MÜNAFIKLAR UZAYDA DEĞİL,
YANIMIZDA VE İÇİMİZDE DOLAŞMAKTADIR
Evet, Allah münafıkların kimler olduğunu gösteriyor (farkı fark ettiriyor, ayırıcı ölçüyü veriyor). Hem de öyle bir gösteriyor ki, birkaç yıl sonraki “Muhammed Suresi”nde (Bedir Savaşı öncesi) deşifre edildiklerini görüyoruz. Ana tema yine aynı; cihad ve infak:
“Mü’minlerden (bir kısmı da: ‘Kur’an’da, silahlı savunma ve savaşa izin veren) bir sure indirilse ya! (Bununla ilgili ayetlerin gelmesi gerekmez mi? Yeter artık eli kolu bağlı beklediğimiz)’ deyip dururlardı. Fakat (ne zaman ki) içinde ‘kıtal’ zikri (çatışma ve cihadın emredilmesi) geçen, hükmü açık bir sure indirilip, (düşmanlarla) çarpışmaktan söz edilince, kalplerinde hastalık bulunan (bu tipleri) görüyorsun ki; ölümden korkarak bayılıp düşenler gibi, (ürkek ve isteksiz) Sana bakıyorlardı! Halbuki evla olan (ve onlara yakışan şöyle davranmaktı: Mü’minlere düşen, cihad davetini ve görevini) itaat ve ma’ruf (güzel bir) sözle (karşılamaktı). Böylece iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah’a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olacaktı. (Yani, lafa gelince; Allah’a, Resulüne, Hakk dava ve devlet liderine itaatten ve cihaddan bahsetmek kolaydır, ama iş ciddiye bindiği zaman sadakat gösterenler pek azdır. Ey kaypak ve kolaycı tipler!) Demek iş başına gelip (iktidar imkânıyla) yönetimi ele alırsanız; hemen yeryüzünde (ülkenizde, bölgenizde ve dünya genelinde) fesat çıkaracak, (zalim ve facir güçlerin arkasına takılacak, inanç esaslarınızla ve Hakk davanızla) tüm yakınlık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi?! (Bu tavrınız sizin ayarınızı ve ahlâkınızı ortaya koyacaktır.)” (Muhammed: 20-22)
Yani: “Cihad, Hak hâkim olsun diye çalışmak ve çarpışmak için neden ayet gelmiyor?” deyip duruyordunuz. Şimdi açık ve kesin olarak cihada izin veren ayet gelince yerinizde çakılıp kaldınız. “Ama, fakat…” diyerek mazeretler ileri sürüyorsunuz. “Onlar bizim yakınlarımız, kendi ırkımız, aynı Arap akrabalarımız” diye bahaneler uyduruyorsunuz. Ama o eski ve nefislerine esir günleri niye hatırlayıp insafa gelmiyorsunuz? O günlerde ne akraba, ne ırk, ne soydaş dinlemiyordunuz. Yağma, talan, birbirinizi boğazlama ile geçiyordu ömrünüz. O zaman hiç de savaştan kaçmak için bahane aramıyordunuz. Şimdi bu bahaneler de neyin nesi oluyor? Kaldı ki Allah size; yağmalayın, talan edin, en yakınlarınızı bile kesip doğrayın demiyor. Tam tersi, bunların bir daha olmaması için, bütünün iyiliği, mutluluğu, Hak ve adaleti yerleştirmek için savaşmak gerektiğinde çıkın ve mertçe savaşın diyor. Bununla onu nasıl aynı kefeye koyuyorsunuz? Tevhid ve terbiyeden uzak o eski rezil, sefil ve berbat günleri nasıl da unutuyorsunuz? (Razî, Kurtubî, İbni Kesir, Zemahşerî, Beydavî)…
“İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah’ın indirdiğini (Kur’an’ın hükümlerini) beğenmeyip çirkin karşılayan (kâfir ve zalim odaklara yanaşıp): ‘Size (istediğiniz) bazı işlerde itaat edeceğiz (ama bunların dışında eskisi gibi Müslüman ve Mücahit görüneceğiz)’ diyerek (haince va’adlerde bulunmuşlardı.) Oysa Allah, sakladıkları şeyleri (ve sır olarak konuştuklarını) biliyordu (ve elbette hesabını soracaktı).” (Muhammed: 26)
Yani; münafıklar, müşriklere el altından şöyle diyorlar: Allah’a, ahirete, kıyamete inanmak gibi konularda sizinle ayrılıyorsak da; bu (Hz.) Muhammed’in (hâşâ) huzurumuzu bozan, akrabaları birbirine kırdıran, ülkede kargaşa çıkaran, gençlerin aklını karıştıran ve ihtilâlci fikirleri aşılayan birisi olduğu konusunda sizinle örtüşüyoruz. Çünkü bizi kendi ırkımızla, kendi akrabalarımızla savaşa çağırıyor. Hatta “terörist” eğilimleri olduğu bile seziliyor. Hiç peygamber böyle yapar mı? Bir peygamber eline kılıç alıp savaşır mı? Allah’a ve ahirete inanmaya, hayırlı işler yapmaya, iyiliğe, güzelliğe çağırsın; tamam bunları anladık. Ama bu cihad, zekât, infak, müsavat filan da ne oluyor? Evet, bugün de zalim dünya düzenine, Siyonizm’e ve Batı emperyalizmine karşı duran, hak, adalet ve hürriyeti savunan, İslam kardeşliğini ve insan eşitliğini öne çıkaran davetçilere, çoğu tarikat ve takva ehli geçinenlerin tavrı da, onlardan farklı bulunmuyor! Muhammed Suresi’nin sonu da çok ilginçtir. Medine’de “Haydi savaşa!” sesleri duyulunca daha önce “protokolde” ön sıralara oturanların, Peygamberin yanına kadar sokulanların, etrafında pervane olanların birdenbire kaytardıklarını ve “mırın kırın” etmeye başladıklarını görüyoruz. Bunlar ayette geçtiği gibi; kalpleri hastalıklı “Müslüman münafıklardan” başkası değildi. İşte Muhammed Suresi bunları anlatıyor… Surenin, baştan sona “cihad” temasını işledikten sonra “infak” çağrıları ile sona ermesi de çok manidar:
“İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye (nakdiniz ve vaktinizle Hakk davasını desteklemeye) çağrıldığınızda; buna rağmen bazılarınız cimrilik yapmaktadır. Oysa kim cimrilik ederse artık o, ancak kendi nefsine cimrilik ettiğinden (manevi ziyandadır). Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır; asıl fakir (ve her halde Allah’a muhtaç) olan sizlersiniz. (İman ve akıl bunu anlamak ve ona göre davranmaktır.) Eğer siz (Hakk’tan ve cihaddan) yüz çevirecek olursanız, (Allah) yerinize sizden başka bir kavmi-kesimi getirip-değiştirir (ve onları zafere ulaştırır)…” (Muhammed: 38)
