AKP KABUK İKTİDARDI
VE
ÖMRÜNÜ TAMAMLAMIŞTI
Dünya tarihi boyunca, köklü ve büyük devrimler gerçekleştirecek ve mevcut dengeleri temelinden değiştirecek Merkez Ülkelerde, bu kutlu kırılma öncesinde, bir KABUK İKTİDAR dönemi yaşanırdı. Hâkim güçlerin hizmetinde ve hain işbirlikçilerin güdümünde oluşturulan bu iktidar, aynen vücutta açılan derin yaranın kabuğunu andırırdı. Çeşitli ve etkili tedavilerle iyileşmeye başlayan yaralar kabuk bağlardı. Yaralar tam iyileşmeden bu kabukları kaldırmak, yaranın mikrop kapıp iltihaplanmasına ve iyileşme sürecinin uzamasına yol açardı. Bu nedenle kaşıntı verse ve çirkin görünse de, bu kabukları yerinde bırakmak lazımdı. Çünkü yara iyileşince bu kabuklar zaten kendiliğinden düşüp kopacak ve vücuttan ayrılacaktı.
İşte AKP, böylesine kabuk bir iktidardı. Hem kendileri iktidara taşıdıkları ve yararlandıkları için dış güçler avutulup zaman kazanılmaktaydı, hem de toplum bünyesinde açılan derin yaraların kısmen tedavisine fırsat sağlanmaktaydı. Gerçi bu arada daha başka sosyal ve ekonomik tahribatlar da yapılmaktaydı ama, tarihi hesaplaşmanın alt yapısı da bu kabuk altında hazırlanmış olmaktaydı.
İHA’lar-SİHA’lar, roketatarlar gibi Milli Savunma sanayiinde ve savaş teknolojisinde çok önemli atılımlar bu kabuk yönetim sayesinde başarılmış, Rahmetli Erbakan Hocamızın temel çizimlerini ve alt yapı tesislerini hazırlayıp ilgili makamlara teslim ettiği projeler geliştirilip üretilmeye başlanmıştı. Ve tabi zalim güçlerle yaşanacak tarihi hesaplaşma öncesi, artık bu kabuk iktidarın kendiliğinden, doğal sebepler ve normal yöntemlerle düşmesi de kaçınılmazdı. Çünkü hiçbir güç kaderin önünde duramazdı ve bu marazlı kafalarla büyük hesaplaşma yapılamazdı.
Gerhard Schröder’in Türkiye Uyarıları!
Eski Almanya Başbakanı ve Rothschild Yatırım Bankasının danışmanı Gerhard Schröder, ‘Son Şans’ adlı yeni kitabında Türkiye ile ilgili önemli siyasi değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Kitabında, yeni bir dünya düzeni kurulmasının Batı’nın son şansı olduğunu ifade eden Gerhard Schröder, “Avrupa’nın hoşuna gitsin gitmesin, Türkiye Doğu Akdeniz’de artık yadsınamaz hâkim güç” tespitini yaparak Avrupa’nın bu gerçeği kabul etmesi gerektiğini vurgulamıştı.
Almanya’da Başbakan Angela Merkel’den önce iki dönem bu koltukta oturan Sosyal Demokrat Partili (SPD) Gerhard Schröder (77), siyasi görüş ve açıklamalarıyla halen gündem oluşturan bir politikacıydı. Schröder; New York, Oxford ve Londra Üniversitelerinde ders veren tarih profesörü Gregor Schöllgen ile birlikte yeni bir kitap yayınlamıştı. DVA yayınevinden çıkan ‘Letzte Chance’ (Son Şans) adlı kitap dünya çapındaki krizlere yoğunlaşmıştı. Kitapta, yeni bir dünya düzenine ihtiyaç duyulduğu vurgulanmış ve bunun Batı için son şans olduğu hatırlatılmıştı. Kitabın sonunda Türkiye, Rusya ve Çin’in dünya politikasında önemli birer aktör olduğuna işaret edilerek: “Batı her zaman yaptığı gibi onlara Soğuk Savaş mantığıyla davranırsa kaybeder. Biz Avrupalıların hoşuna gitsin ya da gitmesin, Türkiye Doğu Akdeniz’de artık yadsınamaz hâkim güç.” itirafları yer almıştı.
Türkiye’nin bugün Batı’ya ters düşmesinin 1952’den beri üyesi olduğu NATO’nun ve Türkiye’yi hiç istemeyen Avrupa Birliği’nin yanlış politikalarının bir sonucu olduğu savunulan kitapta şu görüşler aktarılmıştı: “Biz Avrupalılar, özellikle de Almanlar, onlarca yıldır bu ülke ve insanlarına karşı kendini beğenmiş ve aşağılayan bir tavırla davrandık. Avrupa Ekonomi Topluluğu ve Türkiye’nin 1963 yılında ortaklık anlaşması imzalamasından bu yana hiç kimse, Türkiye’ye Almanya kadar sık üyelik perspektifi açmadı. Ama SPD-Yeşiller koalisyonunun son dönemi hariç bunların hiçbiri, samimi değildi. Elbette Almanya’nın arka planda göç ve mülteci hareketlerini düşünerek 1980’de getirdiği vize rejiminin kaldırılması itinayla tartılmalı. Ama devamlı oyalama taktiği kabul edilemez… Hem vize serbestisi için onlarca şartın yerine getirilmesini istemek, hem AB’ye üyelik müzakerelerinde önemli ilerlemeleri ya da Gümrük Birliği’nin güncellenmesini ertelemek, seni istemiyoruz demektir. Ankara’nın Irak, Suriye, Libya ya da Dağlık Karabağ’da savaşmasını bazı haklı gerekçelerle kınayan biri, o zaman Türkiye’ye savaş bölgelerinden gelen mültecilerin AB’ye geçmesini engellemesi için bir ödeme de yapmamalı. Artık olmayan Batı’nın, yeri gelince her fırsatta dile getirdiği değerleriyle bu politika bağdaşmıyor. Ve bu politika iflas etmeye mahkûmdur. Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra iş başına gelecek bir hükümetin, Türkiye’nin dış politikasını temelden gözden geçireceğini ve Doğu Akdeniz’de yeni güç durumundan vazgeçeceğini düşünmek dünyadan bihaber olmak demektir. Türkiye bunu yapamaz. Türkiye’nin politikası ve savaşı onların görüşünce Batı’nın tehditlerine bir karşılık içindir. Bu nedenle Batı olarak Erdoğan’dan yararlanmak gerekir.”
Ankara’nın İncirlik ve Kürecik Kozları
Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye’ye yönelik ‘Ekonominizi çökertiriz’ tehdidini Türkiye’nin çok şaşırtıcı bir tarzda ve soğukkanlılıkla karşıladığına değinilen kitapta şu yorum yapılmıştı:
“Birincisi Türkiye’nin buna karşı şu veya bu şekilde baskı araçları vardı. Amerikan ordusu İncirlik Üssü’ne ve Kürecik’teki radar üssüne bağımlıydı. İkincisi Türkiye artık dikkate değer bir silah sanayisine sahip bulunmaktaydı. Türk firmaları helikopter, tank ve İsrail gibi çok az ülkenin sahip olduğu insansız hava araçları (İHA) geliştiriyor, üretiyor ve satıyordu. Gerçi motor tekniğini hâlâ yabancı ülkelerden tedarik ediyorlar ama etkili silah sistemleri Dağlık Karabağ’da, Suriye’de, Irak’ta ve Libya’da kullanımdaydı. Ankara’nın silah sanayisi ve bölgedeki birçok ülkenin bu silahlara bağımlılığı, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de bölgesel güç olma hedefine hızla yaklaştırıyordu. Ve bu kaçınılmaz olarak dünyanın en eski ve en çatışmalı kriz bölgesi Yakın Doğu’yu etkiliyordu.”[1]
Evet Haçlı Siyonist Gerhard Schröder’e göre; Erdoğan sonrası Türkiye, Batı için büyük bir tehdit ve tehlike arz etmektedir!
Maduro’nun açıklamaları anlamlıydı!
İşte bu nedenle Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkeye ziyaretine ilişkin yaptığı açıklamada “İşbirliğimiz yeni dünyayı inşa etmeye devam etmemizi sağlayacak” mesajını paylaşmıştı. Nicolas Maduro, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkeye ziyaretine ilişkin Twitter’dan açıklama yaparak, Erdoğan’ın ziyaret görüntülerinin bulunduğu bir video da paylaşmış ve Türkiye Venezuela ilişkilerinin önemini vurgulamıştı. Maduro, “2020 yılı sonrasında ekonomik konuların sağlam temeller üzerine oturması ve inşasının hızlanması için Türkiye ile kardeşlik ilişkileri geliştirdik. İşbirliğimiz yeni dünyayı inşa etmeye devam etmemizi sağlayacak” ifadelerini kullanmıştı.[2]
İnşaallah Türkiye; her din ve düşünceden, farklı kültür ve kökenden tüm insanlığın barış ve bereket içinde yaşayacakları: Akıl, bilim, vicdan ve Kur’an kaynaklı bir ADİL DÜZEN Medeniyet devrimine öncülük yapacaktı. Ama bu kutlu değişim ise, Batı taklitçisi ve işbirlikçi iktidarlar eliyle değil, Milli Görüş’le pişmiş ve Milli Çözüm’le yetişmiş kadrolar yönetiminde başarılacaktı!..
Savunma Sanayinde Dudak Uçuklatan Atılımlar:
Türk savunma sanayisinde farklı alanlarda geliştirilen yetenekler, askeri ve sivil ihtiyaçların karşılanması amacıyla artık aynı sistemde kullanılmaktaydı. EMT Savunma ve Havacılık Genel Müdürü Mehmet Can Küçük, AA muhabirine yaptığı açıklamada, EMT Elektronik markasıyla 34 yıldır güvenlik güçleri ve yurt dışındaki kullanıcılara çözümler sunduklarını vurgulamıştı. Yani 1987’den beri Erbakan projeleri adım adım uygulanmaktaydı.
Kazandıkları tecrübelerle tasarım, mühendislik, sistem entegrasyonu ve üretim kabiliyetlerini EMT Savunma ve Havacılık ile yeni bir aşamaya taşıdıklarını ifade eden Küçük, ilk olarak dünyada yeni gelişen teknolojilerden kablolu gözetleme ve haberleşme sistemlerine odaklandıklarını aktarmıştı. Küçük, bu teknolojilerdeki en büyük özelliğin kablo güdümüyle enerji ve veri trafiği sağlayıp, “kablo güdümlü gözetleme ve haberleşme aracının” 100 metre irtifada 7 gün 24 saat görev yapması olduğunu açıklamıştı. Küçük, sistem için halihazırda en yüksek taşıma kapasitesine sahip cihazı kullandıklarını, bu sayede 11 kilograma kadar yük taşınabildiğini, böylece çeşitli kameralar, haberleşme birimleri ve röleleri, anten grupları gibi farklı faydalı yükleri sistemle kullanabildiklerini hatırlatmıştı.
Farklı Amaçlarla Kullanım Testi Başarıldı.
Bu sistemin; platform, gözetleme ve haberleşme sistemi ile taşınan faydalı yüklerden meydana geldiği unutulmamalıydı. Oluşturdukları konfigürasyonda ASELSAN’ın Atmaca elektrooptik gözetleme sistemleri yer almaktaydı. Kullanıcının operasyon alanına intikal ettikten sonra 1 dakikada 100 metre irtifaya ulaşıp araç içinden çıkmadan sistemi kullanılabildiği bir hızla tasarlanmıştı. Bunun hem personel hem de operasyonel güvenliği sağladığını vurgulamak lazımdı. Bu sistemde kullanılan hava platformunun bir drone olmadığı için pilotaja gereksinim duyulmadığını ve kablo güdümlüyle kara aracının bir bileşeni olarak değerlendirildiğini de hesaba katmalıydı.
Apus’un farklı savunma sanayisi şirketleri ve sivil doğal afetle mücadele birimleri tarafından denendiği de aktarılmıştı!
Bu sistemle kara ve deniz platformlarında görev yapılabilmektedir. Kara platformlarına yönelik uygulamaların bir örneği Otokar’ın Ural aracıyla denenmişti. Ural zor ve tehlikeli saha koşullarında operasyon kabiliyeti sağlayabilmekteydi. Araç 4×4 kabiliyetiyle jeneratör, akıllı vinç ve haberleşme gözetleme sistemimizin yükünü taşıyarak, müşterinin can güvenliğini üst seviyede gözetmekteydi. İstenirse tüm bu sistemler sivil bir araç platformuyla da kullanılabilirdi. Sivil amaçla sabit olarak ya da ticari bir araca monte edilerek görev yapabilirdi. Kullanım konsepti müşteri istekleriyle değişebilmektedir. Deniz platformuyla adalar gözetlenebilir, limanlar gözetlenebilir, göçle mücadelede de kullanılabilirdi.
ABD ve İsrail’in devri artık kapanmaktaydı. Tarihi büyük kırılmayı Türkiye başlatacaktı!
S/İHA pazarının yüzde 80’inin ABD ve İsrail tarafından kontrol edildiğini dile getiren uzmanlar, Türkiye’nin büyük kırılmayı başlatacağını, Çin ve Rusya’nın da destek çıkacağını konuşuyorlardı.
Kriter Dergisi’nde; ‘Türkiye’nin AKINCI’sı ve Bölgesel Hava Muharebe Dengesi’ başlıklı bir makale kaleme alan F. Halit Yolcu, yazısında Türkiye’nin hava savunma sistemlerini 2000 yılından itibaren güçlendirmeye çalıştığını belirtip, uluslararası camialar tarafından Türkiye’ye yönelik örtülü ambargolar uygulandığını hatırlatmıştı. Türkiye’nin bugün itibariyle günlük terör operasyonları yürüten tek ülke olduğunu dile getiren Yolcu, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda sınır güvenliğini tamamen İHA’larla sağlayan bir ülke konumuna ulaşacağını aktarmıştı. Akıncı TİHA’nın Türkiye’ye getirdiği en büyük kazanımın, insansız hava araçları sektöründe dışa bağımlılığın yüzde 5 seviyelerine düşürülmesi olduğu vurgulanarak, “ABD, Çin ve İsrail gibi devletler günümüz itibarıyla S/İHA ve TİHA ihracatlarında önemli kazanımlar elde etmektedir. S/İHA pazarının günümüz itibarıyla yüzde 55’i ABD ve yüzde 25’ten fazlası da İsrail tarafından kontrol edilmektedir. Türkiye’nin bu anlamda oluşturabildiği alternatif ithalat destinasyonları savunma sanayi sektöründe büyük bir kırılmanın başlangıcını teşkil edebilir” ifadeleri kullanılmıştı.
Evet, Akıncı TİHA, Türkiye için önemli bir hava taarruz kabiliyetidir; ihracat pazarında bölge devletlerine karşı masada bir diplomatik koz olarak kullanılabilecek bir insansız silah sistemidir. Akıncı TİHA’nın ve bu gibi insansız sistemlerin ABD’nin Predator İHA platformu gibi denizlerde, karada ve hava operasyonlarında kullanılabilecek kabiliyetleri olması da bu sistemin en büyük zenginliklerinden birisidir. Akıncı TİHA 6 Aralık 2019’da aslında yer testleri için Çorlu Havalimanı pistlerine çıkmışken dikkat çekmişti. Peki, Türk mühendislerini, halkını ve uluslararası savunma sanayi taraflarını bu kadar heyecanlandıran bu projenin temel özellikleri, kapasitesi, yerel ve bölgesel yansımaları nelerdir? Hava muharebesinin giderek daha otonom bir yapı kazandığı bu dönemde Türk mühendisliğinin bir ürünü olan bu insansız savaşan hava aracının, Türkiye’nin sert gücüne katacağı kapasite yerel ve bölgesel denklemlerde göz ardı edilemeyecek bir çarpan etkisi meydana getirecektir. Baykar TİHA’nın (Taarruzi İnsansız Hava Aracı) rakiplerine göre mukayeseli avantajlarını ve geliştirilebileceği noktaları tespit etmek ülkesel ve bölgesel boyutta gelecek 10 yılda yaşanacak değişimlerden birisini de kavramayı kolaylaştırabilir.
Artık Türkiye, Dünyada 6 ülkeden biri konumundaydı!
2016’da proje bilgi ilanı gerçekleştiren Savunma Sanayi Başkanlığı (SSB), Türkiye menşeili firmaların 4,5 tonun üzerinde maksimum kalkış ağırlığına sahip ve milli sistemlere sahip bir insansız hava aracı üretileceğini belirtmişti. TAI ve Baykar’ın yaptığı teklifler, ön plana çıkmış ve Ocak 2018’de bu proje için Baykar Makina A.Ş. görevlendirilmişti. Baykar Makine, SSB’nin bu proje için belirlediği alt sınırlarla yetinmek yerine, Türk mühendisliğinin ve şirket kapasitesinin en üstüne çıkmayı hedefleyen bir proje takvimi belirlemişti. Bu anlayış ve idealizm sonucunda da Türkiye bin kilogramdan fazla faydalı yüke sahip MALE (orta irtifa-uzun havada kalma) sınıfı İHA üreten 6 ülkeden (ABD, İsrail, Rusya, Çin, BAE ve Türkiye) birisi oluvermişti.
Akıncı TİHA’nın insansız hava araçları kategorilerinden hangisine girdiğini kesin olarak söylemek gerekirse, Akıncı’nın tipik bir MALE İHA’dan servis tavanı ve azami irtifa (9-12 km.), faydalı yük kapasitesi, maksimum kalkış ağırlığı ve harekât menzili açısından ayrıştığını ancak MALE (yüksek irtifa-uzun havada kalma) sınıfı İHA’lara nazaran daha düşük irtifada ve daha kısa sürede havada kaldığı bilinmektedir. Bu açıdan, Akıncı’yı en iyi tanımlayan ifade belirli görevleri yerine getirmek amacıyla savunma sektörünün veya üretici ülkenin taarruzî ihtiyaçlarını, kendini de koruyarak karşılayan hava araçları için kullanılan TİHA kategorisidir.
Türkiye’nin Talepleri Ambargolarla Engellenmeye çalışıldı!
Türkiye 2000’lerin başından bu yana hava muharebe unsurlarını ve kapasitesini arttırmayı amaçlamış, ancak bu talepler uluslararası camiada örtülü bir ambargo ile engellenmişti. Türkiye’nin henüz muharip uçak üretecek teknolojiye sahip olmayışına en büyük çözüm, İHA üreticileri olan TAI ve Baykar Makina AŞ’den gelmişti. 2010 sonrası geliştirme ve üretim süreçleri tamamlanan TB2 Bayraktar, Anka, Aksungur ve Akıncı hava araçları ile Türkiye, taktik keşif ve taarruz kapasitesinde öngörülen düşüşün görünürlüğünü ciddi anlamda azaltmayı becermişti. Akıncı TİHA’nın Türkiye’nin kara savunmasına ve kaza kırım riski yüksek operasyonlarda sunacağı avantajlar, bu platformun Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) için ne anlama geldiğini gösterecektir. TSK’nın 2014 sonrası angajmanlarının neredeyse tamamı devlet dışı silahlı aktörlere karşı gerçekleşmiştir. Doğu Akdeniz ve Ege’de Yunanistan unsurları ile zaman zaman yaşanan gerilim süreçleri ve 2020’deki Suriye rejimine bağlı unsurlara yönelik İdlib’deki harekât dışında güncel tehditlerin tamamı bölgedeki hareketlilik kabiliyeti yüksek devlet dışı aktörlerden kaynaklandığı bilinmektedir. Devlet dışı silahlı aktörler-devlet çatışmaları ise günümüz itibarıyla yoğun bir insansız teknoloji kullanımı gerektirmektedir. Bu açıdan Bayraktar TB2 gibi 150 kilogram faydalı yük kapasitesine sahip bir taktik İHA ile bile sınır ötesi bağlamda PKK, YPG, DEAŞ, Suriye rejimi ve Dağlık Karabağ savaşında oluşturulan etki düşünüldüğünde Akıncı’nın ne denli bir potansiyele sahip olduğu tasavvur edilebilir.
Türkiye, Günlük Terör Operasyonu Yürüten Tek Ülke Konumundaydı!
Günümüz itibarıyla, neredeyse günlük bazda terör operasyonları yürüten tek ülke Türkiye’dir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin standartların dışında güvenlik ihtiyaçları/talepleri ve sınır içi ve ötesi operasyonlarda elde edilen tecrübeler ışığında, Akıncı gibi doğrudan taarruzi hedefleri olan bir platform geliştirilmiştir. Türkiye önümüzdeki birkaç yıl içerisinde sınır güvenliğini tamamen İHA’larla sağlayan bir ülke konumuna gelecektir. Sınıra yakın bölgelere yönelik gerçekleşen sınır ötesi operasyonlarda özellikle hedef topraklardaki hava savunma unsurlarından kaynaklanan tehditler, İHA’ların angajman menzilini ve öz koruma kabiliyetlerini ön plana sürmektedir. Akıncı TİHA’nın Türkiye’ye getirdiği en büyük kazanım insansız hava araçları sektöründe dışa bağımlılığın yüzde 5 seviyelerine düşürülmesidir. Akıncı TİHA, 2 bin 500 kilometrelik taarruz yarıçapı, elektronik haberleşme, engel tespit kabiliyeti, BLoS (beyond-line-of-sight/görüş ötesi) keşif ve izleme yetenekleri ve çağdaş bir AESA radarı ile bu görevleri sürekli olarak güvenilir ve güvenli bir şekilde yerine getirme potansiyeli olan bir platform. Akıncı TİHA’nın 450 kilogram dahili faydalı yükle gerçekleştireceği uçuşlarda elektronik harp saldırıları haricinde yüksek bir korunmaya sahip olacağını da söylemek gerekir.
Türkiye, Büyük Kırılmayı Başlatacaktır!
Ancak bu platformun sunduğu imkânlar Türkiye sınırlarından çok, bölgesel ve küresel anlamda ülkeye değer katacak niteliktedir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika özelinde iç savaşların giderek yoğunlaşması beraberinde artan bir devlet dışı silahlı aktör tehlikesi getirmektedir. Bu tür aktörlerle mücadele eden devletlerin insansız silah sistemlerine olan talebinde 2010’dan bu yana yüzde 400’ün üzerinde artış gözlemlenmiştir. Bu değişimi bir fırsat olarak gören ABD, Çin ve İsrail gibi devletler günümüz itibarıyla S/İHA ve TİHA ihracatlarında önemli kazanımlar elde etmektedir. BAE gibi güçlü bir savunma sanayisi olmayan bir ülke dahi Nijerya ve Cezayir’e Yabhon United TİHA’larını ihraç etmektedir. Öte yandan Çin günümüz itibarıyla S/İHA satışında ABD’nin en büyük rakibi haline gelerek fiyatlama özelinde rekabet edilemeyecek düzeyde sistemler üretmektedir. Türkiye’nin güvenilir, bakım-onarım ve ömür boyu yönetim sistemleri dünya standartlarında olan bir TİHA’yı ihracata açması bu alanda büyük bir kazanım demektir. Nitekim S/İHA pazarının günümüz itibarıyla yüzde 55’i ABD ve yüzde 25’ten fazlası da İsrail tarafından kontrol edilmektedir. Türkiye’nin bu anlamda oluşturabildiği alternatif ithalat destinasyonları savunma sanayi sektöründe büyük bir kırılmanın başlangıcını teşkil edebilir. ÇİN de ekonomik ve stratejik çıkarları açısından bunu destekleyecektir.
Bölgesel Güç Denklemi Türkiye Lehine Değişmiş Olacaktır!
İhracat pazarındaki değişimin yanında Akıncı’nın envantere girmesiyle birlikte bölgesel güç denklemi de Türkiye lehine değişmeye devam edecektir. Akıncı TİHA’nın Ege Denizi’nde ve Doğu Akdeniz’de önemli taktik keşif görevleri yerine getirmesini bekleyebiliriz. Hava-hava füze platformları Gökdoğan ve Bozdoğan’ın da sistem entegrasyonunun tamamlanmasıyla bu “uçan balık”, rakip hava güçleri için bir tehdit oluşturacaktır. Salvo bombardımanı (bütün bombaları aynı anda bir hedefe güdümleyerek ateşleme) yapan, bombardıman uçuşlarından dönen ve 2000 öncesi üretilmiş uçakların neredeyse tamamı Akıncı’nın hedefinde olabilecektir.
Akıncı TİHA Diplomatik Koz Olarak Kullanılacaktır!
Akıncı’nın Türkiye’nin hava muharebe gücünü arttıracağı yönündeki olumlu tabloya bakarak bu platformun bir savaş uçağı alternatifi olduğunu sanmak yersizdir. Çünkü Modern 5. ve 6. jenerasyon muharip uçaklar çok daha yüksek irtifalarda, yüksek hızlarda, öz-savunma kabiliyetleri yüksek ve hava-hava angajmanında avantajlı sistemlerdir. Bu anlamda Akıncı TİHA’nın böyle platformlarla aynı sınıfta değerlendirilmesi veya bunların yerini alabileceğini söylemek bu platforma 2-3 beden büyük bir gömlek giydirilmesi gibidir. Ancak Akıncı TİHA, Türkiye için önemli bir hava taarruz kabiliyeti yüklenecek, ihracat pazarında bölge devletlerine karşı masada bir diplomatik koz olarak kullanılabilecek bir insansız silah sistemidir. Akıncı TİHA’nın ve bu gibi insansız sistemlerin ABD’nin Predator İHA platformu gibi denizlerde, karada ve hava operasyonlarında kullanılabilecek kabiliyetleri olması bu sistemin en büyük zenginliklerinden birisidir. Türkiye, Ortadoğu bölgesel güvenlik kompleksinin bir parçası olduğundan bizim ihtiyaçlarımızı karşılayan sistemler, bölgedeki dost ülkelerin de ihtiyaçlarını büyük ölçüde karşılayarak bir talep oluşturabilecektir. Bu bağlamda en yakın ihracat noktalarının ise Katar, Suudi Arabistan, Libya, Tunus ve Azerbaycan ile bölge dışından Ukrayna ve Macaristan olduğu söylenebilir. Batı menşeili ürünlere bağımlılığı yüzde 5 seviyesinde olan bir insansız hava aracı platformu hem statükoyu rahatsız edecek hem de güvenlik boyutunda sürekli taciz edilen Türkiye’ye daha güvenli bir atmosfer sunabilecektir.[3]
Karadeniz Karıştırılmaya Başlanmıştı!
Emekli amirallerin bildiri yaygarası ve Montrö tartışmaları derken Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan kriz gündemin bir adım gerisinde kalmıştı. Oysa tartışmaları ateşleyen Karadeniz’de yaşanan bu olağandışı gelişmeler olmaktaydı. Kamuoyu bu olayların Türkiye’yi etkileme derecesini ve sorunun tehlikeli boyutlarını tam anlamıyla kavrayamadı. Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelensky’nin ani ziyareti ister istemez iki ülke arasında yaşanan sorunda Türkiye’yi merkez ülke konumuna taşımıştı. Aynı zamanda Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar´ın Zelensky’nin heyetinde bulunan mevkidaşı Savunma Bakanı Andrey Taran ile görüşmesi de ilginç ve anlamlıydı. Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Zelensky arasındaki görüşmenin 3 saat sürmesi ayrıca dikkatlerden kaçmamıştı.
Hatırlanacağı gibi 18 Mart 2014’te Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesine tepki olarak AB Ukrayna ile 21 Mart’ta geçici Başbakanı Arseniy Yatsenyuk’u muhatap alarak ortaklık anlaşması yaptı. Rusya tarafından doğrudan desteklenen Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç bu anlaşmayı askıya aldı ve ortalık karıştı. Yanukoviç bu kararının ardından tepkiler sonucu Rusya’ya kaçtı. Tartışmalı bir referandum kararı ile Kırım Rusya’ya bağlandı. Ancak Kırım Baltık Denizi’ne kıyı Polonya ve Litvanya arasında kalan Kaliningrad gibi Rus ana karasından kopuk ve uzaktı. Kaliningrad’ı Rusya’ya sadece demiryolu bağlıyordu, Kırım’ı ise Azak Denizi’ndeki Kerç Boğazı’na inşa ettiği köprü ile ana karaya bağladı. Rusya şimdi iç karışıklıkların ayyuka çıktığı Donbass bölgesini ele geçirerek Kırım’ı daha güvenli hale getirmeyi amaçlamıştı. Çünkü Rusya Kırım’daki Sivastopol Limanı’nı Karadeniz hâkimiyeti için hayati derecede önemli saymaktaydı. Bu arada Sivastopol’ün; Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na girmesinin sebebi -Yavuz ve Midilli zırhlılarının bombaladığı liman- olduğunu da unutmamak lazımdı.
Tam da bu gelişmelerle birlikte Türk Dışişleri Bakanlığı Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 2 savaş gemisinin Karadeniz’e geçişi için bildirimde bulunduğunu açıklamıştı. Bu talebin Montrö Sözleşmesi’ne uygun olarak yapıldığı vurgulanmıştı. Aynı zamanda Türkiye üretimi olan Bayraktar – TB2 dronelarının Donbass bölgesinde uçuş gerçekleştirdiği ve Rus ordusuna ait üslerin lokasyonlarını tespit ettiği ajanslara yansımıştı. Sonuç olarak Türkiye Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını tanımamıştı, doğru yapmıştı; ancak şimdi cevaplanması gereken sorular şunlardı: Türkiye bu çatışma alanında doğrudan taraf olursa hedeflerine ulaşacak mıydı? ABD’ye güvenerek yola çıkarsa Suriye’deki gibi bir tuzağa çekilme ihtimali var mıydı? Rusya ile Ukrayna arasında resmi açıklamalara yansıyan müzakere çağrısı için ciddi olarak bir efor ortaya koymak, Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını koruması ve Kırım ile ilgili kaygılarından kurtulması adına daha doğru bir yol haritası olmaz mıydı? Karadeniz’de kalıcı olmak için fırsat kollayan ABD’nin önünü açma girişimleri yüz yıl önce yaşananların başka bir açıdan tekrarı anlamını taşımaz mıydı?[4]
Dikkat çeken ziyaret: NATO’dan Rusya’ya gözdağı!
Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan krizin had safhaya ulaştığı dönemde, NATO Askeri Komite Başkanı Stuart Peach, Lviv şehrine kritik bir ziyarette bulunmuşlardı. Ukrayna’nın Donbass bölgesinde ateşkes süresinin dolmasından sonra bölgede ciddi askeri hareketlilik başlamıştı. Rusya, Ukrayna sınırı boyunca tam 28 taburunu yerleştirirken, askeri sevkiyatlarını arttırmaktaydı. Böylece Kırım’ın ilhakı ile iki ülke arasında yaşanan gerginlik bir kez daha had safhaya ulaşmıştı.
Tüm bu gelişmelerin ışığında NATO’dan dikkat çeken bir ziyaret yapılmıştı. NATO Askeri Komite Başkanı Orgeneral Stuart Peach, Ukrayna Genelkurmay Başkanı Ruslan Homçak ile Lviv şehrinde buluşmuşlardı. Ukrayna Ordusundan yapılan açıklamaya göre, görüşmede Peach ve Homçak, Ukrayna ve bölgedeki güvenlik durumunu ele almışlardı. NATO standartları kapsamında Ukrayna ordusunda reform sürecinin görüşüldüğü toplantıda, Peach, örgütün Ukrayna’ya desteğinin devam edeceğini açıklamıştı. Homçak da ziyaretin stratejik ortaklığa verilen önemi gösterdiğini ifade ederek, NATO ve Ukrayna ordusu arasındaki ilişkilerin ivme kazandığını vurgulamıştı!
ABD’den Rusya’ya yaptırım kararları: Diplomatlar da sınır dışı!
ABD yönetimi, Rusya’nın ABD Başkanlık seçimlerine müdahale ettiği iddiasıyla Moskova’ya yeni yaptırımlar açıklamıştı. Buna göre 10 Rus diplomatın sınır dışı edilmesinin yanı sıra çeşitli kurum ve kuruluşları yaptırım listesine katmıştı. Son günlerde ABD basınında geniş biçimde yer alan Rusya’ya yeni yaptırımlar uygulanacağına dair haberlerle ilgili Beyaz Saray’dan resmi açıklama yapılmıştı. “Joe Biden yönetimi, Rus hükümetinin ve istihbarat servislerinin ABD’nin egemenliğini ve çıkarlarını hedef alan eylemleri nedeniyle Rusya’ya karşı önlemler alıyor” denen açıklamada 10 Rus diplomatın sınır dışı edileceği vurgulanmıştı.
Kırım işgali de yaptırım listesine alınmıştı:
Beyaz Saray, 16 tüzel ve 16 özel kişiye Rusya hükümetinin 2020 Başkanlık seçimlerini etkileme girişimlerini uygulamanın yanı sıra çeşitli dezenformasyon ve müdahale eylemlerinde bulundukları iddiasıyla yaptırım uygulandığını açıklamıştı. Bu arada ABD Hazine Bakanlığı’nın açıklamasına göre; Kırım yarımadasını fiziksel olarak Rusya’ya bağlayan Kerç Köprüsü’nün yapımında yer alan şirketler ve bazı Kırımlı yetkililer yaptırım listesine katılmıştı. Listede Kırım İçişleri Bakanı Pavel Karanda, Kırım Mülk ve Toprak İşleri Bakanı Larisa Kuliniç, FSB Kırım ve Sivastopol Şefi Leonid Mihayluk, Rusya Soruşturma Komitesi Kırım Cumhuriyeti Ana Soruşturma Dairesi Başkanı Vladimir Terentyev’in yanı sıra 3 Rus şirketinin Kırım’ın devam eden ilhakı iddiasıyla yer aldığı vurgulanmıştı.[5]
Bu arada ABD, Afganistan’dan askerlerini tamamen çekme kararı almıştı. Anlaşılan Karadeniz ve Akdeniz’de yoğunlaşacaktı!
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’dan sonra ABD Başkanı Joe Biden da Afganistan’daki Amerikan askerlerinin 11 Eylül’de ülkeden tamamen çekileceğini açıklamıştı. Antony Blinken ile ABD Savunma Bakanı (Pentagon) Llyod Austin konuyu Brüksel’de NATO müttefiklerine de açmıştı. Blinken’in: “Afganistan’daki güçleri eve geri getirme vakti geldi. Müttefiklerimizle, NATO Genel Sekreteri’yle baştan beri tesis ettiğimiz ilke üzerinden yakın çalışmak için buradayım; yani birlikte girdik, birlikte uyum sağladık, birlikte çıkıyoruz” açıklamaları üzerinde durmak lazımdı.
ABD Başkanı Joe Biden de, Afganistan’daki askerlerin geri çekileceğini açıklamıştı. Biden, çekilmenin 1 Mayıs’ta başlayacağını 11 Eylül’de ise sona ereceğini vurgulamıştı. Afganistan’da 2500 ABD askeri bulunmaktaydı. NATO kapsamında ise 9500 asker vardı. 600 kadar da Türk askeri buradaydı. İngiliz haber ajansı Reuters’e konuşan üst düzey bir NATO diplomatı ise, Biden’in 11 Eylül’de ABD güçlerini tümüyle çekme planına hiçbir müttefik ülkenin karşı çıkmasının beklenmediğini aktarmıştı.
ABD eski Başkanı Donald Trump döneminde masaya oturan, bazı konularda anlaşan Afgan hükümeti ve Taliban, barış görüşmelerini yürütmeye çalışmışlardı. Rusya’daki son görüşmede Taliban, görüşmelerin devamı için Amerikan askerlerinin Afganistan’dan çekilme şartını koşmaktaydı. Bir sonraki toplantı, 24 Nisan-4 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da yapılacaktı. Taliban’ın Katar’daki Siyasi Bürosu Sözcüsü Muhammed Naim Vardak, yabancı güçler ülkeden çekilmeden Afganistan konulu hiçbir konferansa katılmayacaklarını hatırlatmıştı.
Acaba ABD, Rusya’ya karşı Karadeniz ve Akdeniz’de yoğunlaşmak için mi bu kararı almıştı? ABD için, 2 Bin Kayıp, Trilyonlarca Dolarlık Harcama sonucu, Afganistan’dan çekilme kararı bir 2. Vietnam olmasındı?
[1] Basın / 03.02.2021
[2] CNN / 04.12.2018
[3] 17.04.2021 / Haber7
[4] 13.04.2021 / mustafakaya@milligazete.com.tr
[5] Haber7 / 15.04.2021
Armageddon Yaklaşmaktaydı
Tüm olaylar beklenen zafer müjdesinin ayak sesleri gibiydi. Karadeniz, Akdeniz, Egede başımıza örülmeye çalışılan şer çorapları sonucu belkide çok hayırlı olacak neticelere gebe olacaktı. Aziz Erbakan Hocamızın teknolojik harikaları tüm dünyaya korku salmaktaydı. Türk ordusu stratejik noktalara konuşlanmış ve gardını almıştı. Yapılacak ani bir hamleye reaksiyon gösterecek kabiliyet en fazla bizim ordumuzda bulunmaktaydı. Şimdilik tek sorun Orduya Kıbrısta olduğu gibi GİR emrini verecek yerli ve Milli Erbakan gibi bir lidere ihtiyaç vardı. İnşallah yakında yaşanacak büyük devrim değişime yön verecek Milli Çözüm hükümeti mutlaka kurulacaktı. Zaten başka bir alternatif olabilecek kimse bulunmamaktaydı. Yıllardır çizgisini değiştirmeden Kur’ani hakikatleri bize sürekli hatırlatan Milli Çözüm ve Şahsi manevisi Ahmet Akgül üstadımız hiç yanılmamıştı. Armageddon tüm hazırlıklar yapılmıştı. Kutlu zaferin arefesinde Zafer marşları çalınmaya başlamıştır. Elbette bu hükumet ayakları sallanmakta yara üzerindeki kabuğun düşmesi an meselesiydi.
İMHAL EDER FAKAT…
Devran benimdir ferman benim,hep böle gider
Sonu yok iktidarımın,sandın da aldandın
Zalimle iş tutan hain,akıbet çok beter
Siyon kullanır atar,vefası mı var sandın!..
Bazan fasıkı bile,kendisi bilmese de
Hakka hizmet ettirir,kendi istemese de
Bekle kabuk dökülür,tahmin edilmese de
Hak imhal eder fakat,ihmal eder mi sandın!
Son Durak
Kazdığınız kuyuya düşeceksinîz
Çaresiz kalıp foyaları döküleceksiniz
Hainliği bedeli ne ise yaşayacaksınız
Çünkü beddua almanın sonu yamandır
Son kullanma tarihinìz çoktan geçmìştir
Bir bir hesap verip yıkılâcaksınız!
Son evreye, kurtların birbirini yeme evresine gelindi…
Hikaye bu ya:
“Bir zamanlar şehrin birinde kanalizasyon altyapısı olmadığından, foseptik kuyularla vaziyet idare edilirmiş. Bir sıkıntıdan dolayı foseptik kuyuları tamamen dolmuş ve şehir yaşanmaz hâle gelmiş. Salgın hastalıklar baş göstermiş… Şehrin ileri gelenleri bu duruma çare bulabilmek için seferber olmuş. Tavsiye üzerine kendi hâlinde yaşayan bir adamın kapısını çalan heyet vaziyeti anlatmış…
Adam heyete demiş ki; – Büyükbaş hayvan ciğerini bu foseptik kuyularına atın… On gün sonra açıp bakın, meselenin çözülmüş olduğunu göreceksiniz… [i][b]Lakin asla on günden önce açmayın…[/b][/i]
-Heyettekiler, tüm şehre bu bilgiyi yaymış… İnananlar buna uymuş… İnanmayanlar ise uymamış… [b][i]Sonuçta on gün sonra foseptik kuyularını açanlar, gözlerine inanamamış…[/i][/b] Çünkü kuyuların boş olduğunu görmüşler… Heyet yeniden adamın kapısını çalmış ve durumu izah ettikten sonra işin sırrını sual etmişler…
Adam, heyete demiş ki;
– Foseptik çukuruna attığınız büyükbaş hayvan ciğeri çok çabuk kurtçuklanır…
Kurtçuklar da foseptik yer… Çünkü kurtçuklar yedikçe çoğalır…
Beşinci gün kurtçuklar kuyudaki foseptiği yer ve bitirir… [b][i]Eğer, kuyuları beşinci gün açsaydınız, kurtçuklarla dolu olduğunu görürdünüz…[/i][/b] Bu defa kurtçuklarla hiç baş edemezdiniz…
Oysa, beşinci günden sonra kurtçuklar yiyecek bir şey bulamaz…
Bu defa onların ikinci özelliği devreye girer, o da birbirlerini yemeleridir…
Ve beşinci günden itibaren kurtçuklar birbirlerini yer…
[b][i]Onuncu gün kuyuların kapağını açtığınızda, iki tane kurtçuk kaldığını görürsünüz… [/i][/b]
Biri diğerini mutlaka yiyeceğinden, geriye bir tane kurtçuk kalır…
Son kurtçuk da açlıktan ölür, hâliyle kuyular boşalmış olur… Heyet, şaşkın bir şekilde evlerine döner.”
Dünya malı, hele hele haram mal, çok çabuk kurtlanır ve haram mala kurtçuklar çabucak üşüşür. Ne kadar bitmez gibi gelse de dünya malının da bir sonu vardır ve biter…
Ülkemizin de ciğerlerine üşüşen bu kurtçuklar ciğeri yiyip bitirdiler, ve son haberlerde de izlediğimiz gibi ortada yenecek ciğer kalmayınca da foseptiğe, yani …okun içine düştüler…. Her gün haber çıkmasın ki birbirlerinin kirli çamaşırlarını, ortaya saçmasınlar, ağızlarında sakız gibi çiğnemesinler….
Bu 3-5 vakit daha sürer ve artık ellerinde birbirlerine atacak, tehdit edecek, ağızlarında sakız gibi çiğneyecekleri …okları kalmayınca , hikayeye göre birbirlerini yemeye başlayacaklar…..
Taaa ki son iki kurtçuğa kalana dek…..
Son kurdu biliyoruz da yanındaki kim olacak onu bilemiyoruz….
Onun içindir ki zamanı gelene kadar bu “kabuk iktidara” el sürmemek, bu onca pisliğe bulaşmamak evladır…Yakınlarında, ne iyi(!?) niyetle dahi olsa dolaşmamak, beraber ne niyetle dahi olsa(!?) iş tutmamak lazımdır….. Yani kapağı kaldırıp fazla da bakmamak lazımdır :=)
Zira zamanı gelince yeni pisliklerini yiyip temizledikten sonra birbirlerini yiyecekler ve yazımızda da anlatıldığı gibi kabuk son kurtçukla beraber düşecek ve altında temizlenmiş ve pisliklerden arınmış bir halde yola devam edilecektir…. İnşaallah…
İnancımız ve Duamız…
Makalede ülkemizin bölgesel ve küresel ölçekte özellikle savunma sanayi merkezli olarak yükselen gücü, stratejik konumu ve geleceğe yönelik dengeleri değiştirecek potansiyeli bir vatandaş olarak ümidimi arttırmakta. Hele ki özellikle pandemi süreciyle ayyuka çıkan ekonomik, sosyolojik ve ahlaki yıkımlara ek olarak son süreçte bir mafya bozuntusunun ifşası ile en sıradışı rezilliklere bulaşan bir iktidarın var olduğu bir ülkede… Bu makale bir şey daha vurguluyor, devlet ile iktidar aynı değildir. Zira mevcut iktidar milleti sadece ümitsizliğe sürüklerken, Devletimiz ümidimizi, azmimizi ve geleceğe dair inancımızı perçinliyor.
Evet makalede vurgulandığı üzere AKP bir kabuk iktidardır ve yara iyileşince bu kabuklar zaten kendiliğinden düşüp kopacak ve vücuttan ayrılacaktı. Devlet ise kutlu bir gün için hazırlık yapmakta ve o zamana kadar strateji gereği zaman tanımaktaydı ve einşallah bu zaman artık herzamankinden daha çok yaklaşmaktaydı.
Üstadımızın belirttiği şu husus inancımız ve duamız olmaktaydı;
“İnşaallah Türkiye; her din ve düşünceden, farklı kültür ve kökenden tüm insanlığın barış ve bereket içinde yaşayacakları: Akıl, bilim, vicdan ve Kur’an kaynaklı bir ADİL DÜZEN Medeniyet devrimine öncülük yapacaktı. Ama bu kutlu değişim ise, Batı taklitçisi ve işbirlikçi iktidarlar eliyle değil, Milli Görüş’le pişmiş ve Milli Çözüm’le yetişmiş kadrolar yönetiminde başarılacaktı!..”
Kabuk Epey Kurudu
Üstad Ahmet Akgül Hocamızın iki kelime ile veciz bir şekilde 19 yıllık iktidar sürecini özetledikleri Akp’nin tutunduğu dallar kopmaya başlamıştı. Sözümona başkanlık sistemi getirip tek başına iktidarı sağlamlaştıran AKP bir yandan da eşi görülmemiş bir koalisyona yelken açmıştı. Mafya, rüşvet, iltimas, baskı, işbirlikçi tavır ayyuka çıkmış devletin bir bakanına bir mafya mensubu olmadık hakaretleri edebilmişti. İşte içeride ve dışarıda gelişen tüm bu olaylar, üstadımızın ifade ettikleri gibi kabuk olan bu takımın görevlerinin bittiğinin, bir fayda sağlamaktan aciz kurumuş bir parçadan başka birşey olmadıklarının da ispatı olmuş durumdadır. Bu sahte ve işbirlikçilik karakterli köpük adamların gidişinin ardından inşallah ülkemize, bölgemize ve tüm dünyaya yeni bir nizam getirecek ADİL DÜZEN kadrolarını dört gözle bekliyoruz. Rabbim gelişlerini çabuk, işlerini kolay etsin.
İşbirlikçiler
Nisâ suresi 51. Ayeti kerime
Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri (ama bu bilgi ve becerilerini nefsi hevesler ve dünyevi hedefler için istismar edenleri ve halk arasında âlim ve fâzıl bilinen münafık tipleri) görmez misin? Onlar tağut’a (şeytani rejimlere ve zalim güçlere) ve cipt’e (hain ve işbirlikçi liderlere) inanıp (peşlerine takılıyorlar) ve (saldırgan) kâfirler için: “Bunlar, mü’minlerden daha doğru bir yoldadır!?” diyorlar. (Hakk nizam kurulsun diye çalışanları fitne-fesat çıkarmakla suçluyorlar. Oysa asıl kendileri fasık ve münafık kişilerdir.)
Kabuğun resmen düştüğü, işin ehline teslim edildiği günlerin arefesinde ki gayret ve çabalarımızın çok daha anlamlı olduğunu hatırlayarak, ümit ve heyecanla KUTLU MENZİLE KUTLU REHBERİN İZİNDE ömür sürmek temennisi ve duasıyla!..
Muhteşem muazzam ötesi bir tespit: “Akp Kabuk İktidardı” !!!!!
Makaleden anlıyoruz ki; Kabuk İktidara ve en önemlisi bu kabuk iktidarın arkasındaki asıl güce Siyonizm’e şu temel ölçütler için taviz ve koz verilmekteydi:
-Ülkemizdeki bir kısım derin yaraların problemlerin sıkıntıların kısmen tedavisine fırsat sağlanmakta , ama elbette bir kısım sosyal ve ekonomik tahribatlara göz yumularak büyük kazanımları elde etme çabası için bu tavizler verilmekte olması,
-Dış güçlerin avutulması ve gereken zamanın kazanılması elde edilmesi için,
– Tarihi Hesaplaşmanın alt yapısı (teknolojik askeri vb stratejik atılım projeleri) bu “KABUK” altında hazırlanıyor olması
Kabuk altındaki yaranın iyileşmesi ve hazır hale gelmesine , zaman ve imkan kazanılmasına, planların hedeflerin ayağı yere basar sağlam hale gelmesine fırsat kazanma stratejisini en güzel şekilde ifade edilmiş makalemizde. Kabuk düştüğünde Merkez Ülke Türkiye öyle bir güçlü kuvvetli muktedir bir halde olduğunu 7 düvel görecek ve BEYAZ BAYRAK ÇEKME mecburiyeti hissedecektir. Çünkü TÜRKİYE her türlü maddi ve manevi sosyal boyutta , askeri boyutta , vb stratejik boyutlardaki üstünlüğünü , insanlığı öldürmek yok etmek için değil onların kötü – zararlı – çirkin – yanlış – zulüm içerikli planlarını icraatlarını durdurmak ve uygulatmamak için kuvveti üstün tutmakta ve sahip olmaktadır..
Elbette Merkez Ülke Türkiye eliyle, kabuk düşmüş olarak, kafalar değişmiş olarak Aziz Erbakan Hocamızın ifadeleriyle MİLLİ ÇÖZÜM’E inanmış bir Cumhurbaşkanının o makama oturmasıyla birlikte, elbette Siyonizm’in baş mümessillerini elbette gerekli cezalarını ve gerekli intikamın alınmasını sağlayacak ve insanlık Yeni Bir Saadet dünyasına, Adil Bir Dünyaya Huzura konfora erişmesinin atılımları başlıyor olacak. İnşaallah. Zaten Türkiye’nin dört bir yanına DOĞUMUZA BATIMIZA GÜNEYİMİZE KUZEYİMİZE, AKDENİZ’E – KARADENİZ’E – EGE DENİZİ’NE tüm Siyonist Güçler ve işbirlikçileri toplanmış vaziyette. Toplanan bu kirlileri toplayıp çamaşır makinasına atmamız bir arada oldukları için işimiz kolaylaşmakta … Rabbim Altınçağ’ın gelişini Adil Düzen’in HAKİM OLDUĞU VE SİYONİZMİN YIKILDIĞI tarihin çöplüğüne gömüldüğü günleri hızlandırsın… Amin amin amin..!
[b]Zafer, Allah’ın yolundageçen her gün, her ay, her andır!…
(Üstad Ahmet AKGÜL)[/b]
Adil Düzen Yerleşik Kılınacak bir İman Proğramıdır.
Mabetleri “tanrının mezarları” haline getiren toplumlar kabuk yönetimlere mahkum ve köle olmaktan kurtulamayacaktır..! Yaratıcının her konudaki işaret ve emirlerine burun kıvıran insanlık, hele ki İslam Alemi zillet ve meskenetten kurtulamayacaktır..!
Kur’anın Adil Düzen’i, Hakimler hakimi olan Allahın mutlak iradesinin nuru ile hazırlanmış bir imar ve islah doktrinidir.!
Buna kayıtsız kalan bütün iklimler, gelip geçidir..
Kuranın haber verdiği, Hz Resulüllahın müjdelediği, Prof Erbakan Hocamızın ilmik ilmik dokuyarak maddi ve manevi alanda insanlığa deklare ettiği, ve Allahın izniyle Milli Çözüm ruhunun büyük bir devrimle Yeryüzünde yerleşik kılacağı Adil Düzen kaçınılmaz bir hal almıştır..
Rabbimiz bizleri bundan mahrum etmesin.
DECCALİZM İLE BÜYÜK KAPIŞMA İÇİN GEMİ İNŞAA EDENLER VE GEMİYE ZARAR VEREN İŞBİRLİKÇİLER BİR OLMAZDI!.
Savunma Sanayii Teknolojisi vb Erbakan Hocanın ektiği tohumların meyvesini yemek bu işin sahibi olmak değildir!.
İktidar olmak emanetçi olmaktır. Geçmişin ve geleceğin vebalini taşımaktır. Ama maalesef son yüzyılda birçok işbirlikçi iktidar vatana millete hizmet etmek yerine faiz lobilerine küresel dizayn merkezlerine şahsi servet ve ikballerine çalışmayı tercih etmektedir. Özellikle ülkemizde şahsi menfaatlerin particiliğin dış güçlerle işbirliçiliğin çete ve suç örgütlerinin cirit atmasının önüne geçecek Adil bir düzenin sistemin elzemliği kaçınılmazlığı ortadadır.. Ülkemizin bekası iç huzuru kalkınması için Adil Düzen bir alternatif değil bir mecburiyettir. Sağcı solcu o partili bu partili olmak bir kenara bırakılmalı hep birlikte (Rahmetli Erbakan Hocamızın hazırladığı milli ilmi ve evrensel proje olan) Adil Düzen’e yönelinmeli ve Adil bir düzen biran önce kurulmalıdır!..
Şunu vurgulamak gerekir:
Akp iktidarı neredeyse her konuda Erbakan Hocamızın fikir ve projelerinin tam tersi icraatlere imza atan bir iktidardır. Eğitimin hali dış politikanın hali ekonominin hali toplumun ahlak ve maneviyatın hali ortadadır.. Yani Akp uygulamaları ile Erbakan Hocamızın fikir ve projelerinin alakası yoktur. Belki de Rahmetli Erbakan Hocamız bunun için altını çizerek;
” BENİ AKP’NİN GÜNAHLARINA ORTAK ETMEYİN”
uyarılarında bulunmuşlardı.
Savunma Sanayiideki gelişimlerin tohumları yıllar önce Erbakan Hocamız tarafından ekilmiş özel sektör ve devlet çalışmaları ile artık ağaçlar meyve vermeye başlamıştı. Zaten bugünkü silahlardan ötelerini Erbakan Hoca sağlığında açıklıyordu. Haliyle bu Erbakan Hoca vesilesi ile milli silah teknolojisi bir devlet politikası haline getirilmişti. Meyvelerinin Akp döneminde ortaya çıkması Akp yi bu işin sahibi yapmazdı. Eğer Akp Erbakan Hocanın yolunu izliyor olsa idi hiç bir dolar 8.5 tl olur muydu? Hiç Suriye Libya vb bu halde olur muydu?
Not: Bu silahların büyük bir kısmı ise Erbakan Hocamız tarafından açıklanmıyordu. Çünkü Küresel Hegomanyayı yıkacak stratejik öneme haiz bu çalışmaların dış güçlerle işbirlikçi -saadet partisinin içindeki bazı hain şebekeler yapılar da dahil- kesimlerce bilinmemesi gerekiyordu. Kim bilir siyonizmi ve işbirlikçilerini daha hangi süprizler bekliyordu!..
Vatanına milletine sevdalı maddi manevi hiçbir şeye satın alınamayacak ahlaklı karekterli kabiliyetli insanlar asla dürüstlükten ilkelilikten vazgeçmemeli ve geleceğe ümit ile bakmalıdır!..
“Biz karada gemiler yapmaya devam edeceğiz lakin inanıyoruz ki, Allah (C.c) denizi ayağımıza getirecektir. ”
Prof. Dr. Necmeddin Erbakan.
“Zafere inaç imanın gergidir” şuurunu, Milli Çözümden başka aşılayanda kalmamıştı.
Aziz Erbakan Hocamızın “şeytanın kontrolüne giren insanları” bile, davasının faydasına nasıl kanalize ettiği, zaman geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır.
Şer cephesinde saf tutanların hayırlı işlerde kullanılması onların mübarek ligini değil; Üstün aklın muhteşemliğini göstermektedir.
Evet, Muhteşem Aklın; şerrin beyini ve uşaklarını hedefi uğrunda kullanmakla cezalandırırken, akıbetleri için nasıl bir hazırlık yaptığını da hep birlikte izlemekteyiz.
Milli Çözümün haberlerinin zamanla bir bir gerçekleşmesi “Yeni Bir Dünya kurulacak” müjdesinin yakınlığını ve Yeni Bir Dünyanın sahibine de işaret etmekteydi.
“Zafere inaç imanın gergidir” şuurunu, Milli Çözümden başka aşılayanda kalmamıştı.
AKP(ARKASI KARANLIK PARTİ) YAVAŞ YAVAŞ PARTİLER MEZARLIĞINDA YERİNİ ALMAYA DOĞRU YAKLAŞIRKEN, TÜRKİYE VE DÜNYA YENİ BİR DÖNEME GİRİYOR
Herşeyin bir ömrü olduğu gibi bu kabuk iktidarında ömrü bitmiştir. Ve Adil Düzenle, Türkiye merkezli yeni bir Dünya kurulma aşamasındaydı.