MİLLİYETÇİLİK, YARARLI VE HAYIRLI
IRKÇILIK İSE, ZARARLI VE HARAMDIR!
Kendi kavmini, mensubiyetini, ülkesini ve devletini sevmek ve sahiplenmek normal bir yaklaşımdır. Aynı dili konuştukları, aynı geçmişi ve gelenekleri paylaştıkları kavmine yakınlık ve yatkınlık duygusu… Vatanına, bayrağına ve kutsalına bağlılık şuuru olan Müspet Milliyetçilik hem doğaldır hem de gerekli ve yararlıdır. Bir hadisinde Hazreti Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizin en hayırlınız, kendi aşiretini ve (kavmini, çeşitli saldırılara karşı) müdafaa edip (savunanlardır). Ancak (İslam’a ve insan haklarına aykırı davranışlara yönelen aşiretini ve kavmini sahiplenip savunmak ise haramdır ve) günahtır.” (Ahmed bin Hanbel – İbn Cerir et-Taberi’nin Ukbe Bin Amir’den tahriciyle)
Kendi kavmini veya kabilesini başkalarından üstün görmek, herkesten daha asaletli ve faziletli olduklarını ileri sürmek ise IRKÇILIK’tır, haramdır ve çağdışı bir saplantıdır. Çünkü bu temelsiz iddia, hâşâ, Cenab-ı Hakkı adaletsizlikle suçlamaktır. Evet, bir kavmi veya kabileyi, diğerlerinden daha üstün özellik ve yeteneklerle yaratıp donatmak, ama aynı imtihana tâbi tutmak adalet ve hakkaniyete aykırıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Şüphesiz Allah, hiçbir şeyle (ve hiçbir şekilde) insanlara zulmetmez. (O, kullarına haksızlık etmekten ve zarar vermekten münezzehtir.) Ancak insanlar (günahlara dalmak, fıtrata ve şeriata aykırı davranmak ve kötülüklere sapmak suretiyle) kendi kendilerine zulmetmekte (bela ve cezaları hak etmekte)dirler.” (Yunus Suresi: 44)
“(Ey kâfirler!) İşte (uğradığınız) bu (şiddet ve zahmet), sizin ellerinizin önceden takdim ettiği işler (kötülük ve nankörlükler) yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara asla zulüm (haksızlık ve yanlışlık) edici değildir (denilecektir).” (Enfâl Suresi: 51)
Irkçılık sapkınlıktır ve Bâtıl Sistemlere uşaklık kılıfıdır!
Herhangi bir ırkın, kavmin ve kabilenin kendisine mahsus bir sistemi bulunmamaktadır. Sadece kapitalist veya sosyalist sistemlere uyum sağlamanın bâtıl bir aracıdır. Bugün ülkemizde, Siyonizm güdümündeki Haçlı AB kriterlerini uygulamanın, yani emperyalist Batı’ya demokratik köle olmanın; İslamcılık veya Türk Irkçılığı gibi jelatinler sarılıp sunulması tam bir sahtekârlıktır.
Bu nedenle diyoruz ki; kendi milletini, milli ve manevi değerlerini, bağımsızlık ve bekasının gereklerini, kutlu simgelerini ve imgelerini, devletini, hürriyet ve haysiyetini sevmek ve sahiplenmek olan MİLLİYETÇİLİK, hem lazımdır hem de yararlıdır. Ancak kendi kavmini ve kabilesini üstün görmek, ama zalim ve kâfir Batılıların bozuk sistemlerini benimseyip Milliyetçilik ve İslamiyetçilik jelatini ile kutlu ideal haline getirmek ise IRKÇILIKTIR ve Batı’ya uşaklıktır!..
Hatta bu ırkçılık sapkınlığına yakalanıp beyni küflenmiş ve kalbi kirlenmiş bazı insanlar arasından: “Bize ne HAMAS’tan, Filistin’den, Gazze’den… Onlar Türk bile değiller, bırakın Araplar düşünsünler!..” diyenler bile çıkmıştır. Evet, işte ırkçılık hapı ve hastalığı, değil sadece İslamlıktan, insanlıktan bile çıkarmaktadır…
Irkçılık saplantısına kapılanların boş iddiaları!
Irkçılık güdenlerle yaptığımız münakaşa ve müzakerelerde, nereye ve niçin gittiğini idrakten aciz ve bütün yaygaraları “uydum kalabalığa” demekten ibaret olan kesimlerin çoğu bir tarafa bırakılırsa, bu iddiada bulunan kimseleri ve öncülerini ikiye ayırmak lazımdır.
Bunların birtakımı “Kökten Türkçü”, diğer takımı “Türkçü İslamcı”dır. Kökten Türkçüler, temelinden yeni bir inanç ve ideal oluşturmak; “yeni bir iman” ile “yeni bir kavim” “yeni bir millet” meydana çıkarmak iddiasındadırlar. Bunların sohbet ve söyleşileri esnasında en makul olarak söylediği sözler aşağı yukarı şu anlamdadır:
“Bizi ırkçılık gayesini gütmeye sevk eden şey, Türklerin içte ve dışta karşılaştıkları tehlikelerdir. Şimdiye kadar bu devletin kurulmasını ve devamını temin için canını ve malını feda etmekte en önde gelen Türklerdir. Bunca çalkantılar ve çarpışmalar, bunca fedakârlıklar neticesinde Türk unsuru zayıf düşmüşlerdir. Milli eğitimi, ticareti, sanatı, ziraatı ve diğer kalkınma programları gerilemiştir. Artık kendini toparlaması ve biraz da kendine bakması lazım gelir. Bunun için de yeni bir mefkûre, Türklük esasına dayanan yeni bir ideal gereklidir. Her şeyden önce buna yönelmelidir. İslam’a bağlılık ise ikinci, üçüncü derecededir. Ahiret işlerini henüz dünyada iken kendine dert edinmek, bizce boşuna bir gayrettir. Biz öncelikle bu dünyadaki saadetimizi temin etmenin yolunu arayıp bilelim. İşte görüyoruz ki, toplumda din duyguları gevşemiştir. ‘İ‘lâ-yi Kelimetullah’a = Allah’ın ismini yükseltmeye’ de Avrupa ve Amerika engeldir. Demek ki eski iman ve İslam anlayışı ile kurtulmamız mümkün değildir. Hem kurtaracak bir şey olsaydı zaten bu hâle düşmezdik. Bir de bu kavmiyet (milliyetçilik) cereyanı Avrupa’dan kopup gelen bir seldir. Bunu durdurup önlemek, boşuna bir gayrettir. Çağdaşlaşıp modernleşerek yükseleceksek Avrupa topluluğundan ayrı düşemeyiz. İşte bu nedenle halkımız, evvelâ Türklük şuuruna ermeli, sonra Müslümanlık gütmelidir.
Malumdur ki, Batılıların ellerine düşen, ekonomik ve siyasi yönden ABD ve AB’nin güdümüne giren İslam ülkelerini birleştirmek artık hayaldir. Kaldı ki İslam toplulukları da din kardeşliği namına zannedildiği kadar birlik değildir. O halde Türklük mefkûresiyle Boğaziçi’nden ta Büyük Okyanus’a kadar, hem ırk hem dil birliği bulunan halkların bir bayrak altında toplanması mümkün iken buna neden gayret etmeyelim?” diyorlar. Hatta bu Aziz Milletimizi, asıl mayası olan İslamiyet’ten ve Hz. Muhammed’den koparmak için tarihin en büyük kâfirlerinden ve canilerinden sayılan Cengiz Han ve Hülâgü Han gibilerin adlarını çocuklarına takıyorlar. Bin yıldan beri çeşitli kavimlerin kanıyla karışa karışa “saf ırk” safsatasından uzaklaşıp, insanlığa örnek ve yüksek medeniyetler sunmuş ve “Müslüman Türk” sıfatını onurla taşımış Aziz Milletimizi dar kapsamlı ve çağdışı ırkçılık akımlarıyla köreltmek ve Haçlı Siyonist Batı’ya, resmen olmasa da, fikren ve fiilen köle etmek istiyorlar.
Öyle ki, ilk Türk ırkçılarından birisi; Macaristanlı bir mühtediye (yeni Müslüman olmuş birine) rastlamış, aslını faslını sormuş, o da anasının Rum, babasının Macar olduğunu söyleyince ona: “Öyleyse dostum siz Türk’sünüz!” diyecek kadar zırvalamıştı.
Gerçi Peygamber Efendimiz Hazretleri tebliğ buyurduğu Dine giren Müslümanlara, isimlerini değiştirmelerini mecbur etmemiştir. Ama bazı Sahabilerin kötü bir mana taşıyan cahiliye isimlerini değiştirdiği bilinmektedir. Mesela: “Zeydülhayl” ismini “Zeydülhayr”a, “Abdül-Uzza” ismini “Abdurrahman”a, “Asi” ismini “Muti”ye, “Asiye” ismini “Cemile”ye çevirmişlerdir. Bundan dolayı olacak ki; bilahare İslam Dinine girenlerin küfür ve kötülük çağrıştıran isimlerini değiştirmek âdet haline gelmiştir. Şimdi tam aksine o güzelim Müslüman adlarını bırakıp kulakların duymadığı tuhaf isimlere çevirmek ise mutlaka art niyetlidir. Müşrik olan sözde ataların ismini alarak, Hristiyanlığa girenlerin vaftiz adını almasını andıran bu girişimlerle Türkler ve ülkemiz yücelseydi, bu hale düşer miydik?
“(O münafıklar; kaypak ve çıkarcı bir tavırla) Bunlar (kâfirlerle Müslümanlar) arasında tereddütle bocalayıp-yalpalayıp durmaktadırlar. Ne o tarafa (bâtıla tam bağlanıp yaranırlar), ne de bu tarafa (İslam’a tam yanaşırlar). Allah’ın (kötü niyetleri ve bozuk tıynetleri sebebiyle) şaşırttığı kimselere artık kesinlikle (çıkar bir) yol bulamazsın.” (Nisa Suresi: 143) ayeti, imanla küfür arası bir yol tutmak isteyenlerin durumunu haber vermektedir.
Özetle; Türk ırkçılığına değil, zaten Müslüman olan ve bu sayede büyük ve örnek medeniyetler kuran Aziz Türk Milletine hizmet edelim, (ki ancak o takdirde) Allah katında da, insanlar yanında da makbul ve muteber hale geliriz. Yoksa ne Cengiz’in yasasını bilmek, ne İlhan’ın yurdunu ve kurdunu öğrenmek, bize lazım değildir. Bize İslam’ı getiren Hz. Muhammed’i (SAV), İslam’ın tüm insanlığı kuşatan ve kurtaracak olan kutlu ilkelerini ve ülkülerini öğrenmek ve o yolda yürümek lazım gelir.
“İşte bu (kutlu hükümleri koyan), sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Öyleyse Hakk’tan sonra sapkınlıktan başka ne vardır? Buna rağmen, nasıl hâlâ çevriliyor ve dönekleşiyorsunuz? (Siz Yüce Yaratıcınızdan ve tarihte İslam’la destanlar yazan atalarınızdan hiç utanmaz mısınız?)” (Yunus Suresi: 32)
Bunlar, ırkçılık akımına kapılan kardeşlerimize halisane uyarılarımızdır. Irkçılıkla gözleri kararmış olan Arap veya başka ırktan kardeşlerimize de söyleyeceğimiz aynıyle bunlardır. Ne Ebu Leheb’le ne Ebu Cehil’le ne de çok daha eskilerle iftihar etmeyi düşünmek akla ziyandır. Ve hele cahiliye bayramlarını hatırlayıp kutlamak şeytana uşaklıktır. Aynı uyarılar Müslüman Kürt, Gürcü, Laz, Çerkez… kardeşlerimize de yapılmaktadır. Yani hangi ırk ve kavimden olursak olalım, cahiliye kültürlerimizi ve İslam dışı düşüncelerimizi diriltme ve yürütme çabası, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların bir tuzağıdır.
Evet unutmayalım ki, biz Müslüman kaldıkça başımız Kur’an’a ve Resulüllah’a bağlıdır. Zira;
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin (Kur’an’a uyun), Peygambere (sünnetine tâbi olun), ve sizden olan “Ulu’l-Emr’e” (yani, inandığınız gibi Hakk ve hayır üzere sizi yönetenlere, adil devlete ve hükümete, gerçek ilim ve içtihat ehline) de itaat edin…” (Nisa Suresi: 59’un başı) buyrulmaktadır. O halde gene bu ayet-i kerimenin devamından olan:
“Eğer herhangi bir hususta anlaşamayıp çekişirseniz, onu hemen Allah’a (Kur’an’a) ve Resulüne (Sünnete) arz edip (bunlara göre hüküm verin. Sorunlarınızı; sarih ayetleri ve sahih hadisleri esas alarak, akıl ve ilim yoluyla kıyas yaparak, İÇTİHAT yöntemiyle çözmeyi öğrenin). Şayet Allah’a ve ahirete inanıyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır ve dönüp erişilecek netice olarak daha güzeldir.” (Nisa Suresi: 59) İlahi emrine uyarak biz de bu meseleye dair Kitap ve Sünnette olanlardan bazılarını hatırlatalım ki, böylece iyi niyetli olup da meseleyi henüz asıl membaından öğrenmemiş kardeşlerimize yardım etmiş olalım.
Irkçılık Taassubu ve İslam’ın Yaklaşımı:
Müslümanlar arasında kalbi ve hukuki bağların temelini atan İslam’ın genel yasası:
“(Unutmayınız ki!) Ancak (ve muhakkak) mü’minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin (ve bu amaçla, yeryüzünde etkin ve yetkin bir barış ve bereket düzenini yerleştirin) ve Allah’tan korkup (haksızlık ve ahlâksızlıktan) sakınıverin; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurât Suresi: 10) İlahi kelâmıdır. Bu muazzam düstura göre tevhid bayrağı altına giren, Hz. Muhammed’in (SAV) Peygamberliğini tasdik eden bütün mü’minler birbirlerinin kardeşleri sayılmaktadır.
Hz. Enes’in rivayet ettiği: “Sizden hiçbiriniz kendi nefsi için sevip istediğini (diğer bütün) din kardeşi için de sevip istemedikçe iman etmiş olamaz.” (Buhari) hadisi üzerinde yoğunlaşmalıdır.
Ebu Hüreyre’nin (RA) rivayet ettiği:
“Nefsimi (varlığımı) kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; hiçbiriniz, Ben ona babasından (atalarından) ve evlâdından (gelecek soyundan daha) sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.” (Buhari) hadisine göre davranmalıdır.
Bu hadis-i şerifler ve benzerleri pek çok hadis-i şeriflerle ispat edilmiştir ki, din kardeşliği nesep kardeşliğinden ve evleviyetle ırk kardeşliğinden çok kuvvetli ve önemli sayılmalıdır. Bu gibi açık nasslar; Arap, Acem, Rum… Her kim olursa olsun, İslam’ın kurtuluş dairesine giren bütün kavimlerin ve fertlerinin arasında saygıyla kaynaşan bir eşitlik ve kardeşlik bağı vardır. Bir Müslümanın en hassas önceliği; atası, anası, nesep ve ırk yakınlığı değil, İslam birlikteliği ve Kur’an prensipleri olmalıdır.
“Cemaat (İslam gayesi etrafında birleşen topluluk) rahmettir. Ayrılık, tefrika ise azaptır.” hadisi ve Hakim’in Abdullah bin Ömer tarîkiyle rivayet ettiği:
“Her kim cemaatten bir karış ayrılsa İslam ilmeğini (boynundan) atmış olur.” hadisi ve Taberani’nin Ma’kıl Bin Yesâr tarîkiyle rivâyet ettiği:
“Her kim tefrik eder (İslam’ı kavmiyetçilikle ayırır)sa, yani, tefrika çıkarırsa bizden değildir.” hadis-i şerifleri, Müslümanların İslam ve insanlık adına ve Kur’an etrafında toplanmalarını, ırkçılık güderek birbirlerinden ayrılmamalarını emrettiği açıktır.
Bir ayet-i kerimede Hak Teâlâ bize şöyle buyurmaktadır:
“(Ey mü’minler! Hem) Allah’a, (hem) O’nun Peygamberine itaat ediniz; (menfaatçilik, kavmiyetçilik ve cahiliye geçmişine özentilikle) birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; (şevketiniz ve devletiniz elinizden gider, havanız söner; kâfirlerin ve zalimlerin güdümüne girersiniz.) Bir de (çeşitli zahmet ve musibete) mutlaka sabrediniz, (her türlü düşman ve tehlike karşısında metanetli hareket ediniz ve gevşeklik göstermeyiniz) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir (onlara manevi destek sağlayacaktır).” (Enfâl Suresi: 46)
“De ki: ‘Düşündünüz mü hiç; (görüşünüzü söyleyin bakalım) eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverip (kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör ederse) ve (ırkçılık ve inkârcılık nedeniyle) kalplerinizi de mühürlerse, onları size Allah’tan başka geri getirip verecek ilah (makamında) kimse (var mıdır?)’ Bak, Biz ayetleri nasıl çeşitli biçimlerde açıklamaktayız da; sonra onlar (yine) sırt çevirip (vicdanlarını) engellemeye çalışmaktadırlar.” (En’am Suresi: 46)
Hiç şüphemiz yoktur ki, millet ve ümmet arasında çıkacak ayrılık, gayrılık ve çatışma, uğursuz baykuş nidâsıdır. Bu çağrının en zehirlisi ve cahillerin kalplerini en çok etkileyeni ise, kavmiyetçilik ve ırkçılık propagandalarıdır. Zira ırk gayreti taşıma, taraf tutma, taassuba yapışma, insanların fıtratını okşamaktadır. İslam milletleri bir defa bu zehirli ırkçılık şerbetini içince artık elbette bunun tesirinden kurtulmaları zorlaşmaktadır. Ve hele Batılılara ve bâtıl yollarına kananlar kolay kolay iflah olmamaktadır.
“Ey iman edenler! Eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyup itaat edecek (ve boyun eğecek) olursanız, (unutmayın adım adım) sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler (ve Hakk davadan dönekleştirirler).” (Âl-i İmrân Suresi: 100) ayeti bize bu gerçeği hatırlatmaktadır.
Bu ayet-i kerimede konumuzla ilgili iki şey uyarılmaktadır:
Birisi: Ehl-i Kitabın (kendilerine Allah tarafından kitap gönderilen Nasrani (Hristiyan) ve Yahudilere Kur’an-ı Kerim’de “Ehl-i Kitap” denmiştir, bunların) her dediğine uymak, her nazariyesini kabul edip anlamak, imanı ve İslam’ı yozlaştırır. Bu nedenle; bazılarının “Milliyetçilik Avrupa ictimaiyâtına (sosyal anlayış ve yaşayışına) hâkim olduğu gibi bizde de hâkim olmalıdır.” demesi bâtıldır. Uyulması câiz olmayan, bir asla ve esasa dayanmayan, Hakkın zıddı boş iddialardır.
Diğeri ise; İslam’ın reddettiği, aklın ve vicdanın kabul etmediği bir dava, bir ideal ve bir amaç uğrunda birbirimizle kapışmanın sonu hüsrandır. Çünkü ayet-i kerimede de zikredildiği gibi, kâfirler kancalarını takıp peşlerine düşürdüklerinin yakalarını, kendilerine benzetmeden ve fiilen köleleştirmeden bırakmamaktadır.
“Allah’ın ayetleri size okunup dururken, üstelik (sünneti ve sistemiyle) O’nun Peygamberi de aranızda bulunurken, siz (hâlâ) nasıl (imani gerçekleri ve İslami gerekleri) inkâr edersiniz? Artık her kim Allah(ın dinine) sımsıkı tutunursa, kesinlikle o, dosdoğru yola iletilmiş olacaktır.” (Âl-i İmrân: 101) ayeti de, Kur’an’a bağlılığın, Milli birlik ve dirliğin mayası olduğunu vurgulamaktadır.
İslam’da Kavmiyet ve Aşiret Taassubu Kaldırılmıştır!
Mü’minun Suresi’nde, 101, 102 ve 103’üncü ayetlerinde şöyle buyrulmaktadır:
“Böylece Sur’a üfürüldüğü zaman artık o gün (insanların) aralarında soylar-boylar (ırk ve nesep farklılıkları ve akrabalık bağları) kalmayacaktır ve birbirlerinin durumlarını soruşturamayacaklardır.”
“(Ahirette) Her kimin (ibadet ve hasenat) tartıları ağır gelirse, işte onlar ebedi kurtuluşa (ve cennet yurduna) ulaşacaklardır.”
“Kimin de (günah ve kötülükleri ziyade, hayırlı amel) tartıları ise hafif gelirse, kendilerini hüsrana düşürenler ve ebedi kalacakları cehenneme sürüklenenler, işte bunlardır.” ayetleri üzerinde kafa yormalıdır.
Ebu Hüreyre’nin (RA) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle anlatılmaktadır:
“Kıyamet gününde Allah Teâlâ şöyle buyuracaktır: Ey nas! Ben size bir tek nesep (İman ve İslam izzeti) tanıttım, siz kendiniz için başka nesepler tanıdınız. Benim nezdimde en keriminiz ve en şerefliniz, en müttakîniz olsun dedim, siz ise ‘filan oğlu filanlar ve filan soydan olanlar daha kerîmdir’ demekten vazgeçmediniz. İşte bugün mahşerde (sizin için beğenip önerdiğim) Kendi Nesebimi yükselttim, sizin (kendiniz için tanıdığınız cahili kavmiyetçilik) nesebinizi alçalttım. Biliniz ki Benim dostlarım müttakilerdir.”
Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmaktadır:
“(Bütün) Müslümanlar kardeştirler. Hiçbirinin diğeri üzerine fazilet ve rüçhanı (üstünlük ve tercih hakkı) yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”
Ve yine Hz. Aişe’nin (RA) rivayet ettiği bir başka hadis-i şerifte mü’minler şöyle uyarılmıştır:
“Dünyaya dair hiçbir şey (ibadet ve ahiret işleri kadar) Resulüllah’ın (SAV) hoşuna gitmiş değildir. Keza takva sahibinden başka hiçbir kimse (ırk veya mal-makam ile) Onun hoşuna gitmiş değildir.”
Ayrıca Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn-i Mâce, Nesei, İbn-i Hibban, Hâkim gibi büyük hadis ricâlinin tahriç ettiği uzun bir hadis-i şerifte şunlar hatırlatılmıştır:
“Dünyada saadet, ahirette selamet yolunda her kimi ameli geri bırakırsa, onu nesebi ileri götüremez.” buyrulmaktadır.
Çünkü insanların hepsi Ademoğullarıdır. Adem’i de Allah Teâlâ topraktan yaratmıştır.
“Şayet mü’minlerden iki (grup veya) topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin (ve İslam ümmeti ve ülkeleri arasında bunu sağlayacak etkin teşkilat ve tedbirler geliştirin). Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık azgınlık ve saldırganlığa kalkışanla, Allah’ın emrine (adil barış ve uzlaşma hükümlerine) dönünceye kadar mücadele edin; eğer sonunda (saldırgan taraf Allah’ın emrini kabul edip barışa) dönerse, bu durumda adaletle aralarını buluverin ve (her konuda) adil (ve insaflı) hareket edin. Şüphesiz Allah, adil olanları (karar verirken titiz ve dikkatli davrananları) sever (ve sahiplenir).”
“(Unutmayınız ki!) Ancak (ve muhakkak) mü’minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin (ve bu amaçla, yeryüzünde etkin ve yetkin bir barış ve bereket düzenini yerleştirin) ve Allah’tan korkup (haksızlık ve ahlâksızlıktan) sakınıverin; umulur ki esirgenirsiniz.”
“Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki (onlar) kendilerinden daha hayırlı kimselerdir; kadınlar da diğer kadınlarla (alay etmesin), belki (onlar) kendilerinden daha hayırlı kimselerdir. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) de yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi ‘olmadık-kötü lakaplarla’ çağırıp (rencide etmeyin). İmandan sonra (böylesi) fasıklık (cahiliye tavrı ve bayağılık) ne kötü bir (sıfat ve) isimdir. (Başkalarını düşük ve küçük görmek ne çirkin bir haslettir.) Kim (bunlardan) tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.”
“Ey insanlar, gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık (Hz. Adem’le Hz. Havva’dan türetip çoğalttık). Ve birbirinizle (kolaylıkla) tanışmanız (ve farklı yetenek ve faziletlerinizden yararlanmanız) için sizi (değişik) kavimler ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız (kerim ve değerli sayılanınız, ırk ya da soyca değil) takvaca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride bulunanlarınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Habir’dir.” (Hucurât Suresi: 9-10-11 ve 13)
Bu son ayet-i kerimede; imtihan olunmak, yeryüzünde Cenab-ı Hakkın halifesi ve temsilcisi olarak adaleti uygulamak üzere… Ve özelde farklılıklar olsa da genelde eşit şartlarda ve fırsatlarla yaratılıp donatılan her FERD’in; önce ailesi, yakın çevresi, kabilesi ve tüm kavmiyle tanışıp dayanışmaları… Sonra tüm insanlık âlemiyle, farklı meziyet ve marifetlerinin semeresi olan ürünlerini pazarlayıp paylaşmaları… Birbirlerinin coğrafi ve tarihi birikimlerinden, inanç ve ahlâk deneyimlerinden yararlanıp ortak medeniyetler kurmaları için ayrı kavim ve kabileler şeklinde var kılındıklarını beyan buyurmaktadır. Bu, yararı ve lüzumu tarihi tecrübelerle sabit olmuş MÜSPET MİLLİYETÇİLİK ile; ortak inanç, ahlâk, ideal ve bilimsel programlar etrafında hayır dayanışması ve huzur kaynaşması olan ÜMMET BİLİNCİ’nin birbirini tamamladığı açıktır. Ancak Milliyetçilikle Ümmetçiliği hâlâ birbirine aykırı görmek, ya akıl ve anlayış kısırlığıdır veya içinde sakladığı kasıtlı bir Din düşmanlığıdır. Oysa Milli Çözüm’ün formüle ettiği gibi; “5-P” ortaklığı bu kaynaşmayı sağlayacak, her millet kendi ülkesinde bağımsızlığını koruyacaktır.
1- Pasaport ortak, 2- Pazar ortak, 3- Para ortak, 4- Pakt (savunma) ortak, 5- Program (kalkınma projeleri) ortak olan ve aynı inanç, ahlâk ve idealleri paylaşan ülkeler, farklı kültür ve kökenden, iyi niyetli ve adaletli ülkeleri de yanına alarak yeryüzünde kutlu bir BARIŞ ve BEREKET birlikteliği kuracaklardır.
“Asabiyyet (ırkçılık) davasına kalkışan, ırkçılığa davet ederek onu revaçlı kılan (ırkçılığa özendirip ona geçerlilik kazandırmaya çalışan) bizden değildir! Irkçılık üzerine mukatele eden (birbirlerini öldürmeye girişen) de bizden değildir! Irkçılık davası üzerine ölenler de bizden değildir!” (Ebu Davud – Cübeyr b. Müt’im’den) hadisine gönülden kulak asmak ve her türlü fitne ve fesattan sakınmak lazımdır.
“Her kim kâfir ve müşrik olan baba ve atalarını kutsayarak ve onların dokuzuna -isimlerini sayarak- izzet ve keramet satmak kastıyla ‘Ben filan oğlu filanım’ diye intisap ederse bu kişi cehennemde onların onuncusu olacaktır!” (Ahmed Bin Hanbel) hadisini aklımızdan çıkarmamalıdır.
Tekrar hatırlatalım ki; Müspet Milliyetçilik caizdir ve yararlıdır!
“Sizin en hayırlınız aşiretini müdafaa edip, haksız saldırılara karşı (ülkesini ve milletini) savunandır. Lakin İslami esaslara ve insani kurallara muhalif müdafaa edip de günaha girmemek şartıyla bu yapılmalıdır.” (Ahmed Bin Hanbel ile İbn Cerir et-Tabarani)
“Her kimi (fikri ve fiili, kötü) işleri kendisini geri bırakırsa, onu nesebi ileri götüremez.” (Müslim, Ebu Davud) hadislerini okuyup anlamalı ve buna göre yaşamalıdır.
Irkçılık, Kurtarıcı Bir Sistem Sunmamaktadır:
Bütün iddialara rağmen ırkçı-milliyetçilik; iktisadi, içtimai hukuki, ahlâki ve siyasi sistemleri sunan, köklü bir dünya nizamı olacak güçte ve sağlam temellere dayanan bir ilim ve fikir projesi olmayıp, sadece his ve heyecanları coşturan bir nevi hamasi ve ütopik bir taassup bataklığıdır. Bunun içindir ki, his ve heyecan devresini arkada bırakıp akıl, fikir ve muhakemeyle meseleleri değerlendiren insanlar bu saplantıyı bırakmaktadır.
Irkçılığa kapılmış birçok insan, belli bir yaş ve kültür seviyesinden sonra bir bocalama ve zikzak dönemi yaşamaktadır. Bu devrede bazı iktisadi, içtimai, ahlâki sistemleri ırkçılık ve milliyetçilikle uzlaştırmaya çalışmaktadır. Sistemler arası sentez ihtiyacı içerisinde, boşa koyuyor dolmuyor, doluya boşaltıyor almıyor tavrıyla, fikri itminana ulaşamadığından, ırkçılık damarından gevşemeye ve tavizler vermeye başlamaktadır. Bu noktada kendini derin bir tereddüt, geniş bir boşluk, iç huzursuzluğu veren bir istikrarsızlık ve boğucu bir buhran içinde bulmaktadır. Bundan sonra hangi içtimai sisteme bağlı çevrenin eline düşerse biraz da aldığı kültür ve eğitimin tesiriyle kolaylıkla o çevrenin telkinine kapılmakta; sonunda bir kısmı ya solcu sosyalist, ya devrimci komünist, ya beynelmilelci hümanist, ya Mason Locası üyesi bir Darwinist yahut da eğer dini kültür ve İslami eğitim almışsa İslam eksenli müspet milliyetçi sağlam Müslüman olmaktadır. Bu söylediklerimiz kuru ve hayali bir iddia sanılmamalıdır. İsim isim, şahıs şahıs, örnekler gösterilebilen ve müşahede edilen bir vakıadır.
Çünkü ırkçılık davasının kendine has belli bir iktisat, hukuk ve ahlâk sistemi bulunmamaktadır. Mutlaka bir sentez yapmak ihtiyacındadır. Bu sentezde de belli bir sınır içinde kalmayıp bütün sistemlerden kaideler çalıp yapıştırmaktadır. Bunun için; İslam’dan, muharref ve bâtıl din ve nizamlardan, liberalizm ve sosyalizmden, kapitalizm ve komünizmden, Avrupa felsefesinden ve Asya törelerinden, Orta Çağ kalıntılarından ve Yeni Çağ modernizminden aktarma ve aşırtmalar yapmak zorunda kalmaktadır. Yani ırkçılar sonunda karma bir senteze sığınmaktadır. Çünkü bütünüyle kendine mahsus müstakil bir sistem temelleri bulunmamaktadır. Bunun içindir ki ırkçı takımı fikri münazara ve münakaşa esnasında, çoğu zaman haşin ve saldırgan bir psikoloji içerisine kaymaktadır. Çünkü “Sizin öz iktisadi, hukuki, ahlâki, idari ve içtimai sisteminiz nedir?” soruları hep yanıtsız kalmaktadır.
“Biz her bir elçiyi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (İlahi gerçekleri ve insani görevlerini) apaçık beyan edip (anlatabilsinler). Böylece Allah dilediğini (küfrü ve kötülüğü tercih edeni) şaşırtıp saptırır, dilediğini (imana ve iyiliğe yöneleni) de hidayete erdirir. O Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir. [Not: Bu ayet, Kur’an’ın Arapça bilmeyen kavimlerin kendi dillerine mealen çevrilmesi gerektiğine de işarettir.]” (İbrahim Suresi: 4) ayetinin emri ve hikmeti gereği, iman ehli olarak; önce doğru ve uygun hazırlanmış bir Meal-i Kerim’i baştan sona dikkatle ve ihtiyaç hissederek okumamız ve bütün düşüncelerimizi Kur’an’a uyarlamamız, kurtuluşumuzun ilk adımıdır.
Birbirlerinin coğrafi ve tarihi birikimlerinden, inanç ve ahlâk deneyimlerinden yararlanıp ortak medeniyetler kurmaları için ayrı kavim ve kabileler şeklinde var kılındıklarını beyan buyurmaktadır. Bu, yararı ve lüzumu tarihi tecrübelerle sabit olmuş MÜSPET MİLLİYETÇİLİK ile; ortak inanç, ahlâk, ideal ve bilimsel programlar etrafında hayır dayanışması ve huzur kaynaşması olan ÜMMET BİLİNCİ’nin birbirini tamamladığı açıktır. Ancak Milliyetçilikle Ümmetçiliği hâlâ birbirine aykırı görmek, ya akıl ve anlayış kısırlığıdır veya içinde sakladığı kasıtlı bir Din düşmanlığıdır.
Oysa Milli Çözüm’ün formüle ettiği gibi; “5-P” ortaklığı bu kaynaşmayı sağlayacak, her millet kendi ülkesinde bağımsızlığını koruyacaktır.
1- Pasaport ortak, 2- Pazar ortak, 3- Para ortak, 4- Pakt (savunma) ortak, 5- Program (kalkınma projeleri) ortak olan ve aynı inanç, ahlâk ve idealleri paylaşan ülkeler, farklı kültür ve kökenden, iyi niyetli ve adaletli ülkeleri de yanına alarak yeryüzünde kutlu bir BARIŞ ve BEREKET birlikteliği kuracaklardır.
Milliyetçilik ne kadar lazım olan bir şey ve toplumlar içinde gerekli ise bir o kadarda ırkçılıkta tehlikeli ve sakıncalıdır. Bu ırkçılığında temelinde üstün ırk inancı yani evrim safsatası yatmaktadır. Temelinde ben diğerinden üstünüm bu inanca sahip olan bireyler bir başkasına her türlü kötülüğü hiç gözünü kırpmadan yapabilir çünkü kendisini karşısındakinden her türlü ayrılacalıklı ve üstün görmektedir.
Bu ırkçılık yapan insanların önceliğini İslami esaslar belirlemeyeceği için başta kavmi ve kabilesine huzurlu ve mutlu bir ortam ve gelecek sunamayacaktır. Çünkü saadete ancak İslam ve İslam kardeşliği ile ulaşılacaktır. Herşeyin sahibi olan Rabbimiz aynı zaman sonsuz ilminde sahibi olduğu için kullarına karşıda sonsuz merhamet sahibidir, bu sebeple dünya ve ahiret saadetine nasıl ulaşılacağınıda İslam ve Kur’an ile öğretmiş gerçek ilerleme ve çağdaşlaşma ancak İslam ile mümkün olacağından islamdan başka bir yerde saadet aramak insanın kendisine yapacağı en büyük zulüm olacaktır. Bu dünya hayatını da kendisine zindan edecek ve asıl kötü sonu ise ahirette yaşayacaktır.
Güncel mülteci olaylarının yorumlanması için harika bir yazı..
Son dönemde yaşanan mülteci endeksli olaylar ve Suriye temsilciliklerimizde gerçekleşen menfur saldırılar düşünüldüğünde siyonizmin ırkçılığın zeminini hazırlayarak nasıl gündem değiştirdiğini görmekteyiz.
Önce yanlış göçmen politikası ile ülkemizin ekonomik, kültürel ve demografik yapısının alt üst edildiği, sonrasında fırsatını buldukça ya da fırsat oluşturarak bunun gündem ve algı aracı olarak kullanıldığını görmekteyiz.
Ülkemizde Hamas’ın kutlu direnişi ile oluşmaya başlayan siyonizm karşıtı bilincin, mültecilerin yanlış davranışları ve Suriyelilerin ülkemiz temsilciliklerine saldırıları vasıtasıyla gölgelenmeye çalıştığı gözlemlenmektedir. Filistin davasının milliyetler üstü bir kavram olduğunun anlaşılmaya başladığı bu süreçte Suriyeli karşıtlığı vasıtasıyla ırkçılık asabiyetinin tetiklenmesi manidardır.
Zafer inanalarındır…
ündemi titizlikle sentezleyip doğruların ışık tuttuğu bir makale olmuş Allah CC razı olsun Hocam…..İnsanlar farklı Millet ve Irktan oluşmaları ne kadar doğalsa birbirlerine saygı duymaları da o kadar elzemdir…Peki neden bu kadar kin ponpalanmıştır topluma…Kardes kanı akıtılsın için…O halde bizlere düşen İman ımıza sarılıp sımsıkı tutmak ve bilinçlenip bilinçlendirmek olmalıdır…
Ya RAbbi fitne ateşi yakanları ne olur bu ateşte yak…Zalimlerin oyunlarını onların üzerine çevir Ya Rabbi!
Aminn
Ha bir de futbol maçlarında oyuncuların yaptığı hareketleri de es geçmemek gerekiyor.
Yoksa daha sonra olayı ülkeler arasında bir mesele gibi görmeye başlıyorlar.
Milliyetçilik ve Irkçılık dendiğinde aklıma hep aynı resim geliyor nedense.
Bir haber düştü önüme internette dolaşırken. Tam da yurdum insanından bir manzara koymuş ortaya.
“İstanbul’da lüks restoranda yemek yiyen Arap iş insanları kabus yaşadı! “Arap marap anlamam ben, Türkiye lan burası”
Bir vatandaş, gözleri felfecir okuyor, ayağında kısa bir şort, üstünde California yazılı bir tişört, hem alkollü ve hem de eliyle bozkurt işareti yaparak bu sözü söylemiş.
Bu resme bakarak yorum yazmaya bile gerek kalmıyor. Dedik ya yurdum insandan bir manzara ve milliyetçilik postuna giydirilen ırkçılık anlayışı.
Aziz Hocamızın hazırladığı Adil Düzen projelerinin uygulanacağı, Siyonist İsrail’in yıkılacağı, Emperyalist ABD ve AB’nin hizaya sokulacağı ve tüm insanlığın kurtulacağı, tarihi ve talihli devrim ve değişimi, bizlerin eliyle gerçekleştir… Bu aciz kullarını sevindir ve şereflendir Allah’ım!.. Amin…
Maalesef şu soruların yanıtı bir türlü verilmemektedir: İslam dışı bir Türkçülük düşüncesinin: Hukuki kuralları, iktisadi esasları, siyasi (devlet ve hükümet sistemiyle ilgili) kanunları var mıdır, varsa nelerdir? Oturup bir “Türklük anayasası” yapılabilir mi? Haçlı Batıdan kopya edilen kanun, kural ve kurumlara biraz da İslam sosu ekleyerek uydurulup uygulanacak bir düzenle bu millet nereye varabilir?
Asrısaadetten günümüze Milyarlarca Müslümanın, milyonlarca evliya ve ulemanın: “Hz. Muhammed’in kendi uydurduğu söz ve hükümlere Allah kelamı diye aldanıp kapıldıklarını ve böyle bir yalanın ve sahtekarlığın peşine takıldıklarını” iddia edecek kadar sapıtanların, bu millete ve insanlık alemine verecekleri hiçbir şey olmadığı kesindir.
Hayat felsefemiz; Vahşi hayvanlar ve düşmanlarla dolu ormanlık bir alanda ve gece karanlığında, kurtuluş yolunu bulmak için: İman ışığımız, Kur’an haritamız, akıl pusulamız, Resulüllah rehberimiz, Müsbet milliyetçilik ise gayretimiz ve direncimiz yerindedir. Yüce Yaratıcımızın buyruklarına uyarak Onun rızasını aramak, ölüm sonrası sonsuzluk hayatına hazırlanmak; Ülkemize, milletimize ve devletimize sahip çıkıp hizmet sunmak amacıyla yaşamak ve insanlığın hayrına fedakârlıkta bulunmak yegâne hedefimizdir.
https://www.millicozum.com/mc/2014/eylul-2014/turkculuk-ve-milliyetcilik-tartismalari/
BUNA MİLLİ ÇÖZÜM FARKI DENİR, BUNA ASRIN SAHİBİ OLMAK DENİR, BUNA KUR’AN’A TERCÜMAN OLMAK DENİR…!! ELHAMDÜLİLLAH..
Makale başlı başına ASRIMIZIN KUR’AN’A TERCÜMANI OLAN MİLLİ ÇÖZÜM’ÜN ŞAHSİ MANEVİSİ ÜSTAD AHMET AKGÜL HOCAMIZIN, günümüz problemlerine sıkıntılarına Kur’an’dan Sünnetten yola çıkarak içtihat ile çözdüğüne muhteşem bir örnek…
HUCURAT SURESİ 13. AYETTEN YOLA ÇIKARAK : “Ey insanlar, gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık (Hz. Adem’le Hz. Havva’dan türetip çoğalttık). Ve birbirinizle (kolaylıkla) tanışmanız (ve farklı yetenek ve faziletlerinizden yararlanmanız) için sizi (değişik) kavimler ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız (kerim ve değerli sayılanınız, ırk ya da soyca değil) takvaca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride bulunanlarınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Habir’dir.”
Bu, yararı ve lüzumu tarihi tecrübelerle sabit olmuş MÜSPET MİLLİYETÇİLİK ile; ortak inanç, ahlâk, ideal ve bilimsel programlar etrafında hayır dayanışması ve huzur kaynaşması olan ÜMMET BİLİNCİ’nin birbirini tamamladığı açıktır. Ancak Milliyetçilikle Ümmetçiliği hâlâ birbirine aykırı görmek, ya akıl ve anlayış kısırlığıdır veya içinde sakladığı kasıtlı bir Din düşmanlığıdır. Oysa Milli Çözüm’ün formüle ettiği gibi; “5-P” ortaklığı bu kaynaşmayı sağlayacak, her millet kendi ülkesinde bağımsızlığını koruyacaktır.
1- Pasaport ortak, 2- Pazar ortak, 3- Para ortak, 4- Pakt (savunma) ortak, 5- Program (kalkınma projeleri) ortak olan ve aynı inanç, ahlâk ve idealleri paylaşan ülkeler, farklı kültür ve kökenden, iyi niyetli ve adaletli ülkeleri de yanına alarak yeryüzünde kutlu bir BARIŞ ve BEREKET birlikteliği kuracaklardır.
İYİ Kİ VARSIN MİLLİ ÇÖZÜM, İYİ Kİ VARSIN MUHTEREM ÜSTADIMIZ AHMET HOCAM.
ÖZE DÖNÜŞ
Öyle bir inkılap geliyor ki;
Yozlaştırılan bütün kavramlar çok kısa süre içerisinde özüne dönecek Allah’ın izniyle.
Bâtıl ideoloji ve düşüncelere sahip olup, zerre kadar vicdanı olan herkes “nasıl yapabildik, inananabildik, savunabildik?” diyerek pişmanlık duyup utanacak..
Adil Düzen, zalimler hariç herkesi kucaklayacak!
Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!
İslam dini, tüm insanları Allah’ın yaratmış olduğu eşit varlıklar olarak kabul eder ve ırkçılığı kesin bir dille reddeder. İslam’ın temel öğretilerinde, insanları ırk, renk, dil veya etnik köken gibi ayrımlarla sınıflandırmak ve bu farklılıklar üzerinden üstünlük kurmak kesinlikle yasaklanmıştır.
Peygamber Efendimizin Irkçılıkla İlgili Söylemleri
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v), Veda Hutbesi’nde bu konuyu açıkça vurgulamıştır:
“Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Adem’densiniz. Adem ise topraktandır. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arab’a; beyazın siyaha, siyahın da beyaza bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”
Bu hutbe, İslam’ın ırkçılık ve etnik ayrımcılığı kesinlikle kabul etmediğini göstermektedir. Allah katında üstünlük, sadece kişinin takvası (Allah’a olan bağlılık ve saygısı) ile ölçülür.
İslam Kardeşliği ve Adil Düzen
İslam kardeşliği, sadece Müslümanlar arasında değil, tüm insanlık için adalet ve eşitlik ilkelerini içerir. Irkçılık ve ayrımcılığın reddedildiği bu anlayış, İslam dünyasında birlik ve beraberliğin teminatıdır. Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Adil Düzen ve D-8 projeleri, bu kardeşlik ve adalet anlayışını hayata geçirme çabalarının somut örnekleridir.
Adil Düzen, ekonomik ve sosyal alanda adaletin tesis edilmesi, herkesin hak ettiğini alması ve kimsenin haksızlığa uğramaması anlamına gelir. D-8 ise, İslam ülkeleri arasında ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliğini artırmayı amaçlayan bir platformdur. Bu projeler, İslam’ın kardeşlik ve eşitlik ilkelerini pratikte uygulamak için geliştirilmiştir.
Sonuç
İslam, ırkçılığı ve her türlü ayrımcılığı reddeder, insanları takva ve ahlak üzerinden değerlendirir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) ve Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın söylemleri, İslam’ın bu evrensel mesajını açıkça ortaya koymaktadır. Bu anlayış, sadece İslam dünyasında değil, tüm insanlık için barış ve adaletin tesis edilmesinin yolunu açar.
“Biz her bir elçiyi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (İlahi gerçekleri ve insani görevlerini) apaçık beyan edip (anlatabilsinler). Böylece Allah dilediğini (küfrü ve kötülüğü tercih edeni) şaşırtıp saptırır, dilediğini (imana ve iyiliğe yöneleni) de hidayete erdirir. O Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir. [Not: Bu ayet, Kur’an’ın Arapça bilmeyen kavimlerin kendi dillerine mealen çevrilmesi gerektiğine de işarettir.]” (İbrahim Suresi: 4) ayetinin emri ve hikmeti gereği, iman ehli olarak; önce doğru ve uygun hazırlanmış bir Meal-i Kerim’i baştan sona dikkatle ve ihtiyaç hissederek okumamız ve bütün düşüncelerimizi Kur’an’a uyarlamamız, kurtuluşumuzun ilk adımıdır.
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/milliyetcilik-yararli-ve-hayirli-irkcilik-ise-zararli-ve-haramdir/
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı Müslümanların Batılılardan kurtuluş mücadelesi olarak değerlendirmiştir. Bu mücadelede Türk milletinin Müslüman kimliğini hep ön planda tutmuştur. Küfrevîzade Şeyh Abdulbaki Efendi’den Bitlis halkını milli mücadele hakkında aydınlatmasını isteyen Atatürk, ona yazdığı mektupta şu ifadelere yer vermiştir:
“…Yakında Müslümanların, Avrupalı müstevlilerden kurtuluşu hususundaki başarı haberlerini inşallah size bildiririm. (Utkan Kocatürk, Doğumdan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s. 231.)
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın amacını, İslâm’ın kurtuluşu olarak nitelemiştir. Bu amaç için savaşan Türk ordusunun başarısı için dua edilmesini istemiştir. Şeyh Ahmed Şerif Senûsî’ye, “İslâm’ın kurtuluşu amaçlarına yönelik olan bugünkü savaşçıların başarılı olmaları için dualarınızı beklerim.” demiştir. (Onar, ag.e., H/261.)
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında camilerde Kur’an ve Sahih-i Buhâri okunmasını istemiştir. (İbrahim Agâh Çubukçu, “Halifelik Din ve Lâiklik”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı: 17, 1990, s. 304.)
“Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hem milli hem de İslâmî açıdan büyük bir öneme sahip olduğunu belirtmiştir. Atatürk’ün, 21 Nisan, 1920’de Heyet-i Temsiliye adına yayınladığı tamim’de şu açıklamalara yer verilmiştir: Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış günü, Hacıbayramı Veli Camii Şerifinde Cuma namazı kılınarak, Kur’an ve namazın nurlarından feyz alınacaktır.”
Atatürk’ün bu kişilik özelliğini tespit edenlerden birisi Gott-hard Jachke’dir. Ona göre Atatürk, çoğu zaman Allah’ın hidâyeti için dua etmiş, bir zaferden sonra da Allah’a şükretmeyi hiç unutmamıştır. Tanrıdan yardım dilemek onun en belirgin özelliklerinden birini oluşturmuştur. Mücadelesinde her zaman destek ve yardımı Allah’tan isteyen Atatürk, her fırsatta Kur’an okutup dua etmeye özen göstermiştir. Yeni Türk devletinin temellerini atarken dayandığı tek kuvvet, Allah’a olan tevekkülü olmuştur. (Can Erkan Atatürk’ün Devlet Adamlığı Sh. 126)
Atatürk, Zübeyde Hanım ve Fikriye Hanım’a cepheden gönderdiği telgrafta, Allah’ın yardımıyla kazanılan zaferlerden bahsetmiş ve vatanın kurtuluşu için dua etmelerini istemiştir:
“Buraya geldikten sonra düşmanı kovmak gerektiğinden taarruz ederek Allah’ın lütfuyla attık. Afyonkarahisar’ı aldık. Bu nedenle daha birkaç gün buralarda kalmak lazım gelecektir. Siz müsterih olunuz! İnşallah duanız berekâtıyla bütün memleketimizi düşmandan kurtarmak nasip olacaktır. (Kocatürk, Doğumdan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, s. 292.)
Atatürk, milli mücadeleye önderlik etmek üzere Ankara’ya geldiğinde ciddi bir biçimde maddi sıkıntı çekmekteydi. Bu durumdan haberdar olan Ankara müftüsü Atatürk’ü ziyaret etmiş ve ona bin lira gibi azımsanmayacak miktarda maddî destek sağlamıştır. Sağlanan bu maddi imkanın ardından Atatürk, Mazhar Müfit Kansu’ya, “Gördün mü, akşam ne kadar sıkılmıştık. Bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor” demiştir. (Adnan Nur Baykal, Mustafa Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 96.)
https://www.millicozum.com/mc/2006/aralik-2006/ataturkten-utanin/
HİDAYETLE YOĞRULUP, FERASETLE BAKMAK!
Her konuda olduğu gibi, bu konuda da Kur’ani, insani ve vicdani bir yaklaşımla; Irkçılığın yanlış ve tehlikeli, müspet milliyetçiliğin ise doğru ve yararlı olduğu çok net ve anlaşılır bir şekilde ortaya konmuştur. Hidayetle yoğrulmak ve Ferasetle bakmak bu olsa gerek. Teşekkürler Milli Çözüm.
Makaleden, bizi etkileyen özet cümleler:
Kendi kavmini, mensubiyetini, ülkesini ve devletini sevmek ve sahiplenmek normal bir yaklaşımdır.
Kendi kavmini veya kabilesini başkalarından üstün görmek, herkesten daha asaletli ve faziletli olduklarını ileri sürmek ise IRKÇILIK’tır, haramdır ve çağdışı bir saplantıdır. Çünkü bu temelsiz iddia, hâşâ, Cenab-ı Hakkı adaletsizlikle suçlamaktır.
Irkçılık sapkınlıktır ve Bâtıl Sistemlere uşaklık kılıfıdır!
Bu nedenle diyoruz ki; kendi milletini, milli ve manevi değerlerini, bağımsızlık ve bekasının gereklerini, kutlu simgelerini ve imgelerini, devletini, hürriyet ve haysiyetini sevmek ve sahiplenmek olan MİLLİYETÇİLİK, hem lazımdır hem de yararlıdır. Ancak kendi kavmini ve kabilesini üstün görmek, ama zalim ve kâfir Batılıların bozuk sistemlerini benimseyip Milliyetçilik ve İslamiyetçilik jelatini ile kutlu ideal haline getirmek ise IRKÇILIKTIR ve Batı’ya uşaklıktır!..
Hangi ırk ve kavimden olursak olalım, cahiliye kültürlerimizi ve İslam dışı düşüncelerimizi diriltme ve yürütme çabası, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların bir tuzağıdır.
Din kardeşliği nesep kardeşliğinden ve evleviyetle ırk kardeşliğinden çok kuvvetli ve önemli sayılmalıdır. Bir Müslümanın en hassas önceliği; atası, anası, nesep ve ırk yakınlığı değil, İslam birlikteliği ve Kur’an prensipleri olmalıdır.
Yararı ve lüzumu tarihi tecrübelerle sabit olmuş MÜSPET MİLLİYETÇİLİK ile; ortak inanç, ahlâk, ideal ve bilimsel programlar etrafında hayır dayanışması ve huzur kaynaşması olan ÜMMET BİLİNCİ’nin birbirini tamamladığı açıktır. Ancak Milliyetçilikle Ümmetçiliği hâlâ birbirine aykırı görmek, ya akıl ve anlayış kısırlığıdır veya içinde sakladığı kasıtlı bir Din düşmanlığıdır.
Oysa Milli Çözüm’ün formüle ettiği gibi; “5-P” ortaklığı bu kaynaşmayı sağlayacak, her millet kendi ülkesinde bağımsızlığını koruyacaktır.
1- Pasaport ortak,
2- Pazar ortak,
3- Para ortak,
4- Pakt (savunma) ortak,
5- Program (kalkınma projeleri) ortak
olan ve aynı inanç, ahlâk ve idealleri paylaşan ülkeler, farklı kültür ve kökenden, iyi niyetli ve adaletli ülkeleri de yanına alarak yeryüzünde kutlu bir BARIŞ ve BEREKET birlikteliği kuracaklardır.
İman ehli olarak; önce doğru ve uygun hazırlanmış bir Meal-i Kerim’i baştan sona dikkatle ve ihtiyaç hissederek okumamız ve bütün düşüncelerimizi Kur’an’a uyarlamamız, kurtuluşumuzun ilk adımıdır.
“Biz her bir elçiyi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (İlahi gerçekleri ve insani görevlerini) apaçık beyan edip (anlatabilsinler). Böylece Allah dilediğini (küfrü ve kötülüğü tercih edeni) şaşırtıp saptırır, dilediğini (imana ve iyiliğe yöneleni) de hidayete erdirir. O Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir. [Not: Bu ayet, Kur’an’ın Arapça bilmeyen kavimlerin kendi dillerine mealen çevrilmesi gerektiğine de işarettir.]” (İbrahim Suresi: 4) ayetinin emri ve hikmeti gereği, iman ehli olarak; önce doğru ve uygun hazırlanmış bir Meal-i Kerim’i baştan sona dikkatle ve ihtiyaç hissederek okumamız ve bütün düşüncelerimizi Kur’an’a uyarlamamız, kurtuluşumuzun ilk adımıdır.
Irkçılığın Özü :
“Herhangi bir ırkın, kavmin ve kabilenin kendisine mahsus bir sistemi bulunmamaktadır. Sadece kapitalist veya sosyalist sistemlere uyum sağlamanın bâtıl bir aracıdır. Bugün ülkemizde, Siyonizm güdümündeki Haçlı AB kriterlerini uygulamanın, yani emperyalist Batı’ya demokratik köle olmanın; İslamcılık veya Türk Irkçılığı gibi jelatinler sarılıp sunulması tam bir sahtekârlıktır.”
Irkçılığın Panzehiri :
Milli Çözüm’ün formüle ettiği gibi; “5-P” ortaklığı bu kaynaşmayı sağlayacak, her millet kendi ülkesinde bağımsızlığını koruyacaktır.
1- Pasaport ortak, 2- Pazar ortak, 3- Para ortak, 4- Pakt (savunma) ortak, 5- Program (kalkınma projeleri) ortak olan ve aynı inanç, ahlâk ve idealleri paylaşan ülkeler, farklı kültür ve kökenden, iyi niyetli ve adaletli ülkeleri de yanına alarak yeryüzünde kutlu bir BARIŞ ve BEREKET birlikteliği kuracaklardır.”