BİLGE VE YİĞİT BİR ŞAHSİYET ÖRNEĞİ
Bir ABD Ziyareti Maceramız ve Üstadımızın Hayat Hikâyesini Yazma Kararımız
2008 yılı yaz aylarıydı. Daha önce İngilizce pratiği amacıyla gitmeyi tasarladığım ABD’de 2-3 aylık bir iş kapsamında tüm hazırlıklarımı tamamlamış, çalışacağım firmadan haber gelince uçak biletimi almış, seyahat günümü bekliyordum. Tam o süreçte Milli Çözüm Ekibimize yönelik, haksız ve asılsız Ergenekon Operasyonu vuku bulmuştu. Bunun üzerine Milli Çözüm yazarı ve KKTC sorumlusu olmam hasebiyle FETÖ kontrolündeki Terörle Mücadele Polisleri bana da geldiğinde evde bulamazlar ve ABD’ye gitmemi bir kaçış olarak lanse edip Muhterem Ahmet Akgül Hocamızı ve Milli Çözüm Ekibini karalamaya kalkışırlar düşüncesiyle uçak biletimi ileri bir tarihe ertelemiştim. Birinci gün gelen giden olmayınca önce Konya’ya, oradan da Adana’ya gönderilen ekibimizin tutulduğu yerlere gitmeye niyetlenmiştim. Fakat yine de adresime gelen giden olur, bulamazlarsa kaçtı denilir diye bir iki gün daha bekleyeyim, gelmezlerse öyle giderim diye karar almıştım. O esnada sürekli şu duayı yapmıştım; “Ya Rabbi, ya Muhterem Hocamızı ve dava kardeşlerimi aklayıp çıkar ya da beni de onların yanına alıver!” Derken 5’inci gün, hamdolsun Milli Çözüm Ekibi aklanarak salıverildi. İstanbul’a gelenleri karşıladıktan sonra biletimi tekrar düzenleyip ABD’ye gitmiştim.
ABD’de bir müddet çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönmeme yakın, Virginia Eyaleti’ne gelip orada kalan arkadaşların evinde misafir oldum. Ramazan ayı idi. Norfolk Limanı’nda ABD Deniz Kuvvetleri Müzesi vardı. Meşhur Philadelphia Deneyi’ne istinaden biraz merak biraz da genel kültür amacıyla sahile doğru yürürken FBI merkez binasını görmüş ve önünde birkaç fotoğraf çekinmiştim. 10 dk. geçmeden 2 polis aracı ve birkaç yaya polis etrafımı çevirip silahlarını doğrulttular ve “kımıldarsam vuracaklarını” söylediler. Sonra bazı bilgiler sordular, biraz konuştuktan sonra ikna olmuş göründüler ve gittiler. Ben sahildeki Deniz Kuvvetleri Müzesi’ne doğru devam ettim. Gemi içerisindeki müzeye girdim, fakat bana silah çekip sorguya çeken polislerden 2 tanesini biraz ileride sivil kıyafetlerle saklanıp beni takip ettiklerini fark edip bozuntuya vermeden gezime devam ettim. 45 dk. içeride gezdikten sonra gemiden çıkarken sivil bir adam yanıma yaklaşıp FBI binası önünde yaşanan olayla ilgili konuşmak istediğini söyledi. Ben: “Basit bir fotoğraf için bu kadar gürültü çıkarmanın ne manası var?” diye konuşunca, o kişi bana; “11 Eylül’den sonra çok şey değişti, insanlar çok tedirgin, siz fotoğraf çekerken tüm FBI binası ayağa kalktı!” dedi. Ona beni takip eden polisleri işaret ederek; “Bakın orada beni takip eden 2 sivil kıyafetli polise gerekli bilgileri verdim, gidin onlardan alın!” dedim. O kişi bana; “Onlar ayrı, biz ayrıyız!” deyince, kim olduklarını sordum ve “FBI” cevabını aldım. Ardından şahsım için oluşturulan dosya için bir fotoğrafımı çekip bana kartvizitini verdi ve pasaportum yanımda olmadığı için ertesi sabah adresime gelip pasaport kontrolü yapacaklarını belirtip ayrıldı. Kartvizitin üstünde unvan olarak “FBI, Terörle Mücadele Masa Şefi” yazıyordu. Sonra o kartvizitle evinde kaldığım arkadaşların yanına gittiğimde, onlardan yaşça benden 10 yaş büyük olan ve uzun süre ABD’de ikamet eden 2 tanesi; “En son FBI’ın, Müslüman Türkmenlere aynı şekilde kartvizit verip gönderdiğini ve aynı gece baskın yapıp hepsinin ABD girişlerini sistemlerden silip, hiç ABD’ye girmemiş gibi göstererek Guantanamo’ya götürdüklerini ve bir daha haber alınamadığını” söyleyip apar topar neleri varsa arabalarının bagajına atarak, geriye kalan 2 arkadaşla birlikte bize; “Aklınız varsa siz de kaçın!” deyip hızla oradan uzaklaştılar. Ben geride kalan 2 arkadaşa; “Gitmek isterseniz gidin, bir sıkıntı olmazsa haber veririm gelirsiniz, ama bana güveniyorsanız Allah’ın izniyle bir şey olmayacak!” deyince arkadaşlar; “Bizim sana güvenimiz tamdır, gitmiyoruz!” diye cevap verdiler ve odalarına çekildiler. Arkadaşlar sahura kalkmamak niyetiyle bir şeyler yiyip yattılar. Ben de gece baskın yaparlarsa uyanık olayım, hazırlıksız yakalanmayayım, hem de biraz ibadet edip Rabbime sığınayım diye uyumadım. O gece tefekkür ederken, Milli Çözüm Ergenekon Operasyonu’nun Türkiye’de Terörle Mücadele ekiplerince yapıldığını ve o zamanki “Ya beni de al, ya da Muhterem Hocamızı ve kardeşlerimi salıver!” duamı hatırlayarak; sanırım bu duam kabul oldu hissiyatıyla; “Ya Rabbi, baskın yapıp beni Guantanamo’ya götüreceklerini ve bir daha haber alınamayacağını konuşuyorlar. Ben ne bir suç işledim ne de kul hakkına girdim, vicdanım rahat. Sadece 11 Eylül korkularından dolayı bir fotoğrafı bahane edip beni Müslüman kimliğimle sıkıştırıyorlar. Senden ne gelirse başım üstüne, Senden başka kimsem yok, öyle münasip gördüysen Guantanamo’ya sürgün benim için hicret, ölürsem şehadettir ki, seve seve giderim. Eğer öyle münasip gördüysen Türkiye’de ettiğim duama say ve kardeşlerimle aynı ecri ver bana. Ama ya Rabbi, ne olur bana inanıp evden ayrılmayan arkadaşlarıma benim yüzümden bir zarar vermelerine ve benim de izzetimle ve onurumla oynamalarına izin verme!” diye dua edip sabaha kadar hazırda bekledim. Gece evin etrafında sesler duydum ama dışarı çıkıp bakmadım. Gelen giden olmayınca kartvizitin üzerindeki numarayı arayıp evde beklediğimi söyledim. Bir saat içinde FBI Terörle Mücadele Masa Şefi yanında siyah takım elbiseli ve güneş gözlüklü bir personeli ile geldi. Arkadaşlarım panik yapmasınlar diye uyandırmadım ve gelen FBI yetkililerini içeri almamak için tokalaşma bahanesiyle elimi uzattım ve bir iki adım ileri itip beden dili ile eve girmemelerini ve görüşmenin dışarıda yapılmasını istediğimi hissettirdim. Onlar da gösterdiğim yerde durarak bana hazırlamış oldukları ve üzerinde çektikleri resmim bulunan şahsıma ait 6-7 sayfalık dosya üzerinden kimlik ve pasaport bilgilerimi kontrol ettiler. Onlar sorular sorarken suçluluk psikolojisi vermemek adına onlara biraz sert yaptım. Daha sonra işlemler biterken Şef’in yanındaki ajan bana: “Bu bilgiler yetmez bizimle geliyorsun!” deyince içimden: “Şimdi gider yaptın yaptın, daha da imkân olmaz, pasif davranırsan suçluluk psikolojisi anlaşılır, hem de götürülecek isek izzetimizle gidelim” düşüncesiyle o ajanın üzerine yürüdüm ve: “Ne demek yetmez, ne demek istiyorsun, illegal iş mi yaptım ki bana bu tavrı gösteriyorsun?” gibisinden cümleler sarf ettim. Ben kızgın bir şekilde üzerine yürüyünce ajanın eli belindeki silaha gitti ve tam çekmek üzereyken yanında bulunan amiri tuttu ve o ajana dönüp dişlerini sıkarak ve bana bakarak: “Öyle demek istemedin değil mi?! Çok yardımcı oldunuz teşekkür ederim demek istedin değil mi?!” diye kızarak konuştu ve ajan kendisini toplayıp bana sinirli bir bakış atıp kafasını öne eğdi.
Ardından FBI Terörle Mücadele Masa Şefi, ülkeden ayrılana kadar emniyette olacağımı söyledikten sonra: “Bize yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim” diyerek ayrıldılar. Gece uyumadığım için hemen gidip uyudum ve 6 saat sonra evden iftar yaptığımız yere gitmek üzere yola çıktım. Tam o sırada, bir polis aracının sokağın köşesinde bekleyip evi izlediğini fark edince arabaya doğru yaklaştım. Beni fark eden polis, koltuğunu geriye yatırıp saklanmaya çalıştı. Ben de görmezden gelip yoluma devam ettim. Bu olaydan bir hafta kadar sonraki dönüş uçağıma binene kadar ve eyalet değiştirmeme rağmen takip edildiğimi fark ettim, ama İlahi bir muhafaza altında olduğumu sürekli hissettiğim için gönlüm çok rahattı. Hatta etrafımdaki insanlar: “Sen nasıl tedirgin olmuyorsun, bugün giderler yarın ansızın gelip alırlar!” diye benden çok tedirginlik gösteriyorlardı. Ancak ben inanıyordum ki, Allah’ın izni ve inayetiyle Aziz Erbakan Hocamızın ve Ahmet Akgül Hocamızın manevi himmet ve himayesi ve Milli Çözüm Ekibinin duaları, bereketi hep benim yanımdaydı. Çünkü Ahmet Akgül Üstadımız, daha önce bu ziyaretimizle ilgili görüşlerini ve tavsiyelerini sorduğumuzda bize:
“Hayırlı niyetler, başarılı akıbetlere ulaştırır. Cenab-ı Hakkın inayeti bizimle olduktan sonra şerlilerin ve şeytanilerin oyunları bozulacaktır. Bazı sıkıntı ve sarsıntılar ise, hem bizi pişirip olgunlaştırır hem de imanımıza, tevekkül ve teslimiyet duygularımıza kuvvet kazandırır. Çünkü Allah’a tevekkül ve teslimiyet de sabırla ve bazı hücumlara dayanmakla tadına ve tamamına varılır!..” buyurmuşlardı.
İşte Milli Görüş Hareketi’ne sadakatin kerameti ve Milli Çözüm hizmetlerinin bereketi yüzü suyu hürmetine, ABD’de yalnız ve yardımsız bulunduğum bir süreçte… Üstelik FBI ajanlarının şuurlu Müslüman avına çıktıkları bir dönemde, ellerinde kanıt olarak gösterecekleri “Binalarının fotoğrafını çekmek” gibi bir bahaneleri olduğu halde… Daha da ilginci; ABD ajanları olan Fetullahçıların ve işbirlikçi iktidarın perde arkasını ve karanlık planlarını, çok net ve sert şekilde yazıp konuştuğumuz bilinmesine rağmen… Bizi tutuklayıp işkence merkezleri Guantanamo’ya götürmekten sakınmaları… Sanki sonunda; çok etkin ve yetkin yüksek makamlardan telefon talimatı almışlar gibi, bizi serbest bırakmaları; İlahi bir koruma ve kollama altına alındığımızın kanıtıydı… Bu ve benzeri nice hikmetlerine ve gelecek nesillere ibret ve örnek olacak nice hizmetlerine şahit olduğumuz Ahmet Akgül Üstadımızı daha yakından kavramak ve topluma tanıtmak amacıyla “Üstad Ahmet Akgül’ün Özgeçmişi ve Öğretileri” kitabımızı yazma amacımız ve çabamız da çok şükür, yine Yüce Allah’ın inayeti ve Üstadlarımızın himayesiyle başarıyla sonuçlanmıştı. Başlamak bizden, başarı Rabbimizdendi…
Üstadımız Ahmet Akgül Hocamız bize, “makamları ve imkânları ne olursa olsun insanları -hâşâ- Allah gibi değil, ancak Allah için sevmemiz gerektiğini” sıkça vurgulamışlardı. Evet, böylesine ilim, fazilet ve mücadele ehli zevatı; hatalarıyla, zaaflarıyla ve noksanlıklarıyla sevip saymak; onların -hasbel beşer- bazı şahsi kusurlarını, İslam’a ve insanlığa yaptıkları hizmetlere bağışlamak lazımdır. Cenab-ı Hak da, Mahkeme-i Kübra’da mü’min kullarının amellerini tartacak, sevap tarafı ağır basarsa günahlarını -kul hakkı hariç- afv-u mağfiret buyuracaktır. İşte Ahmet Akgül Üstadımız gibi, ömrü boyunca haksızlık ve yanlışlıklara savaş açmış, bunların hemen hepsinde tek başına ve yalnız bırakılmış… İftiralara ve asılsız isnatlara uğramış, karakol ve mahkeme kapılarında suçlu muamelesi yapılmış; zindanlara atılmış, ama asla Hak yolundan caymamış, sapmamış ve savrulmamış… Cazip makam ve menfaat teklifleriyle satın alınamamış olan bu mücahit ve muttaki şahsiyeti, kendi algımız ve anlayışımız oranında topluma tanıtmak, çok değerli ve orijinal yapıtlar olan eserlerinden herkesin yararlanmasını sağlamak niyetiyle bu yazıyı hazırladık. Kur’an’ın ve Resulüllah’ın öğrettiği mutlak doğrulara sadık kalması, ilmi, ahlâki ve vicdani duyarlılıktan ayrılmaması, Onu sürekli haklı çıkarmış; solcu, sağcı veya İslamcı geçinen istismarcı ve fırsatçı takımıyla ilgili tespit ve tahlillerinde hiç yanılmamıştır. Örneğin; hemen her kesimin yaranmaya ve yararlanmaya çalıştığı Fetullah Gülen ve cemaatinin, gerçek niyetlerini ve hıyanetlerini tam 30 sene öncesinden konuşup yazmaya başlamış, bu yüzden nice hücumlara uğrayıp dışlanmış, ama sonunda yandaş yazarlar ve yargıçlar Onun yazılarını ve kitaplarını dikkatle okuyarak, bu hıyanet şebekesini ve ilişkilerini öğrenip çözmeye mecbur kalmışlardır.
Ahmet Akgül Hocamızın; ilmi dirayet ve feraseti kadar, yüksek cesaret ve metaneti de… İmani haysiyeti ve insani hassasiyeti kadar, örnek istikamet ve fazileti de, yakinen tanıyan kimseleri ve biz talebe ve takipçilerini hayran bırakmıştır.
Her şeye rağmen, samimiyet ve muhabbetle Ordumuza sahip çıkması, Dini değerlerimizle Laiklik prensiplerini uzlaştırıcı yorumları, Milli Görüşçü, Atatürkçü ve Ülkücü kesimlerden tutarlı ve duyarlı kimseleri ortak paydalar etrafında buluşturma ve bir Milli Mutabakat oluşturma yaklaşımları, Ahmet Akgül Üstadımızı daha farklı ve aranır bir konuma taşımıştır. Derin ilmine, engin birikimine rağmen, sürekli okuyan, araştıran, tebrikten ziyade tenkitlerden hoşlanan ve yararlanan, asla bilgiçlik havasına ve gururuna kapılmayan, ama hak bildiği konularda ise kesinlikle geri adım atmayan… İmkân ve iktidar sahiplerinin ne tehditlerine ne de tekliflerine kulak asmayan, Allah’ın rızasını, halkın çıkarını ve davasının hatırını her şeyin üstünde tutan Hocamızı, önümüzdeki süreçler ve gelecek nesiller daha iyi anlayacaklardır.
Üstadımız: “İlmi ehliyet tedariki, nefis terbiyesi ve tebliğ görevimizi yerine getirme meşguliyeti, bizi diploma ve etiket sahibi olmaktan geri bırakmıştır. Yüksek tahsili dışarıdan ve yine eğitim-öğretim dalında tamamladıksa da, öyle kariyer yapmaya vaktimiz olmadı” buyururlardı. E. Edebiyat Profesörü Erhan Saraçoğlu Beyefendi, büyük babası Çemişgezekli Nüzhet Dede’nin gizemli ve ayet mealleriyle kafiyeli bir şiirini 3-4 saat içinde ve 10 sayfa halinde izah eden Ahmet Akgül Hocamızın yorumlarını okuyunca: “Ben hayran kaldığım bu açıklamaları 3 ayda yapamazdım, üstelik bu derin ve engin manaların birçoğunu hâlâ kavrayamadım” itirafında bulunmuşlardı.
Nefsin terbiyesi ve kalbin terakkisi için, bir parça ekmek ve su dışında her türlü yiyecek ve içecekten uzak durarak ve günde sadece 3-4 saat kadar uyuyarak ve sürekli oruçlu olarak bir caminin köşesinde iki sefer 40’ar gün çileye, defalarca 10 gün itikâfa giren Hocamız, nefsi cihadla siyasi cihadı birlikte yürüten bir zattı.
Kendisi 1.64 boylarında, 72 kg civarındaydı, onurlu ve kibar yüzüne bakıldığında insanı bir hürmet ve haşyet (saygınlık ve ağırlık) hissi kaplardı. 74 yaşını aştığı halde dinç ve çalışkan bir insandı. Tanıdığımız 30 yıldır, günde iki öğün ve çok az yediği anlaşılmıştı. Hep “Allah için sevmek ve yine Allah için buğz etmek” Onun şiarıydı. Dine, Devlete, Millete, Ümmete yönelik hıyanet ve hakaretler karşısında kızar, gayreti artar ve gereğini yapardı. Ama şahsına ve dünya çıkarına yönelik hücumlara aldırmaz ve üzerinde durmazdı. Örneğin, büyük bir dikkat ve emekle hazırlanan Meal-i Kerim’in önsözünün baskıya yanlış girdiği haberini alınca, üzülmüş, kendi kendine (ve yanındakilere): “Takdir hata yapmaz; kim bilir bu yanlışlıkta nice hikmet ve hayırlar gizlenmiş durumdadır. Bunlar ileride anlaşılacaktır. Ancak, arkadaşlarımızın ‘ihsan makamına’ yani cihad ve tebliğle ilgili sorumluluklarına yakışmayan bu ihmalkârlıklarına karşı sert ve net uyarılar yapılması lazımdır. Aksi halde telafisi mümkün olmayan hatalara cesaret kazandıracaktır!” buyurmuşlardı.
Bütün sevdiklerimiz; eşimiz, şeyhimiz, mürşidimiz, esasen Allah’ın bize ihsanından başka bir şey değildir. Dolayısıyla sevdiklerimizi Allah için sevmek, Allah’ın hakkını takdir etmektir. Çünkü her şeyi ve herkesi ihsan eden Rabbimizdir. İhsan eden kim ise, önce O sevilmeli; diğer sevdiklerimiz de yine O’nun için sevilmelidir.
Hâşâ; Allah gibi sevilen; bir peygamber, bir melek, bir veli kul bile olsa, bu şirke kaymaktır. Nitekim Hristiyanların Hz. İsa Aleyhisselama olan sevgileri böyle bir sapkınlıktır. Zira Allah için sevmek ile Allah’ı sever gibi sevmek arasındaki farkı bilmek ve gözetmek lazımdır. Allah’ı sevenler, elbette Allah yolunda giden sevgili kullarını da sevip sayarlar, ancak Allah’ı sever gibi değil, Allah için severler ve bu sevgi ile Allah yolunda onlara katılıp yardımcı olurlar.
Hocamızdan öğrendik: Sevmek başka, beğenmek başkadır!
Kişinin sevdiğiyle olmak istemesi normaldir. Herkes sevdiğinin hâliyle hâllenir… Sevgisi derecesinde ve onunla birlikte huzura erecektir. Sevginin ne olduğunu tam olarak bilemediğimizden, genellikle “beğeni” ile “sevgi”nin birbirine karıştığı görülmektedir. Oysa “sevgi ve teslimiyet” farklı, “beğeni ve benimsemek” ayrı şeylerdir. “Beğeni”, ona “sahip olma” arzusuyla filizlenir. Bir nesneden hoşlandığında, beğendiğin şeye sahip olabilmek ve üzerinde tasarruf edebilmek arzusu gelişir. Bu durum tüm mahlûkatta çok yaygın bir his ve istektir.
“Sevmek” ise bundan çok farklı bir şeydir. Sevince, yalnızca sevdiğin için yaşamak istersin. Ona sahip olmaya değil hizmetkâr olmaya yönelirsin. Onun rızası ve davası dışında her şeyi kalbinden silersin. “Sen kaybolursun, sende; sevdiğin kalır yalnızca, beyninde!” beyiti bu gerçeği ne güzel özetlemiştir. Sevginde samimi isen, artık her şeyi ve her gelişmeyi onun adına seyredersin, onun kurallarıyla değerlendirirsin, onun diliyle söylersin. İşte Allah’ı böyle seversin. Allah dostlarını da O’na ulaşmaya bir vesile bilir, bu nedenle değer verirsin.
Evet, biz Ahmet Akgül Hocamızı; Allah rızası için… Onu, bizim hidayet ve istikamet bulmamıza ve Hakkın hâkimiyetine çalışmamıza bir vesile kıldığı için… Kur’an’ımıza tercümanlık yaptığı için… Bize öğrettiği ve öğütlediği şeyleri, önce kendisi yaşadığı için sevdik, saygı gösterdik ve sahip çıktık. Yoksa biliyoruz ve iman ediyoruz ki; hidayetin de, inayetin de yegâne kaynağı Cenab-ı Hak’tır. O’nun yoluna çağıran, Kur’an ahlâkı ve ahkâmı uygulansın diye çırpınan şahsiyetlere tebrik ve teşekkür etmemek, hadislerde bizzat Allah’a nankörlük sayılmıştır.
Bu konuyu değerli ağabeyim Milli Çözüm Dergisi yazarı eski bir subay olan Ufuk Efe’nin Ahmet Akgül Üstadımızla ilgili şu samimi ve yüksek şuur seviyeli tespitleriyle bağlayalım.
Bundan yıllar önce idi, Ahmet Hocam ile yeni yeni tanışıp çalışmalarına katıldığım ve O’nu yavaş yavaş tanımaya başladığım zamanlardı.
“Nur Anne” diye hitap ettiğim, şu an rahmet-i Rahman’a kavuşmuş olan Nur Hoca Hanım ile bir hastanenin bekleme bölümünde, torununun doğumu için bulunuyorken aynı zamanda da sohbet ediyorduk. O zamanlar Ahmet Hocamıza SP içinden yasaklamaların ve karalama kampanyalarının başladığı ve kafaların çok karışık olduğu zamanlardı. Kafalar nasıl karışmasındı ki, zira her türlü sohbet, ders ve toplantılarda hem O’nun kitaplarından alıntılar yapılıyor, davanın özelliği, önemi ve nasıl çalışmamız gerektiği konusunda O’nun kaleme almış olduğu yazılardan örnekler veriliyor, ama diğer yanda ise bu davanın önünde dikilen marazlı kimselerin de kışkırtması ile adeta bir “öcü” gibi lanse ediliyordu. Davanın saf insanları yavaş yavaş zehirleniyor ve kendilerine panzehir olabilecek zattan uzaklaştırılıyordu.
Velhasıl, bana o zamanlar birçok kez muhatap olduğum soruyu Nur Anne de sormuştu! “Neden Ahmet Hoca’yı seviyorsunuz, neden peşinden gidiyorsunuz? Âlim mi? Hoca mı? Bilgin mi? Şeyh mi? Sizi O’nun peşinden bu denli götüren şey nedir?” gibi soruları sıralamıştı. O zaman demiştim ki: Hayır Nur Anne, etrafta birçok hoca, âlim, şeyh var ama benim Ahmet Hocam’da gördüğüm şey bunların hiçbiri değil! Ben O’na bakınca sadece bir “KUL” görüyorum… Dümdüz, dosdoğru, yalın… Emrolunduğu gibi olmaya ve İslami istikamette kalmaya çabalayan ve bunu en büyük sevap ve şeref sayan bir KUL!.. Askerlik zamanımda da etraf komutan kaynıyordu ama içlerinde çok az “asker” vardı… Herkes ahkâm keser, emirler verir ve emirler alırdı ama gereğini yapan, emirlere ve hatta kendi verdiği emirlere bile uyan çok az “asker” tanımıştım.
İşte şimdi sivil hayatımda da benzer şeyleri gördüm, etrafta âlim(!), hoca(!), şeyh(!) fazlası ile vardı ama Rabbimin insanları yaradılış gayesine uygun olmak üzere “kul” olan çok azdı… Ve ben uzun zamandır karşımda ilk defa bir “kul” görüyorum. Şimdi O’na (Ahmet Hocama) karşı olan hayranlığım ve saygınlığımın sebebi budur, dedim… Kendisi de o zaman kafasını sallayarak sükût içinde bunu tasdik edip kabul etmek zorunda kalmıştı.
O gün bugündür biz Ahmet Hocamızdan dava şuurunu ve “kul”luğu öğrendik, nasıl bir dava yolcusu ve nasıl bir kul olmamız gerektiği hususunda O bizim yaşayan, kanlı ve canlı nirengi noktamız, örneğimiz durumundadır. Aynı zamanda Erbakan Hocamızı tanımamızda ve Milli Görüş davasını anlamamız ve yorumlamamız hususunda da bizim hem pusulamız hem de haritamız konumundadır. Bu kulluk şuuru ve sorumluluğu Ahmet Hocamıza öyle bir onur ve huzur kazandırmıştır ki; Hak bildiği gerçekleri yazmak ve konuşmak gerektiğinde hiç kimseden korkmaz, kınanmak ve dışlanmak endişesine kapılmaz, karakol ve mahkeme kuşkusuyla kıvranmazdı. Milli Görüş’ü haklı ve hayırlı bulduğu için her ortamda savunur, hatta kendisine hakaret eden SP’li kardeşlerimiz için; “Onlar bizim davaya zarar verdiğimiz kanaatiyle bize sataşıyorlar ve belki de niyetlerine göre bir sevap kazanıyorlar. Hiç sevap kazanan kimseye kızılır mı?” diyorlardı. Kendisine hürmet ve rağbet edenlere: “Bazı başarılarımızı bizim marifetimiz sananlar, şahsımıza hüsnüzan ediyorlar. Oysa bu hayırlı çalışmalar Milli Çözüm Ekibindeki isimsiz kahramanların samimi katkılarının sonuçlarıdır.” buyuruyorlardı ve bunu gayet samimiyetle hatırlatırlardı.
Biliyoruz ki kulluk en yüce makamdır, öyle olmasa idi Kelime-i Şehadet’e konmuş olmayacaktı. Hz. Peygamberimizin de ve diğer peygamberlerin de kullukları risaletlerinden önce anılmayacaktı. Şimdi âlimlerimizin de, hocalarımızın da tüm sıfatlarının sağlamlığı “ne kadar sağlam bir kulluk temeline dayandığına” bağlıydı. Allah’a sağlam kul olana, tam bağımsızlık yolu açılırdı.
Her şey kullukla başlardı, zira Hz. Allah (CC): “Ben, cinnleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler (her şeyi Benden bilip, Benden isteyip, Benden beklesinler ve her konuda hükümlerimi yerine getirsinler) diye yarattım.” diye buyurmamış mıydı?
Hz. Peygamber Efendimiz bir gün kendisine sataşan bir hatun kişiye hitaben: “Benden daha kul başka bir kul var mıdır?” diye sormuşlardı. Hz. Aişe validemize de: “Ben şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuşlardı. Bugün de benzer sataşma ve sorulara karşı verdiğimiz cevap aynıdır…”[1]
Ahmet Akgül Hocamız; ilk söylediğinde en çok karşı çıkılan konularda bile, sonunda hep haklı çıkmıştı!
Ahmet Akgül Hocamızın ve Milli Çözümcü arkadaşlarının, bazılarının katılmadığı ve fazla katı saydıkları kanaat ve tavırları belki vardır ve bu doğaldır. Ama tam 40 sene önceki yazdıkları, konuştukları ve kitaplarıyla bugün hâlâ savundukları konular arasında hiçbir çelişki ve tutarsızlık bulunmamaktadır. Çünkü “değişmeyen doğruları” ölçü almışlardır. Bazen, “keşke biraz daha yumuşak ve sivrilikten uzak olsalardı” diye düşünsek de, acaba böyle çelik gibi olmasalardı bu kadar dik kalınır mıydı? diye sormak lazımdı. Herhalde böylesine sert olmaları, netliklerinin ve mertliklerinin bir gereği ve göstergesi sayılmalıydı.
Bakınız, enaniyet damarı ve riyaset hırsıyla çırpınan ve kendi kof kuruntularına kapılan “Elaziz”cilerin başındaki şahsın, davadan ve Hoca’dan umutlarını kestikleri için dönüp yine Erbakancılık kisvesiyle Tayyip Erdoğancılık yapacaklarını ve koyu bir AKP yalakası ve şakşakçısı olacaklarını yıllar öncesinden söylediği zaman; “Yok canım, bu kadarı da olmaz, Hoca’ya bu denli bağlı insanlar, yirmi sene aleyhine konuştukları ve hakaretler yağdırdıkları Recep Erdoğan’ın reklamcılığını yapmaz” sanılmıştı, ama sonunda Ahmet Akgül Hocamız haklı çıkmıştı.
Bir zamanlar Necip Fazıl’ın nefsi ve fevri çıkışlarına ve “Rapor”lardaki ifsat ve iftiralarına, Ahmet Akgül Hocamız herkesten önce karşı durmuşlar, bu yüzden haddini bilmemekle suçlanmışlar, ama sonunda kendileri haklı çıkmışlardı.
Ve yine Esat Coşan’ın Erbakan Hocamıza yönelik haksız itham ve inhiraflarına karşı önce Ahmet Hocamız camiamızı uyarmışlar, bu yüzden nice hakaretlere uğramışlardı, ama sonunda Üstadımız haklı çıkmışlardı.
İşte Erbakan’a karşı, daha önce nice hıyanet ve davaya hakaret girişimini yüksek feraset ve cesaretiyle ortaya koydukları gibi; Korkut Özal’ın sinsi kompleks ve komplolarını herkesten önce Ahmet Akgül Hocamız teşkilata ve tabana hatırlatmış, bu nedenle başlarına gelmeyen kalmamış, ama sonunda kendileri haklı çıkmışlardı.
Turgut Özal’ın Milli Görüş’ten caymasına ve camianın önemli kesiminin Anavatan’a kaymasına önce Ahmet Hocamız direnip durmuşlar, hatta milletvekilliği, belediye reisliği ve bakanlık teklifi gibi siyasi rüşvetlere asla tenezzül buyurmamışlar ve sonunda yine haklı çıkmışlardı.
Cemalettin Kaplan’ın nefsinin ve şer güçlerin tuzağına kapıldığını, boş kuruntular ve kuru kahramanlıklarla Avrupa’daki Milli Görüş camiasını parçalayacağını önce Ahmet Akgül haykırmış ve sonunda haklı çıkmışlardı.
Fetullah Gülen’in ihlas perdeli riyakârlığını ve karanlık merkezlere hizmetkârlığını herkesten önce ve AKP kurmaylarının bile elini öpmek için sıra bekledikleri süreçte Ahmet Akgül Hocamız büyük bir feraset ve cesaretle ortaya atmış, bu yüzden Ergenekonculukla suçlanıp tutuklanmış, bunun üzerine kendi camiaları ve teşkilatları dahil, herkes hücuma kalkmış, böylesi mübarek bir zata iftira attıklarını söyleyip sataşmış, ama sonunda yine Üstadımız haklı çıkmışlardı. Çünkü herkesi ve her hadiseyi, Kur’an terazisiyle tartıyor ve iman ferasetiyle bakıyor ve hiç kimseden korkmuyorlardı.
Milli Görüş mutfağında palazlanan ve Milli Gazete’de reklam olup parlatılan Abdurrahman Dilipak gibilerin ve Vakit gazetesinin, tamirat görünümlü nasıl bir tahribat ekibi olduğunu en önce Ahmet Akgül farkına varmış, bunu camiasına anlatmaya çalışmış, bu nedenle nice hücumlara maruz kalmış, ama sonunda yine haklı çıkmışlardı.
Bir kısım eski Milli Gazete yazarlarının ve Milli Görüşçü sanılanların çıkardığı ZAMAN gazetesinin, camiamızı haklı yolundan caydırmak ve dini duyarlılıklarımızı yozlaştırmak üzere devreye sokulduğunu, önce Üstadımız açıklayıp anlatmış, bu yüzden nice sıkıntılar yaşamış, ama sonunda bir kere daha haklı çıkmışlardı.
Milli Görüş’ün kurmaylarından sayılan bazı beyinsizlerin ve aile bireylerinin bile müridi ve temsilcisi oldukları Ali Kalkancı ve Müslüm Gündüz gibi bacadan inme tarikatçıların; Ali Bulaç, Mustafa İslamoğlu, Fehmi Koru ve Mehmet Metiner gibi şimdi tamamı ABD maşası ve AB aşığı olan İslamcı yazarların; Hizbullahçılar, İrancılar ve İBDA-C gibi sahte şeriatçıların bozuk ayarını ve dış bağlantılarını önce Ahmet Akgül ortaya koymuşlardı, nice tepkiler ve tersliklerle karşılaşmışlardı, ama sonunda yine Hocamız haklı çıkmışlardı.
Başta Sn. Recep T. Erdoğan olmak üzere, şu AKP’yi kurup yıllarca ABD’ye taşeronluk ve BOP’a kâhyalık yapanların karakter yapısını ve nefsi hesaplarını, ta İlçe Başkanlığı, İl Başkanlığı ve Belediye Başkanlıkları döneminden itibaren açıkça konuşup camiasını ve teşkilat mensuplarını dikkatli olmaya çağıran, bu yüzden sürekli dışlanan ve maalesef düşman muamelesine tâbi tutulan yine Ahmet Akgül Hocamızdı ve işte sonunda yine bu Zat haklı çıkmışlardı. Ama dış güçlerin ve masonik merkezlerin, Sn. Erdoğan’ın bazı yanlışları üzerinden Türkiye’mize yönelik saldırıları ve tahribatları karşısında ise, kesinlikle devletimizin, Milli birlik ve dirliğimizin ve Cumhurbaşkanlığı makamının yanında yer almışlardı.
Bir zamanlar Selamet Partisi Trabzon İl Başkanı olan ve gittiği her yerde Erbakan’ın kerametlerini anlatıp duran; sonra birdenbire şeyhliğe, ardından din istismarıyla ticaret yapıp dinar devşirmeye, derken parti şefliğine yükselen ve sonra Korona vebasıyla bu dünyadan ayrılan Haydar Baş’ın, gizli niyetini ve kirli mahiyet ve marifetini önce Ahmet Akgül dile getirip halkı aydınlatmaya ve tuzaklarına kapılmamaya çağırmış, ama bu sebeple aleyhlerinde karalama kampanyaları başlatılmış, nice mahkemeler açılmış, sonunda ise yine Üstadımız haklı çıkmıştı.
Ve yine 2008’de SP Genel Başkanlığına hazırlanan Numan Kurtulmuş’un kafa yapısını, karanlık hesaplarını ve Genel Başkanlık sürecindeki tahribatlarını sürekli yazan, bu yüzden azarlanan, hırpalanan ve horlanan yine Ahmet Akgül Hocamızdı, ama sonunda bir kez daha kendileri haklı çıkmışlardı ve Milli Görüş sayesinde Milletvekili, Bakan ve Belediye Başkanı olmuş 50’den fazla nankör, dönek, açıkça Hoca’ya ve davaya isyan bayrağı açmışlardı.
Şimdi soruyoruz, iz’an ve insaf ehline hatırlatıyoruz: Olumsuz itham ve iddialarda bulundukları ve insanlarımızı uyardıkları en az yüz kişiden ve onlarca girişimden, %95’i aynen çıkmış ve haklılığı ispatlanmış olan Ahmet Akgül ve Milli Çözüm Ekibinin; vefatına kadar Hoca’nın etrafında olup, şu an Milli Görüş’ün baş safında bulunan bazı marazlı ve münafık tiplerle ilgili tespit ve tenkitlerinin de aynen çıkacağını söylemek, elbette akla ve vicdana uygun olandır. Çünkü Ahmet Akgül Hocamız ve arkadaşları Erbakan’a gerçekten inanmış, Onu anlamış ve sadakatle bağlanmış insanlardır. Evet, inşaallah Milli Çözüm öncülüğünde bir Adil Düzen, hem ülkemizde hem de yeryüzünde kesinlikle kurulacaktır. Bu hem Kur’an’ın ve Resulüllah’ın beyanı, hem de insanlığın ve mazlumların ihtiyacıdır. Üstelik Milli Çözümcülerin arkalarında; Amerikaları, Avrupaları, Siyonist Yahudi odakları ve Mason Locaları yoktu… Bunların diğerleri gibi medyaları, bankaları, fabrikaları yoktu… Yetmez, Milli Görüş’ün temel esaslarını koruması ve başarıya ulaşması için bir ömür çırpındıkları halde, kendi teşkilat ve camiasının bile destekleri yoktu, ama köstekleri çoktu… Ya Rab, bu ne şaşmaz bir şuur, bu ne sağlam bir cihad ruhuydu!.. Bu elbette onlara, Allah’ın bir lütfuydu, İslam’ın ve Kur’an’ın verdiği huzurdu, imani ve insani bir onurdu… Ve tabi, Allah korusun şımarmaları, şaşırmaları, yorulup usanmaları onların da sonu olurdu…
Evet, Türkiye’de şu son 50 yıl içerisinde sağcılar değişti, solcular değişti, Milli Görüşçü geçinenler değişti, ülkücüler değişti… Şeyhler değişti, mürşitler değişti, müritler değişti, Süleymancılar değişti, Fetullahçılar değişti… Hepsi rüzgârın yönüne ve konjonktürel süreçlere göre dönekleşti, ehlileşti, pardon, demokratikleşti!.. Bunların bir zamanlar hiddetle ve şiddetle itiraz ettikleri; PKK söylemlerini, İsrail’in projelerini, AB’nin Haçlı isteklerini, şimdi hep bir ağızdan sürekli kendileri tekrar etmektelerdi… Dini yozlaştırmanın, İslam ahlâkını dejenerasyona uğratmanın, milli değer ve duyarlılıkları ucuza satmanın, kısaca zahiren dindarlık gösterisi yaparken, gerçekte fikren ve fiilen gâvurlaşmanın adı artık DEMOKRATİKLEŞMEYDİ!.. Bu ne sihirli, bu ne sinsi kelimeydi ve bu ne Siyonist bir hileydi… Ama asla değişmeyen, dengesini yitirmeyen, Milli değerlerinden ve haysiyetlerinden taviz vermeyen, İslami ve insani kimliğinden vazgeçmeyen ve bu uğurda ezilmeyi, hakaret edilmeyi ve Allah için üzülmeyi, bir zarar değil en büyük kâr ve kazanım kabul eden Ahmet Akgül Hocamızı ve Milli Çözümcü arkadaşlarımızı, şimdi yürekten kutluyorum, onlara hayranlık duyuyorum ve saygıyla selamlıyorum. Ve Erbakan Hoca’nın her sohbetinin sonunda vurguladığı: “Vel akıbetü lilmuttakin – En onurlu ve huzurlu akıbet, muttakilerin olacaktır” hakikatini hatırlatarak, son veriyorum.
Bizim de katıldığımız Kırgızistan Arabayev Üniversitesi’nde Adil Düzen konferansı öncesinde bir öğretim görevlisi, Ahmet Akgül Hocamızı şöyle tanıtmıştı:
Ahmet Akgül Türkiye’de; hem İslami prensipleri ve insani gerekleri, hem Atatürk’ün değişim düşüncesini, hem Müspet Milliyetçiliği, hem de sosyal dengeyi kaynaştıran çok ender bir ilim ve fikir adamıdır. Bir kısmı 3 cilt olan 100 kadar kitap yazmıştır, hepsi de özgün ve orijinal yapıtlardır. Kitapların 10 tanesi; İngilizce, Rusça, Japonca, Farsça, Fransızca ve Arapçaya çevrilmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin efsane Başbakanlarından Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın en özel talebesi ve takipçisi sayılmaktadır. Yaklaşık 40 yıldır Türkiye’nin her tarafında, Avrupa’da ve İslam coğrafyasında bilimsel konferanslara katılmaktadır. Türkiye’deki, bölgesindeki ve dünya genelindeki önemli gelişmeleri on yıllar öncesinden sezip açıklayan, bu yüzden pek çok sıkıntı ve saldırılara uğrayan, ama sonunda devamlı haklı çıkan bir bilge insandır. Türkiye’de asker ve sivil yüksek bürokratların, üniversite hocalarının, önemli yazar ve yorumcuların ve devlet erkânının yakından takip ettiği MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ’nin başyazarıdır. Yeryüzündeki kapitalist, sosyalist ve liberalist sistemlere karşı; hepsinin iyi ve yararlı yönlerini içinde barındıran, ama kötü ve zararlı kısımlarını bırakan; akıl, bilim, tarih, vicdan ve Kur’an kaynaklı orijinal ADİL DÜZEN programlarını hazırlayıp savunan Üstadımız 75 yaşında olup beş çocuk babasıdır. Hiçbir kitabı, dergisi, yazısı ve konferansları karşılığı kesinlikle telif parası almayan, lüks ve konfordan uzak mütevazı bir hayat yaşayan, bütün bunların masrafını 40 kadar gönüllü ve fedakâr dava arkadaşıyla ve Allah rızası için kendileri karşılayan, “para, makam ve çıkar karşılığı, dini ve ilmi tebliğ yapmanın haram olduğunu” savunan, bu nedenle hiçbir odağa ve iktidara minnet borcu bulunmayan bir Hocamızdır. Üstadımız 105’e yakın eseri dışında, partilerin ve hükümetlerin bile ilgisiz kaldığı; ilkokul: 4-5, ortaokul: 1-2-3, lise: 1-2-3-4 ve üniversite: 1-2-3 olmak üzere, bilimsel gerçeklere ve İslam’ın özüne uygun, ama hiçbir mezhep gözetmeksizin DİN ve AHLÂK Bilgisi kitapları hazırlamıştır.
Çok özel sohbetleri sırasında, Onun samimi talebeleri ve takipçileri olarak: “Bu (100) yüzden fazla kitabı nasıl hazırladınız, zamanınızı nasıl ayarladınız?” sorularımızı Ahmet Akgül Üstadımız, bizlere de örnek ve teşvik olsun diye şöyle yanıtlamıştı:
“1- Ciddi hastalık ve önemli sıkıntılar dışında, hemen 60 yıldır; bugünün işini yarına bırakmadım, hatta bundan öte, sabahın işini öğlene, öğlenin işini akşama ertelemeye kalkışmadım. Çünkü sayılı ömür sermayemi Kur’an’ın LAĞVİYAT deyip sakındırdığı boş beleş uğraşlarla harcamamak lazımdı.
2- Bir konuda bilgisi ve birikimi olan, yaşça bizden çok küçük de olsa… Sıradan ve sade bir kimse de olsa, onu dinlemekten, bir şeyler öğrenmekten asla gocunmadım, çünkü ilim öğrenmenin ve bilgi edinmenin en büyük engeli gurur ve kibir olmaktadır.
3- Elimize geçen; yerli-yabancı, solcu-sağcı, tanıdığım-tanımadığım, sevip saydığım veya buğuz yaptığım herkesin yazısını ve kitabını okuyup anlamaya çalıştım.
4- Bunlardan veya TV programlarında, konferanslarda duyduklarımdan, öğrendiğim ve önem verdiğim bilgileri not aldım ve bunları, sahiplerini söyleyerek yazıp aktarmaktan hiç sakınmadım.
5- En yakınlarımın, dava arkadaşlarımın, Parti mensuplarımın, etkin ve yetkin konumda bulunanların keyfi arzularına ve itirazlarına takılarak… Veya şahsi rahatımın ve çıkarlarımın hesabını ve hatırını sayarak, asla ve kat’a aklımın ve vicdanımın hayırlı ve yararlı bulduğu HAKİKAT’leri saklamadım, çeşitli kılıflara sarıp anlaşılmasını zorlaştırmadım.
6- Herhangi bir vesile ile tanıştığımız, bir çay içecek, uçakta bir saat yolculuk edecek kadar yakınlaştığımız bütün insanların; ahlâki ve vicdani şuur ve onurunu ve özellikle uhrevi ve manevi huzurunu kazanıp artırmaları için çabaladım. Yani onun makamından, imkânlarından ve iltifatlarından yararlanmayı değil, ona yararlı olmayı amaçladım.
7- İşte, belki de bu samimi gaye ve gayretlerin bir meyvesi ve kerameti sayılarak… Ve elbette Cenab-ı Hakk’ın ihsanı ve inayeti olarak ortalama 700 sayfalık bir kitabı bir-iki saat içinde, hızlı okumak ve o kitapla ilgili tebrik ve tenkit kasıtlı 10 sayfalık notlar çıkarmak bize hamdolsun kolaylaştırıldı.”
Özetle:
Ahmet Akgül Üstadımızın çocukluğu ilim ve tasavvuf ehli bir çevrede geçmiş, çok küçük yaşta Kur’an-ı Kerim ve Dini bilgiler öğretilmiştir. Öğretmen Okulu ve Yüksek Okul eğitimi yanında ve sonraki hayatı boyunca ciddi bir istekle, önemli medrese âlimlerinden özel dersler aldığı ve sürekli okuyup-araştırıp kendini yetiştirdiği bilinmektedir. Elâzığ, İstanbul ve Konya’da yaklaşık 8-10 bin ciltlik özel kütüphanesi vardır. Ancak Onun VEHBİ bir ilme ve İlahi inayete mazhar olduğu kanaatindeyiz. Tamamı orijinal 100’den fazla eserin sahibidir. İslam tarihinde ilk defa; anlamı, çeşitleri, şartları, farzları, vacipleri, sünnetleri, mekruhları, müfsitleri belirtilerek “CİHAD İLMİHALİ” kitapçığını çıkaran, çok çarpıcı ve ufuk açıcı bir Meal-i Kerim yazan, Erbakan Hocamızın hazırlattığı Adil Düzeni tamamlayıp kitaplaştıran şahsiyettir. 700 sayfalık bir kitabı 1-2 saat içerisinde okuyup 10 sayfadan fazla tenkit yazdığına defalarca şahidizdir. Onun ilmî dirayet ve derinliğinin, yüksek feraset ve bilgeliğinin en açık göstergesi ise; başta Meal-i Kerim olmak üzere, tamamı orijinal 100’den fazla eserleridir.
Muhterem Üstadımızın dava gayretini ve Filistin hassasiyetini gösteren bir anımızla bitirelim. Değerli ağabeyim, iş adamı Yalçın Gözübüyük, eşiyle birlikte Ramazan Umresine gitme niyetindeydi. Ahmet Akgül Hocamızı ve kıymetli eşlerini de birlikte götürmek istemişlerdi. Bu konu Üstadımıza açılınca; “Hayır, bu münasip değildir. Filistinli kardeşlerimiz mel’un İsrail saldırıları altında inlerken, onlar binbir türlü eziyet ve sefalet içerisinde kıvranırken, bizim Umre ziyaretine gitmemiz Allah katında uygun görülmeyecektir. Siz, İstanbul Cansuyu Şubesi’ne gidin ve karı-koca Umre paranızı Gazzeli kardeşlerimize gönderilmek üzere teslim edin. Çünkü farz olan bir hizmet ve ibadet dururken, sünnet ve nafile olan ibadet ve ziyaretle uğraşmak, nefsin ve İblisin sinsi bir hilesi olabilir!.. Bize ikram için niyetlendiğiniz meblağı ise, geçim sıkıntısı çeken kardeşlerimize pay etmeniz elbette daha hayırlı ve yararlı bir harekettir!..” tavsiyesini iletmişlerdi, ağabeyim de bunu aynen yerine getirmişlerdi…
Saygılarımla…
YAKUP GÖZÜBÜYÜK
[1] O bir ‘KUL’dur’! – Ufuk EFE – 19.01.2018
Allah razı olsun mükemmel ve bir o kadar gündemi okuyan faydalı bir yazı olmuş kaleminize kuvvet
SELAM OLSUN!..
İnsanlık yaratılalı
Acaba,
Böyle vahşet gördü mü?!..
Büyük bir köy gibi,
Bir uçtan bir uca
Herkesin,herşeyden
Haberdar olduğu,
Olaylara
Şahit olduğu…
Ve bu şahitliğe rağmen
Gazzede-Filistinde
Kahredilirken insanlık,
Böylesine sessiz,duyarsız
Edilgen,ruhsuz
Olundu mu?!..
Evet belki,
Vicdanını yitirmemiş
Hala insan kalabilmiş
Kimseler
Kitleler var…
Ancak;
Yöneticiler
Hele İslam ülkelerindekiler
Hiç böyle bayağılaştı
Böylesine kansızlaştı
Bu seviyede
“Dilsiz şeytan”laştı mı?!..
Hatta bazıları
Bu katliama -vahşete rağmen;
Çok daha ileri gidip
Bin maske giyip,
Kahpe-domuz israille
Normalleşti
Onlara gıda,giyim
Yakıt-benzin
Hatta
Patlayıcı maddeler
Satacak kadar
Çukurlaştı mı?!..
2.Viyana’dan,
Maddi gücün
Irkçı emperyalistlerin
Eline geçmesi sonra,
Son üçyüz yılda
Kan ağlayan dünya,
Zulmun
En iğrenç haline
Şahit oldu günümüzde!..
Bu vahşet
Bu çürümüşlüğe
Yok muydu bir ÇARE?!..
İnsanlık adım adım
Rezalete,felakete
Yokoluşa mı
Yuvarlanacaktı
Hep böyle?!..
Bu;
Tarihin en karanlık çağını,
Asr-ı Saadetin bir benzeri
En aydınlık
Bir devre döndürecek…
Farklılıklarına bakmadan,
Zalim olmayan
Tüm insanlığın
Kurtuluşu için,
Ne yapılması gerekiyorsa!..
Planlarını
Alt yapısını
İlgili organizasyonlarını
Yapmış!..
İşin,
Yapılandırılması
Tamamlanması
FİNAL’i için
En Sadık bendesini
En SeçkinTakipçisini
Hazırlamış!..
Ve hala
Ötelerden
Seslenişi
Yol göstermesi
Himmet ve şefeatiyle
Rehberlik eden
Kutlu ELÇİ’ye,
Selam olsun…
Ve
Selam olsun;
Zerre dûr olmadan
En sarsılmaz
İman ve hidayetle
Üstün bir bilgelik
Engin bir derinlik
Şaşırtıcı bir öngörü
Ve ferasetle…
Yılmaz bir irade
Berrak bir netlik
Çetin bir gayret
Ve dirayetle!
Derûni bir aşk
Adanmışlık!..
Ve azimetle!..
Şevk ve heyecanını
Hiç yitirmeden
Umudumu kesmeden
Daima sefer üzre
Zafere koşan;
Varis-i Serşah
Talib-i Hakikat
Rehber-i Sadakat
Ve İnsanat!..
İltifat-ı Sübhanî
Resûlün müjdesi
Hülüm belli;
Hakkı Üstün Tutan
“Adil Düzen
Ve Yeni Bir Dünya”
SİZİNLE KURULACAK!..
Başta huzuru
En çok hak eden,
Gazze-Kudüs-Filistin
Olmak üzere!..
Alem-i İslâm,
Bütün mazlum halklar,
Tüm insanlık
Barışa,huzura
Adalete,
İzzete…
Kısaca
Saadete kavuşacak
Asr-ı Saadet,
İnsanlığın “İkinci Bahar”ı
Yeniden YAŞANACAK!..
Ya Rabbi bizlere Üstad Ahmet Akgül hocamızı tanıma ve tâbi olma şerefini lütfettiğin için sonsuz şükürler olsun.
Âl-i İmran 8
“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra, bir daha kalplerimizi caydırma (ayaklarımızı kaydırma), bize katından rahmet ve inayet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.”
https://www.mealikerim.com/3/ali-imran/8
Ya Rabbi, bizleri Üstadımıza sağlam ve sıkı yol arkadaşları olabilmeyi nasip eyle. Amin.
Evet, biz Ahmet Akgül Hocamızı; Allah rızası için… Onu, bizim hidayet ve istikamet bulmamıza ve Hakkın hâkimiyetine çalışmamıza bir vesile kıldığı için… Kur’an’ımıza tercümanlık yaptığı için… Bize öğrettiği ve öğütlediği şeyleri, önce kendisi yaşadığı için sevdik, saygı gösterdik ve sahip çıktık. Yoksa biliyoruz ve iman ediyoruz ki; hidayetin de, inayetin de yegâne kaynağı Cenab-ı Hak’tır. O’nun yoluna çağıran, Kur’an ahlâkı ve ahkâmı uygulansın diye çırpınan şahsiyetlere tebrik ve teşekkür etmemek, hadislerde bizzat Allah’a nankörlük sayılmıştır.
Tüm insanlığın sorunlarını çareleri ile birlikte anlatan ve kınayıcının kınamasından tehditlerinden zerre çekinmeyen bilge şahsiyet Ahmet Akgül’ü anlamya ve öğretileri istikameti üzere yaşamayı Allah bizlere nasib etsin inşaAllah..
“Kime güveniyorsunuz? Bu gerçekleri bu kadar net ve mert biçimde nasıl dile getiriyorsunuz? Nasıl başınıza birşey gelmiyor?” diye soruyorlar!
Kendi parti tabanımızdan bile zanda bulunanlar, iftira atanlar oluyor…
Allah’a güvenmek; bütün zalimlere tek başına kafa tutmak demektir!
Allah’tan başkasından korkmamak demektir!
Allah’ın dilemesi dışında, kimsenin bize zarar veremeyeceğine iman etmektir!
Davası için hapis yatmayı, şeref saymaktır!
Davası uğrunda mücadele ederken şehit olmayı arzulamaktır!
Çünkü; 25 bin kişilik orduya tek başına kafa tutan Hz. Muhammed (sav) in ümmetiyiz. Çünkü; Basel’de ilk Siyonist Kongrenin yapıldığını salona; Kelime-i Tevhid Bayrağını asan ve bütün zalimlere meydan okuyan tek kişilik ordu Erbakan Hocamızın tek ve yegâne temsilcisidir! Üstad Ahmet Akgül!
Biz senden razıyız hocam..
Ahmet Akgül Hocamızı tanımak için; İMAN NURU ile bakmak gerekir!
Onun, ilmi dirayet ve feraseti, yüksek cesaret ve metaneti…
Onun, imani haysiyet ve insani hassasiyeti, örnek istikamet ve fazileti…
Onu yakinen tanıyan talebe ve takipçilerini hayran kılmıştır.
Ahmet Akgül Üstadımızı daha farklı ve aranır bir konuma taşıyan;
Her şeye rağmen, samimiyet ve muhabbetle Ordumuza sahip çıkması…
Dini değerlerimizle Laiklik prensiplerini uzlaştırıcı yorumları…
Milli Görüşçü, Atatürkçü ve Ülkücü kesimlerden tutarlı ve duyarlı kimseleri ortak paydalar etrafında buluşturma ve bir Milli Mutabakat oluşturma yaklaşımlarıdır…
Derin ilmine, engin birikimine rağmen;
Sürekli okuyan, araştıran, tebrikten ziyade tenkitlerden hoşlanan ve yararlanan, asla bilgiçlik havasına ve gururuna kapılmayan, ama hak bildiği konularda ise kesinlikle geri adım atmayan…
İmkân ve iktidar sahiplerinin ne tehditlerine ne de tekliflerine kulak asmayan…
Allah’ın rızasını, halkın çıkarını ve davasının hatırını her şeyin üstünde tutan…
AHMET AKGÜL Hocamızı önümüzdeki süreçler ve gelecek nesiller daha iyi anlayacaklardır!
Siyonizm-Emperyalizm denen DECCAL ile…
İşbirlikçi hain SÜFYAN ile…
MİLLİ ÇÖZÜM mücadelesi mutlaka zaferle sonuçlanacaktır!
Ahmet Akgül Hocamızı Allah için sevdik!
Onu, bizim hidayet ve istikamet bulmamıza ve Hakkın hâkimiyetine çalışmamıza bir vesile kıldığı için… Kur’an’ımıza tercümanlık yaptığı için…
Bize öğrettiği ve öğütlediği şeyleri, önce kendisi yaşadığı için sevdik, saygı gösterdik ve sahip çıktık…
Yoksa biliyoruz ve iman ediyoruz ki; hidayetin de, inayetin de yegâne kaynağı Cenab-ı Hak’tır.
O’nun yoluna çağıran, Kur’an ahlâkı ve ahkâmı uygulansın diye çırpınan şahsiyetlere tebrik ve teşekkür etmemek, hadislerde bizzat Allah’a nankörlük sayılmıştır.
Üstad Ahmet Akgül’ü anlamak, onun ilim ve irfan tarihinde ne büyük bir yere sahip olduğunu takdir edebilmek için onun Kur’ân-ı Kerim’le olan birlikteliğini idrak etmek, Bütün insanlığın kurtuluşu için , Adil Düzen Projelerini geliştirip mensub olduğu Erbakan Hocamız’ı ve Milli Görüş geleneğini yakından tanımak gerekir.
Üstad Ahmet Akgül’ü öne çıkaran, büyük problemlerin çözümünde onu muvaffak kılan en temel hususiyet, ayet-i kerimeleri sorun çözen, yol açan, şevki veren, Hakk’a teslimiyeti aşılayan bir nazarla tefsir etmesiydi. Onun bu hali, Hz. Ömer’in şu hadisesine benziyor:
“Mümin, “olmuyor, yapamıyorum.” diye yeis cümleleri kurmaz. Çölü; yeşertir, dağ başlarını mektebe çevirir. Şartlar ne olursa olsun İslâm’ı yürekten yüreğe taşıma vazifesinden ödün vermez.
“Üstad, her eserinde Milleti İslâm’ı kardeş olmaya ve kardeşliği korumaya; tüm insanların huzur ve mutluluk içinde yaşayacağı Adil Düzen Projelerini geliştirmek için bir ömür; verdi .;
“Asrımızdaki bu siyonist hareketinin fitnesine karşı emsâlsiz bir mücahede ortaya koyan ve en göze çarpan zat hiç şüphesiz Erbakan Hocamız ve O’nun Temsilcisi Üstad Ahmet Akgül Hocamızdır. Bütün hayatı ve eserleriyle ve de Milli Çözüm Ekibi ile bunu göstermiştir
Bâtılla savaştı, tabular yıktı
Her iddiasından, hep haklı çıktı
Hakikat kurşunun, haksıza sıktı
Darlığa katlandı, feraha rağmen…
Sayın Galip’in Dikkatine!
Bilgeliği, feraseti bir çok faziletli yönü açık olan Üstad Ahmet Akgül Hocamızın bu üstün yönlerini, Yazarımız Yakup Gözübüyük iddia şeklinde gündeme getirmeyip, sayısız kişinin şahit olduğu tarihi örneklerle gerçekleri aktarmışlardır.
Bu gerçeklerin karşısından “ben nasıl sorumluklarımı kuşanabilirim” diye sormamız gerekirken, hala daha “böyle bir kişi varsa” demek “bakar kör”lük değilse ve aksini ispat edemiyorsanız bir gerçeği açık açık inkar etmiş oluyorsunuz demektir.
“Neden Türkiye’de gündemde değil, niçin kitleleri yönlendirmiyor…” gibi sorular sizlerin Hakka değil, halka/kitlelere, çoğunluğa taptığınızın göstergesidir.
Ve dikkat edin, makaleyi bir kez daha okuyun, kitlelerin/kişilerin önce itiraz edip sonra zamanla nasıl Milli Çözüm çizgisine (eninde sonunda bazısı en sonunda per perişan) geldiğini görün.
Yorumunuzdan anlaşılan o ki, kitleler taraf olsa sizde taraf olacaksınız.
Bu demek oluyor ki Kur’an’ı Kerim’de örnek verilen onlarca peygamber döneminde yaşasaydınız; O kutlu şahsiyetler, kitlelere yön veremediği, çoğunluk taraf olmadığı, o günkü halk tarafından kabul gören kurumların başında olmadıkları için haklı oldukları halde onlardan taraftan olmayacaktınız.
Yani Hz. Yusuf’u kuyuya atan çoğunluğu haklı görüp kuyudaki/zindandaki Hz. Yusuf’u yalnız bırakacaktınız.
Yani, zalime zulme başkaldıran bir avuç “Ashabı Keyf’in” haklılığına kulak verip “yanlarında olmayı boş verin” gönülde tabi bile olamayıp, eleştirmek için bahaneler üretecektiniz.
Sayız örnek var, bunlar yeter diye düşünüyorum.
Kaldı ki Üstad Ahmet Akgül Hocamız, hiç bir araya gelmez denilen kesimlerin arasın köprü olmuş ülkemizde birlik için en önemli girişimleri yapmıştır. Ve ötesi makalemizde en mükemmel şekilde anlatılmıştır.
Türkiyede böyle bilge şahsiyetler varsa neden ön planda değiller. Neden değerlendirilmiyorlar. Neden bir partide önemli konumda değiller. Mesela bahsettiğiniz fikir ve ilim adamı Türkiyede gündemde olması gerekmezmiydi. Böylesi bir şahsın bir parti kurup kitleleri yönlendirmesi gerekirken ortamı boş bırakmakta neden..
Çok soru var bunlar yeterli olur diye düşündüm.
Galip beycim oda senin benim ayıbım… Niye sahip çıkmıyoruz niye tanıtmıyoruz … Latifeydi bunlar… Ancak Ahmet Akgül Hoca , hem ülkemize hem dünyaya yön veriyor… Nasıl mı?!! Örnekler çok qncak bikaç örnek yeterli olur sanırım: Şuan Milli Çözüm de yayınlanan makaleler şiirler videolar konferanslar ilgili kurumlarca dikkate alınmakta üniversitelerde ders olarak işlenmekte… Trt dizileri başta olmak üzere Diğer tv kanallarında da Ahmet Akgül’ün fikirleri işlenmekte toplum Milli Çözüm Zihniyetine doğru evrilmekte… Şuan Milli Çözüm 21.yılın içinde insanlara fikri olarak hizmet etmekte. Ve Ülkemiz başta olmak üzere tüm dünyada İSRAİL BİR TERÖR ŞEBEKESİDİR demeye başlaması İsrailin gerçek yüzünü görmesi ve Milli Çözüm’ün 21 yıldır ama taaa 1969 dan beri bu İsrail ve avanesini Siyonizm gerçeğini deşifre etmesi insanlığın bu gerçeği kavraması AHMET AKGÜL’ÜN BİLGELİĞİNE en büyük işarettir. Şuan tüm dünya Siyonizmi farketmiş kapitalizmle nasıl sömürüldüğünü farketmiş durumda ve insanlık ADİL DÜZEN ÖZLEMİYLE yanıp tutuşmakta olduğunu hep birlikte görmekteyiz. Yarın bir gün MİLLİ ÇÖZÜM ZİHNİYETİNE – ERBAKANIN HAS TALEBESİ VE TAKİPÇİSİNE ANAHTARLARIN TESLİM EDİLDİĞİNİ DUYARSANIZ ŞAŞIRMAYIN İNŞAALLAH…
Galip arkadaş,
Fetullah Gülen’e 50 seneden beri CIA VE MOSSADIN EN ÖRGÜTLÜ KURUMUNUN BAŞIDIR diyen ve hakkında daha Fetö denmeden 10yıllar öncesi 700 SAYFALIK kitap yazan ve ülkemiz insanlığını uyandırmak için gayret ve çaba göstermiş Aziz Erbakan Hocamızdan sonra Ahmet Akgül’den başka ikinci bir kişi gösteremezsiniz… Bakın dikkatinizi çekiyorum 50 senedir buna dikkat çeken diyorum… Ve onca gayret ve çabasıyla FETÖ olarak ilan edilmesini sağlayan BİLGE VE YİĞİT ŞAHSİYET AHMET AKGÜLDÜR ERDOĞAN DEĞİLDİR… Açın okuyun daha Fetö olarak ilan edilmesinden yıllarca evvel bastırdığı KÜRESEL FESATÇILIK VE FETULLAHÇILIK kitabını okuyun. BİLGE demek ; problemler oluşmadan önce tehlikeyi sezen ve o tehlikeye karşı önlemler alınmasını sağlayan kimseye denir… Evet Akp ve Erdoğan Siyasi irade olarak Fetullah’ın yanındaydı ona rağmen DEVLET HADİSENİN FARKINDAYDI VE ÜLKEMİZİ İŞGAL ETTİRMEDİ BİLGE VE YİĞİT ŞAHSİYET AHMET AKGÜL’ÜN ÇABALARIYLA…
SANA BU ÖRNEK YETER SANIRIM GALİP. YÜZLERCE ÖRNEK SAYILABİLİRDE. SANA YETSİN BU ÖRNEK.
Galip bey;
Galip bey; Uzun uzun yazasım vardı ama, siteye bugün giren bir yazı bana uzun uzun yazmaya gerek bırakmadı…
BAKMAK VE GÖRMEK FARKLIDIR
Sanırım siz de o bakar, bakar durur ama göremeyenlerdensiniz…
Umarım size de ilham olur, sorularınıza ve şüphelerinize derman olur…
Umarız ki o bakarlardan terfi eder de görenlerden olursunuz…
Selametle….
BAKMAK VE GÖRMEK FARKLIDIR ( Buradan okuyabilirsiniz…)
“Görenedir görene, nasipsize ne çare?
Köre nedir, köre ne, bakar görmez biçare!”
ÜSTAD AHMET AKGÜL’ Ü TANIYIP ANLAMAYA PENCERE ARALAMAK
Mütevazi bilge şahsiyetler normal zamanlarda halktan biri tevazusunda oldukları için ilk bakışta çözdüm diyenlerin çoğu yanılabilir. Çünkü O Zatı tarttığı terazi kendi bakış açısı, aklı ve yorumu ölçüsündedir. Fakat bilgi, birikim gerektiren bir soru ve olay karşısında o Zatlar farkedilebilir.
Evet üstadımızı ilk görenler nurlu simasından Mü’min vasıflarıyla tanıyabilir. Fakat yıllardır yanında talebeleri olarak şu tesbiti yapmamız hiç de abartı değildir. Muhterem Üstadımız Ahmet Akgül; kapağı açılınca okunabilecek deruni bir ilim ve hikmet hazinesidir. Ayrıca cesaret, dirayet ve siyasi kabiliyet abidesidir. O’nu ancak samimi, seviyeli ihtiyaç duyarak okuyanlar niyet ve gayreti kadar anlayıp faydalanabilir.
Üstadımızın fark ve faziletinin anlaşılması için bir kaç pencere aralayabilirsek;
– Önce çocukluk dönemi sonrası en az 70 yıllık bir talebedir.
– Yine Gençlik yıllarının başından itibaren bir öğretmendir.
– 20 li yaşlarının başından itibaren kitap ve makale yazan bir yazardır.
– Yine aynı yıllar yazdığı “Tarikat Terbiyesi” kitabı ve sonraki yıllarda hazırladığı “Ruhlar, Sırlar, Uzaylılar” kitapları onun kesbi ilminin yanında vehbi ilim sahibi olduğunun kanıtıdır.
– Gençliğinden itibaren Aziz Erbakan Hocamızın manevi himayesinde Siyasi kabiliyet ve karakteri daha da kemale ermiştir. Her türlü siyasi teklif ve tehdit onu yolundan alıkoyamamıştır.
-Ayrıca eserlerin şaheseri, bugün ve geleceğe de ışık tutan bir “Meal-i Kerim” hazırlayıp bir kaç dile de çevrilip ilim erbabının, toplumun her kesiminin anlayış, yorum, ve tenkidine sunulmuş bir şaheserdir.
– Ahmet Akgül Üstadımız’ın Elâzığ, İstanbul ve Konya’da yaklaşık 8-10 bin ciltlik özel kütüphanesi vardır.
– İlk defa “CİHAT İLMİHALİ” yazan, Erbakan Hocamızın hazırlattığı Adil Düzeni tamamlayıp kitaplaştıran şahsiyettir.
-700 sayfalık bir kitabı 1-2 saat içerisinde okuyup 10 sayfa tenkit yazdığına defalarca şahidizdir.
– Aziz Erbakan Hocamızdan sonra Milli Görüş ve Milli Çözüm noktasında fikir ve çözüm üreten; Adil Düzen, Adil bir Dünya yolunda sadece ülkesindeki olay ve ihtiyaçlara çözüm üreten değil, dünyadaki olay ve gelişmelere çözümler üretebilen bilgedir. Yani “Milli Çözüm, Adil Düzen” Lideridir”
Milli Çözüm’ün tam 40 sene önceki yazdıkları, konuştukları ve kitaplarıyla bugün hâlâ savundukları konular arasında hiçbir çelişki ve tutarsızlık bulunmamaktadır.
Çünkü “değişmeyen doğruları” ölçü almışlardır. O zaman samimi bir mümine yakışan, doğru bir sözü işittiği zaman “işittik ve itaat ettik” demesidir…
700 sayfalık bir kitabı 1-2 saat içerisinde okuyup 10 sayfadan fazla tenkit yazdığına defalarca şahidizdir. Onun ilmî dirayet ve derinliğinin, yüksek feraset ve bilgeliğinin en açık göstergesi ise; başta Meal-i Kerim olmak üzere, tamamı orijinal 100’den fazla eserleridir.
Yukarıdaki cümleleri insan dikkatle okuyunca Bu özelliğin ne büyük bir insana Şeref kazandıracağı izahtan varistedir Bizim Allah’tan niyazımız odur ki böyle yüksek istidatlara Cenabı Allah’ın bizi ulaştırmasıdır Rabbim hocamızın ilmini mübarek etsin en kısa zamanda Muzaffer etsin
Anlattı, bilinsin diye
Anlattığı görülsün diye
Bahaneler düşsün diye
Mühür kaldı vurulacak
Adil Düzen gelecek
Lakap değil, icraatle
Hem vicdani kanaatle
Her çevreden ittifakla
Herkes şehadet edecek
Gerçek “bilge” bilinecek
AHMET AKGÜL, ÜSTADIMDIR!
Facirler saldırmış, O direnmişti
Hem yüzlerce sahte, ilaha rağmen…
İthamlara karşı, şöyle demişti
“Kimse zarar veremez, Allah’a rağmen!..”
İlmi dirayetle, yüksek cesaret
Fazilet ehliydi, gerçek feraset
“Korkaklık, alçaklık; büyük esaret!..”
Olduğun söylerdi, melaha1 rağmen…
Bâtılla savaştı, tabular yıktı
Her iddiasından, hep haklı çıktı
Hakikat kurşunun, haksıza sıktı
Darlığa katlandı, feraha rağmen…
Fakirin garibin, sesin duyardı
Güçlü iktidara, suçun sayardı
Hak rızasın arar, Dine uyardı
Başına dayanan, silaha rağmen…
O çok şefkatliydi, hem de yiğitti
Sabırla çok sadık, kardeş eğitti
Çıkara ilgisiz, hayra seğirtti2
Makam istemezdi, günaha rağmen…
Dava aşıkıydı, cihad delisi
Erbakan hayranı, takva velisi
Hem ilim erbabı, şaşmaz “Beli”si3
Sıkıntı belaya, her aha rağmen…
“Tek kişilik ümmet…”, sırrına sahip
Hainse takmazdı, hoca şeyh rahip
Zalime karşıydı, âlime muhip
Fesat çıkarmazdı, salaha rağmen…
Sayesinde nice, gönül göverdi4
Ömürden ziyade, ölmü severdi
Yanlışa düşerse, dizin döverdi
Fıska yanaşmazdı, felaha rağmen…
Bağışlardı hayra, muvafık5 ise
Sevmezdi Siyonla, mutabık6 ise
Riyakâr sahtekâr, münafık ise
Başındaki beyaz, külaha rağmen…
1- Melah: Yüz ve öz güzelliği.
2- Seğirtmek: Yetişmek için hızla yürüyüp gitmek.
3- “Beli” demek: Âlem-i ervahta, Allah’a “Evet” diye söz vermek.
4- Gövermek: Ağaçların baharda yeşermesi ve filiz vermesi.
5- Muvafık: Uygun, uyumlu.
6- Mutabık: Anlaşan, uzlaşan.
Ahmet Akgül Hocamızı; Allah rızası için… Onu, bizim hidayet ve istikamet bulmamıza ve Hakkın hâkimiyetine çalışmamıza bir vesile kıldığı için… Kur’an’ımıza tercümanlık yaptığı için… Bize öğrettiği ve öğütlediği şeyleri, önce kendisi yaşadığı için sevdik, saygı gösterdik ve sahip çıktık. Yoksa biliyoruz ve iman ediyoruz ki; hidayetin de, inayetin de yegâne kaynağı Cenab-ı Hak’tır. O’nun yoluna çağıran, Kur’an ahlâkı ve ahkâmı uygulansın diye çırpınan şahsiyetlere tebrik ve teşekkür etmemek, hadislerde bizzat Allah’a nankörlük sayılmıştır.
FARKI FARKETMEKLE BAŞLAR HERSEY!
Bütün sevdiklerimiz; eşimiz, şeyhimiz, mürşidimiz, esasen Allah’ın bize ihsanından başka bir şey değildir. Dolayısıyla sevdiklerimizi Allah için sevmek, Allah’ın hakkını takdir etmektir. Çünkü her şeyi ve herkesi ihsan eden Rabbimizdir. İhsan eden kim ise, önce O sevilmeli; diğer sevdiklerimiz de yine O’nun için sevilmelidir.
Hâşâ; Allah gibi sevilen; bir peygamber, bir melek, bir veli kul bile olsa, bu şirke kaymaktır. Nitekim Hristiyanların Hz. İsa Aleyhisselama olan sevgileri böyle bir sapkınlıktır. Zira Allah için sevmek ile Allah’ı sever gibi sevmek arasındaki farkı bilmek lazımdır…”
Ne kadar güzel ve doğru tesbitler… Hangi tarikattan bunları duyabiliriz ki! Kimin dünya nın degisimi ve ahiret aleminde utanmaması için yaptığı bir projesi var ki!Tesbih çek ,oruç tut,sabret vs …İslam bu mu! Peygamberimiz savaştan savaşa koşmuşken şimdiki Ümmetin düştüğü durum ne kadar da acı! İnsanlık iflas etmişken zengin zengin oluyor ,fakir fakir oluyorken Müslümanlar en acı hayata terkedilmiş durumdalar…Allah yâr ve yardımcıları olsun…Üstad ve Hocalarımızdan Allah CC razı olsun!
Bilgelik denildi mi bilge başkan diye Temel Karamollaoğlu söylenir diye hafızalarda kalmış. Demekki tek kişiye has değilmiş
Merhaba Nurhayat…
Kıyas; birbirleriyle benzerleri arasında yapılır.
Bahsettiğiniz zat, sadece bir parti başkanıdır. Kendi kategorisinde, kendince prof filan gibi birtakım etiketlerle anılıyor da olabilir.
Ama… Bilgelik ise bambaşka bir şeydir. Sonradan olunmaz, doğuştandır.
Biz Ahmet Hocamızı anlatırken; kendi aklımız-anlayışımız kadar anlatabiliyoruz. Yoksa; Hocamızın bilgeliğini henüz -tam- kavrayabilmiş bir babayiğit çıkmadı…
Nurhayat Demir !!!!!!!
Mü’minun suresinde 3.ayette lağviyattan bahseder.
İşte o ayet : (Öyle mü’minler ki) Onlar lağviyattan (boş sözlerden ve nahoş işlerden, ömür ve gönül çürütücü ekran seyirlerinden) yüz çevirenler (hayırlı ve ihtiyaç karşılayıcı eylemlere yönelenler)dir. (Bütün okullarda, devlet kurumlarında, özel girişim ortamlarında, televizyon ve internet yayınlarında; yararsız, ayarsız ve hayâsız program ve davranışlardan vazgeçerek, her türlü gereksiz ve erdemsiz tavırlara, beyin ve vakit israfına muarız olup=itiraz edip bunlara muhalefete ve mücadeleye girişen, böylece verimli bir üretim sürecini ve sistemini gerçekleştirenlerdir.)
Bilgelik öyle lafla edebiyatla olacak iş değil. O Temel dediğin zaat hala insanlığın saadetine engel olmuş Akp yi kurmuş ve Milli Görüş’ü bölen, Aziz Erbakan Hocamızın ifadesiyle İSRAİL BALTASINA, İSLAMCI SAP OLAN Abdullah Gül’e sahip çıkan birisidir Temel dediğin temelsiz… Bilge Temel dediğin zattan en son veya hiç ADİL DÜZEN kurmayı – Adil Düzen projelerini anlattığını hatta Aziz Erbakan Hocanızın sağlığında defaatle anlattıkları ve parça parça yaptığını ifade ettikleri TEKNOLOJİ HARİKALARINDAN hiç bahsettiğini duydunm mu ? Duyamazsın. Ama şunu her defasında duyuyırsun : Abdullah Gül’e sahiplendiğini devamlı duyuyoruz duyuyorsun… En son daha bir hafta önce “Erdoğan Erbakan’ı hapse attırmak için evine polis gönderdi, Abdullah Gül ise affetti” diyerek güya Gül’ün temiz iyi olduğunu, Erdoğan ise zaten halkın gözünde bitti Erdoğan’a Saadeti yamamaya çalışsam tutmaz diye düşündüğü için Abdullah Gül’e Milli Görüşçüleri bağlamak niyetinde. Ama hamdolsun MİLLİ ÇÖZÜM VAR, ÜSTAD AHMET AKGÜL HOCA VAR… TEMEL’İN BU GAYRETLERİNİ BOŞA ÇIKARTIYOR MİLLİ ÇÖZÜM…
Yani ezcümle; Temel gibilere BİLGELİK ifadesi yakışmıyor sadece sözde kalıyor, ama AHMET HOCA’YA BU ÜNVAN ÖYLE OTURUYOR Kİ; MİLLİ ÇÖZÜMÜ VE AHMET HOCAYI TAKİP EDENLER BUNUN FARKINDA ZATEN… SİZE DE TAVSİYEM BU FARKINDALIĞI ELDE ETMEK İSTİYORSANIZ : ÜSTAD AHMET AKGÜL’ÜN ÖZGEÇMİŞİ VE ÖĞRETİLERİ adlı eseri okumanızı tavsiye ederim.