YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
662f786c4fd9e
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 4
Bugün : 14191
Dün : 29208
Bu ay : 698721
Geçen ay : 453014
Toplam : 23477685
IP'niz : 18.118.45.162

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Tamzara; Elazığ ve Erzincan civarında meşhur, ağır halay cinsinden bir halk oyunun adıdır.

Maalesef Türkiye’de, perde arkası ve şeytani amaçları gizlenen sinsi senaryolar uygulanırken, halkımız erken seçin tamzarasıyla oyalanmaktadır. Bu uyarıları, “komplo teorileri ve kof kuşku tedirginlikleri” olarak yorumlayanlar, ya koyu bir gaflet erbabıdır veya gizlenen hıyanetin suç ortağıdır.

Sürekli aldatılan safdiriklerle bu badireler nasıl atlatılacaktır?

11 yıl boyunca birlikte çalıştıkları, TSK’ya yönelik Ergenekon kumpaslarını birlikte hazırladıkları ve biri birlerine iltifat ve ikramlar yağdırdıkları CIA maşası Cemaat için sonunda kalkıp “Bunlar bizi kandırdı, saflığımızdan yararlandı” diyerek sorumluluktan sıyrılmaya çalışan… Çözüm Süreci safsatasıyla yıllar boyu PKK’nın Doğu ve Güneydoğu’da teşkilatlanıp-silahlanıp topyekûn kalkışma hazırlığına fırsat ve ruhsat sağladıktan sonra, ardından “PKK bizi aldattı, iyi niyetimizi kötüye kullandı!” demekten sıkılmayan safdirik kahramanlar şimdi Suriye ve Esed konusunda da geri adım atmaya mecbur kalmış, ama nasıl bir yüzleri varsa zerre kadar mahcup da olmamışlardı. Üstelik bu basiretsizlik ve beceriksizliklerine, kiralık yağcı yazar-yorumcu takımı; “stratejik gereklilik ve manevra kabiliyeti” kılıfı geçirmekten de utanmamışlardı.

Kurban Bayramı’ndan önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova gezisi dönüşünde “Esed’li geçişten” söz etmeye başlamıştı. Aslında Cumhurbaşkanı BM Zirvesi nedeniyle Başkan Obama ile Putin arasında yapılan görüşmede kararlaştırılan bir projeye mikrofonluk yapmaktaydı. Abdülkadir Selvi gibi yalakalar: “Suriye canlı bir süreç. Hem canlı, hem kanlı. Değişen durumlara göre yeni çözüm önerileri üretmek gerekiyor. O nedenle Türkiye’yi tutarsızlıkla suçlamak fantezi olur” yorumlarına sığınmışlardı. Bu plana göre Esed yine Devlet Başkanı kalacak, ama bağımsız bir geçiş hükümeti kurulacaktı. Suriye ordusu ve istihbaratı geçiş hükümetine bağlı olacaktı. Esed ve ailesinin geleceği de makul bir sürede karara bağlanacaktı. İyi de madem böyle bir seçenek vardı öyle ise boşu boşuna öldürülen 300 bin insanın, göçe mecbur bırakılan milyonların günahı kimlerden sorulacaktı. Hep “aldandık, aldatıldık” demekle nereye varılacaktı? Bu arada Kıbrıs’ta da Rumlarla ortak hükümete AKP razıydı. Bu 1974 öncesine dönmek ve KKTC’den vazgeçmek anlamını taşımaktaydı.

Rumlar Türkiye’den Maraş’ı istemeye başlamıştı!

Rum Hükümet Sözcüsü Nikos Hristodulidis AKP’nin tutarsızlıklarından cesaret alarak “AB başlıklarına ilişkin vetonun kaldırılması için” Türkiye’ye skandal bir öneride bulunmuşlardı. Rum Hükümet Sözcüsü, “AB başlıklarına ilişkin vetonun Maraş’ın yasal sahiplerine geri verilmesiyle kaldırılabileceğini” açıklamıştı. Nikos Hristodulidis, daha fazla başlığın açılmasının Türkiye’ye bağlı olduğunu belirterek 23 ve 24. fasıllar için Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anasatasiadis’in, kapalı Maraş’ın yasal sahiplerine geri verilmesi önerisinin bulunduğunu hatırlatmıştı.

Kuzey Kıbrıs’ta tüm bunlar yaşanırken her İslam beldesine göz diken ABD sessiz sedasız donanmasında bulunan savaş gemisini Güney Kıbrıs’ın Larnaka Limanı’na demirlemiş durumdaydı. USS Donald Cook’ın komutanı Charles E. Hampton ise geminin son 18 ay içinde ikinci kez Güney Kıbrıs’a geldiğine dikkat çekerek “Bölgedeki yakın müttefikimiz ile işbirliğimizi sürdürmek için sabırsızlanıyoruz. Güney Kıbrıslı dostlarımızla bölgenin genelinde barış ve istikrar için ortak çaba sarf ediyoruz” diye konuşmaktaydı. USS Donald Cook’un Güney Kıbrıs’a ziyareti, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin adaya yapması beklenen ziyaret öncesine denk gelmesi de ayrıca endişeleri doğrulamaktaydı. ABD Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’deki güç dengesi çerçevesinde önemsiyor ve 1974’teki tavrından da Türkiye ve KKTC’nin karşısında olduğu biliniyordu. ABD’nin Larnaka Limanı’ndaki savaş gemisini değerlendiren Rum hükümet kaynakları, ABD ile Güney Kıbrıs arasındaki işbirliği ve dostluğun Rusya gibi üçüncü ülkelerin aleyhine olmadığını savunuyordu. Rum yetkililerin açıklamalarında ABD savaş gemisi için hedefin Rusya olmadığını söylemesi, hedefin açıkça KKTC olduğunu kanıtlıyordu.

KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın TL’den çıkarak Euro’ya geçiş için çalışma başlattıklarını açıklaması, bir süredir AB hamiliğinde, kapalı kapılar arkasında, Rumlarla devam eden görüşmelerin niyetini de ortaya koyuyordu. Akıncı’nın Euro’ya geçiş, gümrük birliği ve diğer uyum çalışmalarının referandumda “evet” çıkmasından sonraya bırakılabilecek işler olmadığını belirtmesi, durumun ciddiyetine işaret ediyordu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde tüm bunlar yaşanırken ABD ise sessiz sedasız savaş gemisini Güney Kıbrıs’ın Larnaka Limanı’na demirliyordu.

AB’den gelecek uzmanlarla Euro’ya geçişi en kısa sürede tamamlayacaktı!

KKTC’de Türk Lirası’ndan çıkarak Avrupa Birliği para birimi Euro’ya geçişi için teknik çalışma başlatılmıştı. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, liderler zirvesinde ekonomik harmonizasyon çalışmalarını yürütmek üzere teknik komite kurulmasını kararlaştırdıklarını belirterek, Avrupa Birliği’nden gelecek uzmanlarla Kıbrıs Türk tarafının Euro’ya geçiş hazırlıklarının en kısa sürede tamamlanmasının amaçlandığını vurgulamıştı. Hazırlıkların çözüme yönelik olduğunu belirten Akıncı, anlaşmanın referandumda onaylanmasının ardından KKTC’nin 1 yıllık Euro’ya geçiş sürecinin başlayacağını, bu süre zarfında Türk Lirası’nın yürürlükte olacağını hatırlatmıştı.

Amerika ne istedi ise veren AKP’nin kölelik mantığı!

Türk-Amerikan İşadamları Derneği toplantısında ABD’li bir yetkili değil, AKP’li bir yetkili konuşuyordu… “Amerika ile işbirliğinde stratejik sivil ortaklığın da geliştirilmesini ve böylece ortaklığın derinleştirilmesini istiyordu!?” Yani gönüllü ve daha güdümlü, daha verimli bir işbirlikçilik arzulanıyordu!

ABD ile yapılan siyasi işbirliği ve stratejik teslimiyet sonucu komşularla sıfır sorun politikasından “sıfır komşu” durumuna geldiğimiz şu noktada, AKP hâlâ coğrafyamızı darmadağın eden ABD ile “yeterince” iyi bir ortak olmadığımızı düşünüyordu! 50 yıldır ABD ile ortaklığı yeterince geliştiremediğimizi savunan ve bundan yakınan AKP’nin önemli ismi Binali Yıldırım, “Gerçekten ortak olmanın ve bunu derinleştirmenin yolunu arayıp bulmalıyız” diye yakınıyordu.

