(Not: Bu yazı, askerimizin Irak’tan çekilme haberi üzerine hemen kaleme alındı. Ancak dergimizin baskıya verilmiş olması nedeniyle bu sayıya aktarıldı.)
Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, Süper Güç ABD’ye ve işbirlikçilerine rağmen, onların genel çerçevede bekledikleri, ama bilmedikleri bir günde Kuzey Irak’a girmesi ve yine çok sürpriz bir şekilde ve onların tahminlerinden çok daha önce, planlanan hedefleri gerçekleştirip geri çekilmesi; tüm dünyayı ve aklı yatanları büyük bir şaşkınlığa uğratmıştı. Bu şaşkınlık, dostlarda hayranlık, düşmanlarda korku ve kıskançlık uyandırmıştı. Bu olay kahraman Askerimizin ve Milli Türkiye’nin süper güç olduğunun da ispatı ve ilanıydı.
Evet, kara harekatının: genel hatlarıyla değil, ama özel stratejik ayrıntıları bakımından Amerika’dan habersiz başlatıldığı; Bush’tan Gates’e kadar bütün yetkililerin: “Türkiye’yi anlıyoruz ve operasyonu onaylıyoruz, amma, biran evvel çıkmasını istiyoruz..” şeklindeki sızlanmalarından ve yine Genel Kurmayından Dış bakanlarına kadar, Türkiye’nin ayağına koşmalarından anlaşılmaktaydı. Çünkü bu operasyon, PKK’dan öte, işgal ettiği bu bölgenin denetim ve yönetimini elinde tutan Amerika’ya ve Siyonist odaklara karşı yapılmış, süper şeytanların karizması çizilip, gururları kırılmıştı.
Kraldan daha kralcı bazı yerli Amerikan aşıkları ve İsrail uşakları: “ABD’nin baskılarına dayanamayan Genel Kurmay, beklenenden önce, apar topar Irak’tan çıkmak zorunda kaldı” şeklinde yayınlar yapsa da, aslında:
İspanya Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Feliz Sanz Roldan’i Genel Kurmay Karargâhı’nda resmi törenle karşılayan Büyükanıt’ın, ziyarette basın mensuplarının; Gates’in “Türkiye Kuzey Irak’tan en kısa sürede çekilmelidir” sözlerinin hatırlatılması üzerine: “Türkiye 24 yıldır terörle mücadele ediyor. Amerika da yıllardır Afganistan’da terörle mücadele ediyor. Kısa süre izafi bir kavramdır. Bazen bir gün, bazen bir yıl sürebilir.” Şeklindeki cevabında belirttiği “Bir gün” içinde, hem de tam ve sağlam bir zaferle ve önceden planlanıp, tüm istihbarat örgütlerinden ve yerli hainlerden saklanmış bir programın harfiyen uygulanması neticesinde, askerimizin birliklerine çekilmesi, gerçek bir strateji ve taktik başarısıydı.
Erbakan Hoca’nın yıllar önce anlattığı, proje aşamasından deneme uçuşlarına kadar, bazı özel firmalar kanalıyla: nasıl başarılıp ordumuzun hizmetine sunulduğunu ayrıntılarla açıkladığı ve Lübnan saldırısı sırasında İsrail’e karşı kullanılıp Siyonistleri şaşkına ve bozguna uğrattığı da sonradan anlaşıldığı, “Bayraktar” Pilotsuz Casus Uçaklarımızın, bu büyük operasyonlardaki payı da önemli bir yer tutmaktaydı. Yoksa, ABD ve İsrail’in istihbarat desteği, bütünüyle bir palavraydı.
Başbakan’ın Haberi Var mıydı?
“Askerimizin operasyonu bitirme haberi, sadece ABD’yi değil, AKP’yi de şaşırtmıştı. Çünkü başbakan’ın “planlanan hedeflere ulaşıncaya kadar, operasyonlar sürecek ve daha sonra ordumuz çekilecek” anlamında sözler sarf ettiği TV konuşmalarını iptal etmek zorunda kalmıştı.” Şeklindeki bir takım söylentiler; “Ordu TC. hükümetini ve siyasi iradeyi değil, ABD’yi dinlemekte ve onların direktifleriyle hareket etmektedir” havası oluşturmak suretiyle Genel Kurmay’ı yıpratmaya yönelikti. Amerikan taparlar, Siyonist tanrılarına rağmen, Türk Askerinin kazandığı bu başarıları ve bağımsız davranışları bir türlü içlerine sindirememişti. AKP borazanı Kanal 7’nin yalaka haber spikeri, Fehmi Koru’ya: (3 Mart 2008 akşamı)
“Sizce, ABD’nin desteği ve isteği olmadan Türk ordusunun bu harekâtı başlatıp başarması ve bu erken çekilme kararını onlardan alakasız ve bağımsız alması düşünülebilir mi?” Sorusuna daha doğrusu pasına, o şu mealde bir yanıt veriyor ve kendi aklınca gol atıyordu:
“Hayır böyle bir şey asla mümkün değildir. Genel Kurmay Başkanı Büyükanıt’ın çıkışları, tepkileri yatıştırmaya yöneliktir!.”
Böylece, aşağılık psikolojisinin ve kiralık uşaklık ruh halinin en tiksindirici tavırları sergilenmekteydi.
Ilımlı İslamcılardan, çalımlı salon solcularına; Mason Localarından TÜSİAD’cı Baronlarına; Kemalist geçinen sabataist sahtekârlarından, ikinci Cumhuriyet soytarılarına; ama hepsi de; sivil ve siyasi PKK olan DTP’nin ağzıyla, ordumuzu karalama yarışına girmişti.
Düşünmeden edemiyorduk. Bu kadar açık ve pervasız bir hıyanet hürriyetine, acaba başka hangi ülkede izin verilirdi!?
Bütün bunlar, “Kuzey Irak’a girişimiz de, çekilişimiz de, Milli Türkiye’nin inisiyatifindedir” mesajını taşımaktaydı ve zaten Genel Kurmay Başkanımız Büyükanıt Paşa’nın açıklamaları da, bunlara tercümanlıktı.
Efendim “hedeflere ulaşılamadı, tampon bölge oluşturulamadı, bunca zayiatın ve masrafın karşılığı alınamadı” şeklinde, halkımızın kafasını karıştırmaya ve ordumuzu karalamaya yönelik yayınlar kasıtlıydı ve kışkırtıcıydı.
Önce, Fehmi Koru’nun 29 Şubat Kanal 7 haber yorumunda dile getirdiği “Acaba askeri birliklerin tamamı çekildi mi? Bu belli değil!.” Şüpheleri; önemli ve yeterli sayıdaki askerimizin bölgede bırakabileceğini çağrıştırmaktaydı.
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın Hatay’daki:
“Bu konuda Genel Kurmayın açıklamalarına itibar etmek durumundayız. Bu sözlerin altında başka şeyler aramakla bir yere varamayız” şeklindeki sözleri de, bu kesimin ve bağımlı oldukları güçlerin kaygılarını taşımaktaydı.
Ve zaten bazılarınca Kuzey Irak’a girdiği söylenen on bin kadar askerimizden, sadece üç-dört binin döndüğü hesaplanmıştı.
Kaldı ki; “Gidemediğin yer, senin değildir” sözünün zıt anlamıyla “istediğin zaman gidip gelebildiğin her yer senin güdümündedir” gerçeği doğrultusunda, önemli olan işgale kalkışmak değil, kontrol altında tutmaktır. İşte ABD, Irak’ı ve Afganistan’ı işgal etmiş, ama kontrol altına almayı başaramamıştır. Üstelik bu işgaller, Amerika’yı batağa saplatmış ve ekonomik krizlere taşımıştır. Evet, Amerika’nın Irak işgalinin faturası, Clinton dönemi Beyaz Saray Başdanışmanının itirafıyla, tam 3 trilyon doları aşmıştır. Bu korkunç miktar, 13 yıl kadar süren ve hezimetle biten Vietnam savaşı masrafının 1,5 katı, NATO’ya kabulümüz hatırına bizim de katıldığımız Kore savaşının tam iki katından fazladır.
Gurur kaynağımız ve huzur sigortamız kahraman ordumuzun, en çetin kış ortamında ve en zor coğrafi şartlardaki bu süper başarısını küçümsemeye kalkışanlar;
- a) Türkiye’nin PKK görünümlü, Amerika ve İsrail’in desteklediği ve son sistem silahlar yanında teknolojik ve lojistik imkânlar verdiği bir gizli gerilla ordusuyla savaştığını ve kazandığını
- b) PKK’nın yarıdan fazlasının, Suriyeli, Iraklı ve İranlı Kürtlerden ve Ermenilerden oluştuğunu ve Türkiye Kürtlerinin %40’ın altında kaldığını
- c) Kuzey Irak’ta kurulan Fransız, İtalyan ve İsrail hastanelerinin, Merkezi ve Barzani yönetimlerinin kontrolü dışında, yaralı ve hasta PKK’lılara hizmet verildiği, hatta buraların bodrum katlarının üs olarak kullanıldığını
- d) Yani Türk askerinin, PKK ile değil Barbar Batı dünyasıyla çarpıştığını, gözlerden saklamaktadır
- e) En yektin ABD’li strateji uzmanları gerilla savaşında, “1 anarşiste karşı 17 asker kaybı başarı sayılır” derken, bizim 270 teröriste karşı 27 şehidi vermemiz ise, hem ordumuzun yüksek pratik ve psikolojik başarısı, hem de, ancak bir mucize ve ilahi yardım olarak algılanmalıdır.
- f) Bu operasyonun en önemli başarılarından birisi de, tek bir sivilin burnu kanatılmadan PKK’ya büyük bir darbe indirilmesidir. Bu Müslüman Türk’ün adalet ve merhamet seciyesidir. Bu harekâtla, uşaklarının hezimetine misillime yapar gibi, masum Gazze halkına saldıran Siyonist İsrail’in iki günde yüzelliden fazla sivili katletmesi gözler önündedir.
Bu operasyonun başlatılması da, sonuçlandırılması da Genel Kurmayımızın kendi hazırlayıp uyguladığı harekât planları çerçevesindedir. Ancak bu aşamalarda ABD’nin ve AKP’nin muhtemel tepkileri ve bölge dengeleri herhalde gözetilmiştir. Bir takım bilgi alışverişleri elbette gerçekleşmiştir.
Şimdi askeri yetkililer ve stratejistler şu tespitlerimize hak vereceklerdir:
Daha önce, İsmet İnönü ve Süleyman Demirel dönemlerinde, nasıl Kıbrıs’a etkili ve netice verici bir müdahale yapılamamış, bazı horozlanma girişimleri de ABD tarafından hemen bastırılıp geri adım atılmış; bunun için Erbakan Hoca’nın içinde bulunduğu Koalisyon gibi ciddi ve cesaretli bir siyasi iradeye ihtiyaç duyulmuşsa, bugünkü AKP iktidarıyla, PKK’ya ve Kuzey Irak kışkırtmalarına karşı, kalıcı ve caydırıcı sonuçlar doğuracak harekâtların yapılamayacağı da acı bir gerçektir.
Öteden beri, güya devletin ve askerin tabii destekçisi olarak bilinen ve bunu tepe tepe istismar eden CHP ve MHP’nin, ordumuza karşı bu son tavırları ve tafraları, hem bunların gerçek niyetini ve tiyniyetini, hem de ordumuzun bütün milletimizin ortak değeri olduğu gerçeğini açığa çıkarması bakımından da, oldukça önemli bir gelişmedir. Genel Kurmay Başkanlığının ilgili açıklamasındaki: “Bazı siyasilerin askeri hedef alan ve başarılarımızı gölgelemeye çalışan yakışıksız sataşmaları, hainlerden daha çok TSK’ya zarar vermektedir” ifadeleri, Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli’nin buna tepkileri oldukça dikkat çekicidir.
Elbette, sadece askeri yöntemlerle, anarşi belasından kurtulamayacağımızı, bunun yanında ekonomik ve sosyal tedbir ve tedavilerinde mutlaka uygulanmasını savunmaktayız. Bunun çaresi ve çözüm reçetesi de, Erbakan Hoca’nın 40 yıl önce başlattığı:
- Önce ahlak ve maneviyatla birlikte İslam kardeşliği prensibi,
- Sonra yaygın kalkınma ve Milli sanayileşme seferberliğidir.
Bunu da, ne başörtüsü perdesiyle İslam’a savaş açan sapkınların ve ne de, din istismarıyla halkı aldatıp Siyonist ve emperyalist güçlere eşbaşkanlık yapan sahtekârların kesinlikle başaramayacağı artık anlaşılmıştır.
Bu arada, ABD ve özellikle AB yetkililerinin ve yerli kiralık kalemlerin ikide bir “Kürt sorunu için siyasal çözüm” önerilerinin de tam bir tuzak olduğu unutulmamalıdır. Çünkü PKK’yı siyasallaştırıp, DTP eliyle ve demokratik federatif bahanelerle Güneydoğumuzu koparmaya yönelik şeytanlıklara kapılmamalıdır.
Milliyette Derya Sezak’ından 2. cumhuriyetçi kafalara, ılımlı İslamcılardan Leyla Zana’ya kadar, bir sürü zavallının figüranlık yaptığı “Demokratik Özerk Kürdistan” safsatası, aslında Sevr’in yeni bir aşamasıdır.
Amerika’nın Irak sömürge Valisi ve PKK hamisi Celal Talabani’nin, Büyük İsrail Projesinin eşbaşkanlarınca Türkiye’ye davet edilip ağırlanması; Süleymaniye’de başımıza çuval geçiren ABD’li generalin “PKK ile Türkiye masaya oturup anlaşsın” şeklinde küstahlaşması ve dolaylı talimatları da bu endişelerimizi haklı çıkarmaktadır.
Ve zaten, Hürriyet’in Siyonist havarisi Ertuğrul Özkök’ün:
“Kürtler, eyalet sistemi, federatif yapı istiyorlarmış… Bunu tartışmanın ne zararı olacakmış?” (7 Mart 2008) sözleri de bunun başka bir ispatıdır.
Genelkurmay’dan “Yurda Dönüş” Açıklaması Göğsümüzü Kabartmaktaydı;
Kuzey Irak’a yapılan kara harekâtına ilişkin duyuruda, ”Harekâtın başlangıçtaki hedeflerine ulaştığı” vurgulanmıştı.
Açıklamada, ”Harekâtın başlangıç ve bitiş zamanı tamamen askeri gerekçe ve ihtiyaçlara göre tarafımızdan belirlenmiştir. Kaldı ki, bu konuda bazı haberlerin çıktığı gün, harekâta katılan birliklerin bir kısmı başlangıçtaki planlama gereği sınırlarımız içine çekilmiş durumdaydı.” “Türk Silahlı Kuvvetleri, hava koşulları ve aydınlık durumu gibi etkenler dikkate alınarak Terör örgütüne karşı, bir sınır ötesi kara harekâtı başlatmıştır.
Birliklerimiz sınır ötesi dağlık bir bölgede, derin kar ve şiddetli soğuklarda harekâtı başarıyla uygulamışlardır. Görev alan birlikler tamamen komando eğitimli yaya ve uçarbirlikler olup, harekâtta tank, zırhlı ve tekerlekli araçlar kullanılmamıştır.
Harekâtın başından itibaren, manevra birlikleri ve uçaklar tarafından 126 mağara, 290 barınak ve sığınak, 12 komuta merkezi, 11 muhabere tesisi, 6 eğitim tesisi, 23 lojistik tesis, 18 ulaştırma tesisi, 40 hafif silah mevzii ve 59 uçaksavar mevzii kısmen ya da tamamen tahrip edilmiştir. Harekâtın başlangıçtaki hedeflerine ulaştığı değerlendirilmiş; birliklerimiz arazi arama ve taramaları yaparak, 29 Şubat 2008 sabahı itibarıyla yurt içindeki üs bölgelerine dönmüşlerdir. Harekâtın başlangıç ve bitiş zamanı tamamen askeri gerekçe ve ihtiyaçlara göre tarafımızdan belirlenmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu kararına içeriden ya da dışarıdan her hangi bir etki söz konusu değildir. Kaldı ki, bu konuda bazı haberlerin çıktığı gün, harekâta katılan birliklerin bir kısmı başlangıçtaki planlama gereği sınırlarımız içine çekilmiş durumdaydı.
Irak’ın kuzeyi terör örgütünün faaliyetleri açısından bundan sonra da yakından izlenecek ve bu bölgeden Türkiye’ye tehdit yöneltilmesine müsaade edilmeyecektir. Terörle mücadele yurt içi ve yurt dışında kararlılıkla yürütülmeye devam edecektir” deniyordu.
Bakanlar Bile Şaşkındı
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Irak’ın Kuzeyindeki kara harekâtının bittiği haberlerini basın müşavirinden öğrendiğini söylüyordu. Şahin, konuyla ilgili bir bilgisi olmadığını belirterek, “Başbakan ya da Milli Savunma Bakanıyla henüz görüşmedim. Ama bu konuda şunu önerebilirim. Genelkurmay Başkanımız’ın açıklamalarının dikkatle takip edilmesi gerekmektedir” diyordu. Öte yandan İçişleri Bakanı Beşir Atalay ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’ın kuzeyine yönelik düzenlediği kara harekâtının sona erdiği yönündeki iddiaların hatırlatılması üzerine, “Benim söyleyecek bir şeyim yok” cevabını veriyordu.[1]
Sabataist cuntanın (Müslüman sanılan Yahudi dönmezi elit tabakanın), Mason Localarının ve kendilerini ABD ve AB’ye sigortalayan ılımlı İslamcıların, ordumuzu yıpratmak için fırsat kollamalarını anlamakta zorlanmıyoruz. Çünkü bir zamanlar, İstanbul Ziverbey köşkünü, sabataistlerin gizli iktidarına başkaldıran veya taş koymaya çalışan kimselerin, hatta generallerin hesaba çekilip hizaya getirildikleri yer olarak kullanan;
Örneğin Em. Tümgeneral Celil Gürkan’ı, kelepçeletip tek bir hücreye tıkayan ve günlerce hakaretler yağdıran..
Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler’in oğlu Metin Gürler’i bir hafta boyu içeri alıp babasına küfretmek şartıyla Sultanahmet’te serbest bırakan;
Ziverbey Köşküne getirilen Subaylara, solculuk suçlamasıyla Polisler tarafından en olmaz onur kırıcı işkenceler yaptıran masonların, şimdi o şeytani saltanatlarının yıkılması telaşıyla hırçınlaştıklarını biliyoruz.
Sabahattin Önkibar’ın isabetli yorumuyla:
“Bu Harekât TSK’nın Büyüklük Tescili” olmaktaydı.
ABD’ye rağmen.
AB’ye rağmen..
Barzani ve Talabani’ye rağmen.
İşbirlikçi Araplara rağmen.
Ve içerideki malum ‘cephe’ye rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri kara birliklerini K. Irak’a sokarak harekâta başladı. (ve başarıyla sonuçlandırdı. M.Ç.)
Diyeceksiniz ki ABD ve AB destekliyor. (Hayır öyle görünmek zorunda kalıyor.)
Doğru en azından karşı değiller ama, hem Washington’u hem de Brüksel’i o çizgiye taşıyan TSK’nın kararlı tutumu oluyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri eğer kesin tavrını ortaya koymayıp AKP hükümetinin bildik teslimiyetçiliğine endekslenseydi; değil kara, hava harekâtı noktasına bile erişilemezdi.
Evet gelinen nokta TSK’nın K.Irak’taki çıkarlarımız için gerekirse Dünya ile bile savaşırız duruşunun sonucudur. ABD, askerimizdeki bu kararlılığı görmüş ve politika değişikliğine gitmiştir.
Öyle olmasaydı ABD gibi günlük düşünmeyen emperyal bir devlet, bir kaç ay ara ile bu biçimde180 derecelik bir çark edişin içinde olmazdı.
Zerre mübalağasız söyleyebiliriz ki bu kara harekâtı olayı TSK’nın gücü ve caydırıcılığının dünyanın en büyükleri tarafından da tescil edilmesi hadisesidir.
Kuşkusuz çetin kış şartlarında böyle bir harekâtı yapabilmek de büyük olmanın gereğidir, ancak bize göre asıl önemli olan ABD’den AB’ye herkesin TSK’nın taleplerine eyvallah etmeleridir.
Buradan hareketle Silahlı Kuvvetlerimizin Türkiye’nin ebed-müddeti için ne anlama geldiği daha iyi anlaşılıyor.
Kara harekâtının verdiği diğer mesajlar şunlardı:
- 1) ABD TSK’nın kesin kararlılığını görüp 1 Mart tezkeresini unutma sürecine girmiştir.
- 2) ABD işgal ettiği topraklara başka bir ülkenin yani Türkiye’nin müdahalesine izin vererek, işgal bölgesinde yani K.Irak’ta Türkiye ile beraberhareket mecburiyetini göstermiştir.
- 3) ABD bu kabullenme tavrıyla Kerkük’ün Kürtler’e peşkeş çekilmesine yardımcı olamayacağını da kabullenmiştir.
- 4) ABD ve AB’nin kara harekâtına katlanma tavırları, K.Irak’ta konuşulan Bağımsız Kürdistan’ın hemen eşikte olamayacağına da işarettir.
- 5) ABD kara harekâtına rıza göstermenin karşılığında Türkiye’den Irak’ın güvenliğinde ortak hareket etmek ve Afganistan’ın güvenliği için de oraya daha fazla asker gönderilmesini istemesi, günü kurtarmaya yöneliktir.
- 6) ABD Türkiye’den İran’a yapılacak bir müdahalede kendi safında olmasını isteyebilir. ABD kara harekâtına ses çıkarmayarak Mart ayında Türkiye’ye İran için gelecek olan başkan yardımcısı şahin Cheney’nin ziyaretinin önünü açmak ve ona psikolojik zemin hazırlamak istemiş olabilir.
- 7) ABD enerjide Rusya ve İran’la işbirliğine giren Türkiye’yi yanına çekmek ve bölgesel terminal yapmak için K.Irak’ta esnek bir adım atmış olabilir.
- 8) ABD bölgede yeniden palazlanan Rusya’ya karşı Türkiye’yi kaybetmemek için yeni bir açılımı politika yapmış olabilir.
Gelelim kara harekâtının sınırlarına?
Bize göre bu mevsim şartlarında böyle bir harekâta karar verildi ise belli ki bu basit ve sıradan bir gaz alma gösterisi değildir. Dolayısı ile biz bu harekâtla beraber güvenlik hattı dahil pek çok şeyin ihtimal dahilinde olduğu kanaatindeyiz. TSK bu şartlarda böyle bir eyleme imza attıysa, bunun anlamı net ve tektir: “TSK Türkiye’nin güvenliği için her hal ve şartta savaşmaya hazırdır” demektir.
Bakın tarihe, böyle bir ordu dünyada sadece bu millette vardır…”[2]
Babacan Neden İşaret Lambasını Yakmıştı?
Ankara’da yanıtı aranan diğer bir soru, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Moskova yolunda hiç gündemde değilken kara harekâtına neden dikkati çektiğidir… Öyle ya böyle bir soru bile sorulmamış iken adeta K. Irak’ı uyarırcasına konuyu oraya taşıyıp kara harekâtının masada olduğuna dikkat çekmesi belli ki bilinçli bir tutumdu.. Peki Babacan bunu niye mi yaptı? Spekülasyonlar muhtelif: 1) Babacan bu işareti ile kara harekâtında hükümet devre dışı değil demek istemiş olabilir. Bu şekilde son kararı kendilerinin verdiğini kanıtlamak istemiş gibidir. 2) İç ve dış kamuoyuna soğuk duş olmasın ve birden tepki oluşmasın diye, kamuoyunu hazırlamak için söylemiş de olabilir… Kuşkusuz iki amaç güdülerek de o çıkış yapılmış olabilir.. Ancak Babacan’ın o çıkışı kara harekâtı olayının günlük bir tutum olmadığını, konunun perde arkalarının olduğunu göstermektedir…[3] Ama bize göre Ali Babacan’ın bu şüpheli açıklamaları, PKK’lıların kaçmasına ve tedbir almasına yarayan bir talihsizliktir.
Ve yine Ülkemizi Sevr hedefiyle, ama siyasi yöntemlerle parçalamayı kutsal amaç haline getiren Haçlı Avrupa Birliğinin ekonomik ve psikolojik destekleriyle KİOSK gibi programlar yapan Kanal Türk’teki Ceviz Kabuğu programına katılan Hasan Kundakçı Paşa’ya, Hulki Cevizoğlu’nun:
“Askerimizin Kuzey Irak’a yaptığı kara operasyonu sonucu, önceden tarih bildirilmeden, ansızın ve sürpriz biçimde niçin çekildi? Bu bilinseydi ve ilan edilseydi ne zararı olabilirdi?” şeklinde ve “Genel Kurmay, Amerika’nın teklif ve direktifiyle harekâtı, hedefine ulaşmadan terk etmiştir” imasını çağrıştırır biçimdeki soruları
Acaba, halkın kafasında oluşturulan soruların yanıtını bulmayı mı, yoksa şeytana avukatlık yapıp, askeri kurmaylarımız aleyhine başlatılan kasıtlı kampanyaya katkı sağlamayı mı amaçlamıştı?!
Yaşar Büyükanıt Paşa’yı ve diğer komutanları açıkça “saflıkla, kolay kandırılmakla, yersiz ve gereksiz konuşmakla” suçlayıp sataşma yetkisini kimlerden almıştı?
Ve yine aynı programa katılan Yaşar Nuri Öztürk’ün, Genel Kurmay Başkanına saldıran ve psikolojik savaş başlatan CHP ve MHP’yi, defalarca saygıyla anması ve aklamaya çalışması da, safını ve sıfatını yansıtmaktaydı.
Çünkü ne de olsa Deniz Baykal, Yaşar Nuri’nin Moonculuk yoldaşıydı!..
Ve aslında Genel Kurmay Başkanına karşı Deniz Baykal’ın bayrak açması Başörtüsü düzenlemesiyle ilgili sorulara “Bizim görüşümüz bellidir” şeklindeki yanıtıyla; MHP’nin saldırısı ise “PKK Meclis çatısı altındadır” anlamındaki açıklamalarıyla başlamıştı. Yani Irak’tan çekilme bir bahane olarak kullanılmıştı.
Hatırlanacağı üzere, İsmet İnönü mantığıyla, askeri CHP’nin yaveri görme hastalığından kurtulamayan Deniz Baykal, Sn. Büyükanıt’ın başörtüsü meselesinde kendileri gibi milletin inancına saldırmayınca hırçınlaşmış ve “Gölge etmesin başka ihsan istemez” diye çıkışmıştı.
MHP’li Osman Durmuş’ta, yıllarca istismar ettikleri aziz şehitlerin kemiklerini sızlatan bir tutarsızlıkla, ellerini sıkıp sahip çıktıkları DTP’liler için “PKK Meclis çatısı altındadır” diyen Büyükanıt Paşa’yı istifaya çağırmıştı. Ama bizim marazlı medya ve garazlı münafıklar bütün bunları gizleyip, Genel Kurmaya yönelik saldırıların, geri çekilme kararıyla başladığını yaymıştı.
“Bizim muhatabımız ve muhalefetimiz, ordumuza değil, AKP iktidarına karşıdır” diyen sahtekârlar!
Erbakan’a hıyanet edip Milli Görüşü parçalamaları karşılığı Siyonist güçlerce parlatılan Recep T. Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılıp başbakanlık yolunu açan Deniz Baykal olmamış mıydı?
Şimdi PKK avukatı Talabani’yi ağırlayan Abdullah Gül’ü köşke MHP çıkarmamış mıydı?
Velhasıl ordumuzun bu büyük başarısı; Büyükanıt Paşa’mızın CHP ve MHP’nin talihsiz tepkilerine karşı tabii ve tarihi tavrı; ve bu partilerin değil, milletin hizmetinde olduklarının ilanı; dış düşmanlarımız kadar içerideki uşaklarının da ciğerine süngü gibi saplanmıştı.
Bu arada Bekir Coşkun’un uyarıları da kulaklarımızda çınlamaktaydı!
“YABAN güvercinleri” sınırı geçtiler.
İnsanın kulağına telsizlerden yayılan uğultular ve kayalardan seken kurşunların sesleri geliyordu.
Dağlar kar doluydu.
Hava soğuktu, hatta dondurucuydu.
Kaç bin annenin korku ve evham içinde ekranlara baktıkları ve çocukları için dua okudukları anlar yaşanıyordu.
İyi ama PKK (sadece) orada değildi.
PKK kentlerdeydi...
PKK masa başlarında resmi görevdeydi...
PKK devlet koltuklarına yerleşmişti...
PKK belediyelerdeydi...
PKK parlamentoda saygı görmekteydi...
PKK işte orda parti binasında (hizmet, daha doğrusu hezimet vermekteydi)...
PKK hemen gözümüzün önünde, yanı başımızda, karşımızda, içimizde, oramızda, buramızda (elini kolunu sallayarak gezmekteydi. M.Ç.)...
Parlamentodaki geyik derisi koltuklarda otura otura Türkiye Cumhuriyeti’nden maaş alanların PKK’nın siyasi parçası olduğunu bilmeyen var mıydı?
Ki gerektiğinde iktidar partisi onlarla el ele verip, işbirliği bile yapmaktaydı!.
Tüm bu esrarengiz ilişkilerden cesaret alarak daha geçen hafta, Türk bayrağını gönderden indirip üzerinde tepinerek parçalamışlardı.
Hem de devletin gözü önünde yapmışlardı…
Daha beteri:
İşte; askerimizin Kuzey Irak‘a gireceğini YouTube’da, 48 saat önceden herkese duyurmuşlardı. Hem de kaynak olarak, komutanlarımızın özel telefonlarının dinlendiği anlaşılmaktaydı!?.
O zaman asıl düşman sınırın hangi yanındaydı?”[4]
[1] (İHA)
[2] Yeniçağ / 23.02.2008
[3] Yeniçağ / 23.02.2008
[4]Hürriyet / 23.02.2008
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
ERDOĞAN’IN ASİLTÜRK ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
YENİDEN REFAHÇI HADSİZE YANIT
Razıysa halkı ezenden İşçi emekli üzenden Memnun şu bâtıl düzenden Ki Hakka rakip değil mi……
Bunca hikmet,duydun gönül Hak-Batılı, gördün gönül Boşa geçti,koca ömür İbretler,sana değil mi?!.. Zalim taraf,olur isen…
"Savaş değil, barış! Çatışma değil, diyalog! Çifte standart değil, adalet! Üstünlük değil, eşitlik! Sömürü değil,…
Kızıl sular durulacak Çağa mühür vurulacak Adil Düzen kurulacak Mü’minse talip değil mi… Hucurât 15…
İsrail şortu bizden. Su gaz mazotu bizden Meyve Laz otu3 bizden. Gübre azotu bizden Dünya…
İşte milli çözüm Türk ve kürdün Alevi sünminin ve tüm din ve ırktan insanların dünyada…
Şimdi izanla düşünelim ve insafla karar verelim: Ülkemizde Kimileri Atatürk İSTİSMARI, İlke ve İnkılap sentarlığı…
Sabır ister çefakarlık Sadakattir vefakarlık Hak yolunda fedakarlık Milli çözüm soran azdır.
Milli Çözüm; hidayettir, ferasettir, dirayettir! Milli Çözümcüler; seçkin ve nasipli kimselerdir, hidayet, feraset ve dirayet…
Geçmişte ve günümüzde yaşanan tüm olaylar şunu göstermiştir:1. Şeytan ve onun şahaseri siyonizmin elbette öncelikli…