http://www.haber5.com/ Editörü “Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın en büyük talihsizliği” başlıklı bir yazı yazmıştı:
“Erbakan…
Milli Görüş Lideri…
Profesör doktor…
Kulakları istediği zaman duyan, istemediği zaman duymayan “Sağır” İsmet İnönü’nün bile hakkında, ”Bu memleket bir tane adam yetiştirdi. O da dinci çıktı.” (ANKARA,1973) dediği kişiydi…
Türkiye’de, kişisel özellikler ve yaptığı bilimsel işler bakımından, isminin önüne “Dahi” kelimesinin konulmamasının en anlamlı sebebi Demirel gibi mason olmaması ve asla “onların”, yani “yerli ve küresel elitlerin” tahakkümünü kabul etmemesiydi…
Yalnız; bu, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın en büyük talihsizliği değildi…
Bizce daha beteri var…
Ve peşinen söyleyelim, bunun da suçlusu yok aslında…
Bu, acı veren bir gerçek…
Yazının içinde bunu anlatmak istiyoruz zaten…
O, yaklaşık 40 yıldır ülke Müslümanları için sayısız hizmetler yapmış ve Türkiye Müslümanların adam yerine konulmalarını sağlamıştır… “Kaybedilmiş” yada “ellerinden alınmış hakları ve belki de zihinlerini” yeniden kazanmalarını sağlamıştır…
Elbette kendisini bu eksende destekleyen ve bu zamana kadar da siyasette de yanında olan İslam önderlerinin katkısını kimse küçümsemiyor.
O, kendisi gibi entelektüel birikime sahip, az sayıdaki dava arkadaşlarıyla işçi, köylü ve esnaftan başlattığı davasını hala büyük bir şevkle sürdürüyor.
Üzerinden 40 yıldır pek çok dozer geçti…(O yine dimdik ayağa kalktı, yılmadı ve yıkılmadı)
Darbeler ve sırtından bıçaklamalar… (O’nu haklı yolundan alıkoyamadı)
Ama “en büyük “Brütüs”lerden birisi de hiç şüphesiz, bir zamanlar “hiçbir şey olmayan” ve “bir şirkette muhasebe tutan”, “bir şey olma potansiyeli ve nüfuzu da bulunmayan” Erdoğan’dı… Hatta pek çok anlatıma göre Erbakan’ın İstanbul Belediye Başkanlığına düşünmediği Erdoğan’dı…
Velhasılı…
Genel olarak “işçi, köylü, esnaf”tan oluşan Milli Görüş davası o kadar fazla kişiye fırsatlar sundu ki, şu an Başbakan olan Erdoğan onlardan sadece biri (konumundaydı).
Mesela Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış olan Turgut Özal’ın Erbakan’ın MNP kapatıldıktan sonra açtığı ve 2. partisi olan MSP’nin İzmir Milletvekili adaylarından olduğunu (1977’de) pek çok kişi hatırlamazdı.
Mesela eski TBMM Başkanı Arınç,
Mesela şimdiki Cumhurbaşkanı (hepsi bu takımdandı).
Erbakan, Abdullah Gül’ü siyasete soktuğunda ve aday gösterdiğinde Gül, Türk siyaseti ve o zamanki Refah Partisi’nin potansiyeli konusunda öyle bir cehalete sahipti ki…
Bu durum; “Kayseri’den aday gösterildiğinde seçilmeyeceğini düşünüyor olmasından ve eşi Hayrunisa hanımı bu şekilde “Ne de olsa seçilemeyeceğim” diyerek ikna etmesini itiraf etmesinden rahatlıkla anlaşılacaktı…
Bütün bu kişiler Erbakan’ın paratoner oluşuyla yani koruyup kollamasıyla “bir şey oldular” desek abartılı sayılmamalıydı.
“Türkiye gibi “zor” bir ülkede yaşamış ve hayal bile edilemeyen şeyleri başarmış, oldukça “açık ve bereketli bir lider” tarifi Erbakan Hoca’yı hatırlatmaktaydı.
Ne var ki yılların, hatta asırların biriktirdiği sorunlar çoktu ve oldukça yoğundu..
İşler kangrenleşmiş ve kitle duyarlılıklarını kaybetmişti… Yol yokuştu, dava zordu.
Ama, Erbakan sabırlıydı, çalışkandı, asla yorulmayan ve yılmayan bir yüreği vardı…
Ve maalesef, Milli Görüş’ün ortaya şerh koyacak siyasal bilimcileri, sosyologları, fikir adamı mesabesinde ideologları yoktu…
Pek çok yıkıcı akımın kol gezdiği yıldırıcı bir ortamdı.
Erbakan’ın siyasete atıldığı 1969 şartlarından bugüne durum hep böyle kaldı…
Erbakan, “sonradan” ve “adam yokluğundan bir şeyler olmuş”, “kendisinin vazgeçilmez olarak kabul göreceği fırsatlar ve alanlar bulmuş”, “içinde heves ve heyecandan başka bir şey olmayan” kişileri bir şey potasına sokarak tanımlayan bir konumdaydı.
“Özellikle o eski dönemde” ve “nispeten bu yeni dönemde” sosyal doku içinde mesleki olarak uzman diyebileceğimiz kişiler, yani “var olduğunu varsaydığımız kişiler” sadece kendi çevrelerinde muteber sayılan insanlardı.
Erbakan’ın ne elle tutulabilen ne bir gazetesi, ne de misyonunun tüm Türkiye’ye hitap eden, tarihe şerh olarak düşülen bir gazetecisi vardı… Var olduklarını varsaydığımız medyasal yapılar aslında bugün de yok hükmünde sayılırdı.
“Türkiye’ye seslenemeyen ve ses getirmeyen”, “toplumu teğet geçen”, “teknik olarak da millete ulaşma yeteneği göstermeyen” ve “mutlaka revizyona tabi tutulması gereken” kurumlar önümüzde durmaktadır.
Bugün için Erbakan, özellikle bu eksende yalnız bir adamdı!…(Ama tüm tarihi ve talihli büyük devrimlerin önderleri zaten hep böyle yalnızdı..)
“Bir bilimsel ve siyasi deha” nasıl olur da kendi davasının medya yapılanmasını, toplumsal dönüşümü sağlayabilecek sinerjiye sahip bilim ve toplum elemanlarını ve daha bir çok şeyi eksik bırakır diye sormak yersiz…
Erbakan bütün yokluklar içinde başardı!
Bütün bu yoklukları kimi zaman şaka yollu içselleştirdi de.. Tarihini tam olarak bilmemekle beraber, bir toplantıda, gazetecilerin önünde, “Flaşı patlamayan makinenin sahibi olan muhabir Milli Gazete’dendir” bile dediği hatırımızdaydı…
Bunlar onun için basit konulardı…
O, her şeye ve her güçlüğe rağmen içindeki ateşi canlı tuttu ve mesajını anlattı.
Yılmadı…
Lidere yakışan da budur elbette…”
İşte buraya kadarki kısım süper saptamalardı. Ancak bundan sonra hiper saçmalıklar ve saptırmalar başlamaktaydı:
“Ama bu durum gerçeği değiştirmiyor…
Can yakıcı gerçeği…
Gelecek projeksiyonu yapamayacağımız bir noktada olduğumuzu ve bugünü kapsayan revizyon ve kadrolarla yola devam edilmesi gerektiğini söylemek son derece basit (kalıyor)…
Zira geçmişten bugüne gelinen çizginin devamı “o eski hareket tarzıyla” pek mümkün görünmüyor. Eski söylem de eylem de revizyona tabi tutulmalı…
Ha şunu söylemiyoruz elbette…
“Milli Görüş, şu tavizi versin, bu tavizi versin, şu söyleminden vazgeçsin, Amerikan düşmanlığı yapmasın” falan demiyoruz…
Asla …
Bunu diyen tiplerin Milli Görüş’ü bilmedikleri çok aşikardır…
Milli Görüş’ü Milli Görüş yapan “Siyonizm’i ve küresel şebekelerini” düşman olarak algılaması ve İslam Birliği’ni, İslam’ın değerlerini yüceltmesi (ve savunmasıdır)…
Gerçek budur…
Erdoğanların, Özalların düştüğü derin ve gerçek kuyu da budur…
Erbakan mesajını anlatırken “Cihat, Şuur,…” gibi son derece net ve anlaşılır ve İslam ahkamına asla ve asla ters düşmeyen bir düzlemden (hiç caymadı ve kaymadı)…
En güzeli de buydu…
Gelinen noktada, bütün olumsuzluklar ekseninde kitleye iyi bakmak gerekiyordu…
Bu, Erbakan açısından da içerisinde çaresizlik besleyen bir durumdu…
Zira genel olarak, hitap edilen kitle avamdı…
Taşra’ydı…
Taşra olmasına rağmen yerel yönetimler, “kentler” ele geçirildi…
Kentler ele geçirilmeye başlayınca da Erbakan’ın başına gelmeyen kalmadı zaten…
Burada bir konu yanlış anlaşılmasın, asla ve asla köylüyü eleştirmem…
“Köylülük” özel bir şeydir…
Sakın yanlış anlaşılmasın…
Köylülüğü küçümsemiyorum…
Ama bir ülkeyi yönetmeye talip olmak köylülerle, küçük esnafla, işçiyle kamil manada olabilecek bir şey değildi…
Kente göçen, kente entegre olmaya çalışan, çalışırken kendini yeniden tanımlayan, tanımlarken bir çok sorunla karşılaşan insanlardı kitle…
Ekmek davasıyla yüz yüze olan bir kitleydi…
Hiç şüphesiz inançlı bir kitleydi..
Ticareti kentte yapmaya adapte olmaya çalışan bir kitleydi…
Kültürel ve dini eksende kendi tarzını oluşturmaya çalışan bir kitleydi..
Bütün bu süreci ve kitleyi yönetmek, onları şarampole yuvarlamadan, terörize etmeden, asla ve asla taşkınlık yaptırmadan yönetmek oldukça esaslı bir işti…
Hatta bugün elde kalan nüve açısından bilinçli, şuurlu ve ümit vadeden az sayıda bir kitle oluşturulması bile gelecek açısından umut verici…
Bütün bunlar kazanımdır ve diri tutulmalıdır…
Zira bu kitle, asla ve asla tutunamayan bir kitle olmayacaktır…
Tutunacaktır ve toplumun kalbinde yer alacaktır…
Ama gelecek kuşaklarıyla ve milim milim hesaplayarak yetiştirdikleri ve kurguladıkları nesilleriyle (olmalıdır)…
Taşkın, agresif ve asabi gençlerle değil…
Bunun için de AKP’nin gitmesi gerekiyor…
“Asıl süreç” ondan sonra başlayacaktır…
Yaşanan bu gün önemli…
Milli Görüş nefes alıyor ve muhasebe yapıyor…
Zira “Yarın”, çok nitelikli bir şekilde “şehre” hakim olacaktır….
Beklenti budur…
Bu mümkün…
Hiç kimseyle ve hiçbir şeyle kavgası ve derdi olan biri değilim…
Katılırsınız katılmazsınız, sadece görüşlerimi aktardım…
Sadece ve sadece “Erbakan Türk siyasetinde saygı durulması gereken, alkışlanması gereken bir liderdir, konjontürel olarak bit-ir-il-miş-tir, ama bunun yanında kitlesi Erbakan’a 10 gömlek küçük gelmiştir, Erbakan’ın işi başından beri oldukça zor olmuştur, ama O, bu, “taşralı toplumu” bir “şehirli” olarak en iyi şekilde yöneterek başarılı olmuştur.” dedim….
Hepsi bu…”
Bu kişi, yukarıda, Erbakan Hoca’nın, her şeye rağmen mesajını anlattığını vurgularken parantez içinde, (Mesaj derken; Erbakan’ın şahsına, birilerinin çokça kapıldıkları, “Mehdi” kavramına benzer kutsiyet affettiğimiz anlaşılmasın lütfen… Biz bunu saçma buluyoruz. Zira Erbakan’ın kendisinin de saçma bulduğuna inanıyoruz) şeklinde ifadeler kullanmıştı.
Şimdi bu adama ve aynı kafada olanlara, öncelikle şunları sormak lazım:
Mehdiyet kavramının veya; dehası, davası ve insanlık sevdasıyla öne çıkan şahsiyetlere hüsnü zan edip bu sıfatı yakıştırmanın “saçmalık” olarak değerlendirilmesi, eğer akli ve itikadi bir dengesizlik değilse, en azından şımarıklıktır, haddini aşmaktır.
- Söyleyin bakalım; “Her kavmin bir hidayet önderi (mehdisi) vardır”[1] buyuran Kur’an’ın bu haberi mi haşa, saçmalıktır?
- Yada; Hz. Peygamber Efendimizin en sahih hadis kitaplarında yer alan Mehdiyle ilgili, ümitlendirici ve iman diriltici müjdeleri mi, haşa, saçmalıktır?
- Veya; Çoğu müçtehit ve müceddit derecesinde binlerce İslam ulamasının ve evliyasının, hakkında kitaplar yazdıkları ve geleceğini bildirip bekledikleri Mehdiyet hakikatleri mi saçmalıktır?
- Yoksa; yazınızın başından beri, “deha çapındaki yüksek kabiliyetlerini ve örnek karakterlerini” ifade ve iltifat ettiğiniz bir şahsiyete böylesine meşru bir mertebeyi layık görmek mi saçmalıktır?
- Kendisini Mehdi görenlere, “Hayır ben mehdi değilim, ancak Mehdiye hazırlık yapan bir müceddit olabilirim. Sizin bu samimi ve sevindirici hüznü zannınızı ve iltibasını böylece düzeltmek isterim” mealinde cevaplandırılan Bediüzaman’dan utanmalıdır.
Tam anlamıyla saçmalayarak, “saçma bulacak” ve zihninizden kovmaya çalışacak kadar, bu Mehdiyet meselesi sizi niye rahatsız edip zıvanadan çıkarmaktadır?
Korku ve kuşkuların ecele, yani takdir edilip başa geleceklere hiçbir yararı olmadığını, duymadınız mı?
“Can yakıcı gerçek” ve “Erbakan’ın talihsizliği” gibi jelatinli kılıflar ve laflar altında: “Artık Erbakan miadını tamamlamış ve devre dışı bırakılmıştır” şeklindeki arzularınız, bu sinsi korkularınızı ve kıskançlıklarınızı bastırmaya yarayacak mı?
“Bugünü kapsayan revizyon ve kadrolarla yola devam edilmesi gerektiğini söylemek çok basit (kalıyor)”.. Doğru ama “bu kadrolar” kapsamında Erbakan da sayılmakta mı?
O takdirde, yazınızın yarısına kadar, Erbakan Hocanın “tek kişilik ordu ” tanımına uygun yaptığınız üstün özellik ve tespitlerinizle bu temelsiz temenniniz çelişik olmaz mı?
“Erbakan konjüktürel olarak bi-ti-ril-miş-tir” biçiminde heceleyip ayırarak ve üstüne basarak ve dahi içinizi kusarak vurguladığınız ifadeler, sadece sizin suizannınız ve kısır anlayışınız mı?
Yoksa, “Yaşı sekseni geçmiş, işi çoktan bitirmiş” diyen, yani arzu ettiği gibi düşünen, malum ve marazlı kesimlerin, şeytani beklentilerinin bir tercümanlığı mıdır?
Uluorta, Hoca’nın Mehdiyetini konuşup yazanların ve şeytan mantığıyla Erbakan’ı kendilerine mecbur ve mahkum sananların, aynen sizin gibi, önce Milli Görüş hareketini ve liderini uzun uzun övüp, ardından “Haydi Hoca, şu uyuyan ve koynu boş kalan güzeli(Saadet Partisini) artık bize ver” şeklindeki, nefsani beklentilerini böylesine edepsiz biçimde dile getiren kimselerle sizin farkınız; onlar doğrudan “haydi partiyi bize ver” deyip milli damatlıklarını ilan ederken; siz dolaylı olarak “Sen bittin artık, partiyi birilerine bırak ve çekil” diyorsunuz!..
İşte girişinden itibaren, uzun uzun Milli Görüşü öven gerçekleri söyleyen, ama asıl niyetlerini ortaya dökerek; “Saadet Partisini uyuyan güzel bir geline, kendilerini ise vazgeçilmez ve eşine erişilmez bir güveyiye benzeterek” hayasız bir üslup ve pervasız bir ukalalıkla “koynu boş kalan güzelin (Saadet Partisinin) yatağını, haydi Hoca bize ver!. Demeye yeltenen ve üstelik kahpeliklerine hayran oldukları AKP’li döneklere de “hocanın yetiştiği delikanlılar” şeklinde iltifat edip bunların günahını Hoca’ya yükleyen ve kabahatlarını kahramanlık gibi gösteren o yazı:
Uyuyan güzeli uyandırmak; ama nasıl?
Uyuyan güzelden kastımız Saadet Partisi… Saadet Partisi biricik iktidar alternatifi potansiyeli oluşturan siyasi yelpazenin üzerinde mışıl mışıl uyuyan bir güzel adeta… Millî Görüş’ün tek temsilcisi bu parti Erbakan’ın zaman zaman yaptığı çıkışlarla uyanır gibi olup etrafa mahmur gözlerle ölgün bakışlar attıktan sonra yine tatlı uykusuna bıraktığı yerden dalıyor…
Bu dayanılmaz ağır uykunun asıl nedeni yaşam atmosferine hissettirilmeden sızdırılan uyuşturucu etkisi yapan tütsülü hava. Bu yüzden uyuyan güzeli uyandırmadan önce bu zehirlenmiş havayı değiştirebilecek bir pencerenin açılması lazım. Yoksa bir şokla uyandırılacak olsa uyku sersemliği ile bir yerlere çarpıp düşebilir ve telafisiz hasarlara yol açabilir.
Doludizgin bir yerel seçime doğru gitmekte olan şu Türkiye’de Sadece Saadet Partisi’nin söz söyleyebileceği art arda nice gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmeleri Millî Görüş açısından ele alıp değerlendirmek dışında bir yaklaşımla doğru izah edip anlamlandırmanın imkânı da yok. Efsanevi Millî Görüş belediyeciliği de adeta sahipsiz durumda.
Geçtiğimiz 22 Temmuz Genel seçimi, rakiplerini bertaraf eden AKP’nin iktidarını sağlamlaştırıp kökleştirdi. Bu önümüzdeki yerel seçim de iktidar alternatifini belirleyip ortaya çıkarmaya adaydır. Çünkü 22 Temmuz seçiminden bir iktidar alternatifi çıkmadı.
Bu yüzden ne AKP iktidarının kaç ilde belediye alacağı ve ne de iktidar alternatifi olma potansiyeline sahip olmayan diğer herhangi bir partinin alacağı belediye başkanı sayısı önemlidir. Asıl önemli olan iktidar alternatifi olabilecek potansiyele sahip bir partinin kaç ilde belediye başkanlığı kazanacağıdır.
Türkiye’de bu yakın geçmişte tarih ilginç şekilde çok yakın periyotlarla tekerrür ediyor… 1980 öncesi CHP ve AP’nin çok kısa aralıklarla yer değiştirip iktidar ve muhalefet konumuna gelmesine karşın ülkedeki kıtlık, yokluk, kuyruk ve anarşinin azalmayıp aksine artması ve toplumun giderek umutsuzluğa mahkûm olması nedeniyle demokrasi alternatifsiz kalmıştı.
Bu durum Millî Görüş’ün ikinci Partisi Millî Selamet’i kaçınılmaz şekilde alternatif olarak siyasetin ufkuna getirmişti. Önünü perdelemek için tek çare olarak ABD ve içerideki uzantılarınca 12 Eylül 1980 askeri darbesi planlanıp gerçekleştirildi.
Ardından Millî Selamet Partisi’ni kapatmak yetmez, Millî Görüş’ün kökünü kazımak gerekir anlayışı ile hareket edilerek 4 eğilimin birleştirilmesi projesi ile ANAP kurulup iki dönem üst üste iktidar yapılmıştı.
Ancak demokratik rejimin işletilebilmesi için yalnızca iktidar partisi yetmezdi. Ona alternatif olacak iktidar olma potansiyeli taşıyan bir muhalefet partisine de mutlaka gerek vardı.
Bu süreçte sol kesimin oylarını böldükleri için CHP de DSP de alternatif olamadı. Sağ kesimin oylarını da ANAP böldüğü için AP’nin yerine kurulan DYP de iktidar alternatifi olamadı ve bir boşluk doğdu.
Tabiat boşluk kabul etmez kuralı işledi, bu fırsattan yararlanan Millî Görüş’ün 3. Partisi Refah 1995 Genel Seçiminde birincilik ipini göğüsleyerek iktidar alternatifi oldu. Bu sayede Erbakan 54. Hükümeti kurdu.
Dikkatlere sunmak istediğimiz asıl önemli husus, askeri darbeden sonra oyları % 3’e kadar düşen Refah Partisi’nin yükseliş trendine girip ivme kazanmasının, katıldığı 1989 yerel seçimlerinde Konya, Sivas, Van, Şanlıurfa ve Kahramanmaraş il belediyelerini kazanmasıyla başladığı gerçeğidir. Bu yerel seçim de bu bakımdan büyük bir önem taşımaktadır!
Sonra Erbakan başkanlığında kurulan 54. Hükümete karşı yine ABD ve içerideki uzantıları tarafından başlatılan 28 Şubat 1997 post modern sürecinde de yine bu tarihi tekerrür yaşandı. Refah Partisi’ni kapatmak yetmez Millî Görüş’ün kökünü kazımak lazımdır denildi.
Ne var ki bu süreçte sağ ve sol partileri bir araya getirip ancak bir iktidar oluşturabildiler. Böylece kurulan 28 Şubat sürecinin son iktidarı DSP-MHP-ANAP koalisyonu yine bir iktidar alternatifi boşluğu bıraktı.
Sonra hükümet görülmemiş bir başarısızlık gösterip koalisyon partilerinin tümü Kasım 2002 seçiminde baraj altında kalınca Meclis’e giren sadece iki partiden AKP ezici çoğunlukla iktidar, CHP de tek başına muhalefet oldu. Ancak iktidar alternatifi yine oluşamadı.
Çünkü ana muhalefet konumunda olmasına rağmen CHP siyasi zihniyeti gereği bir türlü iktidar olabileceği umudunu veremedi. Nitekim 22 Temmuz genel seçiminde rekoru kolay kırılamayacak milyonluk katılımlı Cumhuriyet Mitingleri ile desteklenmesine ve DSP ile solda ittifak gerçekleştirmesine rağmen asla iktidar olamayacağını gösterdi ve bu gerçeklik tescillendi.
Şu an Meclis’te grubu bulunan diğer iki parti MHP ve DTP de ırkçı yaklaşımları nedeniyle ülkenin her yerinde siyaset yapamayan, deyim yerindeyse politik özürlü partiler olduklarından bugün Meclis’te hala iktidar alternatifi bir partiden söz etmek mümkün değildir.
Daha önce DSP-MHP-ANAP iktidarı alternatifsiz olduğu için AKP bu boşluğu doldurup hızla büyümüştü. Şimdi yine bir iktidar alternatifi boşluğu kendini çok kuvvetli bir şekilde hissettirmektedir. Bu boşluğu doldurabilecek potansiyel siyasi alternatif ise sadece Millî Görüş’tür. Çünkü AKP iktidarı benzeşen diğer siyasi görüşlerin potansiyelini bütünüyle kullanmaktadır.
Saadet Partisi ise bu durumun farkında bile değildir. Erbakan’a yönelik haksızlıkları ne dile getirip büyük bir siyasi kampanyaya dönüştürebiliyor… Ne de Erbakan’ın 40 yıldır dillendirdiği ve bugün en az % 35’lik bir toplumsal taban oluşturmuş bulunan Millî Görüş söylemini dillendirebiliyor…
Kaldı ki Türkiye’de, bölgede ve dünyada olup bitenler Millî Görüş’ü yegâne çözüm noktasına getirdiği için Saadet Partisi en parlak siyasi söyleme sahip tek partidir.
Sadece bir iki örnek verecek olursak Güneydoğu sorunu için tek çözüm Millî Görüş’ün İslam kardeşliğidir; dile getiren yok… Artık gerçekleşmeyeceği hususunda herkesin hemfikir olduğu Avrupa Birliği için tek alternatif Millî Görüş’ün 40 yıldır dile getirdiği İslam Birliği’dir; ağzına alan yok… Kıbrıs’ta tek çözüm KKTC’nin bağımsızlığının tescili ve tanınmasıdır; söyleyen yok… Dedik ya uyuyan güzelin hiçbir şeyi görüp millete anlatacak hali yok. Uyandırmanın da imkânı yok…
Peki, ne olacak şu Türkiye demokrasisinin bu içler acısı hali? İktidara alternatif oluşturamayan bir demokrasi hiç olur mu? AKP iktidarı bu ülkeyi böyle alternatifsiz nereye kadar götürebilir? Siyasetin alternatif çıkaramadığı bir demokraside başka güçler ve unsurlar alternatif olmaya başlamaz mı? Bu da büyük bir tehlike değil midir?
İşte bu yüzden bir gözümüz uyuyan güzelde bir gözümüz Erbakan’da… Haydi diyoruz Hoca… Yüzdün, yüzdün kuyruğuna getirdin… Şu uyuyan güzelin koynuna yine bir Yahudi girerse 40 yıllık emeğine yazık olur. Bugüne kadar yetiştirdiğin delikanlılar tatlı iktidar nimetlerine yönelince muhalefette uyuyan güzelin koynu boş kaldı!”[2]
Sn. www. Haber5.com. Editörü!
Zatıaliniz “saçma buluyoruz” gibi, haksız, dayanaksız ve edep dışı bir tavır sergilediğiniz için Kur’an’ın “cezaen vifaka = muvafık ve münasip karşılık” hikmeti ve ruhsatına uygun olarak bunları söylüyoruz.
Asıl saçmalık ve aklı kısalık; Erbakan Hoca gibi ender ve önder bir şahsiyetin:
•1- Milli mücadelesini, sadece Türkiye’deki masonik düzen ve mahfillerle değil, tüm yeryüzündeki Siyonist merkezlerle yapıp, projelerinin evrensel hedefler taşıdığını…Kısaca, ya bütün dünyaya hakim olacaksınız, veya bir kasabada bile hakikat nizamını uygulayamazsınız..” gerçeğine münasip davrandığını sezememektir.
•2- Böyle bir dehanın, çok uzun süren geçiş ve alt yapı sürecinde yararlanacağı, sade ve sıradan ekiplerle; galibiyet ve hakimiyet dönemine hazırladığı ve sakladığı elemanları ayırdığını ve kayırdığını hiç düşünmemektir.
•3- Ve asıl saçmalık, böyle bir zatın partiye ve teşkilatlara sırf şahsi inat ve ihtiras yüzünden hep sönük ve yüzü basit çıkarlara dönük kişilere verip, sizler gibi çok seçkin ve bilgiç kimseleri dışladığını ve partiyi yeni ve cazip söylem ve projelerle iktidara taşıyacak kesimleri bu hevesinden mahrum bıraktığını zannetmektir.
Haydi yeri gelmişken soralım: Yahu şu orijinal proje ve planlarınızı niye bir türlü ortaya ve koymak ve bizim gibilerini hem utandırmak hem de davamız adına umutlandırmak, hiç mi aklınıza gelmemektedir? Yoksa kuru sıkı sloganlar dışında ilmi, İslami, insani hiçbir yeni ve yeterli plan ve programınız olmadığı için midir?
Bey kardeşim!
İz’an ve insafla söylediğiniz gibi; böylesine dahi bir zekavetin, dava delisi bir şahsiyetin, on yıllar sonrasını hesap ederek proje ve stratejiler geliştiren ve D-8 gibi tarihi atılımlar gerçekleştiren bir liderin; en kritik dönemler ve değişimler için gerekecek, her yönden eğitilmiş ve sadakati test edilmiş kadroları, bir şekilde yetiştirmeyip; hali pür melali herkesçe görülen bu ekiplerle oyalanması, hiçte uygun ve makul düşmüyor… Yoksa, bu taktik: dıştaki Siyonist güçleri ve içteki basit menfaat şebekelerini avutup oyalamaya mı yöneliktir? Acaba önümüzdeki süreç bizim sezemediğimiz ve akıl erdiremediğimiz bazı mutlu gelişmelere mi gebedir? Diye sorulsaydı, bu doğru ve olumlu bir yaklaşım olurdu.
Ama, hem Erbakan Hoca’yı: “Tek başına ve çoğu arkadan bıçaklayan kahpe kadrolarla; Türkiye’de sürekli horlanıp ezilen ve sadece Müslüman çoğunluğu teşkil eden alt kesimi, tutup, siyasetten ticarete, eğitimden kültüre, hemen her şeyimize çöreklenen azgın azınlıkların tekelindeki “üst kademelere” taşıyan; Yani bir nevi ülkenin altını üstüne getirmeyi başaran; böylesine “bilge ve becerikli bir şahsiyet olarak takdim ve taktir etmek, Ama hemen ardından da: “Yakıcı gerçek” diye artık Erbakan’ın pilinin bittiği ve partiyi hevesli yetmelere terk etmesi gerektiği” şeklinde algılanacak beklentiler dillendirmek elbette yanlıştır, yamukluk ahlakıdır, çelişki ve art niyet kokmaktadır.
Sonuç:
Yazınız cenaze merasimindeki, sinsi sevinmesini gizleyen, sun’i övmelere benziyor.. Ve o uzun yazınızın hiçbir yerinde “Hocam” hitabından vazgeçtik, en azından “Erbakan Hoca” bile diyememiş olmanız, edep ayarınızı ve kimyanızı kısmen ortaya koyuyor..
Ama her şeye rağmen, doğru bildiğimiz bu gerçekleri dillendirmeye vesile olduğunuz ve çok önemli tespitlerde bulunduğunuz için de size teşekkür etmemiz gerekiyor ve milli görüş hareketini ve Aziz Liderini bir de bu gözle değerlendirmeniz bekleniyor!..
54. hükümetin başbakanı Erbakan Hocamızın dediği gibi “herhangi bir kimse: (aklen, ruhen ve vicdanen) Malazgirt’te İslam inancının şahlanışını yaşamadan… Kosova’da, Niğbolu’da bir adalet kılıcı olup parlamadan… Ulubatlı Hasan misali sivrisinek gibi gördüğü Bizans oklarına aldırmayıp zafer sancağını dikmek için İstanbul surlarına tırmanmadan… Sultan Fatih olup, “Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul’u” diyerek atını denize doğru sürerek fetih mücahitlerini coşturmadan… Kanuni olup, şanlı ordularıyla Avrupa’yı titretip, Viyana kapılarına dayanmadan… Çanakkale’de Seyit Çavuş olup 250 kiloluk mermiyi “Ya Allah!” diyerek kaldırarak topun namlusuna koymadan… Bir insan, Sakarya’nın, Dumlupınar’ın siperlerine girip yedi düvele meydan okuyarak, devleri hizaya sokmadan… Ve Kıbrıs’ta, karşısında kenetlenen tüm emperyalist ve Siyonist ittifakına rağmen, evinin arka bahçesinde dolaşır gibi, düşman tahkimatları arkasından geçip hedefine ulaşmadan…
Milli Görüşün ne olduğunu anlayamaz!.. Bizim dava aşkımızın ve insanlık sevdamızın semtine yaklaşamaz! Bizim gayemizi ve gayretimizi kavrayamaz”
Bizzat katılan arkadaşlarımızın anlattıklarına göre; bazı SP’li yetkililer il ve ilçelere yaptıkları ziyaret ve sohbetlerde ve hayret verici şekildeki bir benzerlikte, aynı meseleleri aynı bahaneler çerçevesinde dile getirmekteydi. Acaba Haber 5’teki yazıyı hazırlayanlarla bunlar aynı ekipten miydi? Veya her ikisi de aynı marazlı mahfillerin mi güdümündeydi?
Sözün özü, Saadet Partisini, görünüşte Erbakan’a bağlı tanınan, ama gerçekte artık Hoca’yı hiç takmayacak olan ikinci bir “yenilikçi” yetmelere teslim etme ve dolayısıyla Hoca’yı tamamen tesirsiz hale getirme hazırlıklarına hız verilmişti.
Böylece Milli Görüş, sözde AKP’ye karşı duracak, özde ise AKP’nin yedek lastiği gibi davranacak bir parti haline getirilecek; AKP “ılımlı İslam’ı” bunlar “katı İslam’ı!” seslendirecek, ama her ikisi de Siyonist ve emperyalist merkezlere hizmet verecek ve Türkiye küresel köleleşmenin engeli değil, önderi konumuna yükselecekti!?
Ve tabi bu senaryolarla figüranlık yapanlar da sonunda ganimetlerden hisse devşirecekti..
Geveledikleri gerekçeleri de hazır:
Neymiş, “teşkilatlar ve taban böyle istemekteymiş. Artık kesinlikle bir değişim beklenmekteymiş… Böyle olursa, konjüktür de müsaitmiş, seçimlerde silip süpüreceklermiş!..”
Ee madem bu kadar kendinize güveniyorsunuz, o halde ne diye bekliyorsunuz ve Saadet’in oylarına sığınıyorsunuz?!.
Kafanıza göre yeni bir parti kurun.. Yeni ve yeterli projeler ortaya koyun.. Ve şu Erbakan’ın minnetinden de kurtulun.. Haydi sizi görelim, buyurun..
Ama buna yanaşamazsınız. Çünkü boyunuzun ölçüsünü alıp rezil olmaktan kurtulamayacaksınız..
Bu nedenle Erbakan Hoca’nın saygınlığını ve sahip olduklarını istismar etmek, yani hem ekmeğini yemek, hem de hıyanet edip ayrıca rüşvet devşirmek sevdasındasınız..
[1] Ra’d: 7
[2] 09.01.2008 / Başyazı / Elaziz

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Olaylar perde arkasındaki gizli amaçlar hedefler,gizli birliktelikler. Erbakan proje ve sistemlerini hayata geçirecek bir lidere…
Zikr eyle Hakkı her nefes, Allah bes bâki heves, Pes gayriden ümidi kes, Tekrâr-ı zikrullah…
21. yüzyılda hedeflerine ulaşması için, siyonizmin ana vazifesi Akp iktidarını uzun süre ayakta tutmasıdır. Geçen…
Aziz Erbakan Hocamız ın "Akp ve yöneticileri zat'ül hareke(bağımsız hareket edebilen) değildir, bunlar at yarışı…
Gerçeği anlayamayalım diye üstünü örtme gayreti güdenler; ya fiile destek olup organizasyonun içinde olanlar ya…
Aziz Erbakan Hocamızın "bunların arasında fark yok" buyurduğu, Ahmet Akgül hocamızın herkes en net şekilde…
Ya Rabbi, dilimizi zikrine alıştır. Kalbimizi bu bu zikir mutmain olan kalplere kat. Dili döndüğü…
Zikr eyle Hakkı her nefes, Allah bes bâki heves, Pes gayriden ümidi kes, Tekrâr-ı zikrullah…
Özellikle toplum hafızasının sıfır saniyelere yaklaştığı bu günlerde "AKP mütekabiliyet zaafları tarihi" özelliği taşıyan bu…
Zikrullah, yani Allah’ı anmak; gönlü canlandıran, ruhu yükselten bir manevi güçtür. • Zikirle insanın kalbinde…