ABD ne isterse, onu yapar hale geldik? Ama bizimkilere bu da yetmiyordu!

AKP iktidarlarında en uzun bakanlık yapan isimlerden AKP İzmir milletvekili adayı Binali Yıldırım, Türkiye ve Ortadoğu’yu kana bulayan ve AKP’yi maşa olarak kullanan ABD’nin “stratejik ortaklık” konusunda “daha aktif” olması gerektiğini söylüyordu. Dönemin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Türk-Amerikan İşadamları Derneği’nin toplantısında yaptığı konuşmada, Türkiye ile Amerika arasındaki stratejik ortaklığın “tek boyutlu”, sadece askeri alanda olduğunu, sivil stratejik ortaklığın da geliştirilmesi gerektiğini savunuyordu. Türkiye Amerika arasında 55 yıldır süren stratejik ortaklığın anlamı ve geldiği noktayı yeniden değerlendirmek gerektiğini söyleyen Yıldırım, “Acaba yarım asırda ne kadar yol aldık. Bunu hem Amerikalı dostlarımızın(!) hem de bizim düşünmemiz lazım. Bu sürede bir arpa boyu yol almadıysak gerçek anlamda stratejik ortak olmanın ve bunu derinleştirmenin yolunu arayıp bulmalıyız” diyordu.

Gönüllü sömürge ve güdümlü köle kafası!

AKP’nin Irak, Afganistan ve Suriye başta olmak üzere bölgede yıllardır akan kanın sorumlusu olan işgalci emperyalizmin aynı zamanda Güneydoğu’ya yapılan yatırımları sabote eden ve terörü tekrardan tırmandıranın PKK’nın ardındaki gücün ABD olduğu gerçeğini görmezden gelerek “barışa yatırım” mesajlarıyla, güdümlü köle zihniyetine ve gönüllü sömürge davetiyesine şaşmamak gerekiyordu. Binali Yıldırım, “Yatırımlar yüzünden terör örgütü telaşlandı. Planları tutmadı, bunların iradesi kendi elinde değil, onlara patronları(!) iş veriyor, bu gün git şurayı bas, şurayı bombala diyor” diye konuşuyor, ama PKK’nın Amerika’nın maşası olduğunu unutuyordu.

Yüzde 98’i Müslümanlardan oluşan bölgede Yahudilere toprak ve tazminat hakkı masaya konulan ilk iki paket olacaktı: Erbil’de Yahudi masası kurulmuştu!

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Din İşleri Bakanlığı bünyesinde “Kürdistanlı Yahudiler Masası” açılmıştı. IKBY Din İşleri Bakanlığı Kürdistanlı Yahudiler Masası Sorumlusu Şerzad Ömer yaptığı açıklamada, temsiliyetlerinin ulusal ve kültürel olduğunu açıklamıştı. Kürt bölgesinde 430 Yahudi ailenin yaşadığına ve bunların Irak’taki mülklerini geri almaları için çalışma yürüteceklerini söyleyen Şerzad Ömer, “Irak’taki hükümetler, burada yaşayan Yahudilerin mallarına el koymuş ve gasp etmiştir. Bunların iade edilmesi ve tazminat verilmesi gerekiyor. Amacımız Kürdistan bölgesindeki Yahudilerin haklarını savunmak ve ellerinden zorla alınan mal ile mülklerinin iadesini sağlamaktır. Eğer temsiliyetleri olmazsa Yahudiler hiçbir hak iddiasında bulunamazdı. Kürdistanlı Yahudilerin burada mutlaka temsil edilmeleri gerekiyordu” şeklindeki gerekçelere sığınmıştı.

“Aynı zamanda Hürriyet Yönetim Kurulu üyesi olan “Kai Diekmann” “sadece bir gazeteci” değil! Türkiye ile yakından ilgili ve birçok olayda “akıl hocası”, bizzat “yönetici”! Sanki bir Küresel Yapı’nın Türkiye sorumlusu gibi davranmaktaydı. Türkiye’de kızlarımızın başörtüleriyle üniversitelerde okumasının yolunu açan düzenleme sonrası malum medya’nın “411 el kaos’a kalktı” manşetini atan da ne tesadüf ki aynı isim olmaktaydı. Bu arkadaşın Türkiye üzerine marifetleri bu kadar da değil. 28 Şubat sürecinden 2001 krizine, 2003’ten 2013’e Türkiye’deki “medya yoluyla kurgulanan kaos’un” arkasında hep aynı isim vardı. Bu Kai Diekmann neden Türkiye’de Hürriyet Gazetesinin yönetim kurulu üyesi yapılmıştı?” diye soran kiralık yalaka Yiğit Bulut, bu Kai Diekmann’lar ile Barzani Kürdistanındaki Yahudi uşağı Şerzad Ömer’lerle irtibatlarını niye hiç gündeme taşımazlardı?

Bu arada Suriye Türkmenleri yurdundan sökülüp atılmaktaydı!

Suriye’de Türkmenlere ait topraklar, DAEŞ bahanesiyle boşaltılıp ardından Kürtlere bırakılmaktaydı. Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşad Salihi’nin, “Siyasi bir proje olan DAEŞ Suriye’de bir harita çiziyor. Türkmenlerin yaşadıkları yerlere DAEŞ getiriliyor, ardından bombalanıyor, Türkmenler yurtlarından çıkarılıyor ve yerlerine PYD, PKK getiriliyor. Türkmenler yok, Araplar yok. Sonra da ‘Tel Abyad’ bizimdir deniyor” feryadına AKP kulak tıkamaktaydı. Irak Türkmen Cephesi (ITC) Başkanı Erşad Salihi, Suriye’deki Türkmenlerin, terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD ve YPG’nin baskılarıyla yerlerinden edildikleri haberlerine ilişkin, Suriye’de yer alan Türkmen coğrafyasının daha önceden bölgedeki DAEŞ varlığı sebebiyle bombalandığını ve bunun Türkmenlerin bölgeden ayrılmasına sebep olduğunu açıklamıştı. Uluslararası Af Örgütü’nün PYD ile askeri kanadı YPG’nin, Suriye’nin kuzeyinde Arap ve Türkmen sivillerin yaşadığı bölgeleri kullanılamaz hale getirmesi yönündeki raporuna ilişkin açıklamada bulunan Salihi, bölgede sinsi bir siyaset uygulandığını vurgulamıştı. DAEŞ’i siyasi bir proje olarak tanımlayan Salihi, Irak’taki Türkmenlerin yaşadığı Telafer ile Suriye’de Türkmenlerin yaşadığı Tel Abyad kentlerinin birbirine benzerliğini hatırlatmıştı.

Salihi, “DAEŞ gelip bölgede harita çiziyor. Bu birilerinin menfaatine oluyor. Bu haritalarda da özellikle Türkmenlerin üzerini çiziyor. Öyle bir siyaset uygulanıyor ki, Telafer’e DAEŞ belasının getirilmesinde bir gaye var. O da çizilen haritadır. Suriye’deki Türkmen coğrafyası Tel Abyad’a da DAEŞ geldi. Ondan sonra bu bölgede DAEŞ bombalanıyor, bu nedenle Arap ve Türkmenler bölgeden çıkıyor. Ardından PYD, PKK silahlanıyor, bölgeye geliyor ve ‘Tel Abyad’ bizimdir deniyor” diye yakınmıştı.

Rusya ve ABD, Suriye’de kimleri terörist ilan edeceklerini görüşmek üzere toplanmışlardı.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, “ABD ile askeri-teknik önlemler konusundaki anlaşma sonrasında ellerimizde haritalar ile ‘bize göre teröristler nerede ve onlara göre teröristler nerede’ diye müzakere yapacağız” açıklamasını yapmıştı. Rusya ve ABD’nin, Suriye’de kimleri terörist ilan edeceklerini görüşecekleri anlaşılmıştı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya Devlet Duması’nda yaptığı konuşmada, Suriye hava sahasında herhangi bir olaya yer vermemek için ABD ile askeri-teknik önlemler konusundaki anlaşmanın yakın günlerde devreye sokulacağını belirterek, “Bundan sonra ellerimizde haritalar ile ‘bize göre teröristler nerede’, ‘onlara göre teröristler nerede’ diye müzakere yapacağız” itirafında bulunmuşlardı.

AKP’nin gafleti PKK’nın hıyanetine kolaylık sağlamıştır!

TBMM Şemdinli Araştırma Komisyonun (2006) tutanaklarına ek, MİT yetkililerinin yöreyle ilgili raporlarında şu uyarılar yer almıştı:

1. Şemdinli Yüksekova genel hatlarıyla çok hassas bir alandır. Terör örgütünün Botan ve Zagros adı altında iki yapılanması vardır; silahlı gücüyse bin civarındadır.

2. Yörede 15 aşiret, bunların kolları, kabileleriyle ve İran-Irak’la çok bağlantılı, iç içe geçmiş, aile, akraba bağları güçlü bir yapı söz konusudur. Bu aşiretlerin üzerinde Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Celal Talabani’nin etkisi çok büyüktür. Yani KDP ya da Talabani’nin başlattığı bir hareketlilik kısa zamanda bu bölgeye yansımaktadır.

3. Feodal yapı hiç kırılmamıştır, toplumsal, ekonomik, ticari ilişkileri belirler durumdadır. Şemdinli PKK’nın 1984 yılında ilk eylemini gerçekleştirdiği yerdi. Çünkü Şemdinli köprüdür, birçok sorunla yıllar yılı boğuşmakta, etkileşime çok açıktır.

4. Geçmişte Barzani-Talabani ikilisiyle bağları güçlü olan aşiretler günümüzde PKK’yla iletişim kurmuşlardır. PKK yöredeki her türlü ranttan, İran-Irak bağlantılarından yararlanmaktadır. Bölge PKK için vazgeçilmez konumdadır.

5. Yüksekova’da inanılmaz bir rant vardır. Afganistan’dan başlayıp gelen, Avrupa’ya Amerika’ya uzanan uyuşturucu trafiğinden elde edilen bu rant PKK’yı ayakta tutan en önemli gelir kaynağıdır.

PKK (ABD ve İsrail desteği ile) 1984’te eyleme geçmeden önce bütün aşiretlerle görüşmüş onları enine boyuna tahlil etmekle işe başlamıştı. Eğer aşiretlerden kaynaklanan yöreye egemen feodal yapı kırılabilseydi PKK’nın bölgede barınması mümkün olmazdı. KDP ve Talabani’nin KYB’sinin yıllarca uğraşarak oluşturduğu Kürtçülük bilincini PKK sömürmeyi başarmıştı. Ve zaten buna göre plan yapılmıştı. Bölge halkının büyük umutlar bağladığı Çözüm Süreci’nin PKK’nın işine yaradığını gören Kürtler yeniden ve mecburen PKK’ya yanaşmak zorunda bırakılmışlardı.

Beytüşşebap Kaymakamı Kadir Güntepe, twitter hesabından terör örgütü PKK’nın ilk kez füze kullandığını yazmıştı. AKP’nin gaflet ve dalaletiyle bölgeye yıllardır yığınak yapan Terör örgütü PKK füze kullanmaya başlamıştı. Beytüşşebap’ta devam eden operasyonlarda ilk kez füze kartuşu ele geçirildiği anlaşılmıştı.

Sağlık ve güvenlik personelinin birçoğu can korkusuyla istifa edip ayrılmaktaydı!

Siirt’te yılın doktoru seçilen Pervari İlçe Devlet Hastanesi’nde görevli Nepal uyruklu Pediatri Uzmanı Dr. Binod Kumar Şah, “Silah sesleri beni ve ailemi çok ürküttü, istifa ettim” diyerek ayrılmıştı. Bunun gibi yüzlerce uzman tabibin ve kamu personelinin Güneydoğu’yu terk etmesi, devletin bölgeye sahip çıkamadığının kanıtıydı.

Suriye ve Irak sınırı yolgeçen hanıydı!

Bir yakınımızın öğretmen olarak atandığı Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde gözlemleyip aktardıkları şunlardı:

Bilindiği üzere Suruç ilçesi Suriye sınır hattına sadece 10 km. uzaklıktaydı. Biz de orada geçirdiğimiz süre boyunca birçok mülteci akımına rastlamıştık. Sadece geçen yıl iki yüz bin Suriyeli bu ilçeye giriş yapmıştı. Fakat ancak sekiz bin kişinin kaydının tutulduğu konuşulmaktaydı. Bu ilçede Pazartesi ve Perşembe günleri sınırın diğer yanına geçmek ve Suriye tarafından Türkiye’ye geçmek serbest bırakılmıştı. İlçede birçok taksi Ayn El Arab (Kobani) şehrine çok düşük ücretle sürekli servis yapmaktaydı. Kobani’de ise hala savaş vardı ve zaman zaman çatışmalar çıplak gözle görülebiliyordu. Sınırda ise maalesef askeri bir güvenlik görevlisi bırakılmamıştı. Jandarma sınırda kontrol yapmıyor, sadece polisler görevli bulunuyordu. Polislerimizin de herhangi bir olay çıkmadıkça müdahale yetkisi yoktu. Yani Kobani tarafından IŞİD’li veya PKK’lı teröristler elini kolunu sallayarak ülkemize giriş yapabiliyordu. İlçede ise durum daha vahimdi. Maalesef memurlarımıza güvenlikli bir bölgede ev bulmak çok zordu. Beyni yıkanmışların açık açık PKK’lı olduklarını gururla açıkladığı bu ilçede gerek duvarlara yazılan yazılarda, gerekse yapılan konuşmalarda terör örgütünün propagandası yapılıyordu. Polisimiz ve askerimize emir verilmediği için müdahale edemiyor, elleri kolları bağlanmış bekliyorlardı. Maalesef ne sınır hattında ne de ilçe sokaklarında güvenlik sağlanamıyordu, devlet otoritesi bu bölgede kaybolmuştu. Bunu gören halkın PKK’ya sığınmaktan başka çaresi kalmıyordu… Bizzat yapılan ziyaretlerdeki izlenimler ve yöredeki tanıdıkların gözlemleri bu bilgileri doğruluyordu.

Diyarbakır Baro Başkanı “PKK bir terör örgütü değildir” deme küstahlığında bulunup devlete meydan okurken, göstermelik sorgulanıp serbest bırakılmış… HDP seçim beyannamesinde açıkça “özyönetim” çağrısı yaptığı halde sadece broşürlerin toplatılması kararı alınmış… Ama Rahmetli Erbakan Bingöl’de okullarda “Türküm, doğruyum, çalışkanım” dayatmasının Kürt kardeşlerimizi kışkırttığını ve İslam kardeşliğinin esas alınmasını söylediği için partisi kapatılmış ve kendisi cezalandırılmıştı.

KONDA Araştırma Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın 1 Kasım seçimine ilişkin en dikkat çeken analizi toplumun sürrealist durumunu vurgulamasıydı. Bekir Ağırdır ortadaki ‘tuhaf’ olarak yorumladığı ve tüm anket firmaların sebebini araştırdığı durumu şöyle anlatmıştı:

“7 Haziran’dan sonra yayınlanan bütün anketlere baktığımızda üç aşağı beş yukarı hepsi aynı tabloyu ortaya koymaktadır. Ankara katliamı olmuş 102 vatandaş ölmüş Konya’daki maçta yuhalamalar yaşanmış, hala ‘oh olsun’ diyenler var. Toplumun ne kadar sürrealist bir gerçekliği olduğu açıktır. Buna rağmen oy değişmiyorsa tuhaf bir durum vardır. Diğer meslektaşlarım da bu tuhaf durumu açıklamakta zorlanmaktadır. Dışardan bakınca bina aynı duruyor gibi sanılmaktadır, ama içerde dehşet bir gaz birikmesi vardır. Kapıyı açıp kim kontağa basarsa onun elinde patlayacaktır. Bunun belirtisi ne? 3 rakam söyleyeyim.

Bir: Var olan durumu bir siyasi kriz diye değerlendirenlerin oranı yüzde 80 civarındadır.

İki: Ülkenin yüzde 75’i hem bireysel hem ülke hayatı için önümüzdeki 3 ve 6 ayda büyük bir ekonomik kriz beklentisine kapılmıştır.

Üç: Ülkenin üçte ikisi çatışma terör meselesini her an her yere bulaşabilecek bir risk olarak algılamaktadır. Bu bile toplumda nasıl bir basınç birikmesi olduğunun kanıtıdır. Buna rağmen oy değişmiyor diyorsak bu sürrealist bir durumu ortaya koymaktadır.

Bu seçimde aslında AKP’nin tek başına iktidar olup olamayacağının referandumu sayılacaktır. Herkesin merakı AKP 276 olacak mı olmayacak mı? Çünkü AKP’nin oylarının azalması veya aynı kalması, partinin bölünmesine yol açacak, Devlet Bahçeli’nin “Beşinci Parti” iddiası gerçekleşmiş olacaktır.

Artık herkes biliyor ki; eğer beşinci parti çıkacaksa, bu herhalde AKP içinden olacaktır. AKP’nin içinden böyle bir partinin çıkması, erken seçimden azıcık zayıflayarak çıkmasına bağlıdır. Böyle bir zayıflama söz konusu olursa… “Bu parti bizim kurduğumuz parti olmaktan çıktı, bir Tayyip Erdoğan partisi oldu” diyerek partinin bazı kurucularının da içinde yer aldığı yeni bir partinin doğma ihtimali güç kazanacaktır. Ve tabi kendisini merkezde, sağda konumlayacak olan böyle bir parti “muhafazakâr demokrat” bir kimlikle ortaya çıkacaktır. Yani AKP’de kendisine adım bile attırılmayacağını gören Abdullah Gül, 1 Kasım seçiminin ardından böyle bir partinin kuruluşunu gerçekleştirmek için kolları sıvayacaktır” tahminleri için “akil kişi” olmaya gerek kalmamıştır.

Daha önce defalarca yazıp uyardığımız “Halkımızı, AKP’yi tek başına iktidar yapmaya mecbur tutma gayretiyle alınan erken seçim kararının ve Sn. Erdoğan’ın başkanlık kara sevdasının bir intihar olduğu” gerçeğini 1 Kasım seçimi sonrasında herkes daha iyi anlayacak ama iş işten geçmiş olacaktır.

Putin’in Esad ve PYD’ye flaş teklifi kafa karıştırmıştı!

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, “Suriye’de rejim kuvvetleriyle Kürt güçlerinin, teröre karşı birleşmesi lazımdır. Teröristleri ‘ılımlı’ ve ‘katı’ olarak ikiye ayıramazsınız” ifadeleri acaba neyi amaçlamıştı? “Savaş ve Barış arasındaki Toplumlar” konferansının kapanış oturumunda konuşan Rusya Devlet Başkanı Putin’in: “Teröristleri ‘ılımlı’ ve ‘katı’ olarak ikiye ayıramazsınız. Suriye’deki terörist grupları yenmek belki tüm problemleri çözmeyecek, ama siyasal çözüm için gerekli koşulları oluşturacaktır. Bunun için Suriye’de hükümet güçleri ile Kürt güçler (PYD) terörle mücadelede ittifak kurmalı ve ortak davranmalıdır” sözleri kafaları karıştırmıştı.

1- Acaba Putin, ABD gibi, PKK’nın Suriye kanadı olan PYD’yi meşru bir oluşum mu saymaktaydı?

2- Yoksa PYD ile Esed’in gizli ittifakını deşifre etmeye mi çalışmaktaydı?

3- Ya da, Amerika gibi Rusya’nın da, Siyonizm’in Büyük İsrail hedeflerine hizmet ettiğini mi ortaya koymaktaydı?

Ancaaak!…

Türkiye’yi sadece işbirlikçi figüranlardan ve Masonik hegemonyadan ibaret sananlar aldanmaktaydı. Derin ve dirayetli devlet aklı stratejik manevralarla tüm hain niyetli hamleleri boşa çıkarmaktaydı. NATO’yla birlikte hareket ederken Rusya ve Putin’le denklemler kurup dengeleri bozan, Der Spiegel’in sözcülüğünü yaptığı kirli-Siyonist Almanya’ya karşı, Milli Almanya’yı temsil eden Angela Merkel’i İstanbul’a koşturan kutlu ve umutlu bir yapı, yakında bütün dizginleri ele alacaktı. Ve sabah yakındı!

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Erdoğan BİŞKİN

Erdoğan BİŞKİN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx