YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6637cb9268990
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 8
Bugün : 15191
Dün : 17958
Bu ay : 98061
Geçen ay : 737322
Toplam : 23614347
IP'niz : 3.140.186.201

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Bir ülkede kişi başına gelir düzeyinin belirli bir aşamadan öteye gidememesi “orta gelir tuzağı” olarak adlandırılır. Gelişmekte olan ülkelerin karşılaştıkları en büyük risklerden biri olan bu durum Türkiye için de geçerli bir kavramdır. Türkiye gelişmekte olan ülkeler arasında olduğu için, kişi başına düşen Milli Gelir seviyesindeki artış hızının nüfus artış hızının altında olması bazı önlemleri almasını gerekli kılmaktadır. Türkiye, kişi başına düşen Milli Gelir seviyesini nüfus artış oranına göre yükselterek bu tuzağa düşmemeye çalışmaktadır. Bu durum aşılamaz ise gelişmekte olan ülkelerin gelişim hızı azalacak veya tuzağa kapılıp hep aynı seviyede kalacaktır. Doğrudan ekonomik büyümeye etkili olan bu durum iyi analiz edilmez ise ülkenin orta gelir tuzağına düşmesi kaçınılmazdır. Orta gelir tuzağını kavramak için, önce ‘gelir tuzağı’ ifadesinin ne anlama geldiğini hatırlatmamız daha faydalı olacaktır. Gelir tuzakları orta gelir seviyesinde olabileceği gibi düşük gelirde de oluşmaktadır. Nadiren olmakla birlikte yüksek gelirli ülkelerde bile, yapısal sorunlar nedeniyle gelirlerinde düşüş yaşayıp bu tuzağın içine düşenlere rastlanır.

Ülkelerde kişi başı geliri veri alan ve kişi başı geliri Dolar cinsinden ölçen bu kavram, “ülkenin belirli bir gelir seviyesinde kısır döngüye girmesini” anlatmaktadır. Bu anlayışa göre gelir tuzağına düşen ülkeler, çok uzun süre bu gelir seviyesine takılmakta ve bir üst kademedeki gelir seviyesine ulaşamamaktadır. Gelir tuzaklarını belirleyen en iyi gösterge, belli bir gelir düzeyine ulaşmış ülkelerdeki sürdürülebilir büyüme oranlarıdır. Bu noktada, büyüme hızını uzun vadede belli bir oranda götüren ekonomiler, daha dayanıklı olup geleceğe umutla bakmaktadır. Çünkü düşük gelirli ancak istikrarlı büyüyen bir ekonomi bir süre sonra orta gelirli, orta gelirli ve istikrarlı büyüyen bir ekonomi ise bir süre sonra yüksek gelirli ülke kategorisine çıkacaktır. Bununla beraber Türkiye gibi ekonomisi alarm veren ülkeler, içinde bulundukları gelir seviyesinden çıkamama riskiyle karşı karşıyadırlar. Bu ekonomiler bir süre yüksek büyüme oranları yakalayıp bunu uzun vadeye yayamayan ülke ekonomileri olmaktadır. Türkiye faizsiz sisteme ve Adil Düzen’e geçmeden bu çember kırılamayacaktır.

Özetlersek “bir ekonominin belirli bir kişi başına milli gelir düzeyine ulaştıktan sonra orada sıkışıp kalması hali” orta gelir tuzağıdır. Yani hızlı büyüyen bir ekonomi, bir noktadan sonra durgunlaşmakta ve daha öteye varamamaktadır. Türkiye yıllık kişi başına milli gelir düzeyi 10 ile 15 bin Dolar bandında olan ülkeler arasında sayılmaktadır. Türkiye, yaklaşık 10 bin Dolarlık kişi başına milli gelir düzeyi ve nispeten yüksek satın alma gücü paritesine göre üst orta gelir grubu ülkeler arasında yer aldığı söylense de, gelir dağılımındaki aşırı dengesizlik ve üretim ekonomisinin terkedilmesi ve sanayileşmemesi sebebiyle oldukça kırılgan bir ekonomik yapıdadır.

Güney Kore, Tayvan, Çin gibi ülkeler orta gelir tuzağını aşmışlardır. Orta gelir tuzağından çıkan en başarılı örneklerden Güney Kore gibi ülkelerin gelirlerine kıyasla yatırımları çok yüksek düzeyde bulunmaktadır. Bunu “tasarruf oranları yüksek” diyerek yorumlamak da lazımdır. İkincisi, bu ülkelerdeki ortalama eğitim düzeyi yüksek orandadır. Üçüncüsü bu ülkelerdeki yüksek teknolojili ürünler, sanayi ihracatı içinde önemli bir ağırlığa sahip bulunmaktadır. Biz ise, Meksika, Polonya ve Macaristan ile birlikte şimdilik orta gelir tuzağına takılma riski taşımaktayız. Türkiye, ekonomisinde topyekün bir dönüşüm sağlayarak kesinlikle faizsiz sisteme ve yüksek teknoloji üretimine geçmek zorundadır. Ancak bu sayede, hiç olmazsa yıllık kişi başına milli gelirimizi 500-1000 dolar seviyesinde artırma imkânı doğacaktır.

Ülkelerin orta gelir tuzağına girme süreci şu aşamalarladır.    

1. AŞAMA: Bir ülke düşük gelirli ülkeler grubundan alt-orta gelirli ülkeler grubuna geçerken işgücünün yoğunluğu da tarımdan imalat sanayiine kaymaktadır.

2. AŞAMA: Bu sektöre mevcut işgücünün niteliği yabancı olduğu için teknoloji ithaline mecbur kalacaktır. Belirli bir süre ithal teknoloji sayesinde verimlilik artışı sağlansa da bu aldatıcıdır.

3. AŞAMA: Ancak zamanla tarımdan imalat sanayiine doğru düşük nitelikli işgücü yoğunluğu artacaktır. Bu artış belli bir süre sonra ekonominin istihdam yaratabilme seviyesinin de üstüne çıkmaya başlayacak ve işsizlik oranı (özellikle gizli işsizlik) artacaktır.

4. AŞAMA: Bu noktadan sonra; işgücü maliyetleri artacak, üreticinin rekabet gücü azalacak ve ithal edilen teknolojinin de belli bir süre sonra getirisi de azalınca ekonomik büyüme uzun dönemde durağanlaşarak ülke orta gelir tuzağına yakalanacaktır.

Orta gelir tuzağına düşmemek için hangi önlemler alınmalıdır?

Orta gelir tuzağına düşmemek için; tasarruf oranını artırmak ve yatırımları bu şekilde finanse edip özellikle faizli borç almamak, Milli imalat sanayisinin gelişimini hızlandırmak, sanayide çeşitlenmeyi sağlamak ve emek piyasasındaki koşulları olgunlaştırmayı başarmak şarttır. İsraf ve tüketim ekonomisini bırakıp, tasarruf oranlarını artırmak ve bu yolla yatırımlara iç finansman sağlamak, orta gelir tuzağına düşmemenin ya da düşülmesi durumunda bu tuzaktan kurtulmanın en önemli gereklerinden birisini oluşturmaktadır. Türkiye’de tasarruf ve yatırım miktarlarının GSYH’ya oranına baktığımızda, tasarruflarla yatırımlar arasındaki farkın giderek açıldığı ve tehlikeli bir tıkanıklığa doğru yaklaştığı ortadadır.

Şimdi iktidar “tasarruf yapacağız” iddiasındadır. Biz de soruyoruz: Hangi tedbirler ve projelerle bunu başaracaksınız? Siz 14 yıldır milli ve yerli üretim amacı ve tasarruf politikası yapmayıp sürekli faizli borç alıp harcadınız. Ve maalesef toplumu hazırı yemeğe alıştırdınız. 14 yıl önce 200 milyar Dolar olarak devraldığınız dış borç toplamını, devletin kefil olduğu özel sermaye borcu dâhil şimdi 900 milyar Dolara çıkardınız. Yani Türkiye’yi ipotek altına sokmuş durumdasınız. Öyle ekonomik terimlerle kafa karıştırmadan anlaşılır örneklerle “orta gelir tuzağı” nedir ve nasıl yakalandık? anlatalım:

80’li 90’lı yıllarda yeni ev almış, evin kredisinin taksitlerini ödemeye başlamış ailelere pek rastlanmazdı! İnsanlar bir yerden toplu para gelmediği sürece ev alamıyorlardı. Sadece belirli ve yeterli geliri olanlar para biriktirerek ev sahibi olmaktaydı. Kirada oturanlar da emekli ikramiyesiyle bir ev almış olan Ayten Teyze’ye kira ödüyorlardı, yani para ülke içinde kalmakta, yüksek faizli dış borç olarak Siyonist sermayeye aktarılmamaktaydı. Eski zamanlardaki tasarruf oranlarıyla bugünün tasarruf oranları arasındaki farkın en büyük nedenlerinden biri kredi vadelerinin uzaması ve sadece konut değil diğer tüketici kredileri kullanımının artmasıydı.

Bugün en çok güvendiğimiz inşaat sektöründe, eğer tamamen yerli girdi kullanılsaydı ülke olarak tasarruflarda bir azalma olmazdı. Çünkü sizin cebinizden çıkan para müteahhit Ali ile banka hissedarı Veli’nin geliri ve dolayısıyla tasarrufu olacaktı. Ama şimdi öyle mi? Oysa inşaat yapımında ithal girdiler büyük boyutlara ulaşmıştır. Kaba inşaat bitince iç dekorasyonda bir yığın ithal malzeme kullanılmaktadır. İthal malzeme kullanmak tasarrufları yurt dışına aktarmaktır. Konut, ihraç malı üreten bir sermaye kalemi de olmadığından, döviz de kazandırmamaktadır. Üstelik de kredi faizleri tamamen banka hissedarı Veli’nin geliri olmuyor, ayrıca yabancı hissedar Amerikalı Joni banka kârına ortak oluyor ve aldığı kâr payını ülkesine götürüyor. Ayrıca banka size kredi kullandırmak için dışarıdan da borçlanıyor ve dış borçlanma için de faiz ödüyor. Doğal olarak tüm bu şartlar altında birikimler bizim tasarruflarımız sayılmadığı gibi tasarruf ettirilen malın faizi de bize ödettiriliyor. Şimdiki bankaların ortakları tamamen yabancı olduğundan ceplerine tasarruflarımız dışında bir de faizlerini koyuyoruz. Yani resmen sömürülüyoruz ve giderek “demokrat köleler” haline geliyoruz.

Şimdi bir de son 14 yılda karı koca çalışan yeni ev almışı örnekleyelim;

Karı-koca çalışan, bir çocuk sahibi olan ve yeni ev almış bir ailenin, hali hazırdaki gelir durumu ile tasarruf yapabilmesini beklemek bu ülkede artık mümkün olmuyor. Çekirdek aile düzeyinde tasarruf edilemediğinde de yatırımların finansmanı için dış kredi ya da sıcak para ile ucuzlayan döviz seçeneği ön plana çıkıyor. Burada ise borç alınan para için ödenen ana para ve faizden ve kur hesaplamalarından sonra bu yatırımın halâ karlı olması ve tabii gelir kazandırması lazım ki ekonomik büyüme gerçekleşsin. Bu kârlılığı sağlayabilmek için de yatırımcı ilk başta çalışanlarının ücretlerini ve özlük haklarını buduyor. Tüm yatırımcılar benzer işlem yaptığında ve iş hukuku düzenlemeleri de bu sisteme alet olduğunda ise çalışanlar gelir durumları ile tasarruf yapamaz hale geliyorlar. Biz de tasarruf eksiğinden bahsediyoruz. İşte buna kısır döngü deniyor. Yani tasarruf yapmak için sadece ekonomik politikalar değil diğer tüm sosyal politikalar iş kanunu ticaret hukuku hatta medeni hukuk dahil tasarruf yapabileceğimiz ortamı hazırladınız mı? Hayır… Faiz politikanızın yanlışlığının tasarrufların verimsiz olanlara yönelmesine neden olduğunun bile halâ farkına varamadınız. Örneğin tasarrufların konut ve inşaata yöneldiğini gören sanayicilerimiz de fabrikalarını satıp, daha yüksek kazanç gördükleri için inşaat sektörüne girmeye başladılar… Bu işin sonu iflasa, yani sosyal isyan ve infilaklara varacaktır.

Erbakan Hocamızın ifadesiyle; “Kafamızı gözümüzü dağıtacak, bizi kan revan içinde bırakacak” olan orta gelir tuzağı diye adlandırılan kriz kapıya dayanmıştır, öyle günü kurtarmak adına başvurulan suni çözümler ise hiçbir işe yaramayacaktır. Artık Adil Ekonomik Düzene mutlaka geçmekten başka çareniz kalmamıştır. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim, Türkiye bugünden itibaren 1 yıl içinde (250 milyarlık özel sektör borcu dışındaki) yaklaşık 650 milyar TL olan dış borcunun 165 milyar TL’sini yenilemek ve kabaca 50 milyar TL de cari açık için dış kaynak bulmak durumundadır. Yani bir yıl içinde toplamda 215 milyar TL dolayında yabancı kaynak bulmak zorundadır. Bu durumda hangi politikanızla bir de kalkıp tasarruf yapacaksınız. Yok vergi affı, kredi kartı affı, imar affı, trafik cezası affı veya bunların uzun taksitlere bağlanması, bütün bunlar dürüst vatandaşları dolaylı cezalandırma ve hırsızlığı, haksızlığı, kanun tanımazlığı teşvik anlamı taşırdı ve bu bağışlanan borçlar, alacaklar yeni vergilerle yine halktan çıkarılacaktı.

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Kalkınma Bankası’ndaki ‘yeniden yapılandırma’ hamlesiyle ilgili olarak: “Kalkınma Bankası, Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkmasını sağlamak amacıyla; teknolojik ve stratejik sektörlerde uzun vadeli ve uygun maliyetli kaynak sağlayacak” diye konuşuyor. Demek ki orta gelir tuzağına girmişiz ki çıkmanın yolları aranıyor. Yahu Allah aşkına çok büyük ekonomik kriz geliyor, halâ görmüyor musunuz?

Adam yakınıp duruyor: Geçen yıl TOKİ’den bir ev almış. Ancak bir yılı aşkın süredir ödediği halde borcu azalmak bir yana sürekli artmaktaymış. Vatandaş, TOKİ’den 174,425 TL değerinde bir eve yazılmış. Bir miktar peşinat yatırdıktan sonra borcun geri kalanı takside bağlanmış… TOKİ’den evi alan vatandaşın “taksitlendirilen borç bakiyesi” 118,925 TL. Vatandaş 13 ay boyunca taksitlerini hiç aksatmadan yatırmış. 6 ay boyunca her ay 685 TL, takip eden 6 ay ise taksitler arttığı için her ay 712 TL, bir sonraki ay ise 836 TL’yi kredi hesabına yatırmış. Ve geçen ay sonunda kendisine krediyi veren kamu bankasından “Toplu konut taksitleriniz hakkında” diye bir yazı ulaşmış. Bir yıl taksit ödedikten sonra 118,925 TL’lik borç 126,800.09 TL’ye çıkmış. Ayrıca Ocak ve Temmuz ayı taksitlerine yüzde 1 KDV ilave edilmiş olduğu için bunun da hemen yatırılması lazımmış. Yani 13 ay taksit ödediği halde, adamın borcu hemen hemen yüzde 7 artmış. Bu hesapla kredinin sonuna gelindiğinde hiç aksatmadan ödemeler yapılmış olsa bile borç yaklaşık 230,000 TL olacakmış…

İkinci darbe, ekonomik hedefli ve Moody’s merkezli mi başlatılmıştı?

17/25 Aralık’ta ayaklanmış ama umduklarını bulamamışlardı. Ardından 15 Temmuz’da silaha sarılmış, ülkeyi sarsmış, ama çok şükür şeytani amaçlarına ulaşamamışlardı. Ama şimdi Moody’s’in not indirimi kararıyla Türkiye ekonomisini hedef almışlardı. Yani doğrudan soframıza çarşı pazarımıza, kıt kanaat kazancımıza ve zaten kırılgan olan ekonomik denge ayarlarımıza saldırı başlatmışlardı.

Kredi derecelendirme kuruluşu, Moody’s’in Türkiye’nin yatırım yapılabilir en düşük seviyede olan kredi notunu bir kademe düşürerek spekülatif seviyeye çekmesi ardından Dolar Cuma günü seviyelerine göre güne yükselişle başlamıştı. Moody’s açıklaması üzerine Borsa İstanbul güne yüzde 4.4 düşüşle, bankacılık endeksi ise yüzde 5 düşüşle panik yaşanmıştı. Sanayi endeksi ise güne 3.9 düşüşle başlamıştı. Satışların bonoya ve tabi piyasaya yansıması da kaçınılmazdı. Bakınız, küresel sömürü sermayesinin tertip ve tazyikleri sonucu Latin Amerika’nın petrol zengini ülkesi Venezuela’nın başkenti Karakas’ta da fırınlarda ekmek bulunmaz olmuştu. AP ajansının başkent Karakas’tan geçtiği habere göre, kentte yaşayan her kişi, ayda 35 saatini, gıda maddesi satılan dükkânlar ve fırınlar önünde uzayan kuyruklarda geçiriyor ve daha da önemlisi, sıra kendisine geldiğinde, satın alabileceği ekmek veya peyniri de bulamıyordu. Hükümet 13 Ağustos günü komşu Kolombiya ile sınır kapılarını açtı, tam 380 bin Venezuelalı ilk sekiz gün ne bulduysa almak üzere oraya saldırmış bulunuyordu. Gıda maddesi depoladığı bilinen yerler halk tarafından saldırıya uğruyordu. Başkentin hayvanat bahçesindeki 50 kadar hayvan açlıktan ölüyordu. Gazeteler ve televizyonlarda en fazla görülen tablo, elinde ‘Açım’ yazan insanlar pankartlarla sokaklarda dileniyordu. Harvard Üniversitesi profesörü Yahudi Ricardo Hausmann “Pek çok hükümet Venezuela’nın bugünkü durumuna düşmeden çok önce ‘iflâs’ ilân etmiştir; Venezuela bunu hiç değilse şimdi yapmalı” demekten sıkılmıyordu. Venezuela’yla ilgili haberler, bizim gazeteler ve televizyonlarca göz ardı edilse bile, son birkaç aydır dünya medyası tarafından dikkatle takip ediliyordu. Petrol zenginliği sayesinde uzun yıllar boyu yokluk nedir bilmeyen bir ülke, ekonomik dengeleri bozan global değişiklikler yüzünden, çok kısa bir sürede, halkının ‘Açız’ diye sokaklara döküldüğü bir ülke haline gelebiliyordu.

“Moody’s bu kararıyla elinde para nereye yatırım yapacağına karar verme çabasındaki yabancılara, “Nereye giderseniz gidin, ama gittiğiniz yer Türkiye olmasın” demiş oluyordu. Daha önce Standart and Poors adlı kurum da aynı kararı almış, ancak “Bize reyting vermeye hakkı yok” denilerek geçiştiriliyordu. Evet Moody’s tarafından daha önce 2 Aralık günü yapılacağı ilân edilmiş kararın bugünlere çekilmesi, çoğumuza, ‘yeni bir saldırı’ hissini veriyordu. Reyting kurumlarının olumsuz kararları, yabancı yeni yatırımların ekonomimize gelmesini engellediği gibi, var olan yatırımcıların ülkemizden çıkma niyetlerini güçlendirme etkisi de taşıyordu. Türkiye’nin, bu kararla, ekonomik yönden bazı sorunlar yaşaması kaçınılmaz görünüyordu” diyen Fehmi Koru milli ve vicdani bir uyarı mı yapıyordu, yoksa şantaj yapıp tehdit mi ediyordu!

Hatırlayacaksınız, CIA-MAAT’ın hain 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Joseph Votel küstahça ve bazı gerçekleri anlamamıza yarayacak bir açıklama yapmıştı. Votel, biraz bilinçli olarak biraz da basın toplantısında boş bulunarak, “Türk ordusunda beraber çalıştığımız bazı isimler şu an hapiste” diyerek 15 Temmuz kalkışmasının arkasında olduklarını açığa vurmuşlardı. Ardından kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s‘in, “Türkiye ekonomisi, 15 Temmuz darbe girişiminin şokunu atlattı” dedikten sonra “not düşürme” kararı birbiri ile irtibatlıydı. 15 Temmuz’u tam ve doğru analiz edenler için “beklenmedik bir durum değildi” derken, bu yönde hazırlıklar olduğu anlaşılmaktaydı, hatta piyasada 15 gündür sürekli konuşulmaktaydı. Yani bu “not operasyonu” kasıtlı zamanlaması ve Türkiye’ye hizaya sokma bakımından ciddiyetle ele alınması gereken bir çıkıştı. Öyle ise Türkiye’nin Adil Düzene geçmekten ve faizsiz ekonomiyi seçmekten başka çaresi kalmamıştı.

Peki, “Moody’s bu kararı niye almıştı?” Elbette kasıtlıydı ve Siyonist odaklar için iyi bir fırsat yakalanmıştı. Çünkü kredi derecelendirme kuruluşları ekonomik risk değerlendirmesi sırasında mutlaka siyasi gelişmelere ve ülkenin yönetim ve yönelişlerine bakarlardı. Bu nedenle, Amerikalı komutan Votel‘in birlikte çalıştıkları Türk komutanların FETÖ operasyonlarında içeri alınması ile Moody’s ve diğerlerinin iş ortağı bürokratların tasfiye olunması arasında elbette bir irtibat vardır. ABD, 15 Temmuz’da bıraktığı askeri parmak izlerini silmeye uğraşırken, ekonomik olarak da Türkiye’ye şantaj misali bir mesaj ulaştırmaktaydı. Bir başka anlatımla, Merkez Bankası, BDDK ve Hazine’de geleneksel olarak çalıştıkları ve özel ittifak kurdukları kadroların ortalıktan kaybolmasına verilen reaksiyon gibi okunmalıydı. Yoksa sorun, Türkiye’nin sıcak para yönetimindeki sıkıntılar, dış finansman ihtiyacı, şoklara dayanıklılık kapasitesi falan sanılmasındı. Türkiye, iç ve dış dalgalanmalara karşın 2008’den bu yana söz konusu riskleri yönetmeyi ve büyümeyi başaran bir ülke konumundaydı. Moody’s de kuklacıları da bunun farkındaydı. Ama onlar, “yerli ve milli” değil, “kendilerine muhip ve muti siyasiler istiyorlardı” itirafları, Türkiye’nin ekonomik ve politik yöneticilerinin, küresel sermayenin güdümünde bulundukları ve bazı kahramanlıklar yaptıkça patronlarınca uyarıldıkları gerçeğini mi yansıtmaktaydı?

Çünkü ekonomisiyle, stratejisiyle, kapitalizmiyle, sosyalizmiyle, Batılın ve barbarlığın birbiri ile bağlantılı bir tek sistemi vardır, o da küresel Siyonizm olmaktadır. Moody’s, Fitch, Standard&Poor’s. Hepsi küresel sistemin eli sopalı derebeyleri olan kuruluşlardır. Dünya ekonomisinin Yahudi sermaye güdümlü batılı devletlerin elinde kalmasını temin etmek için görev yapan tetikçileri konumundadır. İzlanda bunun en canlı şahidi olarak hatırlanmalıdır. 2008 krizinde İzlanda’yı “Satılık Ülke” konumuna bile düşürmekten sakınmamışlardır. Biz ise, kalkıp AKP zihniyeti olarak ekonomimizi küresel sistemin belirlediği kriterlere göre yürütmeyi ana hedef olarak kabul ediyoruz. Uluslararası sisteme entegre olmayı ekonominin başarısı olarak görüyoruz! Bu sözde kredi derecelendirme kuruluşları kredi notumuzu yükselttiğinde, ekonominin direksiyonunda bulunan yetkililer olarak, Türkiye’nin yatırım için ne denli uygun olduğunu, süslü cümlelerle anlatıp duruyoruz… Olumsuz bir rapor açıklandığında ise, bu karar siyasidir diyerek tepki koyup gocunuyoruz… Oysa şunu bilmeleri gerekir ki, bunlar bir ülkenin kredi notunu yükselttiklerinde de, durağan veya yatırım yapılamaz olarak gösterdiklerinde de, bağlı bulundukları siyasi Siyonizm’in altyapı oluşturma talimatını yerine getiriyorlar,[1] halâ anlamıyor musunuz?

Nevada Eyaletinin sırrı!

Nevada, Amerika Birleşik Devletleri’nin iç Batı tarafında bulunan 450 bin km2 (Türkiye’nin yarısından fazla), sadece 2 milyon nüfus barındıran, çöllerle kaplı bir eyalet konumundadır. Nüfusun üçte ikisi 3 büyük şehrin birleşiminden oluşan Las Vegas metropolitan bölgesinde yaşamaktadır. Başkenti Carson City’dir ve en büyük kenti Amerika Birleşik Devletleri ve dünyanın kumar ve fuhuş merkezlerinden olan Las Vegas’tır. Nevada’nın büyük kısmını Great Basin bölgesinin güney kısmında yer alan geniş çöl ve yarı kurak alanlar kapsamaktadır. Mojave çölü, Tahoe gölü ve Sierra Nevada dağları bu bölgede yer almaktadır. Eyaletin yaklaşık %86’sı çeşitli sebeplerle (askeri ve sivil olarak) Birleşik Devletler’in değil Siyonist Yahudi sermaye baronlarından Rothschild’lerin özel malıdır. Eyalet ismini İspanyolca’da “karla kaplı dağlar” anlamına gelen Sierra Nevada Dağları’ndan almıştır. Bölgede daha önceleri yerli Paiute, Shoshone ve Washoe kabileleri yaşamaktaydı ve kurulacak gizli Yahudi saltanatı hesabına, medeni ve insancıl(!) Amerikalılar bütün yerlilerin kökünü kurutmuşlardı. İspanyollar bu bölgeyi İspanya adına kontrol altına aldılar ve Alta California ismiyle Meksika bağımsızlık savaşına kadar ellerinde tutmuşlardı. 1848 yılında Birleşik Devletler’in zaferiyle sonuçlanan Meksika-Amerika savaşı sonrasında Nevada, zahiren Birleşik Devletler’e ama resmen ve fiilen Rothschild’lerin özel mülkiyetine alındı. 1859 yılında Comstock Lode’da keşfedilen gümüş madeni bölgede bir nüfus patlamasına yol açtı ve altın madeni çıkarılmaya başlandı. 20. yüzyılda yasal hale gelen kumar, gay evliliği ve kolaylaşan boşanma kanunları Nevada’yı önemli bir turizm merkezi yapmıştır. Turizm sektörü ve dünyanın en büyük 4. altın üreticisi olan madencilik sektörü bölgenin en önemli iş kaynaklarını oluşturmaktadır. Nevada’da sivillerin girmesi yasak olan çok özel ve gizemli askeri ve teknolojik üsler ve geniş deneme bölgeleri bulunmaktadır. Şimdi ise Nevada dünyanın yeni finans merkezi yapılma aşamasındadır.

Rothschild Saltanatı sallanmaktaydı!

“New York’ta 42. Cadde’de 51. Sokak üzerindeki Rothschıldler‘in en görkemli ve en önemli merkezlerinden birisi şimdilerde Yeni Dünya Düzeninin kurulduğu yerdi. Evet paraya hükmedenler ülkeleri de yönetirdi. Rothschild ailesi aslında bir imparatorluğun temsilcisiydi. İngiltere’nin de, ABD’nin de yuları Rothschild’lerin, Rockefeller’lerin elindeydi. Mesela Kraliçe Amerika’ya gidip kendi çıkarlarını ilgilendiren hiçbir kararı alması mümkün değildir. Ama Rothschild’ler hanedanı Amerika’daki en küçük yerleşim yerlerinde bile sözünü geçirirdi. “Böyle bir güç nasıl olur da bir ailenin elinde bulunur?” diye soranlar Siyonizm’in şeytani gücünün farkında değildi. Küresel sermayenin bütün Banka merkezlerini taşımaya başladığı Nevada‘yı bizden çok kişi takip etmemiş, dikkatlerini bile çekmemişti. Oysa Nevada yakında en önemli merkez haline gelecekti. Bu aile Nevada‘ya 50 trilyon Doların gelmesine karar vermişti. Operasyonu birebir Rothschild’ler yürütmekteydi. Nevada Amerika Birleşik Devletleri toprağı görünse de Rothschild’lerin özel mülkiyetiydi. Nevada’da alınan her karar, Rothschild ailesinin onayıyla yürürlüğe girerdi. Ailenin Nevada Reno’yu seçmesinin en önemli nedeni ise, coğrafi konumun getirdiği Güvenlik avantajı idi. Aile, paranın merkezi olarak Avrupa ülkelerinin herhangi birini seçebilirdi, veya küçük ölçekli adalardan birine paraları taşıyabilirdi, ama onlar Nevada‘yı seçmişti. Bunu tercih etmesinin en büyük nedeni, Avrupa-Asya ve Afrika’nın yakın gelecekte çok büyük savaşlarla kaos ve kavgalara sürükleneceği miydi? Bu 3 kıta, çok büyük savaşlara gebeydi. Bunu küresel sermaye tertiplemişti. Kuzey Amerika, en huzurlu ve güvenli yerdi. Nevada Reno’yu ailenin en önemli şirketi Rothschild & Co, hayata geçirecekti. Koruyacak, kollayacak, yeni düzene şekil verecekti.

Her ne kadar Fransız merkezli olsa da Rothschild & Co’nun Manhattan 51. Sokak’taki binasına, aylardır çok önemli ziyaretçileri gelmekteydi. Rusya, Fransa, İtalya, Almanya, İspanya, Türkiye, Meksika, Hindistan gibi 49 ülkenin en önemli işadamları 2016 yılında bu binayı ziyaret etmişti. Rothschild & Co’nun merkezinde, Nevada Reno’nun merkezliğine razı olduklarını servetlerini getirmeye hazır bulunduklarını söylemişlerdi. Bazı işadamları çok iyi karşılanırken, bazıları asık suratla binadan ayrılıp gitmişti. Bu özel binayı ziyaret edenler sadece işadamları değildi. Forbes listesinde yer alan her işadamının Rothschild & Co’nun davetini aldığında çok mutlu olduğunu da unutmamak gerekirdi. Dünyanın en iyi 500 üniversitesinin rektörleri de binaya gelmişti. Saatlerce misafir edilmiş, bu özel listeye giremeyen ancak ülkesinde çok güçlü olan üniversitelerin rektörleri de Rothschild & Co’dan aldıkları direktifleri uygulamak için tekrar okullarına dönmüşlerdi.

Bu bina CIA tarafından özel korunan yerlerin başında gelmekteydi. Çevresinde her an bulunan birçok kişi aslında CIA ajanı özel görevlilerdi. Rothschild ailesinin İngiliz olmasına rağmen, CIA’ya emir vermesi de aslında büyük planın ne kadar güçlü işlediğinin de bir göstergesiydi. Mesela Türkiye’de hangi patronlar bu ailenin ağzının içine bakardı? Hangi siyasetçiler dolaylı ya da doğrudan bu aileden emir alırdı? Kimler geleceğini bunlara bağlamıştı? Hangi medya Rothschild’lerden uzak duramazdı? Mesela 15 Temmuz öncesi kimler kimlerle iletişim kurmuşlardı? Bu aileye kim nasıl yaklaşmış, nasıl haber salmış, nasıl talimat buyurmuşlardı? 51. Sokak’taki binanın 33. katı bu işlere ayrılmıştı. Kararlar burada kesinlik kazanırdı. Bu aile ve yanındaki İngiltere ve ABD 100 yıl önce Osmanlı’ya, Türklere farklı bakarlardı. Bizi dağıtıp bölüp parçalayıp bir çağ başlatmışlardı. Bir asırdır Ortadoğu’da bunlar olmadan kimse istediğini yapamazdı” diyen yalaka yazar aldanmaktaydı.

Çünkü bu zulüm ve sömürü saltanatı artık sallanmaktaydı. Hem yıllardır “Dünya beşten büyüktür” palavraları atıp da “Ama Türkiye İsrail’den küçüktür” tavırları takınanların, İsrail’le teslimiyet anlaşması imzalayanların ve bu zavallılara “tek çare olarak; ABD’nin güdümünde bölgesel güç olmayı” tavsiye eden Ergün Diler gibi zırvacıların halâ akıllarının yatmadığı nokta burasıydı… Çok yakında yaşanacak bir tarihi hesaplaşmayla İsrail yıkılacak, ABD ve AB Akdeniz’de hezimete uğratılacak, Rothschild’ler ve Rockefeller’ler artık ne Nevada’da ne de Amerika’da rahat oturamayacaklardı. Kur’an’ın haberlerine, Resulüllah’ın hadislerine ve Erbakan’ın müjdelerine inanmayan ve aklı yatmayanlar, bunları komplo teorisi ve züğürt tesellisi saysalar da, Allah nurunu tamamlayacaktır. Siyonist şeytani güçlerin ve onların güdümündeki ABD ve AB’nin bu denli şımarıklık ve saldırganlığının altında ise, Yahudilerin Gizli Dünya Hâkimiyetinin yıkılış telaşı yatmaktaydı.

Güvenlik ve strateji uzmanlarının korkutan darbe uyarıları!

Güvenlik Uzmanı Mete Yarar, darbe girişimiyle ilgili korkutan açıklamalar yapmıştı. Yarar, cuntacıların tekrar toparlandıkları ve ikinci dalgaya hazırlık yaptıkları uyarısında bulunmuşlardı. Mete Yarar, “Her cephede cuntacılar toparlanmış görünüyorlar” diyerek, “özellikle yurt dışındaki gruplar üzerinden ilk saldırılarına başladılar” tespitinde bulunmuşlardı. Ayrıca: ‘ikinci dalga’ saldırı karşısında safları sık tutmamız gerektiğini hatırlatıp: “Herkesin bugünler için onlarca farklı öngörüsü olabilir. Bu öngörüler için yanlıştır demek hiç de mantıklı bir söylem olmaz. Çünkü birçok farklı eğitim sisteminden gelenlerin öngörülerinin farklı olması doğaldır. Anlaşılan o ki tespit yapmaya zaman bulamadan her cepheden saldırıya uğramaya başlayacağız. Zaten ilk işaretleri de gelmeye başladı. İster sosyal medya üzerinden olsun isterse yaşamın içinden, her cephede cuntacılar toparlanmış görünüyorlar. Özellikle yurt dışındaki gruplar üzerinden ilk saldırılarına başladılar. Ekonomik hedefler ilk öncelikleri ve ardından terörist faaliyetler azdırılacak. Kredi notları düşürülürken Türkiye’yi köşeye sıkıştıracak yurtdışı kaynaklı siyasi kararları da peş peşe çıkaracaklar” uyarısında bulunmuşlardı.

Yeni Darbe ve Türkiye’yi İşgal Hazırlığı!

Emekli Albay Hasan Atilla Uğur, 15 Temmuz tarihinde yaşanan darbe girişiminin ardından tehdidin henüz bertaraf edilmediğini iddia ederek, “15 Temmuz darbe girişiminin ardından zafer sarhoşluğu yaşanıyor, ikinci kalkışmaya hazır olun” uyarısında bulunmuşlardı! Yeni Şafak gazetesine röportaj veren Emekli Albay Hasan Atilla Uğur, “İkinci kalkışmaya hazır olun. Ve çok yakın bir zamanda. Çok net bilgi olarak söylüyorum, ikincisi daha kanlı olacak. Bugün bir zafer sarhoşluğu içindeyiz. Ben sizin aracılığınızla Türkiye’yi uyarıyorum. Kimse ‘tamam bu iş bitti, Türkiye rayına oturdu, artık Amerika başka bir şey yapamayacak, FETÖ başka bir şey yapmayacak, PKK başka bir şey yapamaz, biz belini kırdık bu örgütlerin’ falan demesin” şeklinde konuşmuşlardı.

Terör örgütü PKK’nın elebaşısını İmralı’da sorgulayan ekipte bulunan emekli Albay Uğur, “Bu olaylar büyük ihtimal Şemdinli, Yüksekova ya da Kızıltepe’den başlatılacak. Burada 15-20 kişinin öleceği karışıklıklar çıkarılacak. Bölgedeki bütün ilçelerde, illerde, İngiliz konsolosluğundan ziyaret edilen aşiretler eğer bu oyuna gelirlerse halkı sokağa döküp kışkırtacak. Batı’da ise fitili 4-5 noktada sansasyon yaratacak büyük patlamalarla ateşlenmiş olacak. Bunu ya PKK ya da IŞİD yapacak” iddiasını gündeme taşımışlardı. Uğur, eş zamanlı suikastların de başlayacağını vurgulamıştı. Bunların ardından Kıbrıs’ta konuşlu İngiliz deniz piyadelerinin kaos bahanesiyle Türkiye’ye gireceğini belirten emekli Albay Uğur, “İkinci kalkışmanın esas amacı Türkiye’yi işgale gerekçe hazırlamaktır. Aldığım bilgiye göre İngilizler 2.5 aydır Güneydoğu’daki bütün aşiretlerin ayağına gidiyorlar. Özellikle Hakkâri, Van, Çatak, Silopi, Mardin bölgesinde etkin aşiretlerle pazarlık yapıyorlar. Bunlara trilyonlarca para dağıtıyor, banka borçlarını ödüyorlar. Düşünün bir konsolos aşiretlerin arasında ne arıyor?” diye sormakta haklıydı.

Evet 15 Temmuz günü ilk kalkışmayı haber veren emekli Albay Hasan Atilla Uğur, yeni bir darbe girişimi olacağını belirtip uyarıyor, üstelik darbenin tarihini bile veriyordu. Ekim veya Kasım ayında olabileceğini söylüyor, üstelik bu kez sadece FETÖ değil, onun arkasındaki güçlerin de Türkiye’ye gireceğini hatırlatıyordu. Amerika oradan, İngiltere buradan, PKK/PYD sınırdan girecek işgal harekâtını başlatacaklarını vurguluyordu. Ama Süleyman Özışık gibi zavallı yalakalar halâ: “Yahu tarla mı burası kardeşim, mera mı? Koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti çocuk parkı mı önüne gelen girsin? Yahu bugüne kadar Adnan Oktar’ın kedicikleriyle mi geliyorlardı sanki. Yine tüm müttefikleri yanlarına alıp gelsinler, ne ziyanı var. Eğer o müttefikler Çanakkale’de akıllanmamışlarsa, Gaziantep’te akıllanırlar fena mı?” diye kendi aklınca ve ayarınca dalga geçiyordu!

Gizli TSK düşmanlığının dışa vurması ve bazı marjinal kesimlerin ahlaksız küstahlığı!

Sakarya Milletvekili Zihni Açba, 15 Temmuz gecesi Sakarya’da bir grubun, askeri lojmanların kapısına dayandığını belirterek, “Bunların karıları bize helaldir, verin onları bizlere” diye milletin evlerinin kapısına dikildiklerini açıklamıştı. Sakarya Milletvekili Zihni Açba, Adapazarı’nda MHP İl Başkanı Levent Bülbül ile birlikte basın toplantısı yapmıştı. Açba darbe gecesi tüm subay ve astsubayların atılan mesajlarla kışlaya toplandığını, askerlere valilik binasına tatbikat olduğu belirtilerek yollandığını anlatırken şunları aktarmıştı: “1’inci Motorlu Piyade Tugay Komutan Vekili Piyade Kurmay Albay Uğur Coşkun 15 Temmuz’dan 3 gün önce kışlaları geziyor. ‘Önümüzdeki günlerde tatbikatlar olabilir kışla dışında olanların mesajı aldığı anda kışlalara intikalinin sağlanması’ diye 3 gün içinde tüm kışlaları dolaşıp böyle talimatlar veriyor.” Daha sonra 15 Temmuz günü saat 20.15’te evlerinde bulunan, yani mesaisini bitirmiş olan, özellikle subay ve astsubay, uzman ekibinin telefonlarına ‘Merkez kışlada toplanılması’ diye mesaj gidiyor. Oraya toplandıklarında yine o albay tarafından valiliğin terör saldırısına uğradığı ve oraya intikal edileceği noktasında emir veriyor. Valiliğe yönelik harekât böyle başlıyor. Oraya girildiğinde asker vatandaşla karşılaşınca ateş emri veriliyor. Ancak asker ateş etmiyor, subay ve astsubay tayfası polise teslim oluyor.”

Bazı soysuz ve sorumsuz kesimlerin asker düşmanlıkları ve akıl almaz küstahlıkları!

Darbe girişimin olduğu gece bir grup sivilin Çark Caddesi’ndeki askeri lojmanlara gittiğini de belirten Milletvekili Zihni Açba şu akıl almaz olayı da anlatmıştı: “O akşam bir grup insan askeri lojmanların önüne gidip ‘Bunların karıları bize helaldir, verin onları bizlere’ diye milletin evlerinin kapısına dikiliyorlar. Buralara yönlendirilmiş sivil insanlar askeri lojmanların kapılarını tırmalıyorlar.”[2] Şimdi soruyoruz, hamdolsun başarısızlığa uğratılan CIA destekli FETÖ kalkışmasını yapan soysuzlarla, askeri lojmanları basıp karılarını isteyecek kadar alçalan ahlaksızların ne farkı vardı?

Sn. Devlet Bahçeli, Twitter adresi üzerinden “Kalbi vatan ve millet için çarpan her insanımız eminim ve haklı olarak şu sorunun cevabını arıyordur: Şafak ne zaman sökecek?” duygularını paylaşmıştı. Bahçeli açıklamasında Mardin Derik, Şırnak ve Diyarbakır’daki 11 şehit verdiğimiz saldırılara da değinerek şunları aktarmıştı:

“Sabır ve duayla şafağı bekliyorsak, o zaman hüküm süren karanlıktan da bahsetmemiz lazımdır. Maatteessüf karanlık zalim ve zifiridir. Nitekim üzüntüm büyüktür: Umutlar boşa çıkarken, uğursuz bir dönemin ağırlığı tüm acımasızlığıyla milli yüreklere düşmektedir. Huzur istiyoruz, hüsran geliyor; güvenlik istiyoruz, tehlikeler kol geziyor. Yarını görelim diyoruz, yangından başımızı alamıyoruz. Yeni bir darbe söylentisi mırıldanıyor, ama bu kızgınlıkla yapılmış bir mırıldanma değil. Türkiye’nin korku tünelinden çıkması gerekiyor. Kara haberler geliyor, anaların gözyaşları şelale gibi akıyor. Değişen bir şey yok: Yavrular mahzun, gelinler mazlum, vatan mahvın eşiğinde. Mardin Derik, Şırnak ve Diyarbakır derken; 11 vatan evladı şehit oldu. Şehitlerimiz devlet ve millet bekası uğruna kara toprağın bağrına girdi. Terörü lanetliyor, şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun. Son olsun diyeceğim, ama olmayacak…” diyerek Milli vicdana tercümanlık yapmıştı.

 


[1] Mustafa Kaya, Milli Gazete, 27.09.2016

[2] http://www.internethaber.com/mhpli-vekilden-darbe-gecesiyle-ilgili-sok-iddia-1717994h.htm   / 26.09.2016

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx