15 TEMMUZ KALKIŞMASI
VE
HÂLÂ YANITLANMAYAN KUŞKULAR
Açıkça FETÖ’ye ve PKK’ya destek veren ve böylece resmen ve alenen Türkiye’ye düşmanlık eden ABD ve AB’yi hâlâ dost ve müttefik sayanlar, hem hükümet hem muhalefet kanadı, gerçekten akıllarından zorları mı vardı, yoksa Stockholm Sendromuna mı tutulmuşlardı? Bu konuda, FETÖ’yle hiçbir ilginiz, ilişkiniz, iş birliğiniz olmasa bile, ABD ve AB’yi dost ve müttefik saymakla, zaten dolaylı biçimde FETÖ ve PKK ile de dost olmuyor muydunuz?
Ahir zaman fitne başlarından Deccal’in hizmetçileri ve Siyonizm’in işbirlikçileri olan bazı Dini ve Siyasi liderlerin gerçek niyetini ve mahiyetini öğrenmek için şu ayet-i kerimeleri dikkatle okuyup anlamak lazımdır:
“Onlar ki, Benim (tabiattaki ve Kur’an’daki ayetlerimi) zikrimi ve öğütlerimi görme (ve yaratılış gayelerini yerine getirme) hususunda (sanki) gözleri perdelenmişti. Ve (Kur’ani gerçekleri) dinlemeye asla tahammül edemezlerdi.
O (gafiller ve) kâfirler, Beni bırakıp (dinimi dejenere eden ve çevresinde kurtarıcı geçinen bazı) kullarımı veliler (mürşitler ve mehdiler) edindiklerini mi zannetmişlerdi? Gerçekten Biz cehennemi (böylesi) kâfirler için bir (azap) durağı olarak hazır etmişizdir.
(Ey Resulüm!) De ki: ‘(Görünüşte çok hayırlı ve yararlı sanılan ama pek çok) Amelleri bakımından (ahirette) en fazla hüsrana (zarar ve ziyana) uğrayacak olan kimseleri, size haber vereyim mi?’
‘Ki onların, dünya hayatındaki bütün amelleri (hem dünyaya yönelik çalışmaları hem de ahiretle ilgili riyakâr ve istismar hazırlıkları) boşa gitmiştir. Halbuki, kendileri güzel (ve gerekli) şeyler yaptıklarını sanıvermektelerdi.’
İşte bunlar (inanmış görünmelerine rağmen gerçekte) Rablerinin ayetlerini (ve Kur’ani hükümlerden işlerine gelmeyenleri) ve Allah’a kavuşup (hesap vereceklerini kalben) inkâr edenlerdi. Bu yüzden onların bütün amelleri boşa gitmiştir (ve heder edilmiştir). Artık bunlar için, kıyamet günü terazi-mizan da kurmayacağız. (Çünkü gerçekten ve gönülden iman ederek, Kur’ani prensipleri izleyerek ve Allah’ın rızasını gözeterek, hayatlarına yön vermemişlerdir. İman değil, ihtimal üzerine işlenen hayırları da fayda etmeyecek ve tartılmaya layık görülmeyecektir.)” (Kehf: 101-105)
15 Temmuz Darbe Girişimi hakkında cevapsız kalan sorulardan bazıları:
Cumhurbaşkanı Erdoğan darbeyi aslında ne zaman öğrenmişti?
Erdoğan’ın medyada en çok ilgi çeken açıklaması “Darbeyi eniştemden (Ziya İlgen’den) öğrendim” açıklamasıydı. 20 Temmuz 2016’da El Cezire televizyonunda haberi böyle aldığını vurgulamıştı. 21 Temmuz’da ise Reuters’a yine “eniştesinin kendisini 16.00-16.30 civarında aradığını” tekrarlamıştı. 30 Temmuz’da ATV – A Haber ortak yayınına katılan Erdoğan yine “eniştesinin kendisini 21.30 civarında aradığını” açıklamıştı. Ancak bu enişte teorisi darbenin ne zaman öğrenildiğini tam açıklamıyordu. Çünkü Erdoğan darbe gecesi 16 Temmuz 04.20 gibi Atatürk Havalimanı’nda sıcağı sıcağına yaptığı açıklamada “Öğleden sonra bir hareketlilik ne yazık ki Silahlı Kuvvetlerimizin içinde mevcuttu” buyurmuştu. Yani bu sözleriyle darbe faaliyetlerinden haberi var gibi görünüyordu!
MİT Müsteşarı Fidan ve bazı komutanların darbeden haberi var mıydı; darbe akşamı baş başa ne görüşmüşlerdi?
İlk olarak 14 Temmuz’da Özel Kuvvetler Komutanı devir teslim töreninde, 18.00’de biten törenden sonra Hulusi Akar ve Hakan Fidan’ın bahçeye geçerek 00.30’a kadar süren bir toplantı yaptıkları; sonra da darbe günü Hakan Fidan’ın saat 18.00’da Genelkurmay Başkanlığı’na vardıkları ve daha önce darbecilerin faaliyeti hakkında daha saat 14.30’da MİT’e ihbarda bulunan Binbaşı O.K.’nın verdiği bilgileri konuştukları neredeyse kesinlik kazanmıştı. Bu durumda böyle önemli bilgiler ışığında ne gibi tedbirler alınmıştı? Darbeyi önleyeceği iddia edilen bazı tedbirler ise neden alınmamıştı?
Dünyanın hangi ülkesinde İstihbarat ve Silahlı Kuvvetler Başkanları Meclis’e hesap vermekten kaçınabilirdi?
TBMM Darbe Komisyonu çağırmasına rağmen ne MİT Başkanı ve ne de Genelkurmay Başkanı Komisyon’a ifade vermeye yanaşmamıştı. Aradan uzun zaman geçtikten sonra ancak yazılı ifadeleri yollanmıştı. Bu kadar önemli bir konu hakkında TBMM Darbe Komisyonu, bazı yetkililerin Komisyon’a yüz yüze ifade vermesinde ısrar etmekten niçin kaçınmışlardı?
Bir türlü bulunamayan siyasi ayaklar neredeydi?
Komisyon’un “Darbenin siyasi ayağını bulamadık” açıklaması ne anlama geliyordu? Tarihte siyasi ayağı olmayan bir darbe mevcut mudur? En ufak memura kadar darbeyle ilişkisi olan herkes bulunuyor da şu meşhur “siyasi ayak”tan niçin tek bir kişi bulunamıyordu?
Adil Öksüz kimin eseri ve kimlerin esiriydi?
Bir de şu meşhur Adil Öksüz olayı vardı ve hâlâ çözülmeyi bekliyordu. Adil Öksüz’ün FETÖ’nün “asker imamı” olarak isminin eski FETÖ’cü Kemalettin Özdemir tarafından daha 2012’de devlete verildiği biliniyordu. Adil Öksüz 27 Aralık 2015’te Ankara’ya geliyor ve darbeci askerlerle tam 12 toplantı yapıyordu. MİT veya Emniyet’in bunların hiçbirini izlememiş olması mümkün müydü? Hele darbe gecesi Abdülkadir Selvi’nin de yazdığı gibi, Akıncı Üssü civarında yakalanıp getirildiği karakolda hem bir polis memuru, hem de bir istihbarat görevlisi tarafından açık biçimde teşhis edildiği, bu bilginin orada kalmayıp en üst düzey güvenlik yetkililerine kadar ulaştırıldığı düşünülürse… Özetle, kilit adam Adil Öksüz adeta serbest bırakılmasaydı ve her ne hikmetse bir türlü bulunamayıp kaybolmasaydı, belki de darbe hakkındaki bütün bu soruların cevaplarını bugün zaten biliyor olacaktık.
Geliyorum diye diye girişilen darbeye karşı, TSK nasıl bu denli tedbirsiz ve tepkisizdi!?
Sonuç olarak zaten aylardır Ankara kulislerinde darbe dedikoduları dolaşıyorken, üstelik böyle bir girişim yapılacaksa bunun bir ay sonraki YAŞ toplantısı sırasında FETÖ’cü subayların tasfiyesi öncesi gerçekleşebileceği elbette biliniyorken niçin hiçbir tedbire gerek görülmemişti? Mesela Binbaşı O.K. saat 14.30’daki darbe hareketliliği olabilecek olayları MİT’e ihbar ettiğinde Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’ya göre “Uygulansa darbe açığa çıkardı” dediği, böyle durumlarda hep uygulanageldiği söylenen “Kışladan dışarı çıkma yasağı” niçin bu kez getirilmemişti? Böyle bir darbe gecesi beklentisi saatler önce belliyken (14.30 ihbarı – 18.00 Akar – Fidan Genelkurmaydaki buluşma) bütün Kuvvet Komutanlarının başta Hava Kuvvetleri Komutanı olmak üzere pek çok üst düzey asker nasıl bir düğüne gitti ve orada göz göre göre bir avuç darbeci tarafından derdest edilebilmişti?
İstihbarat ve Ordu hazır değildi ama camiler ve belediyeler nasıl hazır haldeydi?
İstihbarat ve askeri alanda bu kadar açık “tedbirsizlik” yaşanırken, sivil alanda camilerde sela okunmasından tutun, belediyelerde iş makinelerinin yüklü olarak hazır olup kışlalara yollanması; daha önceden böyle bir durumun eylem planının hazır edildiğine işaret olabilir miydi? Eğer öyleyse neden darbe başlamadan önlenememişti?
Erdoğan’a Marmaris Operasyonu’ndaki tuhaflıklar hâlâ giderilememişti!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı yeri ifşa ithamıyla bazı gazeteciler tutuklanıvermişti. Öte yandan Marmaris’te Erdoğan’a yönelik darbecilerin operasyonu ve sonrası hakkında da soru işaretleri çözülmemişti. Örneğin şimdi, artık bu darbeci askerler yargılandığında; ifadelerinde ve iddianamede o askerlerin oraya gece 03.00 sularında vardığı kesinleşmişti. Birtakım aksilikler nedeniyle bir süre gecikseler bile, Cumhurbaşkanı orayı terk ettikten çok sonra harekete geçirildikleri belirginleşmişti.
Yoksa aslında bunların “başarı”ya ulaşması hiç mi istenmemişti? Yine Cumhurbaşkanı’nın beyanatlarında İstanbul’a uçakla ve korunmasız geldiği belirtilmişti. Halbuki o saatlerde İstanbul semalarında darbecilerin hava araçları, jetler, helikopterler uçuş halindeydi. Meclis’i bombalayan F-16’ların bir yolcu uçağını düşürmesi ya da uçakların tamamının havaalanına inmesini engellemesi gayet kolay değil miydi? Eğer Erdoğan havaalanına inip o açıklamayı yapmasa belki de darbeciler olanca yanlışlarına rağmen hain emellerine erişeceklerdi. Öyle ise uçağı niye engellenememişti?
Balistik raporları niye hâlâ gizlenmekteydi?
Hain darbe girişiminde asker, polis ve sivil 248 vatan evladı darbeciler tarafından şehit edilmişti. Ayrıca silahlı kimi siviller tarafından darbeci diye hiçbir şeyden habersiz terör operasyonuna gittiğini sanan, olayın darbe girişimi olduğunu anlayınca da teslim olan bazı erler hunharca öldürülmüşlerdi. Meclis binası ve Cumhurbaşkanlığı bahçesi F-16 ve helikopterlerin ateşine maruz kalıvermişti. Son zamanlarda darbe suçundan yargılanan kimi sanıklar ısrarla balistik raporlarını talep etmişlerdi. Bunların güvendikleri bir şeyler mi gizlenmekteydi? Gerçekte şehitleri vuranlar tek tek kimdi? Bunun bir an evvel açığa kavuşması için kurşun ve silahlarla ilgili balistik raporların oluşturulması için neden harekete geçilmemişti? Hele de o gece halka, polisin MP-5 silahının dağıtıldığı iddiaları göz önüne alındığında bu ayrı bir öneme sahip değil miydi?
Erdoğan, bunu bilmeyecek ve görmeyecek kadar saf birisi değildir. O halde bunlar, bilerek ve isteyerek CIA ile birlikte iş tutan hainlere fırsat vermişlerdir. Aslında bu ihanete izin veren, bunu Türk Milletinden gizleyen; Dönemin Cumhurbaşkanı – Başbakanı – Genelkurmay Başkanı – Bakanları – Kuvvet Komutanları – MİT Başkanı ve üst düzey Emniyet bürokratları yargılanıp hesaba çekilmelidir.
Bu olayda, başlıca şu sorular mutlaka yanıtlanmalıdır;
– 15 Temmuz’da; 249 vatandaşımız öldürülmüş, 2195 vatandaşımız yaralanmıştır. Aynı gece 36 darbeci öldürülmüş, 49 darbeci de yaralanmıştır. Bu insanları kimler, hangi silahlarla öldürüp hayattan koparmışlardır?
– Erol Olçok ve oğlunu öldüren kurşunlar kimin silahından çıkmıştır?
– Boğaz Köprüsü’ndeki, boş kovanların balistik muayeneleri niçin yapılmamıştır? Ölenlerin hangi silahlardan çıkan mermilerle öldürüldüğü, silahların hangi devlet kurumunun envanterinde olduğu, neden belirlenip açıklanmamıştır?
– 15 Temmuz’da havalanan ve halkın üzerine bomba ve mermi yağdırdığı iddia edilen ve TÜRK MİLLETİNİN malı olan uçaklar ve helikopterlerin uçuş emirlerini, kara kutularını, taşıdıkları bomba ve mühimmatın cinslerini, mühimmatın nerelerde kullanıldığını ve birliğe iade edilenlerin dökümleri niçin Türk Milletinden saklanmıştır?
– FETÖ’cülerin el konulan malları ve paraları ne kadardır, nerelere ve kimlere aktarılmıştır?
Evet, 15 Temmuz Darbe Girişimi: Yabancı bir devletin istihbarat kuruluşu tarafından, onun emrine girmiş satılmış bir silahlı terör örgütü (FETÖ) aracılığıyla ve maalesef iktidarın bir bölümünün bunlarla iş birliği yapmasıyla; ülkemize, devletimize, Cumhuriyete, onun değerlerine ve demokratik rejime karşı yapılmış bir saldırıdır.
Aziz Atatürk’ün çok anlamlı bir sözü ile bağlayalım: “İhanetin nedeni olmaz, bedeli olur. O bedel bir gün mutlaka ödetilir!”
Şimdi, bu soruları soranlar haksız mıydı ve niye bunlar hâlâ yanıtsızdı?
15 Temmuz Darbe Kalkışmasıyla ilgili sorular ve sorumlular!
Henüz Milletvekili bile olmadan, Başbakan olma pazarlığını Başkan Bush ile konuşurken Sn. Erdoğan’a o toplantıda FETÖ ile iş birliği yapması tavsiyesi yapılmış mıydı? Sn. Erdoğan’ın, ailesinin, yakınlarının ve bazı Bakanlarının TÜRKİYE DIŞINDAKİ mal-para-ortaklık belgelerinin açıklanması için, ABD Temsilciler Meclisinde komisyon kurulması kararının alınması üzerinde niye hiç durulmamıştı?
Gelelim 15 Temmuz’a;
FETÖ’yü ABD’nin emriyle kim hükümete ortak etmişti? Erdoğan!
FETÖ ile 11 yıl, aynı yönetimi kim devam ettirmişti? Erdoğan!
FETÖ’nün, darbe yapabilecek güce erişmesine kim izin vermişti? Erdoğan!
Kozmik Oda’ya, FETÖ’cü Yargıcın girmesine kim izin vermişti? Erdoğan!
Yüksek Yargıyı FETÖ’ye tamamen teslim eden kimdi? Erdoğan!
TSK yönetimine ve terfilerine, FETÖ’nün erişmesine kim izin vermişti? Erdoğan!
FETÖ ile, AYNI MENZİLE sahip olduklarını söyleyen kimdi? Erdoğan!
Peki, sonunda kalkıp: “Kandırıldık, Türk Milleti ve Rabbim bizi affetsin” diyen kimdi? Erdoğan!
Başka bir deyişle, 15 Temmuz’un yaşanmasının şartlarını oluşturan ve altyapısını hazırlayan AKP iktidarının başı kimdi? Erdoğan!
Biraz kafası çalışan herkes biliyor ki, eski AKP Ortağı şimdi ABD uşağı FETÖ, Uluslararası ligde iş tutacak bir oyun kurucu değildir. Çünkü o basit ve fasit bir piyon yerindedir. Onun iplerini tutan kuklacı ise ABD-CIA ve asıl Yahudi Lobileridir.
15 Temmuz Kalkışması’nın karanlık noktaları
15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan darbe girişimi gecesi Hürriyet gazetesini basan timin komutanını, gazeteci arkadaşlarıyla vazgeçirmeye uğraşan… O akşam güvenli evinde oturup kimin kazanacağını beklemek yerine yönettiği gazetenin başına koşan, gazete basıldığında yüzüne silah doğrultulmuş halde darbeci askerleri vazgeçirmeye çalışan… Sonunda onlarla mahkemede hesaplaşan, gayriresmi Türkiye Demokrasi Platformundan gelen teklifle Avrupa ülkelerine darbenin iç yüzünü anlatan heyetlerde yer alan bir gazeteci olan Murat Yetkin’in şu soruları hâlâ yanıtsızdı:
1- MİT; FETÖ kalkışmasından aylar önce, daha 2015 sonbaharında devlet içindeki yasadışı Fetullah Gülen örgütü üyelerinin kullandığı gizli Bylock programını kırmaya ve haberleşmeleri ortaya çıkarmaya başlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetlerindeki yapıya dair ilk listeler, Yüksek Askeri Şûra öncesi önlem alınabilsin diye Genelkurmay’a ulaştırılmıştı. Fetullahçılar bunu öğrenince o Bylock’u kapatıp başka program hazırlamışlardı. Bir Binbaşı 15 Temmuz öğleden sonra gelip MİT’in kapısını çalana dek MİT ya da Genelkurmay hiçbir şeyden kuşkulanmayacak ve gerekli tedbirler almayacak kadar ilgisiz ve dikkatsiz yapılar mıydı?
2- MİT Müsteşarı Hakan Fidan; daha 2012 Şubat ayında, yani kalkışmadan 3 yıl önce Fetullahçı örgütlenmenin polis ve yargı kanatları tarafından, üstelik PKK bağlantısı iddiasıyla hedef alınmıştı. Fetullahçıların hedefinin MİT üzerinden Erdoğan olduğu açığa çıkmıştı. Buna rağmen Erdoğan neden Haziran 2012’deki “Türkçe Olimpiyatında” Gülen’e övgüler düzerek davet çıkarmış, “Bu hasret bitsin!” diye adeta çağrıda bulunmuşlardı!
Kapıları Fetullahçılara kim açmıştı?
3- Genelkurmay 2004’te devlet içindeki Fetullahçı örgütlenme konusunda MGK’yı uyarmış, CHP’nin önceki lideri (Deniz Baykal) 2005’ten itibaren “F-Tipi” yapının derin devleti “devralmaya” başladığını hatırlatmıştı. Buna rağmen, daha sonra bütün haberleşmeyi dinlerken devlet sırlarını “ABD’deki bir adrese” aynen aktardığı ortaya çıkan ve tamamen Fetullahçıların eline geçtiği anlaşılınca kapatılan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) 2005’te neden MİT, ya da İçişleri’ne değil de Binali Yıldırım yönetimindeki Ulaştırma Bakanlığına bağlanmıştı? Genelkurmay ve MİT’in elektronik izleme yetkileri kısıtlanıp, TİB’in görev alanı artırılırken, bu işin sonunun nereye varacağı hiç mi hesaba katılmamıştı?
4- Erdoğan, 2007’de Cumhurbaşkanlığı/e-muhtıra sonrası başlatılan Ergenekon vb. soruşturmalar kendisine; “Laikçileri devletten temizliyoruz”, “Size, suikast girişimini ortaya çıkardık” diye sunulurken, Fetullahçıların asıl olarak orduda, yargıda, üniversite ve sivil toplumda kendilerine ayak bağı olabilecek isimleri yoldan temizlediğinin nasıl farkına varmamıştı? Gerçekten bunları göremeyecek kadar saf ve naif (toy ve acemi) Anadolu çocukları olduklarına inanmamızı mı bekliyorlardı?
5- Fetullahçı Emniyet ve Yargı mensupları 2009’da Bülent Arınç’a suikast düzenleneceği iddiasıyla Özel Kuvvetler Komutanlığında, devletin en gizli bilgilerinin saklandığı “Kozmik Oda”ya dalmışlardı. O bilgilerin de “ABD’de bir adrese” (Örneğin Fetullah Gülen’e ulaştırılmak üzere CIA yetkililerine) gönderilip gönderilmediği halen muammaydı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan T. Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu idi. Sivilleşme görüntüsü altında kendi yönetimlerindeki devlet sırlarının bu şekilde sıfırlanmasının sonuçlarını nasıl sezip anlayamamışlardı?
6- Bütün bu süreçte AKP Meclis ve hükümet safları giderek daha çok Fetullahçıyla doldurulmuş durumdaydı. Şimdi isim sayıp davaya muhatap olmak istemiyorum. Ama 15 Temmuz sonrasında görevde olan hükümette dahi hangi Bakanların Fetullahçı, Meclis ve Partide kimlerin Fetullahçı olduğu açıkça konuşulmaktaydı? Örgütün AKP içindeki siyasi bağlantıları, üyeleri neden korunmuşlardı?
Soruşturmayı kim engelleyip saptırmıştı?
7- Meclis, 15 Temmuz’u Araştırma Komisyonunun Fetullahçıların siyasi bağlantılarını ortaya çıkarmasına neden engel olmuşlardı? Kalkışma gecesi en kritik iki mevkide bulunan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Fidan’ın ifade vermesinden neden kuşkulanmışlardı? Bank Asya’ya fatura yatıran vatandaş FETÖ’cü diye işinden, belki özgürlüğünden olurken, neden bir dönem Fetullahçıların gayriresmi sözcüsü gibi davranan AKP’liler hâlâ ortalardaydı?
8- Bank Asya’nın kuruluşunda bütün sağ siyasetçiler vardı ama Bank Asya’ya neredeyse kamu bankası statüsü veren Erdoğan’ın AKP iktidarıydı. Yetmedi, resmi gezilerin iş ayağını örgütleme yetkisi, o zamana dek TOBB’un çatısı altında çalışan Dış Ekonomik İlişkiler Konseyinden (DEİK) alınarak Fetullahçı örgütlenmenin yüz küsur ülkede mali ve idari yapısını oluşturan TUSKON’a aktarılmıştı. Fetullahçıların bu yolla Türkiye Cumhuriyeti’nin dış ticaret ağını da ele geçirmeye çalıştığını sıradan ekonomi yazarları görürken, Erdoğan ve hükümeti nasıl bu denli gafil ve cahil yakalanmışlardı?
9- Hükümetin o dönem “Türk Okulları” diye propaganda yaptığı ve aslında Amerikan müfredatını esas alan Gülen okullarını ayakta tutan TUSKON idi. Dışişleri Bakanlığı da alet edilerek, Hükümet; bütün ülkeler nezdinde bu okulları teşvik etmişti. İlk karşı çıkıp kapatan, 2008’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin olmuştu; gerekçesi ABD yanlısı faaliyette bulunmaktı. Erdoğan’ın, bu okulların yurtdışında Türk Dışişlerine alternatif, paralel bir diplomasi odağına dönüştüğünü görüp hiç uyanmaması ne ile açıklanırdı?
10- Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve üç kuvvet komutanının 2011 Temmuz sonunda istifasının gerekçesi aslında “Artık Fetullahçıları durduramıyoruz, durdurmamızı engelliyorsunuz, ortak olmak istemiyoruz” idi. Havlu atma şeklinde yorumlanan bu çıkışta komutanlar istifalarını bayrak gibi açarak gelen tehlikeye karşı uyarıyorlardı. Nitekim altı-yedi ay sonra Fidan’ın tutuklanma girişimi patladı. Hükümetin bu işareti okumasına engel olan ordudaki Kemalistlerin nihayet temizlendiğine inanıp rahatlaması mıydı, yoksa önlerinin açılıp erken rütbe ve makam alan komutanların, hükümeti “Sorun yok, her şey kontrol altında” diye avutması mı? Her iki durumda da Hükümetin ağır kusuru yok mu sayılacaktı?
FETÖ’cülerin dış bağlantılarını görmek için teleskopa ihtiyaç var mıydı?
11- İlker Başbuğ’un 2012’de tutuklanması, ardından Fidan’ın tutuklanma çabaları, bunun PKK ile diyalog sürecine rastlaması, 17-25 Aralık yolsuzluk iddiaları, MİT Tırları olayı ve nihayet 2014’te Türkiye’nin şimdiye kadarki en büyük casusluk olayı sayılan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun odasının gizli Suriye toplantısı sırasında gizlice kayda alınması, Musul Başkonsolosluğunun IŞİD tarafından basılması hep bir yönüyle Suriye iç savaşı, evet hepsi PKK ve ABD ile bağlantılıydı. Nitekim ABD ile bağlar da diyalog süreci de Barack Obama’nın 2014 güzünde Kobani’de ortak olarak PKK’yı seçmesiyle kopacaktı. Yirmi birinci yüzyılı tasarlamak iddiasındaki stratejik dehaların! hiçbiri ikiyle ikiyi toplayıp ABD’nin Türk Hükümetini hizasına sokabilmek amacıyla elindeki bütün imkânları kullanabileceği değerlendirmesinde bulunamadı mı?
12- Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümeti, Fetullahçı darbe girişiminin ardında ABD’nin bulunduğuna inanıyorlardı. Hatta Rusya’dan S-400 alımını da bir yönüyle yeniden bir kalkışma olması ihtimaline karşı önlem olarak değerlendirenler vardı. Erdoğan, bu inancı, ya da kuşkusunu aralarında özel bir yakınlık olduğunu vurguladığı (ve apaçık görülen) (o süreçte) ABD Başkanı olan Donald Trump ile paylaşmış mıydı?
13- Erdoğan, Fetullah Gülen’in Türkiye’ye iadesini gerçekten istiyorlar mıydı? Yoksa Gülen’in ABD’de kalıp, ABD ile ilişkilerde hep bir koz olarak elde kalmasından yana mıydı? Bu soruları, Amerikalıların sürekli olarak Türkiye’den aldıkları belgelerin çoğunun basın alıntılarından oluştuğu iddiası üzerine soruyorum. Yoksa ABD makamlarının Gülen’i özel olarak koruduğuna dair kişisel bir kuşkum bulunmamaktaydı; özel olarak korudukları açıktı.
Böyle bir darbe daha olmaması için hukuk devleti tam çalışmalıydı!..
14- Darbe girişimi ardından Erdoğan önce Meclis faaliyetini ikinci plana iterek KHK’lar yoluyla devleti denetimsiz idare etmeye başladı, sonra MHP’nin desteğiyle Cumhurbaşkanlığı rejimine geçerek Meclis’i işlevsiz, yargıyı da yürütmeye yarı-bağımlı kıldı. Bu süreçte hak ve özgürlüklerde ciddi gerilemeler görüldü. Erdoğan, KHK rejiminin devamı olan Cumhurbaşkanlığı sistemini mevcut haliyle sürdürülebilir görüyorlar mıydı? Ortağı MHP lideri Bahçeli’nin zorlamasıyla sürdürülen rejimin, Türkiye’yi ve kendi iktidarını giderek kırılgan hale getirdiğini hâlâ anlamıyorlar mıydı?
15- 15 Temmuz’un en önemli yan etkisi, Türkiye’nin ABD ve diğer Batılı müttefiklerinden çok Rusya’ya güvenmeye başlamasıydı. Zaten enerji, turizm, tarım ihracatında bağımlılığımızın olduğu Rusya ile şimdi egemenlik haklarımızı kullanarak askeri iş birliğine de yanaşılmaktaydı. Yani dolaylı olarak 15 Temmuz’un ve neyse ki bastırılmış olmasından en çok yararlananlar arasında Rusya ve Putin de bulunmaktaydı. Şimdilik son sorum şu: Erdoğan müttefik olarak Putin’e ve Rusya’ya ne kadar, nereye kadar güveniyorlardı?
Bir daha hiç darbe girişimiyle karşılaşmamak, bir daha hiç böyle sorular sormak zorunda kalmamak için bunları sıraladım. (Not: Bu yazı 15 Temmuz 2019’da yayımlandı. Sorulara hâlâ yanıt çıkmadı. Verilene kadar da yayımlanmaya devam etmesi doğaldı.)
15 Temmuz’da Erdoğan Muamması
Malum ve Mel’un darbe girişiminin ardından, istihbarat zafiyeti de yeniden sorgulanmaya başlanmıştı. MİT’in darbe istihbaratını öğleden sonra aldığı, bunu Genelkurmay ile paylaştığı, ancak ne Genelkurmay’ın ne de MİT’in Marmaris’te tatilde olan Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’a bilgi ulaştıramadığı ortaya çıkmıştı.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşananlara ilişkin soru işaretleri yoğunlaşmıştı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın darbe hareketlenmesine ilişkin ilk istihbaratı Genelkurmay’a saat 16.30 civarında ilettiği, ardından da başarısız darbenin olduğu cuma günü saat 18.00’de bizzat Genelkurmay Karargâhına gidip, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’a darbe istihbaratını ilettiği bilgileri sızdırılmıştı. Hatta söz konusu bilgiler devletin resmi kurumu olan Anadolu Ajansı tarafından da haber yapılmıştı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan o sırada yaptığı açıklamada, “Benim gece 8 civarında haberim oldu” demesi kafaları karıştırmıştı. Erdoğan’ın bu açıklaması, kamuoyunda “Cumhurbaşkanı ve Başkomutana 5 saat boyunca darbe hareketliliği konusunda neden hiç bilgi aktarılmadı?” sorusuna yol açmıştı.
Neden Başkomutan’a haber ulaştırılmamıştı?
Ankara kulislerine sızdırılan istihbarat bilgilerine göre, o gün şunlar yaşanmıştı:
-16.30’da MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’e TSK’daki hareketlenmeye ilişkin ilk istihbaratı iletiyordu.
-17.00’de Fidan, istihbaratın ayrıntılarını iletmek için Müsteşar Yardımcısı’nı Genelkurmay Karargâhına gönderiyordu. Müsteşar Yardımcısı, Genelkurmay İkinci Başkanı ile yüz yüze görüşüyordu.
-18.00’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan bizzat Genelkurmay Karargâhı’na gidip, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’a yüz yüze bilgi veriyordu.
Neden kimse Erdoğan’a olup biteni aktarmamıştı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 18 Temmuz 2016’da katıldığı CNN International yayınında, darbe girişiminden cuma akşamı ancak saat 20.00’da haberi olduğunu şu sözlerle açıklamıştı:
“Ailemle birlikte tatildeydik ve Marmaris’teydik. O gece saat 8 civarında bir haber aldım, bazı bölgelerde gelişmeler olduğunu öğrendim. Biz de harekete geçmeye karar verdik!”
Darbe istihbaratı alındığı halde; Kuvvet Komutanları düğünde ne arıyorlardı?
O güne ilişkin bir başka dikkat çekici unsur ise, öğleden sonra alınan TSK içindeki hareketlilik istihbaratına rağmen, bundan Kuvvet Komutanlarının dahi haberdar olmamasıydı. O kadar ki, Genelkurmay’a öğleden sonra giden istihbarata rağmen, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, akşam saatlerinde bir düğüne katılmıştı. Nitekim, darbeciler Orgeneral Ünal’ı da katıldığı düğün davetinde ele geçirmeyi başarmıştı.
15 Temmuz darbe girişiminde Hakan Fidan muamması!?
Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi Başbakan Binali Yıldırım’ın da darbe girişimi gecesi MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a ulaşamadığı ortaya çıkmıştı. Yıldırım’ın askeri hareketliliği Boğaziçi Köprüsü’nden geçerken kendi gözleriyle görüp ‘hissettiği’ni söylediği konuşulmaktaydı.
15 Temmuz darbe girişimine ilişkin yeni detaylar ortaya çıkmaya devam etmesine rağmen hâlâ karanlık noktalar açıklığa kavuşmamıştı. O süreçte El Cezire’ye verdiği röportajda hain kalkışmayı eniştesinden haber aldığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, ardından Reuters’a çarpıcı açıklamalarda bulunması da enteresandı.
“Aradım ama ulaşamadım” itirafı!
Sn. Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin yaşandığı gün Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan’ı aradığını ancak ulaşamadığını vurgulamıştı. “İstihbarat servisleri her şeye dört dörtlük hâkim değildir.” diyen Cumhurbaşkanının: “Burada ciddi bir istihbarat zaafı var. Bunu Müsteşara da söyledim. Ben eniştemden duyana kadar haberim olmadı. Haberi aldığımda MİT Müsteşarı’nı aradım ama ulaşamadım. Bu bir sıkıntıdır. Bu bir darbe girişimidir. Bunun muhakkak öncesi vardır. 24 saatte olmuş bir şey değildir. Bütün bunlardan ders alarak atılacak adımların şu anda planlamasını, hesaplamalarını çok daha farklı bir şekilde yaptık. Değerlendirmesini de tabi ki yapacağız” sözleri üzerinde durmak lazımdı.
Fidan’a Başbakan da ulaşamamıştı!?
Erdoğan gibi Başbakan Binali Yıldırım’ın da darbe girişiminin olduğu gece Hakan Fidan’a ulaşamadığı ortaya çıkmıştı. Başbakan Binali Yıldırım darbe girişimini saat 21.00’den önce Boğaziçi Köprüsü’nden geçerken ‘hissetmiş’, hemen MİT Müsteşarını aramış ancak ulaşamamıştı. Bu gelişme üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aradığını belirten Yıldırım “Kendisine ulaşan bazı bilgiler olduğunu söylediğini” aktarmıştı.
Oysa, Türk Silahlı Kuvvetleri ise darbe girişimi gecesine ilişkin yaptığı açıklamada, MİT’in kendilerini saat 16.00 sıralarında ‘uyardığını’, Hakan Fidan’ın da 16.30 sıralarında bizzat Genelkurmay’a gelerek ‘durum değerlendirmesi yaptığını’ açıklamıştı.
Burada asıl yanıtlanması gereken soru şu olmaktaydı: Bizzat Sn. Cumhurbaşkanının itirafıyla “İstihbarat görevinde zaafiyeti saptanan ve Başkanın ve Başbakanın telefonlarına bile çıkmayan Hakan Fidan’ı,” daha sonra Dışişleri Bakanı yapan=yaptıran hangi odaklardı? Ve Türkiye’yi kimler yönetiyordu?
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Olaylara hidayet penceresinden feraset ile bakmak ve basiretle bunları sorgulamak…
Açıkça FETÖ’ye ve PKK’ya destek veren ve böylece resmen ve alenen Türkiye’ye düşmanlık eden ABD ve AB’yi hâlâ dost ve müttefik sayanlar, hem hükümet hem muhalefet kanadı, gerçekten akıllarından zorları mı vardı, yoksa Stockholm Sendromuna mı tutulmuşlardı? Bu konuda, FETÖ’yle hiçbir ilginiz, ilişkiniz, iş birliğiniz olmasa bile, ABD ve AB’yi dost ve müttefik saymakla, zaten dolaylı biçimde FETÖ ve PKK ile de dost olmuyor muydunuz?
15 Temmuz Darbe Girişimi: Yabancı bir devletin istihbarat kuruluşu tarafından, onun emrine girmiş satılmış bir silahlı terör örgütü (FETÖ) aracılığıyla ve maalesef iktidarın bir bölümünün bunlarla iş birliği yapmasıyla; ülkemize, devletimize, Cumhuriyete, onun değerlerine ve demokratik rejime karşı yapılmış bir saldırıdır.
Gerçeklerin Ortaya Çıkmak Gibi Bir Huyu Vardır
Âl-i İmran 11
Tıpkı Firavun ailesinin (zulüm ve küfür yönetiminin) ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi (olanların akıbeti de aynıdır). Onlar da ayetlerimizi yalanlamışlardı, böylece Allah, günahları nedeniyle onları (kahrıyla) yakalamıştı. Allah, (cezayla) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.
https://www.mealikerim.com/3/ali-imran/11
Âl-i İmran 12
(Ey Elçim!) İnkâr ve nankörlük edenlere de ki: “Yakında (sisteminiz ve tüm tedbirleriniz çöküp yıkılacak ve) yenilgiye uğratılacaksınız ve (dünyada rezil olduğunuz gibi ahirette de) toplanıp cehenneme atılacaksınız!” O ne kötü bir yataktır. (Ne kahredici bir zindandır.)
https://www.mealikerim.com/3/ali-imran/12
Evet, gerçekten asıl soru, son paragrafta sorulandır; “Türkiye’yi kimler yönetiyor”. Bu kadar zaafiyet nasıl olabilir? Ayrıca, hain darbe girişimi başta olmak üzere ülkemizin ve vatanımızın aleyhine olan birçok girişimin baş aktörü olan AB ve ABD nin hala stratejik hedef, stratejik dost olarak nitelendirilmesi ne kadar acı…. ABD nin eğitimimizdeki İncirlik üssü olan Fullbrigh Komisyonu için 15 Temmuz hain darbe girişiminden hemen sonra Cumhurbaşkanımız “bu komisyonu kaldıracağız” demişti. Bu komisyon hala işlevini sürdürüyor. Feto cuları bile yetiştirme marifeti bu komisyonun değil mi???
“Açıkça FETÖ’ye ve PKK’ya destek veren ve böylece resmen ve alenen Türkiye’ye düşmanlık eden ABD ve AB’yi hâlâ dost ve müttefik sayanlar, hem hükümet hem muhalefet kanadı, gerçekten akıllarından zorları mı vardı, yoksa Stockholm Sendromuna mı tutulmuşlardı? Bu konuda, FETÖ’yle hiçbir ilginiz, ilişkiniz, iş birliğiniz olmasa bile, ABD ve AB’yi dost ve müttefik saymakla, zaten dolaylı biçimde FETÖ ve PKK ile de dost olmuyor muydunuz?”
Bu ve buradaki soruları sormak herkesin harcı değil di, bu soruları sorabilmek için iman, aşk ve azim lazımdı ve oda sadece Milli Çözüm’de vardı.
O kadar içli dışlı olunmuş ki yapılan işlerin sonucuna bakınca kimler fetöcü olduğu açık ve net ortaya çıkıyordu ama bunları karşısında kimler samimiyetle durmuştu bunun net cevabı 15 Temmuz’dan önce cemaatin yani fetö tehlikesine 5 kitap yazarak bu tehlikeye karşı uyarandı.
Üstad Ahmet Akgül Hocamız, sadıklarla sahtekarları ayıran temel prensiplerden biri olarak şunu açıklamıştı: “Sadıklara göre, hayat iman ve cihattır. Sahtekarlara göre ise hayat imkan ve fırsattır!” Bu temel prensipten yola çıkarak çeyrek asırdır yaşadığımız olayları çok daha okunabilir bir şekilde tasnif ediyoruz. Her şeyi fırsata çeviren iktidar bu hain kalkışmayı da fırsata çevirmeyi başarmış, elemanlarınca hapisten kurtuluş için borsa bile kurulduğu eski milletvekili Şamil Tayyar tarafından itiraf edilmişti. Bugün bu soruları ve sorunları bu pencereden ele alınca acaba neyi fırsata çevirdiler? demekten de kendimizi alamıyoruz!
15 Temmuz kalkışması ve hala yanıtlanmayan kuşkular adlı bu makalenin bugün Milli Çözüm’de yeniden gündeme getirilmesi ve hakikatleri yeniden hatırlatması , artık SİYONİZM VE İŞBİRLİKÇİ AKP GERÇEĞİNİ anlamamız bakımından önem arzediyor.
Çünkü insanlık ne çektiyse veya ne çekiyorsa bu tür zalim ve işbirlikçilerine verilen destekten çekmekte… Artık şu işbirlikçi AKP’ye TAM BİR BOYKOT uygulamanın zamanı gelmedi mi hala Ey Millet?!!! ülkemizin ve tüm insanlığın kurtuluşu için Milli Çözüm’ün bu gerçekleri haykırmalarının gereği olan adımların atılması hem devlet yetkililerinin (siyasi irade değil) , hem ilgili birimlerin, hem de halkımızın desteğiyle MİLLİ BİR MUTABAKAT HÜKÜMETİNİN kurulması gerekmiyor mu artık?!!!
Milli Çözüm’ün makalede geçen şu paragrafını önemine binaen yinelemek hatırlatmak istiyorum: ” … Açıkça FETÖ’ye ve PKK’ya destek veren ve böylece resmen ve alenen Türkiye’ye düşmanlık eden ABD ve AB’yi hâlâ dost ve müttefik sayanlar, hem hükümet hem muhalefet kanadı, gerçekten akıllarından zorları mı vardı, yoksa Stockholm Sendromuna mı tutulmuşlardı? Bu konuda, FETÖ’yle hiçbir ilginiz, ilişkiniz, iş birliğiniz olmasa bile, ABD ve AB’yi dost ve müttefik saymakla, zaten dolaylı biçimde FETÖ ve PKK ile de dost olmuyor muydunuz?…”
NOT: Stockholm Sendromu: Stockholm Sendromu: Kurbanın, kendisini kaçıran veya kendisine kötülük ve işkence yapan kişiye karşı bağlılık ve duygusal yakınlık duyması ve ondan şikâyetçi olmamasıdır. Bu olay tesadüfen 1970’li yıllarda, Stockholm’de bir banka soygununda bankada rehine olarak kalan görevlilerin beklenmedik davranışları sonucunda tanımlanmıştır. Ünlü Medya Patronu Patricia Hearst de aynı şekilde kendini kaçırıp, bir terörist haline getirenlere karşı tavrı, mahkemede onları savunmak olmuştur. Kaçırma, işkence, zarar verme, rehin alma, tecavüz etme gibi durumlarda bazen kurban, saldırgana duygusal olarak aşırı düzeyde bağlanmakta, onun yaptıklarını haklı çıkarmaya çalışmaktadır. Bu, üzerinde çalışılması gereken ciddi bir sosyal fenomendir. Türk halkının da Ulus Devlet bilinci, 21. yüzyılda adeta rehin alınmıştır. Türk halkı ağır bir Stockholm Sendromu yaşamaktadır. Bunun bir başka çeşidi deneysel psikoloji literatüründe “Öğrenilmiş Çaresizlik” (Learned Helplessness) olarak da tanımlanır.
Aziz Erbakan Hocamızın o tarihi ve talihli hatırlatmalarıyla sonlandırayım:
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki; TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!” (NİSAN 1980)
UNUTMAYIN: ALLAH’DA VAR, KUR’AN’DA VAR, BUNLARIN TERCÜMANI MİLLİ ÇÖZÜM VE ÜSTAD AHMET AKGÜL DE VAR.ARTIK HİZMET DEVRANI VE ZAFER BAYRAMI MİLLİ ÇÖZÜMLE ÜSTAD AHMET AKGÜLLEDİR. ÇÜNKÜ KUR’AN’A TERCÜMAN OLAN 2. BİR HAREKET VEYA 2. BİR BİLGE ŞAHSİYET BULUNMAMAKTA.
“FETÖ’yle hiçbir ilginiz, ilişkiniz, iş birliğiniz olmasa bile, ABD ve AB’yi dost ve müttefik saymakla, zaten dolaylı biçimde FETÖ ve PKK ile de dost olmuyor muydunuz?”
Gerçekleri Milli Çözüm olmasaydı kim açık net mert bir şekilde dile getirecekti?
Her kesimi susturdunuz, Milli Çözümü susturamayacağınızı nasıl unutursunuz?
Hakikatın tercümanı olan Milli Çözüme taraf olmak için Milli Çözümün “Hakkı söylemesi” yetmiyor mu? İlla gerçeklere inanmak ve Haktan taraf olmak için güç ve imkanların ellerinde olması mı gerekiyor? Güç ve imkanın sahibi oldukları gün, söylenen Hakikatlere inanmak iman değil! Güç ve imkanın karşısında diz çökmek olacaktır.
Ahmet Akgül Hocamızın Birkaç yıl evvel kaleme aldığı bir makaleden çok önemli bir bölüm!
Sadakat ve Hıyanet
Tarih boyunca Hak davalara karşı işlenen hıyanetler, genellikle şu şekilde ortaya çıkmıştır:
1- Değişme ve düzelmeye ihtiyaç duymamak ve mevcut zulüm ve zillete razı olmak, İslam adaletinin uygulanmasını arzulamamak şeklindeki hıyanet,
2- Değişime, önceden taraftar olduğu ve sözde Hakkı savunduğu halde, sorumlulukla ilgili davete ve fiili hizmete katılmamak, rahatına ve menfaatine düşkünlük gibi çeşitli sebeplerle hizmetten kaçmak şeklindeki hıyanet,
3- Liderini ve hizmet prensiplerini, beraberlik ve bağlılığa lâyık görmemek gibi bahanelerle teşkilat düzeninden ve disiplininden kaytarmak suretiyle hıyanet,
4- Genel Başkan ve Komutanın, nefislerine hoş gelmeyen bazı talimat ve tatbikatlarına itiraz ve isyan ederek karşı çıkmak, fitne çıkarmak biçimindeki hıyanet,
5- İlk başta cemaat disiplinine ve teşkilat düzenine girdiği ve gayret gösterdiği halde, sonradan yılgınlık ve yorgunluk gösteren, düşmanların üstün güçleri karşısında çaresizlik ve ümitsizlik ifade eden ve bu işin böyle başa gidemeyeceğini söyleyenlerin, moral bozucu iddia ve davranışlarda bulunup fesat oluşturmak veya umduğu makam ve menfaatleri bulamayarak ayrılmak şeklindeki hıyanet.
Bu gerçekler Bakara Suresi’nin 246-252. ayetlerinde Talut’la Calut kıssasında anlatılmakta ve ta başından, nihai başarıya kadar cihat döneminde yaşanan ve ortaya çıkan “insan manzaraları” tanıtılmaktadır. Aynı bu tür hıyanetler, tarih boyunca her Hak davanın içinde görülmüştür. Maalesef bunların acı örneklerine günümüzde de rastlanmaktadır.
a- Bugün ülkemizde ve yeryüzünde Müslüman bilinenlerin pek çoğu, “İslam’a bütünüyle karşı çıkarak ve hayatlarından dışlayarak” hıyanet etmişlerdir.
b- Bazıları da İslam’ın sadece itikat ve ibadet kısımlarına razı olup, onun “Şeriat ve muamelat” kısmını lüzumsuz sayarak hıyanet etmişlerdir.
c- Bir kısım Müslümanlar da “Zulmü ve kötülüğü ortadan kaldırmak ve yerine adalet nizamını kurmak” üzere kurulan cemaat düzenine ve teşkilat disiplinine uymamak ve Hakkı ve hayrı savunmamak suretiyle hıyanet içine girmişlerdir.
d- Zulme ve zillete karşı çıkan, hizmet arzusu ve gayreti taşıyan bazı kimselerin de maalesef Talut’la Calut hikâyesinde anlatıldığı gibi, bir kısmı, komutanını beğenmeyip, biat ve itaati içine sindirmeyerek, bir kısmı liderimizin bazı icraatlarına akıl erdiremeyerek, bir kısmı üzerine aldığı vazife ve mesuliyetlerini yerine getirmeyerek, bir kısmı makam ve yetkilerini istismar ederek derece derece hıyanete düşmüşlerdir.
Hâlâ dava adamı bilindikleri ve pek samimi ve şuurlu zannedildikleri halde, “biat ve itaati” kabul etmeyen ve bu gibi kavram ve kurallara burun büken kimselere rastlanmaktadır.
Davamızın ilmi programı ve inancımızın tatbikat planı olan “Adil Düzen” projelerini okumayan, anlamaya çalışmayan, hatta sorumsuzca hafife alan ve beyinleri bulandıran tipler bulunmaktadır.
Hizmet için kurulan bu harekete ve bu muhterem ve mübarek cemaate gerçekten inandığı ve manevi sorumluluktan kurtulmaya çalıştığı için değil, milletvekili olmak, şan ve şöhrete kavuşmak için giren nasipsizler vardır.
Ta başından itibaren davanın çilesini çeken, zahmetini yüklenen, en zor zamanlarda bile sabır ve sadakat gösteren, cemaatimize moral ve metanet veren kimseleri horlamak, dışlamak, hizmetlerine mani olmak şeklindeki hakaret ve hıyanetlere şahit olunmaktadır.
Üstelik dünyalık heves ve hesaplarla, bir yandan biat ve sadakat numarası yapan, bir yandan da bu teşkilata ve başımızdaki Zat’a en adi hakaret ve hıyanetleri reva gören alçakları, hâlâ seven ve savunan ikiyüzlüler ortalıktadır.
Velhasıl bu dava, hem herkesin hakiki ayarını ve değerini ortaya çıkaran bir imtihandır…
Çünkü bu dava, hem kimi yararlı kimi zararlı pek çok mahlûkatı içinde barındıran, ama asla bulanmayan bir bahr-i ummandır…
Hem bu dava, hizmet ve sadakat ehlinin piştiği ve yetiştiği manevi bir kışladır…
Hem bu dava, şeytanın saltanatını yıkacak ve Rahman’ın adalet düzenini kuracak inkılab-ı ahir zamandır.
Öyle ise, “Ey iman edenler!.. Bile bile emanetlerinize (görev ve yetkilerinizi davanın ve İslam’ın aleyhine kullanmak suretiyle) hıyanet ederek, Allah’a ve Elçisine karşı hainlik yapmayın.”emrini dinlemek ve düşünmek zorundayız. Her ne suretle olursa olsun, hıyanet sayılacak davranışlarda bulunmak ve hıyaneti açık olan kimseleri savunmak kesinlikle yasaklanmıştır.
“(İslam davasını ve imkânlarını istismar ve suistimal ederek, aslında) Kendi kendilerine hıyanet edenleri savunma. Çünkü Allah (CC) daima hainlik yapan ve günahlara dalan kimseleri asla sevmez” tehdidinden mutlaka sakınılmalıdır. Ve bu dünyanın fani olduğu ve hepimizin imtihanda bulunduğu hatırdan çıkarılmamalı, bunun için “…Ne elimizden çıkan nimetlere, ne de başımıza gelen musibetlere asla üzülmemeli…”ve Allah’ın takdirine razı olmalıdır.
Ve hiç unutulmamalıdır ki, eninde sonunda müstaz’aflar, (ezilen, hor görülen, ama davanın çilesini çeken ve sadakat gösteren kahramanlar) yeryüzünde iktidara varis olacaklardır… Çünkü Allah (CC), “Mücahit ve müttaki olan müstaz’afları, insanlara önder yapmayı, onlara lütuf ve ihsanda bulunmayı ve kendilerini şeref ve iktidara mirasçı kılmayı va’ad ve murat etmiştir.”
“Hor görülen ve ezilen sadıklar (müstaz’aflar) topluluğunu, nimet ve faziletlerle donatılan yeryüzünün doğusuna ve batısına sahip kılmak”..
Allah’ın va’adi ve müjdesidir.
Düşünün ki, bir zamanlar siz azdınız. Bulunduğunuz yerde (çevrenizde hatta teşkilatınız içinde) horlanıyor ve hırpalanıyordunuz. (Hatta öyle ki) İnsanların sizi kapıp götürmesinden ve her an hakaret etmesinden korkuyordunuz. (Şimdi sevinin zira) Allah size sahip çıktı ve barındırdı. Sizi yardımıyla destekledi, sizi (maddi ve manevi) en güzel şeylerle rızıklandırdı… Ta ki şükredesiniz (şuurlu ve sorumlu davranasınız.)”ayetinin gerçekleşeceği günler elbette gelecektir.”
15 Temmuz Darbe Girişimi ve Hâlâ Yanıtlanmayan Kuşkular
• 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de gerçekleşen darbe girişimi, ülkede derin izler bırakmış ve birçok soru işaretine yol açmıştır. Bu soruların başında, darbenin nasıl gerçekleştiği, kimlerin darbeye destek verdiği ve darbenin önlenmesi için neden yeterli önlem alınmadığı gelmektedir.
• Darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın darbeyi ne zaman öğrendiği konusunda farklı açıklamalar yapması, kafalarda soru işaretlerine yol açmıştır. Erdoğan, darbeyi eniştesinden öğrendiğini söylerken, daha sonra yaptığı açıklamalarda darbe girişiminden saatler önce haberdar olduğunu belirtmiştir.
• Darbe girişiminin önlenmesi için yeterli önlem alınmadığı yönündeki eleştiriler de oldukça fazladır. İstihbarat ve Silahlı Kuvvetler Başkanları’nın darbeden haberdar olup olmadığı, darbe akşamı baş başa ne görüştükleri gibi sorular henüz yanıtlanmamıştır.
• Darbenin siyasi ayağının bulunamaması da en önemli soru işaretlerinden biridir. TBMM Darbe Komisyonu, darbenin siyasi ayağını bulamadığını açıklamış, ancak bu açıklama kamuoyunda tatmin edici bulunmamıştır.
• Adil Öksüz’ün darbedeki rolü de hala tam olarak aydınlatılamamıştır. Adil Öksüz’ün FETÖ’nün “asker imamı” olduğu biliniyor, ancak darbe gecesi neden serbest bırakıldığı ve nerede olduğu hala bilinmemektedir.
• Darbe girişimine karşı TSK’nın yeterince tedbirli olmaması da eleştirilen konular arasında yer almaktadır. Darbe girişiminden aylar önce Ankara kulislerinde darbe dedikoduları dolaşırken, neden hiçbir önlem alınmadığı sorusu akıllarda yer etmektedir.
• İstihbarat ve askeri alanda bu kadar açık “tedbirsizlik” yaşanırken, sivil alanda camilerde sela okunmasından tutun, belediyelerde iş makinelerinin yüklü olarak hazır olup kışlalara yollanması; daha önceden böyle bir durumun eylem planının hazır edildiğine işaret olabilir miydi? Eğer öyleyse neden darbe başlamadan önlenememişti?
• Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı yeri ifşa ithamıyla bazı gazeteciler tutuklanıvermişti. Öte yandan Marmaris’te Erdoğan’a yönelik darbecilerin operasyonu ve sonrası hakkında da soru işaretleri çözülmemişti.
• Darbe girişiminde asker, polis ve sivil 248 vatan evladı darbeciler tarafından şehit edilmişti. Ayrıca silahlı kimi siviller tarafından darbeci diye hiçbir şeyden habersiz terör operasyonuna gittiğini sanan, olayın darbe girişimi olduğunu anlayınca da teslim olan bazı erler hunharca öldürülmüşlerdi.
• Meclis binası ve Cumhurbaşkanlığı bahçesi F-16 ve helikopterlerin ateşine maruz kalıvermişti. Son zamanlarda darbe suçundan yargılanan kimi sanıklar ısrarla balistik raporlarını talep etmişlerdi. Bunların güvendikleri bir şeyler mi gizlenmekteydi? Gerçekte şehitleri vuranlar tek tek kimdi?
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/15-temmuz-kalkismasi-ve-hala-yanitlanmayan-kuskular/
Balık baştan kokar
İŞBİRLİKÇİ SÜTÜBOZUKLAR
İşbirlikçi dediğim, siyonizmin kulları
Beceriksizlik değil, kasıtlı hıyanettir
Dışarıya bağlıdır, hep bunların yuları
Gavur Bush’un elinde, masonik siyasettir.
Bak koltuğa oturmuş, yirmi üç Nisan gibi
Baş değil, boşbakandır; bir robot insan gibi
Ekmek, kömür dağıtır, yoksula ihsan gibi
“Oy”, bu kadar ucuz mu, bu nasıl haysiyettir?
Görünüşleri farklı; görüşleri aynıdır
Ya dönmedir, ya dönek; birbirinin kaynıdır
Sağ sol çorbaya döndü; bu millet kobay mıdır?
Milli Görüş gelmezse, sonumuz felakettir.
Sömürünün çarkları: rantiyedir, faizdir
Siyonist Yahudiye, her melanet caizdir
Bir ülke ki hainler; tüm haklara haizdir.
Gafletten çok öte, bu aynı cinayettir.
Hoca yapar, hain bozar, ne talihsiz ülkedir
Dürüst dindar, dışlanmış, masonluk şart ilkedir
Hakkı konuşmak yasak; soytarılar bilgedir
Örtünme suç sayılır; çıplaklık rezalettir
Erbakan’ı duyunca, şeytanlar şaşırıyor
İsrail çılgınlaşmış, aklını kaçırıyor
ABD’si, AB’si, bardağı taşırıyor
Ordunun onuruyla, oynamak denaettir!
Dava satan alçaktır; avradını satandan
“Taktik” bahanesiyle, kahpeliğe yatandan
Sütü bozuk olmazsa, taviz vermez vatandan
Ilımlı İslamcıya, istismar diyanettir!
Başka bir deyişle, 15 Temmuz’un yaşanmasının şartlarını oluşturan ve altyapısını hazırlayan AKP iktidarının başı kimdi? Erdoğan!
Biraz kafası çalışan herkes biliyor ki, eski AKP Ortağı şimdi ABD uşağı FETÖ, Uluslararası ligde iş tutacak bir oyun kurucu değildir. Çünkü o basit ve fasit bir piyon yerindedir. Onun iplerini tutan kuklacı ise ABD-CIA ve asıl Yahudi Lobileridir.
“DEVLETİN DİNİ ADALETTİR!”
15 Temmuz’dan sonra maalesef ülkemiz, çok hızlı bir şekilde “tek adam rejimine” evrilmiştir ve aklımıza Erbakan Hocamızın;
Siyonizm’in en büyük hedefi, AKP’yi iş başında tutmaktır!” sözü gelmektedir.
Kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı, kanun devletine çevrilen devletimize elbette adalet gelecektir!
Şimdilerde ise işbirlikçilerin “iki ayyaşın yaptığı Anayasa” dedikleri Anayasamızı değiştirmek için büyük çaba sarf edilmektedir fakat Anayasamızı değiştirmeye güçleri yetmeyecek ve Rabbimiz buna müsaade etmeyecektir.
Toprak altımızdan kayarken, “Yüce Türk Milleti damarlarında taşıdığı asil kanı hatırlayacaktır. Bu milletin külüne üflesen altından iman çıkacaktır.!”
Büyük değişimler büyük liderlerle yapılmıştır. Milli Çözümcü Milli Mütabakat Hükümeti kurulduğunda; Miliciler, Kahraman Ordumuz ve birbirine kenetlenmiş milletimiz hainlerden hesap sorulacak, Dünya hasret olduğu adalet ve huzura kavuşacaktır!
Aziz Atatürk’ün çok anlamlı bir sözü ile başlayalım: “İhanetin nedeni olmaz, bedeli olur. O bedel bir gün mutlaka ödetilir!”
Bugün Hatay sınırımızın hemen altında Lübnan topraklarına bombalama yapan ve işgal edeceğini söyleyen İsrail’in coğrafyaya hakimiyetinin projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanlığı görevi Erdoğan’a kimler tarafından verilmişti? Egemen bir devletin başbakanına kim görev verebilirdi? Hukuk devletinde Anayasamız haricinde görev üstlenen bir kamu görevlisi ne ile yargılanırdı? İşte bunlar hep hukuk yoksunluğundan kaynaklanmaktaydı. Allah da devlet de imhal eder ama ihmal etmezdi!
Açıkça FETÖ’ye ve PKK’ya destek veren ve böylece resmen ve alenen Türkiye’ye düşmanlık eden ABD ve AB’yi hâlâ dost ve müttefik sayanlar, hem hükümet hem muhalefet kanadı, gerçekten akıllarından zorları mı vardı, yoksa Stockholm Sendromuna mı tutulmuşlardı? Bu konuda, FETÖ’yle hiçbir ilginiz, ilişkiniz, iş birliğiniz olmasa bile, ABD ve AB’yi dost ve müttefik saymakla, zaten dolaylı biçimde FETÖ ve PKK ile de dost olmuyor muydunuz?
Dünyanın hangi ülkesinde İstihbarat ve Silahlı Kuvvetler Başkanları Meclis’e hesap vermekten kaçınabilirdi?
TBMM Darbe Komisyonu çağırmasına rağmen ne MİT Başkanı ve ne de Genelkurmay Başkanı Komisyon’a ifade vermeye yanaşmamıştı. Aradan uzun zaman geçtikten sonra ancak yazılı ifadeleri yollanmıştı. Bu kadar önemli bir konu hakkında TBMM Darbe Komisyonu, bazı yetkililerin Komisyon’a yüz yüze ifade vermesinde ısrar etmekten niçin kaçınmışlardı?
Bir türlü bulunamayan siyasi ayaklar neredeydi?
Komisyon’un “Darbenin siyasi ayağını bulamadık” açıklaması ne anlama geliyordu? Tarihte siyasi ayağı olmayan bir darbe mevcut mudur? En ufak memura kadar darbeyle ilişkisi olan herkes bulunuyor da şu meşhur “siyasi ayak”tan niçin tek bir kişi bulunamıyordu?
Bilerek ve isteyerek CIA ile birlikte iş tutan hainlere fırsat vermişlerdir. Aslında bu ihanete izin veren, bunu Türk Milletinden gizleyen; Dönemin Cumhurbaşkanı – Başbakanı – Genelkurmay Başkanı – Bakanları – Kuvvet Komutanları – MİT Başkanı ve üst düzey Emniyet bürokratları yargılanıp hesaba çekilmelidir.
Henüz Milletvekili bile olmadan, Başbakan olma pazarlığını Başkan Bush ile konuşurken Sn. Erdoğan’a o toplantıda FETÖ ile iş birliği yapması tavsiyesi yapılmış mıydı? Sn. Erdoğan’ın, ailesinin, yakınlarının ve bazı Bakanlarının TÜRKİYE DIŞINDAKİ mal-para-ortaklık belgelerinin açıklanması için, ABD Temsilciler Meclisinde komisyon kurulması kararının alınması üzerinde niye hiç durulmamıştı?
FETÖ’yü ABD’nin emriyle kim hükümete ortak etmişti? Erdoğan!
FETÖ ile 11 yıl, aynı yönetimi kim devam ettirmişti? Erdoğan!
FETÖ’nün, darbe yapabilecek güce erişmesine kim izin vermişti? Erdoğan!
Kozmik Oda’ya, FETÖ’cü Yargıcın girmesine kim izin vermişti? Erdoğan!
Yüksek Yargıyı FETÖ’ye tamamen teslim eden kimdi? Erdoğan!
TSK yönetimine ve terfilerine, FETÖ’nün erişmesine kim izin vermişti? Erdoğan!
FETÖ ile, AYNI MENZİLE sahip olduklarını söyleyen kimdi? Erdoğan!
Peki, sonunda kalkıp: “Kandırıldık, Türk Milleti ve Rabbim bizi affetsin” diyen kimdi? Erdoğan!
Başka bir deyişle, 15 Temmuz’un yaşanmasının şartlarını oluşturan ve altyapısını hazırlayan AKP iktidarının başı kimdi? Erdoğan!
Biraz kafası çalışan herkes biliyor ki, eski AKP Ortağı şimdi ABD uşağı FETÖ, Uluslararası ligde iş tutacak bir oyun kurucu değildir. Çünkü o basit ve fasit bir piyon yerindedir. Onun iplerini tutan kuklacı ise ABD-CIA ve asıl Yahudi Lobileridir.
Burada asıl yanıtlanması gereken soru şu olmaktaydı: Bizzat Sn. Cumhurbaşkanının itirafıyla “İstihbarat görevinde zaafiyeti saptanan ve Başkanın ve Başbakanın telefonlarına bile çıkmayan Hakan Fidan’ı,” daha sonra Dışişleri Bakanı yapan=yaptıran hangi odaklardı? Ve Türkiye’yi kimler yönetiyordu?
Burada asıl yanıtlanması gereken soru şu olmaktaydı: Bizzat Sn. Cumhurbaşkanının itirafıyla “İstihbarat görevinde zaafiyeti saptanan ve Başkanın ve Başbakanın telefonlarına bile çıkmayan Hakan Fidan’ı,” daha sonra Dışişleri Bakanı yapan=yaptıran hangi odaklardı? Ve Türkiye’yi kimler yönetiyordu?
Merhum Erbakan Hocamız’ın ömrünün son yıllarında adeta milletimizi şuurlandırıp bu tehlikeleri göz önüne sermek için çırpındığına hepimiz şahidiz. Ne diyordu Hocamız? “Akp ye oy vermek siyonizme oy vermektir” Sözde dindar ve kahraman gibi roller yaparak aziz milletimizle birlikte bölgemizin ve aslında tüm dünyanın karanlığa boğulması için ne gerekiyorsa yapılmış ve yapılmaya devam ediyordu.
15 Temmuz gerçekleri aydınlatılırsa ve halkımız bilgilendirilirse, acaba Erbakan=Milli Çözüm çizgisine kayılmasından ve iktidarlarının yıkılmasından mı korkmaktalardı? Ancak unuttukları şuydu: Allah oyun kuranların en hayırlısıydı ve bu sefer tarihi kötüler değil İYİLER YAZACAKTI..!
Gelelim 15 Temmuz’a;
FETÖ’yü ABD’nin emriyle kim hükümete ortak etmişti? Erdoğan!
FETÖ ile 11 yıl, aynı yönetimi kim devam ettirmişti? Erdoğan!
FETÖ’nün, darbe yapabilecek güce erişmesine kim izin vermişti? Erdoğan!
Kozmik Oda’ya, FETÖ’cü Yargıcın girmesine kim izin vermişti? Erdoğan!
Yüksek Yargıyı FETÖ’ye tamamen teslim eden kimdi? Erdoğan!
TSK yönetimine ve terfilerine, FETÖ’nün erişmesine kim izin vermişti? Erdoğan!
FETÖ ile, AYNI MENZİLE sahip olduklarını söyleyen kimdi? Erdoğan!
Peki, sonunda kalkıp: “Kandırıldık, Türk Milleti ve Rabbim bizi affetsin” diyen kimdi? Erdoğan!
Başka bir deyişle, 15 Temmuz’un yaşanmasının şartlarını oluşturan ve altyapısını hazırlayan AKP iktidarının başı kimdi? Erdoğan!
Biraz kafası çalışan herkes biliyor ki, eski AKP Ortağı şimdi ABD uşağı FETÖ, Uluslararası ligde iş tutacak bir oyun kurucu değildir. Çünkü o basit ve fasit bir piyon yerindedir. Onun iplerini tutan kuklacı ise ABD-CIA ve asıl Yahudi Lobileridir.
Ahir zaman fitne başlarından Deccal’in hizmetçileri ve Siyonizm’in işbirlikçileri olan bazı Dini ve Siyasi liderlerin gerçek niyetini ve mahiyetini öğrenmek için şu ayet-i kerimeleri dikkatle okuyup anlamak lazımdır:
“Onlar ki, Benim (tabiattaki ve Kur’an’daki ayetlerimi) zikrimi ve öğütlerimi görme (ve yaratılış gayelerini yerine getirme) hususunda (sanki) gözleri perdelenmişti. Ve (Kur’ani gerçekleri) dinlemeye asla tahammül edemezlerdi.
O (gafiller ve) kâfirler, Beni bırakıp (dinimi dejenere eden ve çevresinde kurtarıcı geçinen bazı) kullarımı veliler (mürşitler ve mehdiler) edindiklerini mi zannetmişlerdi? Gerçekten Biz cehennemi (böylesi) kâfirler için bir (azap) durağı olarak hazır etmişizdir.
(Ey Resulüm!) De ki: ‘(Görünüşte çok hayırlı ve yararlı sanılan ama pek çok) Amelleri bakımından (ahirette) en fazla hüsrana (zarar ve ziyana) uğrayacak olan kimseleri, size haber vereyim mi?’
‘Ki onların, dünya hayatındaki bütün amelleri (hem dünyaya yönelik çalışmaları hem de ahiretle ilgili riyakâr ve istismar hazırlıkları) boşa gitmiştir. Halbuki, kendileri güzel (ve gerekli) şeyler yaptıklarını sanıvermektelerdi.’
İşte bunlar (inanmış görünmelerine rağmen gerçekte) Rablerinin ayetlerini (ve Kur’ani hükümlerden işlerine gelmeyenleri) ve Allah’a kavuşup (hesap vereceklerini kalben) inkâr edenlerdi. Bu yüzden onların bütün amelleri boşa gitmiştir (ve heder edilmiştir). Artık bunlar için, kıyamet günü terazi-mizan da kurmayacağız. (Çünkü gerçekten ve gönülden iman ederek, Kur’ani prensipleri izleyerek ve Allah’ın rızasını gözeterek, hayatlarına yön vermemişlerdir. İman değil, ihtimal üzerine işlenen hayırları da fayda etmeyecek ve tartılmaya layık görülmeyecektir.)”(Kehf: 101-105)
– Düşünün ki bir baş komutanın ordu ve istihbaratından haberi yok, yada ordu ve istihbaratı onu hesaba katmıyor, ona hesap vermiyor!
– Başkomutana rağmen her iki kurumun başındakiler daha sonra bakan yapılıyor.
Sn. Cumhurbaşkanının daha önce şikayet ettiği kişi olan Mehmet Şimşek daha sonra ülke de Maliye Bakanı yapıldıysa;
A)Öyleyse kaç tane devlet var ve bu devletlerin (gizli)başkanları kim?
B)Bu başkanları seçtiren odaklar kimler?!
C) Halk hangi yapıya devlet diye güvenecek?
D) Halihazırda çevremiz kuşatılmışken; ani bir savaş durumunda bu yapıların kararları farklılaşırsa durum ne olacak, kim toparlayacak!?
15 Temmuz Darbe Girişimi:
Yabancı bir devletin istihbarat kuruluşu tarafından, onun emrine girmiş satılmış bir silahlı terör örgütü (FETÖ) aracılığıyla ve maalesef iktidarın bir bölümünün bunlarla iş birliği yapmasıyla; ülkemize, devletimize, Cumhuriyete, onun değerlerine ve demokratik rejime karşı yapılmış bir saldırıdır.
Aziz Atatürk’ün çok anlamlı bir sözü: “İhanetin nedeni olmaz, bedeli olur. O bedel bir gün mutlaka ödetilir!”
15 Temmuz’un yaşanmasının şartlarını oluşturan ve altyapısını hazırlayan AKP iktidarının başı kimdi? Erdoğan!
Biraz kafası çalışan herkes biliyor ki, eski AKP Ortağı şimdi ABD uşağı FETÖ, Uluslararası ligde iş tutacak bir oyun kurucu değildir. Çünkü o basit ve fasit bir piyon yerindedir. Onun iplerini tutan kuklacı ise ABD-CIA ve asıl Yahudi Lobileridir.
Açıkça FETÖ’ye ve PKK’ya destek veren ve böylece resmen ve alenen Türkiye’ye düşmanlık eden ABD ve AB’yi hâlâ dost ve müttefik sayanlar, hem hükümet hem muhalefet kanadı, gerçekten akıllarından zorları mı vardı, yoksa Stockholm Sendromuna mı tutulmuşlardı?
Bu konuda, FETÖ’yle hiçbir ilginiz, ilişkiniz, iş birliğiniz olmasa bile, ABD ve AB’yi dost ve müttefik saymakla, zaten dolaylı biçimde FETÖ ve PKK ile de dost olmuyor muydunuz?
Asıl yanıtlanması gereken soru şu olmaktaydı:
Bizzat Sn. Cumhurbaşkanının itirafıyla “İstihbarat görevinde zaafiyeti saptanan ve Başkanın ve Başbakanın telefonlarına bile çıkmayan Hakan Fidan’ı,” daha sonra Dışişleri Bakanı yapan=yaptıran hangi odaklardı?
Ve Türkiye’yi kimler yönetiyordu?
Ülkemize ve milletimize yapılan bunca ihanetleri görüp de;
“Sahi ben neredeyim?” diye soranlara:
Sen bir Yahudi hapishanesindesin? Burada her şeyi ırkçı emperyalizm kumanda ediyor!
“Ben bu İsrail hapishanesine nasıl geldim?” diye soranlara:
İsrail işbirlikçisi hainleri desteklemekle sen kendin bilet keserek geldin!
“Peki, ben bu İsrail hapishanesinden nasıl kurtulacağım?” diye soranlara:
Aziz Erbakan Hocamızın ifadeleriyle:
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Ya Milli Çözüm-Milli Mutabakat İktidarı kurulacaktı veya bütün bu iç ve dış sorunlar katlanarak artacaktı…
“Evet, 15 Temmuz Darbe Girişimi: Yabancı bir devletin istihbarat kuruluşu tarafından, onun emrine girmiş satılmış bir silahlı terör örgütü (FETÖ) aracılığıyla ve maalesef iktidarın bir bölümünün bunlarla iş birliği yapmasıyla; ülkemize, devletimize, Cumhuriyete, onun değerlerine ve demokratik rejime karşı yapılmış bir saldırıdır.”
Aziz Atatürk’ün çok anlamlı bir sözü ile bağlayalım: “İhanetin nedeni olmaz, bedeli olur. O bedel bir gün mutlaka ödetilir!”