YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
670bd715b7717
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 0 4 5
Bugün : 20893
Dün : 34178
Bu ay : 417587
Geçen ay : 1024615
Toplam : 28287627
IP'niz : 44.220.184.63

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

1 Kasım 2015 tekrar seçimleri kazananları da, kayba uğrayanları da şoke etmiştir ve hemen herkes şaşkınlık geçirmektedir. Kamuoyu araştırma şirketlerinden yazar ve yorumcu taifisine kadar her kesim hayretler içindedir. Bu umulmadık sonuçları zafer olarak niteleyenler de, uğradığı hezimeti hala hazmedemeyenler de bilsin ki bu sonuçlar gerçekte kaderin bir cilvesidir. Görünürde ise bir sürü sebep sayılabilir.

Dünyevi çıkarların, suni korku ve kuşkuların esiri yapılan kalabalıklar, eğer manevi direnç melekeleri zayıfsa ve organizeli güven merkezleri de yoksa, bu durumda en güçlü gördükleri tarafa yanaşma eğilimindedir. Tarih boyunca pek çok despotik ve işbirlikçi rejim bu psikolojinin eseridir. İşte 1 Kasım 2015 seçim sonuçları da; imanın, izanın, vicdanın, milli ve manevi duyarlılığın bir zaferi değil, basit çıkarların ve fasit hesapların bir neticesidir. 13 yıldır faiz sistemini yürütüp yerleştirerek Allah ve Peygamberle harp eden (Bakara: 279), Loto, Toto, piyango gibi kumarları meşru hale getirip şeytanlığa hizmet veren (Maide: 90), Haçlı AB’ye girmek için gâvurların her talimatını yerine getirmek suretiyle Yahudi ve Hıristiyan uşaklığını ve münafıklığını gösteren (Maide: 51-52) marazlı bir zihniyetin manevi himmet ve milli bir gayret sonucu zafer kazandığını söylemek, elbette gaflet ve cehalettir. Ve zaten muhalefet partileri de faizci ve AB’ci olduklarına göre, kavgaları sadece rant ve ganimet paylaşımı üzerinedir. Ne yani; %50 AKP, %49,5 de muhalefet, (%0,5 Saadet hariç) toplumun %99,5 hepsi faizciliği, zina serbestliğini, eşcinselliği, Avrupa Birliğine girmeyi caiz ve gerekli görüyor diye bu basit ve fasit yaklaşım doğru, olgun ve onurlu bir kanaat midir? İmana ve İslam’a göre doğru ve yanlışın, helal ve haramın tespiti; Hakkın mı halkın mı, kalabalıkların mı yoksa Kur’an’ın mı elindedir?

Bu seçim sonuçlarından bir ders çıkarmak gerekirse, evet toplum Kürt ırkçılığına da, Türk ırkçılığına da, İslam düşmanlığına da razı değildir. Ve zaten muhalefetin de, sözde Laik Kemalist ve Ulusalcı marjinal kesimlerin de; AKP’nin faizciliğine, zina ve eşcinsellik serbestliğine, milli sanayimizi körletmesine, Avrupa Birlikçiliğine değil de, “okullara Kur’an dersi koymasına, türbana rahatlık sağlamasına” sataşıp durmaları toplumu AKP’nin tuzağına itmiştir. Kendileri fark etmese bile “üst şeytani akıl” böyle istemiştir. Bu üst Şeytani akıl aslında kendi projesi olan AKP’yi şimdi “Kendisiyle, yani dış güçlerle ve Siyonist merkezlerle çatışıyor ve kafa tutuyor görüntüsüyle tekrar iktidara getirmiştir.

Ama hiçbir hadise, hiçbir girişim ve gelişme Allah’ın takdir planı dışında değildir. “Hayrül Makirin=Sonuçları en hayırlı hile ve projelerin sahibi” olan Allah, belki de bildirilen ve beklenen büyük hesaplaşma öncesi, Türkiye’nin zahirde millete dayalı bir hükümete sahip bulunmasını, kışkırtılacak iç karışıklıklarla uğraştırılmamasını ve böylece milli odakların işinin kolaylaştırılmasını murat etmiştir. Yani Rahmani güçler, Şeytani güçlerin tuzağını onların başına geçirecek, onları kendi silahlarıyla devirecektir!?.

Derken, onu (azabı ve yıkımı) kendi vadilerine doğru yönelerek gelen bir bulut şeklinde gördükleri zaman “Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur” demişlerdi. (Zafer ve izzeti İslami cihatta değil, zalim güçlere yaranmakta arayanların boş umutları ve kuruntuları, rahmet zannedilen musibet bulutları gibidir) Hayır, o kendisi için acele ettiğiniz (felaket) olayıdır. (Bu öyle) Bir rüzgârdır ki, (zafer ve bereket sanıldığı halde) onda acı bir azap ve yıkım vardır” (Ahkaf: 24) ayeti bu gerçeği ne güzel haber vermektedir.

Evet, kaçınılmaz olan tarihi hesaplaşma yaşanırken Türkiye’nin içerisinde bir kaos ve karmaşa değil, bir istikrar ve kucaklaşma olması gerekirdi ve takdir bunu gerçekleştirdi. Yani kuvvet ve kudret odağı halk değil Cenabı Hak’tır; doğruların kaynağı ve haklılık dayanağı kalabalıklar ve oy oranı değil, Kur’an’dır!

Bir mü’min asla unutmamalı ve ona göre düşünüp davranmalıdır ki:

1- Sonuçta her türlü kararı veren ve kendi programını yürüten halk değil, Cenabı Hak’tır. Halk kendi cüzi iradesinin ve tercihinin karşılığı günah veya sevap kazanacaktır. Bakınız küçücük bir gezegen olan yerküremizin ve bağlı olduğumuz Güneş Sisteminin de içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisinde 300 milyar kadar yıldız kümesi (Güneş Sistemi) bilinmektedir. Ve yine kâinatta böyle 400 milyar kadar Galaksinin olduğu tespit edilmiştir. Yani bütün dünyamız, yeryüzündeki tüm okyanus ve nehir çevrelerindeki ve bütün çöllerdeki katrilyonlarca kum tanelerinden sadece bir tanesi büyüklüğündedir. Şimdi bir kum tanesi mesabesindeki dünyamızın Türkiye büyüklüğünde meydana gelen bir olayı tahlil ve tahmin etmekteyiz.

2- Kâinatın ve bütün hadisatın (olayların) planını ve programını, bu küçük dünyadaki zayıf, çaresiz ve aciz insanların tercih ve tertipleri değil, Allah’ın iradesi ve takdiri belirlemektedir.

3- Allah’ın vaat ettiği ve müjdelediği kutlu akıbete AKP’nin az oy alması mı, çok oy alması mı hizmet edecektir? Sorusu ve yine bu sonuçlar AKP’lilerin yararına mı zararına mı olacaktır? Konusu bizce bilinmemektedir, ileride görülecektir.

4- İlahi kader ve vaat edilen zafer, bize göre önümüzdeki süreçte meydana gelecektir. Ama Allah katında bu olay zaten kesinleşmiş ve yaşanıp bitmiş vaziyettedir.

5- Allah’ın sünnetinde yani doğal ve toplumsal takdir projesinde hiçbir değiştirme ve erteleme söz konusu değildir. Ne Kur’an’ın hükümlerinde ne Resulüllahın haber ve müjdelerinde ne de Milli Görüş’ün İslam kaynaklı haklı ve hayırlı prensiplerinde, hâşâ bir revizyona gitme, güncelleme ve geciktirme yaşanması muhaldir.

6- Yani Allah’ın kaderi (ezeli takdir, tayin ve taksimi) ve mücahit-müstakim müminlere zafer vaadi, bu seçim sonuçlarından asla etkilenmeyecek, değişikliğe gidilmeyecektir, tam aksine bu süreçte ezeli projenin bir gereği ve neticesidir.

Bu seçim sonuçlarıyla, milletimiz Amerika ve Avrupa’nın Türkiye aleyhindeki müdahalelerine, bağımsızlık ve bekamıza yönelik tehditlerine karşı AKP politikalarını destekleyip, dış güçlere anlamlı bir cevap vermiştir!” yorumları da kof bir iddiadan ibarettir. Çünkü AKP zaten AB’ye girmek için çırpınıvermektedir ve AB’ye girmek, AB’nin eyaleti ve İsrail’in bir vilayeti olmak demektir!Bu gerçekleri gizleyen, hatta tam tersini söyleyen yandaş yazar takımı cüzdanları hatırına vicdanlarını kiralayıvermiştir.

06.10.2014 tarihli STAR Gazetesi’nde “Büyük Türkiye – Büyük Ekonomi” başlıklı aynı yazı hem Nasuhi Güngör hem Yiğit Bulut adına ayrı ayrı çıkıvermiştir. Çünkü bu yazılar Siyonist güdümlü masonik mahfillerde hazırlanıp bu kiralık yazarlar adına servis edilmektedir. Üstelik sonunda koyu bir AKP yandaşı ve Erdoğan yalakası kesilen Nasuhi Güngör, daha önce “Yenilikçi Hareket” kitabını yazıp, AKP’nin ABD tertibiyle, hangi döneklik ve dalaverelerle Milli Görüş’ten ayrıldıklarını yazan birisiydi!

Siyasi basiret için, önce imani feraset lazımdı!

Başbakan Yardımcısı Akdoğan’ın itirafı: Süreci devam ettireceğiz ama… (Yeni kılıf uyduracağız(?)!..)

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, 26’ncı Dönem Milletvekili Genel Seçimleri’nin ardından, gündeme ilişkin değerlendirmeler yapmıştı. Çözüm Süreci’ne ilişkin yaptığı açıklamada Akdoğan, “Devletle görüşülüyor, seçimden sonra başlayacak” diyorlar, böyle bir şey yok. Çözüm süreci bağlamında o noktaya gelebilmemiz için şartların olgunlaşması lazımdır. Sürece çok kötülük yaptılar. Öcalan’ı da diri diri oraya gömmeye uğraştılar. Erdoğan karşıtlığı yapıyor gibi görünüp asıl Öcalan’ı batırmaya çalıştılar” ifadelerini kullanmış ve baklayı ağzından kaçırmıştı.

Yalaka Yalçın Akdoğan, ayrıca çözüm sürecinin devam edebilmesi konusunda gereken şartlar için “‘Çözüm süreci başladı, devam ediyor’ diyebilmemiz için bu süreci zehirleyen faktörlerin tasfiye edilmesi lazım” ifadelerini kullanmıştı. Çözüm sürecinin 7 Haziran seçimlerinden sonra buzdolabından çıkmadığını belirten Akdoğan, NTV canlı yayınında yaptığı açıklamalarda “Bir kere takvimi doğru okumamız lazım. PKK Türkiye’yi terk etmedi ve yapması gerekenleri yapmadı. Daha sonra Kobani olaylarında insanları sokağa döktüler. Süreç o zaman koptu.” diyerek, “Demokratik Özerklik”le başlayıp “Barzani örneği” bağımsız bir yapıya evrilecek olan “Çözüm Süreci’ni” yeniden başlatıp sürdürmek üzere tekrar ve tek başına iktidara taşındıklarını itiraf etmek zorunda kalmıştı. Yani tarikat ve takva(!) mensuplarının, çarşaflı, sarıklı, sakallı dindarların, AKP’yi kendilerinin seçip %50 ile Meclise taşıdıkları iddiaları, zavallı bir zandı!

Şımarıklık ve inatçılık AKP’nin ve Sn. Erdoğan’ın başına yeni belalar açacaktır. Başkanlık hevesi ve Türkiye’nin çözülmesine yol açacak “Çözüm Süreci” inadı, korkarız bunlara pahalıya mal olacaktır. 7 Haziran seçimlerini “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemiyle kazanan HDP, yeni anayasa çalışmaları kapsamında ‘başkanlık’ dâhil tüm modellerin tartışılabileceğini açıklamıştı!

HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, 1 Kasım’ın ardından yeni anayasa yapımının gündeme gelmesiyle demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu bir anayasaya ihtiyaç olduğunu belirterek, “Başkanlık sistemi dahil tüm modeller tartışılabilir. Ancak tek adamlık gibi özgürlüğü kısıtlayıcı bir yapı olmaz!” ‘Başkanlığı tartışmayız, şunu asla tartışmayız’ gibi yaklaşımlar demokratik bir anayasa süreciyle bağdaşmaz. Her şey tartışılabilir. Bilimin ve aklın, dünyadaki değişimin gereği; hiçbir şey kutsallaştırılmadan tartışmaya açılabilir” şeklinde konuşan HDP sözcüsü için “çark ettiler” diyenler yanılmaktaydı. Çünkü HDP, çözüm sürecinin mimarı AKP’ye payanda olmak üzere ortaya çıkarılmıştı.

“Seçim sonuçları aydınlıktan korkanları öfkelendirdi” başlıklı yazısında: “Toplumun istikrar ve güven arayışını yansıtan seçim sonuçlarını kabullenmek yerine, seçmenleri aşağılayan aymazlara aldırmayın. Sonuçta Eflatun da bu coğrafyanın bir insanı değil midir? Ne demiş Milat’tan 350 yıl önce? “Karanlıktan korkan bir çocuğu anlayabiliriz. Ancak hayatın asıl trajedisi, aydınlıktan korkan insanların varlığıdır.” Demokrasinin aydınlanmasını genel seçimler sağlar… Ama sözünü ettiğimiz aymazlar, bu çağda da aydınlıktan korkanları temsil ederler.”diyen Sabataist Mehmet Barlas’ın bu koyu AKP yandaşlığı, anlayana çok şey anlatmaktaydı.

Medya köşesinde “İktidar iyi bir şey yaptığı zaman, bütün kalbimle destekleyeceğim” itirafını yaparak olay olan Ertuğrul Özkök Seçim akşamı CNN Türk canlı yayında, “Birlikte yeni bir çizgi çekelim. Geride kalanlara bakmayalım” çağrısı yapmıştı. Özkök’teki bu değişim sonrası kendisine yönelen “kıvırtıyor” eleştirilerine “Seçimin galibi bile özeleştiri yapıyorsa biz yapmayacak mıyız” başlıklı yazısıyla yanıtlamıştı. Çünkü Özkök sadece rolünün gereğini yapmıştı. AKP ile temelde sorunları bulunmamaktaydı. Evet, Ertuğrul Özkök’ün AKP’ye “Fabrika ayarlarına geri dön!”çağrısı, “Kimlerin projesi ve hizmetçisi olduğunu unutma, sana izin verilen din istismarındaki rolüne fazla kapılıp, patronlarının canını sıkma!” uyarısıydı. Çünkü Ertuğrul Özkök’le Mehmet Barlas’ı farklı ve aykırı mihrakların adamları sanmak, ahmaklıktı!..

MAH (MİT) CIA’nın ve Avrupa istihbaratlarının güdümüne alınmıştı!

Milli Emniyet Hizmetleri (MEH)/Milli Amele (Emeller) Hizmetleri (MAH) yani MEH/MAH 1926 yılında teşkilatlanmıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra önce Nazi istihbarat servisi ABWEHR’in şemsiyesi altında çalışan MAH İkinci Dünya Savaşı sonrasında, başta CIA olmak üzere Batılı istihbarat teşkilatlarının güdümüne alınmıştı. Böylece “Milli” olma niteliği lafta kalmış, maaşlarını bile batılılar ödemeye başlamıştı. Bu rezalet mahkeme belgelerine bile yansımıştı: AKP kurmaylarının idolü Adnan Menderes’in Müsteşarı Ahmet Salih Korur, Yassıada Mahkemesi’ndeki Örtülü Ödenek davasının 22 Aralık tarihindeki gizli oturumunda, MAH’ın CIA’den ayda 100 bin lira, İngiliz MI6’dan 40 bin lira, Fransa’dan 8 bin lira, İtalya’dan da 4 bin lira aldığını ve bu paralarla “memur maaşlarının ödendiğini” açıklamıştı. Peki, bu maaşlar karşılığında MAH’ın (eski MİT’in) verdiği hizmet ne olmaktaydı? Her şeyden önce MAH görevlileri günün herhangi bir saatinde CIA Türkiye İstasyonuna çağrılmakta ve kendilerine görevleri aktarılmaktaydı. CIA işi öyle ilerletmişti ki, Emniyet Genel Müdürlüğünde irtibat bürosu bile açmıştı.” MAH-MİT artık ABD ve Batılı dostlarımızın çıkarlarını zedeleyebilecek her türlü girişim ve gelişmeyi engelleyebilmek için ortak operasyonlara katılmaktaydı. Sovyetler Birliği’ne ajanlar, provakatörler yollanmaktaydı. ABD ve İngiliz istihbarat servisleri Türkiye içinde işi iyice azıtmışlardı; Türk vatandaşlarını polis, jandarma ya da MAH’a sormadan gözaltına alıyorlardı. Onları günlerce sorguluyor, falakaya bile yatırıyorlardı; hem de Emniyet Genel Müdürlüğü içindeki irtibat bürolarında bunları yapıyorlardı. Türk polisinin ve MİT’in haberi dahi olmamaktaydı.

Yassıada’da ifade veren A. Salih Korur “Ortak hizmet giderleri olarak işe başladık. Daha önceden belirlenmiş bir para değil de yapılan hizmete göre ödenen bir para söz konusuydu. İran sınırında bir Kürt harekâtını ortak izliyoruz; bunun masrafı 15 bin liradır; yarısını CIA’den alıyoruz… Ha bana Amerikalılardan MAH (MİT) için ne kadar aldın? diye sorarsanız, kendi imzamla 1.5 milyon lira aldım… Batum’a sürekli casus yollardık CIA hesabına çalışırlardı. Lübnan’da, Suriye’de, Cezayir’de operasyonlar yapardık. Hep CIA adına katılırdık. Ha bunlar onaylanabilir mi? Asla! Milli kimliğimizi yitirdik” diyerek Milli İstihbarat kurumunun nasıl da bir bataklığa gömüldüğünü açık açık anlatmıştı.

Şimdi Star yazarına ve diğer iktidar yalakalarına soralım: Hakan Fidan başkanlığında ve AKP iktidarında MİT, gerçekten Milli, etkili ve bağımsız bir yapıya mı çevrilmiş bulunmaktaydı, yoksa her fırsatta devamı olduklarını ve siyasi mirasına konduklarını(!) vurguladıkları Adnan Menderes dönemine benzer bir durumda mıydı?

AKP’ye oy vermek, İsrail’in işini kolaylaştırmaktır!

Irak’ın üçe bölünmesi planı ve AKP’nin hizmetkârlığı!

Irak işgalinin bir sonucu olarak ortaya çıkan sözde Kürt devleti (İkinci İsrail) Irak’taki etnik ve dinsel bölünme operasyonuyla birlikte yürütülen bir Siyonist projedir. Kürtler, Kerkük’ü kontrol altına alarak İsrail hesabına hareket etmektedir. Ülkeyi mevcut mezhep gerginlikleri ve terör saldırılarından öteye, bir iç savaşa taşıyan bu yeni gelişmeler, akıllara yıllardır dile dolanan “Irak’ın üçe bölünmesi projesini” getirmektedir. Bu konuyu ciddi anlamda gündeme getiren ilk isimlerden biri ABD Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Joe Biden’dir. Biden, Mayıs 2006’da New York Times için kaleme aldığı makalesinde Irak işgali sonrası oluşan ortamdan çıkış yolunu, ülkenin batıda Sünni, güneyde Şii, kuzeyde ise Kürt ekseninde olmak üzere üç bölgeye ayrılması olarak göstermiştir. Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması İsrail’in bölgede giderek güçlenmesi için gereklidir.

AKP E. Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Financial Times Gazetesi’ne son gelişmeler ışığında Irak’ta bir Kürt devleti oluşumu hakkında röportaj vermiştir. Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması ihtimalinin devlet erkini eskiden olduğu gibi rahatsız etmediğini ve bazı şeylerin değiştiğini söylemiştir. Hüseyin Çelik, “Eğer Irak bölünürse ki bu kaçınılmaz görünüyor; onlar bizim kardeşimizdir” sözleriyle açık ve net, Kürt devletine evet demiştir. Bugün AKP Hükümeti’nin petrol ve dış politika ortağı Barzani yönetimidir. Hani Türkiye için Irak’ın toprak bütünlüğü öncelik ve temel ilkeydi? Daha önce Irak’ın toprak bütünlüğünün önemine sık sık işaret eden AKP, bu açıklamalardan niye çark etmiştir? Önce şiddetle karşı çıktığı Barzani Kürdistanını ardından resmen tanıyan AKP’nin, sonunda Suriye Kürdistanını (PYD’yi) tanımayacağının garantisi nedir?

Petrol ortakları AKP Hükümeti’ne sırtını dayayarak Bağdat’a kafa tutan Barzani, Türkiye’nin desteğini sağlayabilmek için Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilen ihalelerde Türk şirketlere öncelik vermektedir. Köprüyü geçene kadar Türkiye’ye göz kırpan Barzani, iyice güçlendiğinde bugün Bağdat’a yaptığını hiç şüpheniz olmasın Ankara’ya yapmaktan çekinmeyecektir. Kerkük-Hayfa arasında daha önce var olan petrol boru hattının yeniden faaliyete geçirilmesi halinde, Irak petrollerini Akdeniz’e taşıyan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının devre dışı kalacağı kesindir. Elbette Barzani yönetimi Türkiye’yi değil, İsrail’i tercih edecektir.

Kürtlere bağımsızlık yolunu açan kanunları AKP imzalamıştır!

Self Determinasyon (Halkların kendi kaderini tayin hakkı) kavramı, hangi anlam ve amacı taşımaktadır? Self Determinasyon, Batılıların etkisizleştirmek ve sömürmek istedikleri ülkeleri etnik temelli parçalamak üzere uydurdukları bir “bölünme aşaması”dır. Toprak bütünlüğümüzü, milli birlik ve dirliğimizi dağıtmayı amaçlayan Şeytani bir plandır. Bu plan Siyonist mihrakların güdümündeki uluslararası hukukta şöyle tanımlanmıştır: Yeni bir devlet kurma yolunda, toprak iddiaları bulunan kesimlerin, egemen devletten ayrılma ve bağımsızlık kazanma arayışında; bir referandumla bölge halkının tercihinin sorulması ve çıkan sonuçların demokratik bir saygıyla karşılanması ve razı olunmasıdır. Mevcut egemen devletin böyle bir ayrılığa yanaşmaması ve referandum sonuçlarını tanımaması durumunda, Birleşmiş Milletlerin uluslararası askeri ittifakla, o ülkeye müdahale etme hakkı ve yetkisi bile, Self Determinasyon’la ilgili sözde hukuk kapsamındadır.

Irak’ın Petrol yataklarını ele geçirmek için, 2003 baharında insanlık, doğanın güzelliklerinin tadını çıkarmaya hazırlanırken talihsiz Irak halkı, dünya tarihinin en büyük emperyalist güçleri olan Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin saldırı ve işgallerine maruz kalmıştı. Demokrasi ve özgürlük vaadi ile Irak’a saldırılmış, ama “Demokrasi ve özgürlük” oyununun her sahnesinde, insanlık adına yüz kızartıcı olaylar yaşanmıştı. Bu toprakları, mazlum insanların kan ve gözyaşları ile sulayanlar, Okyanus ötesinde hazırlanan ve yirmi iki ülkenin sınırlarını değiştirmeyi amaçlayan Büyük Ortadoğu Projesini bu coğrafyada adım adım uygulamaya başlamışlardı. Daha sonra dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair de Irak’ı işgal için Saddam’a yönelik yalanlarını itiraf etmek zorunda kalacaktı.

Saddam’ı petrol için devirdik” itirafları

ABD Eski Dışişleri Bakanı James Baker, 2003 Haziran’ında Mısırlı gazeteci-yazar Cihan El-Tahri’ye verdiği demeçte: “Körfez’in enerji rezervlerine ulaşmayı güvence altına alacak bir politika planladık. Çünkü bu olmazsa, Amerikan ekonomisi sarsılacaktı. Ekonomi sarsılırsa insanlar işlerini kaybedecek, insanlar işsiz kalırsa, yönetimler de siyasal desteklerini yitirmiş olacaktı. Saddam’ın Körfez’deki enerji kaynaklarını ele geçirmesine seyirci kalsaydık, bu dediklerimin hepsi olacaktı. Birinci Körfez Savaşı’nın da gerçek nedeni bu, ikincisinin de!” diyerek gerçekleri kusacaktı.

Amerikan ekonomisini tam 18 yıl boyunca yöneten Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan, “Türbülans Yılları: Yeni Bir Dünyada Maceralar” isimli kitabında Irak’ın işgal gerekçesini: “Herkesin adı gibi bildiği ama bir türlü kabul etmediği şeyi size açıkça söyleyeyim. Irak Savaşı petrol için çıktı. Saddam Hüseyin’in Ortadoğu’daki petrol stokları için bir tehdit oluşturduğunu düşünüyorduk. O yüzden kendisini devirmeye ve petrolü garanti altına almaya karar verdik” sözleriyle açıklamıştı. Görüldüğü gibi küresel güçler petrol yataklarını ele geçirmek için bölgede yaşayan insanları kan, ölüm, gözyaşına boğmuş ve hayatlarını cehenneme çevirmekten sakınmamıştı ve işte AKP iktidarı ve kurmayları bu vahşetlere maalesef destek sağlamıştı.

ABD Ortadoğu politikasını iki faktör üzerine kurgulamıştı: Birincisi bölge petrollerine hâkimiyet kurmak ve istediği fiyatlarla dünya pazarlarına ulaşmasını sağlamaktı. İkincisi ise İslam dünyası ile çatışmada olan İsrail devletini desteklemek ve güvenliğini korumaktı. Akdeniz’e sahili olan Suriye jeopolitik konumu nedeniyle İran ve Irak’tan dünya piyasalarına yapılacak petrol ihracatı konusunda büyük öneme sahip bulunmaktaydı. Suriye, Irak kaynaklı kendi topraklarından geçen petrol boru hatlarının kontrol edilmesi için ideal bir jeopolitik konumdaydı ve bu nedenle iç savaş çıkarılmıştı. Suriye’nin istikrarsızlaştırılmasının bir başka amacı da 1948 yılında devre dışı bırakılan Kerkük – Hayfa boru hattının yeniden gündeme alınmasıydı. Suriye’deki rejim değişikliği ile Batı; Irak ve İsrail’de yeterince değerlendirilemeyen bu doğal kaynakların paylaşım imkânına da kavuşmuş olacaktı. Boru hattının kapatılması ile Hayfa limanı önemini yitirmiş, İsrail de petrol gelirlerinden mahrum bırakılmıştı.

Amaç, Kürt petrolünü İsrail’e akıtmaktır!

2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali ile bu boru hatlarının tekrar tamir projeleri gündeme getirilmiştir. Bu projenin gerçekleşmesi Kerkük-Yumurtalık Boru Hattını devre dışına itecektir. Ortadoğu petrollerinin Akdeniz’e, yani Batı’ya bu şekilde tümüyle İsrail denetiminde açılması Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilk perdesidir. İsrail, Kerkük-Hayfa petrol boru hattının açılması için harekete geçmiştir. Kerkük’teki petrol yataklarından Hayfa’ya uzanan 591 kilometrelik hat, bölgenin ilk petrol boru hattı güzergâhlarından biridir. Kerkük’ten başlayan Ürdün’e uzanan, bir bölümü de Suriye’den geçen, Filistin yönetimindeki topraklardan İsrail’in Hayfa Limanı’na uzanan hattın, Irak petrolünün batı pazarlarına ulaştırılmasında ana hat olarak kullanılması hedeflenmiştir. İsrail hattı işletildiği takdirde, hem Suriye hem de Türkiye devre dışı bırakılmış olacak, hem de İsrail’in enerji krizi çözümlenecektir. Aynı zamanda Ortadoğu petrolleri de İsrail’in kontrolüne girecektir. İşte AKP bu Siyonist hedeflerin gizli hizmetçisidir.

Kerkük-Hayfa petrol boru hattının tekrar hayata geçirileceğine ilişkin tartışmalar ilk kez ABD’nin Bağdat’a girdiği 9 Nisan 2003 tarihinde İsrail Enerji ve Altyapı Bakanı Josef Paritzky tarafından gündeme getirilmiştir. Paritzky’nin, uzmanlardan söz konusu hattın durumu ile ilgili bir değerlendirme raporu istediğine ilişkin haberlere ABD Enerji Bakanlığı’nın da benzer çalışmalar yürüttüğü bilgisi eklenmiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan İsrail Dışişleri Bakanlığı’na giden bir yazıda, ”Musul-Kerkük-Hayfa Petrol Boru Hattı ne durumda? Kısa sürede çalışır duruma geçebilir mi?” diye soruldu. Bunun üzerine İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın da ”4-5 aylık bir çalışmanın ardından boru hattı tekrar çalışır hale getirilebilir” yanıtını verdiği belirlenmiştir. ABD Enerji Bakanlığı’na bağlı bir teknik heyet bir süredir boru hatları üzerinde çalışma yürütmektedir. Çalışmanın amacı yıllarca devre dışı kalan Kerkük-Hayfa petrol boru hattının yeniden faaliyete geçirilmesidir.

Kerkük-Hayfa ve Musul-Hayfa petrol boru hatlarının onarımı ile İsrail’in Hayfa Limanı’na günde 5 milyon varil petrol taşınacaktır. Tüm Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi projesi olan İsrail-ABD kaynaklı Büyük Ortadoğu Projesi’nde tabii Irak’ın güneyindeki dev petrol sahaları ve Suudi Arabistan petrolleri de katılacaktır. Suudi petrollerini de Akdeniz’e taşımak için, 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD ordusunun desteği ile yapılan Trans-Arabistan (TAP) petrol boru hattı da hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bir ucu Lübnan’a, bir ucu da İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’nden Hayfa’ya giden bu hat, günde 2 milyon varil Suudi petrolünü İsrail’in Hayfa limanına ulaştıracaktır. Günlük kapasitesi 1 milyon varil olan Rumeyla-Hayfa boru hattının eklenmesi ile Hayfa’ya günde toplam 3 milyon varil Güney Irak ve Suudi petrolü taşınması amaçlanmıştır. Şimdi Suriye’ye barış ve demokrasi bahanesiyle, ABD, Rusya, Arabistan ve AKP Türkiyesi’nin ortak girişimleri de bu Siyonist planı kolaylaştırma hesaplıdır.

İsrail’in Iraklı Kürtlerle olan ilişkilerinde en önemli meselelerden birisi de Kerkük-Hayfa boru hattının açılmak istenmesidir. İsrail’in Iraklı Kürtleri desteklemesi ve bölgede bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını istemesi her halde boşuna değildir. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bölgedeki ılımlı güçlerle İsrail arasındaki ittifakın bir parçası olarak bağımsız Kürt devletinin kurulması gerektiğini defalarca dile getirmiştir. İsrail Ulusal Altyapı Bakanı Josef Paritzky, 2004 Mart’ında Haaretz gazetesine verdiği demeçte: “bu petrol boru hattının İsrail’in enerji seçeneklerini çeşitlendireceğini ve petrol üreticisi ülkelere ve Rusya’nın pahalı petrolüne olan bağımlılığını azaltacağını” söylemiştir. İsrailli şirketlerin efsane projeyi geliştirmek için teklif üstüne teklif verdikleri, gizli görüşmeler yaptıkları ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi de İsrailli Ofer şirketidir. Şirketin bölgesel Kürt yönetimi ile görüştüğü ve servetlerinin büyük bir bölümünü Kerkük petrollerine yatırmak istedikleri belirtilmiştir. Projelerdeki ana hedef İsrail’in enerji ihtiyacının giderilmesi, bunun yanı sıra İsrail’in, Akdeniz’i bir çekim merkezi haline getirerek İran’ın Basra körfezi ticaretine de alternatif meydana getirilmesidir. Görüldüğü üzere İsrail-Iraklı Kürtlerle ilişkilerinin 2003 yılından sonra genel olarak askeri-strateji-enerji başlıkları altında birçok gizli noktayı içermektedir. Herkes bilmelidir ki, bu projenin (Kerkük-Hayfa boru hattı) gerçekleşmesi durumunda Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı iptal edilecektir. Çünkü Ortadoğu petrolleri İsrail’in denetimine girecektir. Sizce ABD, Ortadoğu’daki petrol kaynaklarının denetimini İsrail’e mi, yoksa Türkiye’ye mi verecektir?

İsrail, Kürt egemen çevreleri ile sıkı askeri ve istihbarat ilişkileri geliştirmiştir. Aynı zamanda muhtemel bir provokasyon noktası olan Irak’taki Kürt bölgesi, şimdi, Türkiye’nin Ceyhan limanından (İsrail’e!!!) gelmeye başladığı sevkiyatlarla birlikte, İsrail tarafından kazançlı bir petrol kaynağı olarak görülmektedir. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Obama ile buluştuğu Washington’da, gazetecilere, “Kürtler, fiili olarak kendi devletlerini kurmuş durumdalar” demiş ve Irak petrolünün çıkartılıp (kaçak) ihraç edilmesinde Türk hükümeti ile Kürt bölgesi arasında var olan sıkı ilişkilere değinmiştir. Irak petrolünün, Türkiye üzerinden kaçak olarak İsrail’e ihraç edilmesi ayıbını örtmek üzere, Davos’taki, “one minute” çıkışı tertiplenmiş ve İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonlarına tepki gösterilip protesto edilmesi ile toplumun gazı indirilmiştir. Komşu ülkelerle “Sıfır sorun” politikası, herkesle çatışma politikasına ve “sıfır komşu” noktasına getirilmiştir. Barzani yönetimi hariç, Türkiye’nin sorunsuz tek bir komşusu kalmamıştır.

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

AHMET AKGÜL KİMDİR?

INTRODUCTION OF USTADH AHMET AKGÜL

رسالة تعريفية لمعلمنا أحمد أكجول

قبل مؤتمر النظام العادل في جامعة قيرغيزستان أراباييف، والذي حضرناه، قدم أحد المحاضرين أستاذنا أحمد أكجول على النحو التالي: أحمد أكجول موجود في تركيا؛ إنه عالم ومثقف نادر جدًا يجمع بين المبادئ الإسلامية والمتطلبات الإنسانية، وفكر أتاتورك في التغيير والقومية الإيجابية والتوازن الاجتماعي. ألف حوالي 100 كتاب، بعضها في 3 مجلدات، وجميعها أعمال فريدة وأصيلة. 10 من الكتب؛ تمت ترجمته إلى الإنجليزية والروسية واليابانية والفارسية والفرنسية والعربية. البروفيسور الراحل، أحد رؤساء وزراء تركيا الأسطوريين. دكتور. ويعتبر من أكثر الطلاب المميزين وأتباع نجم الدين أربكان.
لقد حضر المؤتمرات العلمية في جميع أنحاء تركيا وأوروبا والجغرافيا الإسلامية منذ ما يقرب من 40 عامًا. إنه رجل حكيم تنبأ وشرح التطورات المهمة في تركيا ومنطقته والعالم قبل عقود، وتعرض للعديد من المشاكل والهجمات لهذا السبب، لكنه كان دائما على حق في النهاية. وهو رئيس تحرير مجلة الحل الوطني، التي يتابعها عن كثب كبار البيروقراطيين العسكريين والمدنيين، وأساتذة الجامعات، والكتاب والمعلقين المهمين، ومسؤولي الدولة في تركيا. ضد الأنظمة الرأسمالية والاشتراكية والليبرالية في العالم؛ فهو يحتوي على الجوانب الجيدة والمفيدة لجميعها، لكنه يترك الجوانب السيئة والضارة؛ سيدنا، الذي أعد ودافع عن برامج النظام العادل الأصلية القائمة على العقل والعلم والتاريخ والضمير والقرآن، يبلغ من العمر 74 عامًا وأب لخمسة أطفال. لا يتقاضى إتاوات أبدًا عن أي من كتبه أو مجلاته أو مقالاته أو مؤتمراته، ويعيش حياة متواضعة بعيدًا عن الترف والراحة، ويغطي نفقات كل ذلك بحوالي 40 من الرفاق المتطوعين والمخلصين في سبيل الله. المعلم الذي يدافع عن "حرمة التبشير بالعلم" وبالتالي لا يدين بالشكر لأي مركز أو حكومة. باستثناء ما يقرب من 105 من أعمال أستاذنا، حتى الأحزاب والحكومات تظل غير مبالية؛ الدين والأخلاق في المرحلة الابتدائية: 4-5، المرحلة المتوسطة: 1-2-3، المرحلة الثانوية: 1-2-3-4 والجامعة: 1-2-3، وفقاً للحقائق العلمية وجوهر الإسلام. ولكن بغض النظر عن أي طائفة، فقد أعد كتب العلم. خلال أحاديثهم المميزة جداً، كتلاميذه ومتابعيه المخلصين: "كيف أعددتم هذه (100) كتاباً يزيد عن مائة، كيف رتبتم وقتكم؟" أجاب أستاذنا أحمد أكجول على أسئلتنا كالتالي، ليكون قدوة وتشجيعًا لنا:



1- منذ ما يقرب من 60 عامًا، باستثناء الأمراض الخطيرة والصعوبات الكبيرة؛ ولم أؤجل عمل اليوم إلى الغد، كما أنني لم أحاول تأجيل عمل الصباح إلى الظهر أو عمل الظهر إلى المساء. لأنه لا ينبغي لي أن أضيع رأس مال حياتي المحدود في مساعي فارغة ومجانية يسميها القرآن الإلغاء ويحرمها

 

2- حتى لو كان شخصًا لديه معرفة وخبرة في موضوع ما، حتى لو كان أصغر منا كثيرًا... حتى لو كان شخصًا عاديًا وبسيطًا، فأنا لا أشعر بالإهانة أبدًا عند الاستماع إليه أو تعلم شيء ما، لأن أكبر عائق أمام التعلم والحصول على العلم هو الكبرياء والكبر

-3ما حصلنا عليه؛ حاولت أن أقرأ وأفهم كتابات وكتب الجميع، محليًا أو أجنبيًا، يساريًا أو يمينيًا، أعرفه أو لا أعرفه، أحبه أو أكرهه.
4- كنت أسجل المعلومات التي تعلمتها وأجد أهميتها منها أو مما سمعته في البرامج والمؤتمرات التليفزيونية، ولم أتردد قط في كتابتها ونقلها بذكر أصحابها
5- من خلال الوقوع في الرغبات والاعتراضات التعسفية من أقرب أقاربي ورفاقي وأعضاء الحزب وذوي المناصب ذات النفوذ والكفاءة... أو من منطلق حرصي على راحتي ومصالحي الشخصية، لم أخفي أبدًا الحقيقة التي قالها لي يجدها العقل والضمير نافعة ومفيدة، ولم أصعب فهمها بتغليفها بأغلفة مختلفة
6- كل الأشخاص الذين التقينا بهم في أي مناسبة وأصبحنا قريبين بما يكفي لتناول كوب من الشاي أو السفر لمدة ساعة على متن الطائرة؛ حاولت مساعدتهم على اكتساب وزيادة وعيهم الأخلاقي والضميري وكرامتهم، وخاصة سلامهم الروحي والعالمي. بمعنى آخر، كنت أهدف إلى أن أكون مفيداً له، وليس أن أستفيد من منصبه وفرصه ومجاملاته.
7- ولعل ذلك يعتبر ثمرة ومعجزة للأهداف والجهود المخلصة... وطبعا بفضل الله تعالى وفضله لا بد من قراءة كتاب ما يقارب 700 صفحة بسرعة في ساعة أو ساعتين. وتهنئة هذا الكتاب وانتقاده عمدا، والحمد لله أن إنتاج ملاحظات من 10 صفحات أصبح أسهل بالنسبة لنا.
أطيب التحيات…

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx
Paylaş...