YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
664a26aeb2f4d
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 9
Bugün : 17554
Dün : 23538
Bu ay : 402991
Geçen ay : 737322
Toplam : 23919277
IP'niz : 18.216.62.60

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Gerçekleri saptırmak suretiyle İslamiyet’i yozlaştırmak, Dinimizi, iptidai kominizmi çağrıştıran eski İran ekollerinden etkilenmiş gibi yorumlayıp kafaları karıştırmak ve Halac-ı Mansur’un şahsında İslam’ı Hristiyanlaştırmak için sinsi ve uzun süreli bir tahrifat ve tahribata koyulan…. Kendisi bir Hristiyan rahibi bilinmesine rağmen, Yahudi asıllı bir Kabalist mason olduğu anlaşılan Fransız şarkiyatçı Lois Massignon’un (öl.1962) “Passion de Hallaj” kitabını kopya edip ara yerlere de bazı sloganik tercihlerini ve işine gelen zevatın tespitlerini de serpiştirerek “Hallac-ı Mansur – Enel Hak İsyanı” kitabını ortaya çıkaran Yaşar Nuri Öztürk ( Bak. Yeni Boyut yayınları 5.Baskı İST.2011) kendi niyetini ve mahiyetini de açığa vurmaktadır.

“Cenabı Hak Massignon’la Hallac’ı, sonsuzluk aleminde yan yana getirip kucaklaştırmıştı” (1.cilt sh.24) diyecek kadar gaipten haber duyuran ve haddini aşıp Allah adına hüküm buyuran ve Massignon’u kutsayan Yaşar Nuri, kendisini bu Kabalist-Mason rahibin “sadık talebesi ve takipçisi” göstermenin rüşveti olarak, hangi lobilerin güdümünde ve hizmetinde olduğu belli olan Time dergisinin düzenlediği düzmece bir anketle “20. Yüzyılın en önemli 100 kişisi arasında ilk on sıraya yerleştirilme şerefine ulaştırılmıştır.

İşte Sn. Yaşar Nuri Öztürk’ün “Hallac-ı Mansur” kitabındaki sapkınlık ve saldırıları:

1- Ebu Bekr Er-Razi’nin (ölm.925) görüşleri olarak “Kutsal bir yaratıcıya inanmak yeterlidir, ayrıca peygamber ve Kitap gereksizdir” şeklindeki deist felsefeyi, överek ve benimseyerek anlatmakta (Bak: 1.cilt, sh.162-163) ve böylece “Kur’an doyurucudur, sünnete ve hadise gerek yoktur” düşüncesinin temeli de ortaya çıkmaktadır. Çünkü deist’lere göre akıl ve mantık her şeyin başı ve anahtarıdır, dine ve peygambere ihtiyaç kalmamaktadır.

2- Dinsiz ve zalim Komünizmin fikir babası Karl Marx’ın “Das Kapital” kitabını bir nevi Kur’an tefsiri sayanları kutlamakta, hatta hızını alamayıp “CEBRAİLsiz KİTAP” diye övgüler yağdırmaktadır. (Bak:2cilt, sh.147)

Riyad Üniversitesi Usuliddin Fakültesinin hazırladığı bir kitapta: “Şuyü’iyyetül-Mal ven-Nisai indel Karmita- Karmatilerde mal ve kadınların komünistçe ortak kullanımı” tespitlerine şiddetle karşı çıkan Yaşar Nuri komünizmi ve komünistleri savunmaya kalkışmaktadır. (Bak:1cilt, Sh.80)

Oysa Komünist rejimlerde belki resmen ve hukuken “kadınların ortak” kullanılması şart koşulmamıştır, ama fikren ve fiilen bu durum tabiatıyla ortaya çıkmış, özellikle işçi-memur kesiminde ve komün sisteminde yaygın biçimde yaşanmıştır. Komünist artığı ülkelerde, fabrika ve çiftlik tuvalet ve banyolarında Kadın-Erkek ayırımı yapılmadığını ve aralarına duvar-perde konulmadığını gösteren örnekler hala durmaktadır. Kaldı ki Kominist-Maoist ve Darwinist Abdullah Öcalan’ın “Nasıl Yaşamalıyız?” kitabında en az yirmi yerde “Kürt kadınlarının bir kişinin nikahında bağımlı olmaktan kurtarıp, cinsi serbestlik ve özgürlüğe kavuşturulmaları gerektiği” devrimin başarısı için şart koşulmaktadır.

3- Bizce de çok muhterem ve en önde gelen sahabilerden Ebu Zer (R.A.) Hz.lerine sahip çıkıyor görüntüsüyle, Yaşar Nuri, başta Raşit Halifelerden Hz. Osman (RA) ve diğer sahabilerin büyük kesimine, hiç utanmadan hakaretler yağdırmakta (Bak: 1cilt, sh.115) ve böylece bu Dinimin temel kaynağı olan ayet ve hedisleri bize taşıyan mübarek zevat aleyhine kuşku bulutları oluşturmaktadır. Ve yine Sahabeden Ebu Hureyre (RA) Hazretlerini “Emevi şakşakçısı ve Yahudi yalakası” diye suçlayıp saçmalamaktadır. (Bak: 1cilt, Sh. 323)

Bu yamuk ve yalaka ulema takımı her tarafta aynıdır. Bir zamanlar Bağdat İmamı Azam Camii hatipliği yaparken SADDAMA övgüler ve manevi rütbeler yakıştıran ve Onun sözde “nasihat danışmanı” makamına atanan AHMET KUBEYSİ, Irak işgalinden sonra ABD şakşakçılığına yanaşmıştır. Ardından kaçıp Birleşik Arap Emirliklerine sığınan Ahmet Kubeysi, Siyonist ve emperyalist güçlerin gözüne girmek için Yusuf El Kardavi düşmanlığına başlamış, cinsel arzuları tatmine yönelik ucuz fetvalarla ZİNA’ya meşru kılıf geçirmeye çalışmıştır. (Bak: http://alwatan.kuwait.tt) Hızını alamayan Ahmet Kubeysi şimdi Hz. Ali ve Ehli Beyt taraftarlığı perdesi altında, Hz. Muaviye ve Emevi’lere küfürler yağdırmaktadır.

4- Yaşar Nuri: “Akıl Allahtır, Allah ta akıldır. Kim bunu inkar ederse, müşrik ve eşektir.” (Bak: 1cilt, sh.89) diyecek kadar sapıtan bozuk KARMATİ mezhebini alkışlamakta bu anarşist taifenin “Hacca gidenleri katletmelerini ve Sünnilerin camilerini yakıp yıkmalarını” normal karşılamaktadır (Bak: 1.cilt, sh. 93) ve her fırsatta Ehli Sünnet alimlerine kinini kusmaktadır. Hatta “İslam dünyası, yeni karmati hareketlere muhtaçtır” demekten sakınmamaktadır. (Bak: 1.cilt, sh.95)

“Kur’an’ın gerçek mana ve mesajını sadece batini (gizli-özel) imamlar anlar” (Bak:1.cilt, sh.145) saplantısı ve safsatasıyla:

“Helal-haram (emir-nehiy) cenderesine takılı kalarak ibadet edenlerin DİNLERİ ZAHMETLİ BİR YÜK HALİNİ almaktadır.” (Bak:1.cilt,sh.346) şeklinde batıl ve bozuk bir düşünceye varmaktadır ve bu konuda İkbal’in bazı yorumlarına sığınmaktadır.

5- Yaşar Nuri, başta İmamı Gazali, hemen bütün Ehli Sünnet ulemasına “aklı prangalamak ve hür düşünceyi boğmak” ithamı ve iftirasında bulunmaktadır.(Bak:1.cilt, Sh.134)

Gazali’nin, “Hallac-ı Mansur’u ehli sünnet tasavvuf çizgisinde göstermekle” riyakarlık yaptığını savunmakta… (Bak:1.cilt Sh.256), “Enel-Hak” kavramını çok güzel ve mükemmel şekilde açıklayan İmam Gazali’nin tespit ve tahlillerini de yazarak (Bak:1.cilt, Sh. 366) kendi kendisiyle çelişmekten de kurtulamamaktadır.

6- Büyük tasavvuf ehli ve ilahi aşkın şehidi Hallac-ı Mansur’u, ehli sünnetten koparıp bozuk Karamati mezhebine mal etmeye çalışan Yaşar Nuri, buna rağmen Onun, Sünni alim ve sofilerden Sehl bin Abdullah et-Tüsteri ve Cüneydi Bağdadi gibi zevatın talebesi ve takipçisi olduğunu da (Bak: 1.cilt, Sh.155-156) vurgulamaktadır.

Evet, Sehl Hz.leri ise:

“Yolumuzun esası şunlardır: “-Allah’ın kitabına sarılmak 2- Sünnete uygun davranmak 3-Helal lokma kazanmak. 4-Canlılara acı vermekten sakınmak. 5-Çirkin söz ve davranıştan uzak durmak. 6- Başkalarının hakkına saygılı olmak” buyurmaktadır.

7- Sn. Yaşar Nuri, CIA ajanları ve Gladyo elemanlarınca kışkırtılan ve Alevi-Sünni kapışmasını amaçlayan Lanetli Sivas-Madımak vahşetini “Dinci caniler” dediği kukla kalabalıklara ve tabi Sünni Müslümanlara mal etmeye kalkışmakta ve orada ölenleri Karmatilere benzetip, şuursuz ve sorumsuz figüranlara da “Ehli sünnetin dinci sadistleri” deyip bir ajan provakatör ağzıyla Müslüman halkımızı kamplaştırmaya çalışmaktadır. (Bak: 1.cilt, Sh.219)

8- Emevi ve Abbasiler bahanesiyle yaptığı Arap düşmanlığını, “Türk-İslam’ı” safsatasıyla örtmeye çalışan Yaşar Nuri, bu sefer Aziz Milletimizin mayası ve kaynaştırıcı kimyası olan İslam bağını koparmak, böylece birlik ve dirliğimizi bozmak isteyen dış güçlerin maşaları Kürtçü fesatçıların, Hallacı Mansur’u ZERDÜŞTLÜK VE MAZDEİZMİN bir kahramanı gibi göstermesini (Kürdistan Demokrat parti yayın organı Arapça El-Teahi gazetesi) kınıyor tavrıyla reklamını yapmaktadır! Üstelik zaten, hallacı Mansur’un Karmatilerin adamı olduğu, Yaşar Nuri’nin de iddiasıdır. (Bak: 1.cilt, Sh.287-289) Kürtçü yazar Kakai, Hallac-ı İran ve Kürt halkının gerçek dini olan Zerdüştlüğün yeni peygamberi gibi tanıtmaktadır.

9- Yaşar Nuri, hem Hristiyanlıktaki hem Müslümanlıktaki, pek çok bozuk ve batıl mezhebin arkasındaki sinsi ve Siyonist Yahudi gerçeğini saklamak ve tabi bunları aklamak niyetiyle, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinin fitne kaynağı olan Yahudi dönmesi Abdullah İbn-i SEBE’yi, yok saymakta ve “bu hayali şahsı emevilerin uydurduğunu” ortaya atmaktadır. (Bak:1.cilt, Sh.320)

10- Sn. Yaşar Nuri Öztürk, Karmati ve Şii İsmaili kesimin sahip çıktığı “reenkarnasyon( -ölenlerin ruhlarının tekrar dünyaya gelip başka canlılarda yaşaması) gibi sapık bir fikre, Hallacı Mansur’un da inandığını söyleyerek, bu batıl iddiaları, doğru gibi sunmaya çalışmaktadır. (Bak:1.cilt, Sh.362 ve devamı)

Sn. Yaşar Nuri Öztürk’ün “büyük üstat” diye sahip çıkıp savunduğu ve Hallac-ı Mansur’la birlikte ruhlarının “öteler ve yüceler aleminde” buluşturduğu, misyoner ve müşteşrik MASSINGNON’u biraz daha yakından tanıyalım:

Bu kişi, Papa XII Pius’un (öl.1958) “Katolik bir Müslüman’dır” dediği bir rahiptir ve “Dinler arası diyalog” fikrinin öncülerindendir. Tam adı; Ferdinand Jules Louis Massignon, Arabca öğrenmek ve misyonerlik görevini rahat yürütmek üzere Mısıra gitmiş, orada kendisinden 6 yaş büyük eşcinsel arkadaşıyla uzun yıllarını birlikte geçirmiştir. Bu hayat arkadaşı, önce Müslümanlığa geçen, ardından intihar eden sapık ve ahlaksız birisidir. Massignon bu Luis de Cuadra ile birlikteliğinin ardından güya tövbe etmiş, ama bu kötü yoldaşlarıyla alakasını bir türlü kesememiştir.

Daha sonra gittiği Bağdat’ta iken 1908 yılında, Osmanlı yetkililerince casusluk gerekçesiyle yakalanıp tutuklanınca, Dicle üzerinde bir bıçakla intihara teşebbüs edip ağır yaralanmış, uzun bir hastalık devresinden sonra iyileştirilmiş ve bu süreçte “manevi bir değişim ve ruhi gelişim” geçirdiğini iddia edilmiştir.

Ardından Fransa da Katolik kilisesine itaatsiz ve masonlarla irtibatlı papazların kurduğu FRANSİSKEN tarikatına girmiş, gizli ve kirli kötülüklerine rağmen, görünüşte münzevi ve rizayetli bir hayata yönelmiştir. Mısır’da, Hristiyan-Müslüman kardeşliğini önemseyen, bugün Fetulahçılarca benimsenen “İbrahimi hoşgörü ve misafirperverlik” isimli ilk DİYALOG DERNEĞİNİ kurup yönetmiştir. Fikirleri ve fiilleri çelişkili olan Massingnon, Türkiye’deki bazı Mevlevi ve Bektaşi dedeleriyle, örneğin Mason Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücelin himaye ettiği Ahmet Remzi Akyürek dedeyle özel dostluklar geliştirmiştir. Yani kapitalistlerin Hocası Fetullah Gülen’le, sosyalistlerin fetvacısı Yasar Nuri Öztürk, aynı odaklarca desteklenip beslenmektedir.

Massingnon’un şu sözleri Onun gerçek yüzünü göstermektedir.

“Müslümanların her şeyini mahvettik, tahrif ettik. Dini hayatlarını, inançlarını, ahlaklarını, dünyaya bakışlarını ve insani duygularını kirlettik ve körelttik. Onların yüksek manevi değerlerini, Batı medeniyeti potasında eritip ve dejenere edip kendimize benzettik. İslam’ı ve Kur’an’ı öğrenmeyi, emirlerini yerine getirmeyi, camiye gitmeyi, günahlardan çekinmeyi gericilik olarak gösterdik. Artık, özellikle Müslümanların okur-yazar kesiminin dini ve ahlaki duyarlılıklarını yozlaştırdık.” (Bak. Ubeydullah Toprak / Emperyalizmin Keşif Yolu / oryantalizm-makale)

2.Vatikan Konsilinde “Museviler gibi, Muhammedilere de sıcak ve yumuşak davranılması” gerektiğini kabul ettiren kişilerdendir.

1947’de aşırı Şiilik gayretinden dolayı İran ve Şia araştırmalar Enstitüsüne ve Milli Müzeler komisyonu üyeliğine getirilmiştir. 75 yaşındayken “tehlikeli siyasi faaliyetleri” nedeniyle cezaevine girmiştir.

25 yaşına kadar din ve ahlaktan uzak çok günahkar bir hayat yaşayan Massignon, Bağdat’taki intihar sonrasında “nurani bir kişinin manevi rehberliğinde ruhani değişim yaşadığını” söylemiştir. Yoksa Osmanlıya karşı daha rahat casusluk yürütmek için mi bu yola girmiştir? Massington’un bu tavrı, Sabatay Sevi adlı bir haham iken, Edirne sarayında sözde Müslüman olup Aziz Mehmet adını alan Yahudi’ye ne kadar da benzemektedir!

Massington: “Hristiyanlık; Kitabı Mukaddesi kabulden önce, Mesih’in tasdik ve taklit edilmesi ise, İSLAM da; Muhammed’in örnek ve rehber edinilmesinden önce Kur’an’ın kabul edilip yerine getirilmesidir” sözleriyle, “Kur’an bize kafidir, hadisler ve sünnet gereksizdir” diyen sapıklara öncülük etmiştir. Onun yakın dostu ve müşteşrik Goldziher, bütün hadislerin sonradan uydurulduğunu söylemiştir.

Şia ve karmita mezhebine ve aşırı Hallac-ı Mansur muhabbetine karşılık ilk başta Muhyiddini Arabiye ve diğer sünni tasavvuf ehline ilgisizlik dikkat çekicidir.

Dönemin Fransız devletinin Cezayir, Fas ve Tunus gibi Arap İslam ülkelerine ve eski sömürgelerine karşı stratejilerini belirlemede Massington önemli bir danışman görevi üstlenmiş, ama Müslümanların haklarını koruyor tavrıyla onların Fransızlara sadık kalmalarına gayret etmiştir. Özellikle Yahudi dönmesi olan Fas Krallığı hanedanıyla yakın ilişkileri ilginçtir.

Bir yandan “Alman toplama kamplarından kaçan Yahudilerin Filistin’de Araplaştıkları için ölüm makinesine döndüklerini” söyleyip kınamış ve güya Siyonizme karşı çıkmış, ama öte taraftan İsrail’in kurulup tanınması yolunda Fransa’yı gizlice teşvik etmiştir.

Cenabı Allah’ın, peygamberler vasıtasıyla gönderdiği; imani, ahlaki, hukuki, siyasi ve iktisadi temel esasları:

1- Tanımayarak, takmayarak; gereksiz, geçersiz ve yetersiz sayarak, bunlara aykırı kanun ve kurallar koyanlar.

2- Dinden habersiz olarak Allah’a baş kaldırma niyeti taşımadan, ama etkili ve yetkili konumuna dayanarak toplum düzeni ve disipliniyle ilgili yasalar koyarken kendi akli ve vicdani kanaatinin aksine, haksız ve ahlaksız kararlar alanlar.

3- Güya, ilahi buyruklara dayanarak yeni sorunlar ve durumlarla ilgili içtihat yaptığını iddia ederek din ve ilim adamı sıfatıyla zorba yönetimlerin ve zalim güçlerin keyfine fetvalar uyduranlar, şu ayetlerle lanetlenmiştir.

“Çünkü kesinlikle O, düşündü taşındı ve (Kur’an’a ve vicdanına ters) bir ölçü ve düzen (tayin ve takdir edip uydurdu)..”

“Katlolup kahrolası, nasıl (böyle İslamiyet’e ve insaniyete aykırı) bir ölçü-düzen koydu?”

“Sonra o boynu kopası (Allah’ın hükmü kendisine hatırlatılmasına rağmen hala) nasıl (batıl ve bozuk) ölçülerini – sistemini (yürütüp savundu) ? (Müddesir – 18 – 19 – 20)

Hz. İbrahim (AS) putlarını kırıp baltayı en irilerin başına asarak:

“Belki bu yapmıştır, (baksanıza) bu onların en kalıplısı; eğer konuşabiliyorsa ona sorun (yanıtlasın)” (Enbiya:63) teklifi karşısında:

“Bunun üzerine (inkarcılar) kendi nefislerine-vicdanlarına başvurdular da, “gerçek şu ki, asıl zalim (ve beyinsiz) olan sizlersiniz” denildi(ğini hissettiler) (Enbiya:64)

“Sonra yine, tepeleri üstüne ters dönüverdiler”(Enbiya:65)

Ayetleri, bile bile izan ve vicdanıyla ters düşenlerin, dünyalık konumları için manevi-uhrevi sorumluluklarını rüşvet verenlerin psikolojisini haber vermektedir.

“Gerçek şu ki, onlar (inkarcılar ve münafıklar, (müminlere ve mazlum kesimlere karşı) mekir (hileli düzen ve şeytani tedbir) kurdular. Halbuki, onların desise ve düzenleri, dağları yerinden oynatacak (kadar kuvvetli ve sistemli de) olsa, Allah katında (bunların hepsini boşa çıkaracak ve başlarına yıkacak şekilde) onlara hazırlanmış karşı tuzak (anti-mekir) vardır.”(İbrahim:46)

Ayeti kerimesi; Komünist ve kapitalist bütün Siyonist düzen ve tezgahların ve tüm emperyalist tuzakların; Allah’ın mekri, takdiri ve Kur’an’ın Adil Düzeniyle etkisiz kılınıp yıkılacağını açıkça bildirmektedir.

Yaşar Nuri Öztürk’ün: İşari ayetleri, şer’i hükümler gibi yorumlaması, fazilet tavsiyelerini, FARZİYET TEKLİFİ gibi sunmaya çalışması!

Yaşar Nuri’nin bütün amacı Komünizmi meşrulaştırmak, Yahudi fesatçı Karl Marx’ı “Cebrailsiz Peygamber” makamında, dahi bir “eşitlik ve adalet bilgesi” olarak kutsamak ve “İslam sosyalizmi” safsatasına dini kılıf hazırlamaktır. (Bak:2.cilt, Sh.147)

Bunun için de bakara:219 ve Nahl:71 ayetlerini kendisine dayanak saymaktadır.

“Ve sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “afvı-fazlasını” (Bakara:219) ayetinde “neyin fazlası ve ne kadardan fazlası?” beyan edilmediği halde, parantezli açıklamalara şiddetle karşı olan Yaşar Nuri, burada nedense (helal kazancınızdan ve bakmakla yükümlü olduklarınızın ihtiyacından artanını verin) şeklinde uzun bir parantezli açıklamaya mecburiyet duymaktadır. (Bak: 2.cilt, Sh. 146)

Ve yine: “Allah rızıkta (zenginlik konusunda) kiminizi kiminize üstün kılar; kendilerine (diğerlerinden) fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere (köle, hizmetçi ve işçilerine) onda eşit olacak şekilde aktarıp vermiyorlar” (Nahl:71)ayeti ise:

a) Hem “insanlar işçilerinin ve hizmetçilerinin mallarından kendilerine ortak yapmaya yanaşmazken, nasıl oluyor da Allah’a şerikler koşuyorlar ve bütün nimetlerin Allah tarafından verildiğini nasıl unutuyorlar?” şeklinde teşbihi bir uyarıdır.

b) Hem de zaten ayette: “Herkes, her türlü kazancını ve malını, hizmetçileri ve işçileriyle ortaklaşa paylaşsın” diye bir emir bulunmamaktadır. Oysa Dinimizde farzlar ve haramlar, kesin emirler ve açık hükümlerle buyrulmaktadır.

Bu ayetleri, “emir” telakki eden Ebu Zer-i Gıfari Hz.lerinin kanaati kendi içtihadıdır, isabet etmişse iki, yanılmışsa bir sevap kazandırır. Ancak Raşit halifelerin ve kahir ekseriyetteki seçkin sahabilerin içtihadı ve binlerce ulemanın icması bundan farklıdır.

Babam ve Üstadım Ahmet Akgül Hocamızın dediği gibi:

“Ayeti kerimelerdeki ve hadisi şeriflerdeki özel fazilet tavsiyeleri ayrıdır, FARZİYET TEKLİF’leri ayrıdır. Fazilet tavsiyeleri özeldir, samimi bir irade ve gönüllü tercih meselesi sayılmıştır. Ama farziyet teklifleri ise, kesin ve resmi ifadelerle anlatılır, genel bir emir ve mecburi hüküm makamındadır.

Özel fazilet ve fedakarlık isteyen “takva”yı kendi nefsimizde uygulamak, ama toplumun genelini, vücubiyet ve farziyet dairesindeki “fetva”ya çağırmak lazımdır. İnfak konusunda yüksek fedakarlık gerektiren prensipleri belki sadece; özel eğitimli, takvaya eğilimli ve dar çerçeveli “aşiret düzeni ve tarikat cemaati” seviyesinde tatbik etme imkanı vardır. Ancak geniş devlet düzenini; mutlaka açık ve kesin helal haram ölçülerine ve farziyet mertebesindeki mükellefiyetlere göre belirlemek toplum, tabiatına (doğal ve sosyal yasalara) daha uygun bulunmaktadır.”

Kaldı ki günümüzde, bu tür iddiaların sahipleri; komşuları, tanıdık dostları, hatta yakın akrabaları sefalet ve mahrumiyet içinde kıvranırken, kendilerinin saray yavrusu köşklerindeki süper israflı ve şatafatlı saltanatları ve faizli bankalardaki kenz yığınakları (döviz ve TL mevduatları) bir ortaya çıksa, bunların riyakarlık ve istismarcılık sahtekarlıkları daha iyi anlaşılacaktır.

Evet Cenabı Hakk’ın mümin kullarında farz ve şart koştuğu:

“Namazı (huzurla ve şuurla) ikame edip (yerine getirin), zekatı (hakkıyla) verin ve Resule( elçiye) itaat edin.” (Nur:56) emri açıktır. Üstelik namazın nasıl kılınacağını, zekat vergisinin hangi mallardan ve ne miktar alınacağını da Resulüllahın sünnetinden ve hayat sisteminden öğreneceğimiz için:

“De ki: Allah’a itaat edin, Resule itaat edin… eğer Ona (Resulüllaha ve öğrettiği düsturlara) itaat ederseniz (ancak o zaman) hidayet bulmuş olursunuz..” (Nur:54) buyrulmakta, yani sünneti ve hadisleri gereksiz ve geçersiz sayanların hidayetten mahrum kalacakları hatırlatılmaktadır.

Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında maişetlerini aralarında biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü ‘teshir etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti; toplayıp-yığdıklarından daha hayırlıdır.(Zuhruf:32)

Eğer Allah, kulları için rızkı (sınırsızca) geniş tutup-yaysaydı, gerçekten yeryüzünde azarlardı. Ancak O, dilediği miktar ile indirir. Çünkü O, kullarından haberi olandır, görendir.(Şura:27)

O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.(En’am:165) Ayetleri insanlar arasındaki farklı maişet takdirinin hikmetlerini anlatmaktadır.

Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin:

“Hak; ehaktan ehaktır. Zira HAK’ta ittifak, “ehak”ta ihtilaf vardır” tespiti oldukça önemli ve anlamlıdır.Yani:

Doğru ve lüzumlu olan HAK ve VASAT (orta) bir genel hüküm, ondan daha yararlı ve sevaplı (ehak) özel bir terciheten daha hayırlıdır. Çünkü, herkesi HAK’ta birleştirip ittifak kurmak mümkün ve münasip iken; “EHAK- daha haklı ve faydalı” olanı dayatmak ihtilaf ve iftirak (fesatlık ve ayrılık) sebebi olacaktır. Örneğin 5 vakit namaz ve bir ay ramazan orucu farzdır, hak’tır ve hayırlıdır. Buna karşılık teheccüd namazı kılmak ve nafile oruçlar tutmak daha efdaldir, üstelik ayet ve hadislerle tavsiye buyrulmuşlardır. Ancak insanları farz namaz ve oruç dışında, teheccüt ve nafileye zorlamak yanlıştır ve zaten tutmayacaktır.

Kaldı ki, komünist felsefe: “Bırak başkaları çalışıp üretsin, nasıl olsa birlikte paylaşıp tüketeceğiz” düşüncesine yol açmakta ve şahsi mülk kavramı olmadığından rekabet ve gayret duygusunu köreltip dumura uğratmakta ve sonunda sistem tıkanmaktadır. Oysa “Doğrusu (her) insana kendi çabası (ve kazancı)ndan başkası yoktur” (Necm:39) ayeti, her konuda çalışıp kazanmayı, riski göze alıp girişimde bulunmayı ve hak ettiğinin karşılığıyla ve onuruyla yaşamayı şart koşmaktadır.

Devletin görevi ise, helal ve huzurlu çalışma-kazanma ve onurlu yaşama şartlarını hazırlamak ve organizatör rolü oynamaktır.

Yüce Yaratıcı İslam’ı, huzur ve saadet dini, adalet ve denge düzeni olarak indirmiştir. Evet İslamiyet; dünya ile ahireti, hürriyetle adaleti, devletle bireyi-şahsiyeti, nimet ile külfeti dengeleyip düzenleyen ilahi prensiplerdir. Ancak İslamiyet’in iman esasları ve ibadet düsturlarıyla hayat ve muamelat (şeriat) kurallarını birlikte kabul ve rehber edinmeyenlerin, huzura erişmeleri mümkün değildir. Laiklik ve demokrasi asla kutsal bir amaç değil, sadece sosyal bir araç yerindedir ve zaten bunların temeli İslam’ın içindedir.

Cenabı Hak; Müslümanların kuvvetli ve güvenilir hale gelmesi; toplumdaki, hasta, sakat, sahipsiz gibi mağdur ve mahkûmların gözetilmesi; düşman saldırılarına karşı gerekli ve askeri tedbirlerin geliştirilmesi; tarım ve sanayide, eğitim ve teknolojide güçlenilmesi için çalışıp zenginleşmeyi ve özgür şahsi girişimciliği özendirmiş; ancak “mal ve servetin sadece zenginler arasında dolaşan muhtaç ve yoksulları dışlanan ve perişanlık içinde kıvranan bir durum oluşmasın” diye de;

1-   Oranları (beşte bir, onda bir, yirmide bir, kırkta bir) belirli şekilde devlet eliyle toplanıp harcanacak üretim ve servet vergisi olarak ZEKAT’ı emretmiş.

2-   Sömürü ve tekelleşmeyi önlemek için de FAİZ’in her türlüsü yasak edilmiştir. Böylece adil ve asil bir denge getirilmiştir.

Ancak, KAPİTALİST çevreler, “hür teşebbüs ve serbest rekabet” gibi hayırlı ve yararlı prensipleri kabul ve tatbik etmekle beraber, FAİZ’e ve haram ticarete de yol vermek suretiyle sapıtmış ve bugünkü haksızlık ve ahlaksızlık düzenini yerleştirmişlerdir.

Buna karşılık KOMÜNİST zihniyetliler, FAİZ’İ yasaklamakla doğru ve olumlu bir tercih yapmış, ancak özel mülkiyeti ve özgür girişimciliği yasaklayıp “Her şeyi devletin hakkı ve orta malı” sayıp, daha beter bir zulme yönelmiştir.

Daha sonra insan fıtratına ve toplum tabiatına aykırı olduğu görülen bu katı komünizm biraz yumuşatılıp kapitalizmle-komünizmin karışımı bir SOSYALİZM uydurulmuş, ama “iki yanlış bir doğru etmemiş, iki mikroptan bir ilaç üretilememiştir.”

Komünizm ve Kapitalizm ikiz kardeşti; sosyalizm ise üvey kardeşleriydi:

Bazı Ulusalcılar, komünizmin Rusya’da iflas edip tükenmesini, Çin’de ise kapitalizme dönüşmesini, bir türlü kabullenemeyip;

“Sosyalizm, iktidarın emekçi sınıflarda bulunduğu kapitalist toplumdan, sınıfsız topluma geçiş sürecidir…

Çin’in olağanüstü başarısı, kapitalizmin değil, sosyalizmin bir neticesidir.” (Doğu Perinçek Aydınlık. 11 Nisan 2012. sh.8) gibi gerçekçi değil, felsefi fikir fantezileriyle, kendilerini ve takipçilerini avutma peşindedir.

Oysa Çin, 1949 Komünist devriminden önce krallıkla yani despotlukla yönetilirdi. Despotluk ise Komünizme en uygun sistemdi. Buna rağmen 63 yıl geçtiği halde, zavallı Çin bir türlü evrimleşememiş, Komünistleşeceğine Kapitalizme yönelmişti. Şimdi birilerin kalkıp “Bu durum sosyalizmin geçiş sürecidir, bazı kapitalist unsurları barındırabilir.” iddiaları temelsiz ve geçersizdir. Çünkü zaten Komünizm ve Kapitalizm; Siyonist sömürü düzenine hizmet etmek üzere, bir timsahın alt ve üst çeneleri misali, aynı merkezlerin güdümündedir. Sosyalizm ise bunların melezleşmiş halidir. İşte sosyalist markalı Çin kapitalizmi, İslamist kılıflı AKP kapitalizmi ile 4 milyar dolarlık anlaşmayı imza etmiştir. Lavoislerin “Hiçbir şey yoktan var olmaz” şeklindeki imansızlık mantığını ve insanların kör tesadüfler sonucu maymundan türediği safsatasını bilim diye kabul eden ve Yüce Yaratıcıyı inkâra yönelenlerin bu kafayla iflah olmaları mümkün değildir. Bu nedenle Komünizm, özellikle “ölümü gösterip hastalığa razı etmek” cinsinden toplumları mecburen kapitalizmi tercihe yöneltmek üzere hazırlanmış, hem ihtilal sürecinde hem iktidar döneminde yüzbinlerce masum cana kıyılmış, bütün bunlara rağmen bir insan ömrünü bile doldurmadan çürüyüp çekilmiş bir sistemdir. Zaten bu sistemi savunanlar da ezilen ve sömürülen halk kesimlerini değil, kendi şahsi saltanatlarını düşündükleri için isteyip övmektedir. İşte Maoist-Komünist ve Darwinist Abdullah Öcalan bunun en tipik örneğidir.

Kur’an’ı Kerim’in açık emri ve Müslüman hanımın simgesi olan başörtüsünü “Türk kadınının başına geçirilen Amerikan çuvalı ve ülkemizin üzerine örtülen ortaçağ karanlığı”[1] diyecek kadar içindeki İslam düşmanlığını kusan ve pervasızlığını hayasızlık sınırına taşıyanlar, işte bu küstahlıkları nedeniyle, Aziz Milletimizden asla yüz bulmamış destek görmemişlerdir.

Uzun bir zillet ve zafiyet döneminden sonra, ağır ağır dirilip derlenmeye başlayan Müslümanlar, gerçek ve örnek İslam’a yönelmesin diye, bir kısım çevreler “İSLAM KAPİTALİZMİ, ILIMLI VE LİBERAL İSLAM” gibi suni ve sahte etiketlerle, faizci ve tekelci zalim kapitalizme İslami fetvalar uydurma gayretine girmişlerdir.

Bazı kesimler ise Marksist ve komünist düşüncelerine “İslam sosyalizmi” kılıfı geçirip, “Abdestli kapitalizme” karşı, “Ayetli hadisli komünizm” safsatasını gündeme getirmişlerdir.

Hz. Peygamber Efendimizin “Altın, gümüş cinsinden az bir para bile elinde-evinde bulunurken uyumamış, mutlaka onları muhtaçlara dağıtmıştır” şeklindeki haberleri ve yine Ebu Zerr Gıffari (RA) gibi bazı sahabenin “asla dünyalık edinmeme, mal biriktirmeme” yönündeki kanaatlerini delil gösterip “Herkes elindeki her şeyi hemen dağıtıp paylaşacaktır” diyenler, açık bir yanılgı içindedir.

A-  Önce Hz. Peygamber Efendimizin bu tavrı “Nübüvvet ahlakıyla ilgili” kendi zatına mahsus, özel bir tercihidir. Ümmetinin hepsine emredilen bir durum değildir. Çünkü hem Kur’an’ı Kerim’in açık ayetleri, hem Efendimizin (SAV) ashabına ve ümmetine genel tavsiyeleri, hem Hulefa-i Raşidin Efendilerimizin, Ehli Beyt’in, Sahabe-i Kiram’ın çok büyük ekseriyetinin ve yüz binlerce Müctehit alimin görüşleri “Helal ve meşru yollarla çalışıp kazanmanın, mal-mülk sahibi olmanın, zekat vergisini ve infak mesuliyetini yerine getirdikten sonra zenginleşip kalkınmanın helal ve caiz olduğu” şeklindedir.

Çünkü Hz. Resulüllahın “elinde para-altını bulundurmayıp hayır yolunda harcama” prensibi aynen, “nikahında aynı anda dört hanımdan fazla bulundurması, vefatından sonra da, eşlerinin ümmetine anne sayılması” gibi çok özel bir nübüvvet prensibidir.

B-  “Herkes her kazandığını hemen başkalarıyla paylaşacak veya bunları bekletmeyip tamamını komün sistemiyle depolayıp dağıtacak” olsa:

a-   Ülkede dirlik, düzen ve disiplini sağlayacak güçlü ve kalkınmış bir devlet nasıl kurulacaktı?

b-   Enfal: 60. ayette emredilen Milli savunma ihtiyaçları ve Ordunun caydırıcı teçhizatı nasıl hazırlanacaktı?

c-   Tevbe: 60. ayette açıklanan ve toplumun her kesimini kapsayan sekiz sınıfa, gerekli ve yeterli harcamalar nereden karşılanacaktı?

d-   “Onlar infak edip (harcadıkları) zaman, ne israf edip savururlar, ne de (cimrilik edip) kısarlar; her ikisi arasında (kıvamında) orta bir yol tutarlar”[2] ayetinin açık hükmü nerde kalacaktı?

e-   “Onların mallarında, ihtiyaç duyup isteyenlerin ve yoksul kesimlerin hakkı vardır”[3] “Şüphesiz (her) insana kendi çalışıp ürettiğinden-emeğinden başkası yoktur. (herkesin kazancı kendi hakkıdır)”[4] gibi ayetler, malın ve kazancın hepsinin dağıtılmasını değil, tavsiye edilen miktarların hayra harcanmasını emir buyurmaktaydı. Aksi halde insanlar, düğün yapma, ev sahibi olma, dükkân ve tezgâh kurma gibi en doğal ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklardı?

Şimdi bazı ayet ve hadisleri istismar ederek, sosyalist bir mantıkla slogan gibi bunları tekrarlayanlara sormak lazımdı:

Kur’an’ın muhkem ayetlerini ve Resulüllahın mütevatir hadislerini esas alarak, bu çağımızın ihtiyaç ve standartlarını da hesaba katarak, Müslümanlara ve insanlığa, “İşte İslam’ın adalet ve saadet nizamı budur” diye sunacağınız;

* Devlet ve siyaset yapılanmasını

* Ekonomik kurum ve kurallarını

* Eğitim ve öğretim teşkilatlarını

* Ahlaki olgunlaşmayı ve sosyal dayanışmayı ortaya koyacağınız ilmi ve İslami bir programınız var mı?

Maalesef, yine bir takım temenni ve tesbitler ve sloganik söylemler dışında, hiçbir ciddi ve gerçekçi programları olmadığı görülecektir. Ve zaten, ne küfür ve kötülükle cihat imanları ne de ilmi donanımları buna müsait de değildir. (Not: Bu konuları merak edip incelemek isteyenler bizim 600 sayfalık “ADİL DÜZEN VE YENİ BİR DÜNYA” kitabımıza bakabilir.)

Adil Ekonomik Düzenin Temel Esasları

Değiştirme ve kredileşme

Mutlu ve onurlu yaşamak için toplumun ihtiyaç duyduğu şeylerin kaliteli ve ucuza üretilmesi ve ürünlerin adil biçimde bölüşülmesi gerekir. Üretilenler önce uygun fiyata satın alınıp depo edilir, sonra tüketilir. Depolamanın “kredileşme ilkesi” içinde yapılması gerekir. Tüketme ise “değiştirme ilkesi” içinde gerçekleşir. Kredileşme, değiştirmeye eşit hale gelir. Böylece altı kutuplu bir alan elde edilir. Ve bunların tamamı FAİZ’siz yürütülecektir.

Reel ekonomi küresi

Dünyada adalet, huzur ve refah isteniyorsa “reel ekonomi” gereklidir. Çalışma ile aynı eksendedir ve birbirinin negatifidir. Üretme ile imar aynı eksendedir ve birbirinin negatifidir. Kredileşme ile değiştirme aynı eksendedir ve birbirinin negatifidir. Böylece ekonomiyi bir küre denklemi ile ifade edebiliriz.

Ekonomi^2= Çalışma^2 Üretme^2 Değiştirme^2

Bu formül reel ekonomiyi ifade etmektedir.

Finans ekonomi küresi

Bir de “finans ekonomisi” yürürlüktedir. Bunun siyonist tekelin sömürü aracı olmaktan çıkarılıp insanlara özgü olan değer ekonomisine dönülmesi gerekir. Çalışma saatle, üretme kiloyla, değiştirme alıp vermeyle gerçekleşir. Bunların olabilmesi için eşyada fayda bulunmalıdır, insanın ihtiyacını gidermelidir. Kişinin verdiği emeğe karşı ortak üretimdeki paya “ücret” denir. Bir maldaki pay miktarına da “fiyat” denir.

Benzer şekilde faizsiz ve adil finans ekonomisinin formülünü de şöyle yazabiliriz.

Ekonomi^2=Fayda^2 Ücret^2 Fiyat^2

Dengeli ekonomi

Ülkelerdeki ve bütün yeryüzündeki finans ekonomisi reel ekonomiye eşit olmak mecburiyetindedir. Çünkü finans ekonomisi reel ekonominin değerini göstermektedir. Değer sonunda insanın yaşaması için gerekli ihtiyaçların giderilmesi demektir. Bunun için paranın reel karşılığının olması tabiidir.

Bir insanın; üretimi ve emeği karşılığı eline verilen “resmi belgenin-paranın” bir yerde karşılığı olması gerekir.

İşte buna “sağlam ve sağlıklı ekonomi, karşılığı olan ekonomi” denir.

Eğer piyasada karşılığı olmayan bir para dolaşıyorsa, buna da “sahtekârlık ekonomisi, hasta ekonomi, riba/faiz ve sömürü ekonomisi denir.

“Adil Ekonomi” demek “sağlam ekonomi” demektir.

Bunu sağlayabilmek için fiyat ve ücretlerin arz ve talep kanunlarına göre oluşması gerekir. Arz ve talep kanunları çalışmıyorsa fiyatlar bilinmiyor demektir, ücretler bilinmiyor demektir. Orada “denge” yoktur, sömürü, zulüm, fakirlik ve kölelik var demektir.

Reel Ekonomi=Finans Ekonomisi dengesini bozan faiz ve hile rejimidir.

Adil Düzen Ekonomisi

1- Şahsi çalışmada emeğin hakkı olarak özel mülkiyeti;

2- Toplu yaşamada yeryüzünün nimetlerinin paylaşılmasında kamu mülkiyetini;

3- Değiştirmede (alış verişte) arz ve talebin işleyebilmesi için serbest piyasa (fiyat) sistemini;

4- Destekleme ve dayanışmada sömürünün olmaması için, vergi karşılığı faizsiz kredileşmeyi;

5- Üretimde arz ve talep kanunlarının geçerli olması için serbest girişimciliği;

6- İnşaat sektöründe arz ve talep kanunlarının çalışması nedeniyle ortak olan topraklarda kamu planlama ve projesini esas alır.

Böylece Adil Denge Düzeninin merkezine konan fiyat-ihtiyaç, kâr-vergi, ücret-kira pompaları ile ekonomide “arz ve talep dengesi” sağlanmakta, ideal bir şekilde çalışıp yaşamayı kolaylaştırmakta ve kaliteli kılmaktadır.

Adil Düzende finans ekonomisi reel ekonomiye eşit olacaktır. Karşılıksız para asla basılmayacaktır.

“Adil Düzen Ekonomisi” dengelidir, “Denge Düzeni”dir. “Dengesiz Düzenler” (kapitalizm, komünizm, sosyalizm, insiyativizm, planizm, liberalizm) ise, asla insanlığa huzur getirmemiştir, getiremeyecektir..

DENGESİZ DÜZENLER

KOMÜNİZM

1- Komünizmde özel mülkiyet yoktur, “herkes ortaklıktaki eşyadan ihtiyaca göre yararlanır” felsefesi bir ütopyadan ibarettir. Bölünmenin nasıl sağlanacağını Marx açıklayabilmiş değildir. Bu sadece küçük topluluklarda ve “başkanların kendi takdiri ile bölüştürmesi” suretiyle sağlanabilmektedir. Belki ilkel ekonomilerde mümkün olabilir. Bunlar özel mülkiyeti kabul etmemektedir. Sistemin formülü: Pompa, yaşama ve paylaşma sürecine yerleştiriliyor. Çalışma hesapta yok. Para yok. Özel Mülkiyet=0

KAPİTALİZM

2- Kapitalizme göre her şey özel mülkiyetindir. Kendi mülkünü isteyen istediğine istediği fiyatla devredebilir. Bu sistemde de, fiyatta tekel sermaye hakimdir. Üreticilerden istediği fiyatla malları alır, istediklerine istediği fiyatla satabilir. Komünizmde parti tekeli, kapitalizmde sermaye tekeli halkı ezmektedir. Kapitalistler kamu mülkiyetini reddetmektedir. Sistemin formülü: Pompa, çalışma ve üretip kazanma aşamasında devreye sokuluyor. Sadece şahsi fayda düşünülüyor. İhtiyaç hesapta yok. Karşılıksız para var. Kamu Mülkiyeti=0

LİBERALİZM

3- Liberalizmde serbest fiyatlar geçerlidir. Halk mallarını pazarda alıp satabilir. Teoride; kâğıt para yerine altın ve gümüş para yürürlüktedir, ama pratikte karşılıksız para piyasaya sürülmektedir. Yalnız küçük pazarlarda tüketim malları için çözümler üretmektedir. Bunlar kâğıt parayı gereksiz görmektedir Sistemin formülü: Pompa, değiştirmede (yani alışverişte) konuyor. Kâr var. Vergi yok. Kâğıt para yok. Kâr=0

SOSYALİZM

4- Sosyalizmde kâğıt para vardır. Devlet para çıkarır, fiyatları ve ücretleri o takdir edip ayarlamaktadır. Bunlar serbest piyasa ve fiyatı zararlı saymaktadır. Tüm tasarrufları tarifeye bağlamışlardır. Sistemin formülü: Pompa kredileşme esnasında devreye konuyor. Vergi var, kâr yok. Para mübadele aracı değildir. Kamu Katkısı=0

İNSİYATİVİZM

5- Teşebbüs kapitalizminde işyeri sahibi tekel patronlar vardır. Halkı çağdaş ve demokrat köleler gibi işçi olarak çalıştırmakta, mallarını sonra onlara satmaktadır. “Sektör tekeli” ile denge oluşmaktadır. ABD böyle bir ekonomiye sahip durumdadır. Bunlar planlamayı gereksiz saymaktadır. Sistemin formülü: Pompa üretim döneminde yerleştiriliyor. Ücret var, kira yok. Bir çevrede değişik paralar var. Planlama=0

PLANİZM

6- Planlama sosyalizminde; devlet üretimi ve tüketimi planlamaktadır. Merkezi planlama ile ekonomi oluşmaktadır. Sovyet sosyalizmi böyle çalışmaktaydı. Bunlar girişimciliği yasaklamıştır. Uygulama tıkandığı zaman karmasına başvurulmaktadır. Sistemin formülü: Pompa yatırım aşamasında yerleştiriliyor. Kira var, ücret yok. Taşınmaz özel mülkiyet yok. Girişim=0

SONUÇ

Dengesiz düzenlerde ve rejimlerde pompalar kutuplardan birine yerleştirilmiş olup karşı taraf boşaltılıyor ve dolayısıyla dengesizlik oluşuyor. Altı kutup altı bozuk düzeni meydana getiriyor. Oysa “Adil Düzen Ekonomisi”nde pompa hayatın merkezine konuyor ve her tarafı dengeli olarak sulamayı başarıyor. Çünkü İslam’dan kaynaklanıyor.[5]

Kur’an’ın önerdiği “arz ve talep dengesini” faizsiz kredileşmeyi ve zekat (servet ve üretim) vergisini kavrayıp uygulamadan insanlığın bunalımdan çıkması imkansızdır.

Bunların yapılması için de CİHAT ve hesaplaşma kaçınılmazdır. Zalim ve hakim güçlerin “Biz insanlığa huzur ve refah sağlamayı başaramadık, buyurun siz Adil Düzeni uygulayın” diyeceklerini ve Müslümanlara fırsat vereceklerini sanmak ahmaklıktır.

Türkiye, AKP eliyle nasıl uçuruma sürükleniyor?

Türkiye’de var olan düzenin “Adil (Ekonomik) Düzen” değil; dünyadaki “zalim düzen” ile entegre ve karma (hatta karmakarışık) olduğu kesindir.İşte ülkemizdeki sefalet ve sömürü ekonomisi “bu zalim düzenle” yürütülmektedir. Rahmetli Erbakan’ın tespitiyle: Bu “düzen” yani bu “araba” uçuruma doğru gitmektedir… Bu düzeni mutlaka değiştirmemiz gerekmektedir… “Araba hızla felakete doğru ilerlemektedir… Yeni arabayı satın alsak bile, sahip olmamız mümkün değildir. Bize: “arabanın freni yok ki durduralım!” diyenlere yanıtımız:

Yumuşak bir zeminde arabayı kenara vurup, yani bozuk sistemi feda edip, yolcuları (halkı) kurtarabiliriz.

AKP bizi uçuruma nasıl sürüklemektedir?

1- Mevcut hükümet on yıldan beri sürekli olarak borçları artırarak bize geçici refah sağlıyor! Oysa borçlanmanın, yani üretmeden tüketmenin sonu uçurumdur. Fabrikalarımız kapanıyor, köylerimiz boşalıyor; sonunda krediyi de kestiler mi, işte size uçurum ve iflas kaçınılmazdır.

2- Halka sağladığımız sosyal güvenlikle insanlar çalışmadan yaşamaya, üretmeden tüketmeye başladılar. Köyler boşaldı. Tarım alanlarımız yok oldu. İnsanlar artık tarımı unuttular. Gençlerimiz gelecekte köylerine dönseler bile orada tarım yapmayı bilemeyeceklerinden hiçbir şey yapamayacakları gibi o zamana kadar ekilmeyen tarlalar çoraklaşacağı için ekim yapabilecekleri bir tarla, bir tarım alanı da bulamayacaklar. Sömürü sermayesi diyelim ki doları piyasaya sürdü ve enflasyon oldu. O zaman ürettiğimiz mallarımızı da satamayız. Tarım ürünleri alamayız. Ya açlıktan ölüp gideriz veya bağımsızlık ve özgürlüğümüzü rüşvet veririz. Karşılıksız sosyal güvence sağlayarak ve köylerimizi boşaltarak uçuruma doğru kayılmaktadır…

3- TOKİ gittikçe ur gibi büyümekte, iflah olmaz bir kanser vakasına dönüşmektedir. Arsalar ona bedava denecek kadar ucuza devredilmektedir. Ülkemizdeki küçük ve orta inşaat sektörü ortadan kalkmış bulunmaktadır. İlk bakışta “insanlara evler temin edilerek sağlıklı bir gelişme yaşanıyor” zannedilmektedir. Oysa TOKİ fabrikalar yani iş yerleri kurmuyor, durmadan apartmanlar yani evler yapıyor; “aş ve iş” olmadan “eş/ev” ne işe yarayacak? Kimse düşünmüyor. İnsanlar maddî-manevî hiçbir özelliği ve güzelliği olmayan merkezlere toplanıyor. Ulaşım yani “trafik sorunu” yanında “işsizlik bombası” üretiliyor. Üstelik yakında tekel sermayeden talimat geleceği ve TOKİ’nin özelleşeceği hiç hesaba katılmıyor. Karşılıksız verilen arsalar yok pahasına, sömürü sermayesinin ve dış güçlerin eline geçiyor. Onlar da Türkleri değil de Çin’den veya Afrika’dan getirecekleri kendilerine tapan insanlara Anadolu’yu peşkeş çekmeye hazırlanıyor. İşte bu alanda yapılanlar da Türkiye’yi uçurumdan aşağıya atmak için yapılan hazırlıklardır…

4- AKP’nin devleti asıl uçuruma götüren siyaseti, Türk ordusunu yıpratma ve yılgınlaştırma operasyonlarına göz yummasıdır, hatta destek çıkmasıdır. Subaylarını, generallerini hapishaneye tıkanan bir devlet varlığını nasıl koruyacaktır? Varsa, askeri suçların sivil mahkemelerde yargılanması yanlıştır. Askerin darbe hareketlerini sivil mahkemelerce önlemek imkansızdır. Askeri ancak yine asker durdurup hizaya sokacaktır. Nitekim yine askerler karşı çıktığı için 60 ve 80 benzeri müdahale olmamıştır. Ordusunu bu hâle getirmek bir devlet için intihardır.

Türkiye’nin en acil sorunu Ekonomiyi iflasa, devleti intihara sürükleyen AKP zihniyetinden kurtulmaktır.



[1] (bak 14 Nisan 2012 Aydınlık . Doğu Perinçek)

[2] Furkan: 67

[3] Zariyat: 19 / Mearic: 24-25

[4] Nevm: 39

[5] Reşat Nuri Erol / Milli Gazete / Adil Düzen Ekonomisi

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
1 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Abdussamet Gök

Milli Çözüm Dergisi: Kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirip bozgunculuk çıkaranları ne güzel deşifre ediyor! Allah razı olsun.
Kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirip bozgunculuk çıkarmaya çalışan zalimleri takip edin!
Nasıl iğrenç bir azaba müstahak olduklarını görürsünüz! (Bakınız: Bakara Suresi: 59, Araf Suresi: 162)

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
1
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx