YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
662f48559c40e
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 4
Bugün : 6865
Dün : 29208
Bu ay : 691395
Geçen ay : 453014
Toplam : 23470359
IP'niz : 18.220.13.70

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Dindar kahramanlar sayesinde Türkiye-İsrail anlaşması sağlanmıştı!

AKP iktidarının Dışişleri Bakanlığı, Türkiye-İsrail görüşmeleriyle ilgili açıklama yapmıştı. Bakanlık, Londra’da iki ülkenin heyetlerin mutabakat metninin nihai hale getirilmesi ve farklılıkların giderilmesi yönünde ilerleme sağladığını ve anlaşmanın çok yakında gerçekleştirilmiş olacağını duyurmuşlardı. Bir sonraki toplantıda sonuca ulaşılması hususunda heyetlerin uzlaşıya vardığını belirten Dışişleri Bakanlığı hangi konularda Türkiye ile İsrail’in uzlaştığını ise açıklamamıştı: (Bak: Takvim 03 Nisan 2016) Yandaş yazar ve yorumcular Mart 2013’te İsrail Başbakanı Netanyahu, o dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla arayarak Mavi Marmara baskını için özür dilediğini söylese de İsrail böyle bir duruma yanaşmamıştı.

Dışişleri Bakanlığının, Siyonist ve işgalci terörist İsrail’le uzlaşmaya varıldığını resmen açıklaması bile gösteriyor ki; bunlar aklen, vicdanen ve dinen gaflet ve hıyanet kuklası ve işbirlikçi takımıydı. Siyasi iktidarları ve şahsi çıkarları uğruna bütün tükürdüklerini yalayıp yutmak, bütün kırmızı çizgilerini tepeleyip topuklamak, yani tüm Milli hassasiyet ve haysiyetimizi rüşvet sunmak, ama zahiren horozlanıp atıp tutmak ve muhalefetle ağız dalaşı yapmak bunların politik ve polemik tarzıydı. Böyle bir yandan Siyonist Kuduz İsrail’le uzlaşma masasına oturulurken, diğer tarafta, İslam İşbirliği Teşkilatı İstanbul toplantısında mangalda kül bırakmayan palavracıları görünce, Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin şu hadisini hatırlamıştık: “Bütün peygamberlerin ortak hikmet sözü; eğer utanmazsan (haya duygusunu yitirdiğinden artık yüzün kızarmazsa) istediğin gibi konuşup (davranırsın)!..”

AKP Türkiye’si, vetosunu kaldırınca, İsrail NATO’da daimi temsilcilik kazanmıştı!

28 ülkeden oluşan NATO’da üyeliği olmayan İsrail’e genel merkezde daimi bir ofis ayrılmıştı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yeni gelişme ile ilgili: “İsrail’in güvenliği için çok önemli bir adım” açıklaması yapmıştı. Haber sitelerine yansıyan bilgilere göre NATO’da daimi bir İsrailli temsilcinin bulunmasının resmen önü açılmış bunu da Türkiye sağlamıştı.

İsrail Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya göre: “NATO, İsrail’in Brüksel’deki örgütün genel merkezinde bir ofis açması ve NATO temsilcisinin kimlik kabul onaylanması tamamlanmıştı. İsrail Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Ulusal Güvenlik Ajansı tarafından uzun süren diplomatik çabaların ardından başarılan bu sonuca göre İsrail artık NATO’da ortağımızdı ve bütün askeri sırlarımıza vakıf olacaktı?! Ayrıca “İsrail’e verdikleri destek ve konuyla ilgili çabalar için organizasyonda çalışan müttefiklerimize teşekkür etmek istiyoruz” sevinci paylaşılmıştı. NATO’dan yapılan açıklamaya göre, İsrail’in NATO karargâhında temsilcilik açması onaylanmıştı ve Temsilciliğin başında İsrail’in Brüksel Büyükelçisi olacaktı. Açıklamada, İsrail’in 1994 yılında kurulan ittifakın Akdeniz Diyaloğu Forumu’nun aktif bir ortağı olduğu vurgulanmıştı.

Kudüs’te Haaretz gazetesine konuşan bir yetkili, NATO kararının, Türkiye’nin vetosunu kaldırmasının ardından alındığını hatırlatmıştı. İsmi açıklanmayan İsrailli üst düzey bir kaynak, bunun, Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek için gösterdiği isteğin bir işareti olduğunu da vurgulamıştı. Bu haber bile, Türkiye ile Suudi Arabistan’ın İslam Savunma İttifakı kurdukları palavrasının perde arkasını ortaya koymaktaydı.

İsrail mutabakatı, AKP’nin perde arkası ve yüz karasıdır!

Sağolsun Mustafa Kurdaş önemli bir yazı hazırlamıştı:

Tam da Regaib Kandili gecesi Dışişleri Bakanlığı’nın “No: 88” damgasını taşıyan resmi açıklaması önce Bakanlığın internet sayfasına yazıldı sonra da ajanslara haber olarak yansıdı; Türkiye ile İsrail el sıkışmıştı!? Bu resmi açıklama, Türkiye ile İsrail arasında yürütülen ve içeriği toplumdan özenle gizlenen görüşmelerin seyrine dair masonik ve münafık “memnuniyeti” de açığa vurmaktaydı. Daha önce İsviçre’de bir araya gelen ülkemizi ve İsrail’i temsil eden heyetler bu kez Londra’da masaya oturmuşlardı. Türk heyetinin başında âdeta İsrail’den Sorumlu Devlet Bakanı özerkliğine sahip olan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu vardı. İsrail adına muhataplar ise İsrail Başbakanı’nın Özel Temsilcisi Joseph Ciechanover ve İsrail Milli Güvenlik Konseyi Başkan Vekili Jacob Nagel olmaktaydı.

Tarihe bir kandil gecesi açıklanan “utanç belgesi” olarak geçecek olan “88” No.lu Dışişleri Bakanlığı açıklamasında gelinen durumu dünya kamuoyuna tek paragrafla şöyle duyurmuşlardı: “Heyetler, mutabakat metninin nihai hale getirilmesi ve farklılıkların giderilmesi yönünde ilerleme sağlamışlar ve anlaşmanın çok yakında gerçekleştirilecek bir sonraki toplantıda sonuçlandırılması hususunda uzlaşıya varmışlardır”

Farklılıkların giderilmesi yönünde “ilerlemenin sağlanması” ifadesi kararlılıkla birlikte, İsrail ile barışma ve ilişkiyi yeniden eskisi gibi yoluna koyma noktasında AKP Türkiye’sinin sıkı kararlılığını ve fedakârlılığını ortaya koymaktadır. Sanki Mavi Marmara’ya İsrail saldırmamıştı… Filistin’de dinmek bilmeyen insanlık dışı zulümleri ve karış karış işgali sanki İsrail yapmamıştı… Mescid-i Aksa’mızı yıkmaya yönelik hain planları sanki İsrail başlatmamıştı… Sanki İsrail artık Filistin’de “devlet terörü” estirmeyi bırakmıştı… Şeyh Yasin’leri, Rantisi’leri kahbece vuran, kundaktaki bebekleri dahi katletmekten geri durmayan İsrail, sanki kan dökmeyi bırakacağını açıklamıştı… Sanki Siyonist İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini, iyileşmesini ille de biz istiyoruz, ama İsrail de naza çekiyor gibi bir hava vardı… Bu duyuru sanki Türkiye suçlu, İsrail masum konumdaydı. İsrail kaçıyor, biz de kovalıyoruz gibi bir tavır takınılmıştı. AKP iktidarıyla sanki İsrail çok normal, biz anormalmişiz psikolojisiyle hazırlanmıştı.

Biz İsrail için neyin fedakârlığını yapacaktık?

Hani Sayın Cumhurbaşkanı Davos’ta haykırmıştı: “Biz İsrail’in çocukları nasıl öldürdüğünü çok iyi biliriz!” ne çabuk unutmuşlardı. Siyonizm, Türkiye dâhil, Nil ile Fırat’ın arasındaki Arz-ı Mev’ud’u asırlardır hazırlamaktadır, herhangi bir mutabakatla bundan vazgeçeceğini sanmak ta ahmaklıktır. Büyük İsrail’in kurulması yolunda İsrail için her şey mubahtır! İsrail’den bir fedakârlık yapması umulmayacağına göre İsrail için mutabakat “vermek” değil “almak”; yapmak değil “yaptırmak” olduğuna göre… O zaman doğrudan doğruya şu sonuçla yüzleşiyoruz: Öyleyse biz hangi fedakârlıkları yapacağız? Öyleyse Türkiye olarak biz nelerden vazgeçmiş olacağız? AKP iktidarına neler yaptırılacak, bizden neler alınacaktır? Şu konular her ne kadar Türkiye’de konuşulmasa da, gündemde tutulmasa ve sıkı bir karartmaya tabi tutulsa da; işte İsviçre mutabakatı ortadadır! Doğu Akdeniz’deki doğalgazın İsrail adına taşınması.. AB ile İsrail arasında boru hatlarının döşenmeye başlanması… Kıbrıs suyunun Tel-Aviv’e de ulaştırılması. Ve daha bir dizi ve gizli maddeler Türkiye’ye dayatılmaktadır. Fakat sadece saydıklarımız bile gerçekleştirilecek olursa, Erbakan Hocamızın yıllar önce uyarmış olduğu “Türkiye’nin İsrail’e vilayet yapılması” projesinin alt yapısı hazırlanmış olacaktır. Rusya ile sorun yaşayan AB ülkeleri doğalgazını, petrolünü Türkiye üzerinden boru hatlarıyla İsrail’den almaya başlayınca, İsrail’in AB üyeliği ve hatta NATO üyeliğinin de yolu açılacaktır. İsrail AB ve NATO üyesi olunca, hem enerji temini güvenliği hem de İsrail’in güvenliği sadece Amerika’nın değil Avrupa’nın ve NATO’nun da doğrudan sorumluluğu altına girmiş olacaktır. Böylece bölge, İsrail’in kendisine tehdit olarak sayacağı her şeyden ve Türkiye’den kurtulmuş olacaktır. Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de yaşanmış ve yaşanmakta olan katliamlarla nüfusu boşaltılan bölgemiz küçük devletçiklere bölünüp parçalanacaktır. Böylece bölgemiz Büyük İsrail için de tamamen hazır hale taşınacaktır. Allah muhafaza…

Uyarmak yine bize düşüyor… Dikkat! Gerek İsviçre’deki, gerekse Londra’daki görüşmeler Büyük İsrail hazırlıklarıdır. Mutabakat adı altında işleyecek süreç Arz-ı Mev’ud için yapılacak en büyük hile ve hamlelerden birisi olarak karşımızdadır.

Korkarız ki bütün bu gaflet ve hıyanetler “İsrail’i dize getirdik” şeklinde palavralarla pazarlanacaktı!

Korkarız ki, bu zillet ve rezaletler bile “zafer” olarak takdim edilmeye çalışılacaktır. Korkarız ki, İsrail ile yapılmakta olan bu teslimiyet mutabakatın maksadı “büyük devlet olmanın gereği” gibi bir takım laf-u güzaflarla yutturulacaktı. Korkarız ki, İsrail ile normalleşip uyuşmayı, İsrail ile mutabakatı, İsrail’in emellerine alet olmayı, bizim ilahiyat hocalarımız bile nice hikmetlerle izah etmeye kalkışacaktır. Belki de gazetelerimizin manşetlerine göre, ekranların bildik yüzlerine göre Türkiye İsrail’i dize getirmiş sayılacaktı. 1 Kasım seçimlerinden önce “İsrail’i değil, ümmeti sevindirin” sloganı attıran AKP kurmayları şimdi hangi mazeretlere sığınacaktır?

Belki de, ümmet uyutulsun ve avutulsun diye yıllar öncesinden Gazze’ye gideceğini açıklayan Sayın Cumhurbaşkanımız için bir Gazze seferi planlanacaktır… Belki de Gazze’ye uygulanan İsrail ambargosunda yumuşatılması yaşanacak ve Gazze’ye kameraların eşliğinde insani yardımlar sokulacak, inşaat malzemeleri taşınacaktır. Belki de, gösterişli törenlerle Gazze’ye bir yardım gemisi yollanacak, Mavi Marmara’yı unutturma tiyatroları oynanacaktır. Böylece zafer kılıflı hezimet iyice perçinlenmiş olacaktır! Gazze’ye yardım götürmenin sevinci ve coşkusu günlerce konuşulacak dindar kahramanların Filistin Fethi alkışlanacak. İşte Türkiye ve İslam âlemi böylesine bir sanal zaferin sevincini doyasıya yaşarken, Siyonizm ise sinsice son hamlesinin hazırlıklarını tamamlamaya çalışacaktır. Zira, 5765 yıllık mikrop olan Siyonizm’in, Türkiye’nin yüksek hatırı ve mutabakat için mikropluktan vazgeçeceğini sanmak elbette ahmaklıktır.

Hem Türkiye’miz, hem İslam Ümmeti hem de insanlık alemi için küçük bir umut daha vardır: Türkiye, “Büyük İsrail” masasından hemen kalkmalıdır! Bugüne kadar yapılan görüşmeleri yok saymalı ve konuşulan bütün metinleri yırtıp atmalıdır. Hiçbir konjönktürel gerekçe, hiçbir pazarlık; Büyük İsrail’in yoluna döşenmiş bir taş olmak zilletinden ve mesuliyetinden AKP iktidarını kurtaramayacaktır. Lobilerin telkinlerine, tehditlere ve şantajlara pabuç bırakmayalım.”[1]

Çünkü bu hain ve katil İsrail, aynı gün (09 Nisan 2016) tarihli duyurusunda; “acil terör saldırıları riski barındırdığı gerekçesiyle, yüksek ve somut tehdit uyarısında bulunarak, bütün vatandaşlarına Türkiye’yi terk etmeleri çağrısı yapmıştı” Yani bir yandan Türkiye’yi mutabakat martavallarıyla oyalarken, diğer taraftan yeni terör saldırıları hazırlamaktan kaçınmamaktaydı…

Suudi Kralı, Türkiye ile Mısır’ı barıştıracak mıydı?

Suudi Kralı, Mısır ziyaretinin hemen ardından Ankara’ya uğrayacaktı. Kral Selman, Sisi’nin Türkiye’yi ziyaret etmesi için iki ülkeyi ikna etmeye çalışacaktı. 8 Nisan 2016’dan itibaren 5 gün boyunca Mısır’da bulunacak Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz, Kahire’de iki gün boyunca Mısırlı yetkililerle buluşacak, 3 gün boyunca da Mısır’ın sahil kentlerinden birinde tatil yapacaktı. Kral Selman, hemen ardından da, 11-13 Nisan’da Türkiye’ye gelmiş olacaktı. Arapça yayın yapan Londra merkezli ve Katar destekli El Arabi El Cedid gazetesinin haberine göre, Kral Selman’ın Mısır gündemindeki en önemli konu Ankara-Kahire arasındaki yüksek tansiyonu düşürmek olacaktı. Gazeteye konuşan Mısırlı diplomatik kaynaklar, Suudi Arabistan’ın Sisi’yi İstanbul’da düzenlenecek İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesine katılmaya ikna etmek üzere Kahire’ye uğradığını açıklamıştı.

ABD ve Ankara “Kürt koridoru” için formülü bulmuşlardı!

Suriye’nin kuzeybatısında Türkiye sınırındaki bölgeyi IŞİD’den temizlemek bahanesiyle yapılan görüşmelerde ABD ve Türkiye arasında bir formülde anlaşma sağlandığı açıklanmıştı. Bölgedeki Türkmen ve Kürt kaynaklara göre, Türkiye PYD liderliğindeki güçlerin güneyde Fırat’ın batısına geçmesine izin verecek, bunun karşılığında Türkiye sınırında ise Özgür Suriye Ordusuna destek çıkılacaktı. Al Jazeera’nın haberine göre ABD ile Türkiye arasında, Suriye’nin kuzeybatısında Türkiye sınırındaki bölgeyi IŞİD’den temizlemek üzere yapılan görüşmeler sona yaklaşmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyaretinde ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Başkan Yardımcısı Biden ve Başkan Obama ile yaptığı görüşmelerde bu konu, en önemli gündem maddesini oluşturmaktaydı. Türkiye-Suriye sınırındaki 80 kilometre genişliğinde, güneyde örgütün üssü konumundaki Rakka’ya kadar ulaşan IŞİD kontrolü altındaki bölgeye, temizlenmesinin ardından kimin yerleştirileceği tartışılmıştı. PKK’nın Suriye kolu PYD’nin başını çektiği, ABD’nin öncülüğünde kurulan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Fırat’ın batısına geçmesi, Türkiye’nin kırmızıçizgisi sayılmaktaydı ve Türkiye, PYD’nin tek taraflı ilan ettiği Afrin ve Kobani kantonlarını birleştirecek bir koridora da karşıydı.

Ancak ABD, IŞİD’le mücadele için PYD’nin silahlı kanadı YPG’yi sahadaki kara gücü olarak kullanmakta ve her türlü desteği sağlamaktaydı. ABD bu bölgeyi IŞİD’den temizlemek için de YPG ile işbirliğine devam edilmesinden yanaydı. Erdoğan’ın Washington görüşmelerinin ardından 4-5 Nisan tarihlerinde ABD’den, diplomat ve askerlerden oluşan bir heyet Ankara’ya ulaşmış ve görüşmelerde sonuca yaklaşılmıştı. Al Jazeera’nin bölgedeki Türkmen ve Kürt kaynaklardan edindiği bilgiye göre ABD’nin önerdiği formül, sınırdaki bu 80 km’lik bölümde, yani Azez’den Carablus’a kadar, Türkmen ve Araplardan oluşan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) birliklerinin etkili olmasıydı. Bölgenin IŞİD’den temizlenmesinin ardından Arap ve Türkmen birlikler yaklaşık 20 km güneye inerek bölgeyi kontrolünde tutacaktı. Böylece Türkiye sınırında PYD önemli fırsatlar kazansa da daha fazla alanı henüz kontrol etmemiş sayılacaktı. Bu iki ayrı gücün oluşturacağı iki ayrı koridor, IŞİD’in Rakka’dan Türkiye sınırına uzanan yolunu da kesmiş olacaktı. Oysa bu plan, Suriye Kürdistan’ını resmen tanımak anlamındaydı. AKP iktidarı, Irak’ın parçalanması ve Barzani Kürdistan’ının tanınması konusundaki gaflet ve dalaletini şimdi Suriye’de aynen tekrarlamaktaydı. Ankara’daki bombayı YPG’nin patlattığını ispat ederlerse sanki büyük bir zafer kazanacakları havası estiren iktidar şimdi PYD Kürdistan’ıyla komşu olmaya hazırlanmaktaydı. Maalesef kamuoyu, afyonlanmış gibi kendisi için alelacele tasarlanan bu büyük propaganda kampanyası kapsamındaki tiyatro figüranlarının kahramanca atışmalarından dolayı mestü hayrandı. Yoksa YPG üzerinde koparılan fırtına, Türkiye sınırına bitişik ve uluslararası toplum tarafından tanınması kuvvetle muhtemel bir Kürt kantonuna bahane hazırlamak için mi koparılmıştı?

ABD Büyükelçisi tam üstüne Bass’mıştı!

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Yahudi John Bass, PKK’nın elindeki ABD silahlarının varlığını “diplomatik bir dille” doğrulamıştı. Savunması ise küstahcaydı: “Evet silahlar bizim… Irak’a vermiştik, ama PKK’nın eline geçmiş” şeklinde bir yorum yapmıştı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass, Diplomasi Muhabirleri Derneği mensuplarıyla bir araya gelerek gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtlamıştı. Bass, Türkiye’de terör ve şiddet eylemleri düzenleyen grupları reddettiklerini vurgulamış ama YPG ile ilgili geri adım atmamıştı… DAEŞ’e karşı yürütülen operasyonlara değinmiş ama en önemli sözleri PKK’nın elindeki ABD silahlarına ilişkin kullanmıştı.

ABD PKK’yı Türkiye ile masaya oturmaya çağırmıştı.

Terörle mücadele konusunda Türk hükümetine çok güçlü destek verdiklerini belirten Bass, “PKK’yı şiddet kampanyasına son vermeye, silahlarını bırakmaya, meşru müzakereyi kabul etmeye çağırıyoruz” diyerek dolaylı bir biçimde yeniden çözüm sürecine dönülmesi mesajını vermiş olmaktaydı. Büyükelçi Bass, İncirlik Üssü’ndeki personelin ailelerinin ABD’ye gönderilmesiyle ilgili soru üzerine, aktif olarak kullanılan üslerde genelde aile üyelerini bulundurmadıklarını belirterek çatışmaların gidişatı ve DAEŞ’in saldırı düzenlemekteki ısrarı göz önüne alındığında ABD vatandaşlarının sayısının azaltılması kararının ihtiyaten alındığını hatırlatmıştı.

Büyükelçi John Bass, ABD’de gözaltına alınan Rıza Sarraf ile ilgili soruları, davanın federal mahkemede devam ettiğini belirterek cevapsız bırakmıştı. PKK’lı teröristlerde ele geçirilen ABD menşeili silahların listesinin ABD makamlarına iletilmesine ilişkin bir soru üzerine Bass “PKK’nın ABD tarafından terör örgütü sayıldığını, ama söz konusu bu silahların da Irak güvenlik güçlerine verilen stoklardan çıktığını” söyleyerek herkesi şaşırtmıştı. Çünkü bu silahların ABD onayı ve yardımı olmadan PKK’ya ulaşması imkânsızdı. Şimdi samimiyetle soralım; işte bu Amerika’nın himayesine sığınmak ve böylece güya Avrupa’nın kıskacından kurtulacağını sanmak eğer ahmaklık değilse, açıkça alçaklık sayılmaz mıydı?

Vatikan tarihinde ilk kez Kürtçe ayin yapılmıştı!

Vatikan tarihinde ilk defa Papa Franciscus’un katılımıyla Kürtçe ayin ve dualar okunarak dini tören yapılmıştı. Vatikan’da gerçekleştirilen Epifani Bayramı sırasında ilk defa Kürtçe ayin ve dualar okunması dikkatlerden kaçmamıştı. Rûdaw’a konuşan ve bayrama katılan Kürt papaz İmad, sabah saat 10.00 sıralarında (İtalya saatiyle) Katolik âleminin ruhani lideri Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus’un katılımıyla bayram ayininin başladığını açıklamıştı. Kürt papaz İmad, “İlk defa Vatikan’daki ayinde Kürtçe dualar okundu” diyerek memnuniyetlerini açığa vurmuşlardı. Bazı uzmanlar Vatikan’ın bu yaklaşımını kurulmaya çalışılan Kürdistan’ın resmiyet kazanmasına bir ön hazırlık anlamı taşıdığı şeklinde yorumlamışlardı.

Acaba “Panama Belgeleri”nin Türkiye’yi ilgilendiren kısmı, bu tavizleri koparmak için mi sızdırılmıştı?

Dünya Panama Sızıntılarıyla çalkalanmaktaydı. Bu güne kadar böylesine bir kara para trafiği hiç yaşanmamıştı. Bazı yandaş yorumculara göre, dünyanın para merkezi Londra’dan, Amerika’daki NEVADA’ya taşınmaktaydı. Nevada Birleşik Amerika’nın doğu tarafında Las Vegas merkezli ve gizli özerk Yahudi sistemi bir eyalet konumundaydı. Böyle bir türbülans hiç yaşanmamıştı. Amaç ne? Neden dünyanın merkezi NEVADA olacaktı? Kim neyin peşinde koşmaktaydı?

Öncelikle sızan milyonlarca belgeden en önemlileri, istihbarat örgütleri tarafından saklanmıştı. Mesela Amerika ve İngiltere’nin en önemli 50’şer ismi listelerden çıkarılmıştı. Çünkü bu belgeler ilgili ülkeleri yola getirmek için elde tutulan ‘sopa’lardır. Avrupa, Asya ve Ortadoğu’da bu denkleme itiraz edecek olanlar, olması muhtemel olanlar, önce bu belgelerle korkutulup hizaya sokulurlardı. Eğer istenileni yapmazlarsa belgelerin üzerine bol sıfırlar eklenerek gerçekler abartılıp piyasaya aktarılırdı. Sızan 11.5 milyon belgenin kaynağı Virjin Adaları, Bahamalar, Panama, Seyşeller, Niue, Samoa, British Anguilla, Hong Kong ve Birleşik Krallık’tı; bunların hepsi NEVADA’nın şubeleri sayılırdı. Yani bu sızıntının kaynağını, Amerika ve İngiltere kontrol altında tutmaktaydı. Zaten Mossack Fonseca, CIA tarafından kollanan ve büyütülen bir şirket konumundaydı.

Peki dünyanın diline doladığı sızıntılar nereden ve kimden yapılmıştı?

Sıralayalım… Experta Corporate & Trust Services… Banque J. Safra Sarasin- Luxembourg S.A… Credit Suisse Chanel Islands Limited… HSBC Private Bank (Monaco) S.A… HSBC Private Bank (Suisse) S.A… UBS AG (Succ. Rue du Rhone)… Coutts & Co. Trustees (Jersey)… Societe Generale Bank & Trust Luxembourg… Landsbanki Luxembourg S.A… Ve son olarak en önemli marka! Rothschild Trust Guernsey Limited… Bunlardan Coutts & Co. Trustees doğrudan Kraliçe’nin malıdır. Londra’ya bağlı 28 ülkede faaliyet yapmaktadır. Diğerlerinin ise tamamı Rothschild’lerin markalarıdır. Bazılarında Küçük hisse sahibi gibi durmakla birlikte arka planda yine kendileri vardır… Artık Londra yerine Nevada yeni merkez yapılacaktı! Ve Nevada’yı yine Rothschild ailesi kontrolünde tutacaktı. Şimdi bu aile kendi bacağına kurşun sıkmayacağına göre, kendi kendini patlatmayacağına göre, Nevada’ya zorunlu bir göç olmayacağına göre belli ki yeni bir şeytanlık planlanmıştı. Amerika ile İngiltere, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra devir teslim yapmış; ancak son nokta konulmamıştı. Şimdi ise merkezi Londra olan Finans İmparatorluğu Amerika’ya Nevada’ya taşınmaktaydı. Yani artık haram ve karşılıksız paranın yeni merkezi Nevada, Wyoming ve Güney Dakota olacaktı. Rothschild ailesi buralara giden her 1 doların kendi üzerinden gitmesi için el sıkışmış ve anlaşma imzalanmıştı. Böylece Avrupa sıkıntı ve sarsıntıya uğratılacak ve hizaya sokulacaktı.

Bir küresel operasyon, Panama’dan yapılırken buna ilk tepkinin Moskova’dan gelmesi anlamlıydı. Sızıntı 3 Nisan’da başlamıştı. Dünya Panama’yı konuşurken asıl hedefte olan Putin, eski bir ajan olduğunu ispatlamıştı. Olayları önceden okuyarak önlemini almış. Başkanlık seçimlerinde Rothschildler’in adayı olan eski Başbakan Mikhail Kasyanov’u kasetle vurup zayıflatmıştı. Daha önce Soros’a dolaylı yoldan bağlı olan şimdi Kremlin’e çalışan NTV kanalı Putin’in en büyük rakibi olan Kasyanov’un İngiliz vatandaşı eski ajan Natalya Pelevine ile çekilen uygunsuz görüntülerini yayınlamış, tam 40 dakikalık karakter suikastı yapılmıştı. Eğer Putin bunu yapmasa Panama Sızıntı’sının sonucunda kendisi perişan olacaktı. Bir odaya kurulan kamera sistemi ile küçük düşürülen Kasyanov’un o günden sonra yükselişi durmuş, prestiji sarsılmıştı. Oysa Kasyanov Şubat’ta Rothschildler’in kendi aralarında iletişim için kurdukları Reuters’e tam üç gün konuşup şunları açıklamıştı: “Putin öldürse de BAŞKAN olacağım…”. Ama Kasetle balonu patlatılmıştı. Görüntülerdeki isim olan Natalya Pelevine, BBC’de yorumculuk yapmaktaydı. Hatta Hillary Clinton’ın yakın arkadaşıydı… Geçenlerde Hillary’nin doğum günü partisini Lynn Forester’de Rothschild’in verdiğini hatırlatmak lazımdı. Böylece Putin küresel bir operasyonun bilgisini önceden alacak kadar ciddi bir DEVLET adamıydı. Kendisine doğrultulan silahı şimdilik rakiplerine döndürmeyi başarmıştı. Ama bu operasyondan bile CIA Rothschild arasında “Putin gitsin, Rusya kalsın” anlaşmasının yapıldığı anlaşılmaktadır.

Ancak! IŞİD’den çıkıp ülkelerine dönen çok sayıda İslamcı Terörist(!) vardı. Bunların pek çoğu Kafkasya’ya dönmüş durumdaydı ve üstelik hiçbiri Deşifre olmamıştı. Kimse dönenlerin kim olduğunu bilmiyordu. “Nerede ne kadar kaldılar?”, “Nasıl eğitim aldılar?” bilen yoktu! Rothschild ve Soros Rusya’yı Kremlin’den ve Putin’den geri almak için teröre sarılmaktan asla sakınmazlardı. Ve tabi Rusya da buna karşı sessiz kalmayacaktı. İşte kestirilemeyen nokta burasıydı! Siyonist Kissenger da bundan korkanlar arasındaydı. Rothschildler kaos’tan zevk alsa da Derin Amerika kontrol edilemeyen kaoslardan endişe duymaktaydı… Ve Çin’i bile kontrol altında tutan bu ailenin (yani Rotchild’lerin) Kasyanov gibi kukla isimlerle Kremlin’i almasına göz yumamazlardı. Ama ailenin de bir bildiği vardı. Hillary bunların adayıydı… Paralel de bunlara çalışmaktaydı.

Şimdi bizi ilgilendiren Rusya’nın ne olacağından çok Türkiye’nin ne olacağıydı?! Derin Amerika büyümemizden, yani kukla Kürdistanı kontrol etmemizden yanaydı. Ve tabi Türkiye de kendilerinin güdümünde kalacaktı. Böylece Orta Doğudan Avrupa’ya taşınacak enerji koridoru olan Türkiye’ye kendileri hükmetmiş olacaktı. “Gelecekte Avrupa olmayacağına göre mutlaka bir güce sığınmak kaçınılmazdır” diyen yandaş ve yalaka yazar Ergün Diler, Türkiye’nin ABD güdümüne ve himayesine girmesini tek çıkar yol olarak sunarak kölelik zihniyetini dışa vurmuşlardı. Ancak asıl soru şuydu: Sızdırılan Panama belgeleri arasında Türk iş adamlarından ve siyaset erbabından hiç kimseye rastlanmamış mıydı, yoksa İsrail’le uzlaşmak ve ABD’ye kapılanmak karşılığı şimdilik saklanmış mıydı?

Bu küresel şeytanlıklara karşı milli adımlar ve cesaretli atılımlar: Türkiye’den Suriye sınır hattı alarmı!

Suriye’ye sınırı olan illerimiz büyük tehlike altındaydı ve Türkiye bunun için önemli bir adım atmıştı. Suriye’ye sınırı olan Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin’e hava alarm ikaz sistemi kurulacaktı. Suriye’den atılan ve can kaybına neden olan roketler yüzünden Kilis, Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin’e hava alarm ikaz sistemi tasarlanmıştı. Suriye’deki çatışmalar sırasında atılan roketlerin Kilis’e düşmesi üzerine sınır kentlerinde hava alarm ikaz sistemi kurulması kararı alınmıştı. Kilis Valiliği’nin talebi doğrultusunda harekete geçen AFAD, Kilis’in yanı sıra Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin’de bu sistemin kurulması için bütçeden 10 milyon liralık özel ödenek çıkartmıştı. Kilis’te, AFAD öncülüğünde, hava saldırıları, KBRN (kimyasal, biyolojik, radyoaktif, nükleer tehlike) ve afetlerde alınacak önlemlerle ilgili iki haftalık eğitim kursu verilmeye başlanmıştı.

AVCI Kaska Entegre Kumanda Sistemi tamamlanmıştı.

Bildiğiniz gibi ASELSAN ve diğer yerli savunma şirketlerimiz, son dönemde artan terör olayları ve ülkemizin yerli savunma sistemlerine olan ihtiyacı gibi çeşitli nedenlerden dolayı çalışmalarını hızlandırmış, ülkemizin gerçek birer gururu olan ilk savunma araçlarımızı ve silahlarımızı üretmeyi başarmışlardı. ATAK helikopteri de bunlardan biri sayılırdı. Düşük maliyeti, yüksek verimi ve hareket kabiliyeti gibi bir sürü özelliğiyle ordumuza ve ekonomimize büyük yarar sağlayacak bu helikopterin pilotları için bir başka gurur kaynağı AVCI Kaska Monte Nişangâh Sistemi tamamlanmıştı. Basit bir kask deyip geçmeyin, çünkü bununla dünyada bir ilk başarılmıştı. Dünyada uçuş ve aviyonik sistemlere uyumlu kask yapım çalışmaları son 20 yılda hız kazanmıştı. Peki “uçuş ve aviyonik sistemlere uyumlu kask” ne olmaktaydı? Bu kask gece gündüz helikopterle ve silahlarla ilgili bilgileri, kısacası kokpitteki göstergeleri pilotun gözleri önüne seren bir teknoloji harikasıydı. Pilot nereye bakarsa baksın uçuş bilgileri gözünün önünde olacaktı, bundan dolayı hem pilotun farkındalığı artacaktı, hem de pilot göstergelere bakmakla zaman kaybetmeden çok daha hızlı kararlar alacaktı.

AVCI Kaskı‘nın asıl işe yarar özelliğiyse, pilotun nişan almak için silahları eliyle yönlendirmesine gerek kalmadan silahları pilotun baktığı yere çevirmesi ve nişan aldırtmasıydı. Bunu sağlayan sisteme Kaska Entegre Kumanda Sistemi adı takılmıştı. Yani pilotlarımız, artık kaska entegre kumanda sistemi sayesinde gözleriyle gördükleri her şeyi bir bakışıyla yerle bir edebilecek konumdaydı.  AVCI Kaskı‘nın yapım  süreci öyle kolay bir yapım süreci sanılmasındı. Dünyada böyle bir kask yapılmak istendiği zaman, bir kaç firmanın birleşmesi yeterli olmazdı. Aviyonik sistem ve göstergeler konusunda uzmanlaşmış bir firmanın çatısı altında birleşmesi lazımdı. Farklı disiplinlerden çok sayıda firmanın birleşmesi ve müthiş devlet destekleri ile böyle bir kask başarılırdı. Bu büyük ekonomik ve teknolojik devlet desteğinden ötürü, yurt dışından gelen bir kaska siz sonradan milli imkanlarla kaska entegre kumanda sistemi ekleseniz bile kaskı satın aldığınız devletten izin almadan satışını yapamazdınız.

Bu kısıtlamalar, zorluklar ve dışa bağımlılık Erbakan’ın kurduğu ASELSAN‘ın tek başına ve diğer kask yapan şirketlere göre düşük bir devlet desteğiyle bu projeyi gerçekleştirmesine yol açmıştı. 2007 yılında ASELSAN ve Savunma Sanayii Müsteşarlığı arasında yapılan anlaşma ile ASELSAN, dünyanın ilk hibrit (optik-ataletsel) kafa takip sistemi niteliğinde olan AVCI Kaskı‘nın üretimi için çalışmalara başladı. Peki bu hibrit kaskın önemi nereden kaynaklanır? Dünyada mevcut kaska entegre ku­manda sistemlerindeki kafa takip sistem­lerinde, ağırlıklı olarak manyetik veya optik tabanlı yöntemler kullanılmaktadır. Bu yöntemlerin dezavantajlarının giderilmesi için birden fazla yöntemin birbirini desteklediği hibrit kafa takip yöntemlerinin kulla­nımı lazımdır.[2]

MKE Müdürü casusluktan tutuklanmıştı!

Kırıkkale Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu Silah Fabrikası Müdürü Mustafa Tanrıverdi, 22 milyon dolara mal olan Milli Piyade Tüfeği’nin tüm çizim ve üretim planlarını satmaya çalışırken suçüstü yakalanmıştı.

Kırıkkale Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu Silah Fabrikası Müdürü Mustafa Tanrıverdi, ‘başka bir firmayla bilgi paylaşımı’, ‘devlet sırlarından yararlanma, devlet hizmetlerine sadakatsizlik’ suçlamalarıyla tutuklanmıştı. Makine Kimya Enstitüsü (MKE) Kırıkkale Silah Fabrikası Müdürü Mustafa Tanrıverdi, 22 milyon dolara mal olan Milli Payede Tüfeği MPT76’nın tüm çizim ve üretim planlarını 1 milyon 200 bin liraya, bir Amerikan firmasına satmaya çalışırken suçüstü yakalanmıştı. Makine Kimya Enstitüsü Kırıkkale Silah Fabrikası Müdürü Mustafa Tanrıverdi, askeri casusluk suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Mustafa Tanrıverdi’ye yönelik soruşturma, bir ihbar üzerine başlamıştı. Aralık 2015’ten bu yana Kırıkkale Silah Fabrikası Müdürü olarak görev yapan Mustafa Tanrıverdi, bir Amerikan silah firmasıyla bağlantı kurarak AR-GE’si 22 milyon liraya mâl olan ve tamamen milli imkânlarla üretilen piyade tüfeği MPT 76’nın çizim, üretim ve mühendislik planlarını satma teklifinde bulunmuşlardı. Zanlı, milli piyade tüfeğinin yanı sıra MKE tarafından lisansı Amerika’dan alınarak revize edilen MP5 makineli tüfeğinin planları için bir milyon 200 bin lira rüşvet alacaktı Ama TSK istihbaratı bu hıyanet girişimini boşa çıkarmıştı. Bu olayın, hem ders çıkarılması hem de onur duyulması gereken bir yanı da vardı: Artık süper güçler Türkiye’nin teknoloji harikası Milli Projelerini çalmaya mecbur kalmışlarsa anlaşılan sistemleri tıkanmıştı!

 


[1] (Milli Gazete 09 Nisan 2016, Mustafa Kurdaş’ın “Korkarız ki “İsrail’i dize getirdik” denecek” yazısından özetlenerek alınmıştır.)

[2] http://technogram.net/avci-kask/

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx