YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6632a3ba0cb90
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 0
Bugün : 23648
Dün : 23368
Bu ay : 23648
Geçen ay : 737322
Toplam : 23539934
IP'niz : 18.188.10.246

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Doğu Akdeniz’de, yani Türkiye, Suriye, İsrail, Filistin, Mısır ve Kıbrıs bölgesinde tarihte hiç görülmedik ölçekte bir savaş yığınağı yapılıyordu. Rusya, sadece Akdeniz’de değil Hazar Denizinde de 50 savaş gemisinin katıldığı bir tatbikat başlatıyordu. Bunları bir tehdit gerekçesi (daha doğrusu bahanesi) sayan NATO (Başta ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya) da bölgeye savaş zırhlılarını ve uçak gemilerini gönderiyordu. Tam bu süreçte Genelkurmay Başkanlığı, NATO gemilerinin Akdeniz’de eğitim gerçekleştirdiğini açıklıyordu. Buna göre NATO’nun Etkin Çaba Harekâtı’na iştirak eden NATO Daimi Deniz Görev Grubu-1 unsurlarından Kanada Deniz Kuvvetleri fırkateyni SPS Blas de Lezo ile Akdeniz Kalkanı Harekâtı’nda görev yapan Türk Deniz Kuvvetleri unsurları TCG Gökçeada fırkateyni ve TCG Atak hücumbotunun katılımıyla 28 Kasım 2015 tarihinde Kıbrıs Adası güneyinde müşterek deniz eğitimleri icra ediliyordu.

Kısacası Akdeniz giderek kararıyordu… Tüm barbar güçler; İslam coğrafyası üzerine üsleriyle, Savaş gemileriyle, bombardıman uçaklarıyla korkunç bir yığınak yapıyordu!

Papa Francis’in sık sık gündeme getirdiği “3. Dünya Savaşı”, İslam coğrafyası üzerinden ağırlığını her geçen gün daha da hissettiriyordu. Son yıllarda İslam dünyasına yönelik tehditkâr konuşlanmasını arttıran Batı, özellikle Ortadoğu’da sahneye koyduğu kanlı senaryo ile Müslümanlara yönelik topyekûn bir Haçlı savaşına hazırlanıyordu. ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkeler askeri ve lojistik olarak bölgede varlığını kuvvetlendirirken, bir zamanlar ‘Türk gölü’ olan Akdeniz’de Haçlı İttifakı’na ait savaş gemileri cirit atıyordu. Libya, Suriye, Irak, Afganistan, Mali gibi İslâm coğrafyalarının tarumar edildiği şu günlerde, Akdeniz’de yaşanan askeri hareketlilik, İslâm dünyası için yeni bir yok etme plânının devreye sokulduğunu gözler önüne seriyordu. Uluslararası dengeler yığınağını İslam coğrafyasına yapıyordu.

Kuzey Kore 3. Dünya Savaşı’na Hazırlanıyordu!

Bu arada Kuzey Kore Lideri Kim Jong-Un, Noel dönemini Üçüncü Dünya Savaşı’na hazırlanarak geçiriyordu. Gizemli diktatörlüğün lideri, Noel zamanında tank ve bazukaların da katıldığı askeri tatbikatlar düzenleme kararı alıyordu. “Ordunun en zor savaşa hazırlanması için sık sık tatbikat yapması gerektiğini” söylüyordu. Kuzey Kore devleti, Kim’in askeri birlikleri ve silahları denetlerken görüntülerini yayınlıyordu. Görüntülerde Kim, elinde dürbün askeri yetkilileri dinlerken ve tank ile silahları işaret ederken görülüyordu.

Hrisostomos: “Müslümanlar bizden sonra geldiler” diyerek saldırıyordu.

Tam bu sırada Güney Kıbrıs’ı ziyaret eden Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’la görüşmesinin ardından, “Lavrov’a Ortadoğu’nun özgün sakinlerinin biz Hıristiyanlar olduğunu izah ettim” diyen Rum lider II. Hrisostomos yaptığı açıklamasında: “Hem milli davamıza ezelden beridir destek verdikleri, hem de Ortadoğu Hıristiyanlarının ata toprağında kalmasını savundukları için kendisine teşekkür etme fırsatı bulduk. Ortadoğu’da gerçek sakinlerin göç edip azınlıkların kalmasına müsaade edilemez. Araplar ve Türkler bizden sonra, 7. yüzyılda geldiler” diyerek asıl niyetlerini kusuyordu.

Akdeniz giderek ısınıyordu!

Bir yanda Kıbrıs çevresindeki enerji yataklarından pay kapma yarışı, öte yandan Suriye’deki savaşta, “Ben de buradayım” diyen ülkelerin güç savaşı. İslâm coğrafyasını kana bulamak isteyen şer odaklarının Akdeniz’deki askeri varlıklarını artırması, yeni bir dünya savaşının hazırlığına benziyordu. Akdeniz’de, Soğuk Savaş yıllarında dahi görülmemiş bir askeri hareketlilik yaşanıyordu. Rusya ve ABD donanmalarının en güçlü amiral gemilerini bölgede konuşlandırması, gerilimi tırmandırırken, Rusya jet olayından sonra tahrip gücü en yüksek gemisi olan ‘Moskova’yı bölgeye yolluyordu. Daha önce Osetya ve Abhazya krizi nedeniyle Karadeniz’de bulunan Moskova Gemisinin, Ukrayna’daki çatışmalarda da yine aktif bir rol oynadığı biliniyordu.

Güney Kıbrıs’taki hava üssünü kullanan İngiltere Kraliyet Hava Kuvvetleri, 4 Tornado uçağıyla IŞİD hedeflerine bomba yağdırıyordu. Rum Yönetimi, Ruslar tatbikat yapacak diye Akdeniz’i Türk gemilerine 3 gün süreyle kapatıyordu. Fransa ve Almanya, savaş uçaklarının İncirlik Hava Üssü’nü de kullanabilmesi için Ankara’ya başvuruyordu. Almanya Suriye’ye bin 200 asker yollama kararı alıyordu. Çanakkale Boğazı, yabancı ülkelerin askeri gemi geçişlerine sahne oluyordu. Önce Rus Donanması’na ait askeri bir gemi Çanakkale Boğazı’ndan geçiş yaparken, ardından İspanya, Portekiz ve Kanada donanmalarına ait askeri gemiler, boğazdan geçiyordu. ABD’nin 50 kişilik özel harekât gücü PYD’ye askeri destek için Türkiye ve Kuzey Irak üzerinden Suriye’ye geçiş yapıyordu. Rusya’nın 8, NATO ülkelerinin 7,  ABD’nin 2, Fransa’nın 1 savaş gemisi  Akdeniz’de hazır tutuluyordu. Bölgede bulunan bu ülkelere ait denizaltılarının varlığı da bilinirken, bu denizaltılarının sayısı konusunda kesin bir bilgi yoktu. ABD Genelkurmay Başkan Yardımcısı Orgeneral Paul J. Selva, İncirlik Hava Üssü’ndeki ABD’nin 39’uncu Taktik Grup Komutanlığı’nı ziyaret ederek incelemelerde bulunuyordu.

Sarayburnu’muzun dibinde NATO gemileri demirliyordu!

Türkiye ile Rusya arasında Rus uçağının düşürülmesinin ardından çıkan kriz sonrası NATO, bölgedeki etkinliğini iyice artıyor; Kanada, Portekiz ve İspanya’ya ait 3 savaş gemisi İstanbul Boğazı’na demirliyordu. NATO, Türkiye için devreye giriyor. NATO Genel Sekreteri’nin, “Türkiye’ye destek için savaş gemisi ve uçak göndereceğiz” açıklamalarından hemen sonra Sarayburnu’na ulaşıyordu.

Güya Rusya’ya karşı “Güneydoğu sınırı”na uçak ve gemi gönderiliyor ve NATO bize sahip çıkıyordu!

Suriye’yi paylaşma konusunda Rusya ile soğuk savaş yürüten ABD ve Avrupa, “Türkiye’nin savunmasına destek” yalanıyla İncirlik Üssü’ne uçak, Akdeniz’e de savaş gemisi gönderiyordu. Rusya’nın giderek artan iddialı tavrına karşı önlem almaya çalışan NATO bu kapsamda Karadağ’ı da 29. Üye yapma kararı alıyordu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, güya Türkiye’nin hava savunmasına destek vermek için İngiltere’nin İncirlik Üssü’ne uçak, Danimarka’nın da Doğu Akdeniz’de konuşlandırılmak üzere gemi göndereceğini açıklıyordu. Füze savunmasını ve yeni insansız gözlem uçakları ile ilgili çalışmalarının devam ettiğini kaydeden Genel Sekreter NATO’nun istihbarat ve erken uyarı mekanizmalarını da geliştirdiklerini söylüyordu.

ABD ve AKP’nin “Eğit-Donat” girişimi fiyasko ile sonuçlanıyordu.

ABD Savunma Bakanlığı Pentagon Sözcüsü Jeff Davis, Suriye’de Nusra Cephesi tarafından alıkonulan ülkesinin eğittiği eğit-donat güçlerinin nereye kaçırıldığını bilmediklerini açıklamıştı. ABD’ye en az 600 milyon dolara mal olan, eğit-donat programı büyük bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Türkiye ve Ürdün’de eğitildikten sonra IŞİD ile savaşmaları için Suriye’ye yollanan, ancak El-Kaide’nin kolu El-Nusra Cephesi tarafından kaçırılan birliklerin yerlerini bile bulamamıştı. Pentagon Sözcüsü Jeff Davis, El-Nusra Cephesi tarafından alıkonulan ılımlı muhalif güçlerin yeri ve durumu noktasında sahadan gelen bilgilerle yetindiklerini açıklamıştı. Davis, Pentagon’da gazetecilerin Suriye’nin kuzeyinde alıkonulan Yeni Suriyeli Güçler üyelerine ilişkin sorularını yanıtlayamamıştı. Alıkonulanların nerede olduğuna ve durumlarına ilişkin detay veremeyeceğini, bu bilgiyi sağlayacak kapasiteye de sahip olmadıklarını belirten Davis, “Bu insanlar, her daim detaylı yoklamalarını sunabilme kapasitemizin olduğu komuta zincirimiz altından çıkmıştır. Dolayısıyla, durumları noktasında bu gruplardan gelen bilgilere bağlıyız” diyerek çaresizliklerini ortaya koymuşlardır.

Türkiye’nin Hatay sınırında bir Rus uçağını düşürmesi üzerine Milli Çözüm Dergisi sitemizde “Bunun Türkiye ile Rusya’yı kapıştırmak ve bu bahane ile bölgemizi NATO eliyle işgale zemin hazırlamak için bir tuzak olduğunu” yazmış ve yine komploculukla suçlanmıştık. Ama haftalar sonra yandaş medyası ve iktidarın yarı resmi yazarları aynı konuyu gündeme taşımıştı.

Sovyetlerin başında Kruşçev, ABD’nin başında ise Eisenhower bulunuyordu. İncirlik Üssü’nden kalkıp, Sovyetleri dinleyen U-2 casus uçağı 1 Mayıs 1960 tarihinde Sovyetlerin üzerinde düşürülüyordu. Pilot Gary Power ise canlı olarak ele geçiriliyor, sorgusunda, füzelerin yerlerinin tespit edilmesi, radarların bulunması, telsiz istasyonlarının belirlenmesi için uçuş yaptığını itiraf ediyordu. Radara yakalanmayan U-2 casus uçaklarının üzerinde yüksek çözünürlüklü kameralar taşınıyordu. Casus uçuşları tespit edilince Sovyet lideri Kruşçev Putin’in yaptığından daha ileri gidiyor ve NATO’yu, “Avrupa’da istediğimiz her havaalanında vuracak güçteyiz” diye tehdit ediyordu. Batı uzaktaydı ama Sovyetlerin burnunun dibinde Türkiye vardı ve Kruşçev açık açık Türkiye’yi tehdit ediyordu.

Apar topar NATO’ya müracaat ediyorduk ve ABD, Sovyet füzelerinden korunabilmemiz için başta boğazların etrafına yerleştirilmek üzere 15 adet Jüpiter füzesi gönderiyordu. Demirel 1965 seçimlerini yüzde 52.87 oy oranıyla kazanıp tek başına iktidar olunca, ABD ile üslerle ilgili anlaşmayı revize etmek istiyor görüntüsü veriyor, bu arada İncirlik’ten kalkıp Sovyetlerin üzerinde uçan ve iki ülkeyi karşı karşıya getiren casus uçuşlarına yasaklama getiriliyordu.

ABD bundan rahatsız oluyor, ayrıca haşhaş ekiminin yasaklanmasını istiyordu. Demirel, Bizim 20 ilimiz ve çevresinde haşhaş ekiliyor. Bizde ismini Afyondan alan il var diye horozlanıyordu. Demirel, 12 Mart darbesiyle devriliyor. Amerika’nın desteğiyle 12 Mart’ın Başbakanı olan Nihat Erim’in ilk işi ise haşhaş ekimini yasaklamak ve U-2 Casus uçaklarının uçuşuna izin vermek oluyordu. CIA altımızı oymuş da haberimiz olmamış” diyen İhsan Sabri Çağlayangil, tarihi bir tespitte daha bulunuyor: “Bir memlekette demokratik idare olmuş, faşist idare olmuş ona hiç bakmaz. Amerika o memleketin kendisine ne ölçüde tabi olduğuna, ne dereceye kadar uydu haline getirebileceğine bakar” diyerek Türkiye’yi ABD derin devletinin yönettiğini itiraf ediyordu. İşte Abdülkadir Selvi: “1960 yılında yaşanan casus uçağının düşürülmesi ile 55 yıl sonra yaşanan Rus uçağının düşürülmesi arasında bir irtibat kurmuyorum. Ama Rus savaş uçağını düşürdüğümüz andan beri bir soruya yanıt arıyorum” diyerek şunları söylüyordu.

“Matruşka gibi bir sorunun cevabına yaklaşıyorum içinden başka bir soru daha çıkıyor?” Neden Rus uçağı” o sorunun cevabına ulaşmak üzereyken bu kez, ”Bu işi bizim başımıza kim açtı” sorusuyla karşılaşıyorum. Kafamdaki, “Bit yenikleri” azalmıyor artıyordu. Ankara’da konuştuğum kişilere bu kuşkularımı açıyorum. Görüyorum ki kafasında bit yeniğiyle dolaşıp, benim gibi ikna olmayanların sayısı fazla. Hatta uçakla ilgili görüntüleri izleyen bir yetkilinin, “Hava sahamızı terk etmek üzere olan uçak neden düşürüldü. İkna olmadım” diyerek şaşkınlığını belirtiyordu. Rus uçağı düşürüldüğünde, “Neden şimdi” ve “Neden Rus uçağı” diye düşünmemin nedeni o çünkü önemli bir operasyon öncesine denk geliyordu. Ruslara ait Su-4 savaş uçağı 24 Kasım Salı günü düşürülüyordu. Oysa o akşam Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye’de olacaktı. Daha da önemlisi Türkiye açısından stratejik öneme sahip olan Cerablus Operasyonu için düğmeye basılacaktı. TSK, “İhtimalat Planları”nı hazırlamış, ABD ile koordinasyon sağlanmış, operasyonun hangi tarihte bitirileceği bile hesaplanmıştı. Operasyonunun önündeki en büyük engel olarak gözüken Rusya ile anlaşma sağlanmıştı. Putin’e G-20 zirvesi için geldiği Antalya’da operasyon hakkında bilgi verilmiş, Kameraların karşısında tepki gösteririz ama operasyonu engelleyici bir şey yapmayız güvencesi alınmıştı. Kafamdaki soru işaretini artıran ise operasyon hakkında harita üzerinde bilgi verilen Putin’in, “Amerikalılar orayı Kürtlere vermeyi planlıyor” sözlerini hatırlatmasıydı.

Rus uçağının düşürülmesiyle ilgili çift yönlü kuşkular vardı. Düşen uçaktan sağ olarak kurtulan pilot Murachtin, Hiçbir şekilde uyarı almadık. Ne telsiz, ne göz teması Hiçbir iletişim kurulmadı” diye açıklama yapmıştı. Rus pilot, propaganda amaçlı konuşmuş olabilir. TSK, 5 dakika içinde 10 kez ikaz edildiğini açıklamış ve ses kayıtları yayınlanmıştı. Amerikalı Albay Steve Warren, koalisyon güçleri olarak Türk tarafının ikazlarını duyduklarını belirtti. Hollanda’da yayın yapan RTL 4 televizyonuna konuşan Hollandalı bir general ise Kalkıştan hemen sonra acil durum frekansından Türk Hava Kuvvetleri’nin çağrısını duyduk. Türk hava sahasına girmek üzere olan uçak onlarca kez uyarıldı. Ruslar bir kez bile cevap vermedi”[1] itirafında bulunmuşlardı.

Sözde IŞİD’e karşı olan ABD, Türkiye’nin Musul’daki Peşmerge eğitiminden niye rahatsız oluyordu?

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından bir yılı aşkın süredir DAEŞ’le mücadele kapsamında Irak’ın kuzeyindeki 4 bölgede Peşmerge güçlerine eğitim veriliyordu. Askeri kaynaklardan alınan bilgiye göre, TSK, DAEŞ ile mücadele kapsamında Peşmerge’ye destek vermeye devam ediyordu. Bu amaçla Irak’ın kuzeyindeki 4 bölgede Peşmerge güçlerine bir yılı aşkın süreden beri meskun mahallerde muharebe, el yapımı patlayıcı ve bu patlayıcıyla mücadele, tanksavar, ağır makineli tüfek, havan, topçuluk, ileri gözetleyicilik ve ilk yardım konularında eğitim veriyordu. Bugüne kadar aralarında üst düzey rütbeli personelin de bulunduğu 2 bin 500’den fazla Peşmerge’nin eğitim aldığı Peşmerge güçlerine belirli seviyede malzeme, teçhizat ve bakım desteği sağlandığı biliniyordu. Son dönemde Irak ve Suriye’de çok hızlı ilerleme göstererek her iki ülkede de önemli noktaları ele geçiren DAEŞ’le mücadele kapsamında, Peşmerge güçlerince gerçekleştirilen operasyonlarda özellikle meskun mahallerde muharebe ile el yapımı patlayıcılarla mücadele konularındaki eğitimden çok büyük fayda sağlandığı belirtiliyordu. Bu gelişme bizzat Peşmerge yetkilileri tarafından da beyan ediliyordu.

Neden ABD’den Türkiye’ye Musul Uyarısı Yapılıyordu?

Musul’da Türk askerinin nöbet değişimini değerlendiren Pentagon Sözcüsü Davis “Irak topraklarına, Irak hükümetinin rızası olmadan herhangi bir askeri konuşlandırmayı desteklemiyoruz” diye çıkışıyordu. Pentagon sözcülerinden Jeff Davis, bakanlıkta gazetecilerin konuyla ilgili sorularını yanıtlarken: “Irak topraklarına, Irak hükümetinin rızası olmadan herhangi bir askeri konuşlandırmayı desteklemiyoruz. Buna ABD askeri personelinin yanı sıra herhangi bir komşu ülkenin askerleri de dahildir” diyerek açıkça Türkiye’yi suçluyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı da konuya ilişkin Türkiye ile Irak arasında diyalog çağrısında bulunuyordu. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, “Türkiye tarafından yapılan yorumları gördük. Durumu tekrar gözden geçiriyorlar ve Irak Hükümeti ile çalışmaya devam edecekler” diye uyarıyordu. Peşmergenin eğitimi için 2,5 yıldır Musul yakınlarında bulunan Türk birliği 4 Aralık’ta nöbet değişimi gerçekleştirmiş, 150 askerle birlikte yaklaşık 25 tank da bölgeye intikal ediyordu. Bunun üzerine Irak Başbakanı Haydar İbadi, olayı “egemenliğin ihlali ve iyi komşuluk ilişkisi prensiplerine aykırı” olarak nitelendiriyordu. İbadi’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamada, “Irak, bu güçlerin 48 saat içerisinde çekilmemesi halinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine (BMGK) müracaat dahil mevcut tüm seçeneklere başvurma hakkına sahiptir” tehdidinde bulunuyordu.

Gavur ağzıyla konuşan Hürriyet yazarı ve mason İttihatcı artığı Taha Akyol “Musul’da ne işimiz var?” diye soruyordu. Evet Haçlı Batı da bin yıldır aynı soruyu soruyordu: “Anadolu’da ne işiniz vardı?!”

Taha Akyol: “Türkiye Musul’daki askeri birliklerini toprak kazanmak gibi gizli bir niyetle takviye etmişse, çok tehlikeli bir maceraya girmiş demektir!” diyerek ayarını ve astarını ortaya döküyordu!

Musul muamması: Danışıklı dövüş müydü, İran ve YPG’ye gözdağı mıydı?

Ankara ve Erbil’den gelen ‘rutin faaliyet‘ açıklamalarına karşın Musul’un 32 kilometre kuzeyinde Başika bölgesine 400’ü komando 600 Türk askerinin 25 tank eşliğinde yerleşmesi Washington ile Ankara arasında yeni pürüzlere yol açacağa benziyordu. ABD savunma bakanlığı yetkilisi Türk askerlerinin Musul’a kaydırılmasının ‘IŞİD karşıtı koalisyon aktivitelerinin bir parçası olmadığını’ duyuruyordu. Washington’da ulaşılan güvenilir kaynaklar bu hamlenin herhangi bir şekilde ABD yönetimiyle koordine içinde yapılmadığını belirtiyordu. Türkiye’nin ‘esas amacının’ da henüz anlaşılamadığı vurgulanıyordu. Kaynaklarımızın biri Washington’un tepkisini şu sözlerle özetliyordu: “Maksat eğitim ise tanka topa ne ihtiyaç var anlamadık. Bizim için tam bir muammadır” sözleri de Taha Akyol kafasını yansıtıyordu.

Erdoğan ve Barzani’ye NATO ortaklığı mı kurduruluyordu?

Kafalara şu soru takılıyordu: Acaba Rus uçağı NATO’yu Suriye’ye çekebilmek için mi vurulmuştu? Çünkü Erdoğan daha önce de defalarca NATO’yu göreve çağırıyordu, Türk uçağı vurulduğunda da, sınırlarımızın içine top mermileri ulaştığında da bunu yapıyordu. Ancak NATO hiçbir zaman bu davetlere olumlu yanıt vermiyordu. Ama şimdi NATO, sanki bu çağrıyı dört gözle bekliyordu. Evet, NATO bir “Mukabele Kuvveti” kurmuştu. Hatta geçen aylarda Akdeniz’de 36 bin asker, 60 gemi ve 140 uçağın katıldığı bir tatbikatla Mukabele Kuvveti’nin fonksiyonlarını deniyordu. İşte Erdoğan bu kez NATO’nun Mukabele Kuvveti’ni Suriye’ye çekmeye çalışıyordu. Sadece Erdoğan mı? Hayır, Rus uçağının düşürülmesinden üç gün önce Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Dış İlişkiler Sorumlusu Felah Mustafa 61. NATO Genel Toplantısı’na katılmış ve IŞİD’le mücadele konusunda NATO’dan “askeri ve siyasi yardım” talebinde bulunmuştu. Yani Erdoğan ile Barzani eşzamanlı olarak NATO’yu bölgeye çağırıyordu. Hürriyet Washington Temsilcisi Tolga Tanış Amerikalı yetkililere dayanarak kaleme aldığı son yazısında önemli bir noktaya dikkat çekti. Amerikalıların “Menbiç boşluğu” dediği bölgenin kimin tarafından doldurulacağı konusunu görüşmek üzere ABD Genelkurmay İkinci Başkanı Paul Selva Türkiye’ye geliyordu. Ve IŞİD’den arındırılmış bölgenin Türkiye tarafında güvenliğin sağlanması için NATO kuvveti yerleştirilmesi de seçenekler arasında yer alıyordu. Ve zaten Amerika ve Irak Musul’da asker bulundurmamıza, güya karşı çıkarken, Mesut Barzani Türkiye’yi haklı buluyor, destek veriyor ve resmi ziyaret için Ankara’ya teşrif buyuruyordu! Ey Millet, artık uyanınız ve bakınız istikrar için verdiğiniz oylar başımıza ne işler açıyordu!

İsrail’den IŞİD çözümü: “Kürtleri silahlandıralım ve sahip çıkalım!” teklifi IŞİD’in bölgeyi ve Türkiye’yi parçalamak ve Kürdistanı kurmak için kışkırtıldığını açığa vuruyordu.

İsrail Savunma Bakanı Moşe Yalon Suriye’de IŞİD’e karşı başarılı olunması için Kürt güçlerinin silahla donatılması gerektiğini söylüyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) başkenti Washington’da bulunan Brookings Entitüsü’nde bir panele katılan İsrail Savunma Bakanı, IŞİD’e karşı savaşın öncülüğünü ABD’nin yapmasının önemine değinerek, Sünni Araplar ile Kürt güçlerinin silahla donatılması gerektiğini vurguluyordu. Moşe Yalon, “Asker gönderilmeden IŞİD’in ortadan kalkması isteniyorsa başta Kürtler olmak üzere yerli güçlere tam destek verilmesini” tavsiye ediyordu. Oysa Kasım ayının ortalarında, İsrail’in resmi radyosuna konuşan Bakan Yalon, “IŞİD örgütünün bulunduğu bazı bölgelerinin İsrail sınırında olduğunu, ancak örgütün bugüne kadar kendileri için bir tehlike arz etmediğini” belirtiyordu.Moşe Yalon, IŞİD’in İsrail’den duyduğu korku nedeniyle saldırmadığını dile getirerek, “Çünkü çok sert bir karşılık alacaklarını biliyorlar” diyerek, IŞİD’in dolaylı olarak kendi kontrollerinde bulunduğunu itiraf ediyordu.

Sivil PKK sayılan BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın, bir hafta süren ABD ziyaretinin (talimat alma gezisinin) hemen ardından, ayrımcı Kürtçülüğün entel hocalarından Ertuğrul Kürkçü ile birlikte 7 Aralık 2015 akşamı Habur sınır kapısından Kuzey Irak’a gitmesi de bu gelişmelerle ilgili görünüyordu. PKK (BDP) ile Barzani, Barzani ile AKP hükümetinin bu yakın teması, hepsinin yularının ABD’nin elinde bulunduğunu gösteriyordu.

ABD’li E. General: “NATO, Türkiye’yi ittifaktan çıkarmalı!” diyordu.

Rusya’ya ait Su-24 tipi bir savaş uçağının sınır ihlali yaptığı iddiası ile Türk F-16’ları tarafından düşürülmesinin ardından her iki ülkeden de açıklamalar gelmeye devam ediyordu. ABD’li eski emekli General Paul Valley, “Rus uçağının düşürülmesi, Ankara’nın son provokasyonu olmayabilir. Bu nedenle NATO, Türkiye’yi ittifaktan çıkarmayı düşünmelidir” diyordu. RT’ye konuşan Valley, “Türkiye’nin, böyle bir adımı bölgedeki pozisyonunu korumak ve bölgesel lider olmak istediği için bunun Ankara’nın attığı son provokatif adım olmadığı görüşündeyim” diyerek NATO gavurlarının asıl niyetini ve mahiyetini deşifre ediyordu.

Sırtlanlar Pusuda bekliyordu!

“Bütün bunların bir savaş provası olduğu anlaşılıyordu. BOP eliyle ve işbirlikçileri marifetiyle İslam coğrafyasını tarumar eden, ülkeleri işgal edip insanları katleden, sınırları değiştiren, huzursuzluğu ve kaosu yayıp ülkeleri hizaya getiren küresel yamyamlar, kahredici bir satranç oyununda art arda hamleler yapıyordu. Gerçi Batılı küresel yamyamlara gelene kadar Müslümanın Müslümanı katletmesine tepki vermek gerekmiyor muydu? Suriye’de örgütlenen Batı’nın “koalisyon güçlerinin” benzeri, Yemen’e saldırmıyor muydu? Suud’un başını çektiği “koalisyon”un vurduğu Yemen Müslüman sayılmıyor muydu? “Terörist vuruyoruz” diye atılan bombaların yağdığı evlerin, düğün merasimlerinin kanlı görüntülerini görmek istemeyen dindar demokratlar bu işbirlikçiliği içine sindirebiliyordu. ABD ile ortak çıkara sahip olmaktan utanmayanlar bu görüntülere nice kılıflar uyduruyordu” tespitleri elbette gerçekleri haykırıyordu.

• Paris’te Erdoğan‘la bir saat görüşen Obama’dan şu açıklama geliyordu: “Türk hava ve kara kuvvetlerinin düzenini belirlemek, Türk sınırını şu an olduğundan daha iyi bir şekilde kapatabilmek için Türkiye tarafında askeri birliklerimizi birlikte çalıştırıyoruz.” Obama‘nın bu açıklaması Pentagon sözcüsü Peter Cook‘un “İncirlik’e yerleştirdiğimiz F-15’leri Türkiye talep etti, bu uçaklar Türkiye’nin hava savunmasında görevlendirilecek” sözlerini ve Dışişleri Sözcüsü Tanju Bilgiç‘in “Doğu Akdeniz’de konuşlu ABD savaş gemileri savunmamızın bir parçasıdır” demesini teyit ediyordu!

• İçeriği bilinmeyen İncirlik Mutabakatı’nın sonuçları ortaya çıktıkça, Türkiye’nin 1 Mart tezkeresinde ABD’ye vermediği olanakların Erdoğan tarafından Pentagon’a verildiği anlaşılıyordu. İncirlik’in yanı başına 2500 kişilik patriot kasabasının inşa edilmeye başlamasından sonra, ABD’nin Diyarbakır’da da bir üs kurduğu ortaya çıkıyordu. ABD “arama-kurtarma birliği” adı altında Diyarbakır’daki 8. Ana Jet Üssü’ne 90 bin metrekarelik operasyon merkezi oluşturuyor, 100’ün üzerinde baraka inşa ediyordu.

• Erdoğan, Paris’te görüştüğü Fransa Cumhurbaşkanı Hollande‘la özel bir anlaşma yapıyor ve “atacağımız adımları planladık” diyordu. Fransız uçaklarının İncirlik ve diğer üsleri kullanacağı, Fransız uçak gemisinin Mersin-Taşucu’na lojistik destek amacıyla yanaşacağı anlaşılıyordu.

• Bu arada Almanya da İncirlik’i kullanmaya başlıyordu. Berlin 6 Tornado keşif uçağı ile bir yakıt ikmal uçağının İncirlik’i kullanması için Ankara’ya niyet mektubunu iletiyordu. Alman Hükümeti 1200 askerinin İncirlik’te görevlendirilmesini karara bağlıyordu.

• NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, ittifakın Türkiye’ye destek için Akdeniz’e uçak ve savaş gemileri göndereceğini duyuruyordu. “Stoltenberg, İngiltere’nin NATO ittifakı kapsamında Türkiye’ye uçak, Almanya ve Danimarka’nın da Akdeniz’e taktik komuta gemileri göndereceğini belirtiyordu” şeklinde doğru tespitler yapan Ulusalcı takımı, sıra Rusların Türkmenleri ve diğer Suriyeli muhalifleri bombalamasına gelince solcu-sosyalistlik (Türkçesi komünist dinsizlik) damarları kabarıyor ve Rusların katliamına kılıf geçirmekten utanmıyordu! Özetle Hatay’dan İsrail’e, Armegedon savaşı için Doğu Akdeniz’e yığınak yapılıyordu.!

Türkiye kıskaca alınmıştı!

Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile MİT Başkanı Hakan Fidan’ın, Ankara’da ağırlanan Mesut Barzani ile görüşmelerin ardından bin bir umutla gönderildikleri Bağdat’tan eli boş dönmüşler “Türk askerinin Irak topraklarından tamamen çekilmesi gerektiğini” vurgulamışlardı. Ahmet Davutoğlu’nun ABD Başkan Yardımcısı Yahudi-Siyonist Joe Biden’e telefon ricası da işe yaramamıştı. Yetmez, Irak Hükümeti “Türkiye’yi kendi topraklarına müdahale ettiği” gerekçesiyle BM Güvenlik Konseyi’ne şikâyete kalkışmıştı.

AKP’nin “askerimizi çekmiyoruz” dayılanması fos çıkmıştı…

Irak’ın Musul’daki Başika kampı konusundaki bu flaş adımına karşılık Türkiye de rest çekip orada kalacağını açıklamıştı. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Türkmenistan ziyareti öncesi “Buraya eğitim vermek üzere asker gönderdik. Kampın kurulmasından bu yana 1 buçuk yıl kadar zaman geçti. İnsana sormazlar mı 1 buçuk yıldır aklınız neredeydi, şimdi kalkmış böyle bir açıklama yapıyorsunuz. Askerimizi çekmek söz konusu değil” diyerek çıkışmıştı. Ama sonunda kabadayılıklarından geri adım atılmıştı.

Maliki ipleri koparmış, Türkiye’ye tehditler sıralamıştı…

Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı Nuri El Maliki Türkiye’yi ikiyüzlülükle suçlamıştı. Başkent Bağdat’ta Haşdi Şabi kamplarını ziyareti sırasında konuşan El Maliki, Türkiye’nin Musul’da asker bulundurmasını ‘işgal’ olarak tanımlamıştı. Türkiye’nin IŞİD’den petrol aldığı yalanını savunan Iraklı Şii lider El Maliki, Ankara’nın bunun karşılığında örgüte araç ve silah verdiği iddialarını gündeme taşımıştı. Daha sonra sözde merkezi Irak Yönetimi’ne destek çıkan İran ve ABD kuklası Şii liderler, Türkiye’nin ülkelerinin toprak bütünlüğüne tecavüz ettiğini söylemiş, ama zaten Barzani’nin ve IŞİD’in Irak’ı çoktan parçaladıklarını unutmuş gibi konuşmuşlardı.

Bu baskılar üzerine Irak’ın Musul Başika’daki Türk askerlerinin bir bölümü bölgedeki kamptan ayrılmıştı. 10 araçlık askeri konvoyun Irak’ın kuzeyinde bir bölgeye intikal ettiği anlaşılmıştı!

Irak’ta Başika bölgesindeki konuşlu Türk askeri unsurlarından bir kısmının, bu baskılara dayanamayarak Hükümet kararıyla yeni bir düzenleme kapsamında Irak’ın kuzeyine intikal ettiği anlaşılmıştı. Oysa bu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Musul’un 12 kilometre kuzeyindeki Başika’ya takviye güç göndermesinin asıl nedenlerine aykırıydı. Çünkü İran ve Rusya’nın doğrudan, Amerika’nın ise dolaylı baskısıyla Bağdat yönetiminin sert çıkışlar yaptığı Türkiye’nin gönderdiği askerler Irak halkının da koruyucu gücü olmuşlardı. TSK ve MİT’e gelen istihbaratlara göre IŞİD, Musul’da kontrolü aldığı günden bu yana Şengal, Zummar ve Telafer ilçeleri üzerinden tam 14 kez eski adı Saddam Barajı olan Musul Barajı’nı ele geçirmeye çalışmıştı. Bu barajın vurulması halinde Musul sular altında kalacaktı.

Hatırlayınız, 16 Kasım 2013’te Diyarbakır’da tarihi diye adlandırılan talihsiz bir gün yaşanmıştı. Barzani ve Şivan Perver, Erdoğan ve Fidan’la birlikte kürsüye çıkıp Kürtçe konuşmuş, finalde ise Türkçe mesajlar sıralamıştı. “Ortadoğu’da halkların birleşme zamanı gelmiştir. Savaş bizi ayırdı, ama kardeşlik birleştirecektir. Türkiye bu işi başaracak güçtedir. Artık hizmetinizdeyim…” Son olarak da “Yaşasın Türk-Kürt kardeşliği” diye haykırmış, böylece AKP iktidarının gafletiyle Kuzey Irak’a resmiyet kazandırıp Büyük Kürdistan’a (Küçük İsrail’e) zemin hazırlamıştı. O gün bu gelişmeleri alkışlayan Amerika’nın ve kuklaları İran ve Irak’ın bugün bu tavrı takınmaları, bütün suçu Türkiye’ye yükleme çabasıydı.

PKK elebaşları bile teşhisi koyarken AKP iktidarının gafleti nasıl yorumlanacaktı?

Suriye’den gelen milyonlarca sığınmacı, yeni bir hayata başlamak için denizlere açılan çaresiz umut yolcuları, düşürülen Rus SU-24 savaş uçağı, içeride koparılan fırtınalar, ambargolar, Bağdat’ın zaman ayarlı çığlığı, Türkiye’yi gaz’la korkutma çabaları, Esad’ın bombaları, bölgeye yönelik yabancı asker yığınağı, Akdeniz’de yükselen tansiyon ve cevabı merakla beklenen bunca sorular karşısında AKP iktidarı dümeni kırılmış gemi gibi sağa sola yalpalayıp durmaktaydı.

HDP’li Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık, Cizre ve Silopi’de gönderilen SMS’ler sonrası halkın evlerini terk ettiğini yazmıştı. Ellerinde yastık ve yorganlarla insanların kaçtığını söyleyen Sakık, PKK’nın kazdığı hendekleri de eleştirmeye başlamıştı. Sırrı Sakık, twitter’dan isim vermeden “Bu bir iç savaş değil sadece, bir iç kanamadır” yorumunda bulunup yandaşlarını uyarmıştı.

Deccal, IŞİD ve Armageddon’la ilgili sır!

Onlarca sene önce 4 helikopter Merv kentinde bulunan Yahudi mahallesine iniyordu. Helikopterin içinden 6 haham ve 12 kişilik (Mossad ajanı) takım elbiseli çok özel bir ekip bulunuyordu. Bu 6 Haham; yanındaki korumaları ile orada ikamet eden İsrail ailesinin ziyaretine gidiyordu. Bu aileyi ve ailenin yeni doğan sol gözü kör, sağ gözünün burun tarafının köşesinde et parçası bulunan, tırnakları olmayan, Mesih’ud Haris ISRAEL adı takılan bebeği de alıp önce İsrail Tel Aviv’e götürülüyor, sonra da bu çocuk ve ailesi HAYFA’da bulunan askeri bir merkeze bırakılıyordu. Sır buydu ve bu sırra vakıf olanlar TAPINAK’ın Türkiye ayağı yapı tarafından bir suikasta kurban ediliyordu. Papa Françis‘in bir gezisi sırasında ilginç bir şekilde elini öptüğü o Haham; o gün Mesih’ud Haris Israel’i, Irak’tan helikopterle almaya gelen 6 kişilik Hahamların içinde bulunuyordu. O gün halktan gizlense de o haham Haris’in emirlerini Papa’ya getiriyordu. Papa’da onun elini öperek sadakatini Büyük Kral adını verdikleri Haris’e TÜM DÜNYANIN GÖZLERİ ÖNÜNDE göstermiş oluyordu.[2]

 

IŞİD İsrail’in taşeronluğunu yapmaktaydı!

İşte, IŞİD ya da DAEŞ halen Hayfa’da bulunan Büyük İsrail Devletinin gizlenen lideri Haris, İsrail’in korkusu olan ve Hz. Mehdi’den ötürü İslam’ın öncü ordusu sayılan Kara Sancaklılara karşı kurulmuş sahte bir Kara Sancak ordusu oluyordu. IŞİD, Deccal Haris’in emri ile kurulmuştur. IŞİD’i şu anda MOSSAD komutanları İngiltere eski istihbaratçılarından Cihatçı John ve İngiltere SAS komandoları tarafından yönetiliyordu. Örgüt İslamiyet’i barbar bir din gibi gösterip Haris’in elinde olan Tevrat’taki kehanetleri gerçekleştirmek üzere kullanılıyordu. IŞİD’e ABD gözetiminde olan Irak’taki Bucca hapishanesinde ABD-İngiltere-Almanya ve İsrail devletlerinin yardım aktardıkları belgeleniyordu. IŞİD’in üst düzey kurmayları arasında Saddam Hüseyin’e hıyanet eden eski Generalleri biliniyordu. IŞİD’in bir örgütten çok devlete benzeyen yapısı dikkat çekiyordu. IŞİD’in valileri, bakanları petrol kuyuları, parası ve bankaları bulunuyordu. Uydurma Hadislerle, aslında İncil ve Tevrat’ta yazan kehanetleri gerçekleştiren IŞİD’in İslamiyet’e karşı Yahudiler tarafından kullanılan bir örgüt olduğu kesinlik kazanıyordu. IŞİD, Armageddon Kutsal Savaşı adı verilen kehanetlere zemin hazırlıyordu. İslamiyet’te yeri olmayan IŞİD, Tevrat’ta yazan olayların vuku bulması için kurgulanıyordu. Mezopotamya’nın batıl dinlerini ve Siyonistlerin kutsal kehanetlerini ilke ediniyor ve bu şekilde İslamiyet’in içine fitne sokuyordu. IŞİD, Büyük İsrail’in kurulması için İslamiyet’e karşı kurulmuş Sahte Kara Sancak Ordusuydu. Büyük Kral adını verdikleri Mesih’ud Haris Israel tarafından kullanılan bir örgüt oluyordu.

İşte tam bu sırada İngiliz gazetesi Daily Mirror, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in nükleer bir savaş durumunda havalanacak tam donanımlı bir uçağın hazır hale getirilmesi için talimat verdiğini yazmıştı. Rusya’nın askeri envanterinde bulunan Ilyushin Il-80 modelinin modifiye edilmiş versiyonu olan uçağın radar sistemleri tarafından neredeyse görünmez özelliğe sahip olduğu konuşulmaktaydı. Yani artık Armageddon (Kıyamet) Savaşı için her şey hazırdı.

TSK’nın alçak ve orta irtifa hava savunma ihtiyaçlarını karşılamak üzere ASELSAN tarafından geliştirilen KORKUT Hava Savunma Sistemi, tüm testleri başarıyla tamamlamıştı.

Türkiye milli savunma sistemlerinde bir aşamayı daha geride bıraktı. Türkiye’nin yeni silahı KORKUT hazırdı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın alçak ve orta irtifa hava savunma ihtiyaçlarını karşılamak üzere hazırlık çalışmalarına ASELSAN tarafından 2010’da başlanan ‘Kundağı Motorlu Hava Savunma Sistemi KORKUT’ geliştirme aşamasının son noktası olan atışlı testleri de başarıyla tamamlamıştı.

Ateş gücü MKE tarafından üretilen iki adet 35 mm’lik toptan oluşan ve hareket halinde atış yapabilen KORKUT, dakikada 1100 mermi atmaktaydı. Ayrıca havada parçalanan 35 mm parçacıklı mühimmat da kullanmaktaydı. Menzili ise 4 kilometre olan KORKUT, benzerlerinden çok ileri konumdaydı.

Ve şu ayeti hatırlatmanın tam zamanıydı:

“Oysa onlar, çeşitli hizip (parti, ekip ve kavim)lerden (toplanıp meydana getirilmiş), şunun şurasında (mutlaka) hezimete-mağlubiyete mahkûm edilmiş kalabalık (ve kof) bir ordudan (NATO ve BM gibi Şeytani organizasyondan) ibarettir. (Sad: 11)

Melheme-i Kübra: Amik Ovası Savaşı

Bir hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır:

“Sizinle Beni Esfer (Rumlar-Batılılar) arasında sulh (anlaşması ve ittifakı) olacaktır. Sonra onlar muahedeyi (barış anlaşma sözlerini) bozarak on iki bin kişilik seksen fırkalık (toplama) bir kuvvetle üzerinize saldıracaklardır.”[3] Hatay Amik Ovası ve aşağısında (Akdeniz Havzasında) yaşanacak bu savaşı Haçlı Batılılar değil Müslümanlar kazanacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, güya Rusya’ya karşı Türkiye’yi korumak amacıyla Akdeniz’e ve bölgemize yığılan NATO güçleri sonunda bize saldıracaklar ama kendileri hezimete uğrayacaklardır.[4]

 

 


[1] 08 Aralık 2015- Yeni Şafak

[2] Bak: Papa’nın Siyonizm Aşkı, 26.05.2014, Habervaktim

[3] Bak. Ramuz El-Ehadis 258.3

[4] Bak. Milli Gazetenin dağıttığı Nereye Gidiyoruz? (2005) Sh. 36

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Erdoğan BİŞKİN

Erdoğan BİŞKİN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx