YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
670bda58cb462
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 0 4 5
Bugün : 21193
Dün : 34178
Bu ay : 417887
Geçen ay : 1024615
Toplam : 28287927
IP'niz : 44.220.184.63

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 ABD’deki istihbarat kuruluşlarını bünyesinde toplayan Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’ne bağlı, Ulusal İstihbarat Konseyi tarafından hazırlanan ”Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar” raporunda, 2030 yılını bekleyen en iyi senaryo olarak: ABD, Avrupa ve Çin’in işbirliğinde ve tabi Siyonizm’in güdümünde bir dünya, en kötü senaryo ise, devletler arasında geniş çaplı ihtilafların oluşması, özellikle Türkiye-İran çatışması ve Güneydoğu Anadolu’yu da içine alacak bir Kürdistan’ın kurulması öngörülüyordu.

ABD’de 5 yılda bir yayımlanan raporda, 2030 yılına kadar dünyada tek bir ”hegamonik güç” yapısının kalamayacağı kaydediliyor ve dünya kamuoyundaki Amerikan gıcıklığı törpülenip halkların havası alınıyordu. Raporda, 2030 yılına kadar ki dünyayı şekillendirecek 4 ”büyük eğilim” olarak, ”bireysel güçlenme”, ”güçlerin yayılması”, ”demografik düzen” ve ”artan yiyecek, su ve enerji bağı” öne çıkarılıyordu. Bireylerin güçlenip öne çıkmasının ve tek kutuplu dünya sisteminin sonlanıp gücün devletler arasında yayılmasının, 1750’den bu yana gelen Batı’nın yükselişini tersine çevirip, küresel ekonomide Asya’nın ağırlığını tekrar düzenleyerek; uluslararası ve ulusal düzeylerde yeni demokratikleşme çağına öncülük ederek, dünyada çarpıcı etkiler yapacağı öngörüsünde bulunuyordu. Bütün bu yaldızlı laflar, Siyonist Yahudi hegemonyasını gizleme ve küresel sömürü saltanatını sürdürme palavraları oluyordu.

Rapora göre, 2030’a kadar uzanan dönemde dünyanın nasıl dönüşeceğini büyük oranda belirleyecek ”oyun değiştirici” öğeler olarak şunlar sayılıyordu:

. ‘Krize meyilli bir küresel ekonomi,

. Yönetim boşluğu ve artan çatışma ihtimali,

. Bölgesel istikrarsızlığın kapsamının genişlemesi,

. Yeni teknolojilerin etkisi,

. ABD’nin rolü ve müdahalesi,.

Bunlar sonucunda da olası ”alternatif dünya”lar şu başlıklar altında sıralanıyordu:

. Motorların aksaması,

. Füzyon,

. Şişeden cin çıkması,

. Devletten bağımsız bir dünya.

2030 öngörüsünde, ”büyük eğilimler” “Şeytani merkezlerin beyin eğitimi” anlamını taşıyordu!

Ayrıntılara bakıldığında, birinci büyük eğilim olan ”bireysel güçlenme”, önümüzdeki 15-20 yılda küresel orta sınıfın güç kazanmasını, fakirliğin azalmasını ve daha iyi sağlık ve eğitim koşullarını ifade ediyordu. En önemli ”büyük eğilim” olarak görülen bu eğilimin diğer tüm eğilimleri etkileyebileceği belirtiliyordu.

İkinci büyük eğilim olarak ”Gücün Yayılması”nda da dünyada artık hegamonik tek bir güç olmayıp, gücün, çok kutuplu dünyada koalisyon ve ağlar arası yer değiştirebileceği söyleniyordu.

Bu eğilimde, Çin’in 2030 yılında ABD’yi de geride bırakarak dünyanın en büyük ekonomisi olabileceği ifade edilirken, bu ortamda dünya ekonomisinin rahatlamasının, geleneksel olarak Batıdan çok, gelişmekte olan dünyanın ekonomisinin istikrarına bağlı olacağı öngörüsü yer alıyordu. Bu eğilimde, Çin, Hindistan ve Brezilya’nın yanı sıra, Türkiye, Nijerya, Endonezya, Kolombiya ve Güney Afrika gibi bölgesel aktörlerin de küresel ekonomi için önemli aktörler haline gelmesi bekleniyor, Avrupa, Japonya ve Rusya’nın ise küresel güç bağlamında 2030 yılına kadar gerilemeye başlayacağı tahmin ediliyordu.

Raporda, ”kara kuğular” olarak adlandırılan, tarihin akışını değiştirebilecek olası sıra dışı olayların yaratabileceği yıkıcı etkilerden de bahsedilirken, bunlar arasında, birkaç ayda milyonların ölümüne neden olabilecek şiddetli bir salgın ve iklim değişikliğinin hızında dünya nüfusunu beslemeyi zorlaştıracak derecede bir artış görülmesi senaryoları dikkat çekiyordu.

“Alternatif dünyalar…” diye, eski zulüm ve sömürü sistemine, yeni jelatinler geçiriliyordu!

Raporda sıralanan ”alternatif dünyalar” senaryosunda, en kötü seçenek ”motorun aksaması”, en iyi seçenek ise ”füzyon”du.

En iyi senaryoda, ABD, Avrupa ve Çin’in, birlikte hareket ederek Güney Asya’daki ihtilaflara müdahale edip ateşkes sağlaması, bunun yanında, AB, Çin ve Avrupa’nın ikili ilişkilerinde büyük pozitif değişimlere öncülük ederek işbirliği yapacak başka alanlar da bulmaları ve daha geniş kapsamlı olarak da küresel problemlerle başa çıkmada ortak tavır almaları öngörülüyordu. Bunun anlamını ve açılımını: “Bütün dünyanın Siyonist Yahudi Lobilerinin gizli güdümüne alınması” şeklinde okumak gerekiyordu.

“Şişeden cin çıkması” ne anlama geliyordu?

”Şişeden cin çıkması” senaryosu ise ”aşırılıkları” içeren bir kurguydu. Bu senaryoda, birçok ülkede siyasi ve sosyal tansiyonu artıran eşitsizliklerin artması seçeneği bulunuyordu. Bu senaryoda, kazananlar ve kaybedenler keskin biçimde ayrılıyor; ABD, enerji bağımsızlığını kazanırken, önde gelen güç olarak kalmayı da sürdürüyordu. Ancak, bu senaryoda ABD, artık her güvenlik tehdidinde ”küresel polis” rolünü oynamaya çalışmıyordu.

”Devlet dışı dünya” senaryosunda da, devlet dışı oluşumlar, çok uluslu şirketler ve patronlar, akademik kurumlar ve etkin kuruluşlar, küresel zorluklarla mücadele etmede başı çekiyordu. Yani Yahudi güdümlü “Gizli Dünya Devleti” fiilen kuruluyordu.

Türkiye, “2030’a kadar bölgesel aktör olarak küresel ekonomide önemi artacak” diye avutuluyordu!

ABD’deki istihbarat kuruluşlarını bünyesinde toplayan Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’ne bağlı, Ulusal İstihbarat Konseyi’nce hazırlanan, ”Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar” raporunun geleceğe yönelik ”şişeden cin çıkması” senaryosunda, ”Kürdistan’ın yükselişi Türkiye’nin bütünlüğüne darbe vurabilir ve bu, çevresindeki komşularıyla büyük bir ihtilaf riskini artırabilir. Ortadoğu sınırları, ortaya çıkmakta olan Kürdistan ile yeniden çizilir” ifadesi yer alıyordu. Bu tespit ve tahminler, önümüzdeki yakın gelecekte Türkiye’nin parçalanacağını, ihtimal yollu ilan ediyordu. Ulusal İstihbarat Konseyi Danışmanı ve raporun başyazarı Mathew Burrows, ”Bu, muhtemel bir senaryo değil” diyerek, halkımızın aklıyla alay ediyordu. Çünkü ”Ortadoğu sınırlarının yeniden çizilebileceğine” açıkça dikkat çekiliyordu!

İran’ın nükleer kapasitesiyle ilgili bölümde, ”Türkiye’nin olası nükleer bir İran’a, kendisi de nükleer kapasite arayışı içine girerek veya NATO savunma sistemine bağlı olarak karşılık verebileceği” yorumunda bulunuluyor, böylece Türkiye ile İran birbiriyle dengelenerek, hem Kürdistan’ın kurulmasına, hem de Büyük İsrail oluşumuna hazır ve razı konuma sokulacağı ima ediliyordu. Ve zaten aynı başlıktaki senaryolara ilişkin bir tabloda ”bölgesel istikrar” maddesinde, ”Ortadoğu sınırları, ortaya çıkmakta olan bir Kürdistan ile yeniden çizilir” denilerek, bütün tepki ve direnmelere rağmen Kürdistan’ın kurulacağı ve Türkiye’nin parçalanacağı ilan ediliyordu.

”Muhtemel senaryo değil” yalanı sırıtıyordu!

Washington’da Ulusal Basın Kulübü’nde raporla ilgili brifing veren Ulusal İstihbarat Konseyi Danışmanı ve raporun başyazarı Yahudi Mathew Burrows, rapordaki, ”şişeden cin çıkması” senaryosu bağlamında kullanılan, ”Kürdistan’ın yükselişi, Türkiye’nin bütünlüğüne bir darbe olur ve bu, çevresindeki komşularıyla büyük bir ihtilaf riskini artırır” ifadesiyle ilgili soruyu yanıtlarken:

Bunun “muhtemel bir senaryo olmayıp, özellikle Suriye’deki gelişmelerin ışığında, Ortadoğu’yla ilgili kaygı duydukları hususlardan birinin olası bir yansıması ve bölgenin bölünme şansı olduğunu” belirterek adeta aklımızla ve halkımızla dalga geçiyordu.

Yahudi Burrows, “Suriye’nin olası bir bölünmesinde, bunun Irak’a da sıçrayabileceğini (ve ardından İran, Irak, Türkiye ve Suriye’den toprak koparacak bir Kürdistan’ın ortaya çıkabileceğini) ifade ederek, elbette böyle bir şeyi Türkiye’nin ve bölgedeki diğer birçok ülkenin istemediğini, dolayısıyla bunun olmaması için güçlerin bir araya geleceğinin ve işbirliğine gidileceğinin görüleceğini” vurguluyordu.

”Türkiye model olabilir” sözü ne anlama geliyordu?

Burrows, “Ortadoğu’daki Arap dünyası coğrafyasını çevreleyen, Türkiye, İran, İsrail gibi ülkelerin, bölgenin nasıl şekilleneceği konusunda potansiyel bağlamda çok büyük role sahip olduğuna dikkati çekerek ”Elbette Türkiye, çok başarılı demokrasisi ve büyük çaptaki ekonomik büyümesiyle, Ortadoğu’da yeşermekte olan diğer demokrasiler için bir model olabilir. Türkiye için öngördüğüm rol bu” ifadesini kullanıyor ve ağzındaki baklayı çıkarıyordu.

Bunun anlamı:

1- Türkiye ve İran, Birleşik Kürdistan için topraklarının bir kısmını ellerinden çıkmasına razı konuma taşınacak

2- Barzani Kürdistan’ı Irak’tan resmen ve fiilen ayrılacak

3- Suriye en az üç parçaya ayrılacak ve kuzeyinde yeni bir Kürdistan oluşturulacak.

4- Kulakları burulmuş ve hizaya sokulmuş Türkiye ve İran, küresel güçlerin kontrolünde göstermelik bir demokratik ve ekonomik model teşkil edip, İsrail’le birlikte Ortadoğu’nun etkin ve yetkin(!) figüran aktörleri durumuna sokulacak oluyordu!

5- Siyonist Burrows’un “Türkiye için öngördüğüm rol bu!” ifadeleri, aslında ABD’nin ve Yahudi Lobilerinin, gizli ve kirli niyetlerini ele veriyor, Türkiye için biçtikleri rolleri, hangi kurgular ve senaryolarla gerçekleştirecekleri konusundaki şeytani projelerini deşifre ediyordu. Evet, başta Türkiye bütün bölge ülkelerinin bölünüp parçalanacağı, Kürdistan’ın kurulup Ortadoğu haritasının yeniden yapılanacağı bu raporla kesinlik kazanıyordu.

Peki, bu tür raporlar niçin hazırlanıp açıklanıyordu?

A- Bütün dünya kamuoyunu, özellikle hedef ülkelerin halklarını, “muhtemel senaryolar” kılıfı “mükemmel şeytani planlarına” psikolojikmen hazırlamak..

B- Bu “yeni haritalar, muhtemel oluşumlar, mukadder parçalanmalar” konularının kamuoyunda tartışılması, beyinlerin yıkanıp kurgulanması, olası tepkilerin şimdiden tespit edilip demokratik yöntemlerle(!) bastırılması için hizmetçi medyayı ve işbirlikçi iktidarları göreve çağırmak.

C- Siyonist ve emperyalist amaçlar için kurgulanan, ama “doğal ve sosyal gelişmelerin bir sonucu” gibi takdime çalışılan “Türkiye’nin parçalanması, Büyük Kürdistan’ın kurulması, İsrail’le uyumlu bir Ortadoğu’nun oluşturulması” planlarının; ABD ve Yahudi Lobilerince değil, kendi tabii seyri içinde meydana geldiği ve bütün karşı çıkışlara rağmen bunların mutlaka gerçekleşeceği kanaatini kafalara kazımak ve Milli direniş ruhunu boğmak..

D- Siyonizm’in bu şeytani hedeflerine hizmet edecek iktidar ve yandaşlarının işini kolaylaştırmak, onların hıyanetlerine “demokratik cesaret ve özveri” kılıfı sarmak, taviz ve teslimiyetlerine mazeret ve meşruiyet uydurmak için bu tür raporlar ve senaryolar hazırlanıp yayınlanıyordu!

ABD Kongre raporuna göre İran doğalgazı kesilirse etkilenecek 3 ülkenin başında Türkiye geliyordu!

İran’dan doğal gaz sevkiyatının azalması halinde, bunun uluslararası doğalgaz arzına etkisinin sınırlı olacağı, ancak kötü etkilenecek ülkelerin Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan olacağı savunulmuştu. Çünkü Amerikan Kongresi, İran’a yönelik yaptırımları artırma ve petrolün ardından doğalgaz satışına da ambargo uygulama konusunda çalışıyordu. Amerikan yönetimi, bu amaçla Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nden bir rapor hazırlamasını istiyordu. Reuters ajansı tarafından bir kopyası ele geçirilen raporda, İran’dan doğalgaz akışının azalması halinde, doğabilecek sonuçlar irdeleniyordu.

Rapora göre, doğalgaz tüketimi daha çok bölgesel olduğu için, global düzeyde ciddi bir sorun yaşanmayacağı hatırlatılıyor, ancak “doğalgazının önemli bir bölümünü İran’dan karşılayan Türkiye ile Azerbaycan’ın güneyi ve Ermenistan üzerindeki etkisi büyük olacak” deniyordu. Rapora göre, İran doğalgazının kesilmesi halinde Türk sanayisinin ve elektrik üretiminin olumsuz etkilenmesi, evlerde ısınma sorunu yaşanması bekleniyordu. Avrupa Birliği dışişleri bakanlarının da, 15 Ekim’de yapılacak toplantılarında, İran’dan doğalgaz ithalatının yasaklanması konusunu görüşmesi planlanıyordu!

Bütün bunlar İran’ı ve Türkiye’yi sıkıştırma ve hizaya sokma hazırlıklarına hız verildiğini gösteriyordu.

Başka bir ABD raporuna göre ise: Öcalan “kilit oyuncu” sayılıyordu

ABD Kongresi Araştırmalar Merkezi tarafından hazırlanan diğer bir raporda, ‘Türkiye’deki kilit oyuncuların profilleri’ bölümünde Abdullah Öcalan’ın ismi de geçiyordu.

ABD Kongresi’nin Ortadoğu Uzmanı Jim Zanotti, kongrenin araştırmalar merkezi adına, ‘Türkiye: Arka plan ve ABD ile İlişkiler’ başlıklı bir rapor hazırlıyordu. Önemli iddiaların yer aldığı ve Akşam gazetesinin “Erdoğan dünya lideri Gül yumuşatıcı güç” başlığıyla aktardığı raporda dikkat çeken bir konu, ‘Türkiye’deki kilit oyuncuların profilleri’ başlığı altında yer alıyordu. Bu bölüme Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın ismi de konuluyordu.

Özgeçmişlerin ve değerlendirmelerin aktarıldığı bölümde, Öcalan için, “1999’da muhtemelen ABD yardımıyla Kenya’da yakalandı, Türkiye’ye götürüldü. Hali hazırda İmralı’da maksimum güvenlik seviyesinde tutuluyor. PKK’nın liderliğini şu anda Murat Karayılan yapıyor gibi görünse de, bazı gözlemcilere göre Öcalan hala ‘aracılı iletişim’le örgütü yönetiyor” ifadeleri dikkat çekiyordu. Amerikan resmi raporunda Türkiye’yi yönlendiren “etkin elemanlar” listesinde Abdullah Gül ve Recep T. Erdoğan’ın yanında Abdullah Öcalan’ın da sayılması halkımızdan gizlenen bir gerçeği açığa vuruyordu.

Akşam’ın haberine göre, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için “Hali hazırda Erdoğan hükümeti üzerinde yumuşatıcı bir güç olarak rol oynuyor” denen raporda, yeni anayasa ile ilgili kaygının, “AK Parti’nin kendi istediği gibi bir anayasa yapması” olduğu belirtilerek, konsensüse ihtiyaç olduğu vurgusu yapılıyordu.

Türkiye’de yüzde 15-20’lik kesimi oluşturan Kürtlere yönelik hükümetin attığı en önemli adımı, “Kürtçenin kullanım alanının genişletilmesi” olarak gören rapor, “20 milyon civarındaki Alevi’nin de laik sistemin koruyucu olarak algılandığı” saptamasında bulunuyordu.

Raporda ayrıca, Suriye yönetiminden gelen aksi yöndeki açıklamalara rağmen, Şam yönetiminin PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanabileceği iddia ediliyor ve Türkiye Suriye’ye karşı kışkırtılıyordu.

Kemal Burkay çok ciddi ve ilginç iddialarda bulunuyordu!

HAK PAR Genel Başkanı ve AKP’nin Kürtçülük konusundaki özel danışmanı Kemal Burkay, KCK ile ilgili, MİT’i ve Hükümeti sorumlu tutan açıklamalar yapıyordu.

“İllegal ve silahlı bir PKK’nın varlığı yanında, öte yandan BDP ve belediyeler gibi demokratik yapıların da KCK içine girmesine bir mana veremediğini” belirten Burkay şunları söylüyordu:

“Şimdi KCK’ya neden ihtiyaç duyuldu: KCK’ya dikkat ederseniz başında Kandil’deki en üst düzey komutan Murat Karayılan var. Bu illegal bir yapı. İçinde rahatça siyaset yapılan BDP’de, belediyelerde siyaset yapanlar buralara kanalize edildiyse bu çok büyük bir yanlış. Bu insanları kriminalleştiriyor.

Öte yandan KCK’nın içinde çok sayıda MİT ajanı olduğu söyleniyor. Hatta bin rakamından söz ediliyor. Medyaya yansıdı, doğrusu bu bizi de şaşırttı.

Sonradan KCK operasyonları yapılınca ortaya çıktı ki; KCK olayı, aynı zamanda MİT’in aktif rol oynadığı bir yapı. Bin tane MİT elemanı var, bu ne demektir. Bu demektir ki bu örgütler birlikte yapıldı. Böyle bir şey varsa devlet bundan sorumludur. Sadece bu örgüte girmişleri BDP’lileri, belediye başkanlarını, belediyelerde görev yapan meclis üyelerini suçlamak haksızlık olur. İllegal örgüte girmelerinden dolayı hataları var. Bunu kabul etmek lazım. Yani ortada yasalara uygun olmayan bir durum, suç var. Öte yandan bu MİT ile birlikte kotarılan bir şey. Nedir? PKK’yı, Kürt hareketini kontrol etmek için. Yani devletin öteden beri yaptığı, uyguladığı bir yöntem bu. Bana göre hükümet bunu biliyor. Hükümetin bunda sorumluluğu olmasa bile. Bence KCK oluşturulurken AK Parti Hükümeti duruma hâkim değildi.”

Demirtaş’ın “KCK operasyonlarının Ergenekonvari bir yapı tarafından yönetildiği” iddialarına kendisinin de katıldığını belirten Burkay, Demirtaş’ın ayrıca şunu da söylemesi gerektiğini belirterek; “KCK’ya gerek yoktu. KCK oluşurken belediye başkanlarının, meclis üyelerinin, BDP’lilerin orada işi ne? Yani legal politika yapanların orada işi ne? Dolayısıyla devlet bu işi PKK içindeki belli unsurlarla birlikte bu işi organize ettiyse devletin ciddi bir hatası var. Bu bir skandaldır. Bu adeta uyuşturucu şebekesini yakalamak için içerisine polis sokmak, onun vasıtasıyla eylem yapmak gibi bir şey.

Şimdi KCK olayı karşılıklı, devlet ve BDP’nin yaptığı hataların bir düğümüdür. Bundan nasıl çıkacağız, buna bakmamız lazım. Ben KCK operasyonlarını da doğru bulmadım. Buna salt hukuk açısından bakmamak lazım. Bu bir siyasi sorundur. Orada binlerce insanı alıp içeri tıkmak, cezalandırmak sorunu çözmüyor.

Dokunulmazlıkları kaldırmak da sorunu çözmüyor. Siyasi bir yaklaşım gerekiyor. Bir uzlaşma, diyalog gerekiyor. Sonunda Kürt sorunu böyle çözülür. Öyle bir yapalım ki KCK davaları ortadan kalksın, dokunulmazlık meselesi de ortadan kalksın, hatta öyle yapalım ki dağdaki insanlar silah bıraksın.”[1]

Oysa, AKP iktidarının da mutlaka haberi ve izni çerçevesinde KCK içine binlerce MİT elemanı sokulmuşsa, bunun iki nedene dayandığı anlaşılıyordu:

1- Ya iktidar, “Bakınız eliyle koymuş gibi PKK’lıların şehir yapılanmasını tek tek yakalayıp hapse tıktıran AKP, PKK’nın kökünü kurutuyor” havasıyla halkın gazını alıyor ve ucuz kahramanlık taslıyordu!

2- Ya da; Güneydoğumuzun ülkemizden koparılması ve ileride Büyük Kürdistan’a katılacak “özerk federasyona” kolaylık sağlanması için, bölücülük fikrinin Kürtlerin her kesimine bulaştırılması için MİT ve Hükümet, ABD raporları doğrultusundaki talimatları uyguluyordu!?

Bütün bu felaket senaryolarını ve hıyanet hazırlıklarını, AKP yalakasına dönüşen İbrahim Karagül “Haritaları yeniden çizecek müthiş güç” yazısında, “AKP’nin kerameti ve güya demokratik bilince kavuşan bireylerin marifeti” olarak yorumluyor ve hiç de sıkılmıyordu.

“Şimdi söz konusu rapora dönelim:

2030 yılına kadar dünyayı değiştirecek dört büyük eğilim var: Bireysel güçlenme, gücün yayılması, demografik düzen, artan gıda ve enerji ihtiyacı… Bireyin güçlenmesi bence dünyayı değiştirecek en önemli etken. Arap Baharı ve Tahrir ruhu ile gündemimize giren, bugün Ortadoğu’da kendini hissettiren, yarın Avrupa’nın ve Asya’nın en önemli kentlerini harekete geçirmesi beklenen, sokakların devletleri ve sistemleri değiştirdiği bir dönem başlıyor. Belki de 21. Yüzyıl’ın en büyük değişikliği, devrimi bu olacak.

Gücün yayılmasına gelince.. “Dünyanın ağırlık merkezi Doğu’ya kayıyor” cümlesini herkes hatırlayacaktır. Yirmi yıldır yoğun biçimde bu tartışılıyor zaten. Son dönemlerde Türkiye’de “eksen kayması” olarak ifadesini bulan tartışma da bu büyük güç kaymasının bir parçası.

Kürt devletinin kurulması, Türkiye ve bölge için kâbus senaryosu olarak nitelenmiş. Bağımsız bir Kürt devleti kurulması, bugünkü Ortadoğu’daki güç haritasını tamamen değiştirecektir, bu doğru. Ama çatışmalar yerine ortaklıklar inşa edilirse bu aynı zamanda müthiş bir güce dönüşecektir, bu da doğru…

Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan Ortadoğu-İslam kuşağındaki bütün haritalar sanaldır, gerçeklikten uzaktır. Şimdi, bu haritaların değişeceği söyleniyor.

Evet, haritalar değişecek. Nasıl ki güç haritası değişiyor, bunun bir adım sonrası coğrafi haritaların, ülkelerin değişmesidir. Ancak bu, sadece Ortadoğu için değil bütün dünya için muhtemeldir.”[2]

İşte Türkiye’nin parçalanmasını, Kürdistan’ın kurulmasını bile, olumlu bir akıbet ve onurlu bir maharet gibi sunanların, nasıl bir ruh sefaletine uğradıklarını, artık izan ve vicdan sahibi herkes seziyordu.

İbrahim Karagül gibi, milli haysiyeti ve manevi hassasiyeti sağlam bilinen ve kendilerine ümit beslenen yazarlarımızın bile bu denli yamulması ve toplumu yanıltmaya çalışması; hidayet kararmasının, izan ve vicdan kaymasının hangi boyutlara ulaştığını göstermesi bakımından bizleri dahi şaşırtıyordu.

Dindar Kürtler ise “Hüda-Par” ile bölünmeye hazırlanıyordu!

Bu arada Güneydoğu’da ve Doğu’da BDP’ye yanaşmayan, AKP’de ise umduğunu bulamayan Kürt kardeşlerimizin dindar kesimi de, Hizbullahçıların temsilcisi olarak kurulacak “HÜDA-PAR” yoluyla organize edilip, İslamcı söylemlerle Türkiye’nin parçalanmasına ve Kürdistan’ın kurulmasına taraftar hale getirilmeye çalışılıyordu. “Mustazaf Der”in kapatılmasının ardından partileşme kararı alan çevreler, PKK’dan farklı ve aykırı söylemlerle, ama maalesef sonuçta aynı hedeflere varacak yanlışlara alet oluyordu.

AJC (ABD Yahudi Kongresi)den “Cesaret Madalyası”, ADL (Yahudi Karşıtlığına Karşı Birlik Derneği)den “Üstün Hizmet Madalyası” alan bir Başbakan’la Türkiye nereye sürükleniyordu?

Yahudi cesaret madalyalı “İslam mücahidi”(!) bizi mi, yoksa Yahudi Lobilerini mi kandırıyordu?

Adı: AJC (ABD Yahudi Kongresi)

1906’da New York’ta Yahudi bankerler tarafından teşkil edildi. Misyonu: İsrail devletini kurmak ve Siyonizm’i dünyaya egemen kılmak olarak belirlendi. Dünya Musevi Örgütleri’nin çatısı olan AJC sadece Siyonist önderlere layık gördüğü cesaret madalyasını kuruluşundan beri ilk kez bir Müslüman’a verdi. Bu kişi, bütün gençliğini “Kahrolsun İsrail” diye bağırarak geçiren Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değildi.

Adı: ADL (Anti Deformation Launge)

Yahudilerin ABD’deki bir diğer büyük örgütü olarak bilinirdi. Başkanı Abraham Foxman, Recep Tayyip Erdoğan’a üstün hizmet madalyasını takarken onu Musevilerin ebedi dostu olarak ilan etmişti. 2001 yılında, yani AKP’nin kuruluş aşamasında Abraham Foxman İstanbul’a gelip Erdoğan ve Gül ile gizlice buluşarak Dünya Yahudi Cemaati’nin AKP’ye vereceği desteği taahhüt eden Siyonist Yahudi’ydi. Soruyorum size, siyasal İslamcı güruh tarafından Morrison lakabıyla onlarca yıl hedefe oturtulan Süleyman Demirel’e bile verilmeyen bu Yahudi madalyalarının amacı ve anlamı neydi? Bu madalyaları alan ve hala takan Tayyip Erdoğan’ın takındığı o sözde Filistin yanlısı tavır ve tutumlar hiç inandırıcı olabilir miydi? Ne yani, Filistin’e sempati duyanların kakalarını bile izleyip tahlile sokan İsrail, Tayyip Erdoğan takiye yapıyor da fark mı edememiştir? AJC ve ADL birini bu biçimde madalyalarla kucaklamışsa onun misyonu ortada demektir. Buradan hareketle bu madalyaları alan birinin Gazze katliamı edebiyatlarını yapması ne anlama gelmekteydi? Bir insan hem Yahudi madalyalı hem de Hamas sevdalısı olabilir miydi?

“Sen duygu sömürüsünü ve kof davul gürültüsünü bırakıp, Gazze’de şehadete eren bebelerin hatırına şu Yahudi madalyalarından birini iade etsene!” uyarı ve çağrılarına hala neden bir yanıt gelmemişti?

Abraham Foxman, ya da Amerikan Yahudi toplumunda ‘Abe’ olarak anılan ve özel bir saygı duyulan Siyonist kahraman(!), ABD’deki İsrail lobisinin amiral gemisi Anti Defamation League (Ayrımcılık ve İnkâra Karşı Birlik)’in 1987’den beri kaptanlığını yürütmekteydi. ADL, 2005 yılındaki “İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde Yahudilerin hayatlarını kurtaran Türk diplomatların anısına” kılıfıyla, ama aslında Erbakan’a hıyaneti hatırına, Başbakan Erdoğan’a da ‘Üstün Cesaret Ödülü’ vermişti.

Abraham Foxman Polonya’da Sovyet işgalinin hemen ardından doğmuş ve işgal sonrası Polonya’yı terk etmek zorunda kalan ailesi tarafından Katolik bakıcısına emanet edilince bir Katolik Hıristiyan olarak vaftiz edilmişti. ‘Abe’ dört yaşındayken geri dönen ailesi, uzun süren velayet davasını kazanıp ABD’ye göç edince, geri kalanını Musevi olarak geçireceği yeni bir hayata başlamış ve Siyonist şebekede en üst rütbelere erişmişti.

USA-Sabah New York temsilcisi İsmihan Yılmaz’a verdiği röportajda Abraham Foxman Dinler Arası Diyalog Grubunu kurduğunu itiraf etmişti:

“Müslümanlar için ne yaptığımıza gelince, 11 Eylül’den sonra 400 civarında cami saldırısı yaşandı, yeni camii inşaatları konusunda sıkıntılar vardı. Bu dönemde ADL bir tür Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerden oluşan ‘dinler arası’ bir çalışma grubu oluşturarak Müslüman Amerikalıların bu haklarını yerine getirebilmeleri için kampanyalar başlattı.”

“Bir zamanlar ilişkilerimiz o derece yakındı ki, Başbakan Erdoğan benim sarf ettiğim bir ifadeden dolayı Şimon Peres’i arayıp benimle konuşmasını ve ifademi geri almamı rica etmişti ve Şimon Peres beni arayınca ricasını yerine getirmiştim. Benim Türkiye’nin yöneticileri ile özlediğim ilişki biçimi budur.”

“İsrail artık Türkiye ile ilişkilerinin daha fazla gerilmesini istemiyor; İsrail geri çekti kendini ve Türkiye’den de aynı tavrı bekliyor. Türkiye de gerilimi artıracak türden fiillerden kaçınırsa bir süre iki taraf da durup düşünüp ilişkileri yeniden gözden geçirebilirler. Şu anda ilişkinin en azından olduğundan daha da kötüye gitmesini engellemeye çabalamak gerekiyor. Zira Yunanistan ve İran gibi Türk-İsrail ilişkilerin kötü olmasından faydalanmak isteyenler var. Bu durumdan faydalanmaya çalışanlara fırsat verilmemeli. Çünkü İsrail ile Türkiye hala dost bence. Sadece ilişkinin yoğunluğu ve gerilimi biraz farklı eskiye göre, o kadar. İlişkilerin soğuması iki tarafı otomatik olarak düşman yapmaz birbirine.”[3]

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Rahmet PAKGÜL

Rahmet PAKGÜL

Yorumu Takip Et
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx
Paylaş...