Erbakan Hoca Başörtüsü yasağını kaldıracak anayasa değişikliği ile ilgili olarak 7 ay önce dikkat çekmişti: “Bu AKP’liler, üniversitede başörtüsü yasağını kaldıracağız, bahanesiyle toplum hayatının geri kalan kısmında bu haksız ve dayanaksız zulmü yasal hale getirip yaygınlaştıracaklar.”
Evet AKP ve yedek lastiği MHP, bu girişimleriyle bir zulmü önlemiş olmuyor; tam aksine, bir inanç ve insan hakkını, kızlarımızın ve hanımlarımızın bir kısmına vermek, diğer daha büyük kesimini ise mahrum etmek suretiyle zulmü yasallaştırıp yaygınlaştırıyorlar.
Kendi kafalarına ve siyasi hesaplarına göre, özgürlükleri ve adalet ölçülerini parçalara ayırıp açıkça bölücülük yapıyorlar. Ve şu ayetlerin muhatabı oluyorlar:
“(O hakikat hükümlerini ve hürriyetleri) Kısım kısım ayıran (işine geldiğini uygulayıp, diğerlerini bırakan) kimselere indirdiğimiz azapla onları uyar…
Ki onlar, Kur’an’ı parça parça kıldılar..
Rabbine andolsun ki, onların hepsi, bu yaptıkları (sapıklık ve sahtekârlıktan dolayı) sorgulanacaktır.”[1]
Ey başörtüsünü inkar eden içlerindeki şeytanların avukatları!..
Ve ey başörtüsünü istismar eden Yüce Meclisin münafıkları!..
Unutmayınız ve aklınızı başınıza toplayınız. Çünkü inancın pazarlığı olmaz. İnancın pahası olmaz. İnanç parçalanmaz. Hak ve özgürlükler, sizin lütfu ihsanınız olmadığı için keyfinizce dağıtılmaz!.. Zeki Ceyhan’ın dediği gibi “orta yol formülü” ortamı bulandırmaktan başka işe yaramaz.
“Orta yol formülü” ne oluyor?
AKP ve MHP’nin başörtüsü yasağının ortadan kaldırılması(!) için buldukları çare meğer bir orta yol formülüymüş! AKP sempatizanları böyle diyorlar!
Nasıl oluyor da bu sınırlı özgürlük orta yol formülü oluyor diye fazla kafa yormanıza gerek yok!
Demek ki bir hanım kızımıza orta öğrenim ve çalışma hayatında tanımadıkları özgürlüğü arada bir yerde yani yükseköğretimde tanıyınca haliyle orta yolu bulmuş oluyorlar!
Hayatın başında yasak, ortasında serbest, sonunda yine yasak!
Bu, öyle bir orta yol ki, yükseköğretimde başını örtmek isteyenlere de bir hayli müdahale ediliyor! Başını nasıl örtebileceği adeta satırı satırına tarif ediliyor!
“Başörtüsünün iki ucunu çene altınızda şöyle bir güzel fiyonk yapın” diyorlar!
Eğer başörtüsünü çene altında fiyonk yaparak bağlarsanız başınızı örtmekte özgür olacaksınız, başka bir şekilde bağlamaya kalkışırsanız yine üniversite kapılarında nöbet tutmaya devam edeceksiniz!
AKP ve MHP yöneticileri bu konuda ne kadar samimi olduklarını ispat etmek için birbirleriyle yarışır görünüyorlar!
Bir biri, bir diğeri özgürlüğün sadece yükseköğretim ile sınırlı olduğunu ilan edip duruyorlar!
Sıkıntının sadece yükseköğretimde olduğunu savunuyorlar!
Kamuda çalışanlar arasında böyle bir problem yaşanmadığını iddia ediyorlar!
Demek ki ülkemizde ne tür sıkıntılar çekildiğini görmezden geliyorlar.
AKP ve MHP kafa kafaya verip başörtüsü yasağını ortadan kaldırıyoruz derken ileriki yıllarda başını örtmek isteyen hanımlarımızı bir hayli zorda bırakacak bir eylemin de temellerini atmış oldular!
Maalesef yükseköğretime özgürlük getiriyoruz derken yükseköğretimin öncesi ve sonrasına yasal yasaklar koyduklarını toplumdan gizliyorlar.[2]
Erbakan’ın Sözleri Nasıl ve Niçin Çarpıtılıyor?
Gerçekliği görünür âlemden ibaret sayan modernizmin materyalist olduğunu biliyoruz. Dünyayı pozitif veriler doğrultusunda görebildiği kadar yorumlayan, gerisini de yok sayan bir zihniyetin sanat akımı olarak realizmi; ve natüralizmi doğurmuş ve tutunmuş olması tesadüf değil. Bütün gerçek gördüğünden, duyduğundan ibaret modernizmin.
Sözü literal değerden başka bütün anlamlarından soyutlayan bir anlayışla karşı karşıyayız. İşte Erbakan Hoca’nın sözlerine yüklenen çarpıtıcı anlamlar da bunun göstergesidir:
Meseleyi Nuh Gönültaş gibi birisi bile, şöyle itiraf etmektedir.
“Zaman zaman biz de yazarken bu egemen medyanın bu tür tuzaklarına düşüyoruz. Mesela “Meğer Ergenekon sadece efsane değilmiş” başlıklı son yazımda “Bu operasyonun da Susurluk olayı gibi üstünün kapatılmaması gerektiğini” ifade ederken Erbakan’ın Susurluk için dediği gibi bu operasyona da “Fasa fiso” muamelesi yapılmasın diye yazmıştım. Değerli okuyucularımdan biri beni uyardı: “Bu söz Erbakan’a ait değildir, Erbakan böyle dememiştir” dedi. Hatta o sözün öyle söylenmediğine söylendiği ortamdan da şahit gösterdi. Düşündüm de, bu sözü ben de sadece egemen medyadan okumuş, ona göre yazmıştım.
Peki işin aslı neydi: Necmettin Erbakan başbakanlığı sırasında başbakanlıkta kurmayları ile Susurluk olayı konusunda ciddi adımlar atmak için toplanmışlar. Bu arada toplantıya katılanlardan birisi diyor ki, “Efendim siz bu konuya bu kadar ciddiyetle eğilelim çözelim diyorsunuz ama muhalefet de şöyle şöyle diyor, buna ne dersiniz?” Erbakan “Sen boş ver onları onlar fasa fiso, biz işimize bakalım” diye cevap verir. Cümle budur ama kamuoyuna yansıyan Erbakan’ın Susurluk olayı konusunda “fasa- fiso” dediği şeklinde oldu. Şimdi herkes de öyle biliyor.
Erbakan’a atfedilen şu meşhur “Kanlı mı olacak kansız mı olacak” sözünün nerede nasıl söylendiğine de bizzat şahidim. Bu söz de medya tarafından “İktidarımız kanlı mı olacak kansız mı olacak” biçiminde sunuldu.
Oysa gerçek şuydu: Erbakan başbakanken, Refah Partisi Meclis Grubu’nda konuşuyor. Ben de gazeteci olarak dinleyiciler arasındaydım. Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi: “Refah Partisi’ni iktidardan uzaklaştırma konusunda anlaştılar, ama bu iş kanlı mı olacak kansız mı olacak onu tartışıyorlar.”
Cümle bu. Ama kamuoyuna yansıtılan sadece “Kanlı mı olacak kansız mı” bölümü ve bu bölüme yüklenen mana…” Yani Hoca’nın sözlerini kasıtlı olarak çarpıtıyorlar.
Bu zat, Erbakan Hoca’ya nispet edilen “Rektörler başörtülü kızlara selam duracaklar.” sözünün de bu şekilde bir saptırma olabileceğini ve Hoca’nın bunu aydınlatması gerektiğini söylüyor. Ben bu sözün Hoca tarafından söylenip söylenmemesinden çok anlamı üzerinde durmak istiyorum. Çünkü sözün bağlamına bakmıyor bir kısım insanlar da kelime, anlaşılmak istenen anlamda takdir ediliyor. Tıpkı Hoca’nın sözü gibi… Ne demiş Erbakan Hoca: “Rektörler başörtülü kızlara selam duracak.”
Eğer bir ülkede demokrasi, din ve vicdan özgürlüğü varsa; bir genç kız, o ülkede dini inanç ve düşüncesinden dolayı örtünüyorsa; bin bir meşakkatle kazandığı bir fakülteye ilim, irfan öğrenmeye gitmişse, o ülkenin bilim adamları da kendilerinden bilim öğrenmeye gelen bu genç kızı karşılarında görünce ne yapmalıdır? Kimsenin kılık kıyafetine bakmadan, inançlara, hak ve özgürlüklere saygı göstermelidir, diyeceksiniz. Hoca da tam bunu söylüyor. Şimdi uzun uzun “selam durmak”ın saygıdan doğduğunu da mı anlatalım? Kastedilen bu kadar açık olmasına rağmen ne oldu? Samimiyetle ve seviyeli bir şekilde kendilerinden bilgi öğrenmeye gelen sivil bir kişiye inancından, tercihinden dolayı saygı duymayan profesörler, rektör ve dekanlar, 28 Şubat ve sonrasında asker postalı önünde selam durmakla kalmadılar, hazır ola geçtiler.
Sözün mecazını anlamayan adamlar sadece hukukçular, emekli birtakım kişiler mi? Gazeteciler, aydınlar da aynı kumaştan ve üstelik bu kişiler söz ehli imiş. İşte onun da basit ve bayağı bir örneği Reha Muhtar.
Adamın biri Fatih Sultan Mehmet ile ilgili bir kitap, bir roman yazdı, adı lazım değil. Romanda Fatih’in şiirlerinden hareketle divan şiiri geleneğinin bir mazmunu olarak kullanılan gulam, içki vs.yi tarihsel birikimden ve gelenekten koparıyor vatandaş. Bütün kelimeleri, mazmunları gerçek anlamda yorumlayarak Fatih içki içerdi, sapıktı vs. diyor. Gündem oluşturduğu için haber programında roman yazarının cümlelerini hakikat kabul ederek bir profesörle tartışıyor. Profesör mazmundan, mecazdan, istiareden, başka şairlerden misaller veriyor. Reha Muhtar, tamam, anladım ama diye alıyor sözü ve soruyor: Peki bu yel değirmenin suyu nerden geliyor? Profesör tekrar başlıyor, diyor ki bak kardeşim, bu yel değirmeni, rüzgâr ile çalışıyor, adı üstünde. Ha, tamam, anladım diyor Muhtar, gene soruyor: peki suyu nerden geliyor o zaman?
Türkiye’de bu işler neden böyle, sorusunun cevabı burada yatıyor. Türkiye’de dini de böyle anlıyor gazeteci, bilim adamı etiketi taşıyan amcalar ve teyzeler, hukuku da. Herkes Robinson olmuş. Kimse kimse ile anlaşamıyor, zira anlamak istemiyor.
Sonra da Anayasa’ya açık açık her şeyi yazalım denildiğinde karşı çıkıyorlar. Amcacığım, teyzeciğim sen git, önce OKS’lerin ilk konusu “kelimede gerçek ve mecaz anlam” nedir, öğren gel, sonra konuşalım. Hadi canım, hadi…[3]
Erbakan Kırk Yıldır Anlatıyor!
Şimdi sizlere sunacağımız sözleri, Erbakan Hoca kırk yıl önce söylemişti. Milli kalkınmanın, temel insan haklarının, önce ahlak ve maneviyatın gereğini anlatan bu satırlar kırk yıl değil, kırk asır da geçse, asla önemini ve gerçeğini yitirmeyecek gerçeklerdi.. Masonik odakların ve karanlık medyanın yalanlarına ve kasıtlı yayınlarına aldanan bu Millet, Hoca’ya kulak tıkamanın, Onun haklı ve hayırlı davasına uzak durmanın bedelini çok ağır ödemişti. İşte kırk yıldan fazla bir zaman öncesinde ve çeşitli vasıtalarla anlatılan bu gerçekler, hala terü tazeydi, ve hala en isabetli teşhisler ve kurtuluş reçetesiydi.
“İç barış ve huzurun temeli maneviyatçılıktır”
Hak kuvvetten üstündür!
Nazarımızda; haklı olan zayıf da olsa kuvvetli, haksız olan, kuvvetli de olsa zayıftır ve suçlu muamelesi görecektir.
Devlet-Millet kaynaşması esas prensibimizdir.
“Hedefimiz her memleket evladının kendi kendine düşündüğü zaman “benim ne güze devletim, ne güzel hükümetim var” diye içinde hissetmelidir.
Devlet-Millet kaynaşması için: devlet “memurları ve görevlilerinin millî ve manevî değerlerimize bağlı bulunmaları, kalplerinde tahakküm değil, hizmet aşkının yerleşmiş olması ve devletin vatandaşlarına müşfik, adil, koruyucu ve yol gösterici şekilde davranması gereklidir.
Solcu görüş cemiyeti esas alıp, ferdi feda ettiği için, liberal görüş ferdi esas alıp cemiyeti feda ettiği için ve sömürücü olduğu için, devlet millet kaynaşmasını temin etmeleri mümkün değildir.
Devlet-Millet kaynaşmasını sağlayabilecek tek görüş; Hakk’ın dağıtılması hususunda hiçbir renk dil, din, ırk ve sınıf farkı gözetmeksizin, harp esnasında bile çiğnediği ekinin bedelini, sahibini bularak ödeyen bir milletin evlatları olduğumuzu bilen, hakka riayetin milletimizi nasıl insanlığın efendisi yaptığını idrak eden ve bu şuur içinde hareket eden görüş, Millî Görüştür.”[4]
Manevi Kalkınma İhmal Ediliyor, Başımız Beladan Kurtulmuyor!
Muhterem kardeşlerim; şimdi manevi kalkınma konusundaki hukuki esaslara geliyorum: Anayasanın 10. maddesi; “Devlet, Milletin fertlerinin manevi varlığını geliştirmekle mükelleftir” diyor. Anayasanın. 11. maddesi “Millet fertlerinin, her birisi kendi manevi varlıklarını geliştirme hakkına sahiptir” diyor. Anayasa maddeleri, Anayasanın 10 dan fazla maddesinde genel ahlakın muhafazası tabiri geçiyor. Anayasa ahlakçı ve maneviyatçı bir temel dayanır. Ahlâkçı, maneviyatçı bir Anayasanın geçerli olduğu bir ülkede “Materyalizm” yürütülemez. Maddecilik, inkârcılık yürütülemez. Anayasa devlete bir vazife veriyor, milletin manevi varlığını geliştirmekle mükellefsin diyor. Devlete görev olarak veriyor. Materyalist bir anayasa bir devlete ne böyle bir görev verebilir, ne de bir anayasa devlete bu görevi vermişken, devlet materyalist maddeci bir maarifle yürüyebilir. Yakın vakte kadar maarif anayasaya aykırı olarak maddeciliğe sapmıştır. Avrupa insan hakları beyannamesinin 4. maddesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesinin yine ilgili maddesi “Devletler; milletin evlatlarını, fertlerini okuturken bu evlatları babalarının inançları ve mezhepleri üzerine okutmaya mecburdur” diyor. İnsan hakları beyannamesi devlete bu görevi yüklüyor. Yani, benim evladını var. Kendim gidip mektep kuramam, devlet bir mektep açıp, benim evladımı alıp okuturken benim inancıma aykırı bir inancı çocuğuma aşılamak hakkına sahip değildir. Devletin vazifesi babasının inancı neyse, evladını da o inanç üzerine yetiştirmektir. Bu milletin inançlı evlâtlarım alıp da, onların, inançlarının kökünü kazımak isteyen bir zihniyet insan haklarına da uymaz, Anayasaya da uymaz. Onun için hukuki esasları tespitte zaruret gördüm ve konuşmamızın arasında size bunu ifade ediyorum. Hal böyleyken bugünkü maarifin hali nedir? Bugünkü maarif bu milletin evlatlarının inançlarını muhafazaya; babasının inancı üzerine yetiştirme görevini ifa ediyor mu? Şimdi asıl mühim noktaya geldik, efendim ne istiyorsunuz bugünkü maariften? Bu kadar mektep var. Kitapları da biz basıyoruz, hocaları da var?! Bugünkü maariften ne istiyoruz biliyor musunuz? Niye senin 15 sene okuttuğun çocuk eşkıya oluyor? Bunun hesabını istiyoruz. Bu nasıl bir eğitimdir ki, öğrencileri anarşist, vatan haini, hırsız ve ahlaksız yapıyor? Bombalar, dinamitler sokaklarda, çarşılarda patlamıyor. 15 sene bu maarifte okuyup üniversiteye geçen çocuklar patlatıyor. Ne veriyorsun sen bu çocuklara da; senin eline biz bunu teslim ettiğimiz zaman 15 sene sonra bunlardan hayır çıkmaz oluyor. Hadise budur. Bunun muhasebesini yapmak istiyoruz.”
İşte örnekler: “Niçin manevi kalkınmamızı yapacağız? Bu memleketin insanları fabrikalar içerisinde hangi makinenin arasına bir parça sokayım da bu makineyi kırayım diye düşünen insan olmaması, daha fazla istihsal yapmayı ibadet sayar, bir insan olması için. Bakın geçen hafta Ali ağa rafinerisinde yapılan kanunsuz grev, bir günde 300’milyon liralık zarara sebep olmuştur. Benzin imal ediliyor orada; benzin imal edilen fabrikalar durdurulurken bile içine hava konmuyor. Azotla dolduruluyor ki infilak olmasın. Bunu çok iyi bilen birçok ustabaşları fabrikayı durdururken azotla doldurmak yerine hava ile doldurmaktan çekinmemişlerdir. İnfilak meydana gelmesi karşısında vicdanlarında en ufak bir sızlama hissetmemişlerdir. Bu fabrikanın tam kapasiteye çıkması iki aydan önce mümkün değildir. Onun için, 100 bin ton benzin istihsali kaybettik. Bunu döviz karşılığında dışardan ithal ediyoruz. Yüz milyonlarca dolar sadece bir günlük sabotaj yüzünden uğradığımız zarardır. Diğer yandan İzmit civarındaki bir fabrikada işçilerin kendileri, bizzat kaynak makinesiyle fabrikanın imalat yapan kısmını tahrip etmişlerdir. Aziz Kardeşlerim bu vahşet tabloları bizi uyandırmalıdır. Fabrika yapmak marifet değil o fabrikaların içerisinde ibadet aşkıyla çalışmak marifettir. Onun için, manevi kalkınma maddi kalkınmadan çok daha önemlidir.
Size bir şey duyurmak isterim. Dört sene önce ahlak ve maneviyat bayrağını açtığımız zaman bizzat üniversiteden, profesör arkadaşlarımız gelmiş, bize demişlerdir ki “Bu maneviyat dediğiniz şeyler karın doyurmaz bunların üzerinde fazla durmayın. “Aynı profesör arkadaşlarım bir süre sonra tekrar gelmişler ve aynen şu sözü söylemişlerdir. “Biz vaktiyle size bunu söyledik ama; şimdi mektebe gidip ders veremiyoruz. Ne olursunuz Allah aşkına; şu çocuklarımızı ilk, orta, liselerde dinine bağlı maneviyatlı çocuklar olarak yetiştirin Hoca nedir, vatan millet nedir, tanısınlar. Hangi sıranın arkasından bomba patlayacak, dinamit patlayacak bilemiyoruz. Can emniyetine kavuşmak istiyoruz.” Fabrika sahibi arkadaşlarımız ise o zaman söylediklerinize güldüler. Şimdi gelip yalvarıyorlar.[5]
Batı Manevi Boşluk İçinde Bocalıyor!
Biz Avrupalıların içine düştüğü hataya düşmek istemiyoruz. Onlar fabrika yaptılar, fakat huzur içinde değiller. Çünkü manevi kalkınmalarını yapmadılar. Bu gün Amerika’da 3 Tıbbiye talebesinden biri afyonkeş. Gelmiş, bize siz afyon ekmeyin diyor kendisi çocuklarına sahip olacağına, onların haine düşmemek için manevi kalkınmayı her şeyin üzerinde tutmaya mecburuz. Ağır sanayi güzel, büyük sanayi güzel, milli harp sanayi güzel şey fakat en önde yürüyen bayrağımız önce ahlak ve maneviyat bayrağı olması lazım gelir. Manevi kalkınma hepsinden güzel şeydir. Fabrikada çalışsan ayda 10 bin lira maaş alsan evine geldiğin zaman senin komşun, senin hanımına, kızına kötü gözle bakan olursa saadet bulamazsın. İşte davanın özü, ne olacakta herkes birbirini sevecek. Senin komşunu, senin hanımına, kızına kendi bacısı gibi bakan iyi kalpli insan olacak, asıl mesele buradadır. Onun için önce ahlak ve maneviyat bayrağını niçin açtığımızı şimdi milletimiz daha açık bir şekilde görüyor. Bunları ilk önce orta yere koyduğumuz zaman, bunlar herkesi zorla camiye götürecek, herkese zorla sakal bıraktıracak, herkese zorla peçe taktıracak. Bu fikirler başlangıçta herkese böyle tanıtılmaya kalkışıldı. Ama bunları söyleyen profesör arkadaşlarımız şimdi geliyor bizden rica ediyor ne olursunuz, şu yavrularımızı ilkokulda ortaokulda, lisede dinine imanına, vatanına milletine bağlı çocuklar olarak yetiştirin de üniversitede huzur olsun diyor Fabrika sahibi arkadaşlarımız geliyor, ne olursunuz, bu işçilerimize maneviyat dersi verin, din dersi ahlak dersi verinde fabrikanın içersinde huzurlu çalışalım diyor.
Devletle millet, okulla cami barışmalıdır!
Aziz kardeşlerim millet meclisinde bir kanun teklifimiz var. İmam Hatip mezunu evlatlarımızın ilkokullarda din ve ahlak dersi hocası olsun istiyoruz. Bu konunun ehemmiyeti büyüktür. Balıkesir’in bir köyünde imamlık yapan, öğlen namazım camide imam olarak kıldıran kardeşimiz, okula girsin ve oradaki evlatlarımıza din ve ahlak dersleri öğretsin. Caminin imamıyla, mektebin hocasını birleştirdiğimiz gün biz ne oluruz biliyor musunuz? 1000 yıllık tarihimizdeki gibi gene bir çelik bilek oluruz. Kimse bizim bileğimizi bükemez. Balıkesirli kardeşlerim ilkokullarda 5 milyon yavrumuz var, ortaokul ve liselerde 3,5 milyon evladımız okuyor, üniversitelerde 250.000 gencimiz okuyor. Bu 9 milyonluk büyük kütle yarın için yetişiyor. Bu evlatlarımıza sahip olmaya mecburuz. Bundan dolayıdır ki ilk görevimiz bütün mekteplere ahlak derslerini koymak oldu. Bu dersleri ehil hocaların okutması için yeni adımlar attık. Bu serse ortaokulların son sınıfına liselerin son sınıfına da bu dersleri koyduk. Gelecek sene bunları ikişer saate çıkartacağız. İnşallah önümüzdeki sene bu dersleri çok daha hakikisine yaklaştıracağız. Biz bu derslere çocuklarımıza hakiki ahlak öğretilsin istiyoruz. Bu günkü öğretimde çocuklarımıza akıl, dikkat, zeka konuları inanç ve maneviyattan uzak psikoloji diye okutuluyor. Mektepten çıktıktan sonrada akıllı, dikkatli ve zeki bir banka soyguncusu olup çıkıyor.”
“Milli görüş davası, aslında şekle ve etikete bağlı bir dava değildir. Kalbinde aynı inancı taşıyan, aynı milli ve insani hedefler için yaşayan herkesin, aynı haklara ve sorumluluklara sahip olduğu ve aynı aşkta çalışmak zorunda olduğu bir davadır”[6]
Bizim parolamız: “Artık eskileri bırak eskimeyen yeniye bak!” olacaktır.[7]
Milli Görüş’le Yeni Bir Dönem Başlıyor!
“Maalesef son bir asrın ilk yarısında Müslüman ülkelerin büyük kısmı, temel insan haklarına ve evrensel hak kurallarına aykırı olarak, yabancıların işgal ve istilası altında alındı. Fakat çok şükür ki son elli yıl zarfında, Müslüman ülkeler yaptıkları milli mücadelelerle, bu haksız istilalardan kurtarıldı. Şanlı Türk İstiklal Savaşı bu yeni devrin öncüsü ve başlangıcıydı.”
Ama dış güçler ve işbirlikçiler bu sefer manevi tahribata ve kültür istilasına girişerek, içten yozlaştırma ve yıkma sürecini hızlandırmıştı.
“Mukaddes Kudüs şehri, bir İslam bölgesidir. İnşallah en kısa zamanda kurtarılarak yeniden Müslümanların malı olacaktır.”
“Ortadoğu’da, devamlı barışın korunmasında ilk adım olarak, önce İsrail’in işgal ettiği bütün topraklardan çekilmesini kesin şart olarak görüyoruz.”
“Bu gün yeryüzünde, Filistinlilerden başka, Eritre’de, Keşmir’de, Filipin’lerde, Batı Trakya Bölgesinde ve Doğu Türkistan Ülkesinde ve Dünyanın daha pek çok yerlerinde, Müslümanlara yapılan zulüm, baskı ve işgalleri kınıyoruz. Bu ülkelerdeki Müslümanların her türlü haklarına ve en kısa zamanda kavuşmalarını istiyoruz.”[8]
Ahlaki ve Ailevi Değerler Zayıflıyor, Suçlar Artıyor’
Manevi ve psikolojik temelleri yıkılan, sosyal ve ekonomik yönden de mahrum bırakılan insanlar, suç makinesi haline geliyor.
Ülkemiz Açık Hava Cezaevine Çevriliyor ve Suç Patlaması Yaşanıyor
Cezaevlerinde şu anda 100 bine yakın kişinin bulunduğu milletten gizleniyor.
Bu sayı 1991 yılında 27 bin idi.
1999 yılında 67 bine çıktı.
2007’de 77 bine yükseldi.
Şimdi ise 100 bine dayandı.
Cezaevlerinde bulunanların 3 bini çocuk, 2 bini de kadın.
Son bir yılda cezaevlerine girenlerin sayısı ise ürkütücü; tam 20 bin. Bunların 3 bini geçen ay girmiş cezaevine…
Peki Adalet Bakanlığı‘nın ne yaptığını biliyor musunuz?
Suç işleyenleri artık koyacak yer bulamadığı için yeni cezaevlerinin yapımına hız vermiş. İnsanlar cezaevlerinde üst üste bulundukları ve ayda yaklaşık 3 bin kişi suç işlediği için, cezaevlerinin sayısı hızla artırılıyormuş.
İyi de sormamız ve cevabını bulmamız gereken soru şu değil mi: “Bu kadar insan neden suç işliyor ve niçin ayda 3 bin kişi cezaevlerine girmek zorunda kalıyor?”
Aç mı, açıkta mı kalıyorlar?
Evlerini geçindirebiliyorlar mı, çocuklarını okutabiliyor, şerefli bir hayat sürebilecek asgari imkanları bulabiliyorlar mı?
Suç işleyen insanlarla ilgili araştırma yapılıyor mu, en çok hangi suçlar işleniyor ve kim işliyor sorularına cevap aranıyor mu?
Bu araştırmayı yaptıktan sonra bir şey daha yapılmalı; sonuçları Başbakanın ve diğer yöneticilerin önüne konulmalıdır.
İnsanlar eğer karnını doyurmak için suç işliyorsa, ekonominin gidişatı yeniden gözden geçirilmeli, kağıt üzerinde gözüken iyileşmelerin halka bir türlü yansımadığı gerçeği kabul edilerek yeni çözümler üretilmelidir.
Cezaevleri çeteler, suç örgütleri ve organize şebekelerden geçilmiyorsa, siyasetin toplumla ilişkisi yeniden sorgulanmalı, bu çetelerin içinde niçin bürokrat, güvenlik görevlisi ve siyasetçilerin yer aldığı sorusuna cevap bulunmalıdır.
İhaleye fesat karıştıran, devlet malına el uzatan, yetim hakkı yiyen insanların sayısında patlama yaşanmışsa, bu devletin rant dağıtan devasa bir mekanizma haline geldiğinin göstergesidir. Bir şeyin daha göstergesidir, o da devletin kaynaklarını çarçur eden, peşkeş çeken yapının ve zihniyetin acilen değişmesi gerektiği gerçeğidir.
Cezaevlerinde 100 bine yakın insanın bulunması, aslında hem iktidara hem de topluma çok önemli mesajlar veriyor.
İktidara, işlerin gerçekte kendisinin anlattığı gibi gitmediğini, çok önemli bir toplumsal kırılmanın, zedelenmenin, burkulmanın olduğunu, böyle giderse suçun ülke için birinci tehdit haline geleceğini söylüyor.
Topluma da, kardeşlik, yardımlaşma, birlik/beraberlik duygularımızın yara aldığını, ihtiyacı olanın elinden tutma, yardımına koşma hasletimizin giderek yok olduğunu, onun yerine “altta kalanın canı çıksın, beni ısırmayan yılan bin yaşasın” bencilliğinin ve hoyratlığının aldığını söylüyor.
Cezaevleri gerçeğinden hareketle hem iktidarın hem de toplumun “neler oluyor bize?” diye sorması, dahası silkinip kendine gelmesi lazım. Suçlular için daha fazla cezaevi yapmak yerine, suça giden yolları tıkamak, suçluyu ıslah ederek topluma kazandırmak daha doğru olmaz mı?[9]
[1] Bak: Hicr süresi: Ayet 89-93
[2] 03.02.2008 / Milli Gazete
[3] Milli Gazete / 09 02 2008 / Kamil Yeşil
[4] Düzce Mitingi 1977
[5] Milli Maarif Konferansı
[6] 5 Haziran 1997 seçimleri öncesi aday adayları toplantısı: Çankaya
[7] Anadolu Kalkınması Mitingi 1977- Kırşehir
[8] İstanbul Topkapı Sarayı 7. İslam Ülkeleri Konferansı 13 Mayıs 1976
[9] Milli Gazete / 06 02 2008 / Dr. Abdullah Özkan

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
21. yüzyılda hedeflerine ulaşması için, siyonizmin ana vazifesi Akp iktidarını uzun süre ayakta tutmasıdır. Geçen…
Aziz Erbakan Hocamız ın "Akp ve yöneticileri zat'ül hareke(bağımsız hareket edebilen) değildir, bunlar at yarışı…
Gerçeği anlayamayalım diye üstünü örtme gayreti güdenler; ya fiile destek olup organizasyonun içinde olanlar ya…
Aziz Erbakan Hocamızın "bunların arasında fark yok" buyurduğu, Ahmet Akgül hocamızın herkes en net şekilde…
Ya Rabbi, dilimizi zikrine alıştır. Kalbimizi bu bu zikir mutmain olan kalplere kat. Dili döndüğü…
Zikr eyle Hakkı her nefes, Allah bes bâki heves, Pes gayriden ümidi kes, Tekrâr-ı zikrullah…
Özellikle toplum hafızasının sıfır saniyelere yaklaştığı bu günlerde "AKP mütekabiliyet zaafları tarihi" özelliği taşıyan bu…
Zikrullah, yani Allah’ı anmak; gönlü canlandıran, ruhu yükselten bir manevi güçtür. • Zikirle insanın kalbinde…
Milli Çözüm, yaşam sürdüğümüz şu dünya hayatında gerçekleşen hadiseleri doğru anlamanın ve uyanık kalmanın tüyoları…
Özgür Özel, hapishanede bulunan İBB başkanı Ekrem İmamoğlunun yaptığı mitinglerle sesinini duyurmaya çalışıyormuş gibi görünürken…