“HİDAYETİ HAK ETME” KOŞULLARI
VE
İHLAS KAVRAMI
İnsanları hidayete sevk eden de, dalâlete terk eden de Cenab-ı Hak’tır. Ancak, bu iş kura çeker gibi rastgele yapılmamakta, layık olan hidayete ulaştırılmakta, müstahak olan ise dalâlete bırakılmaktadır. Çünkü “…Allah (CC) kullarına asla zulüm (haksızlık ve yanlışlık) edici değildir.” (Enfâl: 51) “Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden Hakk (Kur’an ve Peygamber) gelmiştir. Kim (Kur’an’a ve Resulüllah’a uyarak) hidayet bulursa, o ancak kendi nefsi için hidayet bulmuştur. Kim saparsa, o da kendi aleyhine sapmıştır. (İnkâr, itiraz ve isyanınızdan dolayı) Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim. (Görevim gerçeği duyurmaktır.)” (Yunus: 108) “…Şüphesiz Allah, dilediğini (küfür ve kötülük ehlini) şaşırtıp-saptırıverir, kendisine tam bir bağlılıkla yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Kim gönlünü kendisine çevirirse, Allah onu hidayete eriştirir).” (Ra’d: 27)
“…Bunları (putları ve tağutları, onlara uyduruk isim ve sıfatlar takarak) adlandırıp (durun bakalım). Yoksa siz yeryüzünde (hâşâ Allah’ın) bilmediği bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz? Yoksa sözün zahirine (veya boş ve süslü olanına) mı (kanıyorsunuz)? Hayır, doğrusu inkâr edenlere kendi hileli-düzenleri süslü-çekici gösterilmiştir ve onlar (şeytanlar ve tağutlar tarafından, doğru) yoldan alıkonulmuşlardır…” (Ra’d: 33) “Kötü (niyetle ve İslam’a aykırı biçimde) işledikleri (çirkin) amelleri kendisine çekici-süslü kılınıp da onu güzel gören mi (Allah katında kabul edilecektir)? Artık şüphesiz Allah (bile bile İslam’a ve insanlığa ters düşenlerden) dilediğini saptırır, (hayır işleyip hak edenlerden ise) dilediğini hidayete eriştirir…” (Fâtır: 8)
“Andolsun Biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk yapın ve TAĞUT’tan (Bâtıl nizamlardan ve putlaştırılmış insanlardan) kaçının!’ diye bir elçi gönderdik. Böylelikle onlardan kimine (gerçekleri kabullenip Hakka ve hayra yönelene) Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine (dünya rahatı ve menfaati için tağut’a tapınan ve şeytani odaklara kapılan kesime) ise dalâlet (sapkınlık-doğru yoldan çıkmışlık) hak oldu…” (Nahl: 36)
“…O, hidayete erecek (iyi niyet, gayret ve karakterde) olanları daha iyi bilir.” (Kasas: 56) “Allah, (aklı ve vicdanıyla, Hakka ve hayra yönelip) hidayet bulanların hidayetini arttırır. (İslamiyet’i kabul edenlerin ve gereğini yerine getirenlerin hidayet ve feraseti çoğalır.)…” (Meryem: 76) “Yeryüzünde, hakkı olmadan büyüklük taslayanları (ise), ayetlerimden (Kur’ani gerçekleri anlamaktan ve kâinattaki ibretli ve hikmetli yaratılışların sahibini kavramaktan uzaklaştırıp) engelleyeceğim. (Öyle ki) Onlar her türlü ayeti (mucizeyi-yaratılış belgesini) görseler bile (asla) ona inanmazlar. Dosdoğru yolu da görseler (yine de, haklı ve hayırlı olan budur diyerek ve benimseyerek, hayat ve huzur) yolu tutmaz ve tâbi olmazlar. Azgınlık ve sapkınlık yolunu gördüklerinde ise hemen onu (kendilerine hayat tarzı olarak kabullenip) yol edinirler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları yüzündendir.” (A’raf: 146)
Hidayet en büyük nimettir ve ona sahip olabilmek için mutlaka bedeli ödenmelidir. Firavun’un sihirbazları gibi; “ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi ve idam edilmeleri” tehdidi karşısında bile: “Biz imanımızda sebat edeceğiz, çünkü nasıl olsa mutlaka Rabbimize döneceğiz.” diyebilmelidir. Aksi halde, çeşitli baskılar ve dünyalık arzular yüzünden “Hidayeti verip dalâleti satın alanların bu ticaretleri asla kâr etmeyecektir.” (Bakara: 16)
Nefislerine zor gelen Kur’ani kuralların değişmesini ve “keyiflerine göre te’vil edilmesini gözleyen” (A’raf: 53), sorumluluk ve sıkıntılar karşısında devamlı yan çizen kimseler hidayet yoluna giremeyecektir. İyi kimseler, her türlü bitkinin bolluk ve bereketle yetiştiği verimli ve temiz toprak gibidir. Kötü kimseler ise, ekin bitmeyen verimsiz ve çorak araziye benzemektedir. (A’raf: 58) Bunlar, asla hayır ve hizmet üretemeyenlerdir. Kendilerinden ilim, ibadet ve iyilik çıkmayan kimseler, hidayetten nasipsizdir.
Aşağıdaki kötülükler de, hidayetten uzaklaşmaya ve rahmet-i İlahi’den mahrum kalmaya sebeptir ve bunlar ihlası giderir:
1- Kâfirlere ve zalimlere yaranmaya çalışmak:
“Ki, onlar yapmakta oldukları münker (çirkin) işlerden birbirlerini sakındırmıyor, (haksızlık ve ahlâksızlıklara göz yumuyor ve kılıf uyduruyorlardı.) Bu ne kötü bir davranış biçimiydi. Onlardan (münafıklardan ve din istismarcılarından) birçoklarını, kâfirler (ve zalimlerle) dostluklar kurduklarını (onların velâyetine ve himayesine sığındıklarını) görürsün. Nefislerinin (dünyevi heves ve beklentilerinin) kendileri için takdim edip (önerdiği ve önemsediği şey, yani makam ve menfaat için kâfirlere yağcılık etmek) ne kadar kötü bir şeydir. Allah bunlara öfkelenip, gazaplanmıştır ve onlar ebedi azapta kalacaklardır. (Zira bunu hak etmişlerdir. Mürşit ve müttaki rolü oynayan bazı münafıklar) Eğer Allah’a, Nebisine ve Ona indirilen (Kur’an-ı Kerim’e, öyle göstermelik değil gerçekten) inanmış olsalardı, asla onları (Siyonist Yahudileri ve Hristiyan emperyalistleri) evliya (himayelerine sığınılan güç merkezi ve rehber) edinmezlerdi. (Zalim güçlerin hizmetine girip siyasi ganimet devşirmeleri, bunların özde değil sözde iman eden, kalbi marazlı kimseler olduğunun alâmetidir). Velâkin, onların çoğu zaten fasık kimselerdir.” (Maide: 79-81) ayetleri, bu durumda olanları haber vermektedir.
2- Kur’an ayetlerini bozmak ve amacından saptırmak:
“Allah’a verdikleri sözü bozdukları için, onları (İsrailoğullarını) lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık (vicdanlarını kararttık). Onlar, (Allah’ın kitabındaki ve resmi evraklardaki) kelimeleri konuldukları yerlerden (İlahi hedef ve hikmetlerinden) saptırıp çarpıtmaktadırlar. (Yahudiler ve onlara benzeyen bel’am tipli âlimler; Kur’ani kelime ve kavramları yanlış yorumlayarak dinde tahrifat yapmakta, haksız kazanç peşinde koşmaktadırlar. Maalesef) Kendilerine hatırlatılan şeyden (uyarılardan yararlanıp) hisse kapmayı unuttular…” (Maide: 13) ayeti, Kur’ani gerçekleri yozlaştırmaya çalışanların hidayetten uzaklaşacaklarına işaret etmektedir.
3- İmana zulüm karıştırmak, insanlara haksızlık yapmak, temel insan haklarına tecavüze kalkışmak:
“İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayan (haksızlık ve ahlâksızlığa bulaşmayan) kimseler (şirke düşmeyen ve kötülük işlemeyenler) var ya; işte güven (emniyet ve saadet) onlar içindir. Ve bunlar hidayete erenlerdir.” (En’am: 82) Ancak; “(İslami gerçekleri) İnkâr edenleri ve (insanlara) zulmedenleri Allah bağışlamayacak ve cehennem yolunda (onları başıboş) bırakacaktır.” (Nisa: 168) ayetleri, bu gerçeği bildirmektedir.
4- Hayır ve hizmetten kaçmak, ibadet ve istikametten uzaklaşmak:
İyilik ve ibadetler hidayete, günahlar ve kötülükler ise dalâlete sürükler. Sahabeden bir zatın, Efendimize gelip; “Ya Resulüllah, cahiliye döneminde iken kız çocuklarını öldürmeye götürenlere; ‘Ben zaten çöle gidiyorum. Siz zahmet etmeyin. Bana verin, hallederim’ diyerek onları aldatır ve bu kız çocuklarını gizlice besleyip büyütür ve gelin ederdim. Ama, İslam’dan ve imandan habersizdik ve şirk üzerindeydik… Bu davranışlarımın bana bir faydası var mı?” diye sordu. Hz. Peygamberimiz ona: “Elbette var… Sen bu iyi niyetin ve merhametin sayesinde hidayet buldun ya!..” şeklinde cevap vermiştir. “İmanında bir hayır kazanmamış” (En’am: 158) yani iman ağacı, salih amel meyveleri vermemiş olan ve “Dinlerini parçalara ayırarak” (En’am: 159) sadece kolayına ve çıkarına uygun kısımlarına sahip çıkan insanlar, hidayetten uzaklaşıp dalâlete sürüklenir. Bunlar; “İmanları kendilerine fayda vermeyen” (Yunus: 98) yani, imanın ve İslam’ın gereğini yerine getirmeyen kimselerdir.
5- Şeytanlaşmış insanları ve din düşmanlarını dost edinmek ve onlara alet olmak:
(Allah) Kimine (feraset ve istikamet ehline) hidayet verdi, kimi (kötü niyet ve şeytani gayret sahipleri) de sapkınlığı hak etti. Çünkü bunlar, Allah’ı bırakıp şeytanları (kâfir ve zalimleri dost tutan insanları) veliler edinmişlerdi ve onlar hâlâ kendilerinin gerçekten, hidayet üzere olduklarını zannetmektelerdi.” (A’raf: 30) ayeti, din düşmanlarını ve İslam’ı irtica sayarak Müslümanlara sataşanları seven ve destekleyen kimselerin, hidayetten sıyrılacaklarını bildirmektedir.
6- Yardım ve inayetin kaynağının, mürşitler ve melekler olduğunu sanmak:
“…Allah katında yakınlığa, peygamberlerin (ve salih kimselerin) duasını kazanmaya vesile olmak üzere hayır ve hizmet yapmak…” (Tevbe: 99) caiz olmakla beraber, mürşitlerin, meleklerin ve ruhanilerin, doğrudan ve Allah’tan bağımsız olarak, bize her türlü manevi yardımı sağlayacaklarına inanmak yanlıştır ve hidayetten saptırıcı bir düşüncedir. “Allah size, Bedir’de bin melekle yardım etti. Ki bu size bir müjde olsun ve kalpleriniz huzur ve itminan bulsun. Yoksa, yardım ancak Allah’tandır.” (Enfâl: 9-10) ayeti, bu gerçeğe dikkatimizi çekmektedir. Evet, bizzat Hz. Peygamber Efendimizin bile; “Ben kendi kendime, ne bir zarar ne bir fayda vermeye malik değilim. Meğerki Allah dilemiş ola!” (Yunus: 49) söylemesi emredilmiştir.
7- Allah’ın seçkin ve sevgili kavmi ve kulları olduklarını, bu yüzden kendilerine azap olunmayacağını savunmak:
“Bu, onların: ‘(Biz seçilmiş ve sevgili kullarız, bu yüzden) Ateş bize (hafifletilmiş olarak) sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak’ demelerindendir. Onların bu iftiraları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmesi sebebiyledir. [Not: Bunları asıl aldatan ve avutan şeytan vesvesesi ise; “Dünyalık makam ve menfaat için, bazı Tevrat hükümlerini -şimdi Kur’ani emirleri- terk etmemizde ve bazı günahları işlememizde, öyle korkulacak bir vebal yoktur. Çünkü bizim bu kötülüklerimize karşı, hayırlı hizmetlerimiz ve ibadetlerimiz de vardır. Bu nedenle cehennem ateşi ve ahiret azabı bize sayılı gün dışında asla dokunmaz” düşüncesidir.]” (Âl-i İmrân: 24) Kitab’a varis (ve âlim) oldukları halde, dünyalık mal ve makam hırsıyla rüşvet alarak (İslami gerçekleri gizleyen ve zulme fetva veren) kimseler:
“…(Bunlar imkân ve iktidar fırsatı bulunca) Şu değersiz olan (dünya)nın geçici yararını alıyor ve: (Nasıl olsa) ‘İleride bağışlanacağız’ diyerek (her türlü zulüm ve ahlâksızlığı yapıyorlardı,) bunun benzeri bir yarar (haram ve haksız bir kazanç fırsatı) gelince onu da alıyorlardı…” (A’raf: 169) derler… gibi ayetler; ilmine, ibadetine veya sülalesine güvenerek zalim düzenlere destek verip, kendilerinin bağışlanacağını söyleyenlerin hidayetten ayrılacaklarını haber vermektedir.
8- Keramet rolü oynamak ve evliyalık satmak:
“Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken ‘Bana da vahiy geldi’ (şeklinde) iddialar eden ve ‘Allah’ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim’ (kutsal bir kitap meydana getireceğim) diyenden (yani, bilgiçlik ve ermişlik taslayarak, Yahudi ve Hristiyanlarla iş birliğini mübah; Hakk nizam kurulsun diye cihadı ise günah gösterenden) daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün ‘şiddetli sarsıntıları’ sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: ‘(Haydi) Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalayışımızdan) çıkarıp kurtarın (bakalım), bugün Allah’a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O’nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız’ (dediklerinde) eğer bir görsen (nasıl kıvranacaklardır).” (En’am: 93) mealindeki ayetler, keşif ve keramet ehli olmadıkları halde kendilerine ilham olunduğunu, kalp gözlerinin açık bulunduğunu ima ve ifade eden riyakâr ve sahtekâr tiplerin, böyle devam ederse, hidayetten alâkaları kesilecektir.
9- Cihaddan kaçmak ve cemaatten kopmak:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun (isyan etmekten sakının) ve O’na (yaklaştıracak ve zafere ulaştıracak) vesile (çare ve yöntem) arayın; (bu amaçla) O’nun yolunda cihad edin. (Böylece) Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide: 35) “Ey iman edenler! Allah’tan (lafla ve işinize geldiği kadarıyla değil) hakkıyla korkup (Kur’an’ın hükümlerine, Resulüllah’ın sünnetine ve hayat sistemine, kısmen veya tamamen karşı gelmekten ve aykırı hareket etmekten sakının) ve siz (böylece İslam’ca düşünüp, yaşamak suretiyle) ancak Müslüman olarak ölmeye (bakın. Eğer gerçekten iman ediyorsanız) Allah’ın ipine (Kur’an hükümlerine) hepiniz birden (el birliği içinde) sımsıkı sarılın. (Sakın) Dağılıp ayrılmayın…” (Âl-i İmrân: 102-103) gibi ayetler cihad, teşkilat ve itaat ehlinin felaha ulaşacağına, tembellik ve fitneciliğin ise felakete sebep olacağına işaret etmektedir. Bütün bunlar, gösteriyor ki:
“Allah, kimi (layık görüp) hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü (gönlünü) İslam’a açar; (ibadet ve hizmet yoluna sokar). Kimi de (müstahak olduğundan) saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar (Kur’an’a karşı ilgisiz ve sevgisiz kalır)…” (En’am: 125)
Velhasıl; hidayet ve dalâleti Allah takdir etmekte, ancak kararı verirken insanların niyetine, zihniyetine, tıynetine ve istikametine göre muamele etmektedir.
