EN YAYGIN ŞİRK:
İNSANPERESTLİK SAPKINLIĞIDIR!
Cenab-ı Hakkın değil, halkın ve iktidarın rızasını aramak, şirktir!
Birisi TV5’e çıkmıştı; ilahici, ezgici ve sözde sanatçı geçiniyordu!.. İkide bir; “Ben hiçbir ideolojiye bağlı değilim. Ben hümanist biriyim!” gibi laflar geveliyordu… TV5 Milli Görüşçülerin biliniyor ya, “Aman ha, beni Saadet Partili sanmayın!” demeye getiriyordu… Yine bir diğeri kürsüye çıkmıştı; ilahiyatçı, vaazcı biliniyordu… O da hiç gereği ve merak edeni yokken, “Benim için bütün partiler aynıdır. Hepsi istismarcıdır…” deyip duruyordu. Niye, çünkü okuduğu Ayet ve Hadis mealleri, aklı ve vicdanı olanları ve gönül kulakları duyanları; ticarette de, memuriyette de, sosyal münasebetlerde de ve dahi siyasi tercihlerinde de, Hakka ve hayra yöneltecekti. İşte vaazcı efendi: “Bunları konuşuyorum diye aman beni Milli Görüşçü falan sanmasınlar, anlattıklarımı doğru anlayıp o tarafa koymasınlar!” diye çırpınıyordu…
İlahici ezgicinin de; ilahiyatçı vaizin de bütün derdi ve davası: “Herkes beni dinlesin, her kesim bana aferin desin, aman kimseler küsmesin; kaset şirketleri, hükümet yetkilileri incinmesin!” oluyordu…
Şu ayetler bu tiplerin psikolojisini ne güzel anlatıyordu:
“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını (O’na) denk tutanlar vardır ki, onlar bunları Allah’ı sever gibi severler. (Hâlbuki) İman edenlerin ise, Allah’a olan sevgileri (başka her şeyden ve herkesten) daha güçlüdür.” (Bakara: 165)
“(Mü’min ve muttaki geçinen öyleleri vardır ki) Onlar, ahiretin (varlığını bile bile, peşin olan) dünya hayatını tercih edip severler.” (İbrahim: 3)
Oysa Hz. Süleyman’ın dediği gibi; “Gerçekten ben, mal sevgisini (sadece) Rabbimi zikretmek (ve O’nun yolunda değerlendirip şükretmek)ten dolayı sevip tercih ettim.” (Sâd: 32)
Evet, insanları Allah için sevmek, yani Allah’a yakınlıklarına ve insanlığa yararlılıklarına göre kıymet vermek ne kadar güzel ve gerekli ise, insanları Allah gibi sevmek de, o denli çirkindir ve şirktir!.. Bu ayetler, kâfirlerden ziyade Müslümanlara hitap ve ikaz etmektedir. Peki, muhatapları kimlerdir?
a- Sesini ve eserini alkışlayan, gazete veya kasetini satın alan, kendisine servet ve şöhret kazandıran kalabalıkları; nefisleri ve menfaatleri için seven, önlerinde huşû ile eğilen SANATÇILAR, EDEBİYATÇILAR…
b- Ses sanatçısı, futbol ve sinema yıldızı, köşe yazarı, parti başkanı, şirket patronu, TV sunucusu veya din önderi, tarikat şeyhi gibi insanları “Allah’ı sever gibi sevmek” de İslam inancına ve insanlık onuruna terstir ve manen tehlikelidir.
c- Yine bu cahili düşünce sahipleri, karşılıklı olarak, Allah’tan çok insanlardan korkup çekinmektedirler.
• Ya beni terk ederlerse…
• Ya beni dinlemekten vazgeçerlerse…
• Ya konserimi, konferansımı dinlemezlerse…
• Ya kasetlerimi, eserlerimi almak için para vermezlerse…
• Ya partimden, tarikatımdan yüz çevirip peşimden gelmezlerse… gibi endişe ve şüpheler içinde hareket etmektedirler.
Bu tiplerin; “Ben hiçbir ideolojiye bağlı değilim.” “Ben hümanistim (ayırmadan her insanı severim)” gibi lafları, bakkal ve tüccarların duvarlarına astığı: “Müşteri, velinimetimdir” levhası gibidir. Hâlbuki; “Hiçbir ideolojiye bağlı değilim” iddiasını dillendirmek, “Ben idealsizim, ilkesizim” demek değil midir?
“Ey iman edenler, içinizden kim dininden ve (Hak davasından) dönerse; Allah (onun yerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere (ve zalimlere) karşı cesur ve onurlu; Allah yolunda cihad yapan (hizmet ve teslimiyetinden dolayı) kendisini ayıplayan ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir.” (Maide: 54)
“(Hz. Musa) ‘Firavun kavmine karşı bir suçum var. Bundan dolayı beni öldürmelerinden korkuyorum’ dedi. (Allah ise) Hayır (korkmayın)… dedi. İkiniz de ayetlerimle gidin, şüphesiz Biz (kudret ve nusretimizle, hıfzu himayemizle) sizinle beraberiz ve (her şeyi) işitmekteyiz.” (Şuarâ: 14-15)
“İşte bu şeytan, ancak kendi dost ve avanesini (Allah’tan başka güçler ve kişilerle) korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer (gerçek) mü’minlerseniz (sadece) Benden korkun” (Âl-i İmrân: 175) gibi ayetler, gerçek anlamda korkmamız ve sakınmamız gereken tek Zatın Allah olduğunu bildirmektedir.
Tarikat ve tasavvuf, mü’minleri gerçek vahdete ve muhabbete ulaştırma ve gizli şirk olan riyadan, yani insan taparlıktan kurtarıp, Hakka ve hayra yaklaştırma ocağıdır.
Tarikatlar, tarih boyunca maddi ve manevi cihadın karakolları konumundadır. Zalim işgalcilere ve hain işbirlikçilerine karşı Müslüman halkı imanla coşturan ve kutsalları uğrunda koşturan hep gerçek mürşitler ve müritler olmuşlardır. Günümüzde bu manevi diriliş ve direniş dinamiğini yasaklamak veya yozlaştırmak isteyenlere ve istismar edip zalim çevrelere yalakalık edenlere aldanmamalıdır.
• Toplum Taparlık, Sapkınlık Örneğidir!
Tapınmak nedir? Sana zarar vermesinden ve alâkasını kesmesinden en çok korktuğun… Ve yine, sana yarar vereceğini ve mutlu edeceğini en fazla umduğun kimse veya nesne ne ise, “TANRIN” da, “TAPINDIĞIN” da işte odur.
Ve zaten Allah’a imanın ve İslam’ın özü de “korku ve umut arasında” bulunmak ve bu şuurda yaşamaktır. Ama günümüzde, maalesef; sanatçı izleyicilerine, şarkıcı dinleyicilerine, esnaf müşterilerine ve hatta bazı şeyhler müritlerine tapınmaktadır. Öyle ki, onları kaçırmayalım diye, apaçık haksızlıklarına, yanlışlıklarına, hatta hırsızlık ve ahlâksızlıklarına göz yummakta ve fetva uydurmaktadır.
Evet maalesef;
Kimileri, bankasına ve para kasasına tapınmaktadır.
Kimileri, makamına, koltuğuna ve masasına tapınmaktadır.
Kimileri, şirketine, atölyesine, fabrikasına tapınmaktadır.
Kimileri, arazisine, villasına, arsasına ve son model arabasına tapınmaktadır.
Kimisi, paralı ve yakışıklı kocasına, kimisi de genç ve güzel karısına tapınmaktadır.
İşte ispatı… Bu tiplerin yanında, birisi hâşâ, Allah’ına Kur’an’ına sövse, başını alıp giderler. Ama futbol takımına ve sevdiği sanatçıya küfretseler, kavga eder, kan dökerler!..
Daha da aşağı ve bayağı kimseler vardır ki, gözü önünde avradını sıkıştırıp elleseler veya sarılıp öpseler pişkinliğe vururlar, ama arabasını çizseler, çılgına dönerler!..
Bundan da beterini söyleyeyim! Öyle onursuz ve sorumsuz kimseler vardır ki; bâtıl partisine, tarikatına, hoca efendisine laf söyleyenlere savaş açarlar. Ama ülkemizin geleceğini karartanlara ve Kıbrıs’ı satanlara alkış tutar, halen destek çıkar ve utanmadan bunları överler!..
Şahsi menfaatine dokunanlara davacı olur, öz vatanına hıyanete kalkışanlara dua ederler!..
Hâlbuki tek bir Allah’a tapınan, her şeyi O’ndan umup, sadece O’ndan korkup sakınan insan, gerçek bir hürriyete, yüksek bir haysiyete ve örnek bir şahsiyete sahiptir. Allah’ın inayetiyle minnetsiz ve mihnetsiz bir hayat sürecektir. Ama böyle bir iman olgunluğuna ve doygunluğuna (mutmain) olmayanlar, Allah’a hakkıyla saygı ve kaygı duymayanlar, binbir tanrıya tapınmak zilletine düşecektir. Çünkü ihtiyaç ve iştiyak duydukları her şey ve herkes bunların tanrısı yerine geçecektir. Ve Allah’tan gayrısından hakiki korku ve umut, küfrün en önemli sebeplerindendir.
“Firavun ve yakın adamlarının kendilerine kötülük yapmasından korktukları için, Musa’ya kavminden, sadece bir grup (genç) inandı.” (Yunus: 83)
• Tecelli ve Temsiliyet Meselesi
“Cenab-ı Hakkın “Zat”ı, her türlü şekilden, biçimden, cisimden ve hayalden münezzehtir. Yüce Allah’ın Zatı, hiçbir şeye ve hiçbir kimseye asla benzetilemeyecektir. O’nun Yüce Zatını idrak ve ihata etmek, künhüne ermek asla mümkün değildir. Allah (CC) ancak yarattıklarında tecelli ve tezahür eden, “Esma ve Sıfatlarıyla” bilinmekte; kendi mevcudiyetini, kudret ve hikmetini, san’at ve nimetini bizlere böylece göstermektedir.
Kâinattaki her zerrede ve kürrede, yeryüzünde ve göklerde, her çiçek ve böcekte O’nun tecellisi, kudret ve rahmet eseri sezilmektedir.
En güzel tecelli ise Hz. Adem ve neslinde, en mükemmel temsili ise Hz. Muhammed Aleyhisselam Efendimizdedir. O, Ahir Zaman Nebisidir, tecelli ve tezahürün her bakımdan “son” örneği ve insanlığın ebedi rehberidir. Yüzyıllardır feyiz ve bereketle okunan Mevlid-i Şerif müellifi Süleyman Çelebi Hazretlerinin: “Zatıma mir’at edindim Zatını – Bile yazdım adım ile adını” beyitleri de bu hakikatin hikmetli ifadeleridir.
Geleceği sahih hadis ve haberlerle kesinleşen, asırlardır hasret ve hararetle beklenen Hz. Mehdi Aleyhisselam ise; Hz. Peygamber Efendimizin aynen izinde, O’nun dinini ve adalet düzenini hâkim kılma ve Siyonist Deccal sistemini yıkma görevinde, O’nun halifesi ve temsilcisi yerinde çok yüksek, mübarek ve özel bir şahsiyettir.
Kur’an-ı Kerim’in talim ve terbiyesinde, Resulüllah Efendimizin sünneti ve hayat sistemi çerçevesinde ve Milli Görüş mektebinde; sadece Hz. Allah’ın rızası ve insanlığın hayrı hatırına, nefsi ve siyasi cihadını sürdürenler bu imanın zirvesine ve zevkine erişecektir.”
Şirk; çokluk esasına dayanmaktadır. Evrendeki her şey ve insanlar için uyulması gerekli İlahi ve fıtri kanunlara mukabil, çeşitli kurallar uyduran birçok ilahlar ortaya çıkmaktadır. Bu ilahlar birden fazla insanın hevâlarıdır. Bu hevâ ve hevesler birbiriyle uyuşmayıp çatışacağı için yeryüzü bir savaş alanına dönüşmüş durumdadır. Zaten şirkin ana özelliği (fesat ve) “fitnenin” kaynağı olmasıdır.
Kur’an, müşrik kavimlerde iki ana sınıfın varlığını ortaya koymaktadır.
1- Hevâ ve heveslerini ilahlaştırıp hevâları doğrultusunda bâtıl ve beşeri “dinler” ortaya koyan tağutlar, zalimler yani “müstekbirler” sınıfı.
2- Tağuta ve müstekbirlere itaat ve ibadet eden ve onları rableştiren “müstaz’aflar” tabakası. “(Firavun ve avanesi şöyle) Demişti: “Kendi kavimleri bize ibadet kulluk ve kölelik edip dururken; (kalkıp) bizim gibi iki insana mı inanalım?” (Mü’minun: 47)
İnançsız ve amaçsız müstaz’aflar, müstekbirler kadar zulme ve şirke ortaktır.
“Hele bir görsen zalimler Rablerinin huzurunda tutuklandıkları zaman sözü (ve suçu) birbirlerine atıp dururlar. Müstaz’aflar müstekbirlere: ‘Eğer siz olmasaydınız, biz mü’minlerden olurduk’ derler. Müstekbirler ise: ‘Size hidayet geldikten sonra, sizi ondan biz (zorla) mı çevirdik. Hayır, zaten kötülüğe (taraftar)dınız’ derler. Müstaz’aflar ise müstekbirlere: ‘Öyle değil (yaptığınız) gece gündüz hileydi, bize Allah’a küfretmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz’ derler.” (Sebe’: 31-33) ayetleri bunu anlatmaktadır.
– Şirk; sadece ve yalnız insan yaşamını (ve dünya hayatında) ilgilendiren bir dindir. Müstekbir müşrikler, müstaz’af kimselerin kendi izin ve müsaadeleri çerçevesinde inanıp ibadet etmelerini istemektedir. Bu nedenle “Firavun: Ben size izin vermeden mi ona inandınız?…” demişti. (A’raf: 123)
Aslında müstaz’af müşrikler, tüm kâinata hâkim bir İlahın varlığını kabul edegelmişlerdir.
“Andolsun, onlara; ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı, kim boyun eğdirdi?’ desen ‘Allah’ derler. O halde nasıl (aldanıp) döndürülüyorsunuz? Onlara: ‘Kim gökten suyu indirip de ölmüş toprağı onunla diriltti?’ diye sorsan ‘Allah’ derler. De ki: (O halde) Hamd ve (kulluk) Allah’adır. Fakat onların çoğu akletmezler.” (Ankebut: 61, 63) ayetleri müşriklerin aslında Allah’a inandıklarını, ama sıfatlarında, yaratmasında, icraatında ve şeriatında ortak koştuklarını göstermektedir.
Müstekbirlerin saltanatını yıkacak olan yine müstaz’aflar olacağından peygamberler ve gerçek varisleri, müstaz’af kesimleri, şuurlandırıp gayrete getirmekle işe başlamışlardır. Allah’ın va’adi de budur.
“Biz ise diliyoruz ki; yeryüzünde zayıf bırakılmışlara (müstaz’aflara) lütfedelim, onları imamlar yapalım, onları varisler kılalım.” (Kasas: 5)
Hz. Resulüllah ilk “korkutma” görevine başlarken çevresindeki üç kişi enteresandır. 1- Hz. Hatice, 2- Hz. Ali, 3- Hz. Zeyd. Bunlar müstaz’aflardandı. Hz. Hatice kadınların, Hz. Ali fakir gençlerin ve Hz. Zeyd kölelerin mümessilleri konumundaydı. Bir çocuğu etkileyen ve kişiliğinin oluşmasında en önemli faktörler olan ana-baba, çevresi, okulu ve arkadaşlarıdır. Kader-i İlahi; daha doğmadan baba etkisinden, sütanneye verilmek suretiyle anne ve çevre etkisinden, ümmi olmakla, zamanındaki kokuşmuş müşrik eğitim sistemi ve zihniyetinden Peygamberimizi korumuş ve uzaklaştırmıştır.
İşte tarikatlar ve tasavvuf erbabı, hem Kur’an ahkâmını, hem Resulüllah’ın ahlâkını, hem de yaratılış hakikatini rehber edinerek; nefsi, siyasi ve askeri cihadı birlikte yürüten ve tağutları titreten İslam kahramanlarıdır.

Cenab-ı Hakkın değil, halkın ve iktidarın rızasını aramak, şirktir!
.
Tarikat ve tasavvuf, mü’minleri gerçek vahdete ve muhabbete ulaştırma ve gizli şirk olan riyadan, yani insan taparlıktan kurtarıp, Hakka ve hayra yaklaştırma ocağıdır.
.
Sana zarar vermesinden ve alâkasını kesmesinden en çok korktuğun… Ve yine, sana yarar vereceğini ve mutlu edeceğini en fazla umduğun kimse veya nesne ne ise, “TANRIN” da, “TAPINDIĞIN” da işte odur.
.
Kimileri, bankasına ve para kasasına tapınmaktadır.
Kimileri, makamına, koltuğuna ve masasına tapınmaktadır.
Kimileri, şirketine, atölyesine, fabrikasına tapınmaktadır.
Kimileri, arazisine, villasına, arsasına ve son model arabasına tapınmaktadır.
Kimisi, paralı ve yakışıklı kocasına, kimisi de genç ve güzel karısına tapınmaktadır.
.
Kur’an, müşrik kavimlerde iki ana sınıfın varlığını ortaya koymaktadır.
1- Hevâ ve heveslerini ilahlaştırıp hevâları doğrultusunda bâtıl ve beşeri “dinler” ortaya koyan tağutlar, zalimler yani “müstekbirler” sınıfı.
2- Tağuta ve müstekbirlere itaat ve ibadet eden ve onları rableştiren “müstaz’aflar” tabakası.
.
Müşrikler aslında Allah’a inanırlar, ama Allah’ın; sıfatlarında, yaratmasında, icraatında ve şeriatında O’na ortak koşarlar.
“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını (O’na) denk tutanlar vardır ki, onlar bunları Allah’ı sever gibi severler. (Hâlbuki) İman edenlerin ise, Allah’a olan sevgileri (başka her şeyden ve herkesten) daha güçlüdür.” (Bakara: 165)
“(Mü’min ve muttaki geçinen öyleleri vardır ki) Onlar, ahiretin (varlığını bile bile, peşin olan) dünya hayatını tercih edip severler.” (İbrahim: 3)
Oysa Hz. Süleyman’ın dediği gibi; “Gerçekten ben, mal sevgisini (sadece) Rabbimi zikretmek (ve O’nun yolunda değerlendirip şükretmek)ten dolayı sevip tercih ettim.” (Sâd: 32)
Evet, insanları Allah için sevmek, yani Allah’a yakınlıklarına ve insanlığa yararlılıklarına göre kıymet vermek ne kadar güzel ve gerekli ise, insanları Allah gibi sevmek de, o denli çirkindir ve şirktir!.. Bu ayetler, kâfirlerden ziyade Müslümanlara hitap ve ikaz etmektedir.
Müşrikler;
Allah’a inandıkları halde,
Allah’ın sıfatlarında…
Allah’ın yaratmasında…
Allah’ın icraatında…
Allah’ın şeriatında…
Allah’a ortak koşan kimselerdir.
Toplum Taparlar!
Her işlerinde ve ibadetlerinde;
Yüce Allah’ın rızasını aramazlar…
Cenab-ı Hakkın hoşnutluğunu ve yakınlığını amaçlamazlar…
Zarar vermesinden ve alâkasını kesmesinden en çok korktukları…
Yarar vereceğini ve mutlu edeceğini en fazla umdukları…
Topluma ve zalim iktidara tapınırlar.
Müstaz’af müşrikler;
Tüm kâinata hâkim bir İlahın varlığını kabul etmekle beraber…
Zarar vermesinden ve alâkasını kesmesinden en çok korktukları…
Yarar vereceğini ve mutlu edeceğini en fazla umdukları…
Müstekbir müşriklerin kendi izin ve müsaadeleri çerçevesinde inanıp ibadet ederler.
Yani zalim ve hain iktidarın müsaade ettiği kadar Müslümanlık rolü oynarlar.
Toplum taparlar, Cenab-ı Hakkın değil, halkın ve iktidarın rızasını ararlar;
Allah’tan çok toplumdan ve zalim iktidardan korkup çekinirler…
Allah’ı sever gibi toplumu ve zalim iktidarı severler…
Toplumun ve zalim iktidarın apaçık haksızlıklarına, yanlışlıklarına, hatta hırsızlık ve ahlâksızlıklarına göz yumarlar ve fetva uydururlar.
Hâlbuki tek bir Allah’a tapınan, her şeyi O’ndan umup, sadece O’ndan korkup sakınan insan, gerçek bir hürriyete, yüksek bir haysiyete ve örnek bir şahsiyete sahiptir.
Allah’ın inayetiyle minnetsiz ve mihnetsiz bir hayat sürecektir.
Ama böyle bir iman olgunluğuna ve doygunluğuna (mutmain) olmayanlar, Allah’a hakkıyla saygı ve kaygı duymayanlar, bin bir tanrıya tapınmak zilletine düşecektir.
Çünkü ihtiyaç ve iştiyak duydukları her şey ve herkes bunların tanrısı yerine geçecektir.
Ve Allah’tan gayrısından hakiki korku ve umut, küfrün en önemli sebeplerindendir.
Korkmamız ve sakınmamız gereken tek Zat Allah’tır. İnsan vahdete doğru olgunlaşma yolculuğunda putlarından sıyrıldıkça Allah’ın nurundan olan iletkenliği artacaktır. Herşeyin Allah’tan olduğuna dil ile değil kalp ile inandıkça desinlerden, tüm tehditlerden, insan taparlıktan kurtulacak, gerçek özgürlüğe kavuşacak ve Hakka ve hayra daha dayaklaşacaktır. Böylece olgunlaşmış bir mümin tek başına kalsa bile dünyaya meydan okuyabilecektir. Rabbim tüm şirklerden bizleri kurtarsın, boyası ile bizi boyasın ve gölgesine alsın inşallah.
İNSANLARI ALLAH GİBİ Mİ YOKSA ALLAH RIZASI İÇİN Mİ SEVİYORUZ
Partiler, dernekler, dergiler, cemaatler, cemiyetler ve tarikatler toplumun ana yönlendiricileri yerindedir. Parti ve dernek başkanları, cemaat ve tarikat liderleri ve şeyhleri bu yönlendirmede önemli rol oynamaktadırlar. İnsanlar kendi hissiyatlarıyla orantısal olarak hareket edemediklerinden toplum önderlerinin bu yönlendirmeleriyle sonuca ulaşacaklarını benimsemişler ve tarih boyunca da o doğrultuda hareket etmişlerdir. Buraya kadar herşey normal. Ama normal olmayan ve yolunda gitmeyen birşey var. O da, insanların başkan, lider ve şeh efendilere aşırı bağlılıkları ve tamamiyle teslim olmaları. Bunlardan herhangi birisi yanlış ve hata yapsa ve bu hata büyük yıkımlara dahi sebebiyet verse, teşkilat mensupları ve müridler bin türlü kılıf ve keramet uydurarak lider veya şeyhlerini temize çıkarmanın mücadelesinde olmaya gayet gösterirler. İşte bu liderini veya şeyhini Allah Rızası için sevmek değil onları tam tersine haşa Allah gibi sevmenin bir göstergesidir. İşte bu sebeple kim olursa olsun; başkan, lider, Şeyh..vb insanları Allah rızası için sevmek ve desteklemek gerekir. Hata ve yanlışları olursa da, edep ve usulünce düzeltilmesi yönünde gayret sarfetmek en büyük olgunluk ve şuur alametidir.
“”Tapınmak nedir? Sana zarar vermesinden ve alâkasını kesmesinden en çok korktuğun… Ve yine, sana yarar vereceğini ve mutlu edeceğini en fazla umduğun kimse veya nesne ne ise, “TANRIN” da, “TAPINDIĞIN” da işte odur.””
Yazıda geçen tapınma tanımı gerçekten çok çarpıcı olduğunu, ve tanımda geçen soruların yani ;
sorularının her müslümanın kendine sürekli bir kontrol unsuru olarak sorması gerektiğini düşünüyorum. En sağlam bir terazi mahiyetinde olan bu sorulara en içten ve en samimi şekilde ALLAH diyebilmeyi, eylem ve davranışlarımızı bu teraziye göre şekillendirebilmeyi, hizmet ve gayretlerimizi yine bu terazi ile ölçerek değerlendirebilmeyi yüce Allah bizlere nasip etsin. Allah sizlerden razı olsun.
Hâlbuki tek bir Allah’a tapınan, her şeyi O’ndan umup, sadece O’ndan korkup sakınan insan, gerçek bir hürriyete, yüksek bir haysiyete ve örnek bir şahsiyete sahiptir. Allah’ın inayetiyle minnetsiz ve mihnetsiz bir hayat sürecektir.
Ama böyle bir iman olgunluğuna ve doygunluğuna (mutmain) olmayanlar, Allah’a hakkıyla saygı ve kaygı duymayanlar, binbir tanrıya tapınmak zilletine düşecektir. Çünkü ihtiyaç ve iştiyak duydukları her şey ve herkes bunların tanrısı yerine geçecektir. Ve Allah’tan gayrısından hakiki korku ve umut, küfrün en önemli sebeplerindendir.
Zümer 17
Tağut’a (zalim yönetimlere ve şeytani düzenlere) ibadet ve hizmet etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelip bağlananlara gelince, onlar için (kutlu ve mutlu bir) müjde vardır; bu nedenle (tağuti otoritelere tâbi olanlara değil) Benim (sadık ve samimi) kullarıma müjde ver (ki onlar nasipli ve şerefli kimselerdir).
https://www.mealikerim.com/39/zumer/17
Zümer 18
Ki onlar (müjdelenmiş mü’min kullar, her konuda yazılan ve konuşulan) sözü (dikkatle) dinleyip duyarlar, (ama bunlardan Kur’an’a ve vicdana en yakın bulduklarına ve) en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.
https://www.mealikerim.com/39/zumer/18
Makalemizle ilgili Ahzab Suresi 66.67. ve 68. Ayetler…
33:66
(Dünyada Siyonist Yahudiler gibi ğadaba uğramış ve emperyalist Hristiyanlar gibi sapıtmış zihniyet ve şahsiyetlere ve bunların işbirlikçilerine ve diğer tüm zalim münkir ve müşriklere uyarak, İslam’ın özünden ve Kur’an’ın izinden uzaklaşarak, doğrudan veya dolaylı biçimde küfre ve kötülüğe bulaşanların, cehennemde) Yüzlerinin (ve tüm bedenlerinin) ateşte çevrildiği gün: “Eyvahlar-yazıklar olsun bize! Keşke Allah’a itaat etseydik. Ve Resulüne uyup peşine gitseydik” diyerek (pişmanlık duyacaklardır).
33:67
Ve diyecekler ki: “Ey Rabbimiz! Gerçekten biz ‘Sadat’ımıza (bazı kötü niyetli tarikat ve maneviyat rehberlerimize ve hoca efendilerimize) ve ‘Kübera’mıza (devlet, siyaset ve servet büyüklerimize ve hizmet ağabeylerimize aldanıp haksız ve ahlâksız işlerine) itaat ettik. (Bu iki sınıfın vaazlarına ve va’adlerine inanıp peşlerinden gittik. Onlar ise bizim iyi niyetimizi ve teslimiyetimizi istismar edip, bizleri kâfir ve zalim sistemlere peşkeş çekip aldatmışlardı.) Böylece onlar bizi Hakk yoldan saptırmışlardı.”
33:68
“Ey Rabbimiz! Şimdi onlara (talebelerini ve tâbilerini hain ve zalim güçlere peşkeş çeken hoca efendilere ve dünyası için davasından dönen siyasetçilere, dünyamızı ve ahiretimizi mahveden bu din ve devlet büyüklerimize, bize vereceğin) azaptan iki katını ver ve onları büyük bir lanetle kahret” (deyip kurtulmaya çalışacaklardır).
Şirk konusunu böylesine derinlemesine ve vurucu şekilde hiç başka bir yazı makale kaleme alındığına şahit olmamıştım. Öncelikle Muhterem Üstadımıza Ahmet Hocamıza kaleme aldıkları bu müstesna makalesi için şükranlarımı arz ederim…
Bu şirk konusunda yine Milli Çözüm yayınlarından okumuştum ” şirkin çeşitleri ve yansıma şekilleri ” olarak: EN ŞİDDETLİ VE TEHLİKELİ DÜŞMAN OLARAK SİYONİST YAHUDİ’Yİ GÖRMEMENİN ŞİRK OLDUĞU konusuydu. Maide Suresi 82. ayette rabbimiz: “Andolsun, insanlar içinde, mü’minlere en şiddetli (ve tehlikeli) düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri (ve Protestan, Evanjelik gibi Siyonistleşmiş Hristiyan kesimleri ve sözde Müslüman geçinen işbirlikçileri) bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: ‘Biz Nasarayız (Hz. İsa’nın doğduğu Filistin-NASIRA’dan dolayı NASARA diye tanımlanan, Hakka ve hayra yardımcı Hristiyanlarız.)’ diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım iyi niyetli ve istikamet ehli) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları (Kur’an’a ve İslam’a saygılı davranmaları) nedeniyledir.” diye buyurmaktadır.
Buradan anlaşıldığı üzere, batıl bir kısım sistemlerden olan kapitalizdir kominizmdir , ABD’yi ve AB’yi ve diğer şer güçleri asıl tehdit ve tehlike görüp, bunların arkasındaki Siyonist Yahudi şebekesini hafife almak, insanları şirke ve kötü işlere sürüklemektedir. Yâr yüzü dediğimiz şu hayatta bu hakikatin farkında olmak her hadiseyi anlamanın yolu bu gerçeği kavramaktan geçtiği ve bu gerçeğe karşı uyanık kalmak hazırlıklar yapmak gerektiği sonucuna varmak en büyük nimet ve en büyük farkındalık olsa gerek. İşte MİLLİ ÇÖZÜM FARKI diyebileceğimiz bu gerçeğe sadece ve sadece Aziz Erbakan Hocamız ve devamı olan takipçisi ve sadığı olan Milli Çözüm gündemine almakta hazırlıklar yapmakta ve bu hakikati fikri mücadeleyle etkisiz kılmada başarılı dolduğunu hep birlikte görmekteyiz ve şahit olmaktayız, inşaallah yakın bir gelecekte de Hak ve adalet anlayışına, halkın çıkarına ve ahlaki kurallara aykırı, zulüm ve sömürü amaçlı her şeytani KİŞİ ve SİSTEMİ – DECCAL’İ VE SİYONİZM’İ tarumar edecek tarihin çöplüğüne gömecek, Türkiye Merkezli MİLLİ ÇÖZÜMLÜ MİLLİ MUTABAKAT İKTİDARI ile yeni bir devir başlayacak inşaallah.
Şeytanın tehlikeleri çok çeşitlidir. Ama akıllı ve kararlı mümin bu tuzağı hemen fark eder, tövbe edip Allah’a, davaya ve Hocamızın emanet bıraktığı hak yola yönelir.
“İşte bu şeytan, ancak kendi dost ve avanesini (Allah’tan başka güçler ve kişilerle) korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer (gerçek) mü’minlerseniz (sadece) Benden korkun”
(Âl-i İmrân: 175)
“Cenab-ı Hakkın değil, halkın ve iktidarın rızasını aramak, şirktir!”
“Hâlbuki tek bir Allah’a tapınan, her şeyi O’ndan umup, sadece O’ndan korkup sakınan insan, gerçek bir hürriyete, yüksek bir haysiyete ve örnek bir şahsiyete sahiptir. Allah’ın inayetiyle minnetsiz ve mihnetsiz bir hayat sürecektir. Ama böyle bir iman olgunluğuna ve doygunluğuna (mutmain) olmayanlar, Allah’a hakkıyla saygı ve kaygı duymayanlar, binbir tanrıya tapınmak zilletine düşecektir. Çünkü ihtiyaç ve iştiyak duydukları her şey ve herkes bunların tanrısı yerine geçecektir. Ve Allah’tan gayrısından hakiki korku ve umut, küfrün en önemli sebeplerindendir.”
“Firavun ve yakın adamlarının kendilerine kötülük yapmasından korktukları için, Musa’ya kavminden, sadece bir grup (genç) inandı.” (Yunus: 83)
Evet; tarikatlar geçmiş dönemlerde tüm bu cihat alanlarında bir üniversite görevi yapmışlardır. Fakat günümüzde, geneli itibarı ile sultanın sofrasına oturan, kendi dünyalık ikballeri için yapılan haksızlıklara ve zulümlere ses çıkartmadıkları gibi aynı zamanda tebalarını ve etki altına aldıkları kesimleri bu zulüm ve haksızlıkların destekçisi konumuna taşıyan müesseselere dönmüş durumdadırlar. Bu durum Meali Kerim’de Müzemmil suresi 9. ayette şu şekilde anlatılmaktadır;
(Allah) Doğu’nun ve Batı’nın (bütün yönlerin ve ülkelerin) Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O’nu vekil tut (Allah’ın va’adine güvenip sarıl). [Not: Gece ibadeti, huzurlu ve sürekli zikir, sadece Allah’a tevekkül ve teslimiyet, dünyanın geçici nimet ve zevklerini kalpten atıvermek… Bunların hepsi İslam tasavvufunun da prensipleri konumundadır. Asr-ı Saadet’te tasavvufun kendisi vardı, fiilen yaşanmaktaydı, ancak ismi konulmamıştı. Maalesef günümüzde ise, ismi vardı, ama birçok tarikatta tasavvufun kendisi ve hakikati kaybolmuş veya yozlaşmıştı.]
Bütün bu zulüm ve haksızlıklara dünyanın geçici nimet ve zevklerini önceledikleri için razı oluyorlar ve kendi müntesiplerini de birer mankurt gibi zulüm ve sömürü sisteminin birer askeri yapıyorlar.
Halbuki “cihadın en faziletlisi zalim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir” buyuruyor Efendimiz SAV. Zalimlerin icraatlarına dini kılıflar uyduran, böylece insanların hakkı görmesine mani olan güya tarikat önderlerinin hangi kaygıyla bunu yaparlarsa yapsınlar şirke düşmekten kendilerini nasıl koruyacaklar acaba? Belam sıfatına düşmekten kurtulabilirler mi acaba?
Makalede o kadar güzel anlatılmış ki şirkin çeşitleri Allah bizi şirkin her türlüsünden korusun rızasına uygun şekilde amel edip şirkten ve şekavetten emin kılsın Erbakan hocamızın çizdiği o güzel milli görüş yolundan ayırmasın da nihayetinde adil bir düzen kurup bu yolda çabalayıp Mümin Müslüman olarak kendisine kavuşanlardan eylesin Ahmet Akgül Beyefendinin yazmış olduğu bu güzel makaleden de istifade edebilmeyi cümlemize nasip etsin