Ve yine Kur’an’da “münafıklar” (Münâfikun) diye ayrıca bir sure bile vardır. Buradaki ana tema da yine, çok ilginçtir; infaktır…
Surede münafıkların “Allah’ın Peygamberinin yanındakilere bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler” dediği hatırlatılır. Oysa göklerin ve yerin hazinelerinin Allah’ın olduğu vurgulanır; şan ve şeref sahibi olduklarını iddia ederek Medine’ye dönünce ayak takımını Medine’den sürüp atacaklarını söyleyerek böbürlenenler olduğu hatırlatılır; oysa şan ve şerefin (izzetin) Allah’ın, Peygamberin ve “mü’minlerin” olduğu ve fakat “münafık” takımının bu bilinçten yoksun bulunduğu anlatılır (Münâfikun: 7-8). Mü’minlerin şan ve şeref sahibi olmak istiyorlarsa bu münafıklardan ayrılarak yapmaları gerekenin ne olduğu özetlenerek on bir ayet olan “Münâfikun Suresi” şöyle bitmektedir:
“Ey iman edenler (ve Müslümanlık iddiasında bulunanlar!) Ne mallarınız ne de evlatlarınız, sakın sizleri Allah’ı anmaktan (her durumda ve her konuda Kur’ani buyruklara göre yaşamaktan geri bırakmasın ve sakın tutkuyla dünyaya bağlanarak ahireti hatırlayıp hazırlanmaktan sizi) alıkoymasın. Her kim böyle yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim! Ne olursun, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen de, (İslam’ı bütünüyle) tasdik edenlerden ve (malımı İslam ve insanlık uğrunda harcayıp) sadaka verenlerden ve (her türlü küfür ve kötülükten uzaklaşıp) salih amel işleyenlerden olsam!’ diye (boşuna yalvaracağı ve bu dileğinin asla kabul olunmayacağı gün) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan infak edip (harcayın. Her çeşit imkân ve fırsatı hayır ve hizmet yolunda kullanın. Çünkü) Allah, kesinlikle kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi erteleyip (ömrünü uzatmayacaktır). Allah, yaptıklarınızdan (bütünüyle) Haberdardır (niyetinizi de, mahiyetinizi de elbette bilip durmaktadır).” (Münâfikun: 9-11)
Yine Hicret’in 9. yılındaki Tebük Seferi boyunca ve sonrasında nazil olan ve müşriklere ültimatom (beraet) verilmesi ile başlayan “Tevbe Suresi”, Mescid-i Dırar (İslami hareketi içten yıkmak ve kâfirlerin işini kolaylaştırmak üzere, hayır ve hizmet kılıflı ayrı bir cemaat ve teşkilat) sahibi eski rahip yeni Müslüman-Münafık İbni Selül Ebu Amir’in, Medine’yi işgale çağırdığı dönemin dünya gücü Bizans’a karşı meydan okuma anlamına gelen, 50 dereceye varan sıcaklıktaki otuz bin kişilik İslam’ın izzet ve cesaretini, sadıklarla sahtekârların ayrışma sürecini gösteren “çöl yürüyüşünü” konu edinir. Türlü mazeretler ileri sürerek bu seferden geri duran “münafıklar” en ağır şekilde burada eleştirilir. 129 ayet olan surenin neredeyse tamamında münafıklığın ve korkaklığın adeta genetiği çözülmektedir. Sözü namus bilme (sıdk/sadakat) adına cesaret, yiğitlik, bahadırlık, erdem ve dürüstlük temaları işlenir. Özellikle son bölümde münafıkların telkinine kapılarak seferden geri duran birkaç sahabenin nasıl vicdan azabı çekişleri ve tevbenin gerçek örneği haber verilir.
Sure boyunca cihad ve infak kaçkını münafıklığın nasıl geliştiğini, Müslüman kılıfına nasıl da bürünebileceğini, hatta sahabelerden bazılarını bile nasıl etkileyebileceğini ve nihayet mü’min olmanın ne anlama geldiğini sarsıla sarsıla okuyacaksınız. Müslüman kılığına bürünmüş bir münafık olmakla, gerçek bir mü’min olmak arasında bocaladığınızın farkına varacak; defalarca “Galiba ben mü’min değilim, aman Allah’ım!” deyip korkudan Allah’a sığınacak ve secdelere kapanacaksınız…
Daha fazla uzatmayalım… Bu verdiğimiz örneklerden başka Tahrim, Haşr, Fetih, Nisa ve Ahzâb surelerinde münafıklar isim verilerek anlatılır. Buraları özellikle nüzul sırasına göre okumalıdır. Marazlı tiplerin nasıl da deşifre edildiklerini göreceksiniz. Daha isim verilmeyen birçok yer var ama bunlar Kur’an’ın kime münafık dediğini anlamamız için gayet net bölümlerdir. Bunların hepsinde de ayırıcı özelliğin “infak ve cihad” olduğunu, Müslüman kılığına bürünmüş münafık ile gerçek mü’minin arasındaki asıl farkı bunların ortaya koyduğunu görürsünüz. Çünkü münafıklar üşenerek de olsa namaz da kılarlar. Allah’a ve ahiret gününe inandıklarını söyleyip dururlar. Dini ritüelleri (nüsukları) aksatmıyor görünürler hatta gösteriş olsun diye ifrata varırlar. Gayet iyi konuşurlar; inşaallahı, maşaallahı dillerinden bırakmazlar. Kılık kıyafette de gösterişte yarışırlar. Her halleriyle Müslümanların arasındadırlar. Hatta Müslümanlar deyince ilk önce onlar akla takılırlar. Din, iman nutukları atmada kimse onlara kavuşamazlar!.. Fakat iki şeyde onları göremezsiniz; cihad ve özellikle de infaktan kaytarırlar. Münafıklar, rahatlarından ve menfaatlerinden fedakârlığa yanaşmazlar… Ahiret hayatını ve Allah’ın rızasını değil, dünyayı öne alırlar. Dinlerini dünyalarına basamak yaparlar.
Ölçü budur! Yani candan ve maldan fedakârlık etme söz konusu olunca onlar ortalıkta bulunmazlar. Hatta, mahkeme, hapishane endişesiyle, hemen Avrupa ve Amerika’ya kaçıp adını hicret koyarlar. Oysa Kur’an-ı Kerim; canlarıyla ve mallarıyla cihad edenleri anarken, bırakın Müslümanı, “sâdıkûn” tabirini kullanır. Yani sadıklar; sözünün eri olanlar, sözün namusu ile yaşayanlar, Allah deyip de can ve mal söz konusu olunca yan çizip kaçmayanlar, sadakatlerini canları ve malları pahasına ortaya koyanlar…
Kur’an’da münafıkın kim olduğuna dair yüzlerce ayeti okuduğumda zihnimde canlanan, belki biraz ağır gelecek ama söyleyeceğim şu oldu: Münafık sadaka veren, mü’min ise infak edendir! Yani; “Müslüman münafıklar” göstermelik hayırlar, vicdan bastıran yardımlarla yetinir. Her sene hac, umre, mevlide önem verir. “Müslüman mü’minler” ise zekât dışında ihtiyaç fazlasını bile Allah yolunda ve cihad amacıyla severek harcayabilendir. Müslüman münafıklar (dıştan teslim olmuşlar) yılda bir kez, ıkına sıkıla, o da kırkta birini verir. Müslüman mü’minler (içten teslim olmuşlar) ise, yılda bir kırkta bir demez, bollukta ve darlıkta, iyi günde kötü günde infak eder, paylaşır, bölüşürler…
Tıpkı Medine’ye gelir gelmez ilk yapılan “kardeşlik devriminde” olduğu gibi:
Başta Hz. Peygamberimiz olmak üzere; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Ebu Zer’e bakın, böyle olduğunu görürsünüz. Bir gecede Müslüman olmuş bedevi kabilelerine, tulekâya ve münafıklara bakın yılda bir kırkta bir diyerek kılı kırk yaran pazarlıklar yaptıklarını, Peygamberimiz vefat eder etmez de “bunu da vermiyoruz” diyerek isyan ettiklerini görürsünüz. Bu münafıkların bir özelliği de sözde hayır ve harcamalarını, hep kendi adamlarına ve reklâmı bol olanlara yaparlar. Hakkın hâkim olması ve sosyal adaletin sağlanıp herkesin huzur ve refaha kavuşması yolundaki siyasi ve bütünü iyileştirici hizmetlere katılmazlar. Yani münafık; sosyal ve ekonomik olarak bir ve bütün oluşa (tevhide) yanaşmaz, kendilerini diğer insanlardan farklı ve ayrıcalıklı görürler. Örneğin; sevginin ve barışın şehre harç yapıldığı o büyük “kardeşlik devriminde” aynı inekten süt emen on aileden birisi olmayı asla kabullenemezler. Birliğin, bütünlüğün, kaynaşmanın içine girerse kaybolacağını, sıradanlaşacağını düşünür ve bütünlükten sürekli olarak ayrı durmak isterler. Bunun için bütünden ayrı yerlerde; çiftliklerde, köşklerde, burçlarda=burjuvada (Aynı kökten!) yaşamayı tercih ederler. Öyle ki Allah’ın verdiği rızkı/mülkü “yanımdaki ile eşit hale gelirim” diye paylaşmaktan çekinirler. (Nahl: 71) Bu nedenle “İnfak kaçkınıdırlar.” Bu tipler her yerde, her zaman böyledir. Kur’an da onlara sorar: “Allah’ın nimetini inkâr mı ediyor bunlar?” (Nahl: 71) İslami hassasiyetini ve insani haysiyetini kaybetmiş, hidayet ve ferasetleri körelmiş kalabalıklar; tapınacak ve kapılacak adam aradıklarından, ruhları ve huyları uyuştukları için, kahramanlık taslayan sahtekârlara, fazilet ve fedakârlık satan münafıklara hemen tâbi olup, koyu bir taraftarlığa başlarlar. Şeytani güç odaklarından destek almayı, büyük bir marifet ve keramet sayarlar…
Hani o meşhur bir Hadis-i Şerif var ya, ona bir de bu açıdan bakalım: “Münafıkın alâmeti üçtür: 1- Sözüne yalan katar, 2- Va’adini yerine getirmekten kaçar, 3- Emanete ihanet etmeye kalkar.” (Muslim: 18)
Yani; 1- Açıkça yalancılık ve riyakârlık yapar, kendisinde bulunmayan meziyetlere sahip çıkar, ‘Allah ne derse yapacağım’ diye söz verdiği halde, “İnfak edin, biriktirmeyin, yığmayın (kenz haramdır)” emrine uymaz. Bu İlahi çağrıları alttan alır, sıradan bir öğüt sayar. 2- Mülkü/rızkı çok olduğu halde, her gün para saydığı, sürekli servet yığdığı halde, ‘bunları mezara mı götüreceğim, tabi ki fakirin fukaranın hakkı var’ diye edebiyat yaptığı halde, iş vermeye gelince rahatlıkla “yok” diyerek kesip atar. 3- Allah’ın kendisine verdiği rızkın/mülkün emanet olduğunu unutur. Karun gibi ‘üstün deham sayesinde kazandım’ der. Böylece hem emanete ihanet eder hem de yanındakiyle eşit hale geleceği (bütünün parçası olacağı) korkusuyla infaktan sakınıp nimeti inkâr eder ve yalanlar. Yetmez; en büyük emanet olan, “devlet ve millet işlerini yönetme” yetkisini, yani “oy emanetini” zalimlere ve masonik işbirlikçilere, rüşvetle satar.
Yine Hz. Peygamberimiz buyurmuş: “Münafıkın alâmeti Ensar’a buğzetmesi, mü’minin alâmeti ise Ensar’ı sevmesidir.” (Muslim: 110)
Yani münafık kendisi infak kaçkını olduğu gibi, infakı/yardım edeni, paylaşıp bölüşeni, bütünü gözeteni, bunun için seferber olup gayret göstereni (Ensar’ı) sevmez. Ona kin besler. ‘Yardım etmeyin ki dağılıp gitsinler’ der. Bütünlük dağılsın ister. Hep ayrı durayım, özel olayım, bütüne tepeden bakayım ister. Oysa mü’min bütünü kollayan, ona karışan, bundan dolayı da seferber olan, infaka/yardıma koşan ve bu uğurda çalışanı da (Ensar’ı) sevendir… Görülüyor ki münafıkın iflah olmaz hastalığı; mal-mülk hırsı, Yahudi ve Hristiyan taraftarlığıdır. Sevgi ve merhamet yoksunlarıdır. Mal ve mülk hırsı gözlerini kaplamıştır. Gerçekte Allah’a ve ahiret gününe inanmaz, tûl-i emel (geleceği garantiye almak için hırsla yığma) sahibi insanlardır. Yalan konuşması, va’adinde durmaması, emanete ihanet yapması ve hep masonların peşinde koşması, yardım edenlerden de hoşlanmaması bundandır…
Dini ritüelleri (nüsuk) üşense bile yerine getirir. Bu içten teslim olduğundan değil; dıştan getirisi olacağından ve riyakârlığından ileri gelir. Ama mal-mülk söz konusu olunca din ile imanla alâkası kalmamış gibi hareket etmektedir. Saçının telini göstereni, veya namazı bir vakit terk edeni din dışında görebilir, saray yavrusu evinde yünlü seccadeler üzerinde namaz kılıp, tesbih çekebilir, 24 saat LCD ekran televizyonundan Kâbe’den canlı yayın izleyebilir. Yağlı ballı sohbet toplantılarında “fahr-i kainât, server-i mevcudât Efendimiz sallallahu aleyhi vesselemin” açlıktan karnına nasıl taş bağladığını anlatan hocaları ağlamaklı ağlamaklı dinleyebilir. Ama onların hocaları: “Kenz (yığma/biriktirme) haramdır!” (Tevbe: 34-35) “Çağdaş Firavun ve Karunların, yani Siyonist sömürü baronlarının şeytan şatosuna taş taşımak ahmaklık ve alçaklıktır” diyemezler. Öylelerinden bunları hiç duyamazsınız. Onlara göre sanki Kur’an’da böyle bir ayet yoktur. Hatta varsa bile “nesh” olmuştur (silinmiş/yürürlükten kalkmıştır)… Bu tipler; kendilerinin, ailelerinin ve tâbileri olan bir avuç zümrenin rahatı ve saltanatı hatırına, ülkelerinin, milletlerinin hatta tüm İslam ve insanlık âleminin zahmet ve sefalet çekmesine aldırmazlar. Hatta bu lüks hayatı kendilerinin hakkı sanırlar ve kendilerini Yahudiler gibi seçilmiş ve peşinen affedilmiş toplum sayarlar.
Evet, İslam’a girdiği halde; eşyaya, mala ve mülke, kısaca dünya hayatına bakışını değiştirmeyen Müslümana; cihaddan kaçana, infaka yanaşmayana ve dünyalık makam ve menfaat için, din düşmanlarına yarananlara “münafık” dememiz gerekiyor. Bu ayırıcı ölçüyü bize Kur’an-ı Kerim veriyor. Münafıkı başka yerde aramayın; o Müslümanların içinde bulunuyor ve etrafımızda barınıyor! Bunlar Mekke’de yoktular. Çünkü Mekke muhalefet, eziyet, işkence, fedakârlık ve bedel yıllarıydı. Ama Medine’ye gelince mantar gibi bittiler. Çünkü Medine iktidar, devlet, servet, beytü’l-mal günleri, ikbal yıllarıydı.
Bugün de aynısı. Medine’de, Kuba’da, Tebük’te aramayın onu. Münafık aramızda, yaşıyor. Onun kim olduğunun kıstası da, tanımı da, farkı fark ettiren (el-Fâruk) ayırıcı ölçüsü de gayet net: Kur’an; Cihad ve infak kaçkını Müslümana “münafık” diyor![1] Münafıklar hukuken ve siyaseten Müslüman sayılıyor ve ona göre davranılması icap ediyor. Ama hakikatte ve ahirette kâfir sınıfında yer alıyor!..
Hak hakim olsun diye sistem kuranların yanında olmayıp veya kurulan sistemde görev alıp gereğini yerine getirmeyenler bilmiş olalımki yaptığımızı sandığımız ibadetler gösterişten başka bir işe yaramayacağını anlıyoruz
Çok sarsıcı ve ibret verici bir makale olmuş. Allah razı olsun. Cenab-ı Hak, her türlü nifaktan uzak eylesin bizleri. Cihat ve infak ehli kılsın.
.
İslam’a girdiği halde; eşyaya, mala ve mülke, kısaca dünya hayatına bakışını değiştirmeyen Müslümana; cihaddan kaçana, infaka yanaşmayana ve dünyalık makam ve menfaat için din düşmanlarına yarananlara, “münafık” dememiz gerekiyor. Bu ayırıcı ölçüyü bize Kur’an-ı Kerim veriyor.
Münafıkı başka yerde aramayın; o Müslümanların içinde bulunuyor ve etrafımızda barınıyor! Bunlar Mekke’de yoktular. Çünkü Mekke, muhalefet, eziyet, işkence, fedakârlık ve bedel yıllarıydı. Ama Medine’ye gelince, mantar gibi bittiler. Çünkü Medine, iktidar, devlet, servet, beytü’l-mal günleri, ikbal yıllarıydı.
Böylece) Münafıklık yapanların da (açığa çıkarılıp) bilinmesi ve belirlenmesi içindir ki, onlara: “Gelin, Allah’ın yolunda savaşın ya da savunma yapın” denildiğinde, “Bizi (mazur görün) eğer savaşmayı bilseydik, elbette tâbi olup (sizi izlerdik ve desteklerdik)” diye (bahane uydurdular). O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir (ve elbette belalarını verir).
Ali İmran suresi 167ayet
“(Ey Resulüm!) Eğer Sen onlara emrettiğin takdirde, (cihad için hemen sefere) çıkacaklarına dair (münafıklar) yeminlerinin olanca gücüyle Allah’a and içmektedirler. De ki: “Boşuna yemin etmeyin, (sizden istenen sadece) bilinen (örf üzere beklenen) bir itaattir. Allah, (bütün) yaptıklarınıza (en ince ayrıntılarına kadar) Habîr’dir.”
Nur: 53
“Allah, içinizden iman edenlere ve (taat, cihad, hayrü hasenât gibi) salih ameller işleyenlere (şunları) va’ad etmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, bunları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği (Hakk) dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak (İslami hükümleri tatbik imkânı ve iktidarı sağlayacak) ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirip (huzura ulaştıracaktır. Çünkü) Onlar, yalnızca Bana ibadet (ve kulluk) yaparlar (her hususta Kur’ani kuralları ve Nebevi düsturları esas alırlar) ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. (Artık) Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.”Nur:55
Münafıklık alametlerinin kendimizde olup olmadığını sorgulayıp, eğer varsa bir an evvel kurtulmayı ve sadıklardan olmayı nasip et Allah’ım. Amin.
İman: İslam’ın (Kur’an’ın ve Resullah’ın buyruklarının) tamamına inanmaktır.
“İnsanlardan kimisi de (var ki) Allah’a bir kenardan ibadet eder. (Dinin tamamına tabi ve teslim olmaz) Kur’an ve sünnet hükümlerinden ve Allah’ın takdir ve taksiminden) Eğer nefsine hoş ve hayırlı (gördüğü) bir şey isabet etse buna memnun ve mutmain olur. Şayet (işine gelmeyen) bir fitneye uğratılsa (nefsine zor gelen hüküm ve musibetlerle karşılaşsa) hemen yüz çevirir. Bu gibiler dünya ve ahiret hüsrandadır. İşte bu apaçık bir ziyandır” (Hac: 11)
Ayetinin de haber verdiği gibi, İslam’ı kendisine uyduranlar ve keyfine göre yorumlayanlar helak olacak, kendisini İslam’a uyduranlar ise kurtulacaktır.
“Allah katında din İslam dır” İslam dinin de ise özellikle CİHAT (haksızlık ve ahlaksızlıkla mücadele) vardır. İçinde cihat olmayan din İslam olmaktan çıkacaktır. Dış düşman saldırılarına karşı askeri ve silahlı cihat (milli savunma), ülke içindeki haksızlık ve yanlışlıklara karşı ise fikri ve siyasi cihat mutlaka lazımdır ve zaten bu huzur ve hürriyetin şartıdır.
Biz mi Allah’tan dinimizi öğreneceğiz, yoksa “siz mi Allah’a dininizi öğreteceksiniz” (Hücurat: 16) ikazı üzerinde dikkatle durulmalıdır.
“O dinlerini oyun ve eğlence yerine koyup ve dünya hayatına aldanan kimseleri bırak” (En’am: 70) ayetinde durumları kınanan, dininin emirlerini ve cihat mesuliyetini ciddiye alamayanlar, laubali ve laçka insanlardır.
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri; Allah’tan, Resulünden ve mü’minlerden başkasını asla sırdaş ve sığınak edinmeyenleri (sadakat ehlini) bilmeden, (kahramanlarla korkakları, sadıklarla sahtekârları birbirinden ayırıp seçmeden) kendi halinize terk edilip bırakılacağınızı (ve imtihandan kurtulacağınızı) mı sandınız? Allah (bütün niyet ve kasıtlarınızdan ve) yaptıklarınızdan Haberdardır.
(Tevbe suresi 16)
“Münafık aramızda, yaşıyor. Onun kim olduğunun kıstası da, tanımı da, farkı fark ettiren (el-Fâruk) ayırıcı ölçüsü de gayet net: Kur’an; Cihad ve infak kaçkını Müslümana “münafık” diyor!
Münafıklar hukuken ve siyaseten Müslüman sayılıyor ve ona göre davranılması icap ediyor. Ama hakikatte ve ahirette kâfir sınıfında yer alıyor!.”.
“Allah’ım! Bozgunculuktan, münafıklıktan ve kötü ahlaktan Sana sığınırım.” (Hadis-i Şerif)
Bir Müslümanın şu soruları kendisine yöneltmesi ve samimi yanıtlarına göre iman durumunu değerlendirmesi gerekir.
Benim istisnasız her konudaki tercihim ve hedefim: 1- İman ve itaat mı, İtiraz ve inkâr mı? 2- İslam’a (Hakka) teslim olmak mı, Fırsatçılık ve isyan mı? 3- Kur’an’ın Rahmani esasları mı, Batı’nın şeytani yasaları mı? 4- Faizsiz bir nizam mı, Faizli sömürü çarkı mı? 5- İslam ülkeleri ittifakı mı, Haçlı ortaklığı mı? 6- Farz-helâl kuralları mı, Haramların mübahlığı mı? 7- Hidayet aydınlığı mı, Dalâlet karanlığı mı? 8- Hakk ve hayır mı, Şer ve bâtıl mı? 9- Nübüvvet ve Sünnet bağlayıcılığı mı, Nefsaniyet ve şehvet bataklığı mı? 10- Ahiret ve adalet amaçlı mı, Dünya ve menfaat ağırlıklı mı? Evet bu 10 şıktan sadece 1 tanesinde bile ikinci maddeyi tercih ve tensip edenlerin, iman ve İslam şuuru yara almaya ve hidayeti kararmaya başlamış demektir.
MÜNAFIKLAR UZAYDA DEĞİL,YANIMIZDA VE İÇİMİZDE DOLAŞMAKTADIR!!!
Kuran Azimüşşan da en çok bahsi geçen konulardan olan cihad ve münafıklık konusu önemine binaen yüce Rabbimiz ayetlerde çokca zikretmiştir.Bu ayetlerin muhatabı öncelikle biz Müslümanlarız ve yaşadığımız çağda bu ayetleri anlayarak ve üzerimize alınarak ihtiyaç duyarak okumalıyız.Efendimize gelmiş ayetler sanki bu çağdaki müslümanları hiç ilgilendirmiyormuş, yada umursamaz bir tavırla haşa hiçe saymaktayız .Gerçeken önemseyen insan bu zamanda bu ayetler kimlere uyuyor diye düşünür.Efendimiz zamanında öyleleri varki herkezin muhterem bildiği ama efendimizin onların cenazelerine katılmadıklarından anlaşıldığı kimseler münafık olanlardı. Bugünün belki hacısı hocası şeyhi ve evliya geçinen kimseleride aynı duruma düşmekten sakınmalılardır. Kimler bu anlatılan ayetlerden üstüne alınıp yanlışlarını düzeltmeye çalışıyorsa niyeti halis kimse onlardır. Ben biliyorum ve gereğini yapıyorum demek yetmez niyetimizinde düzgün olması gerekmektedir. Evet münfıklığın alameti farıkası sayılan Muhterem Üstadımızın bizlere tekrar hatırlattığı Hadis-i Şerif de geçen, 1- Sözüne yalan katar, 2- Va’adini yerine getirmekten kaçar, 3- Emanete ihanet etmeye kalkar.” (Muslim: 18) maddeleri tekrar tekrar düşünmemiz gerekir.En hasas konu ise cihad yolunda infak etmektir.İnsanlar yığınla para biriktirmekle ömrünü bitirirken bazı insanlar ise zor şartlar altında dahi infak etmeyi başarabilmektedir. Elhamdülillah bunun en güzel örneği Milli Çözüm Sadıklarının infaklarıdır. Allah tüm emeği geçenlerden razı olsun. Etraftaki bazı tipler ise bu Milli Çözüm dışardan yardım geliyor diye bilecek kadar alçalmışlardır.Rabbim herkeze mutlaka eninde sonunda hak ettiğini verecektir.
Münafıkların en Belirgin Özelliği ; Cihad dan ve İnfak tan Kaçmak …
(Ey Habibim) De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz ve arkadaşlarınız, hanımlarınız, kavmü kabileniz-hısım akrabanız, kazanıp yığdığınız mallarınız, bozulmasından ve azalmasından korktuğunuz ticaret ve tezgâhınız (memuriyet ve meslek sahanız), pek hoşlandığınız evleriniz (ve konaklarınız)… Şayet (bu saydıklarımız) size Allah’tan ve Resulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevgili ve kıymetli ise (bütün bunları kaybetmeyeyim korkusuyla cihadı ve Hakk davayı terk ediyorsanız veya nemelâzımcılık ve duyarsızlıkla milli savunmaya katkı sunmuyorsanız;) o halde Allah (zillet ve esaret) emrini getirinceye kadar bekleyip gözleyin bakalım… Çünkü Allah (cihadı ve milli savunma hazırlığını ihmal eden) fasıklar topluluğunu asla hidayete (ve selamete) ulaştırmayacaktır.”
Tevbe Suresi 24
“Mümin, infak ve cihad edendir.”
Ne kadar veciz bir ifade. Çağımızda bu iki hasletin zirvesini eda eden Aziz Erbakan Hocamızdı. Her coğrafyada mazlumların imdadına yetişen, onların kurtuluşu için mücadele edecek yapıları kuran ve siyonizmin beynini patlatacak hamleleri yapan bizzat kendileriydi. Yazımızda geçen Efendimizin “Münafıkın alâmeti Ensar’a buğzetmesi, mü’minin alâmeti ise Ensar’ı sevmesidir.” hadisi şerifi üzerinden bakacak olursak da Aziz Hocamıza düşmanlıkta kafirleri bile gölgede bırakacak seviyede olanlar ise başta Fetö olmak üzere münafıklar olmaktaydı. Onun projelerine sahip çıkan, insanlık kurtuluşa ersin diye gece gündüz durmaksızın çalışan Milli Çözüm ise aynı Aziz Erbakan Hocamızın çizgisi üzerinden hem infak hem de cihad alanında gayret çekerken; bir yandan da Müslüman görüntüsü sergileyip zorla namaza gelenlere karşı mücadelesine devam ediyor elhamdülillah.
Makale başlı başına bir üniversite değerinde . Dikkatinizi çekerim fakülte değerinde demiyorum üniversite değerinde. Fakülte tek bir bıranştan ibaret ama üniversite yüzlerce bıranştan ibarettir. Öncelikle bu makaleyi kaleme alan Üstadımız Ahmet AKGÜL Hocamıza şükranlarımı arzediyorum. Gözlerimizdeki ve kulaklarımızdaki perdeyi kaldıran hakikatı görmemize vesile oldu.
Ancak makalenin tamamı kaydadeğer bir makale , makalede geçen şu Hadisi Şerifi tekrar etmek üzerinde durmak istiyorum:
Efendimiz buyurmuşlar: ” “Münafıkın alâmeti Ensar’a buğzetmesi, mü’minin alâmeti ise Ensar’ı sevmesidir.” (Muslim: 110)
Günümüze uyarlayacak olursak bu Hadisi Şerifi; Asrımızın ve Kur’an’ın Tercümanı olan Bilge ve Yiğit Şahsiyetin yanında olan ve diğer müslümanları hatta tüm insanlığın saadete ve huzurua ulaşması yolunda ADİL BİR DÜZEN kurulması yolunda gayret ve çaba gösterenlere BUĞZEDEN – SİYASİ REKABET HIRSI DAMARIYLA ONLARI KENDİ AMAÇLARI İÇİN BASAMAK YAPAN, OYUN OYNAMAYA TUZAK KURMAYA KALKANLAR – AMA GÖRÜNTÜDE KULLARA İNSANLARA BORCU OLDUĞU HALDE (çünkü borcu olan yağlı ekmek bile yiyemezken lüks konfor içinde evi arabaları malı mülkü olupta borcuna ödemeyen) ALLAH İÇİN PARA HARCIYOR GÖRÜNEN (Siyasi Rekabet Hırsı Gereği) REKLAMINI BU ŞEKİLDE YAPAN – SEVDİĞİMİZ DAVA İNSANLARINA SINIF ATLATMAKGEREKİRKEN İNSANLARI HAKK DAVAYA VE HAKK DAVANIN TERCÜMANINA BAĞLAMASI GEREKİRKEN TAM TERSİNE DÜŞMAN KILMAYA AYIRMAYA DAĞITMAYA SIRF BU SİYASİ REKABET HIRSI GEREĞİ KENDİNE BAĞLAMA GAYRETİ ÇABASI GÜDEN BÖYLECE MERHAMETİ ADALETİ HİÇE SAYAN, AHİRETİ ÖNE ALMAYI SADECE SÖZDE GÖSTEREN – …….. vb. gibilerin Hadisi Şerifte ki ifadesi çok korkunç bir durum olarak anlıyorum… Rabbimiz bu makalenin gereğini yerine getirmek için gayret ve çabasını yüklenenlerden kılsın cümlemizi … Amin.
* “…(Yani, lafa gelince; Allah’a, Resulüne, Hakk dava ve devlet liderine itaatten ve cihaddan bahsetmek kolaydır, ama iş ciddiye bindiği zaman sadakat gösterenler pek azdır. Ey kaypak ve kolaycı tipler!) Demek iş başına gelip (iktidar imkânıyla) yönetimi ele alırsanız; hemen yeryüzünde (ülkenizde, bölgenizde ve dünya genelinde) fesat çıkaracak, (zalim ve facir güçlerin arkasına takılacak, inanç esaslarınızla ve Hakk davanızla) tüm yakınlık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi?! (Bu tavrınız sizin ayarınızı ve ahlâkınızı ortaya koyacaktır.)” (Muhammed: 20-22)
* Şimdi açık ve kesin olarak cihada izin veren ayet gelince yerinizde çakılıp kaldınız. “Ama, fakat…” diyerek mazeretler ileri sürüyorsunuz. “Onlar bizim yakınlarımız, kendi ırkımız, aynı Arap akrabalarımız” diye bahaneler uyduruyorsunuz.
* Muhammed Suresi’nin sonu da çok ilginçtir. Medine’de “Haydi savaşa!” sesleri duyulunca daha önce “protokolde” ön sıralara oturanların, Peygamberin yanına kadar sokulanların, etrafında pervane olanların birdenbire kaytardıklarını ve “mırın kırın” etmeye başladıklarını görüyoruz.
* “…Eğer siz (Hakk’tan ve cihaddan) yüz çevirecek olursanız, (Allah) yerinize sizden başka bir kavmi-kesimi getirip-değiştirir (ve onları zafere ulaştırır)…” (Muhammed: 38)
* Tevbe suresi 129 ayet olan surenin neredeyse tamamında münafıklığın ve korkaklığın adeta genetiği çözülmektedir. Sözü namus bilme (sıdk/sadakat) adına cesaret, yiğitlik, bahadırlık, erdem ve dürüstlük temaları işlenir. Özellikle son bölümde münafıkların telkinine kapılarak seferden geri duran birkaç sahabenin nasıl vicdan azabı çekişleri ve tevbenin gerçek örneği haber verilir.
* Sure boyunca cihad ve infak kaçkını münafıklığın nasıl geliştiğini, Müslüman kılıfına nasıl da bürünebileceğini, hatta sahabelerden bazılarını bile nasıl etkileyebileceğini ve nihayet mü’min olmanın ne anlama geldiğini sarsıla sarsıla okuyacaksınız
* Dini ritüelleri (nüsukları) aksatmıyor görünürler hatta gösteriş olsun diye ifrata varırlar. Gayet iyi konuşurlar; inşaallahı, maşaallahı dillerinden bırakmazlar. Kılık kıyafette de gösterişte yarışırlar. Her halleriyle Müslümanların arasındadırlar. Hatta Müslümanlar deyince ilk önce onlar akla takılırlar. Din, iman nutukları atmada kimse onlara kavuşamazlar!.. Fakat iki şeyde onları göremezsiniz; cihad ve özellikle de infaktan kaytarırlar. Münafıklar, rahatlarından ve menfaatlerinden fedakârlığa yanaşmazlar… Ahiret hayatını ve Allah’ın rızasını değil, dünyayı öne alırlar. Dinlerini dünyalarına basamak yaparlar.
* Yani münafık; sosyal ve ekonomik olarak bir ve bütün oluşa (tevhide) yanaşmaz, kendilerini diğer insanlardan farklı ve ayrıcalıklı görürler.
* İslami hassasiyetini ve insani haysiyetini kaybetmiş, hidayet ve ferasetleri körelmiş kalabalıklar; tapınacak ve kapılacak adam aradıklarından, ruhları ve huyları uyuştukları için, kahramanlık taslayan sahtekârlara, fazilet ve fedakârlık satan münafıklara hemen tâbi olup, koyu bir taraftarlığa başlarlar.
* Yani münafık kendisi infak kaçkını olduğu gibi, infakı/yardım edeni, paylaşıp bölüşeni, bütünü gözeteni, bunun için seferber olup gayret göstereni (Ensar’ı) sevmez. Ona kin besler. ‘Yardım etmeyin ki dağılıp gitsinler’ der. Bütünlük dağılsın ister. Hep ayrı durayım, özel olayım, bütüne tepeden bakayım ister. Oysa mü’min bütünü kollayan, ona karışan, bundan dolayı da seferber olan, infaka/yardıma koşan ve bu uğurda çalışanı da (Ensar’ı) sevendir…
Evet makalemizi okuyunca münafığı Medine’de, Kuba’da, Tebük’te değil, münafığın aramızda da yaşadığını anlıyoruz. Kur’an’ı Kerimin mana ve mesajı bildiğini zannedenler için değil, gerçek manada anlayan ve yaşayan BİLGE için münafığın kim olduğu ayan beyan açıktır.
Esat Coşan, Korkut Özal, Turgut Özal, Cemalettin Kaplan, Fetullah Gülen, Abdullah Gül, Şevki Yılmaz, Bülent Arınç, Cübbeli gibi sayısız isim hakkında Kur’an’ı Kerim ışığında tanım yapıldığında, münafıklıklar deşifre edildiğinde o gün herkes hop oturup hop kalkıyor (ölümüne itiraz ediyordu) bugün ise o herkes o yapılan tariflerin ve tespitlerin ne kadar isabetli olduğunu adı gibi biliyor.
Görüldüğü üzere Kur’an’ın mana ve mesajına vakıf olan Kutlu Bilgeye münafıklığımızı asla yutturmayacağımız açık, kesin bir gerçektir.
Kutlu Bilgenin sözlerini/derslerini can kulağı ile dinlemeyi seçmek hem insan için en büyük bela olan münafıklardan kurtulmaya hem de üzerimizde bulunan münafık tavırlardan arınmamıza vesile olacaktır.
Münafık sadaka veren, mü’min ise infak edendir!
Yani; “Müslüman münafıklar” göstermelik hayırlar, vicdan bastıran yardımlarla yetinir. Her sene hac, umre, mevlide önem verir.
“Müslüman mü’minler” ise zekât dışında ihtiyaç fazlasını bile Allah yolunda ve cihad amacıyla severek harcayabilendir.
Müslüman münafıklar (dıştan teslim olmuşlar) yılda bir kez, ıkına sıkıla, o da kırkta birini verir.
Müslüman mü’minler (içten teslim olmuşlar) ise, yılda bir kırkta bir demez, bollukta ve darlıkta, iyi günde kötü günde infak eder, paylaşır, bölüşürler…
Evet, İslam’a girdiği halde; eşyaya, mala ve mülke, kısaca dünya hayatına bakışını değiştirmeyen Müslümana; cihaddan kaçana, infaka yanaşmayana ve dünyalık makam ve menfaat için, din düşmanlarına yarananlara “münafık” dememiz gerekiyor. Bu ayırıcı ölçüyü bize Kur’an-ı Kerim veriyor.
Münafıkı başka yerde aramayın; o Müslümanların içinde bulunuyor ve etrafımızda barınıyor! Bunlar Mekke’de yoktular. Çünkü Mekke muhalefet, eziyet, işkence, fedakârlık ve bedel yıllarıydı. Ama Medine’ye gelince mantar gibi bittiler. Çünkü Medine iktidar, devlet, servet, beytü’l-mal günleri, ikbal yıllarıydı.
Bugün de aynısı. Medine’de, Kuba’da, Tebük’te aramayın onu. Münafık aramızda, yaşıyor. Onun kim olduğunun kıstası da, tanımı da, farkı fark ettiren (el-Fâruk) ayırıcı ölçüsü de gayet net: Kur’an; Cihad ve infak kaçkını Müslümana “münafık” diyor![1] Münafıklar hukuken ve siyaseten Müslüman sayılıyor ve ona göre davranılması icap ediyor. Ama hakikatte ve ahirette kâfir sınıfında yer alıyor!
RUHLARI VE HUYLARI UYUŞANLAR…
“Allah kerim, devran döner
İftira mumu, tez söner
Zor zamanda mertlik, hüner
Höt demeden, ötenin de…”
https://www.millicozum.com/mc/2008/agustos-ozel-2008/bize-cete-diyenin-de/
Münafıkın alâmeti üçtür:
1- Sözüne yalan katar.
2- Va’adini yerine getirmekten kaçar.
3- Emanete ihanet etmeye kalkar.” (Muslim: 18)
Münafıklar Uzayda Değil, Yanımızda ve İçimizde Dolaşıyorlar
• Ahmet Akgül, Milli Çözüm Dergisi’nde yayınlanan yazısında münafıkların özelliklerini ve Kur’an’da nasıl tanımlandıklarını ele alıyor.
• Akgül, münafıkların cihad ve infaktan kaçındıklarını, rahatlarından ve menfaatlerinden fedakârlığa yanaşmadıklarını belirtiyor.
• Münafıkların, dinlerini dünyalarına basamak yaptıklarını ve ölçünün candan ve maldan fedakârlık etme söz konusu olduğunda ortaya çıktığını vurguluyor.
• Akgül, münafıkların sadaka verenler, mü’minlerin ise infak edenler olduğunu belirterek, münafıkların göstermelik hayırlar ve vicdan bastıran yardımlarla yetindiklerini ifade ediyor.
• Mü’minlerin ise zekât dışında ihtiyaç fazlasını bile Allah yolunda ve cihad amacıyla severek harcayabilen kişiler olduğunu belirtiyor.
• Akgül, münafıkların yılda bir kez, ıkına sıkıla, o da kırkta birini verdiklerini, mü’minlerin ise yılda bir kırkta bir demeden, bollukta ve darlıkta, iyi günde kötü günde infak ettiklerini belirtiyor.
• Münafıkların bir özelliğinin de sözde hayır ve harcamalarını hep kendilerine yakın olanlara yaptıklarını, ancak gerçek ihtiyaç sahiplerini görmezden geldiklerini ifade ediyor.
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/munafiklar-uzayda-degil-yanimizda-ve-icimizde-dolasmaktadir/