YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6622111d49762
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 1
Bugün : 3155
Dün : 26845
Bu ay : 455035
Geçen ay : 453014
Toplam : 23233999
IP'niz : 3.139.72.200

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

15 Temmuz Hıyanet Darbe girişimi gecesi ve öncesiyle ilgili, hem resmi makamların, hem yandaş yazar ve yorumcu takımının; aynı konuda birbirinden çok farklı ve aykırı beyanları, kafalarda bazı haklı kuşkular ve sorular oluşturmaktaydı. Önce, bu darbeyi asıl önleyen halk mıydı, yoksa TSK içindeki diğer subaylar ve komutanlar mıydı? ABD projeli ve CIA destekli bu hıyanet kalkışmasına katılan Hava, Kara, Deniz ve Jandarma birliklerinin oranıyla, katılmayıp karşı çıkan TSK kuvvetlerinin oranı niye açıklanmazdı? Bu darbe girişimi bahanesiyle, neden TSK’nın tamamı her fırsatta töhmet altına alınmaya ve suçlanmaya çalışılırdı? Yoksa 15 Temmuz hıyaneti, TSK’yı karalama ve etkisiz kılma planlarını uygulamaya gerekçe mi yapılmaktaydı?

Daha önce FETÖ’yle işbirliği halinde tezgâhladıkları Ergenekon davalarında, düzmece ithamlarla suçlayıp müebbetle yargılanan ve yıllarca hapiste yatırılan pek çok general ve albayın sonunda görevlerine iade edilmesi ve bugün terfi ettirilmesine benzer durumların, 15 Temmuz’la ilgili davalarda da yaşanmayacağının bir garantisi var mıydı?

E. MKYK üyesi bir AKP’linin: “İstesek de, istemesek de, 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de yeni bir devlet kurulmaktadır; ve bu yeni devletin kurucu lideri ise Sn. Recep Tayyip Erdoğan’dır!” hezeyanları, hatta 15 Temmuz meydan savaşının(!) muzaffer komutanı Sn. Erdoğan’a “Meclis kararıyla Mareşallik ünvanı verilmesi” safsataları, acaba sadece bazı dalkavukların şarlatanlığı mıydı, yoksa zıvanadan çıkmış ve şımarıp haddini aşmış kafaların krallık saplantısı mıydı?

Bütün bu girişimler, artık iyice yıpranan ve yozlaştırılan KEMALİZM’in yerine, şimdi TAYYİBİZM’i yerleştirme hazırlıkları mıydı? Evet Atatürk’ten sonra ve Atatürk’e rağmen uydurulan ve uygulanan Batıcı Kemalizm’i de şimdi İslamcı Tayyibizm’i de aynı odaklar kurgulayıp kullanmaktaydı. Şu farkla ki, Kemalizm’e Batıcılık ve çağdaşlık kılıfı takılmıştı, Tayyibizm’e İslamcılık ve demokratlık jelatini sarılmıştı. Hatta Tayyibizm’in tapıcıları, Kemalizm’in kullarından daha bağnazdı.

Yandaş Nagehan Alçı’ya göre TSK içinde “Erdoğancı” bir ekip bulunmamaktaymış!..

TSK’daki Ülkücüler: Şu sıralar TSK içinde ülkücüler ile ulusalcı-solcu denilen askerler arasında ciddi bir gerilimin olduğu açık. Maalesef iki grup da, ülkemizin düşmanı FETÖ ile mücadeleyi unutup birbirlerine düştüler ama diğer yandan bu gruplar da homojen değil. Mesela ülkücüler şu an ikiye ayrılmış durumda. Bir grup ülkücü subay aynen Devlet Bahçeli tavrında ve ülkenin bekası için Tayyip Erdoğan’ın liderliğinin hayati olduğuna inanıyor. Ama diğer yandan Devlet Bahçeli ile Erdoğan’ın muhalifi ve ultra-seküler ülkücüler de var. Devletin bazı kurumları, TSK içindeki ülkücüleri “Devletistler” ve “Meralistler” olarak ikiye ayırıyor. TSK içindeki ülkücüler arasında Meral Akşener’i destekleyen epey subay olduğu da tespit edilmiş.

TSK’da CHP’li Kemalistler: Ulusalcı-solcu denilen subaylar da homojen değiller ve ikiye ayrılıyorlar: “Kemalistler” ve “Perinçekistler”. Fakat buradaki “Kemalist” Atatürk’ü değil Kemal Kılıçdaroğlu’nu anlatıyor. Zaten tüm TSK mensupları kendine Atatürkçü diyor. O tanımlayıcı değil. Ulusalcı subayların bir kısmı CHP’yi yani Kılıçdaroğlu’nu desteklemeye devam ediyor ve Erdoğan’a koyu muhalifler. Öte yandan Doğu Perinçek’e ve Vatan Partisi’ne sempati duyan epey sayıda subay da var. Fakat bu “Perinçekist” subayların Aydınlık hareketi mensubu ve Doğu Bey gibi Marksist-Maoist olduğu düşünülmesin. Böyle bir örgütlenme değil bu. TSK içinde Marksist grup yok. Fakat Doğu Perinçek’in son 10 seneki şahsi mücadelesinden etkilenen bir subaylar grubu var. İşte bunlar CHP’den kopup Perinçek’e yaklaşanlar… Komutanlarının çoğu bu süreçte süklüm püklüm olurken Perinçek’in tavizsiz duruşu bu subayları etkilemiş.

TSK’daki Perinçekciler: Doğu Perinçek’in neredeyse hiçbir fikrine katılmam ama sistematik bir stratejiyle bu kadar çok sayıda emekli ve muvazzaf subayı kendi liderliğine bağlaması hakikaten büyük bir siyasal başarı. Düşünsenize, anti-komünist olmakla övünen TSK’nın içinde komünist bir lider bu kadar büyük nüfuz sağlıyor. Bence bu başarıda Perinçek’in 17-25 Aralık sürecinde de diğer muhaliflerden farklı olarak Gülenistlere karşı mücadelesini aynı tutarlılık ve sertlikte sürdürmesinin payı çok. Maalesef geri kalan muhalefet 17-25 Aralık sürecinde Erdoğan’ın devrilmesi için Gülenist darbecilerin tarafını tutmuştu.

Olmayan Tek Grup: AKP’liler!?

Sonuç olarak tüm bu hengâme içinde bir de hâlâ alt kademelerde çok olan Gülenistler var. Bunların bir kısmı O.K. gibi bu örgütten ayrıldığını söylüyor. Devlete bilgi veriyorlar vs. Diğer yandan “Kemalist görünümlü Gülenist” tabir edilen de çok subay var. Fakat bu kadar farklı grup içinde AKP ve Erdoğan’ın sempatizanı olarak tanımlanabilecek tek bir grup olmaması çok ilginç değil mi? Ve buna rağmen “Erdoğan kendi ordusunu kuruyor” gibi laflardan geçilmiyor…[1]

Bu asılsız iddialar niye ortaya atılırdı? 15 yıldır tek başına iktidar olan Erdoğan, defalarca komuta kademesini değiştirdiği; 15 Temmuz 2016 sonrası Yüksek Askeri Şura’da Bütün FETÖ’cüleri tasfiye ettiği, Askeri Liseleri ve Harp Akademilerini kapatıp istedikleri talebeleri yerleştirdikleri bilinip dururken, hâlâ “TSK içinde, Ülkücüler var, CHP’li Kemalistler var, Doğu Perinçekçiler var, hatta Fetullahçılar vardır; ama asla AKP’li gruplar ve Erdoğancılar oluşmamıştır!..” iddiaları, acaba: “Madem içinde AKP’li yandaşlar ve Erdoğan’a bağlılar bulunmuyor, öyle ise bu ordunun dağıtılması ve tamamen değiştirilip hizaya sokulması lazımdır!” kanaatini pompalamak ve halkı TSK’ya karşı kin ve nefretle doldurmak amaçlı mıydı? Veya, “her an yeni bir darbe olabilir!” kuşkusunu gündeme taşıyıp, TSK’ya yönelik tahribatlara kılıf hazırlama kasıtlı mıydı?

Elbette yeni görevlerine atanan komutanlarımız da diğer TSK mensupları gibi, bu makam ve sorumluluklara ehil ve layık insanlardı. Ancak yeni atananlarla, emekliye ayrılanlar arasında bu ayırımcı-kayırımcı yaklaşımlar açıkça bir fesatlık ve kışkırtıcılık anlamı da taşımaz mıydı?

Bu yandaşlara göre: Sıranın bozulması nasıl okunmalıymış?

Adnan Özbal’ın önündeki 4 isme rağmen Deniz Kuvvetleri Komutanlığına getirilmesi, TSK içindeki terfi mekanizmasında yeni bir sayfa açılması anlamını taşırdı. Artık aşağı yukarı kimin ne zaman nereye geleceğinin belli olduğu dönem kapanmıştı. Bu belli kriterlere göre her türlü sürprizin yaşanabileceğinin işareti sayılmalıydı. TSK’da, artık kararı sivillerin aldığının, Cumhurbaşkanı’nın ve hükümetin ordu üzerindeki denetim ve kontrolünün arttığının bir göstergesi olarak okunmalıydı. Geçmişte bütün darbeler ve askeri müdahaleler siyasi iktidara bağlı olmayan, kendilerini siyasetçinin üzerinde sanan kafalar tarafından yapılmıştı. Siviller bu kafalarla çalışmaya mecbur bırakılmış, yani bir anlamda “celladını göz göre göre kabul etmek zorunda kalmıştı”. Artık bu düzen değişmiş durumdaydı. Tabi ki terfi mekanizmasında temel kriterler, sivil iradeye bağlılık ve performans olmalıymış… Araya siyasi tercihler ya da bağlantılar asla sokulmamalıymış. Ordu içinden bazı kaynaklar, alt rütbelerde böyle bir tehlike doğabileceğine dikkat çekseler de “Güçlü ve işini yapan bir ordu siyasi iktidarın da gücüdür” şiarıyla mekanizmanın doğru yürüyeceği kanaatini taşımaktaymış…”[2]

Bütün bu iddiaları; “AKP iktidarı eliyle, TSK’yı ABD ve İsrail’in dolaylı güdümüne sokma çabaları” olarak yorumlamak çok mu haksız ve yanlış bir yaklaşımdı?

Nagehan Alçı’yla aynı mutfaktan beslenen Hürriyet yazarı Verda Özer de: “AKP’nin TSK’da taban ve taraftar bulamadığı” safsatasını haftalar önce köşesine taşımıştı.

AKP’nin neredeyse 15 yıldır iktidarda olmasına rağmen TSK içindeki taraftarı çok azınlıktaymış. Halkın neredeyse yüzde 50’sinin oyunu alan bir partiyle askerin arasında, hâlâ ciddi bir uçurum varmış… 15 Temmuz, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki FETÖ yapılanmasını gözümüzün önüne çıkarmıştı. Kalkışmanın yıldönümü yaklaşırken, basında orduyla ilgili hararetli bir tartışma başlatılmıştı. Bugün TSK içinde hâlâ büyük bir FETÖ’cü kitle var mıydı? İddia edildiği gibi darbe peşinde koşanlar çoğunlukta mıydı? Ve yazılıp çizildiği gibi ordu içinde AKP destekçileri sadece yüzde 1 kadar mıydı?

Ordunun Yüzde 85’i Ultra-Laikmiş!

Artık “milli güvenlik uzmanımız” haline gelen Metin Gürcan’la konuşuyorum. Gürcan eski bir asker ve Sabancı Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Politikalar Merkezi’nde (IPC) araştırmacı. Doktorasını da “TSK’nın kurumsal dönüşümü” üzerine yapmış. Gürcan, doktora tezi sırasında ordu içinde geniş çaplı bir anket yapmış. Öncelikle şöyle genel bir eğilim olduğunu söylüyor: Atatürkçülük, subayların yüzde 85’inin temel değeri, yaşam felsefesi. Ancak alt rütbeler (yani yüzbaşı ve altı) daha kariyerist, yani kendi kariyerlerine dönükler. Rütbe yükseldikçe (binbaşı ve üstü) askerlerin siyasi görüşü ve değerleri daha öne çıkıyor. Dolayısıyla üst rütbelerde laiklik hassasiyeti çok daha yüksek.

Gürcan, ordunun yüzde 85’inin “ultra-laik” olduğunu söylüyor. Bu tanımı dolduran ise “dindarlık” anlayışı. Bunu da anketinde 4 kriter üzerinden sorgulamış: Oruç tutma, ahiret inancı, faiz algısı ve din-bilim ilişkisi. Bu yüzde 85’lik kesim, dinin kamuda görünür olmasına özellikle karşı. Alt rütbelere indikçe laiklik hassasiyeti zayıflıyor. Gürcan’a göre Kemalist, NATO’cu, Avrasyacı, ülkücü gibi tüm kategoriler bu yüzde 85’in içinde. Yani hepsi Atatürkçü ve ultra-laik; sadece kimi merkez sağa, kimi ise merkez sola daha yakın.

TSK’nın ‘Hâlâ Yüzde 15’i FETÖ imiş!..

Bununla birlikte Gürcan, ordunun genelinde siyaseten sağa doğru bir kayış olduğunu gözlemliyor. Anlaşılan hem Irak ve Suriye’deki gelişmeler, hem de 15 Temmuz sonrası süreç milliyetçi damarı güçlendirmiş. Bu anlamda terörle mücadelede başı çektiği için Kara Kuvvetleri’nin “en merkez sağda” olduğunu söylüyor. Deniz Kuvvetleri de -daha çok sahil bölgelerinden asker aldığı için- laiklik hassasiyeti en yüksek kuvvet. Hava Kuvvetleri ise “ortada”.

Gelelim yüzde 85’ten geriye kalan yüzde 15’e. Gürcan bu kesimi “radikal” diye niteliyordu. FETÖ’cü askerleri de bu gruba dahil ediyordu. Ancak: FETÖ bağlantılı askerlerin üst rütbelerde başarıyla temizlendiğini özellikle vurguluyordu. Binbaşı ve altındaki rütbelerde ise “hâlâ büyük oranda FETÖ bağlantısı var” diyordu. Dolayısıyla ordu genelinde hala aşağı yukarı yüzde 15’lik bir FETÖ’cü gruptan bahsediyordu. Bu oranlara baktığımızda ise AKP’yi destekleyen kesimin hakikaten yüzde 1 civarında olduğu ortaya çıkıyordu. Dolayısıyla bu rakamlar, TSK’nın toplumun ciddi bir bölümünün eğilimini yansıtmadığını gösteriyordu.

Mesele AKP Değil, Erdoğan’mış!

Metin Gürcan, TSK içinde AKP desteğinin düşüklüğünü şöyle açıklıyordu: “Orduda iki temel yarılma olageldi: Laiklik ve üniter devlet yapısı. Son zamanlarda ise bir 3.sü ortaya çıktı: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı destekleyenler ve desteklemeyenler.” Bunu da 2 sebebe bağlıyordu. 1.si; AKP’nin ordu içinde kurumsal parti kişiliğinin zayıflaması ve Erdoğan’ın şahsi karizmasının güç kazanmasıymış… 2.si ise; 15 Temmuz kalkışmasının bir beka sorunu yarattığı, sonrasında 2. Kurtuluş Savaşı’nı verdiğimiz ve Erdoğan olmadan bu mücadelenin başarılı olamayacağı inancıymış… Ona göre Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrası orduya yönelik izlediği politikayı destekleyenler, alt rütbelerde yüzde 50 civarındaymış… Desteklemeyenler de yüzde 50 sınırındaymış… Üst rütbelerde ise desteklemeyenler yüzde 70’lere çıkmaktaymış… Gürcan buna referans olarak, en çok subay ve astsubay lojmanının bulunduğu Ankara Oran’daki askeri yerleşkeyi gösteriyor; 16 Nisan referandumunda buradaki sandıklardan çıkan “hayırcılar” yüzde 70 civarındaymış… Erdoğan’a yüzde 30’luk desteğin ise tamamen konjonktürel, yani geçici ve içselleştirilmemiş olduğu açıkmış… “İçselleştirilmiş reisçilik” diye tanımladığı Erdoğan desteğini ise, “çok çok çok düşük” diye tanımlamış…

Ezcümle ortaya şu çıkıyormuş: TSK, toplumun ciddi bir bölümünün siyasi görüş ve değerlerini yansıtmıyormuş. Ancak ordumuzun toplumu yansıtmayan başka yönleri de bulunuyormuş. Özellikle farklı etnisite ve dinlerden askerlerin ve kadınların oranı konusunda da… (kuşku duyuluyormuş!)

Oysa bu oranların kesinlikle gerçekleri çarpıttığı ve sadece hazırlayanların kendi hayal ve arzularını yansıttığı açıktır. Biz samimiyetle iddia ediyoruz ki, kahraman ordumuzun büyük çoğunluğu: Gerçek Atatürkçülüğe, örnek laikliğe, yüksek demokrasiye, müspet milliyetçiliğe bağlı olarak; bizi millet yapan mayamız ve kimyamız sayılan İslami değerlere sahip ve saygılı, yeniden büyük Türkiye ve Adil bir Dünya düzenine sevdalı, inançlı, vakarlı ve kararlı milli şuurlu insanlardır. Zaten böyle olması normaldir, doğaldır, bunun aksi iddiaları saptırmadır, safsatadır.

TSK personel kanunundaki değişiklik darbeye hazırlık mıydı?

Dikkat buyurun: 15 Temmuz darbe girişiminden tam bir gün önce; 14 Temmuz 2016 da, Resmi Gazete’de yeni “TSK Personel Kanunu” yayımlanarak yasalaşmıştı. Hayret uyandırıcıydı, çünkü bu, yasa değişikliğinin 12. maddesi terör eylemlerine karşı askere sokağa çıkma imkânı sağlamaktaydı.

5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11’inci maddesine yapılan ekleme şöyle başlamaktaydı: “Genel kolluk kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetlerini aşan durumlarda terörle mücadele için gerekli olması veya terör eylemlerinin kamu düzenini ciddi şekilde bozması hâlinde, İçişleri Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla Türk Silahlı Kuvvetleri görevlendirilebilir.”

Hatırlayacaksınız FETÖ darbe davalarında sanık olan askerlerin yaptığı en yaygın savunma: “Bize ‘terör saldırısı olacak’ denildi…” iddiasıydı öyle ki, 15 Temmuz akşamı bir grup asker köprüye çıktığında ilk yayılan dedikoduya göre; “terör saldırısı” yapılmıştı. Oysa “terör ihtimali varsa polis önlem alırdı, asker neden köprüye çıksındı?” Çünkü 15 Temmuz’dan bir gün önce, TSK Personel Kanunundaki bir değişiklikle “Terör eylemlerine karşı hükümet kararıyla askerlere sokağa çıkma yetkisi tanınmıştı.

Kanunun önceki halinde askeri birliklerden yardım istenmesi il valilerine tanınan bir yetkiyken, bu sefer, kapsamı genişletilerek Bakanlar Kurulu’na yani Hükümet’e de verilmiş olmaktaydı. Böylece ülke genelinde, Hükümet’in oluruyla, askere teröre karşı sokağa çıkma izni çıkarılmıştı. Henüz 15 Temmuz olmamış vaziyette ve ortada OHAL yok iken tutup, ancak Anayasa’nın 119 ve devamı maddelerinde düzenlenen OHAL usulüne başvurulmasına gerek kalmadan benzer uygulamaların yasalaşması, sadece bir tesadüf mü sayılmalıydı?

Bu yasa değişikliğine göre; polis bile askerin emrine sokulmaktaydı: “Askeri birliklerin belirli görevleri genel kolluk kuvvetleriyle birlikte yapması hâlinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir” ifadeleri açıktı. Askere verilen yetki çerçevesinde mahkeme kararı olmadan evlere girme izni dahi komutanın kararına bırakılmıştı: “Konuta, işyerine veya kamuya açık olmayan kapalı alanlar ile bunların eklentilerine can veya mal güvenliğinin sağlanması ya da kişinin yakalanması amacına münhasır olmak üzere, yetkili birlik komutanının yazılı emriyle girilebilir. Birlik komutanının kararı yirmi dört saat içinde hâkim onayına sunulur” ifadeleri yer almaktaydı.

Dahası; bu süreçte suç işleyen askere de geniş bir yasal koruma zırhı sağlanmıştı. İşlenen suçlar, “askeri suç” sınıfına sokulurken “soruşturma izni verilene kadar yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulamaz” hükmüyle asker, yargı karşısında koruma altına alınmıştı. Ve hatta suç işleyen asker için tazminat davası şahsa değil devlete açılacaktı. Yani bu kanun değişikliği ile “bir terör durumu”nda askere hem sokağa çıkma, hem de istediği tedbiri alma yetkisi sağlanmıştı. Asıl ilginci bu durum darbeden sadece bir gün önce yasalaşmıştı.

Kanun Darbeyi Kolaylaştırdı mı?

Elbette “darbe” kararı kanunla alınamazdı. Ancak öyle anlaşılıyor ki bilerek ya da bilmeyerek birileri darbeye doğru giderken askerin ülke sathında müdahale imkanını genişletmiş olmaktaydı. Kanun tasarısı 21-23 Haziran 2017 tarihleri arasında Meclis’te de sert tartışmalara yol açmıştı. Anadolu Ajansı’nın tasarıya ilişkin tartışmaları yansıtan haberi, “HDP: ‘TSK Personel Kanunu tasarısı darbe anlaşmasıdır’” başlığıyla medyada yer almıştı.

Konu üzerine konuşan Meral Danış Beştaş, AA’nın haberine göre “asker siyasette artık belirleyici bir rolde olacak. Türk Silahlı Kuvvetleri ile hükümetin darbe konusunda anlaşmasıdır. Bu bir darbe anlaşmasıdır. AKP iktidarı askere elini vermişti, şimdi kolu da gidiyor, yakında bütün gövdesi gidecek” ifadelerini kullanmıştı. Meclis tutanaklarına yansıyanlara göre Sırrı Süreyya Önder ise “Ordu mu size darbe yapacak, başka güçler mi yapacak? Bütün devleti a’dan z’ye zapturapt altına almışsınız, bu telaş niye? Bu on dört yılın cevabı, sizin bu telaşınızda saklıdır” diye sataşmıştı. Bu tartışmaların sonunda teklif, 23 Haziran 2016’da 251 oyla kabul edilip, 30 Haziran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunmuşlardı. Erdoğan yaklaşık 2 hafta beklettiği tasarıyı 13 Temmuz’da imzalamış, ertesi gün 14 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayınlanarak yasalaşmıştı. Ve bir gün sonra ise 15 Temmuz FETÖ darbesi yaşanmıştı. Bütün bu şüpheli ve şaibeli gelişmelerden sonra; Yine mi Kandırıldık? Tesadüf denilmeyecek kadar çok olgu vardı. 15 Temmuz darbe girişiminden sadece bir gün önce Türkiye, “darbe geliyor” sesleriyle askeri sokağa çıkaracak yasayı kanunlaştırmıştı. OHAL’den bir hafta önce fiilen OHAL’e izin çıkmıştı. Herhalde AKP iktidarı bu konuda da yanlış yaptığını düşünüyor olmalıydı. Belki de darbecilerin oyununa geldiğine inanmaktaydı. Öyle ya, askere sokağa çıkma yetkisi veren kanundan sadece iki gün sonra, hafriyat kamyonlarını sokağa çıkmasınlar diye askeri birliklerin kapısına yığanlar yine AKP’li belediye başkanlarıydı! Peki yine mi kandırıldık ya da kandırılamaz mıydık?” diyenler haksız mıydı? Ve asıl soru şuydu: Bu ülkeyi yöneten AKP iktidarı ve Sn. Erdoğan mıydı, yoksa başkaları mıydı?

Ergün Diler’in gizli TSK düşmanlığı!

Erdoğan yalakalarından Ergün Diler, yalanlarla doğruları harmanlayıp şunları yazmıştı:

“Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’deki en büyük darbeyi 1 Ocak 2012’de alıvermişti. Ricciardone’nin görevi, Gülen ve ekibiyle birlikte (hareket ederek) Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı’nın MİT’e devredilmesini önlemekti. 2010 Kasım’ında, Gülen ve ekibi sistemin MİT’e devredilme ihtimalini ABD’ye iletti. Raporlar çok detaylı verilmişti. Zaten kimsenin bundan haberi yokken devir işlemini ilk duyuran Bugün Gazetesiydi. Bunun üzerine ABD de, çok güvendiği isimlerden biri olan Ricciardone’nin atanma onayını güçlü bir şekilde hızlandırıp, 1 Ocak 2011’de Ankara’ya gönderdi. Ricci gelecek içerideki Dostlarıyla el ele verip GES operasyonunu tersine çevirecekti… Ricciardone hızlı bir şekilde harekete geçti. Fark etmedik! Belki şimdi unuttuk ama 2011 Türkiye için çok sert geçti!

• Ergenekon ve Balyoz davaları hız kazandı.

• Amerikan karşıtı son askerler de cezaevine alındı.

• MHP’nin ABD’ye yakınlaşması için 2010’da Deniz Baykal için kullanılan gizli kamera sistemi çalıştırıldı.

• Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve 3 Kuvvet Komutanı istifaya mecbur bırakıldı.

• Ankara’da birçok terör saldırısı yaşandı.

• Başbakanın otobüsüne saldırı yapıldı…

• CHP ve BDP, 2011 seçimlerinden sonra yemin etmeme kararı aldı.

• MİT’in Oslo görüşmeleri sızdırıldı.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricci’nin etkisi hemen hissedildi. Tek hedefi GES’i Genelkurmaya geri döndürmekti… Çünkü GES ile, Gülen’in ekibi Türkiye’deki her işadamını dinlemiş ve gereken tehditlere girişilmişti. GES’in gitmesi ABD’de kabul edilebilecek bir durum değildi. Genelkurmay Başkanlığı, 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren GES Komutanlığı’nı MİT’e devretti. ABD ilk raundu kaybetmişti. Şimdi hedef artık MİT’ti. 7 Şubat 2012 MİT operasyonu, devreye girdi. Emre Taner, Afet Güneş ve Hakan Fidan ifadeye çağrıldı ama gitmemişlerdi.[3]

Bir gerçeği çarpıtmak ve saptırmak için ya koyu ahmak olmak, ya da Ergün Diler gibi “Özel ajan” olmak lazımdı. Oysa bu iddiaların tam aksine Yahudi Ricciardone, GES (Genel Kurmay Elektronik Sistemler) komutanlığının MİT’e devrini çabuklaştırmak üzere Türkiye’ye gönderilmişti ve bu yönde Fetullahçıları desteklemişti. Çünkü GES’in MİT’e devredilmesiyle TSK bir nevi gözü görmez, kulağı işitmez hale getirilmiş, ardından ABD’nin kasıtlı ve yanlış istihbaratı ve MİT’in bu bilgiyi aynen aktarıp yanıltması sonucu gibi facialar TSK’ya fatura edilmişti. Hem bu MİT madem bu denli sağlam ve Hakan Fidan o derece sadık idiyse, Sn. Cumhurbaşkanı niye hain FETÖ darbesini eniştesinden, Sn. Başbakan ise gece bekçisinden öğrenmişti? Üstelik kahraman Fidan, şimdi Sn. Erdoğan’ın “FETÖ’yü vaktinde sezmemek, hatta desteklemekle” itham edilip azlettiği DİB Mehmet Görmez’le o saatlerde hangi ziyafetteydi? Üstelik Amerikan karşıtı askerleri tutuklayıp içeri aldıran Ergenekon tezgahının baş savcısı, yani senin tabirinle Amerikan karşıtı subay avcısı Sn. Erdoğan değil miydi?

Hem TSK’yı “kendi istihbaratını bile yapamayacak kadar güvenilmez ve tehlikeli” göstermeniz ve GES’in elinden alınmasına bu denli sevinmeniz genel kültürünüzle mi, yoksa genetik şifrelerinizle mi ilgiliydi?

Değerli ve deneyimli gazeteci, dengeli ve adil düşünceli bir kişi olan Müyesser Yıldız’ın şu tespit ve tahlilleri mutlaka dikkate alınmalıydı:

15 Temmuz darbesinin üssü olan Akıncı’yla ilgili dava başlamış bulunmaktaydı. İddianamelere göre, darbenin askeri kanadının “1 numarası” Hava Kuvvetleri eski Komutanı Akın Öztürk olmaktaydı. Dava vesilesiyle “1 numara” ile ilgili bazı bilgi, açıklama ve ifadeleri yeniden hatırlamakta fayda vardı. Akın Öztürk‘ün, “Akıncı Üssüne Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal’ın isteği üzerine gittim… Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar darbecilerle görüşüp, onları ikna etmemi istedi… Ertesi gün Akar beni de Çankaya Köşkü’ne Başbakanlığa aldıracaktı, ama engellediler” şeklindeki iddialarının aşağıdaki ifadelerle karşılaştıralım.

Genelkurmay Başkanlığı’nın darbeden sonraki 21 Temmuz’daki ikinci açıklamasında, “Hava Kuvvetleri Komutanı, Ankara’da Akıncı Üssü lojmanları bölgesinde bulunan Orgeneral Akın Öztürk’ü arayarak, kendisine 4’üncü Ana Jet Üssü Akıncı’dan kalkan uçakların yasa dışı olduğunu, ivedilikle Akıncı’ya giderek oradaki kalkışmada bulunanları ikna etmesini istemiştir” ifadeleri yer almıştı.

Sn. Hulusi Akar savcılıkta: “Üs komutanının odasına götürdüler ve Tümg. Kubilay Selçuk ayakta bekliyordu. Bir kanepeye oturttular. Bir ara Org. Akın Öztürk yanıma geldi, üzerinde tişört ve pantolon vardı. Tek başına benim yanıma gelmişti. Hem bu durum nedeniyle hem onu gördüğüm için çok şaşırdım ve burada ne yaptığını sordum. Bugün yanında eşli olduğu şekilde Kara Kuvvetleri Komutanı ile birlikte İzmir’den Komutanlığa ait bir uçakla geldiğini, üsteki lojmanda oturan kızının evinde iken Abidin Ünal’ın telefon ile araması üzerine üsten birilerinin uçaklar kaldırdığını ve bu hususa göz kulak olması gerektiğini belirttiği için buraya geldiğini anlattı” bilgilerini aktarmıştı.

Yine Hulusi Akar ertesi gün Akıncı’dan ayrılmasına dair de: “Akın Öztürk Paşa benim götürüleceğim anlaşılınca, ‘Komutanım ben de sizinle geleyim’ diye söyledi. Ben pozisyonu itibarıyla ve gece boyunca şahsı ile yaşadığım izlenimler karşısında bunun uygun olmayacağını düşündüm ve ‘Sen burada kal, kızının evi burada’ dedim. Fakat sürekli ısrar ediyordu, onu üs binasında bırakıp çıktık. Araçla helikopter pistine gittik, orada pek çok helikopter vardı” ifadelerini kullanmıştı.

Sn. Hulusi Akar O Komutanı Niçin Aramıştı?

O gece Akın Öztürk’ün yanında olan Konut Koruma Astsubayı İsmail Keskin‘in ifadesinde, “Akın Öztürk’ün Genelkurmay Başkanına, ‘Komutanım ben de sizinle geleyim’ dediğini duydum. Genelkurmay Başkanı, ‘Akın sen burada kal, bunları kontrol altına al, ben seni 1 saat sonra aldıracağım’ dedi. Genelkurmay Başkanı, Akın Öztürk’ün makam aracına bindi, yanında karacı tümgeneral de vardı. Birlikte helikoptere doğru gittiler. Bu sırada karacı tümgeneral benim telefon numaramı aldı ve Akın Öztürk de bu tümgeneralin telefon numarasını almamı istedi ve ekip gitti” sözleri kayıt altına alınmıştı. Açıklanan Akıncı İddianamesi eklerinde, Akın Öztürk’ün Akıncı’dan ayrılmak için yaptığı telefon görüşmelerinin kaydı ile, halen görevde olan bazı komutanların Savcılık ifadesi de ortaya çıkmıştı.

İktidar medyası, Öztürk’ün bu görüşmelerini şu ifadelerle haber yapmıştı: 

“Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga ve Orgeneral Yaşar Güler’in rehin tutulduğu odadan çıkan, darbecilerin başındaki tutuklu eski General Akın Öztürk, helikopterle kaçırılmak istendi. Ancak polis yoğun ateş altında tutunca helikopter havalanamadı ve Öztürk’ün kaçırılma planı engellendi.”

Akın Öztürk, Genelkurmay Başkanı Akar kendisini Akıncı’dan aldırma sözü verdiğini söylüyor, ama Sn. Akar bu iddiayı reddediyordu… Yandaş medya ise, “Akın Öztürk’ün helikopterle kaçırılma planı engellendi?” diyordu!? Böylece kafalar karıştırılıyordu; acaba hangisi doğruydu? 

Şimdi bir de 15 Temmuz’da Eskişehir Hava Savunma Komutanı olan Korgeneral Nihat Kökmen’in 27 Temmuz 2016’da Savcılığa verdiği ifadeye bakalım. Kökmen o günkü trafiğe dair şunları aktarmıştı:

“08.27’de bir helikopterin Genelkurmay Başkanımızı Akıncı Meydanından Çankaya’ya götüreceği bilgisi alınmıştır. Bunu Başbakanla teyit ederek kalkışına müdahale yapılmadı. Saat 10.00 civarında Milli Savunma Bakanımız tarafından Akıncı Meydanından helikopter kalkışlarının engellenmesi için uçak bekletilmesi, kalkabilecek uçakların pistlerin vurulması talimatı alındı. Bu arada uçakların kalkması engellenmesine rağmen helikopter kalkışı olabileceğinden hareketle pist üzerinde uçak bekletilmiş. Motor çalıştıran iki helikopterin yanına ateş edilerek motor durdurması sağlanarak içindeki personel ayrılmıştır…. Saat 12.41’de tekrar kalkış yapmayı deneyen bir helikopter bilgisi bize ulaştı, bu helikoptere de daha önce olduğu gibi ateş edilerek inişi sağlandı. Bu esnada 1. Ordu Komutanımız yine Cumhurbaşkanımızın yanında iken helikopterde kaç kişi olduğunu sordu. Önce pilotlar tarafından içindekiler görülmedi, kısa bir süre sonra helikopterden iki kişinin ayrıldığı bize rapor edilerek aynı bilgi 1. Ordu Komutanına Cumhurbaşkanına iletilmesi için bildirildi. Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından helikopterin vurulabileceği ifade edilmiş, ben de 1. Ordu Komutanımıza telefonda bir tane helikopteri vurmamızın bir şey ifade etmeyeceğini, çünkü orada bunun gibi 13 adet daha helikopter olduğunu söylemem üzerine gerek olmadığı tarafıma iletildi… Bu faaliyetler esnasında yalnızca Başbakanlık koordineli olarak Sayın Genelkurmay Başkanımızı taşıyan bir helikopterin Çankaya’ya Başbakanlığa gitmesine izin verildi, müdahalede bulunulmadı… Daha sonra emir subayı/astsubayları tarafından bize ifade edildiğine göre, darbecilerden Tümgeneral Dişli, Org. Akın Öztürk bizlerin bulunduğu telefon numaralarından görüşmek istediklerini belirtmişler. Bana ve Korgeneral Kadıoğlu’na ulaşmaya çalışmışlar. Bu bizim Akıncı Üssü’nden kalkış yapmaya çalışan iki helikopterin engellenmesi sırasında olmuş. Bu sırada 1. BHHM’de komuta heyetinin oturduğu yerin arkasındaki 5055 nolu telefondan Akın Öztürk’ün saat 11.15’te aradığını söylediler. Ben telefona baktım, Akın Öztürk telefonda bana, ‘Nihat, uçakları uzaklaştırın, biz Yaşar Paşa ile direk Çankaya’ya Başbakana gideceğiz’ dedi. Ben de bunları duyunca, cevap vermeden kapattım. Sonra hava almak için 15-20 dakika sonra dışarı çıkacakken Komuta merkezinden bir alt kata inmiştim ki, arkamdan Korgeneral Kadıoğlu’nun emir subayı gelerek, ‘Komutanım bir telefon var, bakar mısınız’ diye söyleyince kimin aradığını sordum. Tümgeneral Dişli’nin aradığını söyledi. Telefonu aldım. Kendisi bana, ‘Genelkurmay Başkanının emri olduğunu, Akın Paşa’ya müsaade etmemizi ve Akın Paşa’nın helikopterle ayrılmasını engellemememizi istedi. Ben de cevap vermeden yine telefonu kapattım. Akın Öztürk’ün ve Tümgeneral Dişli’nin komuta merkezini aradığı telefon numarası ……….. dır. Aynı gün saat 13.30 civarı aynı telefon hattından Komuta grubunun bulunduğu hemen arkamızdaki 4111 nolu telefondan Şanver komutanın emir astsubayı Ömer tarafından Genelkurmay Başkanının aradığı söylenerek telefon bana uzatıldı. Telefonda Genelkurmay Başkanı bana hitaben, ‘Nihat, Akın-Yaşar konusunu çözün’ dedi. Başka bir şey söylemedi, telefon kapandı.”

Bunları anlatan davanın sanıklarından değil, 15 Temmuz’dan sonra Hava Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığına atanmış korgeneral rütbesinde bir komutandı. Daha önce, Akar’ın, Akın Öztürk’ü de Çankaya Köşkü’ne getirmek için uğraştığını, ancak bu yüzden bir bakanla aralarında sert bir tartışma yaşandığını yazmıştık. O bakanın kim olduğunu öğrendik; Dönemin Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’mış. Ayrıca Başbakan Binali Yıldırım da Öztürk’ün gelmesine şiddetle ve hiddetle karşı çıkmıştı. Gerçekler böyleyken iktidar medyasının iddia ettiği gibi, “Akın Öztürk kaçırılmak istendiyse”, bu planın bizzat Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar tarafından yapıldığı olasılığı ortaya çıkmaz mıydı? Bu çelişkileri giderici açıklamaları elbette iktidar yapmalıydı.

 


[1] (Bak: 02 Ağustos 2017)

[2] (Nagehan Alçı – Değişimin Şifreleri / 04 Ağustos 2017 – Habertürk)

[3] (03 08 2017 / Takvim – Kritik yıl)

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
5 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Okan Ekinci

Ordumuz Milletimizin Direğidir
Rahmetli Erbakan Hocamızbir 30 Agustos mesajında “ordumuz milletimizin direğidir, şimdi onu yıkmak istiyorlar, bütün Mili Görüşçüler ve Mili Güçler ordumuza sahip çıkmalıdır” demişti. Ordumuzu yıkmak ve devletimizi-milletimizi tarihten silmek isteyenler her zaman devrede ve bunların işbirlikçileri de uşaklıklarını bilfiil yerine getiriyorlar. Cenabı Hakk’a sonsuz şükürler olsun ki Milli Çözüm yine Erbakan Hocamızın emirlerini her zaman ve zeminde layıkıyla yerine getiriyor. Ordumuz üzerinde oyun oynamak isteyenler, ordumuzu parçalara ayırmak isteyenler tasarladıkları oyunun altında kalacaklardır İnşaallah.

a.hakan

Düğüm Çözülürse
Tayyibizmin zemin bulması için temelde ona bir sahte kahramanlık hikayesi uydurulması gerekli idi. Sonununda 15 Temmuz Kahramanlık destanıyla yeni kimliğine kavuşmuş bunun resmileşme süreci önündeki engellerin kaldırılması da gerekliydi.Son günlerin siyasi gelişmeleri onlar açısından birazda böyle okunuyordu.
Dünyanın hiç bir yerinde yaşanamayacak bir gelişme olarak orduyu ke di içinde siyasal ayrıştırma süreci yandaş “bozarlar” eliyle uygulamaya sokuluyor venihayetinde orduda aslında Ataturkcü gerçek Laik ve Adil Bir Düzeni ve dünyayı arzulayanların olmadığı safsatalarıydı. Tabi iki de teklif; ordu içinde farklı etnik yapıların ve kadın askerlerin azlığı şeytanlığı…
Bazı düzenlemeler “neye niyet kime kısmetti.
Akın Öztürk meselesi çözüme ulaşırsa belkide ERGENEKON dan daha büyük bir özür dilenebilecekti.

Necmeddin

Asıl Konu
15 Temmuz israil-abd-ab(siyonizm) güdümlü,FETO figüranlı darbe teşebbüsünün engellenmesinde,en büyük etken elbete ki “Kahraman Ordumuz”dur!..Milletimizin de gayretleri takdire şayandır.

İçinden çok çok az bir hıyanet şebekesinin giriştiği bu hain darbe girişimi nedeniyle TSK’yı topyekun sorumlu gösterme çabaları yada;darbe süreci sonunda Milli Ordumuzun moral ve motivasyonunu bozacak,emir komuta birliği ve hiyerarşik sistemini tahrip edecek,2000 yıllık düzen ve disiplinini zaafa uğratacak karar ve uygulamalar;dış güçlerin ekmeğine yağ sürmektir!..

Hangi mihraklar tarafından,nasıl ve ne tür yöntemlerle ayartılıp Milli Görüşten kopartıldıkları ,en yandaş yalakaları tarafından bile defalarca itiraf edilen;15 yıllık devri saltanatlarında hangi kirli,çetrefilli icraatları apaçık ortada olan “işbirlikçi-kuklalardan kahraman çıkartmaya çalışmak,kara sinekten bal arısı çıkarmaktan farksız bir divaneliktir!Hele hele,maddeten-manen bir nevi yıkım memurluğu yapan hasta kafaları,”Devleti Yeniden Kurucu-Kurgulayıcı”unsur olarak sunmak; “Milli Devlet”anlayışına en büyük hakaret ve dış güçler lehine; Milli Birlik ve dirliğimizi bozmak ve devlet sistemini tahrip amaçlı bir hokkabazlıktır!..

Allahın lütfuyla, pek yakında ülkemizde ve yeryüzünde oynanan “Deccalist-Süfyanist Tiyatro”son bulacak;hangi kökten,kültürden,din ve anlayıştan olursa olsun;tüm insanlığın barış ve bereket içinde yaşayacağı “Adil Bir Düzen ve Yeni Adil Bir Dünya”ya mutlaka ulaşılacaktır!!!..

Sınırsız akıl ve iradenin sahibi Cenab-ı Hakkın takdir ettiği bu mutlak sonda bizim için aslolan, bizlerin bu süreçteki konum ve tutumlarımızdır!!!..

“Allah şunun için zahmet ve sıkıntı günlerini uzatıyor ve zaferi geciktiriyor:)İnkârcılarla mücadele edin ve çarpışın ki, sizin ellerinizle onların cezasını versin, onları rezil ve perişan etsin, sizi onlara üstün getirsin ve iman ehlinin göğsüne huzur ve şifa eriştirsin.”Tevbe 14

“Siz O’na (Peygambere ve Hakk Dava Önderine) yardım etmezseniz (zararlı çıkan siz olacaksınız, çünkü) Allah O’na yardımcıdır. Hani kâfirler,(Hz.Ebubekir’le)ikiden biri (Kelime-i Tevhidin ikinci iman gereği ve “Muhammedün Resulûllah” gerçeği) olarak O’nu(Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, O’nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr sözlerini ve küfür-sömürü sistemlerini) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi (Kur’an Kelamı ve ahkâmı) , yüce olandır. Allah Üstün ve Güçlüdür, Hüküm ve Hikmet sahibidir.”Tevbe 40

Harun AKGÜL

BAZI ÇEVRELERİN MİLLİ ÇÖZÜM VE AHMET AKGÜL HOCAYA YÖNELİK İFTİRALARI VE HAZIMSIZLIĞI!
Tam kırk yıl elini taşın altına koyarak inandığı davası ve değerleri uğrunda inançla, azimle, bilgi birikimiyle, kararlı ve dik duruşuyla, mertliğiyle, davaya bağlılığıyla, lidere sadakatıyla, taviz vermeden cesaretle olayları yorumlamasıyla, hainlere, münafıklara, fasıklara ve kafirlere karşı sert ve mert duruşuyla, yazdıkları ve konferanslarında anlattıklarıyla başta siyon şeytan ve onun işbirlikçilerinin uykusunu kaçırmasıyla, mazlumun sesi olarak bilinen Ahmet hocamıza yönelik bu sıralar bazı çevrelerce saldırılar, dedikodular ve iftiralar hız kesmeden yapılmakta ve ayarlı saat gibi durmaksızın devam etmektedir. Mesela Akp yandaşlarıyla Saadet partisi mensuplarının bir kısmı, bazı tarikatların şeyh ve mürit takımıyla vakıfçıların sözde destekçileri, medyanın kiralık ve satılık kalemleriyle işe yaramaz siyasetin döküntüleri hepsi ağız birliği etmişcesine şu anda Milli çözüme ve Ahmet Akgül hocaya karşı iftiralarla algı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Peki bu korkunun başlıca sebebi nedir? Sorusunun cevabı yakın gelecekte yaşananlarla görülecektir. Şimdi bu aymaz işe yaramaz kesimin bir kısmı, iftiralarında dahada ileriye giderek, “Efendim Ahmet hoca Oğuzhanla arayı düzeltmişmi ne, oğuzhanı çok eleştirmiyor” gibi alçakça yalan ve iftiralarına bir yenisini daha eklemiş oldular. Tam kırk yıldır Ahmet hocamızın, Oğuzhan, Şevket ve bunların ağabeyleri Abd, Ab ve israil siyonizmine taviz vermeden ve belgelerle neyin ve kimin hesabı doprultusunda hareket ettiklerini ve yine Erbakan hocaya attıkları iftiralardan defaaten yazılarıyla ve konferanslarla bu münafıklara hadlerini bildirdiğini bildikkeri ve şahit oldukları halde hala daha bu sözleri sarf edenler ya münafıklıklarından, ya hainliklerinden, ya da cesaretsizliklerine ve sessizliklerine kılıf olsun diye bu yalan ve iftiraları yaymaya çalışmaktadırlar. Konya’da oğuzhan finosunun Tv 5 canlı yayınında ve bir konferans esnasında yine Erbakan hocamıza iftira atarken orada bulunan Milli Çözümün şuurlu, inançlı ve cesur erlerinin, “Ne demek istiyorsun, sen Erbakan hocamıza iftira atıyorsun” sözleriyle Öküzhan sus pus olurken, şimdi Ahmet hocamıza ve Milli Çözüme bu iftiraları atan sözde Milli Görüşçü ve yine sözde cesur babayiğitler hangi mahsende saklanıyorlardı. Evet beyler sizin aklınız iftşra atmaya ve karalamaya, Milli Çözümün aklı ise başta şeytan siyonizmin ve onun işbirlikçilerinin işini bitirmeye, Adil bir Düzen ile Yeni Bir Dünya kurmaya çalışmaktadır. Gerisi teferruat.

Veysel

Gerçekler
Tahilili tespiti çok zor vakaların olduğu günlerden geçiyoruz. Strateji gereği ya da bir yerlere yamanma çabası olarak değerlendirilmesi mümkün açıklamalar okuyoruz. Tabi bu duruma düşmemizin sebebi en başta dışımızdaki ve ardından içimizdeki vatan düşmanları. Her karışında kan olan bu kıymetli vatanımıza göz koyulmaması beklentisi tabiki saflık olarak algınacak bir durumdur. Bizleri bu durumdan çıkaracak şey ise adeta bir turnusol kağıdı gibi temel değerlerimizi, ülkemizin bekasını referans almamızdır. 15 Temmuz sonrası en çok saldırılan kurum olarak TSK’nın öne çıkması işin rengini netleştiriyor. Milli Çözümün yıllardır her aşamada dile getirdiği gerçekleri dikkate almayıp ve büyük ihtimalle kasti bir şekilde devlete operasyon yapanlar boşa çıkan tuzaklarının yıkılan hayallerinin acısıyla saldırdıkça saldırıyolar. Çok yakında el mi yaman bey mi yaman netleşecek.

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
5
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx