Hükümet, milletin gözünün içine baka baka yalan söylüyor. Vakıflar tasarısıyla İstanbul Vatikanlaşıyor!
Azınlık vakıflarına ve yabancılara olağanüstü imtiyazlar taşıyan Vakıflar Yasa Tasarısı ile ilgili tartışmalar sürüyor. Meclis gündeminde bulunan ve yoğun eleştirilere rağmen AKP'nin ısrarla yasalaştırmaya çalıştığı Vakıflar Yasa Tasarısı, yabancılara vakıf kurma ve yönetme hakkı verirken, yabancı vakıfların sınırsız gayrimenkul satın alabilmesine de imkan tanıyor. Ancak tasarının en çok tartışılan ve endişeye neden olan düzenlemesi geçici 9. madde. Bu madde ile Hazine'ye intikal eden Gayri Muslimlere ait Vakıflara ait gayrimenkullerin iadesi öngörülüyor.
Tasarının geçici 9. maddesinde, ‘Cemaat vakıflarının mal edinememeleri sebebiyle tapuda, nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına kayıtlı taşınmazlar, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu kanunun yürürlüğünden itibaren 18 ay içinde tapu sicil müdürlüklerine müracaat edilmesi halinde vakıfları adına tescil olunur' ifadesi yer alıyor.. Maddede yer alan ‘nam-ı mevhum' ibaresi gerçekte hiç var olmamış kimselerin yanı sıra peygamber ve azizleri de kapsıyor. Tasarı yasalaştığı takdirde bu ifadeye göre yabancı vakıflar azizlerin adını taşıyan kiliselerde hak talep edebilecek. Yüzlerce kilise ve arazinin cemaat vakıfları adına tescil edilmesi istenebilecek. Adını bir azizden alan Ayasofya'da buna dahil. Asıl sorunlardan biri ise yabancı vakıflarla Türkiye arasındaki bu konuda çıkacak herhangi bir anlaşmazlıkta, sorunun AİHM'ye taşınacak olması. AİHM'nin bu noktada vereceği kararlar Türkiye'yi çok ciddi tazminat ödemelerine mahkum bırakacak.
İşte Vatikan'ın raporu
Bu konuda kamuoyundaki endişeleri haklı çıkaracak gelişmeler birbiri ardına ortaya çıkmaya başladı. Tasarı'yı yasalaştırmak isteyen AKP yönetimine göre bu yasa kapsamında yabancılara devredilecek gayrimenkul sayısı sadece 36 adet. Ama İslam'a saldırılarıyla gündeme gelen 16. Papa Benedictus'un başında bulunduğu Vatikan'ın gizli bir raporu AKP Hükümeti'ni yalanlıyor. Vatikan Hukuk Dairesi tarafından hazırlanan rapora göre Türkiye'de kiliselere ait olduğu için iade edilmesi istenen gayrimenkul sayısı tam bin 200 adet.
Raporu Türkiye gündemine taşıyan Vatikan Uzmanı Aytunç Altındal gazetemize yaptığı değerlendirmede, "Vatikan'daki Pontifical Missio tarafından hazırlanan raporda bu 1200 taşınmazın "Gasp" yoluyla alındığı yazıyor. Ve bu taşınmazların iadesi ve tazmin edilmesi isteniyor. Hatta bir de tehdit var, eğer bu talepler karşılanmazsa Türkiye'nin AB'ye asla kabul edilmeyeceği açıkça ilan ediliyor. Bakın Almanya tam 60 yıldır Yahudilere tazminat ödüyor. Adamlar Almanların paralarıyla zengin oldu. Yarın Türkiye'nin başına da bu gelir. Eğer bu tasarı geçerse başında Aya olan bütün kiliseler, araziler, gayrimenkuller istenecek. Aya Yorgi'den tutun, Aya Sofya'ya kadar" diye konuştu.
Bakana göre sakınca yok
Oysa Vakıflardan sorumlu Bakan Mehmet Ali Şahin; sadece 36 gayrimenkul olduğunu iddia etmiş ve Tasarıyı savunurken, "Ne AB, ne şu, bana yasa tasarısı hazırlayın demedi. ‘Azınlık vakıfları imtiyaz elde ediyor, ülke bütünlüğü tehlikeye giriyor, ülkeye ihanet ediliyor' deniyor. Tasarının neresinde ülke bütünlüğünü zedeleyecek, tehdit edecek hüküm var!" diye konuşmuştu.[1]
Çoğunluğun her türlü hakarete ve kısıtlamaya maruz kaldığı ülkemizde, küçük bir zümreye boyun eğiliyor!
Zillet tasarısı
Her yeni raporunda Türkiye'nin önüne akıl almaz şartlar öne süren Avrupa Birliği'ne uyum için, vakıflarla ilgili yapılmak istenen değişikliklere yönelik tepkiler giderek artıyor. Öte yandan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in 2003 yılında yayınladığı yönetmeliğe göre, Türkiye'de 160 adet gayri Müslim ve azınlık vakfı bulunuyor. İçerisinde Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı'nın da bulunduğu bu cemaat vakıfları, dört gözle çıkacak yasayı bekliyor. Hükümetin ısrarla sadece 36 adet taşınmazın iade edileceğini açıklamasına rağmen, bu 160 vakfın Meclis'teki yasa çıktıktan sonra Türkiye'deki mahkemelerin yanı sıra özellikle AİHM'e yüzlerce dava açması bekleniyor.
AKP hükümetinin sürekli gündeminde olan azınlık ve gayri Müslim cemaatlerine ilişkin düzenlemeler sürekli tartışma konusu oldu. İktidara geldiği günden bu yana başta Ruhban Okulu'nun açılması gibi taleplere sıcak bakan AKP hükümeti, azınlık vakıflarının da listesini çıkardı.
AB'nin uyum yasaları çerçevesinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin imzasıyla Resmi Gazete'nin 24 Ocak 2003 tarihli sayısında, "Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik" yayınlandı. Bu yönetmelik, 4 Ekim 2002 tarihli yönetmeliği yürürlükten kaldırdı.
Yeni yönetmelik, AB'ye uyum çerçevesinde çıkarılan 4771 sayılı yasa paketi içinde yer alan Vakıflar Kanunu'ndaki değişiklik dayanak yapılarak hazırlandı.
O zaman hızlı esen AB rüzgârının etkisiyle çıkarılan yönetmelik, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış Türkiye'deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfların, dini, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki amaçlarını sürdürecek geliri sağlamak üzere taşınmaz mal edinmelerine ilişkin esasları belirliyordu.
AB 6. Uyum Yasaları çerçevesinde 19 Haziran 2003 tarihinde Vakıflar Yasası'nda değişiklik yapılmış ve cemaat vakıflarının tasarrufları altında bulunduğu belirlenen taşınmaz malların vakıf adına tescili için yapılacak başvurular bakımından öngörülen 6 aylık süre 18 aya çıkarılmıştı. Ayrıca yönetmelikle, Türkiye'de faaliyette bulunan gayri Müslim ve azınlıklara ait vakıfların listesi tek tek yayınlanmıştı.
Listede, başta Rum ve Ermeni Ortodoks kiliselerine ait vakıflar olmak üzere, Yahudi, Katolik, Süryani ve Keldani cemaatlerinin bünyesindeki vakıflar yer alıyor. İstanbul'un, Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmeden önce Rumların kullandığı Konstantin ismini adında özellikle kullanan vakıfların da listede bulunması dikkat çekiyor: Paşabahçe Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı, Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı.
Açılması için ABD ve AB'nin Türkiye'ye sürekli baskı yaptığı Heybeliada Ruhban Okulu'nun vakfı da, resmi listede yer alıyor. Meclis'te vakıflar kanunu tasarısıyla ilgili görüşmelerde, en çok Ruhban Okulu'nun yeniden eğitime açılacağı konusu gündeme geldi.
İşte listede bulunan 160 gayri Müslim ve azınlık cemaat vakıflardan bazıları:
- Beykoz Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
- Büyükada Panayia Aya Dimitri Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
- Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı
- Kınalıada Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
- Burgazada Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
- Fener Maraşlı Rum İlkokulu Vakfı
- Feriköy 12. Apastol Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
- Kurtuluş Aya Tanaş Dimitri Aya Lefter Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
- Beşiktaş Cihannüma Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
- Beşiktaş Nanayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
- Bebek aya Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
- Bağımsız Türk Ortodoks Kiliseleri ve Patrikhanesi Vakfı
- Zapion Rum Kız Lisesi Vakfı
- Galata Rum İlkokulu Vakfı
- Balıklı Rum Hastahanesi Vakfı
- Koca Mustafa paşa Samatya Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
- Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
- Gökçeada Merkez Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
- İskenderun Rum Ortodoks Kilisesi Fukara Vakfı
- Antakya Rum Katolik Kilisesi Vakfı
- Üsküdar Surp Hac Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
- Rumelihisarı Surp Sanduth Ermeni Kilisesi Vakfı
- Ortaköy Surp Kirkor Losavoriç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
- Yenikapı Tetaos Patriğimeos Ermeni Kilisesi Vakfı
- Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi ve Mektebi Vakfı
- Beyoğlu Surp Gazer Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı
- Pangaltı Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı
- İskenderun Karasun Manuk Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
- Samandağı Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı
- Kayseri Surp Kirkor Ermeni Kilisesi Vakfı
- Diyarbakır Ermeni Surp Küçük Kilise Hıdır İlyas Surp Gregos Kiliseleri Vakfı
- Mardin Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
- Büyükada Hased Leavram Musevi Sinagogu Vakfı
- Hasköy Mealem Musevi Sinangogu Vakfı
- Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı
- Beyoğlu Seferadimi-Neveşalom Musevi Sinagogu Vakfı
- Ortaköy Musevi Etz-Ahayim Sinagogu Vakfı
- Balat Or-Ahayim Musevi Hastanesi Vakfı
- Ankara Musevi Sinagogu Vakfı
- Çanakkale Mekor Hayim Musevi Sinagogu Vakfı
- Antakya Musevi Havrası Vakfı
- Diyarbakır Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı
- Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı
- Mardin Süryani Protestan Kilisesi Vakfı
- Midyat Süryani Protestan Kilisesi Vakfı
- Midyat Süryani Kadim Cemaati Marborsom ve Mart Şemuni Kiliseleri Vakfı
- İdil Süryani Kadim Kilisesi (Mardodo) Vakfı
- Keldani Katolik Kilisesi Vakfı
- Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı
- Şişli Gürcü Katolik Kilisesi Vakfı.[2]
Mondros Mütarekesi Hortlatılıyor!
Limni adasının Mondros Limanı'nda Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Orbay'ın Başkanlığı'nı yaptığı Osmanlı Heyeti ile İngiliz Amiral Calthorp'un Başkanı olduğu İtilaf Devletleri Heyeti arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile silahlı çatışma sona ermiştir. 1. Dünya Savaşını bitiren bu Antlaşma aslında çok ağır şartlar taşıyordu. Mondros Mütarekesi Osmanlı Devleti'nin yıkılışını öngörmekte; İtilaf Devletlerine Osmanlı İmparatorluğunun herhangi bir bölgesine, güvenliklerini tehdit edecek bir durum nedeni ile işgal hakkını tanımakta idi. Mondros Ateşkes Antlaşması ile İtilaf Devletleri, barış antlaşmasının imzalanmasını beklemeden, Türk Topraklarının taksimine giriştiler. Ateşkes Antlaşmasının 7. maddesi, bütün bir memleketin işgali için İtilaf Devletlerine imkan veriyordu.
Mütarekenin en önemli maddesi de, İtilaf Devletleri'ne ülkenin stratejik noktalarını işgal hakkı sağlayan 7 nci maddesi idi. Nitekim 7 nci madde hükümlerine dayanarak Fransızlar; 7 Aralık 1918'de Antakya'yı, müteakiben İskenderun'u, 20 Aralık'da Adana'yı, 29 Aralık'da Tarsus'u işgal ettiler. İngilizler; 13 Ocak 1919'da Kilis, 15 Ocak'da Antep, daha sonra Urfa ve Maraş bölgelerini işgal ettiler. Ancak İngilizler, bu bölgeleri bilahare Fransızlar'a terk ettiler. İtalyanlar ise; 22 Mart 1919'da Antalya ve Burdur, 11 Mayıs'da Bodrum, 12 Mayıs'da Fethiye ve Marmaris'i işgal ettiler. Bütün bunların sonucunda 15 Mayıs 1919'da Yunanlılar İzmir'i işgal etti. Yunanlılar, bu işgalin ilk iki gününde 2. 000 civarında Türk'ü katlettiler. İtilaf Devletleri'nin işgalleri devam etti ve bir süre sonra tüm ülke genelinde yaygınlaştı.
25 Maddeden oluşan Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti'nin devlet olma özelliğini ortadan kaldıran; Ordu bağımsızlığını yok eden; İtilaf Devletleri'ne Osmanlı topraklarını işgal hakkı sağlayan özelliklere sahipti. 30 Ekim 1918
Mondros Ateşkes Anlaşmasının Maddeleri
1- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz'e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.
2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.
3- Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir.
4- İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul'da teslim olunacaktır.
5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.
6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.
7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.
8- Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.
9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.
10- Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.
11- İran içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler.
12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.
13- Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.
14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye'den temin edeceklerdir.(Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.)
15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletleri'nin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.
16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletleri'nin kumandanlarına teslim olunacaktır.
17- Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.
18- Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.
19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya tebası, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.
20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletleri'ne teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.
21- İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir.
22- Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletleri'nin nezdinde kalacaktır.
23- Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.
24- Vilayeti sitte adı verilen 6 vilayet(Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas ve Bitlis)'te karışıklık çıkması halinde bu vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkına İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır.
25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir.
İşgali sona erdiren antlaşma
Büyük Taarruzun zaferle sona ermesi üzerine İtilâf Devletleri TBMM'ne mütareke çağrısında bulunmuşlardır. Türk ordusu ile İngiliz işgal kuvvetleri arasında bazı gerginlikler yaşandıysa da görüşmeler 3 Ekim 1922'de Mudanya'da başladı.
Görüşmelerde TBMM hükümetini Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa temsil ederken, Fevzi Paşa ve Refet Paşa da görüşmeler boyunca Mudanya'da bulundular. İngiltere'yi General Harrington, Fransa'yı General Charpy ve İtalya'yı da General Monbelli'nin temsil ettiği Mudanya görüşmelerinde, ateşkesle doğrudan ilgili durumda bulunan Yunanistan, General Mazarakis ve Albay Sariyanis'i görevlendirmesine karşın, Yunan delegeler görüşmelere doğrudan doğruya katılmamışlar ve olan biteni bir gemiden izlemekle yetinmişlerdir.
Zaman zaman gergin anların yaşandığı, hatta görüşmelerin kesilmesi tehlikesinin doğduğu ve Türk ordusunun yeniden harekat hazırlıklarına giriştiği mütareke görüşmeleri 11 Ekim 1922 tarihinde uzlaşmayla sonuçlanmıştır.
Mütarekeyi kabul etmek istemeyen ve imzalamaktan kaçınan Yunan hükümeti aradığı desteği bulamamış ve sonuçta 14 Ekimde Mudanya Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kalmıştır. Bu arada TBMM, Doğu Trakya'nın teslim alınması ve burada bir Türk yönetiminin kurulmasıyla ilgili olarak Refet Paşa'yı görevlendirmiştir. Refet Paşa 19 Ekim 1922'de TBMM temsilcisi olarak İstanbul'a girmiş ve halkın büyük bir coşkusuyla karşılanmıştır.
Mudanya Mütarekesi ile Türk-Yunan çatışmasının sona erdirilmesi ve Doğu Trakya'nın kurtarılması gibi gelişmeler Türk tarafının lehine sonuçlar doğuracak gelişmeler olarak göze çarparken, İstanbul ve Boğazlarda Türk egemenliği tam anlamıyla kurulamamıştır. Gerek Boğazlar üzerinde kontrolün sağlanamamış olması, gerekse Trakya'ya ordu geçirilememesi, barış konferansı öncesinde Türk hükümetinin pazarlık gücünü sınırlandırmıştır. Bu hükümler, birçok noktada önemli kazanç sağlayan Mudanya Mütarekesi'nin zayıf halkalarından bir kısmı olarak değerlendirilebilir. 11 Ekim 1922
Şimdi, Patrikhane'nin Ekümeniklik iddiası gerçekleşiyor!
Fener Rum Patrikhanesi'nin hukuki ve siyasi konumunu tartışılır kılan elbette ki, bugüne kadar Patrikhane'nin bağlı olacağı kuralların ve sahip olduğu yetkilerin açıkça düzenlenmemiş olmasıdır. Patrikhane'nin statüsüne açıklık getirecek bir düzenleme, geçmiş hükümetlerce bilinçli bir şekilde yapılmamış mıdır yoksa sebep sadece ihmal edilmiş olması mıdır sorusunun cevabı, herhalde ihmalkarlık değildir. Gerçekten de, Heybeliada Ruhban Okulu'nun gerek kapatılması esnasında gerekse yeniden açılmasının talep edildiği uzun yıllar boyunca yarattığı sorunlarla, Patrikin yurtdışında gerçekleştirdiği rahatsızlık veren temaslarıyla ve elbette ki ekümeniklik iddiası nedeniyle Patrikhane gündeme gelmiş ancak hükümetlerce konu, genellikle görmezden gelinerek geçiştirilmiştir.
Hükümetlerin, Patrikhane konusunda düzenleme yapmaktan kaçınmasında da ya zaten Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde istenmeyen bir kurumun zamanla önemsizleşerek unutulması amacı ya da düzenleme yapılması durumunda karşılaşılacak tepkilerden çekinilmesi durumu söz konusudur. Geçmişte yaşanan olayların etkisi ile "Devlet aklına" kazınan "Azınlıklara hak tanımak, devleti yıkılmaya götürür." inancının da düzenleme yapmaktan imtina edilmesindeki etkisinin unutulmaması gerekmektedir. Düzenleme yapılmamış olmasının ise, "azınlıklar" vasıtasıyla dışarıdan baskı yapılmasını engellemediği görülmektedir. Nitekim, hem Avrupa Birliği ile ilgili yapılan görüşmelerde hem ABD ile ilişkilerde "Patrikhane" konusu, Türkiye'nin önüne engel olarak çıkartılan değişmez kozlardan birisi olmuştur.
Düzenleme yapılmamış olması bir tarafa, Patrikhanenin veya Patrikin zaman zaman özgürlük sınırlarını aşarak gerçekleştirdiği faaliyetlerle ilgili gerekli ve yeterli tepkinin hükümetlerce gösterilmemiş olması, gayri resmi durumların ve hukuka aykırı işlemlerin teamül haline gelmesine sebep olmuştur. Patrikhane'nin ve Patrikin "Ekümeniklik" iddiasında olduğu gibi "Ekümenik" olma durumunu güçlendirmek için yapılan faaliyetler, bu duruma en iyi örneği oluşturmaktadır.
Ekümenik olmanın gerekleri
Fener Rum Patrikhanesinin ya da Patrikin "Ekümenik" olma iddiasının haklılığının her türlü duygu ve inançtan arınarak soruşturulması ve Patrikhane ile ilgili olan her türlü problemin kaynağı olan bu sorunun cevaplandırılması gerekiyor. Patrikhanenin ve Patrikin tüm dünya Ortodokslarının lideri (Ekümenik / evrensel) olduğu yönündeki iddia, bunu böylece kabul edecek üç onay gerektirmekte. Her biri eşdeğerdeki olurların ilki bu liderliği kabul edecek olan dünya üzerindeki Ortodoksların icazeti, ikincisi böylesi bir liderlik yetkisini kullanmasına izin verecek Türkiye'nin onayı, üçüncüsü ise yazılı olmayan Hıristiyan hukukunun bu konuya ilişkin usul kurallarına uyulduğu yönündeki kabul.
Apostolik kilise
Yerleşmiş Hıristiyan kalıplarına göre, bir kilisenin "Ekümenik" sıfatını kazanabilmesi bu anlamda diğer kiliseler üzerinde yetki ve söz sahibi olabilmesi için o kilisenin apostolik olması yani İsa'nın bir havarisi tarafından kurulmuş olması gerekiyor. Tüm Hıristiyan Kiliselerinin Hıristiyanlıkla ilgili tartışmalı konuları aydınlatmak üzere bir araya geldiği Konsillerin ilki 325 tarihli İznik Ekümenik (genel) Konsili idi. Bu Konsil'de İsa'nın havarileri tarafından kurulmuş olan üç kilise (Roma, Antakya, İskenderiye) ekümenik (evrensel) kilise olarak belirlenmiştir.
"Tek kilise, tek devlet" şiarını uygulamaya çalışan, bu amaçla da dini hareketleri siyasi denetim altına almak isteyen Doğu Roma İmparatoru, 381 yılında toplattığı İstanbul Konsiliyle, Antakya Patrikhanesinin Ereğli (Heraclea) Metropolitliğine bağlı bir Episkoposluk olan Fener kilisesine patriklik statüsü vermiş ve Roma Piskoposuyla eşit haklar taşıdığını karara bağlamıştır. Bu statü 451 yılında yapılan Kadıköy Konsülünde teyid edilmiş, İstanbul Metropolitanı, Trakya, Pontus ve Küçük Asya'nın kiliselerinin yetkilisi yapılarak, Patriklik İstanbul Patrikhanesine tanınmıştır. Ancak bu karar, Fener patrikhanesi ruhanilerinin dışında konsile katılan az sayıda din adamına zorla imzalattırılmıştır. Başta Roma kilisesi (Vatikan) olmak üzere hiçbir kilise tarafından kabul edilmeyen bu kararın hayata geçirilmesi için ikisi de "apostolik" kilise olan Antakya ve İskenderiye patriklikleri ortadan kaldırılmış, Anadolu, Suriye, Mısır ve Filistin'de yüzlerce insan öldürülmüştür. O halde, Hıristiyan hukuku, Fener Rum Patrikhanesi'nin "Ekümeniklik" iddialarını şartlar gerçekleşmemiş olduğu için kabul etmemektedir.
Türkiye'nin onayı
Lozan Antlaşması'nın "azınlıklar" ile ilgili maddeleri, oturum tutanakları ile birlikte incelendiğinde, Patrikhane'nin statüsünün gayrimüslim azınlıklara ait herhangi bir kilise veya sinagogdan daha fazla yetki veya hakka sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Türkiye açısından Patrikhane, Ortodoks azınlığın dinî ihtiyaçlarını karşılayan, tamamıyla Türkiye Cumhuriyeti yasalarına tabî dinî bir müessesedir. Tüzel bir kişiliği olmaması nedeniyle, Türk Medeni Kanunu'nun, ancak gerçek ve tüzel kişilere tanıdığı okul, vakıf, dernek gibi kuruluşları kurmak, yönetmek ve denetlemek gibi bir hakkı bulunmamaktadır. Lozan'da Patrikhane, tek başına bir kurum olarak yer almamakla birlikte, varılan sözlü anlaşma gereği, Fener Patrikhanesi azınlığın kilisesi olarak tanımlanmış, 1453'ten 1923'e kadar sahip olduğu idari, siyasi ve yargısal hak ve imtiyazlarına son verilmiştir. Bu çerçevede, idari açıdan Eyüp Kaymakamlığına, Fatih Savcılığı'na ve İstanbul Valiliği'ne muhatap olması gerekmektedir.
Sıradan bir Episkoposluğu Patrikhane haline getiren Bizans döneminde dahi tamamıyla devlet tarafından yönlendirilen ve sadece devlet sınırları içindeki kiliseler üzerinde -göstermelik-yetkisi olan ve İmparatorluğun sınırlarının genişletilmesinde araç olarak kullanılan bir kurumdu. Fatih'in İstanbul'u fethinin ardından Patrike tanıdığı "milletbaşı" unvanı da Osmanlı Ortodoks tebaasının temsilciliğini ifade etmekte idi. Osmanlı Döneminde, Lozan Konferansı sırasında ve sonrasında da Patrikhane veya Patrike "ekümeniklik" statüsünün tanınmadığı görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri de zaten "ekümeniklik" iddialarını kabul etmemektedir. Bu durumda, iznine tabii olduğu Türkiye'nin ekümeniklik konusunda olurunu alması hukuken mümkün değildir. Hıristiyan hukukunca kabul görmüş olsaydı dahi Patrikhane'nin Türkiye'den ekümenik iddiasını tanımasını isteme hakkı bulunmamaktadır. Öyle ki, hilafeti kaldıran bir Türkiye Cumhuriyetinin Fener Rum Patrikhanesi'ne sadece Rum azınlığın dini ihtiyaçlarının yerine getirilmesi amacıyla bu topraklarda kalmasına izin vermesi yeterince büyük bir yüce gönüllülüktür.
Dünya Ortodokslarının tutumu
Osmanlı Döneminde Patrikhane'ye bağlı olan kiliseler, Osmanlı toprakları sınırları içerisindeki Ortodoks tebaanın mensup olduğu kiliselerdi. Osmanlı'dan bağımsızlığını kazanan her bir ülkenin kilisesi de ilk iş olarak Patrikhanenin yetkilerini kabul etmediklerini açıklamış ve birer milli kilise haline dönüşmüşlerdir. Bunlardan birisi de, Yunanistan'ın bağımsızlık ilanının hemen ardından Patrikhanenin yetkisini kabul etmediğini açıklayarak bağımsızlaşan Atina'daki Yunan Ortodoks Kilisesi idi. Bugün için, Fener-Rum Patrikhanesine bağlı olan ve onun yetkilerini kabul edenler Yunanistan'a daha sonradan bağlanan kuzey kesimindeki kiliseler ve Oniki Adalar'daki kiliseler ile Yunanistan dışında (ABD, Avustralya gibi ülkelerde) yaşayan Yunanlıların mensubu oldukları kiliselerdir. Aynı ülkenin topraklarında yaşadığı Bağımsız Türk Ortodoks Kilisesi'nin bile Patrikhanenin liderliğini kabul etmemesi ilginçtir. Bu durumda Patrikhane, ekümeniklik iddiasına geçerlilik kazandırabilecek üçüncü oluru da kazanamamış durumdadır. ABD'nin, Yunanistan'ın ya da bir Avrupa devletinin Patrikhanenin ekümenikliğini tanıması ise hiçbir şeyi değiştirmeyecektir.
Patrikhane, kimi zaman kendisini kabul etmeyen "kardeş"leri ile kimi zaman kendisini kabul etmeyenleri zayıflatmak isteyen dostları ile yaptığı işbirlikleri ve değerlendirdiği fırsatlarla güçlenme imkanı buldu. Lenin'in laik ve dinden uzak Sovyet Devleti'nin din karşıtı tutumu, "ekümeniklik" iddiasındaki Fener-Rum Patrikhanesinin yayılma ve tanınma sürecine önemli bir katkıda bulunmuştur. Fener-Rum özellikle Stalin döneminde Moskova Patrikhanesinin etkisinin iyice azalmasından faydalanarak, daha önceleri Moskova Ortodoks Patrikhane'sinin şemsiyesi ve güdümünde hareket eden Batı ve Orta Avrupa'daki Ortodoks kiliselerini, Amerika ve Asya-Avustralya eksenindeki diğer kimi "kardeş" kiliseleri etkisi altına almayı başarmıştı. II. Dünya savaşını takiben yeniden Rus Ortodoks patrikhanesinin cazibe alanına dönen Finlandiya, Litvanya, Letonya, Polonya, Çekoslavakya ve Macaristan Ortodoks Kiliseleri 1940'lı yıllara kadar Fener Patrikhanesi ile yakın temaslar kurup onunla işbirliği içinde bulunmuşlardır.
SSCB'nin dağılması ile birlikte Rusya'da spiritüellik ve kültürün yeniden yaratılması, geliştirilmesi ve Rus kimliğinin inşası açısından Ortodoksluk ve Moskova Patrikhanesi yeniden önem kazandı ve de eskisinden daha güçlü bir şekilde ayağa kalktı. Bu dönemde Moskova'nın ihtiyaç duyduğu ruhbanlar da, (Fener-Rum'un ekümeniklik iddiasından pek de hazzetmeyen) Yunan Ortodoks Kilisesi tarafından gönderilmişti. Balkanlarda bir Türk – Müslüman oluşumu olduğu iddiasındaki Yunanistan, Rusya ile Slav-Ortodoks ekseni oluşturma yoluna girdiğinde (1993) Patrikhane de Moskova Patrikhanesi ile işbirliği yapmıştı. Rus Ortodoks Kilisesi'nin güçlenmesinden ve etki alanını genişletmesinden hoşlanmayan Vatikan, ABD ve AB topraklarında Rus etkisi altında Ortodoks istemediklerinden olsa gerek Patrikhane'nin iddialarına destek vermektedirler. Görüldüğü üzere Patrikhane, sürekli dostu olan bir kurum olmaktan ziyade kendisini kullanmakta çıkarları olanları kullanarak güç kazanmaya çalışan eski bir Episkoposluktur.
Kendisinin yetkilerini tanımayan Moskova Patrikliği ve sürekli tartışma halinde olduğu Yunan Ortodoks Kilisesi'ne karşı güçlenmeye çalışan ve Papalıkla da boy ölçüşen Patrikin, dinsel yetki mücadelesini yanlış yerlerde sürdürdüğü açık. Dünya üzerindeki 220 milyon Ortodoks insanın sadece binde 1.3'ü (300 bin) üzerinde ruhani yetkileri olduğu düşünüldüğünde Patrik'in dünya Ortodokslarının liderliği iddiası asılsız kalmaktadır. Kaldı ki ekümeniklik iddiası bir kez kabul edildikten sonra memleketimiz içinde ikinci bir Vatikan tarzı yapılanmanın önü açılmış olacaktır.
İlk etapta Patrik'in Türk vatandaşı olma zorunluluğu kaldırılmak istenecek ardından mübadele anlaşmaları ile boşaltılmış Anadolu topraklarına tekrar Rumlar yerleştirilmek istenecek ve elbette daha özerk bir yönetim istenecek. Asla olmaz gibi görünen bu konudaki adımlar ise çoktan atılmıştır. Fener Rum Patriki Bartholomeos, "yüzlerce defa Vatikanlaşmak istemediklerini Türk makamlarına anlattıklarını" söylese de diğer bazı zamanlarda yabancı makamlara yaptığı şikayetler ve sıraladığı talepler dikkate alındığında farklı bir ideal peşinde olduğu anlaşılmaktadır. Bartholomeos "eskiden Hıristiyan toplulukların yaşadığı bölgelerde yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin verilmelidir" iddia/talebini ilk kez Kapadokya'da 07 Mayıs 2000'de yaptığı ayinde yüksek sesle dile getirmiştir. İstanbul dışındaki Rum cemaatinin, ya İstanbul'a yerleştiği ya da mübadele yoluyla ülkeyi ve Anadolu'da yaşadıkları yerleri terk ettikleri bilinmektedir. Ancak, Patrikhane terk edilmiş topraklarda bulunan, cemaati olmadığı için de işlevsiz kalan kiliselere, bu kişileri İstanbul'da bulundursa da, metropolit atamaya devam etmektedir. Patrikin makamında yabancı devlet başkanlarını kabul etmesinin ve onlara nişan takmasının ise nişan takmanın devletlere has bir yetki olduğu düşünüldüğünde devlet içinde iki başlılık sorunu yarattığı görülmektedir.
Amerikan Ortodoks Kilisesi Temsilciler Grubu'nun Başkanı Antoni Limberakis, ABD Büyükelçisi Edelman onuruna verilen yemekte, Patrikin seçiminde "vatandaşlık" gibi bir engel olmaması gerektiğini iddia etmişti. Halbuki Fener Rum Patrikhanesinin yetkilerini kabul edenler Yunanistan dışında yaşayan Yunanlılar (Rumlar) ve Yunanistan'a bağımsızlığından sonra katılan bugünkü Yunanistan topraklarında yaşayan Yunanlılardır. Böylesi bir talebin kabulü, her daim Yunan asıllı ancak muhtemelen hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan ruhbanların İstanbul'da Patrik olabilmesinin önünü açacaktır. Nitekim, Yunanistan Başpiskoposu Hristodulos da "Patrikhaneyi hedef alan her darbe aynı zamanda Yunan halkının vicdanına vurulmuştur" demektedir. Anlaşılıyor ki, tamamıyla milli bir karakter taşıyan Ortodoksluk inancı açısından Ortodoks Rumların ruhani liderliğini yürütecek bir kurumun Türkiye'de bulunmasındansa Yunanistan'da bulunması daha uygun olacaktır.
Not: Konstantin'in merkezini İstanbul'a taşıdığı devleti "Yeni Roma" ilan etmesinden sonra bu ülkede yaşayan vatandaşların Rum olarak adlandırılmasıyla başlayan süreç bir yana bırakılırsa, Osmanlı'da Millet sisteminden ötürü, ‘Rum'un manası Fener Patrikhanesi'ne bağlı olandır.[3]
[1] 24.09.2006 Milli Gazete
[2] 30.09.2006 / Milli Gazete
[3] 03.11.2006 / Gözde Kılıç Yaşın / Milli Gazete
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Bu konuyu Aziz Erbakan Hocamızın bir örneği ile açıklayalım: Partililerin daha çok çalışmasını isterken, “Zeki…
İSRAİL VE AMERİKA MALLARINA BOYKOT KARARI ALARAK BOYKOT, BOYKOT, BOYKOT DİYEREK İSRAİLE HAD BİLDİRMEYE ÇALIŞANLAR…
NASİPSİZLERDEN EYLEME YA RABBİ.. "Hak davaya tam iman ettikten sonra, Allah yolunda mallarımızla ve canlarımızla…
Asıl sorunumuz ne biliyor musunuz?! Milli Çözüm'ün yıllardır defaatle ifade ettiği sözüyle cevaplayayım: ASIL SORUNUMUZ:…
YANDAŞ VE KİRALIK MEDYA Trump, “Onları herkesten daha iyi tanıyorum. Çok zekiler. Keşke bu kadar…
Hz. Ebu Bekir bütün malını Hakkın davasına bağışlamıştır. Bu örnek davranışı sayesinde Hak davanın şerefi…
"Amerika’nın fethi ve İsrail’in hizaya getirilmesi!” şeklinde sunulan ve haftalar boyu TV’lerde konuşulan Sn. Erdoğan’ın…
Türkiye’de toplum desteğini kaybeden işbirlikçiler, “Ekonomik ve stratejik rüşvetler karşılığı, siyasi reklâm desteği sağlamak amaçlı”…
Fetih 1 Doğrusu Biz Sana (zafer yollarını) açtık; apaçık bir fetih ihsan ettik. https://www.mealikerim.com/48/fetih/1 Fetih…
YAKIN TARİHDE ATASÖZÜ OLSUN; "ERBAKAN HOCANIN İZİNDEN YÜRÜMEZSEN, Tramp'ın PEŞİNDEN YOL ALIR GİDERSİN.! " "TÜRKİYE…