasını” anlatır. Kur’an-ı Kerim’de nüşûz kökünden türeyen kelimelerin başka bağlamlarda kullanımına iki ayette rastlanırsa da[1] bu kelime terim anlamında biri kadın (Nisa 4/34), diğeri erkek (Nisa 4/128) hakkında olmak üzere iki yerde geçmektedir. Kadının nüşûzünden bahseden ayette; ailede erkeklerin koruyucu ve sorumlu (kavvâm) konumunda bulunduğu, sâliha kadınların da Allah’ın buyruklarına itaatkâr olduğu belirtildikten sonra, nüşûz alâmeti gösteren kadınlara; aile düzenini korumak amacıyla kocaları tarafından uygulanabilecek bir dizi yöntemden söz edilmekte ve evlilik düzenine uyum göstermeleri halinde, kendilerine karşı başka bir yol aranmaması öğütlenmektedir. Erkekle ilgili ayette ise: Bir kadının; kocasının kötü davranışlarından veya evlilik birliğinin gereklerine kayıtsız kalmasından endişe etmesi durumunda, aralarını anlaşma ile düzeltmelerinde ikisi için bir sakınca olmadığı belirtilmektedir. Her iki ayette nüşûz kavramının içeriğine ilişkin bir açıklama bulunmamakla birlikte, İslâm âlimleri bu kavramın anlam çerçevesini erkeğe ve kadına göre ayrı ayrı belirlemeye gayret etmişlerdir.

Fakihlerin bu konudaki tespit ve değerlendirmelerine yön veren temel bakış açısı şöyledir: İslâm’a göre, usulüne uygun biçimde kurulmuş evlilik akdi karı ve koca için şahsî ve malî birtakım hak ve vecibeler doğurmaktadır.[2] Karşılıklı iyi muamele, sevgi, saygı ve sadakat, birbirinin cinsel yönlerinden yararlanma, birlikte oturma, çocukların bakım ve terbiyesinde sorumluluk alma, eşlerin ortak hak ve görevleri sayılmıştır. Kur’an ve Sünnet; insan olarak erkekle kadını eşit kabul ettiği gibi, fıkıhtaki düzenlemeler de kadının kocasına karşı bağımsız bir kişiliğe sahip bulunduğu esası üzerine kurulmuş durumdadır. Fakat ailede huzurun temini ve karmaşanın önlenmesi için bir yandan kadın ve erkeğin fıtrî (doğal) yapıları, öte yandan erkeğin aile ve toplum hayatında yüklenmiş olduğu ağır sorumluluklar göz önünde tutularak aile reisliği normal şartlarda kocanın uhdesine verilmiş, kocaya aile ilişkilerinde kadına göre nispi bir yetki ve görev statüsü tanınmıştır.[3] Bu haklar ve sorumluluklar dengesi içinde meselâ zengin bile olsa evlilik içinde kadının her türlü masrafı kocaya ait olup kocanın miras dışında karısı üzerinde herhangi bir malî hakkı bulunmamaktadır.[4] Buna karşılık kadının da -kocanın mehir ve nafaka mükellefiyetini yerine getirmesi şartıyla- meşru ve maruf ölçülerde kocasına uyumlu davranma, onun bilgisi ve izni olmadan evi terk edip uzaklaşmama, kocanın yokluğunda evine ve haklarına sahip çıkma yükümlülüğü vardır.[5]

Evliliğin getirdiği hak ve görevlerin erkek ve kadın açısından taşıdığı farklılıklar sebebiyle, “nüşûz”ün muhtevası ve sonuçları iki tarafa nispetle değişmekle beraber, İslam dinindeki yerleşik kurala göre; dine ve örfe, ahlâki ve ailevi değerlere aykırı hususlarda kadının kocasına itaat yükümlülüğü zaten bulunmamaktadır.[6] Ancak, kadının geçerli bir mazereti bulunmadığı halde; kocasının evine taşınmaması ya da kocasının rızası olmadan evi terk edip ayrılması, onun izin vermediği kimseleri eve alması, kocasından izinsiz veya mahremsiz yolculuğa çıkması, uygun olmayan mekânlara takılması, kadınlık onuruna ve aile yuvasına yakışmayan mesleklerle uğraşması, kocasıyla birlikte yolculuğa çıkmaktan veya mazeretsiz onun cinsel isteklerine karşılık sunmaktan kaçınması, maddî veya dinî temizliği aksatması, kocasını kıskandıracak tavırlara kalkışması, kocasının rızası dışında nafile ibadetlerle meşgul olması, kocasının malını koruma hususunda özensiz davranması gibi durumlar “nüşûz=huysuzluk” sayılmıştır.

Kur’an erkeğe; kadının kendisini rahatsız eden tavırları karşısında sabırlı ve hoşgörülü olmasını buyurmakta,[7] geçinme ve birlikte hayat geçirme imkânı yoksa güzellikle ayrılmaları ve bu süreçte karşılıklı haklara saygılı davranmaları konusunda uyarmıştır.[8] Bununla beraber aile birliğinin devam etmesi ve aile içi problemlerin büyüyüp dışarıya aksetmeden ve boşanma noktasına gelmeden çözülmesi esas kabul edildiği için kocanın, aile reisine tanınan sınırlı yetkiler çerçevesinde, evlilik hukukuna ve aile ahlâkına riayet etmeyen karısına yönelik bazı tedbirler uygulayabileceğini de şartlara bağlamıştır. Ancak asıl başvurulması istenen yol, öğüt ve ikna yöntemi olmaktadır.[9] Resul-i Ekrem’in sözleri ve uygulamaları ayetin bu şekilde anlaşılmasını gerekli kılmaktadır.

Sevgili Peygamberimiz, bir yolculuk esnasında develeri süren görevli bir türkü tutturup develeri hızlı hızlı yürütmeye başlayınca, develerin üzerinde oturan kadınların rahatsızlığını fark edip devecinin adıyla hitap ederek: “Ya Enceş, billur kristal yüklü develeri sürerken yavaş ol” buyuruyordu.[10]

Eşyadan en temiz, en duru, en pürüzsüz olan kristal cama billur deniliyordu. Sevgili Peygamberimiz hem onları rahatsız edeni uyarıyor hem de hanımları tarif ederken eşyanın en güzeliyle, istiare yoluyla billura benzetiyor ve kırılmamalarını istiyordu. Kur’an-ı Kerim’i en iyi bilen, uygulayan ve insanlığa en iyi açıkladığı gibi gösteren Sevgili Peygamberimizin, eşlerinden hiçbirine tokat vurduğu görülmediği ve duyulmadığı gibi gönüllerini kırdığına bile şahit olunmuyordu. Ama o değerli annelerimiz, Sevgili Peygamberimizi üzdüklerinde, o hiçbir şey söylemeden, fiili bir şey yapmadan ev içinde 29 gün ayrı kalıyordu. Eşlerinin gönüllerinin kırılmamasına o kadar özen gösteriyordu ki, vefat ettiği hastalığı esnasında, Hazreti Aişe anamızın evinde kalması için Sevgili Peygamberimiz, diğer eşlerinden izin istiyordu.[11]

Devlet Başkanından aile reisine kadar her insanın, her erkeğin ve her kadının, gözetici ve yönetici olduğunu Sevgili Peygamberimiz şöyle ifade ediyordu: “Hepiniz, idarecisiniz ve hepiniz gözetip yönettiğinizden sorumlu kimselersiniz. Devlet Başkanı gözetip yönetendendir. Erkek, evinin gözetip yönetenidir. Kadın; eşinin, evinin ve çocuklarının gözetip yönetenidir. Hepiniz, gözetip yönettiğinden sorumlu vaziyettedir.”[12] “Hepiniz” dedikten sonra Devlet Başkanı ile birlikte ayrıca erkeği ve kadını da sayıyor, bizim yanlış anlamamızı engellemek için açıklıyordu. “Akşam koynuna sokulacağınız ve yüzüne bakacağınız eşinizi, gündüz kırıp dökmeyin!” buyuruyordu.[13]

İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 düzenlemesine neden karşıyız?

Bu mel’un İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ve onun uygulanması için çıkarılan 6284’e neden karşı çıktığımız ve acilen iptal edilmesi için çağrı yaptığımız konusunda, şu önemli tespitleri dikkatlerinize sunuyoruz:

1- İnancımızdan dolayı karşıyız. “Toplumsal cinsiyet eşitliği” adı altında cinsiyet rollerine savaş açan, kadını erkekleştirme, erkeği kadınlaştırma politikalarını çok tahripçi ve tehlikeli bulmaktayız. Ailenin çatısı, cinsiyet farklılığı ve eşlerin fıtri ve ahlâki sorumluluk ve saygınlıkları üzerine kurulmaktadır. Cinsiyet yoksa aile de yıkılacaktır. Aile yoksa; din de devlet de ülke de yok olacaktır.

2- İstanbul Sözleşmesi’ne, eşcinselliği meşru kabul ettiği için karşıyız. Dinimizce lanetlenen, aklen, ahlâken ve vicdanen de nefret edilen sapkınlıkların, kanunlarla meşrulaştırılmasına ve yaygınlaştırılmasına asla razı olamayız.

3- İstanbul Sözleşmesi ile açıkça dine, ahlâki ve ailevi değerlere ve kutsal namus ve edep ölçülerine savaş açıldığı için karşıyız.

4- Bu sözleşmeye, adaletsiz olduğu için karşıyız. Çünkü İstanbul Sözleşmesi ve 6284 “kadının kurban-erkeğin saldırgan” olduğu ön kabulü ile hazırlanmıştır. Kadının beyanı esas kılınmış ve yeterli sayılmıştır. Bu da erkek cinsiyetini baştan suçlu ilan ettiği için masumiyet karinesine ve insan haklarına aykırıdır.

5- İstanbul Sözleşmesi, cinsiyetçi bir yasa olduğu için karşıyız. Cinsiyetçilik de ırkçılık gibi faşist-bölücü bir akımdır. Bazı sapık ve cani erkeklerin suçunu bütün erkeklerin üzerine yıkarak medyada sürekli “erkek şiddeti” diyerek, erkek cinsiyetini suçlu ilan etmek bölücülük ve kışkırtıcılıktır.

6- 6284’e, açıkça ayrımcılık yaptığı için karşıyız. “Kadın hakları-erkek hakları” gibi hak ayrımcılığı ile cinsiyetçilik yapılmaktadır. İnsanların hakları vardır ve bir ülkenin kanunları vatandaşlarını kadın-erkek demeden korumak zorundadır. Kanunlarda bir eksiklik varsa bir cinsiyet için ayrı kanun çıkarılmaz, sadece ve gereğince kanunlarda değişiklik yapılır.

7- İstanbul Sözleşmesi, kadın ve erkeği birbirine düşman ettiği için karşıyız. Kadın karşısında erkeği suçlu ilan edip erkeği ötekileştirmek, kadın ve erkek arasına düşmanlık tohumu serpmekten başka bir işe yaramayacaktır. 6284 sonrası kanunlarla kışkırtılan binlerce kadın, eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kalmadığı halde kocalarını evden attırmıştır. Bu da sözleşme ile ekilen düşmanlık tohumlarının ürün verdiğinin kanıtıdır. Polis zoru ile evinden atılan, hakkında uzaklaştırma kararı alınan kocaların çoğunun, artık karısı pişman olsa bile eve dönmeyip boşanmayı tercih etmeleri, yuvaları dağıtmaktadır.

8- Bu sözleşmeye, aileyi dağıttığı için karşıyız. Tabii ki evliliklerin azalması ve boşanmaların artmasının tek sebebi bu sözleşme değil, hiçbirimiz de bunu iddia etmiyoruz; fakat ailelerin dağılmasında büyük ve hızlı bir etkisi olduğu da açıktır ve tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.

9- 6284’e, kadını üstün cinsiyet ilan ettiği için karşıyız. Şiddet tanımı içindeki özellikle “psikolojik şiddet” kadınların da uyguladığı bir şiddet çeşidi olduğu halde, sanki kadın bütün bu şiddet çeşitlerinden arınmış olan, hiçbir şekilde erkeğe psikolojik şiddet uygulamayan “üstün bir cinsiyet”, olarak kabul edildiği için yanlıştır, haksızlıktır. Bu da toplumun haksızlık yapan kadınların “Ben kadınım kadın!..” gibi söylemlerle, sadece kadın olduğu için, kendileri haksızken bile haklı çıkması gerektiği yanılgısına düşmelerine sebep olmaktadır.

10- İstanbul Sözleşmesi, ailenin yatak odasına kadar iç işlerine karışıp “Kocaları tecavüzcü” ilan ettiği için karşıyız.

11- Bu düzenlemeye, anlaşmazlıktan sonra karı-kocanın tekrar barıştırılmasına engel olduğu için karşıyız.

12- Böylece aile anlaşmazlıklarının kamu davasına dönüşmesine karşıyız. Bu kişilerin özgür iradesine saygısızlıktır.

13- Bu tür kanunların, kadınların eline erkeklere karşı canları istedikleri şekilde sallayacakları bir sopa olarak verilmesine karşıyız. Karı-koca anlaşmazlıklarında eğitimle ve nasihatle hallolacak pek çok evlilik problemlerinin çözümü için adım atılmayıp, onarmak yerine, dağıtmak için çalışmalar yapılmasına karşıyız.

14- 6284’e göre cezalar toptancı olduğu için karşıyız. Erkeğin kadına sert bir söz söylemesi ile dövmesini, “şiddet” diye aynı kefeye koyması, kadına laf atması ile tecavüze kalkışmasını “cinsel istismar” diye aynı kategoride sayması ve hepsini aynı kanunla yargılaması ve birbirine yakın cezalar konulması adalete aykırıdır. Adaletsiz yasalar; halkın devletine olan güvenini sarsacak, hatta kanun tanımazlığa ve isyana sürüklemiş olacaktır.

15- İstanbul Sözleşmesi’ne, insanların şeref ve haysiyetleri güvence altında olmadığı için karşıyız. Cinsel istismar konusunda kadının beyanı esas olduğu için, iftiralar karşısında erkeklerin ve ailelerinin haysiyetleri korunaksızdır. Kanundan sonra birilerine düşmanlık besleyen bazı kadınlar cinsel istismar iftirası atarak öç almaya başlamıştır. Bu iftiralarla erkeklerin hem hürriyetleri kısıtlanmakta hem de toplum nezdinde aşağılanmaya maruz kalınmaktadır. Cinsel istismar iftiraları ile binlerce erkek masum olduğuna dair açık delilleri olduğu halde, ağır cezalarla zindanlara atıldığı için karşıyız.

16- Biz bu 6284’e, genç evlilerin yuvasını dağıttığı için karşıyız. İstanbul Sözleşmesi’nden sonra; 18 yaş altında evlenen erkekler cinsel istismar suçu ile yargılanarak, 10-15-20 yıl gibi tecavüzcülerle aynı cezaları almaktadır. Hürriyetleri ellerinden alınıyor, yuvaları dağılıyor, çocukları babasız büyüyor, eşleri maddi ve manevi pek çok sorunla baş başa kalıyor.

17- Biz bu düzenlemeye, kadına karşı şiddeti bitirme bahanesi ile kadına karşı şiddeti artırdığı için karşıyız. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sonrasında kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin arttığı çok açık bir şekilde eldeki verilerle ispatlanmış bulunmaktadır.

18- İstanbul sözleşmesi, kadına karşı şiddet bahanesiyle, Batı ülkelerine ülkemize müdahale hakkı verdiği için karşıyız. Bu ülke güvenliğimiz açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284’ün maddelerinin insan psikolojisi üzerindeki etkilerini, neden psikiyatrlar, psikologlar ve toplum sağlığı uzmanları anlatmıyorlar da sadece bu sözleşmeden kesesini dolduran bazı hukukçular, feministler ve feministlerin yardakçıları savunmaktadır? Hem de şiddeti artırdığını göre göre bu tavır neden takınılmaktadır?

Kısacası biz İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 düzenlemesine; aklımızı ve vicdanımızı kullandığımız için, insana saygıyla yaklaştığımız için, cinsiyetçilik yapmadığımız için, adalet, vicdan ve merhamet sahibi olduğumuz için, dinimize ve aile kurumuna sahip çıktığımız için karşıyız.

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 acilen iptal edilip kaldırılmazsa; AB’ye girmek için yapılan bu taviz ve tahribatlar, telafisi imkânsız sorunlara yol açacaktır.[14] 6284 düzenlemesiyle, eşcinsellik ve lezbiyenlik gibi her türlü ahlâksızlığa resmiyet ve serbestiyet kazandırılıp, reklamlarına ve yaygınlaşmalarına kolaylık sağlanmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili tartışmalarda gerçekler özenle saklanmaktadır. Bazı gruplar İstanbul Sözleşmesi’nin kadını koruduğunu savunadursunlar, rakamlar onları yalanlamaktadır. Bu mel’un sözleşmenin yürürlüğe girdiği 2012 yılında 200 kadın cinayete kurban giderken, 2018’de bu 440’a çıkmış, 2019’da ise daha da azıtmıştır.

Son günlerde yaşanan kadına şiddet olaylarıyla birlikte, İstanbul Sözleşmesi’nin akıbeti tekrar tartışılmaya başlanıyordu. Kırıkkale’de eski eşi tarafından 10 yaşındaki kızının gözü önünde bıçaklanarak öldürülen Emine Bulut cinayeti, gündeme tekrar kadına şiddeti ve İstanbul Sözleşmesi’ni oturtuyordu. Bazı kesimler İstanbul Sözleşmesi’nin devam etmesi yönünde açıklamalar ve çalışmalar yaparken büyük bir kesim ise haklı olarak sözleşmenin aile kurumunu parçaladığını söylüyordu. Gerçekten rakamlar, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi amacıyla imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti önlemeyip artırdığı gibi, aile kurumunun parçalanmasına zemin hazırladığını ortaya koyuyordu. Türkiye’de son 10 yılda 2 bin 702 kadın şiddette maruz kalarak hayatını kaybederken Türkiye’nin 14 Mart 2012 tarihinde onayladığı İstanbul Sözleşmesi’nden sonra bu sayının her yıl katlanması ise dikkat çekiyordu.

Engellemiyor, körüklüyordu!

İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışmalar kafa karıştırıyordu. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan, güya “kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi” amacıyla İstanbul Sözleşmesi’ni Türkiye 14 Mart 2012 tarihinde onaylıyordu. Ancak gelinen noktada sözleşmenin işe yaramadığı, şiddeti daha da azdırdığı rakamlara yansıyordu! Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre; 2008 ile 2017 yılları arasında toplamda 2 bin 337 kadın şiddet görerek hayatını kaybederken, sadece 2018 yılında ise ne yazık ki 440 kadın cinayete kurban gidiyordu. Kadın cinayetleri her yıl bir önceki yılı katlarken 2012 yılında Türkiye’de onaylanan İstanbul Sözleşmesi’nin kesinlikle çare olmadığı görülüyordu.

İstanbul Sözleşmesi şiddeti önlemek yerine artırıyordu!

Son 10 yılda 2 bin 702 kadın şiddete kurban ediliyordu. 2008 yılında 80 olan kadın cinayetinin 2018’e gelindiğinde 440’a kadar çıktığı görülüyordu. İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de onaylandığı yıl olan 2012’de 201 kadın cinayete kurban giderken, bu rakamın yıllara göre; 2013’te 237, 2014’te 294, 2015’te 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2018’de ise 440 oluyordu. Rakamlara göre İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti ve cinayetleri önleyemezken, sözleşmenin yürürlükte olduğu yıllarda cinayetlerin daha fazla olduğunu da gösteriyordu.

Sözleşme Türk aile yapısını yok ediyordu.

Öte yandan İstanbul Sözleşmesi’nin aile kurumunu parçaladığı da anlaşılıyordu. Sözleşme ile birlikte yapılan bazı düzenlemeler, erkeğin evden uzaklaştırılmasını, çocuklarından ayrı kalmasını ve süresiz ödenen nafakalara maruz kalmasını öngörüyordu. Bu düzenlemeler ise aile kurumunun parçalanmasına yol açıyordu. Uzmanlar, evden uzun süre uzaklaştırılan ya da çocuklarını görmesine müsaade edilmeyen erkeğin bir daha eve dönmekten soğuduğunu ve bu sebeple yuvanın yıkılmasına neden olduğunu belirtiyordu. İstanbul Sözleşmesi’ndeki bazı düzenlemelerin milli örf, âdet ve değerlerimize aykırı olduğu belirtilirken, sözleşmenin devamı halinde Türk aile kurumunun yok olmakla karşı karşıya kalacağı vurgulanıyordu.

Yandaş yazarların yarım bıraktıkları!

“Son dönemde kurbanın kadın olduğu dramatik cinayetler üzerinden başlayan tartışma, yine yıllardır tekrar edilen klişe çerçeveye hapsediliyordu. Aynı sloganlar, bugüne kadar hangi katili caydırdığını merak ettiğimiz “kadını öldürmenin, ona şiddet uygulamanın kötü bir şey olduğuna” dair uyarılar ve kamu spotları yine havada uçuşuyordu. Tabi, yaşadığımız toplumsal travmanın boyutları, kimi vicdan kuaförlerinin de ağzını sulandırıyordu. Karısını dövdüğü mahkemece tescillenen gazeteci İnstagram’da, Twitter’da “Kadına şiddete hayır” paylaşımları yapıyor ve alkışlanıyordu. Yine kendisi gibi spiker olan karısına şiddet uyguladığı için uzaklaştırma cezası alan adamın, kadına karşı şiddetin konuşulduğu panellerde “erkekleri lanetlediğine” bile şahit olunuyordu. Bu önemli sorunla ilgili bir arpa boyu yol alamamamızın ve sözünü ettiğimiz goygoyculuğa gün doğmasının nedeni ise, tartışmayı domine eden profesyonellerin; “Erkeklerin erkekliklerinden ötürü kadınları öldürdüğüne” dair önermeyi dayatmaları oluyordu. Oysa bu söylem cinsiyetçi bir yaklaşım olduğu kadar, şiddetin gerçek motivasyonları da kasıtlı olarak örtülüyordu. Çünkü kadına, erkeğe, bebeğe, yaşlıya, hayvana karşı şiddetin cinsiyetten daha baskın sorunlardan kaynaklandığı bilimsel olarak ortada duruyordu.

TV’de, yedi kadının “erkek terörü” kj’leriyle yürüttükleri bir programı izlerken bir tweet attım. Ölümle sonuçlanan şiddet eylemlerinde, cinayetlerde mağdurların çoğunluğunun erkek (BM verilerine göre öldürülen her 10 kişiden 8’i erkek) olduğunu yazdım. Derken kanaldan arayıp tweetimle ilgili beni yayına bağlamak istediklerini söylediler. Tartışmaya farklı bir perspektif getirir diye bağlandım. Katılımcılar hep birlikte aynı anda bana cevap verip sorular sordukları için telefonda içlerinden ancak birinin ikisinin söylediğini duyuyordum. Birisi: “Emine Bulut’u kim öldürdü?” diye bağırıyordu. “Katil” dedim. Ama gürültünün içinde eriyip gitmiş olacak ki, “bir erkek, erkekler öldürdü” diye mırıldanıyordu. Hatta telefonu kapattıktan sonra benden ismimle değil “erkek” diye bahsedildiğini tebessüm ederek izlediğim programda, Kezban Hatemi’nin ağzından çıkan şu sözler hâlâ kulaklarımda çınlıyordu:

“Sorunu çıkartan da erkek, savaşı çıkartan da erkek, her türlü musibeti başımıza getiren de erkek!!! Dolayısıyla kadınlar bu dünyayı düzeltecek. Bu kadar basit. Açıkça söyleyelim. Savaşta mı ölmüş, erkekler erkekleri öldürmüş!” diyen Kezban Hatemi açıkça ayrımcılık ve kışkırtıcılık yapıyordu.

Ne diyeyim, “Allah eşi Hüseyin Bey’e sabır versin!” demek dışında elimizden bir şey gelmiyordu. Bu arada iki yıl önce bugün, bir cinayete kurban giden Sevgili Vatan Şaşmaz’la ilgili haberler gazetelerde yer alıyordu. Vatan’ı bir otel odasında öldüren katilin kadın olmasına yapılan vurguları da aynı şaşkınlıkla okudum. Zira bu cinayette de katilin cinsiyetinden öte onun motivasyonunun olduğu ortada iken konu çarpıtılıyordu”[15] diyen yandaş yazar, kadına şiddet istismarını, kasıtlı ve kışkırtıcı cinsiyet ayrımını tenkit etmekte haklıydı. Ama her nedense, sorunun asıl kaynağı olan İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 düzenlemesine hiç dokunmamıştı.

Kadın-erkek ayrımı sahtekârlıktır, İslam’a da insanlığa da aykırıdır!

Şeytan, Âdem’den intikam almak için kadını (Havva anamızı) kışkırtırken, modern şeytan olan Siyonizm ve emperyalizm de dünyanın sonunu getirmek için kadını kullanmaya başlamıştı. Modernizmin tüm özgürlük tuzakları kadınla alâkalıydı ve kadın, erkeğe önce rakip ve sonra da düşman konuma taşınmıştı. Halbuki medeniyetler kadın ve erkeğin uyumunda ortaya çıkardı… Kadınlar eğer bugün mutsuzsa, bunun en önemli nedeni; mutluluğun ortağı erkekleri düşman sayan kışkırtıcı yaklaşımlardan dolayıdır. Hâlbuki mutluluk iki tarafın uyumu ile olacaktı, çünkü insanın bir yüzü dişi diğer yüzü erkekti ve mutlaka bunların bir arada olması ve evlenip yuva kurması lazımdı. Düşmanlık ve nefret değil ünsiyet ve ülfete ihtiyaç vardı. Aile denilen yapının mutlaka güçlendirilmesi sağlanmalıydı.

Bugünkü kadın cinayetlerinde, İstanbul Sözleşmesi gibi yasaları geçiren iktidarın ve bunu teşvik eden kadın kuruluşlarının da günahı vardı. Yapılması gereken aileyi güçlendirmekti… Hasta bünyeyi tedavi etmekti… Bir tarafı suçlu ilan edip ezmek değildi… Yanlıştan geç olmadan dönülmeliydi. Bir an önce toplumun temel taşı olan aile yapımızı güçlendirici önlemlere girişilmeliydi. Sorunu çözmek için feminal (kadını kutsayıcı, erkeği suçlayıcı) veya maskülen (erkeği öne çıkarıcı ve kışkırtıcı) önlemler değil, insani önlemler gerekliydi. Yoksa bu sorunlar ailenin tamamen yok edilmesine ve ailesiz topluma evrilmesine kadar bizi götürebilecektir. Böyle bir toplum artık ayakta kalır mı bilemeyiz… Batılı unsurların yaratmak istedikleri de zaten bu değil midir? Bakmayın feminist örgütlere, onlar Avrupa Birliği’nin verdiği yığınla para ile keyif çatmanın peşindedir. Haçlı ve ahlâksız Batı; bir toplumu çökertmek için önce aileden başlamayı tercih etmiştir ve ülkemiz üzerinde çok büyük bir psikolojik savaş yürütülmektedir. Liderlerin ve siyasilerimizin bir an önce uyanmaları gerekir…

“Emineler öldürülmesin!” demek yetersizdir, hatta aslında Emineleri siz öldürmektesiniz! Allah Resulü’nün “kadınlar Allah’ın size bir emanetidirdüsturunu kaldırıp onun yerine Avrupa feminizmini, İstanbul sözleşmelerini, 6284 sayılı düzenlemeleri, kadının beyanı esastır ilkesizliğini ve bilumum bunun gibi dengesizlikleri getirirseniz daha büyük felaketlere davetiye gönderirsiniz!”[16]

Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:

{mp3}istanbulsozlesmesiakpyuzaynasi{/mp3}

 

 

 


[1] Bak: Bakara 2/259; Mücadele 58/11

[2] Bakara 2/228; Nisa 4/20-21; Talâk 65/7

[3] Bakara 2/228, Nisa 4/34, Buhari, “Nikâh”, 90; “Ahkâm”, 1; Müslim, “İmâre”, 20

[4] Bakara 2/233; Nisa 4/34; Talâk 65/6; Buhari, “Nafaḳāt”, 1-4; Müslim, “Ḥac”, 147; İbn Mâce, “Nikâh”, 3; Ebû Davud, “Nikâh”, 40

[5] Nisa 4/34; İbn Mâce, “Nikâh”, 5; Nesâî, “Nikâh”, 14

[6] Buhari, “Nikâh”, 94; “Ahkâm”, 4; Müslim, “İmâre”, 3

[7] Nisa 4/19

[8] Talâk 65/1-2, 6-7

[9] Nisâ 4/34

[10] Buhari, Sahih, K. Edep, bab 116, Müslim, Sahih, K. Fezail, bab 18, Ahmed, Müsned, Enes bin Malik hadisi

[11] Buhari, Sahih, K. Nikâh, bab 104

[12] Buhari, Sahih, K. Nikâh, bab 90

[13] mahmuttoptas@milligazete.com.tr

[14] http://www.cocukaile.net/istanbul-sozlesmesi-ve-6284-e-neden-karsiyiz/

[15] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/melihaltinok/2019/08/28/erkeklere-olum

[16] ibrahimhaliler@milligazete.com.tr

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ömer ÇAĞIL

Ömer ÇAĞIL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
7 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Orhan

28 Şubat mağdurları nerelerdesiniz.?
1996 97 98 99 larda O dönemde her cuma çıkışında başörtüsü yasağı kalksın diye protesto gösterisi yapan dini tarikat ve cemaat mensublari ve yenilikçi hareket adı altından , “Erbakan hoca biraksin siyaseti gençlere” diyen ozaman in davulcuları
Bugünün Akp akademisyenleri ! İlahiyatçı lari ! Tarikat şeyhleri hocaları kanaat önderleri nerelerdesiniz.?

Hak ve hakikat tin yasayan büyük lideri Erbakan hoca elini bırakıp terkedenler, Erbakan hoca düşmanına eliyle hizmet eder.
Toplum temeli aile kavramı bitirmek için atılan
Kanun 2011 den beri yürürlükte, Allah’ın lanetledigi eşcinsel ahlaksızlık kanunla koruma altına alındi, bu vebal sizlere yeter. Bizler muhalefet halk makamindayiz sizinkiler Meclis de yetki ve kanun koyma yasama Haydi bu kanunu geri iptal edinde görelim sizleri….

Necmettin

FETHİ MÜBİN YAKLAŞMIŞ!..
Bak şu boynuzluya,aileyi dinamitlemiş
Müslüman nesilleri ,sapkınlığa sevkeylemiş
Namus için Kurtuluş, Harbi yapan bir Milleti
Çıkar için din taciri, siyoniste satıvermiş!..

Kim ne ekmiş,onu biçmiş;yaşattığın yaşarsın
Hem batıla destek verir,hemde saçın yolarsın
Ölüm gelir perde kalkar,ne yaptığın anlarsın!
Müjde mazluma-mümine,FETHİ MÜBİN yaklaşmış!..

Halil AKYÜZ

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ = ZİNA,CİNAYET,VAHŞET
Aile Toplumun en ufak birimi yapı taşıdır.Aile ne kadar güölü olur ise toplum o kadar güçlü olur devlet ayakta olur…
Maalesef bu firavuni düzende ülkemizdeki siyonizmin maşası Toplumun en değerli yapı taşı olan aileyi bozmak ve dağıtmak için elinden geleni yapmakta.İstanbul sözleşmesi=zina,cinayet,vahşet tir
bu durumu gören gençlik evlilikten uzaklaşmakta bu durumu gören ana babalar çocuklarını evlendirmekten korkmakta bu durum ile karşı karşıya gelen aile fertleri birbirlerini hiç acımaksızın kesmekte.Bu yasanın hiç bir tutar yanı yok ve bu yasayı ve bunun gibi bozuk düzeni derleyenleri desteklemekte akıl işi değil şuursuzluk.Biz milli görüşcülerin üzerine düşen her geçen gün daha çok çalışmak bu tür yazıları yazıp çoğaltıp dağıtmak insanları okumaya ve anlamaya teşvik etmek kısa ve öz manidar bir yazı olmuş
kaleminize sağlık Davamıza bereket olur inşaallah Vesselam….

Yakup G.

Milli Çözüm her alanda yazdığı makalelere siyonist projeleri ifşa etmekte ve kurtuluş reçetleri sunmaktadır…
Allah her kavmi bazı özelliklerde yaratmış ve o alanda kabiliyetler lütfetmiştir. Bunlardan özellikle 2 sine yani yahudilere ve Türklere medeniyet kurma yeteneği vermiştir. Biri Rahmani diğeri şeytani olsada her ikisinin de diğer kavimlerden dikkat edilir farkı aileye verilen önem ve kadının rolü ve erkek-kadın ilişkisidir. Birinde soy kadından gelir diğerinde kadına “hatun” lakabı verilir. Birinde kadın kutsal diğerinde emanettir. İşte şeytani ve Rahmani medeniyet inşasının etkileri daha en başta kadına verilen bu manada hissedilir.

Diğer taraftan şeytaniler yani siyonizm işin özünü kavradıkları için medeniyetleri çözülmelerini sağlamak ve çökertmek için en başta temel yapıyı bozmak için kadınları kullanmaktadır. Feminizm diye uydurdukları ve kabullendirdikleri ideolojiyi temele koyarak istismar yolları üzerinden uluslararası anlaşmalar yoluyla kanunlar çıkartmakta, medyanın tüm kanallarıyla bunu beslemektedir. Daha öteye gidip köküne kibrit suyu dökmek için ise tek cins yani cinsiyetsiz bir dünya için LGBTi haklarını bu anlaşmalarla ülkelerin iç yasalarına derç etmektedir.

Asıl amaç sapkın şeytani fikirleri olan dünyanın nüfusunu 500 milyona düşürmek, yapay zeka ile yollarına devam etmek, böylece gerçek manada dünya hakimiyeti sağlamak…

Başlangıç ise aşılar, ilaçlarla, aile yapısını bozmaya, cinsi sapkınlıklarla kısırlaştırma, salgın hastalıklarla, kaosla, savaşla nüfusları azaltmak…

Siyonizm her alanda dezanformasyon ve genetiği bozarak insanlığa saldırmakta, Milli Çözüm ise her alanda bu çalışmaları ifşa etmekte ve kurtuluş reçetesi sunmaktadır. Elhamdulillah.

Allah’ın vaadi haktır ve başaramayacaklardır….

Ali

Millî görüşçü
Bunlar 7/24 başını secdeden kaldırmasa yinede. Bunun vebalini odeyemezler… Allah yardımcımız olsun Rabbim tez zamanda Ülkemize İslâm birliğini Dürüst adaletli Kur’an’ı sünneti uygulayan şeriatı uygulayan yönetici nasip eylesin

A.Hakan

Bu Konu Neden Bekletilmekte!?
İstanbul Sözleşmesi Allah a hamdolsun İlk kez Milli Çözüm duyarlığı ile gündeme geldi.
Konu değişik siyasi partilerin ve halk kesimlernin dikkatiyle Hükümet kanadından yankı da buldu.Fakat her ne hikmetse bir günde acil koduyla mecliste görüşülmesi gerekirken malesef konu bekletilmekte, belliki bi yerler incinecek faturasını ödeyebilirmiyiz telaşıyla konu daha da çıkmaza sokulmaktadır.
Tabi mesele sadece bu kadarda değil..
Bu yasalar evlilerin zinasının suç olmaktan kaldırılmasıyla da ilişkisi elbette vardır.
Bazıları “Evlilerin zinasının suç olmaktan kaldılması, bazı siyasi ve bürokratları da koruma altına aldığından bu konu bilerek sümenaltı ediliyor.” iddialarında görmezden gelinemezdi. Hem bunların akıl hocalarından Dilipakın uyarıları ve ithamları da daha yeniydi.
Şimdi “İstanbul Sözleşmesi AKP iktidarının aynası ve yüz karası” başlığıyla konuyu bir kere daha düşünelim.

Kemal Serkan

Sözü hiç uzatmaya lüzum yok: 8 Milyar İnsanlığın Saadet İlacı Milli Görüş’e İnanmış ve Milli Görüş’ün Tek Temsilcisi Olma Özelliğini Tescillemiş MİLLİ ÇÖZÜM Zihniyetiyle Mümkündür!.. Nokta
Sözü hiç uzatmaya luzum yok: Ülkemizdeki ekonomik ahlak adalet ve sosyal yozlaşmalar çöküntüler şimdiki kafaların o koltukları bırakmaları ve yerlerine 8 Milyar İnsanlığın Saadet İlacı Milli Görüş’e İnanmış ve Milli Görüş’ün Tek Temsilcisi Olma Özelliğini Tescillemiş MİLLİ ÇÖZÜM Zihniyetiyle Mümkündür!..
Nokta

YORUMLAR

Son Yorumlar
7
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx