YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6648c8a5988b1
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 7
Bugün : 12039
Dün : 19709
Bu ay : 373938
Geçen ay : 737322
Toplam : 23890224
IP'niz : 3.147.80.3

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Doğrudan değil, ama dolaylı biçimde; yani resmen değil, ama fiilen Türkiye’nin İsrail’in güdümüne ve kontrolüne sokulması çabaları, son aşamaya dayanmıştır. Rahmetli Erbakan Hocanın:

“Türkiye iyice zayıf ve yumuşak lokma haline getirildikten ve uzun zaman bekletildikten sonra AB’ye alınacak; ardından özel bir statü ile “AB Avrasya bölgesi” oluşturularak İsrail de buraya katılacaktır. Böylece Türkiye otomatikman, AB görünümlü İsrail güdümüne sokulmuş olacaktır” uyarılarını yeniden hatırlamak lazımdır.

Son zamanlarda, İsrail’in Rum Kıbrıs’ında askeri üs kurma ve 20 bin komando konuşlandırma çabaları da, bu tezgâhın ve Türkiye’yi kuşatmanın bir parçasıdır. Kıbrıs Rum kesiminde, tam da bu süreçte, birden ekonomik kriz çıkarma ve Rumları her tülü yardıma muhtaç ve tavize mecbur bırakma tezgâhında da, yine İsrail’in ve Siyonist lobilerin kesinlikle parmağı vardır.

Yahudi Siyonist lobilerinin (ABD derin devletinin) önemli stratejistlerinden ve 28 Şubat’ın siyasi mühendislerinden BRZEZİNSKİ’nin “Türkiye Ortadoğu’da ABD’nin rolünü üstlenecek konumdadır. Türkiye AB’ye resmen girmeden de, Rusya ile birlikte Batının temsilcisi ve takipçisi olabilecek durumdadır” itirafları da, ülkemiz üzerindeki karanlık senaryoları açığa vurmaktadır.

Ve acaba Recep T. Erdoğan, bu sinsi ve Siyonist planlara taşeronluk etmek üzere mi iktidara taşınmıştır? Onun ara sıra İsrail’e horozlanması, halkımızı avutmak ve havasını almak amaçlı mıdır?

2009 yılında Davos’ta yaşanan olayın mimarlarından moderatör David Ignatius çok tartışılacak bir yazı kaleme almış; ‘Obama’nın Türkiye’deki dostu’ başlıklı yazısında, “Erdoğan’ın, Obama’ya Heybeliada Ruhban Okulu’nu açma sözü verdiğini” açıklamıştır. The Washington Post Gazetesi’nde yayımlanan makalede Ignatius, “Gazze operasyonundan sonra Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmanın derinleşerek sürdüğünü” yazmıştır.

Kriz sun’i dostluk baki

David Ignatius The Washington Post’ta, ”Hiçbir dünya liderinin, Obama’nın yeniden seçilmesinden Başbakan Erdoğan kadar çıkarı olmadığı” tespitini yapmış, Obama ve Erdoğan’ın, Gazze operasyonundan sonra “Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinde yaşanan göstermelik gerilemeye” ve ABD’nin 2010 yılı başlarında “Ankara’nın İran’la çok yakın hale gelmekte” olduğuna dair kaygılarına rağmen aralarındaki stratejik işbirliğini sürdürdüklerini yazmıştır.

ABD istedi Erdoğan çark etti

Ignatius, ”Obama, Erdoğan’ı, bu yıl faaliyete geçen ve Tahran’ı sinirlendiren füze savunma radar sistemini konuşlandırmaya ikna etti. Ve ABD’nin çağrısıyla Erdoğan, geçen yıl NATO’nun Libya’ya müdahalesine ilk başta gösterdiği muhalefeti tersine çevirdi” ifadesini kullanmıştır.[1]

İsrail’in Kıbrıs’ta üs kurma tezgâhı!

İsrail hükümetinin, Kıbrıs Rum Yönetiminden “Doğalgaz Sıvılaştırma Tesisi” adı altında açıkça üs istediği konusu maalesef unutturulmaya çalışılmaktadır.

İsrail’in Kıbrıs adasından toprak istemesi 19. Asrın son yarısına kadar dayanır. Osmanlı Padişahı Abdülhamid’in Yahudilerin Kıbrıs adasını satın almak isteklerine aynen Filistin topraklarına göz dikmelerine karşı: “Biz bu toprakları şehit kanı pahasına aldık, aynı pahaya satarız” yanıtı üzerine çatışmaya girmeyi göze alamadıkları için vazgeçmişler, ama İngilizler adayı kiralayınca da bu sefer hemen İngilizlerin kapısını çalmışlardır.

Kolonizasyon için ilk girişim 1883 yılında Baf’ın Orides mevkiinde başlamış, Limasol’da toprakları alınarak içinde Sinagog’u ve Yahudi okulu da olan bir kasaba oluşturulmuş, 1897’de de Margo çiftliğini kurmuşlardır. Tüm bu yerleşimlerin Londra Ahawat Zion kuruluşu ve Yahudi Koloni Kurmak Kurumu tarafından organize ve finanse edildiği unutulmamalıdır.

Filistin topraklarında 1948’de ilan ettikleri İsrail devletinin, gelecekte bir gün kaybedecekleri bir savaş nedeni ile haritadan silineceğini bilen Yahudi Siyonizmi kendilerine her zaman, adına “vatan” diyecekleri yedek bir yer arayışı içinde olmuşlardır. 1969-74 yılları arasında Başbakanlık yapan Golda Meir‘in bu konuda çok çarpıcı bir açıklaması vardır.

Bu toprak parçası Arap halklarının yaşadığı ülkelerde ve Türkiye’de olamayacağından, Kıbrıs adası İsrail’in arka bahçesi olarak yedekte tutulmaya çalışılmıştır.

Siyonistler, 2012 yılında girişim yapmak için ortam uygun hale gelmiş ve hedef gerçekleştirilmek üzere tekrar sahaya çıkmışlardır.

Rum tarafı ile doğalgaz araması ve çıkarması adı altında çok derin bir yakınlaşma sağlanmış, Rumların ezeli düşmanı Türkiye’ye karşı her tür işbirliği anlaşması imzalanmış ve yürütülmeye başlanmıştır. Makiavelli’nin “Hedefe giden her yol mubahtır” kuralı uygulanmaktadır.

Rum tarafı ve anavatanı Yunanistan, ekonomik olarak iyice batağa saplanmış durumdadır. İsrail’e göre tam zamanıdır ve bunlara paranın ucunu gösterip her tür tavizi koparmak için iyi bir fırsattır. Yıllardır beklenen an gelip çatmıştır.

İsrail, oyunu kuralına göre oynamaktadır!

Konuyu ortaya atarsın, tepkilere bakarsın ve herkesin hazmetmesine katkı sağlarsın! Tepkiler azalınca konuyu tekrar ama biraz daha farklı bir versiyonda gene gündeme taşırsın… Bu sefer tepkiler azalmışsa ve büyük aktörlerden itirazlar gelmiyorsa, görüşmeleri resmi olarak başlatırsın.

Şimdi, birinci adım atılmış ve konu basına sızdırılmıştır. İsrail’in Kıbrıs’tan toprak talebi yüzde yüz gerçektir ve altyapısı hazırlanmaktadır. Ağzını tutamayan bir bürokrat bunu aylar sonra basına sızdırmıştır. Gerekirse bu bürokrat cezalandırılır.

Şimdi başta Türkiye olmak üzere BM Güvenlik Konseyi üyelerinin, Kıbrıslı Türk ve Rumların gösterecekleri tepkiye göre tavır alınacaktır, perde arkasında da tüm BM GK üyeleri yoklanıp yönlendirilmeye çalışılacaktır. Gerekirse AB içinde kulis yapılacak ve Rum tarafına biraz daha havuç dağıtılarak “Evet” demeleri sağlanacaktır. İsrail uçaklarının Kıbrıs Türk hava sahasını ihlali ise sadece bir tesadüf sanılmamalıdır. Bir ülkenin hava savunma gücünü ölçmenin en kolay yolunun; “yanlışlıkla hava sahasına girmek ve tepkilerini ölçmek” olduğu hesaba katılmalıdır.[2]

Yahudi Brzezinski’ye göre:

ABD’nin Süper Güç dönemi kapanacak, ama Türkiye ve Rusya’nın da katıldığı Batı merkezli bir düzen kurulacakmış!

ABD’de 1977-1981 yılları arasında Başkan Jimmy Carter döneminde ulusal güvenlik yardımcılığını yürüten ve dünyanın sayılı stratejistleri arasında gösterilen Zbigniew Brzezinski “süper güç” ABD’nin yerini Çin ve Hindistan’a kaptırması sonrası senaryoyu yazmıştı. Brzezinski, ABD’nin dünya liderliğini kaybetmesiyle birlikte Gürcistan, Tayvan, Güney Kore, Belarus, Ukrayna, Afganistan, Pakistan, İsrail ve Ortadoğu’daki ülkelerin zor günler geçireceğini ortaya atmıştı.

İşte Brzezinksi’nin ABD’nin zayıflaması sonrası 8 senaryosu bir şantaj amaçlıydı!

Gürcistan: ABD’nin dünya arenasında lider özelliğini yitirmesinden en zararlı çıkacak ülke Kafkasların zayıf ülkesi Gürcistan olacakmış. Bu küçük ülke Rusya’nın politik sindirmesi ve askeri saldırılarına maruz kalacakmış. ABD, 1991 yılından bu yana Gürcistan’a 3 milyar dolar yardımda bulunmaktaymış. 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a saldırısı sonrasında Washington 1 milyar dolar katkı sağlamışmış…

Olası etkileri: Rusya, Avrupa’nın güney enerji koridorunun kontrolünü eline alacakmış.. Bu Moskova’nın Avrupa’ya siyasi ajandasını daha fazla dayatması anlamını taşırmış.. Ayrıca domino etkisiyle Azerbaycan’da zarara uğrayacakmış…

Tayvan: 1972 yılından bu yana ABD, iki tarafın statükoyu güç dengesiyle bozmasını önlemek için “tek Çin” formülünü çok ince bir çizgide uygulamaktaymış… Pekin’in güç kullanma hakkını saklı tutması, ABD’nin Tayvan’a silah satmasına haklılık kazandırmaktaymış.. Ne var ki, son yıllarda Çin ve Tayvan ilişkilerini karşılıklı olarak geliştirmeye başlamış. Ancak ABD’nin dünya sahnesinden çekilmesi Çin’in Tayvan’a siyasi ve askeri açıdan baskı yapması sonucunu doğuracakmış..

Olası etkileri: Çin’le Tayvan ciddi bir çatışma riski taşımaktaymış..

Güney Kore: Çin ve Sovyetler Birliği’nin desteğiyle Kuzey Kore’nin saldırısına uğrayan Güney Kore, 1950 yılından bu yana ABD’nin garantörlüğü altındaymış. Seul’deki ekonomik patlama ve demokratik bir sisteme sahip olması ABD angajmanının başarısının ispatıymış.. ABD’nin süper güç olarak değerini yitirmesi Güney Kore’ye acı bir reçeteye mal olacakmış. Güney Kore ya Çin’in bölgesel üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalacak ya da Kuzey Kore ve Pekin’in etkisinden kaçmak için, tarihi düşmanı Japonya’ya yanaşacakmış…

Olası etkileri: Kore yarımadasındaki ekonomik ve askeri istikrarın devamı, ABD’nin bir süper güç olarak Japonya ve Güney Kore’nin arkasında yer almasına bağlıymış…

Belarus: Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen Avrupa’nın diktatörlükle yönetilen son ülkesi Belarus hala Rusya’ya ekonomik ve siyasi açıdan bağımlıymış… Belarus ihracatının üçte birini Rusya’ya yapmakta ve enerji ihtiyacı nedeniyle Rusya’ya göbekten bağlıymış. ABD’nin zayıflamasıyla birlikte Rusya’nın Belarus’u tekrar kendi bünyesine almanın önünde neredeyse hiçbir engel kalmayacakmış.

Olası etkileri: Sovyetler Birliği’nden ayrılan Baltık ülkelerinin güvenliği tehlikeye sokulacakmış. Bu durumdan özellikle Letonya zararlı çıkacakmış.

Ukrayna: Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra Batı ile Rusya arasında sıkışıp kalan ülkelerden biri de Ukrayna’ymış. Ukrayna 2005, 2007 ve 2009 yıllarında Rusya’nın etkisinden kurtularak Batı’ya yanaşmaya çalıştı ancak Rusya’nın siyasi baskısı, doğalgaz ve petrol musluklarını kapatma tehdidi bu ülkeyi köşeye sıkıştırmış. Son olarak Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç, doğalgaz indirimi karşılığında Rusya’ya Karadeniz kıyısındaki Sivastopol’da 25 yıl daha bir deniz üssü bulundurmasına izin veren anlaşmaya imza atmış. Rusya, ortak bir ekonomik bölge oluşturulması için Ukrayna’yı baskı altında tutmaktaymış. ABD’nin süper güç olarak değerini yitirmesiyle, Avrupa’nın Ukrayna’yı batıya entegre etme isteği daha da zayıflayacakmış.

Olası etkileri: Rusya’nın emperyalist istekleri yeniden canlanmaya başlayacakmış.

Afganistan: Sovyetler Birliği’nin 9 yıl işgali döneminde Batı’nın görmezden geldiği Afganistan daha sonra hastalıklı Taliban yönetiminin pençesine bırakılmış. 2001 yılından bu yana ABD ve NATO’nun bu ülkede El Kaide ve Taliban’a karşı düzenlediği askeri operasyonlar Afganistan’ı enkaza çevirmiş durumdaymış (ne çarpıcı itiraf!). Ülkede işsizlik oranı yüzde 40 ve tek gelir kaynağı illegal uyuşturucu ticareti olmaktaymış.. ABD’nin bu ülkedeki etkisini kaybetmesi bir yandan rakip savaş baronlarının yeniden çatışmaya başlamasına yol açacakmış.. Ayrıca komşu Pakistan ve Hindistan, Afganistan üzerinden güç denemesi yapacakmış.. Diğer taraftan İran da bu ülkedeki etkisini artırmaya çalışacakmış…

Olası etkileri: Taliban’ın yeniden iktidara taşınması, Afganistan’ın; Pakistan ve Hindistan’ın savaş alanı yapılması ve Afganistan’ın uluslararası terörün merkezi olma tehlikesi varmış…

Pakistan: Pakistan 21’inci yüzyılın nükleer silahlarına sahip olmasına rağmen ordusu 20’inci yüzyılda kalmışmış.. Halkın büyük bir bölümü hala kabile hayatı yaşadığından modernleşmeden uzakmış.. Hindistan’la çatışma Pakistan’a bir ulusal kimlik bilinci kazandırmış, ama Keşmir hala önemli bir sorun olarak ortada durmaktaymış. ABD’nin süper güç olarak zayıflaması, Pakistan’ın yapısal dönüşümünü gerçekleştirmek için gerekli olan ekonomik yardımların kesilmesi anlamını taşırmış… Bu durum Pakistan’ın askeri diktatörlükle yönetilmesi ya da radikal bir İslam cumhuriyetine dönüşmesi tehlikesini özünde barındırmaktaymış…

Olası etkileri: Nükleer güce sahip savaş baronları ortaya çıkabilir. İran benzeri nükleer silaha sahip, Batı karşıtı bir rejim kurulabilir. Buradaki çatışma Hindistan, Çin ve hatta Rusya’ya sıçrayabilir.

İsrail ve Ortadoğu: Süper güç ABD’nin dünya arenasında çekilmesinin Ortadoğu’da siyasi istikrarın sonu olacakmış.. Ortadoğu’daki tüm ülkeler; iç politik kavgaların, sosyal ayaklanmaların ve dini fundamentalist akımların hücumuna uğrayacakmış… İsrail ve Filistin sorunu çözülmeden ABD gerilemeye başlarsa, bu sorun Ortadoğu’daki siyasi atmosferi zehirleyip bölgeyi karıştıracak ve huzuru bozacakmış (sanki huzur varmış!?). Bölgede İsrail düşmanlığı daha hız kazanacak, İran ve İsrail’in Hamas ve Hizbullah aracılığıyla çatışmasından en büyük zararı Lübnan ve Filistinli siviller görecek ve toplu ölümler yaşanacakmış.. Daha kötü senaryo ise, İsrail ve İran’ın doğrudan birbirlerine saldırmasıymış…

Olası etkileri: ABD ve İsrail’in İran’a karşı doğrudan çatışmaya mecbur kalması, İslami radikalizmin hız kazanması, ABD’nin Körfez ülkelerindeki müttefiklerini kaybetmesiyle dünya genelinde enerji krizinin patlamasıymış…

Bu sözlerin özeti ve Türkçesi şudur:

1. Ey, başta Türkiye, bütün İslam ülkeleri ve dünyanın diğer devletleri! Eğer ABD düşer ve gücünü kaybederse, bundan asıl zararlı çıkan sizler olacaksınız. Çünkü Amerika’nın şefkatli korumasından(!) mahrum kalınca, Rusya ve Çin’in hücumuna uğrayacaksınız. Öyleyse ABD’ye dört elle sarılınız ve sahip çıkınız!

2. Amerika’nın zayıflaması ve etkisiz bırakılması, İsrail’in artık Filistin topraklarında tutunamaması ve yıkılması anlamını taşımaktadır. Bu duruma düşen İsrail, mecburen atom bombası kullanacak ve İran ve Türkiye dahil etrafındaki bütün İslam ülkelerine saldıracaktır. Bu ise, üçüncü dünya savaşına yol açacak, belki de insanlığın sonunu hazırlayacaktır. Öyle ise, bütün bu felaketler yaşanmasın diye, Amerika’yı zayıflatıp devre dışı bırakacak girişim ve gelişmelere, sakın arka çıkmayınız, katkı sunmayınız ve ABD tanrınız ayakta kalsın ve hep size kucak açsın diye hiçbir fedakârlıktan ve Milli çıkarlarınızı Amerika’ya kurban sunmaktan sakınmayınız!..

3. Kısaca; “Dimyata pirince giderken, elinizdeki bulgurdan da olmamak” için, Amerika’nın kahrına katlanınız, Siyonizm ve emperyalizm karşıtı fikir ve hareketlere katılmayınız. “Ehvenüşşer” kabul edip, ABD’nin kölesi ve sömürgesi olma şerefsizliğini, tabii ve tarihi fırsat sayınız!

şeklinde tehdit uyarısında bulunan Siyonist Brzezinski’nin asıl çarpıcı itirafları:

“AKP Tükiyesi’nin Ortadoğu’da, Amerikan çıkarlarını koruma ve uygulama misyonuna hazırlandığını; yani güya “bölgesel güç” kılıfıyla, ABD emperyalizmin jandarmalığını yapma konumuna taşındığını” özellikle hatırlatıp, böylece hem Siyonist merkezlerin hem de işbirlikçi çevrelerin asıl niyetlerini açığa vurmasıydı. Ve tabi Türkiye’nin ABD jandarmalığı aynı zamanda İsrail hizmetkârlığı anlamını ve amacını taşımaktaydı.

“Türkiye Ortadoğu’da ABD’nin zayıflayan rolünü üstlenip öne çıkacak”mış!..

Dünyaca ünlü Siyonist ve jeostratejist Brzezinski HABERTÜRK TV’ye, yeni dünya düzeninde Türkiye’nin oynayabileceği kritik rolü ise şöyle anlatmıştı:

“Türkiye’nin yeni dünya düzenindeki rolü belki de son birkaç yılın en önemli global gündem maddesini oluşturmaktadır. Eski ABD başkanlarından Clinton’ın “Bu yüzyılı anlamak için, Türkiye tarihi bir anahtardır” açıklamasını diğer ABD başkanlarının da yeni açıklamalarla zaman zaman bu konuyu gündeme taşıması üzerinde dikkatle durulmalıdır.

Türkiye için yapılan eksen kayması tartışmaları, Suriye ve diğer Arap Baharı coğrafyasında yaşananlar ile Türkiye’nin bu süreçteki etkileri, global enerji koridorunun yeniden çizilmesi ve daha birçok sıcak gelişme de işte bu nedenle artık sadece Türkiye içinde değil global düzlemde tartışılan konuların başındadır.

İşte tam bu sırada, ABD Başkanı Barack Obama’nın “ABD’nin en önemli 10 düşünüründen biri” ilan ettiği, dünyaca ünlü Amerikalı jeostratejist ve eski ABD Savunma Danışmanı Yahudi Zbigniew Kazimierz Brzezinski bu tartışmalara yen bir boyut katacak açıklamaları HABERTÜRK TV ABD muhabiri Gülveda Özgür’e yapmıştı.

21. yüzyılda yeni dünya düzeni nasıl olacaktı? Süper güçlerin sonu mu yaklaşmıştı? Türkiye; Avrupa ve ABD için İngiltere ve Fransa’dan daha mı önemsiz konumdaydı? ABD’nin çöküşü kaçınılmaz mıydı? Neden Rusya, Avrupa ve ABD Türkiye’yi hesaba katmak zorundaydı? sorularını, Erbakan’dan kurtulma projesi olan 28 Şubat’ın da gizli mimarlarından olan Yahudi Brzezinski şöyle yanıtlamıştı:

Yeni küresel düzende Türkiye’nin rolü ne olacaktır?

Türkiye açık bir şekilde uluslararası sahnede önemli bir role sahip. Bölgesel etkinliğe sahip ve NATO üyesi olarak önemli uluslararası bağlantıları olan bir ülke konumunda. Türkiye akıllıcı bir şekilde Rusya ile; tarihsel olarak bazen çok sancılı olsa da; ilişkilerini düzenlemeyi ve yürütmeyi başarmış, aynı zamanda son yıllarda kendisi için tarihsel açıdan önemli olan Ortadoğu’daki rolünü yeniden kazanmayı ve bölgedeki etkinliğini artırmayı başarmış bir ülke. Bu nedenle ABD’nin Türkiye ile karşılıklı ilişkilerini geliştirmesi için çok hayati nedenleri vardır. Ancak aynı şekilde ABD ile ilişkilerin geliştirilmesinin Türkiye’nin de çıkarına olduğunu belirtmek lazımdır.

Brzezinski’nin: “Türkiye artık Batı’nın ayrılmaz bir parçasıdır!” sözleri aslında: “Türkiye İsrail’in arka bahçesi olmalıdır” mana ve maksadını açığa vurmaktaydı.

Türkiye artık Batı’nın bir parçasıdır. Özellikle Atatürk’ün neredeyse yüz yıl önce modern bir Türkiye kurma deneyi o dönem için çok büyük bir başarıdır. Aynı döneme rasgelen Lenin ve Stalin yönetimindeki Rusya’yı kurma deneyi Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti deneyinden çok daha fazla kanlı uygulanmaya çalışıldı ve bu süreçte çok daha fazla insana acı çektirildi. Lenin ve Stalin arkalarında acılardan oluşan bir tortu bıraktı. Dolayısıyla insanlık için büyük bir yıkım sayılan bu deneyler Lenin ve Stalin’in Atatürk’ün ulaştığı normal ve Batı benzeri bir toplum yaratmasını daha da zorlaştırdı.

Brzezinski’ye göre “Türkiye AB’ye üye olmadan da Batı’nın merkezi olabilecek konumdadır!”

Bence yeni küresel düzenin geleceğini belirlerken iki taraf da karşılıklı çaba sarf etmelidir. Bu sadece Amerika ve Avrupa’nın Türkiye’yi dahil etmesi meselesi değildir, Türkiye de aynı şekilde Amerika ve Avrupa’yı kendi eksenin merkezi haline getirmelidir. Tabii Avrupa deyince akla hemen Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci gelmektedir. Bu süreç şimdilik askıda olsa da, Türkiye AB’ye üye olmadan da, Batı’nın ya da Avrupa’nın vazgeçilmez bir parçası haline gelebilir; bunun için çok farklı yolları bulunabilir. Şu anda çok başarılı ve aynı zamanda Avrupalı olup da AB üyesi olmayan birkaç ülke sayabilirim.

Türkiye uzun vadede Avrupa’nın resmi parçası olacaktır. Fakat gayri resmi de olsa ABD ve Avrupa, Türkiye’nin AB’ye üye olması için birlikte çalışmalıdır. Bu çalışmanın sonuç vermesi için de tarafların (AB ülkelerinin ve ABD’nin) Türkiye’nin en az İngiltere, Fransa ve Almanya’nın kadar Euro-Atlantik ilişkiler çerçevesinde kritik önemde olduğunu kavraması ve tanıması lazımdır.

Yahudi’nin: “Süper güçler dönemi kapanmaktadır!” itirafı

ABD son süper güç olacaktır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, tek süper güç haline gelen ABD’nin gücü tüm dünyaca tanınmıştı ve dönemin küresel düzeninde Washington’un çok büyük ve sınırsız etkinliği vardı. Ancak ABD’yi süper güç haline getiren siyasi konjonktür dünya sahnesinde bir daha tekrarlanması imkansızdır. ABD için ‘son süper güç’ tanımı yaparken bu zaman dilimini dikkate almak lazımdır.

Tabii Amerika süper güç özelliğini yitirirken, Çin’in dünya sahnesindeki gücü ve etkinliği giderek artmaktadır. Diğer taraftan, eğer Avrupa durgunluğundan sıyrılarak daha etkin ve aktif bir dış politika benimsemezse dünyanın yeni güçleri arasında yerini almayacaktır. Ancak Avrupa, etkinliğini artırması durumunda ise Türkiye ile müşterek olarak ABD’nin kaybettiği rolü üstlenebilir durumdadır.

Siyonsit gâvurun ülkemize biçtiği rol: “Türkiye ABD’nin gücünü üstlenmeye mahkûm bulunmaktadır!”

Ufukta ABD’nin sahip olduğu gücü üstlenmeye mahkûm olan diğer ülkeler de vardır. Bu ülkeler arasında Hindistan, Japonya, Brezilya ve sağlığına kavuşması şartıyla Rusya da bulunmaktadır. Bu listeye asıl Türkiye’yi de dahil etmemiz lazımdır. Eğer Rusya Avrupa’nın bir parçası haline gelirse, Moskova ancak o zaman yirmi birinci yüzyılda önemli ve etkin rol oynayacaktır. Sonuç olarak, 21. yüzyılda, ABD gibi bir süper güç doğuracak bir dünya düzeni olmayacaktır.

“Rusya Türkiye’ye asla tehdit olamayacaktır!”

Eğer Batı, Türkiye’yi ve Rusya’yı kendi ittifakı içine almakta başarısız olursa, Rusya’nın bölge için bir tehdit oluşturabileceği hatta 1989’da bağımsızlığını ilan eden ülkeleri yeniden kendi sınırları içine dahil etme girişiminde olabileceği uyarımız haklıdır. Ancak Rusya hiçbir zaman Türkiye’ye tehdit unsuru sayılacak kadar güçlü olamayacaktır. Bu sadece Türkiye’nin kendi güçlü duruşundan kaynaklanmıyor; Türkiye NATO’nun en aktif üyelerinden biri, yani NATO’nun en önemli üç ülkesi arasındadır. Türkiye için NATO şemsiyesi altında olmak ek bir güvence kaynağıdır.

Brzezinski’nin korku ve şantaj senaryoları!

“Geriye baktığımızda 20. yüzyılın küresel egemenlik sağlama mücadelesi ile geçtiğini görüyoruz. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile Soğuk Savaş hep üstünlük sağlama mücadeleleriydi. Şu anda başlarında bulunduğumuz 21. yüzyılda iki olası senaryo ile karşı karşıyayız.

Biri: dünya yeni yüzyılda sürekli artan küresel kargaşalara, büyüyen karışıklıklara ve belirsizliklere, hatta zaman zaman denge unsurlarının yerinden oynaması ve geniş çaplı şiddet eylemlerine sahne olacaktır. Bu senaryo maalesef çok ihtiyaç duyulan küresel işbirliğini engelleyici ve insanlığın geleceğini tehdit edici özelliğe sahip bulunmaktadır. Böyle bir dünya, her şeyin kontrolden çıktığı anlamını taşır. Buna küresel ısınmanın yol açacağı çevre felaketlerini de eklersek durum daha da korkunç bir hal alır.

İkinci senaryo ise; insanlığın geleceği için daha ümit verici olanıdır. Dünya ülkeleri yeni yüzyılda istikrarlı bir tutum benimseyerek uluslararası güç dağılımını dengeleyecek kilit ilişkiler kuracaktır.

İran ise geçmiş ile ilgili bir problem, yeni yüzyılda aktif rol oynayacak güçler arasında sayılmamaktadır. İran sorununun Batı tarafından akıllıca çözülmesini umuyorum.” diyen Yahudi stratejist Siyonist sermaye hâkimiyetini korumak için, ABD’ye küçük ortaklar bularak dünya dengelerini korumayı öneriyordu.

“Batı eksenine Türkiye ve Rusya birlikte katılmalıdır”

Kitabınızda Batı’nın süper güç özelliğini koruyabilmesi için Türkiye ve Rusya’ya ihtiyacı olduğunu ileri sürüyorsunuz. Hatta bunun için her iki ülkenin de AB üyesi olmasının şart olduğunu yazıyorsunuz?! Sorusunu ise Siyonist Brzezinski şöyle yanıtlamıştı:

“Dünya’nın daha canlı ve enerjik bir Batı’ya ihtiyacı vardır. Yeni küresel düzen için demokrasi ve anayasal hükümetleri kucaklayan ve bu değerleri yayan ABD ve Avrupa’dan oluşan bir Batı lazımdır. Bu eksene özellikle Türkiye ve demokratikleşme sürecini tamamladıktan sonra Rusya’da katılmalıdır.

Türkiye’nin de dahil edildiği bu yeni batı ekseni ABD’yi Çin ile ortaklık kurmaya zorlamalı, Japonya ile Çin arasında uzlaşma sağlanması için çalışmalı, Hindistan ile Çin arasındaki gerginliği azaltmak ve olası çatışmaları engellemek için arabuluculuk yapmalıdır. Yeni yükselen güçleri içinde barındıran Batı, tüm bunları gerçekleştirirken özellikle de ABD, Asya kıtasında doğrudan askeri bir müdahaleden kesinlikle uzak durmalıdır.”

Tam bu sırada Çankaya’ya Yahudi kökenli ABD’li Senatör ziyaretleri neden yoğunlaşmıştır?

Bu süreçte ABD’li senatör Richard J. Durbin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün konuğu olmuşlardı. Çankaya’da gerçekleşen ziyaret, basına kapalıydı. Yani, ne konuştukları gizli kalmıştı.

Çankaya’ya son iki ayda sıra dışı bir ABD’li senatör akını vardı.

ABD Temsilciler Meclisi Üyesi Tom Price, 3 Nisan’da Cumhurbaşkanı Gül’ü ziyaret etti.

ABD’li senatörler John McCain, Joe Lieberman ve Lindsey Graham, 9 Nisan’da Gül’ü ziyaret etti.

ABD’li senatörler Carl Levin ve Jack Reed, 3 Mayıs’ta Gül’ü ziyaret etti.

ABD’li senatör Richard J. Durbin, 29 Mayıs’ta Gül’ü ziyaret etti.

Bu, ABD’li senatörlerin faaliyet alanları

Cumhurbaşkanlığı sitesinde bu ziyaretlerin sadece yapıldığına dair bilgi vardı. Ama ne söylendiği, ne görüşüldüğü bir sırdı! Biz ayrıntıları, bu ziyaretçilerin öncesi ve sonrasındaki faaliyetlerinde ve ABD basınında aradık:

Tom Price, Suriye’ye uygulanan yaptırımların mimarlarından biri olarak tanınmıştı. ABD temsilciler Meclisi Üyesi Price, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a yazılan ve 327 Kongre üyesinin imzaladığı “ABD-İsrail kırılmaz bağları” konulu mektubun da yazarıydı.

ABD’li senatörler John McCain ve Joe Lieberman, Gül’le görüştükten sonra Hatay’a gidip sınır teftişi yapmıştı. İkili, Suriyeli isyancılarla da içeriği açıklanmayan görüşmeleri gerçekleştiren Yahudi kodamanıydı.

İkilinin Türkiye ziyaretinden sonra Foregin Policy’de yer alan şu satırlar Ankara’da yalanlanmamıştı: “Türk yetkililer, McCain ve Lieberman’a dışarıdan gelen silahların sınırların ötesine akışına izin vermeye gönüllü olduklarını ve Suriye muhalefetine yardım için diğer daha saldırgan adımları tartışacaklarını belirttiler.”

ABD’li senatörler Carl Levin ile Jack Reed, ABD Kongresi’ne Ermeni soykırımı yasa tasarısını getiren adamlardı. Üstelik Gül, Levin ve Reed’le, bu olaydan çok değil, tam 19 gün sonra buluşmuşlardı.

ABD Senatosu Silahlı Kuvvetler Komitesi Başkanı da olan Senatör Carl Levin, 7 Mart’ta yaptığı “İsrail’in İran’a saldırmasının muhtemel olduğunu düşünüyorum” açıklamasıyla dünyanın gündemini sarsmıştı.

Senatör Durbin, ABD Başkanı Barrack Obama’nın Kıbrıs’la ilgili mesajlarını Cumhurbaşkanı Gül’e ulaştırmış sonra Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ziyaret etmişti. (19 Şubat 2009)

Abdullah Gül’ün son iki aydaki konuğu olan bu 7 senatörün ortak özelliği, Türkiye karşıtı bölge faaliyetlerinde bulunmalarıydı. İran ve Suriye düşmanı ve tam bir İsrail dostu olan bu senatörler, aynı zamanda Türkiye’yi Ermeni meselesi ve Kıbrıs üzerinden sıkıştıran hamlelerin de mimarları durumundalardı!

Peki, tüm bu özelliklere sahip ABD’li Yahudi senatörler sık sık Çankaya’ya niye çıkmaktaydı? Ya da şöyle soralım: Türkiye Cumhuriyeti’nin başı, bu 7 senatörü neden bu sıklıkta ağırlamaktaydı?[3]

Bütün bunlar bize filozof Arthur Schnitzler’in şu sözünü hatırlatmıştı:

“Üç tür politikacı vardır: 1- Suyu bulandıranlar 2- Bulanık suda balık avlayanlar 3- Bu kolay avlanan balıkları, alıkların elinden çok ucuza kapanlar…”

Evet, “ahlaksız din, vicdansız mü’min” olmazdı, bunlar sadece münafıktı ve milletin baş belasıydı.

Suriye senaryoları aslında Türkiye’ye bir tuzaktır!

Aslında Suriye’de olup bitenleri en iyi anlayacak ülkelerin başında olması ve ona göre davranması gereken Türkiye, maalesef ABD ve AB’nin taşeronu gibi davranmaktadır. Çünkü Türkiye son 40 yılını sağ-sol, Alevi-Sünni ve PKK çatışmalarıyla geçiren bir ülkedir ve hala dış destekli terörle boğuşmaktadır. Şimdi, bir zamanlar Türkiye’de olduğu gibi bazıları Suriye’de iç savaş çıkartmaya çalışmaktadır. Yabancı güçlerin arka çıkıp kışkırttığı silahlı gruplar, bir iç savaşı hazırlayacak ve haklı çıkartacak senaryolarda figüranlık yapmaktadır. Her BM Güvenlik Konseyi toplantısından önce dünya kamuoyunu hazırlamak ve Rusya’yı sıkıştırmak için silahlı gruplar karışıklık çıkarmaktadır. Bu silahlı gruplar yol kesiyor ve bazı bölgeleri kontrolünde tutuyor. Tıpkı 1993-1998 döneminde PKK militanlarının geceleri Güneydoğu’da bazı köy, kasaba hatta şehir ve ana yolları kontrol edebildikleri gibi davranıyor. Evet, Baas rejimi zalimdir ve Suriye Milli iradeye dayalı adil bir yönetime geçmelidir, ama bu dış güçlerin BOP çerçevesinde ve Büyük İsrail’i kurma istikametindeki bir iç savaşla olmamalıdır. Yani asıl ve nihai hedef Suriye değil Türkiye’dir ve artık bunu anlamak lazımdır. Çünkü Türkiye, işbirlikçi yöneticilerle kontrol edilen Büyük İsrail’in bir eyaleti yapılmaya çalışılmaktadır ve bu şeytani hedefe adım adım yaklaşılmaktadır.

Bu arada işbirlikçi kuklalara asıl sorulması gereken şudur:

“Beşşar Esad, yönetimi altındaki halkı bombalıyor ve aşırı şiddet uyguluyor diye, biran evvel Suriye’ye müdahale edilmesini isteyen şu BM, NATO ve Batı dünyası, acaba 60 yıldır, aynı vahşeti işgal ettiği Filistin halkına uygulayan şu Siyonist İsrail’e, niye bir yaptırım kararı çıkmaz ve askeri tedbirlere başvurulmazdı? Yoksa Filistinli mazlum Müslümanlar, insan sayılmamakta mıydı?

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un: “Suriye’de Esad Yönetimi Halep civarına askeri yığınak yapmaktadır. Bu Türkiye’nin kırmızı çizgilerini ihlal sayılır ve Türkiye gerekli tedbirleri almak zorunda kalır” (NTV Haberleri, 13 Haziran 2012)

Şeklindeki açıklamaları ise, AKP iktidarını Suriye’ye karşı, hem de gülünç gerekçelerle, kimlerin kışkırtıp kullandığını ortaya koymaktaydı. Şu hale bakın, Bir ülkenin kendi illerinden birinde askeri tatbikat yapması, ne zamandan beri komşu bir ülke tarafından tehdit olarak algılanmaktaydı?

Tam böyle bir süreçte, Türkiye’nin “Bölgede yükselen tansiyon” nedeniyle, Amerika’dan tam 4 (dört) milyar dolarlık füze alacağının açıklanması ise Ortadoğu’daki bu karışıklıkları hangi Yahudi firmaların kızıştırdığını ve hangi kirli ve kârlı çıkarları kazandıklarını açığa vurmaktaydı.



[1] 8 Haziran 2012, Milli Gazete

[2] Milli Gazete, Ata Atun

[3] Mehmet Ali Güller, Aydınlık

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
1 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Mustafa Hilmi Yıldır

İSRAİL Ortadoğu’nun ÇıBaN başıdır
YaHuDi DosTlaRıNı TaNımak ve Mutlaka TanıTmak gerek
http://arsiv.yenimesaj.com.tr/index.php?haberno=2005555&tarih=2002-04-15
İSRAİL devleti GaFLeT DaLaLeT ve HıYaNeTin SoNuCuDuR
http://www.giresunpostasi.net/artikel.php?artikel_id=403
İSRAİLin aNLaYaCaĞı DiL
http://www.giresunpostasi.net/artikel.php?artikel_id=415
İSRAİLLe yapılan ANLAŞMALAR ve İSRAİLin HeDeFi
http://www.giresunpostasi.net/artikel.php?artikel_id=410
YaHuDiLeRiN iki Devleti
http://arsiv.yenimesaj.com.tr/index.php?haberno=6016878&tarih=2006-07-20

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
1
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx