YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6633d792b0380
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 2
Bugün : 15834
Dün : 24601
Bu ay : 40435
Geçen ay : 737322
Toplam : 23556721
IP'niz : 3.144.127.232

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, önce Kayseri’de, başörtüsü düzenlemesini referanduma götüreceğini söylemişti… Bu AKP’nin ve Tayyip Bey’in elini de güçlendirecekti… Ama ne olduysa birden bire vazgeçti!?.

Kuzey Irak’a yönelik çok başarılı ve göğsümüzü kabartıcı kara harekâtının, sürpriz çekilme tarihiyle ilgili: “anlaşılan sadece Sn. Abdullah Gül’e bilgi verilmişti… Recep T. Erdoğan haberdar edilmemişti… Bu nedenle TV. program çekimi bile değiştirilmişti!?.” denildi.

Genel Kurmay Başkanımızın: “Saati saatine olmayabilir ama, ona da iletilmişti” sözleri, “nezaketen” gibiydi ve bize Başbakan’ı zor durumdan kurtarmaya yönelik gelmişti… Acaba Cumhurbaşkanıyla Başbakan’ın hesapları çatışıyor muydu?

Ve acaba;

Daha önce Amerika’daki Yahudi Lobilerine; Recep T. Erdoğan ve AKP’yi kastederek: “Bunları (lağım) deliğinden aşağı süpürüp atacağınıza, elinize geçmişken tepe tepe kullanın!” Anlamında sözler eden Cüneyt Zapsu Partinin ve Hükümetin başına gelecekleri bildiği için mi, gemiyi ilk terk eden fareler misali, istifa edip gitmişti?!.

“Yaptıkları hıyanet ve nankörlüklere uygun ve denk (muvafık) bir ceza olarak”[1] ayetinde belirtildiği gibi, yoksa adaleti ilahi, dış güçlerin tazyik ve teşvikiyle Milli Görüş’e yönelik tertiplere figüranlık yapan, ikbal ve iktidar hırsıyla davasına ve camiasına kazık atan AKP’li döneklerden şimdi aynı yöntemlerle ve aynı merkezler eliyle intikam mı alıvermekteydi?

Ama bu sefer, döneklerle birlikte, artık dengeler de değişmeliydi, Atatürk’ten sonra, Kemalizm kılığına bürünen gizli masonik düzen de devrilmeliydi…

Milleti tehlike, İslamiyeti tehdit sayan; Avrupa’ya uşaklığı ilericilik, Amerika’ya yanaşmacılığı gelişmişlik sanan; Laiklik diye dinsizliği, demokrasi diye despotizmi dayatan bu köhne ve kahpe zihniyet te, deşifre edilmeli ve çıban deşilmeliydi…

Velhasıl, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının “Laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” iddiasıyla AKP hakkında açtığı kapatma davası çok derin değişimlere gebeydi.. Recep Tayip Erdoğan’ın;

“Türkiye’mizin de içinde bulunduğu 22 İslam ülkesini parçalamayı ve Büyük İsrail İmparatorluğunu kurmayı amaçlayan BOP’un Eşbaşkanlığını yapması” ve yine,

“Egemenliğimizin AB’ye devrine imkan veren anayasa değişikliğinin hazırlanması gibi, geleceğimiz ve güvenliğimiz açısından çok ciddi ve endişe verici suçlardan değil de, başörtüsü gibi, inancımızın ve insan hakkımızın bir gereğine çözüm üretme bahanesiyle dava açan yaklaşımın: ne denli bağımsız, tarafsız ve önyargısız olduğu da böylece bir kez daha tespit ve tescil edilmişti.”

Türkiye’de bazı marazlı kesimler, İslam’a bütünüyle inanan ve samimiyetle yaşamaya çalışan kimselere; “dinci” diyerek küçümsemeye ve irticacı göstermeye gayret etmektedir.

Recep T. Erdoğan Urfa’da:

“Yerle gök, gece ile gündüz, yalanla gerçek, ne denli biribirine aykırı ise, AKP için, “dinci”lik iddiası da işte o kadar yanlıştır” anlamındaki sözleri, el hak doğru bir itiraf ve ifadedir. Çünkü AKP bu vasfını ve davasını, Milli Görüş gömleğini çıkarmakla zaten terk etmiştir.

Ancak, uçurumdan düşerken bile, hala şeytani merkezlere, “ben sizdenim” mesajı vermekle, onlara yaranacağını zannetmektedir. Ve hala bu kapatma davasını bile, hıyanet derecesindeki kabahatlerini örtmeye ve mağduriyet istismarıyla siyasi rant devşirmeye bir vesile edinmektedir.

Ve maalesef hidayet ve feraseti kararanlar, artık önünü bile görememektedir .

AKP Motorunun Şanzımanı dağılıyor muydu?

Koray DÜZGÖREN, Yeni Şafak’ta, bu konudaki endişelerini çok önceden ve şu mealde dile getiriyor ve AKP’yi uyarıyordu:

“5 Kasım’daki Bush zirvesinden sonra Başbakan Erdoğan’ın ‘vites yükselttiğini’ ve yakında Kürt meselesinde ‘kapsamlı’ bir planı gündeme getireceğini bekleyenler arasında, ağır bir hayal kırıklığı yaşanıyor.

Portekiz seferinde Başbakan’ın uçağında yer alıp da böyle bir plandan söz eden arkadaşlarımızın bir kısmı hala umutla beklemeye devam ediyor olsa bile, artık ‘kapsamlı plan’ lafını ağzına alana pek rastlanmıyor.

(Tabii PKK sorununda ve sınır ötesi hareket konusunda ‘paket’ edebiyatı yapanlarda, PKK’yı artık bitirdik” havası atanlarda ve hatta savcıları ‘paketlenen’ PKK liderlerini sorgulamak üzere Kandil’e göndermeye kalkışanlarda henüz bir hareket görülmüyor.!)

Buna karşılık Başbakan’ın son açıklamalarına bakarak Kürt meselesine ilişkin umutsuzluklarını dile getirenlerin sayısı ise her geçen gün artıyor.

Bu umutsuzluk kuşkusuz sadece Kürt meselesiyle ilgili açıklamalardan kaynaklanmıyor.

Sıkıntı, AKP’nin genel olarak Türkiye’nin temel meseleleri karşısında takındığı umursamaz tavrında yatıyor.

Seçmen desteği: Fazlası ile tamam. Yüzde 47 civarında olan genel seçimdeki desteğin yerel seçimlerde yüzde 60’lara çıkması planlanıp pohpohlanıyor.

Sınır ötesi operasyonla birlikte Kürt meselesi üzerinden AKP ile asker arasında (şimdilik) gözle görülür bir uyum seziliyor

Dış destekler; devam ediyor. ABD ile ilişkiler düzeltilmişe benziyor. Hükümetin, sanki AB diye bir meselesi yokmuş gibi davranmasına rağmen, Türkiye’nin tam üyelik nihai hedefi önüne resmi bir engel çıkartılmıyor.

Muhalefet sanki yok. Varmış gibi yapan, AKP’ye dolaylı destek çıkan ve meşruiyet ve mazeret kazandıran iki yedek lastik görevi yapıyor; CHP ve MHP!

Peki öyleyse mesele ne? Niçin AKP bu kadar güçlü olduğu bir sırada verdiği sözleri bile yerine getirmekten özel olarak kaçınan bir görüntü sergiliyor?

Derdi ne AKP’nin? Niçin Kürt meselesini sadece terör ve askeri harekât boyutuna indirgeyip orada duruyor?

Niçin Kürt meselesini çözmek istemiyor? Alevi meselesinde olduğu gibi, niçin meselelerin etrafında dolaşıyor, esasına inmiyor?

Niçin bir 301’inci madde için 2,5 yıl beklemiş olabilir? Niçin diğer yasakların kaldırılması için harekete geçmek istemiyor?

Niçin yargı için kapsamlı bir reform istemiyor?

Niçin devlet içindeki çetelerin üzerine ciddiyet ve cesaretle gitmiyor? Sadece uğraşıyor görüntüsü veriyor?

Bu soruları Murat Belge de bir yazısında soruyordu ve şöyle diyordu:

“Yüzde 50’ye yakın oy alarak iktidara geldiniz. Yıllardır bu toplumun özlediği, beklediği demokratik açılımı yapasınız diye mi verildi bu oylar, yoksa yıllardır o açılımı engelleyenlerle iyi geçinesiniz, kendinizi onlara beğendiresiniz diye mi?

Düşmanlarınızın sizi beğeneceği yok. Onlar olsa olsa, yeni koşullarda yeni strateji üretmek üzere zaman kazanır. Geleceğinizin demokrasiye bağlı olduğunu düşünerek sizi destekleyenlerin de desteğini kaybedersiniz. Olacağı bu.”

Olacağı bu da AKP’nin bu sefer bu oy kaybını hiç dikkate almadığı anlaşılıyor.

Çünkü bütün bu yapmadıklarına rağmen oy oranı artıyorsa niçin bir şeyler yapıp da başını bürokrasiyle ya da başka güçlerle derde soksun?

Yukarıdaki soruların, Belge’nin söylediklerinin yanı sıra mantıklı bir tek cevabı olabilir.

O sıraladığım şeyleri, halkın onca talebine ve bu talepleri yerine getirmek amacıyla verdiği olağanüstü desteğe rağmen yapmamanın bir tek nedeni olabilir.

Bu da, sıralanan problemlere, AKP’nin samimi yaklaşmaması ve o meselelere inanmıyor olması. Yani böyle bir derdinin bulunmaması.

AKP; ne Türkiye’de bir Kürt meselesi olduğuna, ne bir AB meselesi olduğuna, ne başörtüsü gibi özgürlükler meselesi olduğuna, ne bir Alevilik meselesi olduğuna ne de reform yapılacak bir yığın mesele olduğuna inanmıyor olabilir.

AKP’nin bütün hedefi ve hevesi bürokrasiyle uyum içinde iktidarı paylaşmak olabilir.

Bu nedenle özgürlükleri savunuyor görünerek halkın havasını almaya çalışıyor olabilir.

Çünkü, Türkiye’nin meselelerini ve özellikle de Kürt meselesini çözme yolunda hayli kararlı olduğunu söyleye gelenlerden Ali Bayramoğlu da bir yazısında, bu konudaki umutsuzluğunu dile getirmiştir.

O da şöyle bağlamıştı yazısını:

“Biliriz Osmanlı diyarında vites, hızla beş’ten geriye alınır…

Ve bunun yarattığı tahribat oldukça ağırdır…”

Evet, vitesi beşte iken, birden tutup geriye geçirince şanzıman (Motor gücünü tekerlere ileten dişlilerin bulunduğu kutu) dağılır.

Böylece araba yolda kalır. Bu nedenle içinde olduğumuz arabanın vites kutusunun bozuk olduğunu düşünüyorsak, bunu önceden söylemek boynumuz borcu olmalıdır.

Çünkü şanzıman dağıldıktan sonra, “ben tahmin etmiştim” demenin hiçbir yararı dokunmayacaktır!..[2]

“Erdoğan – Gül çatışmasına doğru” mu gidiliyordu?

“Kuzey Irak’ta hemen her gün tuhaf değişimler oluyor. Irak’ın kukla merkezi devleti ile ilişkilerimiz de sorunlu, sıcak takip meselesinde ne olduğu belli değil. Ekonomik ortam da hayli kırılgan noktalara sahip. İşte bu durumdaki Türkiye’nin zirvesinde bulunan iki insanın güç mücadelesine girişmeleri ülkeye büyük zarar verir” diyen Serdar Turgut devam ediyor:

“Sadece hükümete karşı tavır almış olanlarda değil, hükümete sempati ile yaklaşan çevrelerde de kısa zaman içinde Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül’ün açık bir çatışma içine girecekleri korkusu yaşanıyor.

İkisi arasında derinden süren bir anlaşmazlığın olduğu, zaman zaman patlamalar halinde gelen belirli konular hakkında çelişkili açıklamalarla ortaya çıkıyor. Birinin A dediğine diğerinin B demeye eğilimli olduğu bir süredir dikkat çekiyor.

Bu tür konuları bilen ve takip eden çevrelere göre ikisinin arası cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde bozulmaya başladı.

Bunun ötesinde aynı çevreler tarafından Fethullah Gülen cemaatinin ibresinin de Gül’den yana döndürdüğü söyleniyor.

Çatışma sonucu ağır olur

Gül’ün cumhurbaşkanlığı görevi ile yetinmeyerek, “hükümetin alanı” olarak tanımlanan alanlara müdahaleci tavırlar almaya niyetli olduğu da bu değişim sürecindeki güç dengeleri çevresinde yorumlanıyor.

Bir başka önemli olasılık da bize söylendiğine göre; Cumhurbaşkanı Gül, ABD Başkanı Bush ile görüşmek için randevusunu bir ay sonraya ertelenmiş bulunuyor.

Buna da, son Amerika gezisinde Başkan Bush ile randevulu görüşmeyen Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında bir başka anlaşmazlık konusu olacak diye bakılıyor.

İkili arasında bu tür bir anlaşmazlık ortamından bazı çevrelerin mutlu olabileceği kesin ama, böyle olası bir çatışmanın sonucunun hepimize ağır olacağını düşünenler de (haklı görünüyor.).

Türkiye’nin önünde acil çözüm bekleyen vahim problemler duruyor. İran’ı vurmak gibi bir çılgınlık yapması muhtemel olan Amerika, Türkiye ile İran’ın ekonomik işbirliğini mercek altına almış bulunuyor.

Kuzey Irak’ta hemen her gün tuhaf değişimler oluyor. Irak merkezi devleti ile ilişkilerimiz de sorunlu, sıcak takip meselesinin (ve tezkere-operasyon sürecinin) ne olduğu bilinmiyor.

Askerler ‘off the record’ görüşmelerinde birtakım rahatsızlıklar döküyor ortaya.

Ayrıca şimdilik kriz durumu görünmese de ekonomik ortam da hayli kırılgan noktalara sahiptir.

İşte bu durumdaki Türkiye’nin zirvesinde bulunan iki insanın güç mücadelesine girişmeleri ülkeye büyük zarar verir.

“Burada önemli olan, bu kadar vahim sorunları bulunan bir ülkede iki liderin güç mücadelesi nedeniyle ortak aklın oluşmasını engelleyici ortam yaratmalarına mani olmaktır.

Türkiye’nin güçlenmesini ve krizlerden kurtulmasını arzu eden her insan, liderlerinden bunu istiyor ve bekliyor.

Biz de o sessiz çoğunluğun sesini duyurmakla görevliyiz. Bu yazı da bu niyetle yazılmıştır, o kadar…[3] Sözleriyle aslında, halkımızın değil, masonik odakların arzularına tercümanlık yapıyordu.

‘Darbe bekleyen gazeteci deşifre ediliyordu!..

Darbe bekleyen gazeteci kimdi? Köksal Toptan üzerinden geliştirilen senaryo neydi? Doğan Grubu’nun bu yöndeki haberleri neyi hedeflemişti? İşte Şamil Tayyar çok çarpıcı iddialar gündeme getiriyordu:

“Darbe bekleyen o gazeteci

Bir süredir başkentte Meclis Başkanı Köksal Toptan üzerinden geliştirilen bir senaryo var. Senaryo, siyasi iktidarı devre dışı bırakan bir formül içeriyor. Deniyor ki, hükümet, bu anayasa çalışmasını Toptan’a devretsin, o yürütsün. Senaryonun koro halinde dile getirilmesi ise psikolojik harekâtın bir parçası.

Toptan’ın da zaman zaman bu tuzağa düştüğü gözüküyor. Kafası karışık. Beni mazur görsün, nabza göre şerbet veriyor. Yılların tecrübeli siyasetçisinin başkanlık koltuğunda izlediği ‘zikzak siyaseti’ne hayretle bakıyorum.

DTP Grubu’na yaptığı ziyaret sırasında şöyle diyor: ‘Aslında anayasayı bir kurucu meclis hazırlasa daha iyi olurdu.’ Tepkiler olunca açıklama yapıyor: ‘Ben aslında kurucu meclisi bir seçenek olarak söyledim.’

Sivil toplum kuruluşları temsilcileriyle görüşmesinde farklı bir Toptan var: ‘Sivil bir anayasayı yapan bir meclisin başkanı olmaktan onur duyarım.’

Hangi Toptan’a inanacağız?

Daha tehlikeli olanı, Doğan Grubu’nun da bu senaryoda aktif rol alması. Toptan demeçlerine Doğan Grubu gazetelerinde sıkça yer verilmesinin bir sebebi hikmeti varmış. Duyunca hayrete düştüm. Şaşkınlığım senaryonun mahiyetine değildi elbet, bu filmi çok görmüş birisi olarak. Aracı isme hayret ettim.

Doğan Grubu’nun üst düzey bir yöneticisi, bir sivil toplum kuruluşu başkanını arayıp ricada bulunuyor: ‘Sayın Başkan, durum çok kötü. Hükümetle konuşsanız da bu yeni anayasayı Köksal (Toptan) Bey’e bıraksalar. Daha iyi olmaz mı?’

Aynı zamanda grubunun iki numaralı gazetesinde köşe yazan yöneticinin sohbetinden başka ayrıntılar da var. ‘Durum kötü’den kasıt, belli. Demek istiyor ki; Eğer hükümet bu anayasayı yaparsa, muhtıra veya darbeye hazır olun! Bir bildikleri mi var yoksa?

Ankara mütarekesi

Malezya sendromu ve mahalle baskısıyla siyasi iktidarı cendereye sokma girişimlerine paralel olarak sivil toplum kuruluşlarına yapılan bu uyarı, Ertuğrul Özkök’ün 25 Temmuz’da Genelkurmay karargâhına yaptığı ziyaretin bir sonucu olabilir mi? Mesela, kamuoyunun bilmediği bir Ankara Mütarekesi mi var?

‘Hükümet anayasayı bıraksın, darbe olabilir’ uyarısı yapan gazetecinin yazılarını sürekli takip ediyorum. ‘Durum kel, acele gel’ demiyor. Kamuoyunda farklı, kapalı kapılar ardında farklı. Demek, zirveye giden yol bu ahlaktan geçiyor.

Belki de alışmak lazım bunlara. Yine Doğan Grubu’nun başka bir yazarı, cumhurbaşkanlığı seçiminden önce Başbakan Erdoğan’a gidip ‘Gül’ü aday göstermeyin darbe olabilir’ demedi mi? Üstelik bu yazar, demokrasi kahramanı! Yazılarında sürekli cuntacılara çatıyor. Yazılarını ciddiye alsanız, cinnet geçirip Genelkurmay’ın kapısına bile dayanırsınız.

Zaten oldum olası radikal tiplerden hep tırsmışımdır. Kışkırtıcılıkta hep en öndedirler. Zor kapıya dayandığında aradan ilk önce onlar sıvışır. Üniversitede bir arkadaşımız vardı (şimdi ulusalcı cephede savaşıyor) öğrenci eylemlerinde hep ilk sıralardaydı. Onun içinde olduğu her öğrenci toplantısını polis basardı.

O zaman anlam veremezdim, şimdi daha iyi anlıyorum ki, ahlaki zaaf ve menfaat örgüsü, gergef gibi o tarihlerde işlenmeye başlamış.

Daldan dala atladık. Uzatmadan keselim. O gazetecinin kamuoyuna borcu var: Durum neden kötü açıklamalıdır. Hilton projesi yoluna girse durum düzelir mi? Sabah ve atv kendilerine verilse, başka şey isterler mi?

Haydi cevap verin: Durum neden kötü?”[4]

O sıralarda, Başbakan Tayyip Erdoğan, New York’ta ABD’nin en etkin kuruluşlarından olan Dış İlişkiler Konseyi’nde (CFR) konuşup, “Türban, Türkiye Malezya olur mu?, PKK terörü, ABD askerlerinin Türkiye üzerinden tahliyesi” gibi güncel konularda çarpıcı açıklamalarda bulunuyordu.

ABD’li 3 generalin de resmi üniformalı olarak izlediği konuşmada Erdoğan, özetle şunları söyledi: “İslam’ın ılımlısı ılımsızı olmaz. Dinini yaşamak isteyen dinini yaşar. Bizim dinimizde zorlama yoktur. Bizim de devlet olarak görevimiz bunu güvence altına almaktır.”

Laiklik endişesi

“1982 Anayasası’nın gerekçeli maddelerinde laiklik tanımı var, bunu biz parti programımıza aldık. Laiklik konusunda bizim herhangi bir endişemiz yoktur. 82 Anayasası’ndaki tanımı neyse, neredeyse aynısını koyuyoruz. Felaket tellalı çok. Burada bir siyasi, kiliseye gidebiliyor. Türkiye’de de bir siyasetçinin eşi inancının gereği başını örtüyorsa, kimsenin rahatsız olmaması lazım.”

Malezya’yı benzetmesi

“Türkiye Malezya olacak mı, deniliyor. Sayın Holbrooke da bu işin içerisinde. Bunu yazanlar maalesef Malezya’yı tanımıyorlar. Gazetelerde bazı resimleri görünce Malezya’nın genelini öyle sanıyorlar. Bir zamanlar ‘Türkiye İran olacak’ diyenler Türkiye’nin İran olmadığını görünce şimdi de ‘Türkiye Malezya olacak’ demeye başladılar.”

PKK ve terör meselesi

“Hiçbir ülke sınırının hemen yanı başında güvenliğine, toprak bütünlüğüne göz diken bir terör örgütüne göz yumamaz. ABD’nin süratle somut adım atması lazım ama maalesef şu ana kadar somut adım görmedik. Terör olayları Türk halkının sabrını zorlamaktadır, siyasi iktidarın seçeneklerini sınırlamaktadır.”

ABD’nin gönüllü hizmetçisi

(ABD’nin Irak’taki askerlerini Türkiye üzerinden boşaltmasına ilişkin soru üzerine) “ABD’nin ve koalisyon güçlerinin Irak’tan hemen çıkmalarını doğru bulmuyoruz. ABD’nin Irak’ı Türkiye üzerinden boşaltmasına olumlu bakarız. Çünkü stratejik ortağımızdır. Böyle bir talep gelirse değerlendiririz.”

Sözde soykırım hikâyesi ve merkebe gücü yetmeyip semerine efelenmesi

“Ortada belge yokken, kulislerle lobilerle bu kararları çıkartmak, yargısız infaz olmaktadır. Böyle bir yargısız infaza da Türkiye gelemez, kabul edemeyiz. Türkiye üzerinde oyunlar oynanmak istenmektedir.”

Amerikan aleyhtarlığına üzülmesi

“Türkiye’de ciddi bir aleyhtarlık olduğunu biliyoruz. Bunu özellikle, Irak ve Ortadoğu politikaları tetikliyor. Terör örgütü PKK’nın elinde irili ufaklı ABD silahlarının çıkması korkunç bir tepki çekti. Bu konuyu Başkan Bush ile görüşeceğim.”

Sarkozy’nin desteklemesi

“AB’ye halk desteği azaldı. Bunlara rağmen AB’ye tam üyelik mücadelesinde kararlıyız. Kimse Kıbrıs konusunda kusura bakmasın, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs’ın vereceği artık bir şey yoktur.

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Türkiye’nin AB’ye girmesi konusunda kendisinde bir tavır görmedik. Aksine görüşmemizde üyeliğimizi desteklediğini ifade etti” demişti ama, aldatıldığını anlayınca Sarkozy’e sataşmaya başlamıştı.

Murdoch’un Erdoğan’a sürpriz ziyareti

TMSF’nin kontrolündeki Sabah ve ATV’ye talip olduğunu açıklayan basın imparatoru Rupert Murdoch, Başbakan Tayyip Erdoğan’a sürpriz bir ziyarette bulundu. News Corporation’un sahibi Murdoch, dün sabah Başbakan Erdoğan’ın kaldığı Ritz Carlton Oteli’ne geldi. Murdoch’un burada, Başbakan Erdoğan’la görüştüğü öğrenildi. Görüşmede ağırlıklı olarak Sabah ve ATV’nin satışının konuşulduğu öne sürüldü.

Bu arada, New York’ta Başbakan Tayyip Erdoğan’a özel ilgi gösteren Rupert Murdoch’un gazeteleri farklı bir tutum sergiledi. Murdoch’un geçen günlerde satın aldığı ünlü Wall Street Journal, Başbakan Erdoğan’ın temaslarına yer vermedi. Gazete, Erdoğan’ın New York Borsası’nı açışını haber yapmadı.

‘Hahambaşı’nın AKP’yi desteklemesi!?’

BM Genel Kurulu nedeniyle New York’ta bulunan Başbakan Erdoğan, Musevi cemaatine seslendi, Erdoğan, “İstanbul Hahambaşı oyunu bana verdi” diyerek hükümetin Musevilere yakınlığını aktardı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, New York’ta bir araya geldiği Musevi cemaat ve kuruluşlarının temsilcilerine anlamlı mesajlar verdi. Toplantıya 30 civarında önemli Musevi kuruluşun başkan ve temsilcileri katıldı. Toplantı sırasında bir Musevi temsilcisi, “İstanbul’da yaşanan terör olayları sırasında Hahambaşı’nı ziyaretiniz bizi çok duygulandırmıştı. Minnet duyuyoruz” deyince Erdoğan, “Sağolun. Zaten Hahambaşı oyunu bana verdi” diye karşılık verdi. Erdoğan, Musevilere bugüne kadar Türkiye’ye gösterdikleri desteği devam ettirmeleri gerektiğini anlattı.[5]60

Çok değerli ve önemli bir aydınımız Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu: “Menderes Devri Yeniden Yaşanabilir mi? diye soruyordu.

AKP, “Adalet ve Kalkınma” Fırkası’nı ilk kez hükümete getiren seçimden bir gece evvel, Ulusal Kanal’da değerli sunucu Adnan Akfırat Bey’le bir mülâkat yapıyorduk. Seçim zamanları TV’ye çıkmak âdetim yoktur, çünkü milleti oyalamaktan ibâret gündelik konularla değil, uzun süreler (bazıları özellikle 1945’ten beri) devam eden, (aslında 1938’de, Atanın şaibeli ölümüyle harekete geçen M.Ç.) Türkiye’yi derinden tehdit eden temel meselelere eğilirim. O gün de ayrı konulardan bahsediyorduk. Fakat Adnan Bey’in “Yarın ne olacak?” sorusu üzerine şöyle dedim: “Bundan önceki bir iki hükümet zamanında (Ecevit-Bahçeli koalisyonunda) Türkiye için çok tehlikeli işler oldu: Önce tahkim yasası çıktı; devletimizin uluslararası hukukundan büyük tâvizler verildi. Birileri “Kapitülasyon; Atatürkçülük ne oldu?”deyince “Bak, bundan sonra “Atatürk” adını birkaç tören dışında pek duyamayacaksınız” diye hayıflandım. Nitekim öyle de oldu.

Atatürkçülüğün sahtesi

Zâten yavaş yavaş (1953’ten beri) (doğrusu 1938’den itibaren M.Ç.) Atatürkçülüğün de sahtesi mebzul olmuş, o geniş ve derin kavram, “Atatürkçülük = Laiklik = Müslümanlık düşmanlığı” gibi ikisi de müthiş bir yalan olan sahte formüle dönüştürülmüştü. 50 yıldır Atatürk’ün en önemli ilkeleri (eğitimin, dolayısıyla eğitim dilinin millî, (yani Türkçe(!) tabi yürütülmesi), olması, fabrikalarımızın ve madenlerimizin yabancılara verilmemesi, Batı’ya yamanmayıp, dış güçler arasında denge siyaseti güdülmesi, dışarıda kalmış Türklerle (ve dış Türklerle) ilgilenilmesi, gibi prensipler) fütursuzca çiğnenmişti. Seçimden bir önceki üçlü (sağımsı, solumsu, ortamsı) hükümet zamanında ise Türkiye’ye en korkunç darbe gizlice vurulmuş ve Türk topraklarının, yani vatanın tapularının yabancılara gönüllü teslim edilmesine yol açacak yasalar çıkarılmıştı. “Yarın ki (2002’deki) seçimle, dinî baskılardan sıkılmış halkın oylarıyla AKP çoğunlukla getirilecek, hükümeti kuracaklar, T.C.’nin yıkılması, tasfiyesi için kalan son imzaları da onlar atmak durumunda olacaklar.” İşte 2002 seçiminin bir gece öncesi Ulusal Kanal TV’sinde böyle demiş, dışarıda üretilen taktiklerin Menderes devrine de benzediğini söylemiştim. Sonra da Aydınlık’ta o konudaki yazım yayınlandı.

O yazıyı, bugün için geçerliliği artarak devam ettiği için tekrarlıyor, aşağıya alıyorum:

Önce Müslüman’a baskı yaptırma sonra, Mehdi diye istismarcı münafıkların kucağına atma

Önce çok büyük çoğunluğu samimî Müslüman olan halka, lâikliğin teminatı altında olması gereken vicdan hürriyetini, bin yıllık ulusal inanç ve kültür birikimini hiçe sayan ağır baskılar yapıldı. Halk bundan çok bunaldı. Sonra, ‘bu baskıyı kaldırırlar’ beklentisi içinde halk, büyük bir çoğunlukla Demokrat Parti (DP)’yi (Fırka’yı) iktidara getirdi.

Evet; Menderes adıyla özdeşleşen DP gelir gelmez yurdun dört bir yanına câmiler açıldı (ezan aslına uygun okunmaya başlandı). Neden olmasın? Öyle ya. Müslüman ahali isterse câmi yaptırır; Alevî Müslüman halk isterse cem evi yaptırır. Olağan. Amma, şimdilerde pek bol ve devlet desteğiyle olduğunun tersine, Menderes devrinde Hıristiyan’ı olmayan bölgelere kiliseler yaptırılmadı. “Yaptırılmadı” dediysek sıkı durun: Devlet destekli misyoner faaliyetlerinin tohumları, -çaktırmadan-, o zaman atılmaya başlandı.

İngiliz’e sarılmak gibi

Menderes öncesi dönemde, Müslümanlığın ve Müslüman Türk kültürünün âdetâ yasaklanmasından bunalmış olan halk biraz ferahlayınca, Menderes’e “İslâm’ın kurtarıcısı” diye sarıldı. [Ama unutmayalım ki, 1878’de de bir kısım halk, (kendi yönetiminden umudu kesince) başta İstanbul müftüsü olmak üzere İngilizlere “velinimetimiz, İslâm’ın hâmisi, koruyucusu” diye sarılmış (veya öyle gösterilmeye çalışılmıştı) ve hattâ o zat ve bazı “din adamları” İngiliz sefirinin at arabasından atları çözüp kendilerini arabaya koşmuşlardı. Ancak eminim ki, o zamanlar da, aklı başında halk ve aydınlar, bu İngiliz tezgâhları karşısında kendileri büyük bir ıstırap yaşamışlardı.]

Tarihi eserleri ve İslami görüntüleri ortadan kaldırma

Menderes döneminde, bir yandan muhteşem Osmanlı-Türk mimarîsinin taklidinin tekdüze taklidi, ölçü âhenkleri her nesilde biraz daha yozlaşan mimârili (tek tük istisnâlar hâriç) câmiler yaptırılırken, bir yandan da, halkın önceleri pek fark etmediği, sessiz sedâsız derin tahribatlar yapıldı:

1) Osmanlı Türk sanat şaheserleri ve insancıl su kültürünün soyutlaşmış âbideleri “Şehr-i Stânbul” çeşmelerinin muslukları birkaç ay içinde koparıldı, hazneleri tıkandı, sular akmaz olup önleri çöplüğe dönüştürüldü. Amaç her halde, şehrin târihî havasını bozmak, çeşmelerde abdest alınmasını engel olmak ve yabancı Kola’ya hazırlık, meşrubat satışlarını arttırmaktı.

İstanbul’u yeni Bizans yapma

2) Dünyanın gıptasını üzerine çeken, Türk şehirciliğinin en güzel örneği İstanbul’un târihî semtlerinin, meydanlarının orta yerinden otoyollar geçirildi; şehrin âhengi, insanlarının âsûde yaşam tarzı bozuldu; târihî Türk eserleri yolların yan altlarında bırakıldı; bazıları yıkıldı veya çökmeye terk edildi. O ara, birkaç Bizans taşı yol kenarlarına dikildi. Külliyelerin ortasından, dev bir makas atılmış gibi geçirilen “Bizans imparator yolu” ihyâ edilmeye başlandı. Bugün yoğun bir şekilde yürütüle gelmekte olan, Osmanlı Türk şehri İstanbul’u “Yeni Bizans”a dönüştürme tasarısı ve uygulaması, işte o 1950’li yıllarında başladı. [Tüm olanları o dönem DP’lilerinin akıl edip kasten yaptıklarını hiç zannetmiyorum. Bu işler, sonradan da olduğu gibi, her hâlde, mebzulleşen Amerikalı “danışmanlar” ve yerli gizli cemiyetler üyeleri aracılığı ve marifetiyle gerçekleştirilmiştir.]

3) Atatürk’ün milli eğitim temel ilkesinin aksine, ilk kez, İngilizce ile eğitim yapan bir Türk okulu, 1953’te türedi [Bkz. O.Sinanoğlu, “Bye-Bye Türkçe” kitabı, 38. baskı (Mayıs 2007) ve son baskılar ALFA Yayınları, İst.,]. İngiliz, Amerikan güdümlü, bu, Türkleri Küçük Asya’dan silme ameliyesi 1950’lerde hızla yaygınlaştırıldı. Misyoner okullarını örnek alan yerli “kolejler”, “Anatolia Liseleri” Türkiye sathında aldı yürüdü.

Demiryollarını ve tren taşımacılığını bırakma

4) ABD neft (petrol) şirketlerinin karayollarını, araba, otobüs ve kamyonları başlıca ulaştırma araçları olarak oturtmak siyaseti doğrultusunda, Atatürk’ün “demir ağları” rafa kaldırıldı (bugüne dek neredeyse yasaklandı; bir İstanbul-Ankara demiryolunun bile çift hatlı güncelleştirilmesi engellendi). İstanbul’un iki yakasındaki tramvay ağları söküldü; yerine “Reader’s Digest” Amerikan dergisinde, Türklerin ne akıllı olup da “dolmuş”u icat ettikleri pompasıyla, ABD sömürgesi Porto Riko’daki “jitney” keşmekeşi kakışlandı (1950’lerin ilk dolmuşları, Amerikan askerlerinin getirip sattıkları hurda Amerikan arabalarıydı).

Turizm tuzağı ve Milli sanayi baltalama

5) Türkiye’yi CIA güdümlü misyoner etkinlikleriyle ve de devlet katkısıyla Hıristiyanlaştırma etkinliklerinin en önemli ayaklarından olan gezim (turizm) tuzağı gene 1950’lerde başlatıldı. Atatürk’ün Türk Anadolu’yu Selçuk, Osmanlı eserleriyle tanıtmak, ilâveten, eski çağ Hitit, Firik, Lid, ve Lik uygarlıklarını öne çıkarmak siyaseti yerine, Türkiye’nin Yunan/Roma kimliğine büründürülmesi, bunun Gezim (Turizm) ve Kültür Bakanlıkları (bir ara Genel Müdürlükleri) aracılığıyla teşvik edilmesi (kısmen 1940’larda başlamışsa da) 1950’lerde yoğunlaştı. Daha da önemlisi, “İslâm’ın kurtarıcısı” Menderes döneminde, dünya Müslüman halklarının, Türkiye’deki İslâmî eserleri, türbeleri, kutsal emanetleri ziyaretleriyle gezim gelirleri sağlanacağına (Müslüman bir ülkede “inanç gezimi” (“inanç turizmi”)nin böyle olması gerekir (gerçi o zamanlar bu tuzak terim daha icat edilmemişti)), Efes- Meryem Ana- Panaya Kapulu Kilisesi ortaya çıkarılıp bir Hıristiyan hac yeri hâline getirildi. Bu suretle, Türk topraklarının Hıristiyanların olması iddialarına devlet desteği verilmiş oldu; Haçlı kafalı Batılı’nın ekmeğine yağ sürüldü.

Camilerin gölgesinde uydurma yunan adları

6) Bin yıllık coğrafî Türk adlarının kimisi uydurma Yunan adlarına çevrilerek, Türk vatanı sathından Türk kimliğinin silinmesi ihaneti gene 1950’lerde başladı. Bu, halka, “turist gelecek” safsatasıyla yutturuldu. Halk bilmedi ki, bu yoldan “turizm geliri” değil, düşman işgal kuvvetleri gelir.

İşte camilerin gölgesinde gerçekleştirilen nice, nice Haçlı oyunları.

Şu günlerimizdeki [yazı 2002’den bahsediyor] temennimiz odur ki:

Halkımızın teveccühünü kazanmış olan, iyi niyetli, gönül ehli, Müslüman Türk kimlikli önderler, yanlarına takılması mukadder olan ABD’li, IMF’li, AB’li “danışmanların”, ve de yerli işbirlikçi, gizli cemiyet üyesi yabancı muhiplerinin tavsiyelerine kanmasın; Müslüman Türk Halkını bir kez daha sukut-u hayale uğratmasınlar. Akıl+Gönül kanatlarını kullanarak Türk Ulusu’nun, sonra Türk Dünyası ve İslâm Dünyası’nın, sonra da insanlığın yücelmesine vesile olsunlar. İnşallah.[6]


[1] Nebe: 26

[2] Yeni Şafak / 14.01.2008

[3] 28.09.2007 / Serdar Turgut / Akşam

[4] 28.09.2007 / Star

[5] 28.09.2007 / Akşam

[6] 23 Eylül 2007 I Aydınlık

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Halil YAMAN

Halil YAMAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx