YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
674f9e247a91c
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 1 5 6
Bugün : 2641
Dün : 30630
Bu ay : 117456
Geçen ay : 890827
Toplam : 29862022
IP'niz : 18.97.9.175

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

15 Temmuz hıyanet kalkışması aydınlatılmaya mı, yoksa çarpıtılıp, saptırılıp karartılmaya mı çalışılmaktaydı?

Öncelikle ve esefle vurgulayalım ki; CIA destekli FETÖ şebekesinin kalkıştığı 15 Temmuz ayaklanmasını, şuurlu ve onurlu bir direnişle tankların önüne yatan halkımız yanında, bu hıyanet girişimini asıl önleyen ve dehşetli tehlikeyi bertaraf eden, paşasından erbaşına, bu darbeye katılmayan kahraman TSK mensuplarımız olduğu gerçeğinin, hesaplı ve kasıtlı bir tavırla gizlenmeye çalışılması vicdanlarımızı sızlatmaktaydı. Çünkü bu darbe teşebbüsüne, Ordumuzun çok az bir bölümü dışında; diğer komutanlarımız ve subaylarımız hem katılmayarak, hıyanet girişiminin başarı şansısını ortadan kaldırmış, hem de hainlere karşı ilk ve en etkili karşı mücadeleyi onlar başlatmışlardı. Buna rağmen FETÖ kalkışmasının; maalesef TSK’nın topyekûn yıpratılmasına, hizaya sokulmasına(!) ve her türlü gayrı milli girişimin altında “asker bulunduğu” imajını yaygınlaştırmaya yönelik bir algının oluşturulmaya çalışılması, bize göre FETÖ yapılanması kadar tehlikeli bir yaklaşımdı.

İşte yandaş medya ile, karşıt medyanın karşılıklı FETÖ suçlamaları!

Bize göre, birbirleri hakkında hepsi de doğruları konuşmaktaydı, çünkü zaten suç ortaklarıydı.

Aydın Doğan ve Turgay Ciner medya grubundaki bazı yazarlar organize bir şekilde eskiden FETÖ yalakası, şimdilerde FETÖ karşıtı Hüseyin Gülerce’yi hedef alan yazılara ve yayınlara başlamışlardı. Bu saldırılara karşı Türkiye Gazetesi yazarı Cem Küçük’ün Hüseyin Gülerce’yi sahiplenmesi kafaları karıştırmıştı. Cem Küçük, Aydın Doğan ve Turgay Ciner grubuna bağlı gazetelerin geçmişte FETÖ lideri Gülen ile yaptıkları ve sürmanşetten günlerce yayınladıkları röportajları hatırlatmıştı. Gerçekten Cem Küçük, bu röportajları yapan köşe yazarlarının bugün Hüseyin Gülerce’ye saldıran yazarlar olduğunu ortaya çıkarmıştı. Cem Küçük’ün bu gerçekleri ortaya çıkarması ile birlikte Aydın Doğan medya grubu ile TGRT arasında bir savaş patlamıştı.

Buna karşılık Hürriyet’ten Ahmet Hakan ve Ertuğrul Özkök, geçmişte hortumlandığı için batan ve halen daha 15 bin mudinin parasını alamadığı İhlas Finans dosyasını açarak İhlas Grubuna karşı itibarsızlaştırma operasyonunun fitilini yakmışlardı. Tam bu sırada, Aydın Doğan Grubuna, Aydınlık Gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar’dan büyük destek atışları da dikkatlerden kaçmamıştı. Sabahattin Önkibar, geçmişte Türkiye gazetesinin Ankara temsilciliğinde bulunup uzun yıllar TGRT’de “Alternatif” programını yaptığı için İhlas grubuyla ilgili çok önemli detaylara ve sırlara vakıf bir insandı. Bu sırları, “Takkeli Firavunlar ve Büyük Siyasi Sırlar” adlı kitabında kamuoyu ile paylaşan Sabahattin Önkibar, bazı konulara ait çok değerli bilgileri yeniden köşesine taşıyarak Aydın Doğan grubuna önemli bir destek sağlamıştı. Önkibar özellikle İhlas Finansın batışının sebepleriyle ilgili verdiği bilgilerin içeriğinde Sn. Recep T. Erdoğan da vardı. Sabahattin Önkibar ve Aydın Doğan grubunun bu yıpratma ve itibarsızlaştırma kampanyasına karşı İhlas Grubu Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar ise Emniyet ve Yargıdaki FETÖ yapılanması ile Aydın Doğan grubunun arasındaki gizli irtibatı deşifre çabaları yoğunlaşmıştı. Geçmişte FETÖ mensubu yüksek maliye bürokratlarının çeşitli bahanelerle Aydın Doğan’a 850 milyon civarında bir para cezası kesilip işleme konulduğunu; bunu ödemek istemeyen Aydın Doğan’ın FETÖ’nün kapısını çalarak, Eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer ile yargıdaki üst düzey bürokratların devreye sokulmasıyla hakkında açılmış 850 milyon liralık para cezasından kurtulduğunu yazmıştı. FETÖ’nün bu iyiliği karşılığında Hadımköy’deki 68 dönümlük arazisini 50 milyon liraya FETÖ’ye sattığını Batuhan Yaşar açıklamıştı. Oysa bu arazinin gerçek değerinin 100 milyondan fazla olduğu konuşulmaktaydı. Batuhan Yaşar’ın 28 Şubat sürecinde FETÖ liderinin Aydın Doğan televizyonlarında nasıl ağırlandığını ve gazetelerde nasıl manşetlere taşındığına dair arşivleri de köşesine taşıması Erbakan’a karşı işbirlikçi hainlerin gizli çıkar çatışmalarının belgelerle yansıtılmasıydı.

Niye Almanya’ya Öksüz notası, Amerika’ya ise “müzik notası!?”

Türkiye, Milliyet Gazetesinin de gündeme getirdiği FETÖ’nün Hava Kuvvetleri imamı olduğu belirtilen firari Adil Öksüz’ün Almanya’da olduğu yönündeki haberlerin ardından Almanya’ya nota vermişti. Almanya Dışişleri Bakanlığı’na verilen notada, basına yansıyan haberlerde Öksüz’ün Almanya’nın farklı kentlerinde görüldüğünün ifade edildiği hatırlatılarak, bu konuda Alman makamlarının bilgisi olup olmadığı soruldu ve haberlere yansıyan iddiaların araştırılması istenmişti. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, TRT Haber’de gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunarak sorulara yanıt vermişti. Öksüz’ün Almanya’da olduğuna ilişkin medyada yer alan haberlerin sorulması üzerine Çavuşoğlu, “FETÖ firarisi Adil Öksüz’ün Almanya’da olduğuna, hatta nerede yaşadığına dair bazı haberler çıkmaya başladı. Biz de Dışişleri Bakanlığı olarak Almanya’ya resmi olarak bir nota verdik. Bu kişinin varsa Almanya’da tespit edilmesi ve bir an evvel tutuklanarak Türkiye’ye iade edilmesini istedik” demişti. Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliği’nin Alman Dışişleri Bakanlığı’na notayı ilettiğini aktaran Çavuşoğlu, değişik kaynaklardan bu haberin defalarca çıkması üzerine ne olduğunu da resmi kaynaklardan öğrenmek gerektiğini belirtmişti.

Berlin’den “bilgimiz yok” yanıtı gelmişti

DW Türkçe’nin konuya ilişkin özel haberine göre, Türkiye’nin Berlin’e ilettiği yazılı notaya karşılık, Almanya’dan “Öksüz’ün Almanya’da olduğuna dair bilgi yok” yanıtı verilmişti. Sitenin, Alman diplomatik kaynaklarına dayandırdığı haberinde, Türkiye’nin girişimi doğrulanırken Berlin’in “Adil Öksüz’ün Almanya’da olduğuna dair bilgi yok” dediği ve bu yanıtın da Türkiye’ye iletildiği belirtilmişti. Farklı eyaletlerde yapılabilen sığınma başvurularıyla ilgili, özellikle de siyasi önem taşıyan isimler hakkında normal koşullarda Alman Dışişleri’ne bilgi verildiğini hatırlatan yetkililer, şu aşamada Öksüz’le ilgili kendilerine ulaşmış bir bilgi olmadığını söylemişlerdi.

FETÖ cinayet şebekesinin bir elemanının Almanya’da görüldüğü iddiaları üzerine bu ülkeye nota veren ve yüksek perdeden laflar eden AKP iktidarı ve Genel başkanı, yıllarca destekleyip her türlü imkân ve fırsatı verdiği bu hıyanet örgütünün elebaşı Fetullah Gülen’i resmen ve alenen besleyen ve sahiplenen ABD’ye neden hiç nota vermezlerdi? Defalarca tekrarlanan resmi taleplerine, ayaklarına yollanan bakanlı bürokratlı yüksek heyetlerine rağmen böylesine kritik ve stratejik bir meselede bile istekleri reddedilen bir hükümetin ABD nezdinde hiçbir ağırlık ve saygınlıkları bulunmadığı anlaşılınca, aynı konuda başka ülkelere verilen notaları kim önemserdi?

Oysa FETÖ’cü hainleri cesaretlendiren etkenlerin başında, ABD’nin Fetullah münafıkına sahip çıkması gelmekteydi. Daha da yanlışı devletin bütün kurumlarına sızan ve hele AKP içinde yuvalanan FETÖ’ye karşı yürütülen mücadelenin yetersizliği ve gevşekliği idi. Evet çok sayıda operasyon gerçekleştirilmiş, FETÖ’yle bağlantısı olduğu gerekçesiyle binlerce asker, polis, hâkim, savcı ya da memur kurumlarından ihraç edilmişti. Ama daha on binlercesinin varlığı ve bunlara hiç dokunulmadığı da devletin en yetkililerince sürekli yinelenmekteydi. Yani devletin kadroları tam anlamıyla FETÖ pisliğinden arındırılmış değildi, dahası siyaset ayağına henüz hiç ilişilmemişti. Bir başka deyişle kendisini saklayan bazı güçlü isimler, profiller olabilirdi ve belki de hala etkin görevlerdelerdi… Dolayısıyla da sadece davalara odaklanarak FETÖ ile hesaplaşmayı beklemek gafletti. Çünkü falanca, filanca abisinin hala yetkili konumda, mevkide olduğunu gören bir şakirt gerçekleri gizlerdi, konuşsa da davayı uzatacak, zaman kazandıracak ve olayı başka boyutlara taşıyacak sözler söylerdi. Aynen bugün yaşandığı gibi. Özetle dememiz o ki; öncelikle dışarıdaki FETÖ’yü çözmek gerekirdi yoksa içerdeki asla hiç çözülemezdi…[1] Yani açıkça ve pervasızca Amerika Pensilvanya’daki çiftlik villasında korunup hala terör şebekesine talimatlar yağdıran Fetullah Gülen ajanını geri vermesi için Almanya’ya ilettikleri cinsten bir NOTA bile veremeyen bu iktidardan ve kahramanlarından kalıcı ve kapsayıcı çözümler beklemek safdiriklikti.

Kiralık medyanın karanlık irtibatları

Kahpe ve kahredici 28 Şubat sürecinde Erbakan karşıtı hava oluşturmak ve darbeyi kolaylaştırmak üzere Fetullah Gülen’i televizyonlarına çıkartıp Refah-Yol aleyhine konuşturarak kinini kusturan, ardından Hürriyet Gazetesinde “Beceremediniz, artık bırakıp gidiniz!..”, Milliyet Gazetesinde “Gülen de uyarıverdi, Refah-Yol tükendi” manşetleri attıran Siyonist ve masonik odaklar, Aydın Doğanın da, Fetullah manyağının da perde arkası patronlarıydı. Hatta Aydın Doğan’ın meşhur ve mel’un “off-shore” hesaplarının avukatlığını üstlenip yüksek boyutlu vurgun ve soygunlarından beratını sağlayan, şu anda yurt dışında yaşayan ve uluslararası kirli ve gizli bağlantıları konuşulan Hasan Günaydın, aynı zamanda Fetullah Gülen’in de şahsi avukatıydı. Bunların hepsini tesadüflerle izah etmeye kalkışanlar, ya ahmaktı veya gerçekleri çarpıtmak ve saklamak üzere özel kiralanmıştı.

Oysa AKP iktidarı ve Sn. Erdoğan özellikle AB Bakanlığını kurarak Türkiye’nin AB ile bütünleşmesini bir devlet politikası haline getirmişti. Öyle bir rüzgâr estirildi ki AB’ye karşı çıkanlar gerici ve bağnaz gösterildi. Türkiye’deki oligarşi kendi özel çıkarları için basın ve yayın organları üzerinde AB lehine mutlak bir denetim mekanizması geliştirdi. Dönemin MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç, “Rusya ve İran’la işbirliği öneren” bir cümlesi nedeniyle adeta hain ilan edilirken, Erbakan’a yönelik 28 Şubat hıyanet darbesinin 1000 yıl süreceğini açıklayan koyu Kemalist Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, “AB’ye katılmak jeopolitik zorunluluktur!” şeklinde demeç vermişti. Koca bir ülke sanki aklını yitirmişti!

“İlk günden itibaren AB’ye karşı çıktım. Bu görüşümü TSK içindeki Komutanlarıma da açıkça ifade ettim. İtirazımın temeli tehdit değerlendirmesine dayanıyordu. Çünkü Türkiye’nin bütün stratejik çıkar alanlarına Batı ülkeleri saldırıyordu. Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Ege, PKK, Montrö, Ermeni Soykırım Yalanı, Kürt devleti kurma çabaları ve daha birçok konuda AB ile Türkiye’nin uzlaşma şansı yoktu. Diğer itirazım jeopolitik nedenlerden kaynaklanıyordu. Avrupa 1821-1832 yılları arasında Yunanistan’ı kurdurmuş ve güney doğu sınırlarını belirlemişti. Yunanistan’ın Kral’ı (Birinci Otto) bile Almanya’dan getirilmişti. Avrupa’nın kültürel, siyasi ve coğrafi bir nitelik taşıyan güneydoğu sınırları daha o dönemde jeopolitik bir proje olarak belirlenmişti. Türkiye’yi bu sınırların içine itmek jeopolitik yasaların inkârı anlamına geliyordu! AB’ye karşı oluşumun ekonomik nedenleri de vardı! NATO Savunma Koleji’nde (Roma, 1993) AB’nin yaratacağı ekonomik refah konuşulurken şunu söyledim: “İspanya, Portekiz ve Yunanistan hızlı bir büyüme ve kalkınma sürecine girdi. Ancak AB ekonomik birliği kurulduğu takdirde ilk darbeyi bu üç ülke yiyecektir.” Çünkü ilkokul ve ortaokul yıllarımdaki bakkalların süpermarketler açıldıkça bir bir kapandığına bizatihi tanık olmuştum. Yunan, İspanyol ve Portekizli temsilciler bana sert bir şekilde karşılık verdiler. “Türkiye AB’ye alınmayacağı için kıskançlık nedeniyle böyle bir beyanda bulunduğumu” iddia ettiler! Şimdi, “Yandım Allah!” diye bağırıyorlar ama kement de boyunlarında duruyor.” diyen E. General Soner Polat:

“‘Eskiden tehditlerini süslü püslü kelimelerin arkasına saklarlardı. Şimdi alenen söylüyorlar. Dürüst oldukları için teşekkür ederiz.’ diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan son kerte doğru söylemekteydi! Eğer tehdit değerlendirmesi ve jeopolitik yasalara uygun olmayan bir ittifaka katılırsanız, her an ekonomik tehditlerin hedefi olabilirsiniz! Çünkü sizi gizli ve sinsi bir şekilde hedefe koyan ittifak, öncelikle elinizi kolunuzu bağlayacak ekonomik ilişkiler geliştirir ve bu ekonomi silahını politik amaçlar için sonuna kadar kullanıverir. İçinizdeki ekonomik aktörlere fırsatlar sunarak kârdan pay vererek onları yanına çeker. Onlar da AB’nin ekonomik çıkarlarını Türkiye’nin çıkarı olarak topluma gösterirler… Günümüzde yurtseverlik, AB’nin ekonomik boyunduruğundan kurtulacak adımları cesaretle atabilmektir.” sözleriyle Rahmetli Erbakan Hoca’yı hatırlatmıştı. Evet ülkemizi hem AB’nin, hem ABD’nin ekonomik ve siyasi tahakkümünden kurtarmak üzere bir ömür mücadele eden, ilmi ve Milli projeler geliştiren, ama bu samimi ve cesaretli girişimlerinden dolayı sürekli hedef haline getirilip hücum edilen ve en son Refah-Yol iktidarı 15 Temmuz hıyanet kalkışmasının da anası ve mayası olan, 28 Şubat darbesiyle devrilen Aziz Erbakan’a, bu kişiler sahiplenmek yerine saldırmayı tercih etmiş ve şimdi şikayet ettikleri güçlerin gönüllü silahşörlüğünü üstlenmişlerdi.

“Her şey tehdidin doğru olarak algılanmasına bağlıdır. Doğru bir tehdit değerlendirmesi her türlü analizin başlangıç noktasıdır. Ekonomik ilişkiler de bundan bağımsız değildir. Büyük şirketler güvenlik analizleri yaptırmadan hiçbir ülkede yatırım yapmaz. Bir ülkeye dışarıdan müdahale ilk önce o ülkedeki ekonomik dengeleri değiştirir. Yeni ekonomik aktörler ortaya çıkar. Bu konuları kavramayan ülkeler bindikleri dalı keserler. Libya’nın üzerine bilinçsizce çullandık! Tam 5 Türk harp gemisi NATO emrine girdi. Komutan İtalyan Amiral deniz harekâtını, Haçlı seferlerini anımsatan “Andrea Doria (1466-1560)” adlı sancak gemisinden yönetti. Libya alt üst oldu. En büyük zararı Türk yatırımcılar gördü. Büyük ekonomik kayıplara uğradılar. Türk vatandaşları bu ülkeden çıkarıldı. Demek ki ekonomi-güvenlik-siyaset ilişkileri kavranamamıştı!” tespitleri de yerindeydi. AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı hayatının en büyük hatalarından birini işlemişti. Çünkü haçlı NATO’nun (daha doğrusu Avrupa ve Amerika’nın) çıkarları hatırına, dost ve Müslüman Libya’nın tahribat ve talanına destek vermek, gaflet ve cehaletten çok öte bir dalaletti. Ama çok geç de olsa bu acı gerçekleri artık yazan ve konuşan beylerin; Erbakan Hocanın tarihi ve talihli hedefler güden Libya ziyaretine, hem de çok bayağı ve aşağı bir üslupla saldırırken, şimdi güya Kemalist ve Ulusalcı beyinlerin Sn. Erdoğan’a ve AKP icraatlarına hararetle sahip çıkmaları neyin alametiydi?!

Ahmet Hakan, Aydın Doğan’ın kalemşörü olarak Mücahit Ören’e sataşmıştı!

Vay Miami’li Mücahit vay! Vay yavuz hırsız vay!

“Beslediğin tetikçilerini üzerimize salarak bizi bezdireceğini mi sanıyorsun be hey Amerikan Mücahit’i! Garibanların gasp ettiğin paralarıyla satın aldığın Bodrum’daki 30 milyonluk lüks villanda sefa sürerken mi adamlarına “saldırın” emri verdin be hey Amerikan çıkarlarını korumaya yeminli Miami Mücahit’i! Vay Miami’li Mücahit vay Vay yavuz hırsız vay. Yavuz hırsız oldun da… Çıkardığın yangınla, yaptığın çaçaronlukla yaptığın gaspı yazıp çizenleri sindirip susturacak mısın be hey Florida Mücahit’i! Tıpkı “Fadılzede” gibi “İhlaszede” diye bir kavramın oluşmasına neden olmuşsun… Gariban insanlar gasp ettiğin paralarını almak için örgütlenmek zorunda kalmış… Utanıp yerin dibine girmek yerine… Bunları dile getiren bizlere mi saldırıyorsun be hey sefa Mücahit’i! Özal döneminde Özalcı… Demirel döneminde Demirelci… Çiller döneminde Çillerci… Asker döneminde askerci… AK Parti döneminde AK Partici… Yırtmanın yolunu böyle mi buldun be hey çıkarcı Mücahit! Hem binlerce garibanın dişinden tırnağından artırarak sana emanet ettiği paranın üzerine oturacaksın… Hem de raconcu tetikçilerine “Hürriyet’e kayyum atansın” falan diye yazdıracaksın… Be hey kuldan utanmaz, be hey Allah’tan korkmaz Mücahit![2]

Kes ağlaşmayı Amerikalı Mücahit

Amerikalı Mücahit Ören, gazetesinde ağlıyor, ağlaşıyor. Vatandaşın parasını vermek yerine gözyaşı döküyor. Neymiş?

– İhlas Finans’ı FETÖ batırmışmış… Her şey FETÖ’nün tezgâhıymış… Amerikalı Mücahit’in hiç kabahati bulunmamaktaymış…

Kes ağlaşmayı Amerikalı Mücahit! İhlas Finans’ı FETÖ batırdıysa, -Onun yaptığı bu alçaklığın ceremesini vatandaş çekti. Sana olan bir şey yok ki! Gariban vatandaşlar, tam 16 yıldır, sana kaptırdıkları paraları alamazken… Sen bir elin yağda, bir elin balda, lüks ve sefahat içinde yaşıyorsun. Senin sadece Bodrum’daki yazlık villan bile 7 milyon Euro değerinde.”[3] diyerek Enver Ören’in ve oğlu Mücahit Ören’in kirli çamaşırlarını ortaya saçmıştı.

Bunun üzerine Türkiye ve TGRT silahşörü Batuhan Yaşar: Aydın Doğan’a ve Ahmet Hakan’a saldırmıştı!

“1990’lı yıllarda başbakanları ayağına çağıran ve pijamayla karşılayan Aydın Doğan, siyaseti istediği gibi yönlendiriyordu… Attığı manşetler hükûmetlerin iktidar sürelerini belirliyordu. ‘28 Şubat Davası’nın üzerini bile bunlar örtüyordu. Davanın ‘Sivil Ayağının’ Aydın Doğan olduğu iddia ediliyordu. FETÖ-Doğan işbirliği ta 28 Şubat sürecine dayanıyordu. Bak karanlık güçlerin tetikçi yazarı Ahmet H. Coşkun; Birazdan okuyacağın iki olayda tüyü bitmemiş yetimin hakkı bulunuyordu. Acaba bu trilyonlar kim veya kimler tarafından cukkalanıyordu?

826 Milyon vergi tahakkuku ne olmuştu?

Tarih yaprakları 2009 yılının Mart ayını gösteriyordu. İstanbul Halkalı Vergi Dairesi, Doğan Yayın Holding’in 826 milyon lira vergi kaçırdığı gerekçesiyle Aydın Doğan ve şirket yöneticileri hakkında mahkemeye suç duyurusunda bulunmuştu. İstanbul 6. Vergi Mahkemesi davayı açınca FETÖ harekete geçiyordu. FETÖ’den şu an Silivri’de tutuklu bulunan dönemin İstanbul Emniyet Terörle Mücadele Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer olaya el koyuyordu. Çünkü FETÖ kendisine “bu işi çöz” talimatı veriyordu. Şeytanlığa bakın: 6. Vergi Mahkemesi Başkanı Hasan Erdem ve öğretmen eşi Sevinç Taş Erdem sahte isim altında ve FETÖ’cü Ali Fuat Yılmazer’in talimatıyla dinlenmeye başlanıyordu.

Aydın Doğan’ın davasına bakan hâkim ve öğretmen eşi, Ergenekon terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyordu. Yani Aydın Doğan’ı yargılayan mahkeme hâkimi sahte isim altında dinleniyor ve Ergenekoncu olmakla suçlanıyordu!.. İlk duruşmada hem de (nasıl oluyorsa!) 11 Kasım 2009’da mahkeme şaibeli bir kararla Aydın Doğan’ın vergi kaçakçılığı davasında vergi tahakkukunu siliyordu!? Evet yanlış duymadınız 826 Milyon lira hemen ilk duruşmada hoop aklanıyordu…” diyerek Aydın Doğan’la Fetullahçıların çıkar ortaklıklarını hatırlatmıştı.

Bunun üzerine eski Ülkücü Militanı, Enver Ören yalakası ama şimdi Aydınlık yazarı Sabahattin Önkibar şunları yazmıştı:[4]

“Türkiye Gazetesi, İhlas Finans’ı Fetullah ile Aydın Doğan batırdı diyor. Peki İhlas Finans’ı Fetullah batırdı ise söyle Mücahit, bir dönem genel yayın müdürün olan Işıkçı cemaati müridi Nuh Albayrak’ı Fetullah alçağına gönderip bağlılık mesajlarını neden ilettin? Darbeden iki gün önce gönderdiğin mesajla “Ankara’yı ayağa kaldıracağımız gün çok yakın” demedin mi ve bu mesajı mahkemede kabul etmedin mi? Fetullah ile Ankara’yı ayağa kaldıracak idi isen İhlas Finans’ı Fetullah batırdı demek komik olmuyor mu? Şimdi Bodrum’da 30 trilyonluk villada suçüstü olunca niçin suçu Aydın Doğan’la FETÖ’ye atıyorsun?

Sibel Can’a 3.5 milyon dolarlık villa verdiniz!

Konuyu çok iyi bilen üç-beş kişiden biri olarak, İhlas Finans şu sebeplerle battı: Yurtdışı ama özellikle ABD’ye para transferleri… Amerikalı Mücahit Miami’de çiftlik evler projesi için kaç bin dönüm arazi aldı niye açıklamıyor? New York, Washington ve Miami’deki büyük mülklerini niye gizliyor? İkinci husus, İhlas Finans’ın paraları, sanatçı hanımlara saçılmıştır. Soruyorum Enver Ören, Sibel Can’a, İstanbul Boğazı’na nazır Nakkaştepe’de ileride TGRT’de program yapar ödeşiriz hikayesi ile 3.5 milyon dolarlık villa verdi mi vermedi mi?

Dinç Bilgin’e 2 valiz dolar gönderdiniz!

Sadece onlar değil, TGRT’de çalışan Seda Sayan’dan Gülben Ergen’e, Muazzez Ersoy’dan Orhan Gencebay, Kadir İnanır ve Barış Manço’ya kadar abartısız 30’a yakın sanatçıya servetler ödenmedi mi? Yahu Marziye dizisi çekilirken Çatalca tarafında kurulan film setine Enver Ören hayran olduğu sanatçıya helikopterle havadan avuç avuç cumhuriyet altını saçtı mı saçmadı mı? Sadece o değil, Enver Ören aynı şeyi yani üstüne altın saçma işini Serdar Ortaç gibi çok sayıda sanatçıya yapmadı mı?

Keza İhlas’ın ortak olduğu Egebank’a İhlas Finans’tan sermaye aktarıldı mı aktarılmadı mı kayıtlarda var mı? O dönemin güçlü medya patronu Sabah-ATV sahibi Dinç Bilgin’e “Aleyhimde haber yaptırmasın” diye, İhlas Finans’tan iki valiz dolusu dolar verilmedi mi? Sabancı Grubu’nda özel uçak yok iken Enver Ören aldı mı almadı mı? “Uçak alımı yanlış olur” dedi diye Zeynel Abidin Erdem yönetimden kovulmadı mı? Ören ailesinin helikopteri, yatları ve çok sayıda özel yapım zırhlı süper lüks BMW’leri yok muydu? Keza yerlerini bile sayarım 10’a yakın dehşet Sarayları vardı. Beyazıt Öztürk olayında yalan söyleniyor zira onu çağırıp 5 milyon dolar transfer teklif eden Enver Ören’dir. Bu aktardıklarımın fazlası “Takkeli Firavunlar” ile “İmamlar-Haramiler Medyası” kitaplarımda mevcut. Mücahit bu yazdıklarım için bana 1 trilyonluk dava açtı ama kaybetti.”

Mücahit (Ören Bey), siz dolandırıcılıktan ceza yediniz!

Bakın İhlas Finans’ın kurucu genel müdürü Ali Çoşkun’dur, o hortumlama yok diyorsa ben özür dileyeceğim… Kitabımda ayrıntılarla var, İhlas Finans tam temizlenecekken ABD Ankara Büyükelçisi devreye girdi. AKP’nin TMSF Başkanı Ahmet Ertürk bizzat İhlas’ta hortumlama var demedi mi? Dahası var, Mücahit Ören AKP iktidarı döneminde İhlas’ta dolandırıcılık yapmaktan hapis cezası almadı mı ve Yargıtay bunu onaylamadı mı? İhlas Finans’ın batış hikâyesini yıllar sonra Star grubundan Doğan’a geçtikten sonra Aydın Doğan bana sordu ve emin olun benden öğrendi… Benim derdim Aydın Doğan’ı savunmak falan değil, onu bu ülkede en çok eleştiren yine benim ama bu olayda hakikat bu. Kim Mücahit Ören’i İhlas Finans olayında siyaseten koruyor ise mahşer günü bunun hesabını vallahi verecektir.”

Bütün bunlara karşı Türkiye Gazetesi şu savunmayı yapmaktaydı:

Kamuoyunda “kâğıt üçkâğıt davası” olarak bilinen Aydın Doğan, kızı ve holding yöneticilerinin yargılandığı bir başka olay daha vardı. Davanın nedeni Aydın Doğan’ın yurt dışında kurduğu ‘tabela (off-shore) şirketleri’ üzerinden Borsa’da küçük yatırımcıyı zarara uğratmasıydı. Bu davada Doğan Holding’in avukatı kim biliyor musunuz? Fetullah Gülen’in şahsi avukatı Hasan Günaydın! Hasan Günaydın 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yurt dışına kaçanlardandı.

İddianamede Doğan Holding yöneticileri hakkında 2 yıl 8 ay ile 8 yıl 9 ay arasında hapis cezaları istenmişti. Ama aynı diğer davada olduğu gibi benzer gelişmeler yaşanmıştı: İstanbul 7. Asliye Ceza beraat kararı verdi… Sonraki aşama Yargıtay’a gitti… Yargıtay 7. Asliye Ceza Dairesi, Aydın Doğan’ı suçlu buldu ve kararının bozulmasını istedi. Konu son olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na geldi. İşte burada FETÖ yine devreye girdi ve Ceza Genel Kurulu davanın usulüne uygun açılmadığına karar verdi. Yani davayı düşürmüş oluyorlardı… Ama hukukçular, “kâğıt üçkâğıt davasının” yeniden açılabileceğine dikkat çekiyorlardı… FETÖ de yoktu artık… Peki ne olacaktı?[5]

Türkiye Gazetesi Yazarı Cem Küçük ayrıca: Aydın Doğan’ın tutuklanma ve Hürriyet’e kayyum atanma korkusu yaşadığını belirterek, “Devlet karar verdiği an Hürriyet gazetesine kayyum atanması ve Doğan Holding’in Boydak Holding haline gelişi bir dakikalık iştir. Adaletin geciktirilmesi de asla doğru değildir” yorumunu yazmıştı.[6]

Sabahattin Önkibar, Enver ve Mücahit Ören’in bütün kirli çamaşırlarını balkona asmıştı!

Enver Ören, eski ABD Büyükelçisi Marc Grossman’a, 100 Bin dolar maaş, niye bağlamıştı?

İhlas Finans Kurumu’nun battığı 2000 yılının sonunda Tayyip Erdoğan telefonda bana şunları söylemişti:

– Sabahattin Bey, İhlas Finans Kurumu’na faize bulaşmak istemeyen mütedeyyin garipler, yetimler para yatırdı. Enver Ören’e söyle, onların parasını ne yapıp edip hemen ödesin. Onların ahı arşı boğar. Söyle Enver Ören’e! Ben de araya girdim:

– Tayyip Bey, ben de sizinle aynı kanaatteyim, lakin ben burada çalışanım ve patron üzerinde etkili olamam. Lütfen siz söyleyin bunu. Ayrıca az önce istifa dilekçesini sundum, ayrılıyorum. Uzan Grubu’na geçtim.

Bu konuşmanın çok değil iki sene dört ay sonrasında Tayyip Erdoğan başbakan oldu. Erdoğan’ın İhlas Finans konusunda takındığı tavrı AKP’nin ilk Sanayi Bakanı olan Ali Coşkun bana şöyle aktardı:

– Tayyip Bey başbakanlık koltuğuna oturduğunun sanıyorum üçüncü ayında beni çağırdı ve “Ali Abi, siz İhlas Finans’ı kuran isimsiniz. Orada feryatlar var. O konuyu siz üstünüze alın ve iyi bir temizlik yapalım,” dedi. Ben de TMSF Başkanı Ahmet Ertürk ile temasa geçerek tespitler yaptırdım. TMSF Başkanı Ertürk bana ve hatta kamuoyuna büyük bir hortumlama yani hırsızlık var diye açıklama yaptı. Tam hazırlık yapıp düğmeye basacakken Tayyip Bey “Ali Abi İhlas Finans operasyonunu durdurunuz,” dedi. “Bir sorun mu var” diye sorunca, “Yorum yok Ali Abi, İhlas Finans’a dokunulmayacak,” dedi. Israr ederek “İhlas Finans’ı kuran benim, sonra siz siyasete çağırdınız geldim. Ama benim ismim sebebiyle oraya para yatıranlar var. Mahşerde bunun hesabı bana da sorulur. Bu olayı kapatamayız,” dedim… Bu sözlerim üzerine Başbakan beni tersledi ve o günden sonra ilişkimiz koptu. Dahası, bir sonraki seçimde bakan olmama rağmen beni aday bile yapmadı. (Yani Enver Ören’le Fetullah Gülen’in gizli ve kirli çıkar ilişkilerini belgeleyen dosyaları Recep Tayyip Erdoğan rafa kaldırmıştı…)

Evet işte İhlas Finans olayına iki ayrı Tayyip Erdoğan tepkisi!?

Sabahattin Önkibar şunları da hatırlatmıştı: “Enver Ören çok zeki bir insandı. Öyle olmasa zaten biyoloji öğretmenliğinden oralara tırmanamazdı. Namazını ihmal etmez ama TGRT ve Holding’de önüne gelen bütün güzel hanımlara sarılırdı; bir gün şakaya vurarak sordum:

– Enver Abi haram diye kadının elini sıkmıyorsunuz, evinizde harem-selamlık var ama maşallah önünüze çıkan bütün güzel hanımları kucaklıyorsunuz? Cevap:

– Sabahattin, Holding’deki hanımlar benim için cariye hükmündedir.

“Nasıl” diye sorunca devam etti:

– İaşesini sağladığın hanım sana dinen haram sayılmaz.

– Peki nikâh o zaman niye var? Bas parayı ya da ver maaşı oldu bitti mi yani?

– Cariye diyorum. Eş demiyorum. Cariyelerde nikâh aranmaz.

– Peki cariye olmak için gayri müslim olmak gerekmiyor mu?

– O da var ama esas olan nafakasını sağlamaktır.

– Enver Abi bunu bir yerde söylemeyin. Hem siz hem İslam zarar görür.” Evet, işte rüzgâr gülü gibi, esintiye göre yön değiştiren Sabahattin Önkibar, bütün bu haksızlık ve ahlaksızlıkları görmesine rağmen Enver Ören ağabeysinin daha nice yıllar hizmetinde kalmıştı.

Türkiye’nin en zengin gazetecisi Erol Elibol

Türkiye Gazetesi’nin bugün manşetinde yer alan “Yeni darbeyi ulusalcılar yapabilir” başlıklı haberde imzası bulunan Erol Elibol’u ise 2009’da yine Sabahattin Önkibar anlatmıştı… Aslen, emekli bir binbaşı olan Elibol, TGRT, Türkiye Gazetesi, İHA gibi kurumları içinde barındıran İhlas Medya Grubu’nun Ankara Temsilciliği yapmıştı. Şimdi Ulusalcı Aydınlıkcı Sabahattin Önkibar, Elibol hakkında şunları gündeme taşımıştı:

– Bu eski subay emeklisine çalıştığı kurumda da farklı gözle bakılıyor. Adam bazılarına göre istihbaratçı. Bazılarına göre de gerçekte AKP’nin sadık mutemedi ve militanı, ama askeri de idare ediyor. Çalıştığı gazetede yazdığı yazılara bakıyoruz katıksız AKP yandaşı.

– Subay emeklisi bu sonradan olma gazeteci bugün dünya üzerindeki en zengin medya çalışanıdır. Anlatılanlara göre adam subayken borcu sebebiyle maaşına haciz bile konmaya tevessül edilmiş, yani bugün Karun gibi olan bu sözde gazeteci dün Harun’dan bile beter sefil ve fukara imiş!

Peki, bu korkunç servet nereden mi geldi ve hâlâ gelmeye devam ediyordu? Kamudan aldığı tezgâhlanmış işlerden! Adam güya fiili olarak hem gazetecilik yapıyor hem de devletten onlarca trilyonluk işler bitiriyor ki bunu gizli saklı değil, resmen yapıyordu.

İhlas Holding CEO’su FETÖ’den tutuklanmıştı!

Sabahattin Önkibar Kasım ayında Aydınlık’taki köşesinde, İhlas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mücahit Ören’in 15 Temmuz darbe girişiminden 2 gün önce “Ankara’yı ayağa kaldıracağımız gün çok yakın” diye mesaj gönderdiğini iddia etmişti. Sabahattin Önkibar, yazısında İhlas Holding’teki Amerikalılara dikkat çekerek “Mark Grossman kim? ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi ve CIA’nın Ortadoğu masası şefi. Emeklilik sonrasında İhlas Holding’de ayda 100 bin dolar maaş ile yöneticilik yaptı” dedi. “Thomas Bonifield ise İhlas Haber Ajansı’nın birkaç hafta öncesine kadar genel müdürüydü ve bu göreve Mark Grossman’ın tavsiyesi ile gelmişti” diyen Önkibar şöyle devam etmişti:

“15 Temmuz FETÖ darbesinden sonra Mücahit Ören bu Thomas’ı apar topar işten çıkardı ki bu kovmada devletin devreye girdiği dillerde. Bir diğer isim İhlas Holding’in halen FETÖ mensubu olmaktan hapiste olan CEO’su Cahit Paksoy ve onu tavsiye eden yine Mark Grossman.”

Mücahit Ören’in 15 Temmuz şantajı!

Sabahattin Önkibar, FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde Mücahit Ören’in ABD’de bulunduğuna dikkat çekerek şunları yazmıştı:

Tarih 13 Temmuz 2016. ABD’den holdinginin işlerini takip etmektedir. Türksat için malum bütün televizyonlardan teminat mektubu istenir ve TGRT de o teminatı gönderir fakat gönderilen teminat eksik, yani yetersizdir… Konu Mücahit Ören’e aktarılır ve Ören bu talebe ABD’den e-mail ile aynen şu karşılığı verir: “Kesin söylüyorum bir kuruş ilave teminat vermeyeceğim… Önce kapatırım TGRT’yi, ancak Ankara’yı ayağa kaldıracağımız gün çok yakın… Bankalar ile konuşmayın…”

“Mark Grossman’ın can dostu Mücahit Ören 13 Temmuz’da yani FETÖ darbesine iki gün kala üstelik ABD’de bulunuyor iken durduk yerde niye Ankara’yı ayağa kaldıracaklarından söz ediyor?” diye soran Önkibar yazısını şöyle sonlandırmıştı: “MİT ve emniyet istihbarat, 13 Temmuz 2016 günü ABD saati ile 10.05’te Mücahit Ören (a.m.oren@ihlas.com.tr) tarafından Batuhan Yaşar’a (batuhanyasar@tgrthaber.com.tr) gönderilen bu e-mail mesajına pekâlâ ulaşıp sorgulayabilir ki, o mesajın çıktısı İhlas’ın içinden bana gönderildi… Evet asla suçlama yapmaksızın soruyorum, bu mesaj ne anlama geliyor ve devlet bu konuyu araştıracak mı?”[7]

Cumhurbaşkanlığı yanında AKP Genel Başkanlığını da eline alan Sn. Erdoğan, saklamaya çalışsa da oldukça tedirgin ve telaşlıydı. Teşkilatlara yönelik: “Yorulan varsa kenara çekilsin!” çıkışları bunu yansıtmaktaydı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın AKP Genel Başkanlığı sonrası gündeme getirdiği “partideki metal yorgunluğu”na ilişkin tartışma sürerken, AKP kulislerinde “metal yorgunluğun” her yerde olduğuna ilişkin görüşler ortaya atılmıştı. Bazı AKP’liler sürekli yaşanan krizler nedeniyle “milletin metal yorgunu” olduğunu savunurken yandaş medyada da bu çerçevede yorumlar yapılmıştı. AKP’deki iç kavgalar artınca Erdoğan katıldığı grup toplantısında milletvekillerini: “İçeride ve dışarıda ihanete uğramamak için önce AK Parti olarak kendimizi yenilememiz gerek. Önce bu hareket kendi içinde birbirini sevmeli. Bize ne oluyor ki kendi içimizde birbirimize karşı çalım atıyoruz? Bize ne oluyor ki birbirimize karşı farklı nazarlarla bakıyoruz. Teşkilatlar ve belediyeler eğer bizim dava idrakiyle hareket etmiyorsa, bize zarar veriyorlar demektir. Zarar veren kardeşlerimize söylüyorum biz uyarmadan kendileri uyarsınlar ve bu adımı atsınlar. Artık bedeli ödenemeyecek yanlışlara yer yok. 2019 bir kırılma noktasıdır” diye uyarmıştı.

“Yorulanlar yerini başkasına bıraksın!” çıkışı!

Erdoğan grup toplantısından iki gün sonra milletvekilleri, bakanlar ve parti yöneticileri ile AKP Genel merkezinde sürpriz bir şekilde yeniden bir toplantı yapmıştı. Burada yaptığı konuşmada teşkilatları, belediye başkanlarını ve milletvekillerini yeniden uyaran Erdoğan’ın, “Yorulan varsa kenara çekilsin. Yerini başka birine bıraksın” dediği anlaşılmıştı. Bir AKP milletvekili toplantı sonrasında yaptığı değerlendirmede, “Sayın Cumhurbaşkanımız çok kararlı. Yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin partimiz için bir ölüm kalım seçimi olacağını düşünüyor. ANAP haline düşülmemesi için kendine ayak uyduramayan örgütleri değiştirecek. Elinde çok iyi bir araştırma raporu olduğu anlaşılıyor. Örgütün röntgenini iyi çekmiş. Seçime gidilirken canlı ve hareketli, sonuç alacak parti yöneticileri istiyor. Bu işin şakasının olmadığını milletvekillerine ve bakanlara anlatmaya gayret etti. Tabii kongrelerde bireysel hesap yapmamamız konusunda da bizleri uyardı” sözlerini aktarmıştı.

Özetle AKP’ye ve AKP’lilere “en sert, en ağır” eleştirilerin Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’dan gelmesi enteresandı. Örneğin Erdoğan’ın partililerden “halkta karşılığı olan isimleri” bulmalarını istemesi açıkça hakaret sayılmaz mıydı? Erdoğan’ın bu sözleri: Mevcut isimlerin “halkta bir karşılığı” olmadığı ve yine mevcut isimlerin “artık partiye oy getirme potansiyelinin” kalmadığı anlamı taşımaz mıydı? Kimileri bu çağrıyı partiyi “yenileme ve güçlendirme” çağrısı olarak sunmaya çalışsa da boşunaydı. Çünkü Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın peş peşe yaptığı bu çağrılar “boğulan insana yapılan suni teneffüs” çabalarıydı. Yani Erdoğan partisini “yeniden hayata döndürmek” için çırpınmaktaydı.

Oysa bir partinin tabanı ile tavanı “ayrı tellerden çalmaya” başlamışsa o partideki sıkıntı sadece “metal yorgunluğu” ya da “defolu” gibi tabirlerle açıklanamazdı ve hele parti içi sıkıntı “ağır sanayi” diye yola çıkanların “Coca Cola sanayi” ile yetinmesine dönüşmüşse o zaman yapılacak fazlaca bir şey kalmamıştı. Parti tabanı, “Coca Cola sanayine” karşı boykot kampanyaları başlatırken parti tavanı, “Cola sanayinin” açılışlarında boy gösteriyor ise çatlak ve patlak kaçınılmazdı. Aslında yaşanan sıkıntının temelinde, “Milli Görüş gömleğinin sırttan çıkarılmış olması yatmaktaydı.”[8]

İşte 20 yıl önce CIA-MAAT dediğimiz, 10 yıl önce Küresel Fesatçılık ve Fetullahçılık kitabını yazarak bu sinsi tertip ve tehditlere dikkat çektiğimiz gelişmelerin; gerçeğini, geçmişini ve geleceğini daha kolay anlamak üzere yeniden yayınlıyor ve değerli okurlarımızın dikkatlerine sunuyoruz… Çünkü Türkiye’mizin tarihi ve tehlikeli bir dönemece doğru yaklaştığı bu süreçte, Milli sorunlarımızı ve sorumlulukları kuşanmanın gereğine ve önemine inanıyoruz.

 

 


[1] tunca.bengin@milliyet.com.tr / 07-08-2017

[2] Ahmet Hakan / 31-08-2017 / Hürriyet

[3] Ahmet Hakan / 28-08-2017 / Hürriyet

[4] Aydınlık Gazetesi / 30-08-2017

[5] Türkiye Gazetesi / 01-09-2017

[6] Türkiye Gazetesi/ 30-08-2017

[7] Sinan Acıoğlu / Odatv.com

[8] zekiceyhan@milligazete.com.tr

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

AHMET AKGÜL KİMDİR?

INTRODUCTION OF USTADH AHMET AKGÜL

رسالة تعريفية لمعلمنا أحمد أكجول

قبل مؤتمر النظام العادل في جامعة قيرغيزستان أراباييف، والذي حضرناه، قدم أحد المحاضرين أستاذنا أحمد أكجول على النحو التالي: أحمد أكجول موجود في تركيا؛ إنه عالم ومثقف نادر جدًا يجمع بين المبادئ الإسلامية والمتطلبات الإنسانية، وفكر أتاتورك في التغيير والقومية الإيجابية والتوازن الاجتماعي. ألف حوالي 100 كتاب، بعضها في 3 مجلدات، وجميعها أعمال فريدة وأصيلة. 10 من الكتب؛ تمت ترجمته إلى الإنجليزية والروسية واليابانية والفارسية والفرنسية والعربية. البروفيسور الراحل، أحد رؤساء وزراء تركيا الأسطوريين. دكتور. ويعتبر من أكثر الطلاب المميزين وأتباع نجم الدين أربكان.
لقد حضر المؤتمرات العلمية في جميع أنحاء تركيا وأوروبا والجغرافيا الإسلامية منذ ما يقرب من 40 عامًا. إنه رجل حكيم تنبأ وشرح التطورات المهمة في تركيا ومنطقته والعالم قبل عقود، وتعرض للعديد من المشاكل والهجمات لهذا السبب، لكنه كان دائما على حق في النهاية. وهو رئيس تحرير مجلة الحل الوطني، التي يتابعها عن كثب كبار البيروقراطيين العسكريين والمدنيين، وأساتذة الجامعات، والكتاب والمعلقين المهمين، ومسؤولي الدولة في تركيا. ضد الأنظمة الرأسمالية والاشتراكية والليبرالية في العالم؛ فهو يحتوي على الجوانب الجيدة والمفيدة لجميعها، لكنه يترك الجوانب السيئة والضارة؛ سيدنا، الذي أعد ودافع عن برامج النظام العادل الأصلية القائمة على العقل والعلم والتاريخ والضمير والقرآن، يبلغ من العمر 74 عامًا وأب لخمسة أطفال. لا يتقاضى إتاوات أبدًا عن أي من كتبه أو مجلاته أو مقالاته أو مؤتمراته، ويعيش حياة متواضعة بعيدًا عن الترف والراحة، ويغطي نفقات كل ذلك بحوالي 40 من الرفاق المتطوعين والمخلصين في سبيل الله. المعلم الذي يدافع عن "حرمة التبشير بالعلم" وبالتالي لا يدين بالشكر لأي مركز أو حكومة. باستثناء ما يقرب من 105 من أعمال أستاذنا، حتى الأحزاب والحكومات تظل غير مبالية؛ الدين والأخلاق في المرحلة الابتدائية: 4-5، المرحلة المتوسطة: 1-2-3، المرحلة الثانوية: 1-2-3-4 والجامعة: 1-2-3، وفقاً للحقائق العلمية وجوهر الإسلام. ولكن بغض النظر عن أي طائفة، فقد أعد كتب العلم. خلال أحاديثهم المميزة جداً، كتلاميذه ومتابعيه المخلصين: "كيف أعددتم هذه (100) كتاباً يزيد عن مائة، كيف رتبتم وقتكم؟" أجاب أستاذنا أحمد أكجول على أسئلتنا كالتالي، ليكون قدوة وتشجيعًا لنا:



1- منذ ما يقرب من 60 عامًا، باستثناء الأمراض الخطيرة والصعوبات الكبيرة؛ ولم أؤجل عمل اليوم إلى الغد، كما أنني لم أحاول تأجيل عمل الصباح إلى الظهر أو عمل الظهر إلى المساء. لأنه لا ينبغي لي أن أضيع رأس مال حياتي المحدود في مساعي فارغة ومجانية يسميها القرآن الإلغاء ويحرمها

 

2- حتى لو كان شخصًا لديه معرفة وخبرة في موضوع ما، حتى لو كان أصغر منا كثيرًا... حتى لو كان شخصًا عاديًا وبسيطًا، فأنا لا أشعر بالإهانة أبدًا عند الاستماع إليه أو تعلم شيء ما، لأن أكبر عائق أمام التعلم والحصول على العلم هو الكبرياء والكبر

-3ما حصلنا عليه؛ حاولت أن أقرأ وأفهم كتابات وكتب الجميع، محليًا أو أجنبيًا، يساريًا أو يمينيًا، أعرفه أو لا أعرفه، أحبه أو أكرهه.
4- كنت أسجل المعلومات التي تعلمتها وأجد أهميتها منها أو مما سمعته في البرامج والمؤتمرات التليفزيونية، ولم أتردد قط في كتابتها ونقلها بذكر أصحابها
5- من خلال الوقوع في الرغبات والاعتراضات التعسفية من أقرب أقاربي ورفاقي وأعضاء الحزب وذوي المناصب ذات النفوذ والكفاءة... أو من منطلق حرصي على راحتي ومصالحي الشخصية، لم أخفي أبدًا الحقيقة التي قالها لي يجدها العقل والضمير نافعة ومفيدة، ولم أصعب فهمها بتغليفها بأغلفة مختلفة
6- كل الأشخاص الذين التقينا بهم في أي مناسبة وأصبحنا قريبين بما يكفي لتناول كوب من الشاي أو السفر لمدة ساعة على متن الطائرة؛ حاولت مساعدتهم على اكتساب وزيادة وعيهم الأخلاقي والضميري وكرامتهم، وخاصة سلامهم الروحي والعالمي. بمعنى آخر، كنت أهدف إلى أن أكون مفيداً له، وليس أن أستفيد من منصبه وفرصه ومجاملاته.
7- ولعل ذلك يعتبر ثمرة ومعجزة للأهداف والجهود المخلصة... وطبعا بفضل الله تعالى وفضله لا بد من قراءة كتاب ما يقارب 700 صفحة بسرعة في ساعة أو ساعتين. وتهنئة هذا الكتاب وانتقاده عمدا، والحمد لله أن إنتاج ملاحظات من 10 صفحات أصبح أسهل بالنسبة لنا.
أطيب التحيات…

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx
Paylaş...