VELİAHT VAHDEDDİN'LE MUSTAFA KEMAL'İN
ALMANYA SEYAHATİ
Tarihi hadiseleri ve şahsiyetleri, konjonktürel (güncel ve gerekli bazı durumlara göre alınan veya konuşulan geçici ve tedbir niyetli tepkiler) sözleriyle değil, onların temel karakterleri ve genel hedefleri doğrultusunda yorumlamak lüzumuna inanmaktayız. Bu nedenle, Mustafa Kemal’le Sultan Vahdeddin irtibatlarında, birbirlerine karşı özel ve gizli bir itimat ve itibarın sezildiği kanaatini taşımaktayız. Mustafa Kemal’in görünüşte: “İşgalci güçlere direnen bölge halkını yatıştırmak!?” ama gerçekte, “Anadolu Kurtuluş Harekâtı’nı başlatmak” görevi ve gayesiyle Samsun’a, hem de çok etkin ve genel yetkili askeri müfettiş olarak yollanması sırasında ve sonrasında, Sultan Vahdeddin’e gönderdiği telgraflarda gayet hürmetkâr ve itaatkâr bir tavır takınması… Ama Cumhuriyet’in kurulmasından, Padişahlık ve Hilafetin ilgasından sonra, NUTUK’ta da geçtiği gibi, Sultan Vahdeddin aleyhinde bazı ifadeler kullanması, şartların ve ihtiyaçların gerekli kıldığı bir tavrı yansıtmaktadır. Artık çürümüş ve çökmüş olan Padişahlık ve Hilafet makamını istismar ve suistimal ederek, Cumhuriyet’e ve devlete karşı girişilecek gaflet ve hıyanet tertiplerini boşa çıkarmak amaçlıdır. Yani daha önce Sultan Vahdeddin’e hürmet ve itaat sözleri samimi, ama sonraki ifadeleri SİYASİ ve STRATEJİK hesaplıdır. Aksi halde Mustafa Kemal’i, “yağcılık, fırsatçılık ve fesatlıkla” suçlamak olur ki, bu hem tarihi gerçeklere, hem onun karakterine aykırıdır.
Atatürk’ün Filistin duyarlılığı ve Siyonist İsrail’in canavarlığı!
Atatürk; (Ülkeyi savunmak ve anarşist isyanları bastırmak gibi) “Haklı nedenlere dayanmayan savaş, cinayetle aynıdır!” diyen insandı. Bu duyarlılık ve ufku açıklıkla, Filistin topraklarında, uyduruk gerekçeler ve şeytani hedeflerle bir İSRAİL devleti kurulmasına, samimiyet ve cesaretle karşı çıkmış ve etkili olmuşlardı. Bu ciddi ve gerçekçi girişimleri sonucu 1937’de kurulması planlanan İsrail, 11 yıl gecikmeli olarak, 1948’e kadar beklemek zorunda kalmıştı. Hatta bu yüzden, meşhur ABD’li Siyonist sermaye baronu DAVID ROCKEFELLER (1915-2017), hatıralarında Kurtuluş Savaşı’mızı da içine katarak, Atatürk için: “İsrail’in kuruluşunu çeyrek asır (25 yıl) aksatan düşmanımız!?” diyerek kinlerini kusmuşlardı…
Bugün, Siyonist İsrail’in bütün Gazze’yi işgal hazırlıklarını boşa çıkarmak üzere, HAMAS’ın haklı çıkışından sonraki 2 ay içerisinde, 9 bini çocuk, 5 bini kadın tam 20 bin masum Müslüman katledilmiş, bütün Gazze harabeye çevrilmiş durumdaydı. Ayrıca 50 bin yaralı ve sakat vardı, enkaz altında ise 10 binlerce cenaze bulunmaktaydı. İşte Atatürk, bu acı sonuçları ta o dönemde sezmiş durumdaydı.
Cani İsrail’in Organ Hırsızlığı ve Şeytani Arsızlığı!
Siyonist organ mafyasının öncelikli pazarı ABD oluyordu. ABD’de birçok üst düzey siyasetçi, haham, akademisyen ve iş adamı tarafından bu organ mafyası yönetiliyordu. Bu organ mafyası, 1948 yılından beri çalışıyordu ve yüzlerce Filistinli çocuğun iç organları çalınıp satılmaya devam ediyordu. İsrail, dünyadaki en büyük “insan derisi bankasına” sahip bulunuyordu. Estetik ameliyatlarda özellikle bebek, erişkin, çocuk ve gençlerin vücut derileri kullanılıyordu.
İsrail halkının, hem organ hem de deri bağışı konusunda oldukça düşük orana sahip olmasına rağmen, dünyanın en büyük deri bankasına nasıl sahip olduğu üzerinde durmak gerekiyordu. Sadece Filistinlilerden değil, ülkelerinden kaçmak zorunda bırakılan göçmenlerin çalınan ve kaçırılan çocuklarının vücutlarından da ailelerinin izni olmadan deri, kornea, kemik ve kalp kapakçıkları kesilip alınıyor ve satılıyordu.
İsrail güçleri, Gazze’nin kuzeyindeki Şifa ve Endonezya Hastanelerinde düzinelerce cesede el koymuştu. Şifa Hastanesi’nin avlusunda kazılmış olan bir toplu mezardaki cesetlere de el koyduğu biliniyordu. Koklea (iç kulağın işitsel kısmı) ve korneaların (gözün renkli kısmının önünü kaplayan saat camı benzeri saydam tabaka) yanı sıra karaciğer, böbrek ve kalp gibi diğer hayati organlar da dahil olmak üzere toplanıyordu. İsrail, ölen Filistinlilerin cesetlerini “düşman savaşçı mezarları” olarak adlandırdığı, kapalı askeri bölgeler gibi belirli yerlerde hazırladığı ve defin işlemlerinin gizlice yapıldığı, özel toplu mezarlara gömüyordu. Yani Siyonist Yahudiler, katlettikleri Filistinlilerin vücutlarını, iç organlarını ve deri parçalarını, canavarca kesip pazarlıyordu!.. Ve Atatürk, bütün bunları öngördüğü için İsrail’in kuruluşuna karşı çıkıyordu…
Gelelim Mustafa Kemal ve Sultan Vahdeddin irtibatına:
Türk‐Alman ilişkilerinin tarihi çok eskilere dayanır. 18. yüzyılda Prusya döneminden başlayan ilişkiler 19. yüzyılda özellikle askeri alanda gelişerek 20. yüzyılda I. Dünya Savaşı’nda ittifak boyutlarına ulaşmıştır. Bu büyük savaşta tarihsel kaderi birlikte paylaşan iki ülke, büyük bir dayanışma içine girerek varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Daha önce iki kez Osmanlı Devleti’ni ziyaret eden Alman İmparatoru II. Wilhelm’in bu ziyaretlerine, savaş sırasında Osmanlı Padişahı Sultan Reşad’ın yaşlılığı ve rahatsızlığı dolayısıyla karşılık verilememiş ve bu eksiklik Veliaht Vahdeddin Efendi’nin ziyaretiyle giderilmeye çalışılmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın da yaver olarak Veliaht Vahdeddin Efendi’nin maiyetinde bulunduğu bu ziyaret, resmi düzeydeki nezaket amacının çok ötesinde bir anlam taşımıştır. Savaşın gidişatı ve ittifakın geleceği üzerinde büyük hesapların gözden geçirildiği bu ziyaret, iki ülkenin geleceği açısından da önemli sayılmaktaydı. Yine de ziyaretin, savaşın sonlarının yaklaştığı bir süreçte gerçekleşmiş olması dolayısıyla, savaşın sonuçları açısından fazlaca bir etkisi olmamıştır. Ancak bu ziyaretin, Mustafa Kemal Paşa’nın savaş sonrası dönemdeki planları ve stratejisi açısından oldukça öğretici sonuçlar verdiğini söylemek yerinde olacaktır.
20. yüzyılda Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte yeni hesaplar içine giren (Mason İttihatçıların güdümündeki) Osmanlı Devleti, ilk aşamada İtilaf Cephesinden aradığı desteği bulamaması üzerine yeniden Almanya’ya yönelmek zorunda kalmıştır. Bu aşamada yaklaşık çeyrek asırdır ekonomik ve askeri zeminde gelişen Türk‐Alman ilişkileri için ittifak zemini zaten mevcut durumdaydı. Bu süreç, Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm’in Osmanlı Devleti’ne daha önce yaptığı ziyaretlerle (21 Ekim 1889 ve 5 Ekim 1898) olgunlaştırılmıştı. Almanya’nın da aynı şekilde daha çok stratejik açıdan Osmanlı Devleti’ne ihtiyaç duymasıyla birlikte gerçekleşen Türk‐Alman ittifakı, 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli antlaşmayla kuvveden fiile geçirilmiş olmaktaydı. Savaş boyunca tüm cephelerde görülen iş birliğinin, savaşın gidişatını, dolayısıyla her iki ülkenin geleceğini de yakından etkilemesi doğaldı. Savaşın sonlarına doğru, giderek Osmanlı Devleti ve Almanya’nın aleyhine doğru gelişen savaşın seyri yeni arayışları gündeme getirmiş ve her iki ülke son aşamaya kadar bu alandaki imkânlarını optimal bir şekilde kullanmaya çalışmışlardır.
Türk Heyetinin Almanya Seyahati ve Sonuçları
15 Aralık 1917 – 4 Ocak 1918 tarihleri arasında Osmanlı Devleti Veliahdı Vahdeddin Efendi ile birlikte Almanya’ya bir seyahat gerçekleştirmiş olan Mustafa Kemal Paşa’nın bu ziyareti, çeşitli eserlerde belirli boyutlarda yer almıştır. Bu konuda uğraşanlar; Mustafa Kemal’in, Falih Rıfkı Atay ve Siirt Milletvekili Mahmut (Soydan)’a vermiş olduğu bilgilerden hareketle Hâkimiyet‐i Milliye ve Milliyet gazetelerinde yayımlanan yazılardan yararlanmıştır.
Veliaht Vahdeddin Efendi’nin, I. Dünya Savaşı’nda çeşitli cepheleri ziyaret etmek amacıyla Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından Almanya’ya davet edilmesi üzerine, davete icabet kararı hükümet tarafından İstanbul’daki Alman Büyükelçiliği’ne aktarılmıştı. Vahdeddin Efendi’ye bu seyahatinde eşlik edenler arasında Mustafa Kemal Paşa da vardı. Mustafa Kemal Paşa, bu sırada Osmanlı Yıldırım Orduları Grubu Komutanı olan Alman General Erich von Falkenhayn ile görüş ayrılığına düşerek, 7. Ordu Komutanlığı’ndan affını istemiş ve Ekim 1917’de İstanbul’a dönmüş bulunmaktaydı. Bu sırada kendisine (bir müddet İstanbul’dan uzaklaştırmak düşüncesiyle) bizzat Enver Paşa tarafından, Veliahdın gerçekleştireceği Almanya seyahatine, orduyu temsilen katılması teklif edildiği konuşulmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa, geleceğin Osmanlı padişahıyla gerçekleştireceği seyahatin kendisi için faydalı olacağını düşünerek bu teklife sıcak bakmıştır. Kendisine yapılan teklifi kabul eden Mustafa Kemal Paşa, daha evvel karşılaşmadığı Veliaht Vahdeddin Efendi ile tanışmak amacıyla, Harp Okulu’ndan hocası olup geziye katılacaklar arasında yer alan Miralay (Albay) Naci Bey ile beraber Vahdeddin’in sarayına varmışlardır. Veliaht Vahdeddin Efendi, 15 Aralık 1917 Cumartesi günü Padişah’ın huzuruna çıkarak kendisiyle vedalaşmış ve akşam saat 19.30’da hareket eden Balkan treniyle Almanya seyahatine başlamıştır. Seyahatte Veliaht Vahdeddin Efendi’ye refakat edenler arasında; Mustafa Kemal Paşa ile beraber eski Baş Mabeyinci Lütfi Simavi Bey, Miralay Naci, Teşrifatçı İhsan, Hususi Kâtip Refik, Yaver Binbaşı Asaf ve Yüzbaşı Hulusi Beyler yer almaktadır.
Sirkeci Garı’ndan hareket eden kafile, yoluna devam ederken, Veliaht Vahdeddin ile Mustafa Kemal Paşa arasında zaman zaman çeşitli konuşmalar olmuş, Mustafa Kemal Paşa bu konuşmalardan memnun kalmıştır. Ayrıca bu konuşmalar esnasında, Veliaht Vahdeddin, Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale’de kazanmış olduğu başarılardan söz etmiş, bu vesileyle İstanbul’u kurtaran kahraman olmasından dolayı kendisine övgü dolu ifadelerde bulunmuşlardır. Heyet, pazar günü Sofya Tren İstasyonu’na ulaşmıştır. Burada, Bulgar Kralı adına Savaş Yaveri General Markov, Bulgar Hükümeti adına Demiryolları Nazırı Mösyö Kuzinciki, Reis‐i Nüzzar Mösyö Radoslavof adına Hariciye Nezareti Kâtib-i Umumisi Mösyö Zlatov, Teşrifat Müdürü Mösyö İlyef ve Sofya’daki Türk Elçilik elemanları, kafileyi hürmetle karşılamış ve daha sonra Almanya’ya doğru uğurlamıştır.
Kafilenin Almanya’daki ilk durağı Münih olacaktır. 18 Aralık Salı günü Münih’e ulaşan Türk heyeti için burada resmi bir karşılama töreni hazırlanmıştır. Zira Türk heyeti esas olarak Mainz şehri civarında bulunan Bad Kreuznach’taki Batı Cephesi Genel Karargâhında ağırlanacaktır. Öte yandan, Münih’te heyete katılmak için bekleyen Berlin Türk Büyükelçisi İsmail Hakkı Paşa kafileyi karşılamıştır. Türk heyetine ait özel vagon burada Alman karargâhına gidecek olan yeni bir trene bağlanırken, kafile Bavyera Harbiye Bakanlığı tarafından kendilerine tahsis edilen bir özel otomobil ve bir mihmandar subay ile Münih şehrinde kısa bir gezinti yapma imkânı bulmuşlardır.
Salı gecesi Münih’ten ayrılarak, Berlin Türk Sefiri Hakkı Paşa refakatinde 19 Aralık Çarşamba günü Batı’daki Alman Genel Karargâhına doğru yol alan tren, karargâha yakın bir yerde, Rockenhausen İstasyonu’nda bahsi geçen Alman mihmandarlar ve Almanya’da savaş süresince Türk Askeri Delegesi olarak bulunan Zeki Paşa tarafından karşılanmış ve kısa bir süre sonra Genel Karargâha doğru yol almıştır. Yarım saat sonra Bad Kreuznach tren istasyonuna ulaşan Türk heyetini, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in yeğeni olan Prens Waldemar ve bazı yüksek rütbeli subaylar karşılamış, buradan otomobillere binilerek karargâha varılmıştır. Türk heyeti, bugün bir kaplıca oteli olarak kullanılan Alman Genel Karargâhının önündeki geniş alanda Osmanlı marşları çalan bir bando eşliğinde Alman İmparatoru II. Wilhelm, Alman Orduları Başkomutanı Mareşal Paul von Hindenburg ve Alman 7. Ordu Kurmay Başkanı General Erich Ludendorff tarafından karşılanmıştır. Görüşmelerde tercümanlığı, Almanca bilen Miralay Naci Bey yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa tanışma esnasında eski askeri başarılarından dolayı Alman İmparatoru’ndan övgü dolu sözler duymuşlardır.
Karargâha yerleşen Türk heyeti kısa bir dinlenmeden sonra, Mustafa Kemal Paşa ve Miralay Naci Bey, Veliaht Vahdeddin’in odasında olduğu sırada, Alman İmparatoru II. Wilhelm gelerek kendilerini ziyarette bulunmuşlardır. Görüşme esnasında Veliaht Vahdeddin, Osmanlı Devleti’ne karşı düşman saldırılarının arttığını, bu hücumların devam etmesi halinde Türkiye’nin akıbetinin kötü olacağını, bunların durdurulması yönünde teminat alamadığını, bu konuda kendisinin aydınlatılması ricasını aktarmıştır. İmparator bu sorudan rahatsız olmuş, Veliahdın zihnini bulandıranlar olduğunu vurgulamış ve Veliahdın bu konuda bir şüphesinin olmaması gerektiğini beyan etmesinden kısa bir müddet sonra görüşme sonlanmıştır. Daha sonra İmparator bir öğle yemeği hazırlatmış, yemekten sonra yine sohbet toplantıları yapılmış ve her iki grup birbirlerine karşılıklı hediyelerde bulunmuşlardır. Sohbet esnasında Mustafa Kemal Paşa, Suriye’deki durum ile ilgili Hindenburg’a bilgi aktarmış, ona bazı kritik sorular sormuş, fakat Hindenburg cevap veremediği için soruları geçiştirmeye çalışmıştır.
Ardından Mustafa Kemal Paşa, Veliaht Vahdeddin’e; Türklerin endişelerini Alman İmparatoru’na söylemekten sakınmamasını, ve bu konuşmaların yararlı olacağını hatırlatmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın bu konudaki ısrarı, savaşın (dolayısıyla ittifakın) geleceğiyle ilgili Osmanlı Devleti’nin tereddütlerinin giderilmesini amaçlamaktadır.
Saat 16.00 sıralarında daha önce planlanmış bir program gereğince İmparator, Flander cephesine gitmek zorunda olduğu için Türk heyetine iyi seyahatler dileyerek karargâhtan ayrılmıştır. Prens Waldemar Türk heyetine kısa bir gezi yaptırdıktan sonra taraflar Mareşal von Hindenburg’un vermiş olduğu akşam yemeğinde buluşmuşlar ve yemekten sonra gece yarısına doğru Türk heyeti tren garına giderek Strazburg’a uğurlanmıştır. Bunun nedeni, ziyaret edecekleri cephelerin bu bölgede yer almasıdır.
Epeyce yorgun düşmüş olan Türk heyeti, 19–20 Aralık gecesi tren Strazburg’a doğru yol alırken özel vagonlarında yorgunluk atmışlardır. 20 Aralık sabahı tren Strazburg İstasyonu’na ulaştığında, Türk heyetini Württemberg Krallığı Prensi olup aynı zamanda bu bölgenin Flanders‐Lorraine Orduları Grubu Komutanlığı’nı da üstlenmiş olan Dük von Albrecht, Alsas Loren Askeri Valisi Albay von Berenhorst, Strasburg Belediye Başkanı ve yüksek rütbeli bazı subaylar karşılamış ve karşılama töreninden sonra konuklar için otomobillerle bir şehir turu yaptırılmıştır. Dük’ün sarayında yenilen öğle yemeğinden sonra, bir müddet sohbet edilmiş ve yine otomobillerle güneybatıdaki Fransız sınırına yakın II. Wilhelm siperlerine kısa bir gezi ayarlanmıştır. 21 Aralık Cuma günü Vahdeddin Efendi ve beraberindeki heyet, güneybatı Alman cephesinin en ileri noktalarındaki siperlerde savaşan Alman askerlerini ziyaret etmek için sabahın erken saatlerinde Strazburg’dan Colmar’a doğru yola çıkmıştır. Colmar’a varıldığında, cephe karargâh merkezinin demiryolu istasyonunda Alman Ordu Komutanı Korgeneral von Koendel ve askeri erkân heyeti karşılamış ve kısa bir tanışma faslından sonra otomobiller ile cepheye varılmıştır. Cephede, harita üzerinde cephenin durumu ile ilgili bilgilendirmeden sonra Bavyera Bölüğü’nün yer aldığı en ilerideki siperlere uğranmış, buradaki Alman askerlerine Türk milletinin selamları iletilmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hattında bir ağaca çıkarak Almanların ve düşmanın durumunu daha yakından görmesiyle, Almanların savaş cephesindeki durumları yakından saptanmıştır. Bu gözlemlerinde Mustafa Kemal Paşa Almanların durumunu iç açıcı bulmamıştır. Strasburg’a hareket etmeden evvel Alman Başkumandanı görkemli bir veda merasimi düzenleyerek Türk heyetini uğurlamıştır. Vahdeddin Efendi (Mustafa Kemal Paşa’dan farklı olarak) cephedeki bu ziyaret sonrasında, Alman ordusunun savaşın ilk günlerindeki gibi kuvvetli olduğu ve arzulu bir şekilde mücadeleye devam ettiği kanaatine varmıştır.
Almanya seyahatinin bundan sonraki bölümü biraz daha farklı özellikler taşımaktadır. Önce, Almanya ve müttefikleri için yoğun şekilde silah üretiminin yapıldığı Krupp fabrikaları gezilmiş ve daha sonra Berlin’e doğru yola çıkılmıştır. Berlin’de ise, Alman İmparatoru’nun konuğu olarak çeşitli ziyaretler, gezintiler gerçekleştirilecek ve burada seyahat son bularak tekrar İstanbul’a dönülmüş olacaktır.
22 Aralık sabahı yola çıkan heyet, Mannheim, Mainz, Koblenz, Köln, Düsseldorf, Duisburg üzerinden, öğleden sonra bir vakitte Essen tren istasyonuna ulaşmışlardır. Belediye Başkanı ve Krupp firması ileri gelenleri tarafından karşılanan heyet, doğruca fabrikalara götürülmüş, topların ve diğer silahların üretildiği atölyeler kendilerine tanıtılmıştır. Daha evvel Osmanlı Devleti tarafından siparişi verilmiş olan top ve silahlara da yerinde bakılmıştır. Fabrikada, savaş nedeniyle üç vardiya halinde otuz beş bini kadın olmak üzere toplam yetmiş beş bin işçi çalışmaktadır. O gece Essen’den ayrılan Türk heyeti, 23 Aralık Pazar günü sabahı Berlin’e ulaşmış ve Adlon Oteli’ne konuk alınmıştır. İstasyonda kendilerini Alman Hariciye Nezareti erkânından von Kühlmann, Baron Duvahandorf ve Osmanlı Sefarethanesi Ataşe Militeri karşılamıştır. Berlin’de Alman İmparatoru’nun konuğu bulunan Türk heyeti, burada on gün kadar kalmak arzusundadır. Konuklar şerefine Adlon Oteli’ne Türk Bayrağı asılmış, kendilerine iki otomobil ve tercümanlar ayarlanmıştır.
Türk heyeti aynı gün öğle yemeğinde Dışişleri memurlarıyla Adlon Oteli’nde beraber olmuş, öğleden sonra ise Veliaht Vahdeddin, Mustafa Kemal Paşa ve Miralay Naci Bey Alman Kraliçesi’ne bir ziyarette bulunmuşlardır. Bu ziyaret esnasında, Berlin/Tiergarten’daki Bellevue Şatosu’nda ikamet eden Kraliçe’ye Veliaht Vahdeddin tarafından kıymetli taşlarla süslü bir broş takdimi yapılmış, ardından Türk heyeti şerefine Berlin’deki Osmanlı Sefarethanesi’nde bir ziyafete katılınmış, ve Veliaht Vahdeddin Efendi Kraliçe ile Opera Royal’e giderek bir oyunu seyredip ayrılmışlardır.
Sonraki günlerde, heyet Berlin’de gezilere çıkmış, Veliaht Vahdeddin Efendi gazetecilerle görüşmüş ve gazetelerde röportajları yayımlanmıştır. Vahdeddin Efendi, Berlin’de iken Miralay Naci Bey’e yaverlik teklif etmiş, bu konuda tereddütleri olan Naci Bey’in Mustafa Kemal Paşa’ya danışması üzerine, Mustafa Kemal Paşa teklifi kabul etmesi yönünde kendisine telkinlerde bulunmuşlardır. Heyet Berlin’de iken, Brest Litovsk’da Ruslarla görüşme yapmak için İstanbul’dan yola çıkan Albay Rauf Orbay önce Berlin’e uğramış, doğruca Adlon Oteli’ne giderek Mustafa Kemal Paşa’yı odasında ziyaret etmiş ve iki eski dost, memleket meseleleriyle ilgili fikir alışverişinde bulunmuşlardır. 31 Aralık Pazartesi günü sabahı Adlon Oteli’nde kapsamlı bir basın toplantısı yapılmış, toplantıda, Veliaht Vahdeddin Efendi (Almanların) Batı Cephesi’ndeki temaslarını övgüyle anlatmış, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in kişiliğinden çok etkilendiğini vurgulamış, iki dost ülkenin birlikte hareket etmesinden Türk milletinin memnuniyet duyduğunu ve izlenimleri sonucunda Almanların zafere ulaşacakları kanaatinin kendisinde hasıl olduğunu aktarmıştır.
Toplantıdan sonra yalnız kalan Veliaht Vahdeddin Efendi ile Mustafa Kemal Paşa arasında önemli bir görüşme yaşanmıştır! Devletin gidişatından endişe duyan Mustafa Kemal Paşa, geleceğin padişahı olan Vahdeddin Efendi’ye kurtuluş reçetesi olarak bir öneride bulunmayı uygun bulmuşlardır. Mustafa Kemal Paşa, Almanya’da İmparator, veliaht ve prenslerin devlet işleriyle aktif olarak ilgilenmelerini örnek göstererek, İstanbul’a dönüldüğünde Liman von Sanders’ın emrinde olan 5. Ordu Komutanlığını Veliahdın üzerine almasını, bu durumda kendisine Kurmay Başkanlığı yapmaktan onur duyacağını hatırlatmıştır. Ancak, Vahdeddin Efendi; İttihat ve Terakki iktidarının kendisine bu komutanlığın verileceğine inanmadığından, İstanbul’a döndüklerinde durumu değerlendireceğini aktarmıştır ki, bu cevabın Mustafa Kemal Paşa’yı ümitsizliğe ve üzüntüye sevk ettiği anlatılır.
Artık dönüş vakti gelip çatmış, 1 Ocak 1918 Salı günü hazırlıklar tamamlanmış, tren garında Türk heyetine ait özel vagon, İstanbul’a hareket edecek olan Balkan Treni’ne bağlanmıştır. Akşam vakti hareket edecek olan heyeti uğurlamak için istasyona gelenler arasında, Alman İmparatoru adına Baron von Süssing, Generaller, Dışişleri Bakanlığı ileri gelenleri, o tarihte Berlin’de bulunan Osmanlı Hariciye Nazırı Ahmet Nesimi Bey ile İzzet Paşa, Berlin Türk Büyükelçisi İsmail Hakkı Paşa, Türk Askeri Delegesi Zeki Paşa, Askeri Ataşe Albay Cemil Bey ve elçilik mensupları yer almışlar ve bir tören ile kafileyi uğurlamışlardır. Dönüş yolunda, Vahdeddin, Mustafa Kemal Paşa ve Miralay Naci Bey arasında birkaç defa seyahatin değerlendirilmesi yapılmıştır.
Hareketten bir gün sonra Budapeşte’ye ulaşan tren, Osmanlı Baş Şehbenderi Ahmet Hikmet Bey, Şehbenderhane erkânı ve Osmanlı zabitleri tarafından karşılanmış ve kısa bir süre sonra kafile tekrar yola çıkmıştır. Ertesi gün tren Belgrad üzerinden Sofya’ya ulaşınca, Mustafa Kemal Paşa, Sofya’da heyeti karşılayan Türk Büyükelçisi Fethi Okyar’a Almanya’nın savaşı kaybedeceği kanaatinde olduğunu, bizim ayrı bir barış imzalayarak savaştan en az zararla kurtulmamız lüzumunu hatırlatmıştır.
1 Ocak 1918 akşamı Berlin’den hareket eden tren, 4 Ocak 1918 Cuma günü akşama doğru (saat 16.10) İstanbul Sirkeci İstasyonu’na ulaşmıştır. Padişah adına Şehriyarileri Ziyaeddin Efendi ile Başyaver Salih Paşa, Şehzade Abdülmecid ve Osman Fuad Efendiler, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa, Adliye Nazırı Halil Beyefendi, Alman Elçisi Kont Bernsdorf, ayandan Tevfik Paşa, Almanya ve Avusturya Elçiliği Askeri Ataşeleri, ayandan ve milletvekillerinden bazı kimseler bando takımı eşliğinde bir bölük askerle heyeti karşılamışlardır. Veliaht Vahdeddin Efendi bir müddet istasyonda dinlendikten sonra doğruca Saray’a giderek seyahatleri hakkında Padişah’a bilgi sunmuşlardır.
Veliaht Vahdeddin Efendi Berlin’de iken Vossische Zeitung gazetesi yazarlarından Profesör Stein’a vermiş olduğu mülâkatta, genel olarak ziyareti çok verimli bulduklarını, Alman askerlerinin gözlerinde kazanma azminin parladığını, İmparator II. Wilhelm, Mareşal Hindenburg ve General Ludendorff’un misafirperverliğinden memnun kaldıklarını aktarmıştır. Savaş ve Batı ile ilgili olarak ise; bu savaşa istila amacıyla değil, Türk topraklarını müdafaa amacıyla girdiklerini, savaş sonrasında imzalanacak olan antlaşmada Osmanlı mülkünün ve Hilafet haklarının korunması gerektiğini vurgulamıştır. Son olarak, Batı’nın ilerlemesini aşamalı olarak benimsemek suretiyle Avrupa devletleriyle olan kader ortaklığını korumak ve devamlı kılmak amacında olduklarını anlatmışlardır.
Almanya açısından bu gezinin asıl amacı, giderek zorlaşmış koşullarda müttefiki olan Türkiye’nin bu konuda güvenini tazelemiş olmaktır. Ancak, başından beri (İttihat ve Terakki hükümetine karşı olarak) Almanlarla yapılan ittifakın doğru olmadığına inanan Mustafa Kemal Paşa’da, gezi sonrasında Almanların savaştan yenilgiyle ayrılacağı düşüncesi pekişmiş durumdadır. Bu konuda, belirtilmesi gereken asıl nokta; Veliaht Vahdeddin ve Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere pek çok devlet adamının, haklarımızı koruyarak ve en az zararla bir an önce barış antlaşması imzalanması gerektiği kanaatini taşımalarıdır. Devlet adamlarını bu düşünceye sevk eden neden, muhtemelen uzun süren savaşlar ve şartların ağırlaşması sonucu devletin ve milletin artık çok yorulduğuna inanmış olmalarıdır. Genel bir değerlendirme yapıldığında, seyahate katılan şahsiyetlerle, seyahati değerlendiren basın çevrelerinin gözlemleri arasındaki farkların dikkat çekici boyutta olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan seyahatin, savaşın gidişatı konusunda iki ülke açısından pozitif sonuçlar doğurduğundan söz etmek imkânsızdır. Zira reel durumun çok farklı olması, hemen hemen tüm cephelerde İttifak Cephesi’nin çökmüş olması bunun başlıca kanıtıdır. Bu nedenle, seyahatin bu aşamada psikolojik etkilerinden ve nezaket ziyareti özelliğinden öte fazlaca bir anlamı olmamıştır. Bu durumda, özellikle Türk tarafı açısından savaş sonrasındaki ikili ilişkilerin olumlu ve yapıcı seyrinin korunması hedefi, seyahatin beklenilen sonuçları arasında yer almıştır. Bunun dışında bu seyahatin, gerek Veliaht Vahdeddin gerekse Mustafa Kemal Paşa için savaş sonrası mütareke ve Millî Mücadele dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde birbirleriyle olan ilişkilerinde kendilerini daha yakından tanımaları açısından önemli ve öğretici tarafları bulunduğu açıktır.[1]
Seyyid Abdülhakim Arvasi Efendinin İtirafları! 1865 (Van-Arvas Köyü) – 1943 (Ankara-Bağlum Köyü)
Seyyid Abdülhakim Arvasi Hz.lerinin yakınlarına aktardığı hatıralarına göre, Sultan Vahdeddin, İstanbul’un ileri gelen âlimleriyle birlikte kendilerini de bir iftar yemeği ikram edilmek üzere Saraya çağırmışlardı. Ziyafet ve sohbetlerden sonra, Padişah Vahdeddin’in baş yaveri ağırlanan âlimlerin yanına gelerek:
“Sultanımız Hz.lerinin Siz Muhterem Ulema heyetinden bir talepleri vardır. Şu anda Anadolu’da, işgalci düşmanlara karşı Aziz Vatanımızı kurtarmak üzere çarpışan Kuvay-ı Milliye kahramanlarının başarılı olmaları ve yurdumuzu bağımsızlığına kavuşturmaları için; Zat-ı Alilerinizin devamlı dualarıyla birlikte, genç ve dinç insanların Anadolu’ya gitmeleri için cemaatlerinizi teşvik buyurmalarınızı… Ayrıca Anadolu Kurtuluş Harekâtına her türlü maddi desteğin hazırlanıp ulaştırılmasını, özellikle rica ve istirham buyurmaktadır…” dediğini anlatmışlardır.
Evet, Sultan Vahdeddin’in, Atatürk’ün önderliğinde Şanlı Kurtuluş Savaşımızın hem başlatılması hem başarılması hususunda ciddi ve samimi katkıları vardır. Ama zahiren işgalci İngilizleri oyalamıştır. Çünkü Kuvay-ı Milliye’ye imkân ve zaman kazandırmak amacındadır.[2]
1924’te medreseler, 1925’te de tekkeler kapanınca Abdülhakîm Arvasi Efendi bir daha şeyhlik faaliyetinde bulunmamıştır. “Bunlar boş mekânları kapattılar. Buraları zaten kendilerini kapatmışlardı. İstanbul’a geldiğimde bid’at karışmamış çok az tekke vardı” dedikten sonra, “Tarikat işi maalesef özünü ve özelliğini kaybetmiş durumdadır. Ancak muhabbet ve muhiblik bâki kalacaktır!” buyurarak artık tasavvufun pratiklerinden ziyade manevî mirasına sahip çıkılması gerektiğine işaret buyurmuşlardır.
Abdülhakîm Arvasi Hz.leri bir süre Vefa Lisesi’nde din dersleri hocalığı yapmıştır. Vefatına kadar Ayasofya Camii, Bayezid Camii, Fatih Camii, Eyüp Camii, Ağa Camii, Sinanpaşa Camii, Üsküdar Yeni Camii, Osmanağa Camii, Zuhuratbaba Camii, Arap Camii, Yeraltı Camii ve Kasımpaşa Camii’nde fahrî vaazlarını aksatmamıştır. Bu derslere mesture bir şekilde gelip bir kenarda oturan hanımlar da katılmıştır.
Çok âlimlerin okutmaktan çekindiği Beydâvî Tefsiri’nden ders verip tamamını aktarmak kendisine nasip olmuş bir zattır. Ayrıca Ebussuud, Nimetullah ve Hüseynî tefsirlerinden başka, Şir’atü’l-İslâm, Şifâ-i Şerif ve Kimyâ-i Saâdet okutmuşlardır. Kürsüde sahabenin üstünlüklerini anlatmaktan geri durmamıştır.
İttihatçılara muhalif olmasına ve Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin ısrarına rağmen Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na yanaşmamıştır. “Müslüman dine uyar, günah işlemez; kanuna uyar, suç işlemez” buyurarak insanın kendisini tehlikeye atmasının ve fitne çıkarmanın caiz olmadığını vurgulamışlardır. 1931 yılı Ramazan ayında apar topar evinden alınıp Menemen’e götürülerek Divan-ı Harb’e çıkarıldı. Mahkemede, “Sen şeyhmişsin?” sualini şöyle yanıtlamıştı: “Abdülkâdir Geylânî, İmam-ı Rabbânî gibi zatları kastediyorsanız, ben onlara hizmetkârlık yapmaya bile lâyık değilim. Ama piyasadaki bazı şeyh kılıklı sahtekârları söylüyorsanız, ben onlardan birisi olmaya tenezzül etmem!”
Bu cevap üzerine beraat edip İstanbul’a dönse de dine hizmeti ve etrafında genç ve münevver bir zümrenin teşekkülü bazılarını rahatsız etmeye başlamıştı. 1943’te, yine bir Ramazan günü dergâhı polislerce basılarak 83 yaşındaki Abdülhakîm Efendi İzmir’e sürgüne yollandı. Yaşlılık, yol ve havanın tesiriyle hastalandı. Milletvekili olan damadının ısrarlı teşebbüsleri üzerine hükümet İzmir’den Ankara’ya gelişine izin verdiyse de burada iki hafta ancak yaşayacaktı. Hacı Bayram’daki yeğeninin evinde 27 Aralık 1943 günü bu dünyadan ayrıldı. Mübarek cenazesi Ankara yakınındaki Bağlum kasabasına götürülüp burada defni yapıldı.
[1] (Bak: Veliaht Vahdeddin ve Mustafa Kemal’in Almanya, Seyahati- K. Çolak, F. Yetim’den özetlenmiş ve düzeltilmiş notlar.)
[2] (Bak: Kazım Albay- Sultan Vahdeddin ve Milli Mücadele)
Atatürk’ü anlamak devleti anlamak, devleti anlamak Atatürk’ü anlamaktır diyebiliriz. Son Şeyhül İslam Mustafa Sabri kendi hatıratında “Sultan Vahdettin’e çıktığını, kendisine Mustafa Kemal’i Anadolu’ya kurutuluş hareketi için göndermemesi gerektiğini ifade ettiğini, Sultanın ise; Mustafa Kemal’in ateşi bir zekaya sahip olduğunu ifade ettiğini, kendisinin ısrarlarına rağmen Sultanın her seferinde aynı cevabı verdiğini” belirtmektedir. Şimdi bu duruma göre düşündüğümüzde Mustafa Sabri’nin bunu bir emir olarak görmesi ve Anadolu’nun kurutuluşunda görev alması gerekmez miydi?
Kurtuluş hareketinin başarıya ulaşması siyonizmi öyle çıldırtmıştır ki Atatürk’ten intikam almak için milletimizi O’na düşman etmeye çalışmıştır. Düşünün ki milletimize kahraman olarak tanıtılan Mustafa Sabri vb. kişiler İngiliz Muhipler Cemiyetinin adamı. Bunlar kahraman, bütün ömrünü bu vatana ve millete vakfeden, devletimizi kuran, tabiri caizse yediğimiz ekmekte hakkı olan Atatürk düşman öyle mi? Fakat muhterem Ahmet AKGÜL hocamızın yazdığı Bizim Atatürk kitabı siyonizmin bu konudaki tüm çabalarını boşa çıkarmıştır. Ne kadar teşekkür etsek azdır.
Milli Çözüm gerçek-leri arıyor
Faydalı olmayı,hep amaçlıyor
Hayra motor,şerre fren oluyor
Atatürk-Osmanlı,aynı ruhtandır
Bunları ayırmak,büyük bühtandır!..
David Rockefeller’in hatıratındaki itirafına göre Atatürk’ün İsrail’in kuruluşunu 10 yıl geciktirmesi o halde Atatürk’ün ne büyük bir adam olduğunun şahadetidir Şimdi şöyle düşünelim 10 yıl gibi bir süre İsrail’i geciktiren bir adam aleyhinde konuşulamayacak kadar büyük bir devlet adamıdır
Organ mafyası İsrail’in vahşeti ve yaptığı zalimlikleri görürken ve zulme göz yumanlar/destek verenler seçtiğimiz idarecilerken; 100 yıl öncesi şahsiyetleri en büyük düşman görmek ve tüm kini ona aktarmak işte Siyonizm’in şaheseridir (bizi bize kırdırırken tarihte görülmemiş zalimliği kamufle etmektedir)
Siyonizm’in “Atatürk” üzerinden oynadığı “şaheser oyununu” Üstad Ahmet Akgül Hocamız paramparça etmiştir. Nasıl düşünülmesi/bakılması gerektiğini belgelerle izah etmiştir. İtiraz kapısı bırakmamıştır. Haliyle Kutlu Bilgenin çaldığı maya tutmuş Siyonizm’in oyunu tarumar etmiştir.
Türk Devlet aklı!
16 Büyük Türk Devleti yıkıldı ancak 17. Si kuruldu!
Vahdettin ve Atatürk’ü anlamak için,
Milli Çözüm okumak gerekir…
Atatürk’ün, Osmanlı Derin Devletinin adamı olduğu, Sultan Vahdettinin ise vatanı için “hain” damgası yemeyi bile göze aldığını bu kısa ve öz makalede anlamak mümkün.
Osmanlı’nın en zayıf döneminde bile Türk aklı, İsrail’i kurdurmayacak kadar büyüktü!
Şimdi ise Yeni Bir Dünya kuracak kadar büyük, Allah’ın izniyle…
Gazeteci yazar; Fatih Bayhan’ın Aksiyon dergisine yaptığı açıklamada; Vahdettin ile Atatürk arasındaki ilişki yıllarca “Vahdettin’in vatan haini” olduğu yakıştıramasının temelinde yapıldı. Ancak Atatürk’ün ağzından Meclis’teki gizli celse de Sultan Vahdettin için kullanılan ifadelerde Atatürk ile Vahdettin’in ortak hareket ettiği ortaya çıktı.
Atatürk hakkında idam kararı aldıran Sultan Vahdettin’in Mustafa Kemal hakkında aldırdığı idam kararının ardından yaveri ile özel bir mektup göndermiş… Mektupta Vahdetin Atatürk’e şu ifadeleri kullanmış: “İngiliz süngüsü altında böyle bir karar almak durumundayım. Bu kararı almam senin çalışmaların ile alakalı yürüyeceğin yolda moralini bozmasın.
Yani durum gösteriyor ki Atatürk ile Sultan Vahdettin bu yolda ortak hareket etmiş ve İngiltere’ye karşı müthiş bir siyasi oyun oynamışlar… Bu belgelere göre; “Atatürk ile Sultan Vahdettin milli mücadale döneminde ortak hareket ettiler”
Yahudi (Siyonist şeytan-batıl) saltanatının zirvesini yaşamakta… İnsanları kandırıp “emellerine hizmet ettire bilme marifetinde” ise tarihte görülmemiş bir ustalık göstermekte.
Tarih; hiç bu kadar insanın kandırılıp, kendi yanlış emellerine hizmet ettiren bir organizasyonla karşılaşmamıştı.
Hatta karşı oldukları o kirli yapıya “bilmeden, istemeden ve bilerek” değirmenine su taşıyan alimler, şeyhler, profesörler, bilim adamları, muhalefet liderleri, başkanlarla dolu tarihimiz.
Şeytanın şahesereydi Siyonist nizam.
Bu nedenle “her” kişi, kaşısın da hiç olması kaçınılmazdı.
Er kişiler, ısmarlama şahsiyetler ancak Siyonizm’in oyununa gelmez, sinsi girişimlerini sezebilir, en etkili mücadeleyi yürütebilirdi.
O tek kişi zamanında Abdulahamit Han’dı, Atatürk’dü
Asrımızda O tek kişi Erbakan’dı.
Zamanımızda ise Aziz Erbakan Hocamızın siyaset ve stratejisine hakim, en sadık takipçisi Üstad Ahmet Akgül Hocamızdı.
Her kişi Fetö’den sınıfta kalırken “O” Fetö kuklasının sahibi Siyonistlerle ve uşakları ile göğüs göğüsse çarpışandı.
Atatürk’ e, Siyonizm’i sevindirecek ve insanımızı ayrıştıracak bakış açısıyla bakarken herkes “O” bu Siyonist bakışı tersine çevirmek için mücadele etti ve başardı.
Kur’an’ Kerimim gerçek mana ve mesajı “Siyonist Haim Nahum Doktrini gereği” unutturulmuş-çarpıtılmışken “O” yeniden yeşertti.
Bir değil (bilmeyenler abartıyorum zannede bilir, lütfen araştırmadan kanaat sahibi olmayalım) yüzlerce Siyonist’i veya uşaklarını aşikâr etmekle etkisiz hale getirdi.
Siyonizm’in; İtikadi, ahlaki, ibadet, siyasi konularda, yüz değil binlerce çarpıtmasının, gerçeğini ayan etti. Temiz gönülleri, zihinleri istikamete yönlendirdi.
Saymakla bitmeyeceğinden
Şu sözle tamamlamak istiyorum “Her insan Siyonizm’in karşısında hiç olurken Üstad Ahmet Akgül Hocamız Pir oldu”
YILDIZLAR SÖNERSE!
Her dönemin, bir yıldızı vardır
Onlar ışıl ışıl, ışık yansıtır
Hainleri deşifre için, mihenk taşlarıdır
Mücadeleci, kararlı ve cesurlardır
Çoğunluk onlara besler düşmanlık
Adam ettikleri tarafından, yapılır vefasızlık
Ağza alınmayacak sözlerle, edilir saygısızlık
Bilinçsiz saldırırlar, bu ne aymazlık..
Biri ölür, binler yolundan yürür
Kin kusanlar, şişmiş leş gibi çürür
Kervan gider, ulaşamayanlar ürür
Engeller aşılır, yolun sonu düzlüktür
Yıldızlar sönerse, karanlık yayılır
Değer bilinmezse, imkânlar alınır
Vatan giderse, haysiyet mi kalır
Geçmişine düşman olan, şeytana arkadaştır
Dağılma sürecinde Millî Devlet aklının son derece etkin ve aktif olduğunun en büyük göstergesi Vahdettin ve Mustafa Kemal Paşanın uzun süreli dış seyahatidir…
Kurtuluş Savaşının baş finansörünün bizzat Osmanlı devletinin kendisi olduğunun da ayrı bir delilidir..
Olması gereken yerden bakılınca nasıl da tarihten ders çıkarmak kolay oluyor. Bugün içinde bulunduğumuz dar boğazları genişletecek, ayrışma noktalarını bir araya getirecek bir sürü unsuru Miil Çözüm sayesinde bizler de öğrenmiş oluyoruz. Üstad Ahmet Akgül’ün dediği gibi “din istismarcılarından ve devrim simsarlarından” kurtulmanın çarelerini bulmamız gerekiyor. Kimi dinden kimi de devrimlerden yaptıkları istismar ve simsarlıkla gününü gün ederken, ülkemiz ve bizden medet umut bekleyen mazlumların tümü bekledikleri ile kalıyorlar. İşte bu yüzden inşallah Adil Düzen iktidarı kurulduğu zaman bu ihtilaflı gibi anlatılan ve aslında aralarında bir ihtilaf bulunmayan konular da aydınlığa çıkacak, kurtuluş yolları açılacaktır.