“Amma, her kim (elindeki nimetlerden başkalarına da ve Allah yolunda) verip (hayırda harcarsa) ve (her türlü küfür ve kötülükten) korkup sakınırsa… Ve en güzel (daveti ve davayı ve İslam nizamına çağrıyı) doğrular (ve destek çıkıp tâbi olur)sa… Biz de onu; kolay olan (fıtrat dini İslam) için (çabalarını rahatlatıp) başarılı kılacağız (ona hidayet, ibadet ve hizmet yolunu kolaylaştıracağız). Fakat her kim de cimrilik ve bencillik ederek (ilim, servet ve şöhretine güvenerek) kendisini (Hakk davadan ve hayırlı çağrıdan) müstağni sayarak (hizmete ve teslimiyete ihtiyaç duymazsa)… Ve en güzel olan (Hakk çağrıyı ve İslami esasları) da yalan sayarsa (en gerekli daveti yapanı ve en gerçekçi davayı savunanı yalanlar ve karşı çıkarsa)… Biz ona da en zorlu (ve zararlı) olanı (kötülük yollarını ve azaba uğramasını) kolaylaştıracağız (böylece adım adım rezalet ve felaketlere hazırlayacağız).” (Leyl: 5-10)
“İHLAS” KAVRAMI VE YOBAZLAŞMA
İhlas; mertlik ve netliktir. Olduğundan başka türlü görünmeye ve insanların gözüne girmeye tenezzül etmemektir. İhlas; her işinde Allah’ın rızasını gözetmek ve bununla manevi huzura ve doyuma erişmektir.
Dinde ihlas: İslam’ın sadece kolayına gelen tarafına değil, tamamına sahip çıkmak… Kendisini, Kur’an’ın bütününe muhatap saymak… Dinimizin sadece iman ve ibadetle ilgili değil… Emanet, hürriyet ve adaletle ilgili hükümlerinin de uygulanmasını arzulamak ve bu amaçla çalışmaktır.
Kur’an’ı dışlayarak kurulan dengesiz ve değersiz bir ahlâk düzeninin tahribatından… İnancını yaşayan Müslümanları sindirmeye ve insanları sömürmeye çalışan bir sistemin varlığından rahatsız olmayan ve hatta zulmün devamına destek çıkan bir kimsenin, ihlastan bahsetmesi riyakârlık, samimiyetten bahsetmesi sahtekârlıktır.
İbadette ihlas: Onları Allah emrettiği için, Peygamberin öğrettiği şekilde, İslam’ın şart koştuğu kadar, öngörülen zaman ve mekânda ve önem ve öncelik sırasına göre yapmaktır. Nafilelerle uğraşmaktan, farzlara fırsat bulamayan tiplerden olmamaktır. Farz, vacip ve sünnetleri, onlara ihtiyaç ve iştiyak duyarak yerine getirmeye çalışmaktır.
Hayırlı hizmetlerde ihlas: Gösterdiği gayretlerin sonucu; dünyalık servet, şöhret ve etikete talip olmamaktır.
İhlas: Milletin ve ülkenin çıkarını; kendi özel meşrebinin, tarikatının ve partisinin üstünde tutmaktır. Örneğin bir seçim sırasında; kendi tarikatımıza, meşrebimize, vakfımıza ve derneğimize özel yararlar sağlayan, ama ülkeye ve millete zarar vereceği ve zulüm edeceği belli olan bir partiye oy verenlerin, ihlastan ve insanlıktan bahsetmeleri sadece edebiyattır.
Şahsi ilişkilerde ihlas: İnsanları Allah için sevmek ve hayra yatkınlığına göre dost edinmektir. Onlara; etiketine ve etkinliğine göre değil, takvasına ve teslimiyetine göre kıymet vermektir. Gerçek ihlas; kusurlarımızı söyleyen ve öğüt verenleri, bizi övenlerden daha değerli görmektir.
İhlas: Her şeyi Allah’tan bilmek, Allah’tan beklemek, O’nun takdirine ve taksimine rıza göstermektir. Ama ne yazık ki, günümüzde sevgiler göstermelik, saygılar sahtedir. Yapılan hayır ve hizmetler bile, menfaat ve hürmet devşirmeye yöneliktir. Güler yüzlü ve güzel görünümlü nice çehreler vardır ki, bunlar münafık ve marazlı ruhları gizleyen birer maskedir.
Maalesef, köpükten köprüye benzeyen sahte mürşitler çoğalmıştır. Sahil-i selamete ulaşayım diye, bunların üzerinden geçmeye kalkanlar, azgın sellere kapılıp daha büyük felaketlere sürüklenmektedir. Çağımızda en zorlu iş, gerçekleri yüklenmek ve sahiplenmektir. Çünkü “doğru”lar pahalıdır ve doğruluk, riskli ve çetindir. Ama her şeye rağmen, gerçeklere sahip çıkanlar ve doğruları savunanlar onurlu ve şereflidir.
Eğrilik ise kolaydır ve yalanlar, ucuz ve çürük bir malzemedir. Ne var ki eğriliği kabullenenler, basit ve bayağı kimselerdir. Kendi rahatı ve menfaati için, başkalarını zahmet ve zarara sokanlar, sorumsuz ve seviyesiz kişilerdir. Böylesi fertlerin çoğaldığı toplumlar huzura hasrettir. Çünkü bir toplumdaki ayrılık ve düşmanlıkların başlıca nedenleri: Irkçılık, siyasi kutuplaşma, sosyal dengesizlik ve adaletsizliktir.
Ve yine bir toplumda huzur ve güvenin garantisi: Ahlâk, emek, dayanışma ve beraberliktir.
Unutulmasın ki; “İnsan hakları, özgürlük ve ilericilik” gibi kavramları kullanıp millete zulmedenler, bir gün mutlaka bilinçlenecek ve bilenecek olan toplumun nefreti altında ezilecektir. Evet, işte ihlas; hiçbir şart ve şekilde, asla yalana ve hilekârlığa tenezzül ve tevessül etmemek ve dürüstlükten vazgeçmemektir. Menfaatini şerefinden üstün tutanlar, ne ihlasa ne de insanlık onuruna erişemeyecektir.
İman ve ihlas, ciddiyet ve cesaret gerektirir. Kaypaklık ve korkaklıkla beraber, samimi ve sağlam bir karakter, asla bir arada yürümeyecektir. Kâfirlerin ve kötülerin zararlarından korkarak Hakkı savunmaktan kaçanlar, sonunda zulmün ateşine odun olurlar. Karanlıklara karşı en azından bir mum yakanlar ise, aydınlık çağlara kapı açarlar. Zalimlerin aziz ve yoğun, mazlumların ise aciz ve yorgun olduğu bir dönemde, ilimle beslenmiş sağlam ve sapmaz bir imana sahip olmayanlar, İslami gerçekleri ve insani gerekleri savunamazlar. Çünkü korkak kimselerde olgun iman, imanı zayıf kimselerde ise dolgun vicdan bulunamaz.
İhlas: İnsanlardan gelen sıkıntı ve saldırıları bile Allah’tan bilmek ve her halde kusuru kendi nefsinde aramaktır.
İhlas: Eksiğini ve acziyetini görmek, her geçen gün olgunluğa doğru bir adım daha yaklaşmaktır.
İhlas: Allah için konuşmak, Allah için çalışmak ve bütünüyle Allah için yaşamak ve insanlar görüp beğensin diye onları Allah’a şirk koşmamaktır.
İhlas: “Hüküm”le amel etmeyi, ama olayları “Hikmet”le seyretmeyi bilmektir.
İmtihanın hikmeti ve kaderin hükmüyle, insan nefsi, küfran-ı nimete ve kötülüklere meyilli yaratılmıştır. Ne var ki Cenab-ı Hak: “(İnsan olarak yaratılan her) Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’. Sonra da (her nefse) fücurunu (kötülüklerini) ve takvasını (küfür ve kötülükten sakınma çarelerini) ilham edip (öğreten yüce Rabbe yemin olsun ki). Onu (nefsinin kötü arzu ve alışkanlıklarını) temizleyip terbiye eden felaha (huzura ve kurtuluşa) erişmiştir.” (Şems: 7-9)
Kesinlikle bilmemiz ve kabullenmemiz gereken gerçek şudur ki; Cenab-ı Hak her şeyi, bir kader ile yaratmıştır. (Kamer: 49) Ve yeryüzünde bulunan ve nefislerimizde oluşan her türlü musibet (başa gelen bütün olaylar), Allah tarafından yaratılmadan önce bir Kitapta (kader programında yazılmış) bulunmaktadır. (Hadid: 22)
Hidayet bulmak, iman, ibadet ve istikamet üzerinde olmak da, yine Cenab-ı Hakkın bir lütfudur. Çünkü, “Rabbimiz her şeye yaratılışını (varlığının icabını, fıtrat kanunlarını ve yaşam koşullarını) veren ve sonra hidayet (hayır ve hizmet) yolunu Gösterendir…” (Taha: 50)
Allah (CC) mülkündeki tercih ve tasarrufundan dolayı, hâşâ sorumlu ve suçlu sayılamaz. Bazı insanları ve varlıkları seçmek ve şereflendirmek, O’nun hem hakkı, hem de hikmetidir. “Rabbin, dilediğini yaratır ve (kullarından dilediğini peygamber ve hidayet rehberi olarak) seçer; seçim ve tercih onlara ait değildir…” (Kasas: 68)
Bu nedenle; “(Ey insan!) Sana iyilikten (ve güzellikten yana) her ne gelip isabet ederse (o) Allah’tandır; kötülükten (bela ve musibetten) de sana her ne gelip dokunur ise, o da nefsinin (hatası)dır…” (Nisa: 79)
Evet hidayet bulmamız… Bereketli çalışmalarımız… Bilgi ve beceri kazanmamız… Verimli ve başarılı olmamız… Bunların hepsi Cenab-ı Hakkın bizlere olan ikramı ve ihsanıdır. Ama günahlarımız, isyanımız, kötü alışkanlıklarımız ise, nefsimizin huyu ve hatasıdır.
“Size isabet eden (sıkıntı, sarsıntı ve) musibetler; kendi ellerinizle kazanıp (yaptığınız yanlış işler ve kötülükler) yüzündendir. Üstelik (Cenab-ı Hakk hatalarınızın ve ihmalkârlığınızın) birçoğunu da affetmektedir.” (Şurâ: 30)
Uğradığımız bela ve hastalıklar ve çektiğimiz sıkıntı ve sorunlar; hem denenmemiz, pişmemiz ve yetişmemiz gibi hikmetler yanında; bir de asıl işlediğimiz günah ve kötülükler nedeniyledir.
Bütün musibetler; ya geçmişteki günahlarımızın ertelenmiş (te’cil edilmiş) infazıdır. Veya hazır günahlarımızın peşin verilmiş (ta’cil edilmiş) cezasıdır. Ya da; haram yemek, yalan söylemek ve ibadetleri terk etmek gibi kebair günahların ikazıdır. Yahut bunlar; riya, kibir, enaniyet gibi kalbi marazlardan kurtulmamızın ilacıdır. Belki de; hıyanet, hakaret, haset ve fesat gibi teşkilat ve cemaat içi haksızlık ve hastalıkların belasıdır. Veya Cenab-ı Hak’la ilgili suizanlardan ve gizli itirazlardan kurtulmamıza ve ıslahımıza yönelik alarm ve uyarılardır. Hatta belaların bazısı, İslam ahlâkını hâkim kılmakla ilgili görev ve sorumluluklardan kaçmanın ve bazı yetkileri istismara kalkışmanın verdiği sıkıntılardır.
Hatta bütün bu günah ve isyanlar daha ileri boyutlara ulaşırsa, Cenab-ı Hak; ya o kimseleri kökten helak etmekte, (Şurâ: 34) veya imandan nasiplerini kesmektedir. (En’am: 44) Yaptığımız kötülüklere karşılık hemen ceza görmemiş olmamız ise, Allah’ın imtihan hikmeti ve sonsuz rahmeti ile kullarına fırsat ve ruhsat vermesindendir. Yoksa, “Eğer Allah, insanları işleyip kazandıkları (günahlar) yüzünden hemen yakalayıp sorgulayarak cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Ancak (imtihan gerçeği ve merhameti gereği) onları belli bir müddet erteleyip geciktirir. Ama ecelleri (cezalandırma vakitleri) geldi mi (intikamını mutlaka alıverir.) Çünkü Allah kullarını devamlı gözetlemekte (ve onların amellerine göre hak ettiklerini vermekte)dir. [Not: Ayette geçen “A-ha-ze” (almak, tutmak, yakalamak, etkisi altına sokmak ve ayıplamak): kökünden gelen kelime, Kur’an-ı Kerim’de 273 yerde geçmekte ve 20 kadar farklı anlam içermektedir.]” (Fâtır: 45) Öyle ise kibirlenmek ve fahirlenmek boş bir gurur (aldanma)dır ve nankörlük alâmetidir. Üzerindeki nimet ve faziletleri Rabbinden değil, kendinden bilmek gafletidir.
Ancak şu var ki, şımarıklık göstermek için değil, şükretmek için… Övünmek için değil, sadece sevincini göstermek için… Böbürlenmek için değil, Rabbinin rahmetini belirtmek için… Ve kendine mâl ederek değil, Allah’tan bilerek, eriştiği bazı nimet ve faziletleri dile getirmek, halis bir niyetle caiz olabilir. “Ve (Sana lütfettiği bütün bu üstün fazilet ve meziyetlerden dolayı, övünmek ve böbürlenmek için değil, ama sevinmek ve şükretmek niyetiyle) Rabbinin nimetini (minnet ve memnuniyetle) hatırlat ve anlat (ki Makam-ı Mahmud’a ulaşasın.)” (Duhâ:11) ayeti de buna izin ve işarettir. Hz. İbrahim gibi; “Haza min fadli Rabbi – İşte bu Rabbimin fazlı keremidir.” demelidir.
Bu arada, “Herkes ve her şey ne için ve (ne maksatla) yaratılmışsa, o kendisine müyesser (ve muvaffak) kılınır.” Hadis-i Şerifinin anlattığı hikmeti kavramaya ve o şuurla düşünüp davranmaya gayret etmelidir. Bu âlemde her şeyin ve her hadisenin mutlaka bir hikmeti, bir hakikati ve bir hedefi vardır. Hiçbir şey gayesiz, kıymetsiz ve gereksiz değildir. Zahiren çirkin gibi görülen şeyler bile, güzelliklerin derecesini ölçmek ve değerini bilmek içindir. Niye bazıları zengin, bazıları fakirdir? Niçin kimileri güzel, kimileri çirkindir? Neden bazı iklim ve ülkeler çok soğuk, bazıları çok sıcak ve çöl, bazıları dört mevsimdir? gibi -hâşâ- sanki Allah adaletsizlik ediyormuş gibi düşünmek şeytani bir vesvesedir.
Kuşları havada, balıkları deryada, solucan ve böcekleri toprakta, hatta alev böceği gibi bazı canlıları ateş ortamında, bazı canlıları ise buzlarda ve kutuplarda yaşamaya müsait yaratan Hâlık-ı Zül-Celal, insanları da kendi coğrafyalarına uyum sağlayacak ve o şartlardan lezzet alacak bir fıtrat ve farklılıkta yaratmıştır. Eskimolar kutup ve kış şartlarından… Bedeviler çöl hayatından ve kavurucu sıcaklardan memnun ve mutludurlar. Velhâsıl, biz Allah’tan razı olmadıkça, Allah bizden razı olmayacaktır. Allah’tan razı olmak ise, hem takdiratına hem taksimatına hem de şeriatına razı olmak ve kalben bile asla O’na itiraz ve isyana kalkışmamaktır. Bu iman olgunluğuna ise, ciddi ve sürekli bir ruhi terbiye ve manevi tedavi ile ulaşılacaktır.
Bu konuyu bir hikâye ile bitirelim: Adamın biri; “Ya Rabbi, her yaptığın iyi, hoş da, şu Mayıs (hayvan dışkısı) böceklerini niye yarattın? Bunların ne özelliği var, ne güzelliği var, bunlar neye yarar?” diye içinden geçirmiş… Bir müddet sonra amansız bir hastalığa yakalanıvermiş… Gerek mü’min, gerek gayrimüslim olsun, gezmedik doktor bırakmamış. Ama çare bulamamış ve ıstırabı her geçen gün artmış. Sonunda gün görmüş bir kocakarı kendisine: “Eğer, Mayıs böceklerinden bir torba toplayıp kaynatarak, bunları macun yapar ve kırk gün aç karnına birer kaşık yutarsan, belki iyileşirsin.” tavsiyesinde bulunmuş… Adamcağız, çaresiz bu acı reçeteyi uygulamış ve rahatlamış… Aynı adam; bir gemi yolculuğunda, fırtınaya tutulup batma ve boğulma tehlikesiyle, herkes çırpınıp dururken, kendisinin bir kenarda oturup, bu gelişmeleri sükûnetle seyrettiğini görenlere ve bu soğukkanlılığın sebebini merak edenlere şu cevabı vermiş:
“A benim canlarım! Ben Allah’ın işine bir sefer karıştım. Tutup bana kırk gün Mayıs böceği yedirdi. Bu yüzden, ben artık sadece kendi işlerimle ve bana düşen görevlerle uğraşıp, Allah’ın işlerine karışmamaya yeminliyim… Hâşâ; O’na akıl verecek ve işini öğretecek değilim… Ne yaparsa o yerindedir, gereklidir ve güzeldir!..”
Evet; her işimizi Kur’an’ın hükmüyle düzenlemeli, ama her neticeyi takdirin hikmetiyle düşünüp değerlendirmelidir.
İhlas derman her derde..
Dünya dönerde, insan sayar yerinde
İhlas söylerde, ihtiras saklı derinde
Isyan her demde, iman hani nerede
Uyarsan hak emre, derman olur her derde…
Amin…
Hidayet bu dünyada ki en büyük nimettir.
Rabbim bütün noksanlarımızdan ve aşırılıklarımızdan sana sığınıyoruz.
Bu büyük nimetin farkında olmayı, ilmimizle amel etmeyi ve şehadet şerbeti içmeyi nasip et.
ADİL DÜZEN SİSTEMİNİN ÖNEMİ
Anlaşılan odurki insanların insanca yaşaması için Adil Düzen sisteminden başka bir çare kalmamıştır.
Bir ferdin veya toplumun huzur bulması için 4K formülüne bağlıdır.
1-KAFA
2-KALP
3-KARIN
4-KİŞİLİK
Kişi veya toplumu 4K ile doyurmak o insanların huzur bulması demektir.
Kafa;ilimle doyar,bilimle doyar hür düşünce ile doyar.
Kalb;imanla,ihlasla,vicdanla,ahlakla maneviyatla dolar doyar tatmin olur
Katın;Yerli milli sanayi kalkınması,çağdaş şartlarda yapılacak tarımla,ailesine çevresine iyilik yapacağı imkanların oluşmasıyla doyar
Kişilik;Hangi dinden dilden ırktan mezhepten olduğu ayrılmaksızın hangi kökenden olursa olsun insan olması yeterlidir.insanın insan olduğu için bir saygınlığı vardır.
Dininde ve Davasında Sadıklar Hidayete Ulaştırılır, Dininde ve Davasında Yalancı ve Sahtekârlar da Dalalette Bırakılır!
Layık olan hidayete ulaştırılmakta, müstahak olan ise dalâlete bırakılmaktadır!
“Elif, Lam, Mim.
(Yoksa) İnsanlar; sadece “iman ettik” demekle, (öyle) imtihana tâbi tutulmadan (ve sonunda yeterli ve geçerli puan almadan) bırakılacaklarını (ve kurtulacaklarını) mı (zann ve) hesap etmektedirler?
Yemin olsun (Biz) onlardan önceki (kavim)leri de (çeşitli) imtihan (kasıtlı, fitne ve belalar)dan geçirdik. (Böylece) Allah, kesinlikle (dininde ve davasında) sadıkları da bilecektir (bilmektedir) ve gerçekten yalancı sahtekârları da bilip (belirleyecektir.)
Yoksa (her türlü) kötülüğü yapıp (gizleyenler ve olduklarından başka türlü görünenler), Bizi (Allah’ı) atlatıp geçeceklerini (ve insanları sürekli aldatabileceklerini) mi sanıvermektedirler? Onlar ne kötü (ve yanlış bir) hüküm (ve kanaat) yürütmektedirler.
Her kim Allah’a kavuşmayı (O’nun va’adine ulaşmayı) umarsa, (acele etmesin) Allah’ın (tayin ve takdir ettiği) süresi gelmektedir. O (her şeyi) İşiten ve Bilendir.
(Hakk hâkim olsun, ülkemizde ve yeryüzünde Adalet Nizamı kurulsun diye) Kim cihad ederse, o ancak kendi nefsinin faydası için çaba göstermiştir. (Cihadın, adil devlet, izzet ve emniyet gibi dünyevi menfaatleri de; ebedi saadet ve cennet gibi uhrevi mükâfatları da kişinin kendi çıkarı gereğidir.) Allah âlemlerden Müstağnidir (hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir).
Andolsun ki, inanıp hayırlı amel işleyen kimselerin kötülüklerini, Biz elbette örteriz ve onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandırıp karşılığını öderiz.” (Ankebut Suresi 1-7)
Muhteşem Ötesi
[b]Elhamdülillah bu hakikatlere muhatap oluyoruz,
Elhamdülillah Ahmet Akgül Hocamız gibi bir Üstadı tanıyor, taraf ve tabi olma şerefine nail oluyoruz inşallah.
Rabbimiz son nefesimize kadar bizleri bu hikmet, hakikat ve gayret kapısından ayrımasın.[/b]
HER AN RABBİMİZİN İNAYETİNE MUHTACIZ!. YA RABBİ BİZİ DOSDOĞRU YOLUNDAN AYIRMA AYAKLARIMIZI SABİT KIL!.
1:6
(Ne olur) Bizi Sırât-ı Mustakîme (dosdoğru Din çerçevesine ve istikamet çizgisine) hidayet buyurup (Hakka ve hayra ulaştır).
1:7
(Daha önce) Kendilerine nimet verdiğin (hidayet ve hakikate erdirdiğin) kimselerin (Nebilerin, Sıddıkların, Şehitlerin ve Salihlerin) doğrultusuna (bizi yönlendirip yollandır; ama ne olur Ya Rabbi, Yahudilerin Siyonist kesimleri, işbirlikçileri, tüm şirk ve şekavet ehli olan ve Hakk dini yozlaştıran azgınlar gibi bütün) gazabına (ve kahrına) uğrayanların ve (Hristiyanların zalim emperyalist kesimleri, müşrik takipçileri ve Batı ahlâksızlığının taklitçileri gibi her türlü Hakk’tan ve hayırdan uzaklaşıp) sapıtanların yoluna (kaymamıza fırsat tanıma! Bizleri bütün bâtıl ve barbar yollardan) gayrı (ve ayrı olan İslam’da sabit kıl). Amin!
http://www.mealikerim.com
….Ey (hiç yoktan) göklerin ve yerin kusursuz yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim (tek ve gerçek) Velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat” (Yusuf Suresi 101)
BİZ HİDAYETİ HAKETMİYORUZ AMA NOLUR SEN LÛTFET YA RABBİÎ
İHLAS: İnsanlardan gelen sıkıntı ve saldırıları bile Allah’tan bilmek ve her halde kusuru kendi nefsinde aramaktır.
İHLAS: Eksiğini ve acziyetini görmek, her geçen gün olgunluğa doğru bir adım daha yaklaşmaktır.
İHLAS: Allah için konuşmak, Allah için çalışmak ve bütünüyle Allah için yaşamak ve insanlar görüp beğensin diye onları Allah’a şirk koşmamaktır.
İHLAS: “Hüküm”le amel etmeyi, ama olayları “Hikmet”le seyretmeyi bilmektir.
Hidayete tâbi olma duası ile
Selam hidayete tabi olanlara,
Allah’ın emrine gönülden uyanlara,
Canını bu yola adayanlara,
Allah’a dost olan tüm insanlara.
*
Zorluğa, zulümlere göğsünü gerenler,
Sabrı bir kalkan bilip sabreyleyenler,
Namazla gönüllerinde gül derleyenler,
Zikreder adını her zaman diller.
*
Söylediklerinde hayrı söylerler,
Birbirlerine karşı hayrı dilerler,
Resul’u önder edip elleri üst üste,
Allah için canlarından geçen erler.
*
Zorluğa, zulümlere göğsünü gerenler,
Sabrı bir kalkan bilip sabreyleyenler,
Namazla gönüllerinde gül derleyenler,
Zikreder adını her zaman diller
“Hidayet en büyük nimettir” şuuruna erenlerden ve onu layıkıyla hakedenlerden eylesin Rabbim inşallah
“Hidayet en büyük nimettir ve ona sahip olabilmek için mutlaka bedeli ödenmelidir. Firavun’un sihirbazları gibi; “ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi ve idam edilmeleri” tehdidi karşısında bile: “Biz imanımızda sebat edeceğiz, çünkü nasıl olsa mutlaka Rabbimize döneceğiz.” diyebilmelidir. Aksi halde, çeşitli baskılar ve dünyalık arzular yüzünden “Hidayeti verip dalâleti satın alanların bu ticaretleri asla kâr etmeyecektir.” (Bakara: 16)”
Allah c.c razı olsun Hocam makalelerinizle bilinçleniyoruz. Rabbim her daim hayatımıza geçirebilmeyi nasip etsin yararımıza olan bu güzel bilgileri.
Allah herkese hidayet ve hidayetli insanlar nasip eylesin.
Hocamızın gönlüne sağlık. Çok güzel bir makale olmuş. Herkesin görüp faydalanması dileğiyle.
Millî Çözümün Pencesiyle Erbakan Hocamızın Nuru ile Hayata Tutunma Böyle Olur.!
İMAN SAHİPLERİNE ÖLÜM GELİNCEYE KADAR İMANLARINI KORUMA REÇETESİ.. VE İMANDA DERİNLEŞME YÖNTEMLERİ.
Hidayet, İhlas Konuları Ancak Bu Kadar Anlaşılır Anlatılabilirdi!
İhlas; mertlik ve netliktir. Olduğundan başka türlü görünmeye ve insanların gözüne girmeye tenezzül etmemektir. İhlas; her işinde Allah’ın rızasını gözetmek ve bununla manevi huzura ve doyuma erişmektir.
Makalemizde ihlasın birçok tarifi yapılmış. Her biri birbirinden açıklayıcı, anlaşılır.
İnsan, bazı kitaplarda bu konuları okurken “uzaylılara için yazılmışta o yüzden tam manası ile anlaşılamıyor” zannediyor (belki o gün, o hakikati açıklayıcıydı o yaklaşımlar, örnekler. Fakat bugün Hakkı idrak ettirmek için “Dünle beraber gitti cancağızım; Ne kadar söz varsa düne ait, Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” Hz. Mevlana C. Rumi” hikmetiyle hareket etmek gerekiyordu. Optimum fayda için.
Makaleyi okuyunca “işte bu” demekten “günümüz insanına bu önemli hakikatler ‘ancak bu kadar açıklanır, yüreklere ancak bu kadar nakşedilir, Kur’an’a böyle tercüman olunur” demekten insan kendini alamıyor.
Elhamdülillah bu hakikatlere muhatap oluyoruz,
Elhamdülillah Ahmet Akgül Hocamız gibi bir Üstadı tanıyor, taraf ve tabi olma şerefine nail oluyoruz inşallah.
Rabbimiz son nefesimize kadar bizleri bu hikmet, hakikat ve gayret kapısından ayrımasın.
Hidayete Layık Kıl Allah’ım…
“Allah, kimi (layık görüp) hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü (gönlünü) İslam’a açar; (ibadet ve hizmet yoluna sokar). Kimi de (müstahak olduğundan) saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar (Kur’an’a karşı ilgisiz ve sevgisiz kalır)…” (En’am: 125)