ÇARPITILAN DİNİ KAVRAMLAR
Şeriat Nedir, Ne Değildir?
Bazı Müslümanlarca istismar edilen, inkârcılar tarafından ise öcü gibi gösterilen Şeriat; sözlük manası olarak, suların tabii seyriyle akıp gittiği mecraları ve ulaşım için açılan ve kullanılan anayolları anlatır. Ama, Kur’ani bir kavram olarak Şeriat; Cenab-ı Hakkın, peygamberler vasıtasıyla insanlara gönderdiği Hak dini ve hayat disiplinini ifade etmek için kullanılır.
“Her şeyi hakkıyla bilen, hikmetle ve maslahatla iş gören[1] ve mutlaka adalet ve hakkaniyetle hükmeden[2] ve asla zulüm, haksızlık ve yanlışlık etmeyen[3] Yüce Allah (C.C), akıl ve araştırma yoluyla bilemeyecekleri ve çok uzun zaman ve büyük zararlardan sonra ancak fark edebilecekleri ‘mutlak doğruları ve mutlak yanlışları’ insanlara öğretmek, helâl ve haramı onlara beyan etmek ve daha önceki kavimlerin hayırlı ve yararlı yollarına iletmek”[4] üzere, insanlık tarihinin her döneminde peygamberlerle birlikte şeriatlar göndermiştir. İman ve itikat esasları ve dinlerin genel amaçları aynı kalmakla beraber; ibadet şekilleri, muamelat usulleri ve hukuk düzenleri devamlı değişme ve gelişme seyri göstermiş ve nihayet İslam dini ile bu kemâle ermiştir.
“Biz her ümmete takip ve tatbik ettikleri bir ibadet ve hayat disiplini (şeriat) tayin ve takdir ettik. Bu sebeple (din) işlerinde asla Seninle çekişmesinler. Sen Rabbinin (dinine ve prensiplerine) çağır, şüphesiz Sen en haklı ve hayırlı bir yol üzerindesin.”[5]
“(Ey Resulüm) Sana da, kendinden önceki kitabı doğrulayan (ve onun amaçlarını) koruyan bu Kur’an’ı Hakk olarak indirdik. Artık onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve Sana gelen bu Hakk (ve adalet kuralların)dan ayrılıp sakın onların keyiflerine uyma! (Çünkü) Sizden her biriniz için (uygun) bir şeriat ve bir yol belirledik.”[6]
“Sonra Seni de (Hak dini ve huzur prensipleri) işinden bir şeriata memur kıldık. Sen (her hususta) ona tâbi ol ve asla bilmeyenlerin nefsü hevasına uyma!”[7] gibi ayetler bu gerçeği haber vermektedir.
İnsan topluluklarının ekonomik, sosyal ve kültürel yönden evrimleşmelerine ve gelişmelerine paralel olarak, Cenab-ı Hakkın gönderdiği şeriat usulleri ve hukuk düzenleri de tabii bir değişme göstermiş, “Bugün dininizi olgunlaştırdım ve nimetimi tamamladım”[8] ayetinin bildirdiği gibi, İslam dini ve adalet prensipleriyle Allah şeriatını kemâle erdirmiştir.
Hz. Peygamberimiz (SAV)’le, artık; “Şeriatların değişmesi dönemi” kapanmış, buna karşılık “Tecdit ve içtihat dönemi” başlamıştır. Yani insanlığa; İslam’ın temel esaslarına ve değişmez doğrularına bağlı kalarak, her asırda, kendi şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun ve yeterli çözüm ve çareler üretme kapısı açılmıştır.
“Allah’ın şeriatını bozmak ve İslam’ın temel esaslarını yok saymak veya yozlaştırmak Allah’ın asla izin vermediği bir davranıştır ve şirk sayılmıştır.”[9]
İslam şeriatının esasları, değişmez mutlak doğruların kaynağı olan Kur’an’la belirlenmiş, Hz. Peygamberin (SAV) Sünneti ve sistemiyle şekillenmiştir.
“Biz Sana kitabı (Kur’an’ı) Hakk olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın Sana gösterdiği şekilde adaletle hüküm veresin (ve evrensel hukuk kurallarına göre hükümet edesin.) Sakın (İslam’a ve insanlığa aykırı sistemleri beğenen ve sözde Müslüman geçinen) hainlerin tarafını çekmeyesin!”[10]
İslam şeriatı ve Kur’an kuralları, önemini ve özelliğini yitirmeyen değişmez bir İlahi esaslar bütünüdür. “Çünkü Rabbimizin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini (ve hükümlerini) hiç kimse değiştiremez (ondan daha mükemmeli meydana getirilemez).”[11]
Ancak bu temel kaynaklara ve genel doğrulara dayanarak, kendi zamanlarına ve şartlarına uygun olarak, ilmi metotlarla hazırlanan Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı dönemi içtihat ve tatbikatları, İslam’ın mutlak ve değişmez örnekleri değildir. Sadece kendi çağları için gerekli ve yeterli düzenlemelerdir. Yani Kur’an, Hak dininin ve adalet prensiplerinin bir nevi anayasası gibidir. Allah tarafından vahiyle bildirilmiştir ve asla değişmeyecek olan temel hükümlerdir. Ancak bu anayasaya dayanılarak, her asırda, o dönemin şartlarına ve ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde çıkarılan kanunlar ve kurumlar ise, zamanla yetersiz kalabilir, gereksiz olabilir, yani değişme özelliğine sahiptir.
İslam; “Her dinden, her kavimden herkesin can, mal ve namus emniyeti, din ve düşünce hürriyeti mukaddestir ve korunmalıdır.” “Herkesin birlikte barış içinde yaşayacağı ve temel insan haklarının korunacağı bir düzen kurulmalıdır” gibi dinen, aklen ve ilmen ittifakla benimsenen “Mutlak doğruları” ve “İçki, kumar, fuhuş, cinayet, anarşi zararlıdır ve ortadan kaldırılmalıdır” gibi yine hem dinen, hem aklen, hem de vicdanen ittifakla kötü ve zararlı kabul edilen “Mutlak yanlışları” bildiren temel ve genel hükümleri içerir. Sırf “Kur’an emrediyor, Allah böyle istiyor, bunlar İslam’dan kaynaklanıyor” diye, bu hem vicdanen, hem aklen hem de ilmen itirazsız kabul edilen gerçeklere karşı çıkmak ise, tam anlamıyla yobazlıktır, bağnazlıktır ve çağ dışılıktır…
İnsanın Rabbi ve yaratanı olan Allah, onun yararına ve zararına olacak durumları da mutlaka en iyi bilen ve en doğru hükümleri gönderendir.
Şayet şeriat diye, geçmiş asırlardaki siyasi, sosyal ve ekonomik uygulamaların aynısı gelecek zannedilerek karşı çıkılıyorsa, bu yanlıştır ve bu endişe yersizdir. Çünkü ilmi ve İslami esaslara dayanarak, bugünkü şartlara ve çağdaş standartlara uygun olarak hazırlanan çok yeni bir medeniyetin ilmi, ahlâki ve iktisadi program ve projelerinin yanında, Kapitalist ve Sosyalist rejimler ve sözde çağdaş zannedilen bâtıl ve bozuk sistemler gayet iptidai, yanlış ve yetersiz vaziyettedir. Ve pek yakında uygulanma şansını ve şartlarını yakalayacak olan Adil Düzen‘in insanlığa refah, huzur ve emniyet bahşeden mutlu neticelerini, insanlık fiilen yaşadıktan ve tadına vardıktan sonra, sömürü ve barbar sistemleri tarihin çöplüğüne terk edecektir. Çünkü İslam fıtrat dinidir. İnsanlığın yaratılışına, maddi ve manevi yapısına en uygun adalet ve saadet ölçüleridir. Ve Allah’ın helâl dairesi çok geniştir. Hiçbir konuda harama yer bırakılmamıştır. İnsanın kabiliyetlerini körelten, yobazlık ve softalık gibi, insanın fıtratını kirleten günahlar ve fasıklık da aynı derecede zarar vericidir.
“Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri (sakın) haram etmeyin. (Ama) Haddi aşıp aşırı da gitmeyin. (Allah’ın sınırlarını gözetin, harama düşmeyin.) Çünkü Allah (şeriatın) sınırını aşanları asla sevmez (ve iflah etmez.)”[12]
Bu nedenle, İslam ne demokrasiye, ne laikliğe, ne özgürlüklere ve ne de doğal zevklere ve güzelliklere asla engel değildir. Tam tersine, bütün bunları öğütleyen ve özendiren, örgütleyen ve hatta öngören bir din ve hayat disiplinidir.
Hizbullah Ne Demektir?
Bir zamanlar “Hizbullah” kelimesi değişik kesimlerce ve farklı anlamlar ve amaçlar için, çok sık kullanılmaya başlanmıştı. Kimileri bunu, kendi cemaatlerine has bir sıfat olarak seçerken, kimileri İran’ın desteklediği Lübnan’daki hareketle irtibatlı göstermeye çalışmakta, kimileri de maksatlı olarak İslam’ı katıksız ve kayıtsız yaşamak isteyen bütün Müslümanları anarşist göstermek için bu kelimeyi gündeme taşımaktaydılar.
Aslında “Hizbullah” Kur’ani bir kavramdır. İslam’a inanan, inancını yaşayan ve her asırda Allah davasına sahip çıkan, bütün insanların can, mal ve namus emniyetini, din ve hürriyetini sağlayacak bir düzeni savunan ve tüm Müslümanları kapsayan ve kuşatan geniş ve genel bir anlamda kullanılmaktadır. Bunun karşıtı ise, her türlü küfrü ve kötülüğü tercih eden, haksızlığı ve ahlâksızlığı temsil eden insanların oluşturduğu “Hizbuşşeytan”dır. Bu bakımdan yeryüzündeki insanlar ya Hakkı ve adaleti savunarak Allah’ın tarafında olacak ve Hizbullah’tan sayılacak veya zulmü ve ahlâksızlığı savunarak Şeytan’ın safında olacak ve “Hizbuşşeytan”a katılacaktır. Kısaca insanlar ya Allah’ın halifesi olacak veya Şeytan’ın askerleri olacaklardır.
“Mü’minler Allah yolunda çarpışacak, münkirler Şeytan yolunda savaşacaklardır.”[13]
“Hizbullah”, “İslam Partisi”, “Müslüman Kardeşler” gibi, bütün Müslümanların ortak sıfatı olan kavram ve tanımların, herhangi bir ülkedeki özel ve yöresel hizmet ve hareketler için kullanılması uygun değildir. Çünkü o bölgede yaşayıp da bu gibi cemaat ve teşkilatların üyesi olmayanları, resmen olmasa da zımmen “İslam dışı” göstermek ve Müslümanları gücendirmek endişesi taşındığından, bütün Müslümanları kapsayacak mahiyetteki bu genel tarif ve tanımları, özel ve bölgesel bir hareket ve cemaat için kullanmak münasip düşmemektedir. İşte bu nedenle Türkiye’nin bazı yörelerindeki Müslümanların kendilerini “Hizbullah” diye tanıtmaları uygun görülmemektedir. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki Müslüman-Kürt kardeşlerimizi “Hizbullah’ın içinde olanlar, Hizbullah’ın dışında kalanlar” diye iki kampa bölme ihtimali ve bazı cehalet ve mecburiyetler sebebiyle PKK’ya taraf görünen çaresiz ve sahipsiz kimselerin bu tarafgirliğini pekiştireceği ve tamamıyla PKK’nın kucağına iteceği endişesini hesaba katmamız gerekmektedir. Doğu ve Güneydoğu’da geçmiş hükümetlerin huzur ve hürriyetlerini koruyamadığı, emniyetlerini sağlayamadığı, PKK’nın zulüm ve saldırılarına karşı gerekli ve yeterli tedbirleri alamadığı bölgenin Müslüman halkı, çaresiz bir nefsi müdafaa gayesi ve gayretiyle kendilerini savunmaya ve korumaya yönelince, bu sefer hem İsrail ve ABD gibi dış güçler, hem de yerli işbirlikçiler, bu saf ve samimi çırpınışları istismar etmeye, başka türlü göstermeye veya kendi istikametlerinde yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Müslümanların bu noktada daha dikkatli davranmaları şarttır. Çünkü “işler sonuçlarına göre değerlendirilir” ve zaten “akıl” sonunu düşünmek kârını, zararını çok iyi hesap edebilmektir.
Hatta bu cümleden olarak, aslında iddia ve iftira edildiği gibi, “planlı, sistemli, irtibatlı ve intizamlı bir terör örgütü” değil, çaresiz ve sahipsiz Müslümanların bir nevi nefsi müdafaa mecburiyeti, ve korkunç tecavüz ve tahriklere karşı tabii bir tepki hareketi olan davranışları, kamuoyunda tam tersine bir dehşet ve vahşet şebekesi gibi göstermek üzere, Kontr-Hizbullah diyebileceğimiz, düzenin ve dış güçlerin kurup kullandığı fitne odaklarını, -strateji olarak yanlış da olsa- kendilerine Hizbullah denilen Müslümanlarla asla karıştırmamak lazımdır. Bu durumda Müslümanlara düşen, bulundukları ülke şartlarına uygun olarak kurulan meşru ve makul teşkilat disiplinine uymak, ferdi ve fevri hareketlerden sakınmak ve çok mecbur kalmadan ve nefsi müdafaa durumu hasıl olmadan kesinlikle kavgadan uzak durmaktır. Kısa vadede his ve heyecanlarımızı tatmin edecek, ama uzun vadede dinimiz ve davamız açısından aleyhimize dönecek hareketlerden ve özellikle illegal-yeraltı örgütlenme heveslerinden sakınılmalıdır. Zira yeraltı faaliyetlerine ve illegal örgütlere, dışarıdan sızmalar ve hedef saptırmalar çok daha kolay olmaktadır.
Bu gibi gizli örgütlerde, herkes kendi biriminde olanları tanımakta, daha üsttekilerin kim olduğunu bilmemektedir. İllegalite ve gizlilik bunu gerektirmektedir. Böyle olunca da, arka karakollara casusların girmesi ve gizli istasyonlarda lokomotifin raylarının değiştirilmesi tehlikesi gündeme gelmektedir. Bu yüzdendir ki MOSSAD, CIA, KGB ajanları, yukarıdan aşağıya bütün yöneticilerin ve de yetkililerin herkesçe bilindiği ve emir komuta zinciri ve teşkilat disiplini içinde hareket edildiği resmi kuruluşlardan ziyade, gizlilik gereği, birbirlerini ve örgüt birimlerini tanımayan illegal hareketlerin içine sızabilmekte ve kendi istikametlerine kullanabilmektedir. Çünkü gizli bir telsiz koduyla veya özel bir telefon numarasıyla “filan kişi bu gece öldürülecek” yahut “filan yere baskın düzenlenecek” talimatını veren, gerçekten teşkilat yetkilisi midir? Yoksa dışarıdan birisi midir? Bunu bilmek mümkün değildir. Kaldı ki İslam her türlü anarşiyi yasak etmiştir.
Can emniyetine ve yaşama hürriyetine kasteden kürtaj ve katliamları… Emeğin hakkına ve mülkiyet hukukuna tecavüz sayılan faiz, hırsızlık ve kumarları… Namus ve nesil emniyetini ve aile saadetini tahrip eden fuhuş ve cinsi sapkınlıkları… Akıl emniyetinin ve düşünce hürriyetinin temeli olan beyin ve ruh sağlığını bozan her türlü içki ve uyuşturucu gibi alışkanlıkları… Din ve vicdan hürriyetini kısıtlayan ve özellikle İslam’ı yasaklayan, zulüm ve haksızlıkları mübah ve medeniyet sayan her görüş, her program, her parti bâtıldır, bozuktur ve bunları seven ve savunanlar da “Hizbuşşeytan”dır. Her dinden, her kavimden ama herkesin can, mal ve namus emniyetinin din ve düşünce hürriyetinin korunmasını ve işte bu maksatla kürtajın ve katliamların, faiz, hırsızlık ve kumarların, fuhuş ve cinsi sapkınlıkların, içki ve uyuşturucuların ve inançlara yapılan baskı ve zorbalıkların kaldırılmasını savunan kimseler ise “Hizbullah”tır.
“(İşleri güçleri yalan olan ve bâtıla daldıkları halde kendi kendilerini hayırlı bir şey üzerinde sanan kimseleri) Onları şeytan kuşatmış (etkisi altına alıp ruhlarını kapsamış) ve kendilerine Allah’ı hatırlamayı (O’nun emir ve yasaklarına göre yaşamayı ve zikrullahı) unutturmuş (durumdadır). İşte (haramlara ve hayırsız yollara düşen) bunlar Hizbüşşeytan’dır. Ve Şeytan’ın partisi (tarafgirleri, ekibi, takipçileri) mutlaka hüsrana uğrayacaklardır. Şu kesin bir gerçektir ki; (Hakkı ve hayrı tanıdıktan ve katıldıktan sonra, dünyalık hesaplarla) Allah’a ve Resulüne (muhalefet bayrağı açıp) karşı çıkarak (İslam davasına hıyanet edip ayrılanlar) işte onlar mutlaka rezil ve zelil düşecek aşağılık kimseler arasındadır. (Unutmayınız ki) Allah, ‘muhakkak Ben ve Elçilerim galip geleceğiz’ diye yazmış (ve kararlaştırmış)tır. (Allah’ın partisi ve Kur’an’ın takipçisi olanlar mutlaka kazanacak ve başarıya ulaşacaklardır.) Gerçekten Allah, en büyük Kuvvet sahibidir, Güçlü ve Üstün olandır. Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) iman eden hiçbir kavmi (kesimi ve kişileri); Allah’a ve Resulüne başkaldıran, (Ayet ve Hadislere dayalı İslam düzenine ve Müslüman ülkelere düşman olup savaş açan) kimselerle bir sevgi (ve işbirliği) içinde asla bulamazsın; velev ki, bu (zalim ve hain çevreler), isterse kendi babaları (olsun), ister çocukları (olsun), ister kardeşleri (veya tarikat-cemaat ihvanı olsun), isterse aşiretleri (partileri, müttefikleri) olsun, (yine de şuurlu mü’minler asla onların başarısını arzulamaz, destek çıkmaz ve saygı duymazlar. Çünkü, ülkede faizi, fuhşu, içki ve uyuşturucuyu, kumarı ve şans oyunlarını yürütenlere, Siyonist Yahudi ve Hristiyan merkezlerin güdümüne girenlere ‘meveddet’=benimseyip desteklemek ve sevgi göstermek imana ve insanlığa aykırıdır); işte bunlar (sadık ve sağlam Müslümanlar), öyle(sine samimi ve nasipli) kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazıp (yerleştirmiş) ve onları Kendinden (İlahi izzet ve inayetinden) bir ruh (ve şuur) ile desteklemiştir. (Ahirette de) Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak ve orada süresiz kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar, (Kur’an nizamına karşı çıkanlarla kalbi alâkalarını koparanlar) Allah’ın hizbi (partisi, takipçisi, ekibi ve taraftarları)dır. Dikkat edin (kesinlikle bilin ve bekleyin)ki; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felaha ulaşacak (dünyada zafer ve devlete, ahirette ise cennet ve saadete kavuşacak)lardır.”[14]
Ayetlerde açıkça belirtildiği gibi yeryüzündeki, Hakkı ve hayrı savunan ve bütün insanların temel haklarına saygı duyan, inanç ve iyilik ehli herkes “Hizbullah”tır. Her türlü zulüm ve sömürüyü işleyen, haksızlık ve ahlâksızlıkları yürütenlerle iş birliğine girişen, inançsız ve insafsız kimseler ise “Hizbuşşeytan”dır.
Ama hiçbir parti, dernek ve kuruluş “Hizbullah”, “Cemaat-i İslami”, “İhvan-ı Müslimin” gibi bütün Müslümanların ortak sıfatı olan kavramları kullanamaz. Çünkü bu, başka Müslümanları dışlamak, hatta düşman tanımak sonucunu doğurur ki, oldukça yanlış ve sakıncalıdır. Ve hele, “Karanlık güçlerin, kiralık katilleri” gibi hareket eden, ne İslam’a ne de insanlığa sığmayan vahşet ve cinayetlerini “Hizbullah” sıfatıyla işleyen gizli ve kirli örgütlerin iç yüzü elbette ortaya çıkacaktır.
“Sebili’l Mü’minin” (Mü’minlerin Yolu) Hangisidir?
Kur’an’da yüzlerce ayette “Sebilillah = Allah yolu” kavramı geçmektedir. Allah yolu; İslam yolu, Kur’an yolu, Peygamber yolu demektir. Sebilillah, İslam dinini ve Kur’an prensiplerini ifade etmektedir. “Allah yolu”nun dışındaki bütün yollar ise “Şeytan yolu” olarak belirtilir.
“İman edenler Allah yolunda (adalet ve hürriyet için) çarpışırlar. İnkâr edenler ise tağut yolunda (zulüm sistemleri yürüsün diye) çalışırlar.”[15] ayeti gayet nettir. Kur’an’da yalnız bir yerde[16] ise “Sebili’l Mü’minin = mü’minlerin yolu” kavramı zikredilir.
“Her kim kendisine hidayet ve İslamiyet apaçık belli olduktan sonra, Resule (Elçiye) muhalefet ederek, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu düştüğü sapkınlıkta bırakırız ve ahirette onu cehenneme sokarız.” Bu ayette geçen “Sebili’l Mü’minin = mü’minlerin yolu” mü’minlerin üzerinde ittifak ettikleri (icma-i ümmet) ve hayırlı gördükleri istikamet demektir. Ehli sünnet vel cemaatı ifade etmektedir.
Tefsir-ul Hazin ve Razi[17] İmam-ı Şafii hazretlerinin Kur’an’ı 300 defa dikkatle okuyup tekrarladığını ve bu ayet kadar “kesinlikle icmaya işaret eden bir ayete rastlamadığını” söylediğini haber vermektedirler.
Merhum Müfessir Elmalılı ise “Allah’a, Resulüne ve Ulü’l Emre itaat, mü’minlerin yoludur. Allah’ın elçisine, emir ve yetki sahiplerine muhalefet etmek mü’minlerin yolundan ayrılmak demektir. Binaenaleyh resullere, emir sahiplerine ve icmaya itaat vaciptir” hükmünü beyan etmektedir.[18]
“Cenab-ı Hak Benim ümmetimi bâtıl bir konu üzerinde ittifak yapmaktan koruyacaktır”[19] mealindeki Hadis-i Şerifin müjdesini ve garantisini de hesaba katarsak, ülkemizde ve yeryüzünde “zulmü ve bâtılı ortadan kaldırmak ve adaleti hâkim kılmak” üzere kurulan ve milyonlarca şuurlu Müslümanın icma ve ittifakıyla oluşan ve Adil Düzen programları ve İslam dayanışma teşkilatları ile olgunlaşan ve tüm dünyadaki Müslümanların ve mazlumların tercümanı ve temsilcisi gibi sorumlu davranan MİLLİ GÖRÜŞ hareketi ve cemaati, bugün sahip çıkmamız gereken “Sebili’l Mü’minin”, yani Hakka ve hayra inananların hizmet yolu ve yöntemlerinden birisidir. Ve bütün İslami ve insani girişimleri desteklemektedir. Öyle ise tuttuğumuz yolun Rahmani mi, Şeytani mi olduğuna… Genellikle mü’minlerin mi, yoksa münkirlerin mi yoluna koyulduğuna dikkat etmemiz gerekir. Evet Milli Görüş ne bir mezhep, ne bir meşrep, ne bir tarikat, ne de sadece herhangi bir kavmiyet hizmeti değildir. O her Müslümanın ve tüm mazlumların hakkını ve huzurunu korumak amacıyla birleştikleri hayırlı bir hizmet hareketidir ve herkes için huzur ve hürriyet istemektedir.
Devlet ve hükümet imkânlarının hayrın ve halkın hizmetinde kullanılması, Hak ve adalete dayanan yeni bir dünya medeniyetinin kurulması amacıyla yola çıkan ve üzerinde milyonlarca Müslümanın icması ve ittifakı oluşan bir harekete elbette destek çıkılması mü’minlerin sorumluluğudur. Bu yol Hz. Adem’le başlayan, Fahri Kâinat Efendimiz (SAV)’le olgunlaşan, nice müçtehit müceddit ve mürşitlerle bize kadar ulaşan “Sübil-es Selam-Selamet Yolu”dur. Öyle bir yol ki; “Allah (CC) onunla, Kendi rızasını arayanları (devlet, emniyet ve) selamet yollarına iletiyor ve onları Kendi izni ve iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, sırat-ı müstakime hidayet ediyor.”[20]
Bizim hedefimiz ve rehberimiz Sebili’l Mü’mindir ki; “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na (yaklaşmaya) yol arayın ve (bu maksatla) O’nun yolunda cihat edin ki kurtuluşa eresiniz”[21] ayetinde emredilen vuslat ve cihat yollarından kutlu bir istikamettir. “Rabbine doğru yol tutmak isteyen”[22] sadakat ve hizmet erlerini sorumluluğa davet etmektedir.
Hizmet yolu, cemaat ve teşkilat yoludur. “Sübül-es Selam = Selamet yoludur” Sübülü’r-reşat = Aklı selim ve doğruluk yoludur.[23] İbadet, istikamet ve insaniyet yoludur. Bu hakikat yoluna karşı çıkan “Zalimler kıyamet günü (pişmanlığından) ellerini ısırıp, “Ah nolaydı, keşke ben elçiler (ve Hak davetçiler)le beraber hayırlı bir yol tutaydım.”
“Eyvah bana ne olurdu, ben filan (fasık ve facirleri) keşke dost edinmeyeydim (peşlerine gitmeyeydim).” “(Çünkü O) Beni, bana gelen Zikir’den (Kur’an’ın hükmünden) saptırdı. Zaten şeytan insanı (saptırır) yapayalnız ve yardımsız bırakır.” diyeceklerdir.[24]
Artık kesinlikle bilmeli ve kabullenmeliyiz ki din ve düzen olarak iki yol vardır. Biri Hakka dayanan Allah’ın yolu, diğeri bâtıl olan tağutun yoludur. Uyulması ve tâbi olunması gereken cemaat ve teşkilat ise yine iki çeşittir:
Ya Sebili’l-mü’minin… Yani mü’minlerin; “Hayat; iman ve cihattır” yani başarılı olmak için inanmak ve bütün gücüyle çalışmak lazımdır şuuruyla icma ve ittifak ettikleri cemaat ve teşkilat yoludur. Veya Sebilü’l-Mücrimin = İtikadı bozuk olan Mason ve münafıkların[25] ve Sebilü’l-Müfsidin = İfsat edicilerin ve bozguncuların yoludur.[26] Sebili’l-Mücrimin ise; İslam’a açıkça saldıranların ve Siyonist uşakların, Sebilü’l-Müfsidin ise Müslüman görünüp İslami hareketi içten yıkmaya çalışanların ve fesat çıkaranların yoludur.
İşte insan bu yollardan herhangisine tâbi ve taraf olacağına kendisi karar verir. Ve herkesin gerçek kimliği ve kişiliği bu tarafgirliği ile doğrudan ilgilidir.
… Ve Kur’an’ın; “Her kim mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu düştüğü sapkınlıkta bırakırız.”[27] ikazına kulak verilmelidir… Ve bu ayet özellikle Hak davayı tanıdığı ve anladığı halde, nefsi inat ve menfaatleri yüzünden hayırlı hareket ve cemaati terk eden ve karanlık merkezlerle iş birliğine girişen kimselerin acı akıbetini bildirmektedir. “Sürüden ayrılanı kurt kapar” atasözümüz de bu gerçeğin ifadesidir.
“İ’lay-ı Kelimetullah” Ne Anlama Gelir?
Allah kelime ve kelâmının en üstün olması, yani insanların kurtuluşu için Kur’ani kuralların yaşama geçirilmesi gayretiyle çalışmak, her Müslümanın hem görevi hem amacıdır. Ancak ülkemizde Milli iradenin iktidarı, amaç ve sorumluluklarımızın sonu ve tamamı değil, sadece mutlu bir aşaması konumundadır. Dünya çapında ve insanlık adına görevlerimiz ve evrensel boyutlu hedeflerimiz asıl bundan sonra başlayacaktır. Çünkü iyilerle kötülerin mücadelesi, kıyamete kadar asla durmayacaktır.
Cenab-ı Hak: “Fitneden eser kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer (fitneden) vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşı yapılır. Hürmetli ay, hürmetli aya karşılıktır. Haramlar (işlenen cinayet ve suçlara) karşı da (misliyle karşılık) kısas vardır. Kim size saldırırsa, siz de ona size yaptıklarının misliyle saldırın. (Ama daha ileri gitmeyin ve zulme meyletmeyin) Allah’tan korkun. Biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir. Allah yolunda infak edin. (İslam’ın hedefine ulaşması ve fitnenin ortadan kalkması için gerekli ve yeterli maddi harcamayı sakın ihmal etmeyin… Hizmet yolunda cimrilik ve tembellik ederek) Kendinizi tehlikeye atmayın. (Cihat ve teşkilatla ilgili hizmetlerinizi ve bütün ibadetlerinizi Allah’ın huzurunda bizzat imtihan edilmenin şuuruyla yerine getirin) İhsan ve ikram ehli olun. Çünkü Allah muhsinleri sever.”[28] buyurmaktadır.
Bu ayet-i kerimelerdeki “fitne”; her türlü haksızlık ve ahlâksızlığı netice veren bâtıl düzenleri ve zalim yöneticileri ifade etmektedir.
“Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar” emri ise, “yeryüzünde kimden kaynaklanırsa ve kime karşı yapılırsa yapılsın, her türlü zulüm ve haksızlığı önleyecek siyasi, iktisadi, askeri ve ahlâki bir güç ve otoriteyi kuruncaya kadar” demektir. Yoksa; “fert fert bütün insanları Müslüman yapıncaya ve tek bir kâfir kalmayıncaya kadar” anlamında değildir. Çünkü bu mana hem “dinde zorlama yoktur”[29] hükmüne, hem de yaratılış gayesine ve imtihan hikmetine ters düşmektedir…
Öyle ise, İslam’da savaş; ülkelere hâkim olmak ve ganimet toplamak için değil, ancak “fitne”yi ortadan kaldırmak, huzur ve hürriyeti sağlamak ve saldırıları caydırmak amacına yöneliktir. Demek ki vatandaşları hangi dinden ve hangi kavimden olursa olsun, onların can, mal ve namus emniyetine, din ve düşünce hürriyetine saldıran ve halkına zulüm yapan herhangi bir devlet ve hükümeti uyarmak ve caydırıcı girişimlerde bulunmak, bu amaçla baskı unsuru olacak evrensel teşkilatları kurmak, hem hakkımız, hem de görevimizdir. Bunun için de her şeyden önce bizim adil ve güçlü bir devlete sahip olmamız gerekmektedir. “Biz sadece ibadet ve tebliğle görevliyiz. Allah bize devlet olma görevi vermemiştir” diyenlerin iddiası gerçek değildir ve geçersizdir. Çünkü; “Biz sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık için çıkarılmış hayırlı bir ümmetiz.”[30] Bunu başarabilmek için de İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Savunma Paktı, İslam Ortak Pazarı gibi evrensel teşkilatların kurulması, adil bir düzenin bütün kurum ve kuralları ile uygulanması, kararlarına saygı duyulan ve caydırıcılık gücü olan siyasi ve askeri bir üstün otoritenin hazırlanmış olması gerekir. İşte ülkemizde Milli iradenin iktidarı, İslam adaletinin ve evrensel hukuk prensiplerinin bütünüyle hayata geçirilmesi demektir. Bundan sonra da, yeryüzünde zulümle adaletin, iyilikle kötülüklerin, Rahmani güçlerle şeytani güçlerin mücadelesi bitmeyecek, saflar netleşerek devam edecektir.
“Hürmetli ay, hürmetli aya karşılıktır” hükmü ise, kendi halkına adaletle muamelede bulunan ve bizimle de barış anlaşmasına bağlı kalan ve fitne çıkarmayan ülkelerle birlikte bizim de barış içinde, iyi ve insani münasebetlerimizi sürdürmemiz gerektiğini göstermektedir. Bu ayeti kerimeler Hak ve adaleti temsil etmek ve yürütmek için maddi şartların ve ekonomik üstünlük ve bağımsızlığın ne kadar lüzumlu olduğuna da işaret etmektedir.
“Avrupa ve Amerika bizi, fen ve sanayi silahıyla manevi bir esaret ve baskı altına almış bulunuyorlar… Bunlara karşı maddi kalkınmamızı sağlamamız ve batılıların köleliğinden kurtulmamız şarttır” mealindeki sözleriyle ekonomik ve teknolojik gelişmenin mutlak lüzumuna işaret buyuran Üstad Bediüzzaman Hazretleri ne kadar doğru söylemektedir. Bugün Balkanlardaki, Kafkaslardaki, Ortadoğu’daki, Afrika’daki her türlü işgal ve sömürüye dur diyecek ve bu vahşet ve dehşet dönemine son verecek adil bir düzeni ve güçlü bir devleti kurmak ve korumaktan daha sevaplı ve daha şerefli bir hizmet ve ibadet düşünülemez…
Tekrar hatırlatalım ki, İslam’ın dünya hâkimiyeti demek, “bütün ülkeler fethedilecek ve bütün insanlar dinimize girecek” demek değildir. Bunun anlamı; “Yeryüzünde İslam’ın öngördüğü barış ve adalet sağlanacak ve bu mutlu hedefi gerçekleştirecek güçlü bir otorite ve organizasyon kurulacak” demektir. Bugün nasıl Siyonizm’in hâkimiyeti, bütün ülkeleri resmen ve fiilen işgal etmek anlamında değil, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarla dünya ekonomisine, BM ve Masonluk yoluyla dünya siyasetine, basın yayın organları ve haber ajanslarıyla şeytan kültürüne maalesef hâkim oldukları ve yön verdikleri içindir. İşte bu amacı gerçekleştirmede, bütün Müslümanları, hatta insanlığı kuşatacak çaptaki “plan, proje, organize, ekonomik, teknolojik ve psikolojik güç” gibi gerekli tüm araçlara ve hazırlıklara sahip bulunan Milli bir harekete direkt veya dolaylı zarar verecek ve onun işini engelleyecek her söz ve davranış elbette en büyük bir hata ve haksızlıktır.[31] Bu nedenle evrensel boyutlu bir davanın beyni ve lideri olan zatı hedef alan, Ona hıyanet ve hakarete kalkışan herkes insanlık adına kınanmaya mahkûm ve müstahaktır. Ve bu türden hıyanet ve hakaretler karşısındaki titizliğimizin sebebi de artık anlaşılmış olmalıdır.
Evet Müslümanlar olarak hedefimiz; “İlay-ı Kelimetullah”, yani Allah kelime ve kelâmının, daha açık bir ifade ile, “tüm insanlığı kuşatacak bir adalet ve hürriyet nizamının” hâkimiyetini gerçekleştirmektir. Amacımız ise, Allah’ın rızasına ve rıdvanına erişmektir. Bütün insanlığın kurtulmasına ve huzura kavuşmasına vesile olacak böyle bir hizmet ve harekete destek olamıyorsak, bari köstek olmayalım diye çırpınmamız niçin çok görülmektedir? Bizi hayalcilikle suçlayanlar bilmem ki ne zaman insafla düşünecek ve gerçeği daha ne zaman fark edeceklerdir?
Unutulmasın ki; “Muhabbet, gayretle birlikte olursa samimi ve gerçektir. Yoksa gayretsiz muhabbet sahtedir.” Allah’ı sevdiğini söyleyip, O’nun ayetlerinin ve adaletinin yürütülmesini istememek ve Kur’an medeniyetinin gerçekleşmesi için gayret göstermemek, samimiyetsizlik hatta sahtekârlık değil midir?
Allah ve İslam düşmanlarının himayesi ve hâkimiyeti altında yaşamayı ve zalimlerin müsaadesi kadar dindarlık rolü oynamayı içlerine sindirenler, onursuz ve şuursuz kimselerdir. Ekonomi ve ticarette de, bilim ve teknolojide de, insan hakları ve demokraside de, refah seviyesi ve sosyal hizmetlerde de, İslam adına en yüksek ve örnek bir medeniyet kurulmadan “İlay-ı Kelimetullah” hedefine ulaşılamayacaktır. Bu en güzel ve en mükemmel neticelere ise ancak, güçlü ve güvenilir bir devlet sayesinde varılacaktır. Zira güçlü devleti olmayanın ne gerçek hürriyeti ve haysiyeti, ne de gerekli ve geçerli hizmeti olmayacaktır.
[1] Nisa: 26
[2] Mü’min: 20
[3] Al-i İmran: 108; Nisa: 40; Yunus: 44; Fussilet: 46
[4] Nisa: 26
[5] Hacc: 67
[6] Maide: 48
[7] Casiye: 18
[8] Maide: 3
[9] Şura: 21
[10] Nisa: 105
[11] En’am: 115
[12] Maide: 87
[13] Nisa: 76
[14] Mücadele: 19-22
[15] Nisa: 76
[16] Nisa: 115
[17] Tefsiri Razi C.1, Sh. 43
[18] Elmalılı C.2, Sh. 146
[19] İbni Kesir, Ehadis, el-Usul
[20] Maide: 16
[21] Maide: 35
[22] Furkan: 57
[23] Mü’min: 38
[24] Furkan: 27, 28, 29
[25] En’am: 55
[26] A’raf: 142
[27] Nisa: 115
[28] Bakara: 193-195
[29] Bakara: 256
[30] Al-i İmran: 110
[31] Bakara: 30
Milli Görüş Hakimiyeti
Öyle ise, İslam’da savaş; ülkelere hâkim olmak ve ganimet toplamak için değil, ancak “fitne”yi ortadan kaldırmak, huzur ve hürriyeti sağlamak ve saldırıları caydırmak amacına yöneliktir. Demek ki vatandaşları hangi dinden ve hangi kavimden olursa olsun, onların can, mal ve namus emniyetine, din ve düşünce hürriyetine saldıran ve halkına zulüm yapan herhangi bir devlet ve hükümeti uyarmak ve caydırıcı girişimlerde bulunmak, bu amaçla baskı unsuru olacak evrensel teşkilatları kurmak, hem hakkımız, hem de görevimizdir. Bunun için de her şeyden önce bizim adil ve güçlü bir devlete sahip olmamız gerekmektedir. “Biz sadece ibadet ve tebliğle görevliyiz. Allah bize devlet olma görevi vermemiştir” diyenlerin iddiası gerçek değildir ve geçersizdir. Çünkü; “Biz sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık için çıkarılmış hayırlı bir ümmetiz.”[30] Bunu başarabilmek için de İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Savunma Paktı, İslam Ortak Pazarı gibi evrensel teşkilatların kurulması, adil bir düzenin bütün kurum ve kuralları ile uygulanması, kararlarına saygı duyulan ve caydırıcılık gücü olan siyasi ve askeri bir üstün otoritenin hazırlanmış olması gerekir. İşte ülkemizde Milli iradenin iktidarı, İslam adaletinin ve evrensel hukuk prensiplerinin bütünüyle hayata geçirilmesi demektir. Bundan sonra da, yeryüzünde zulümle adaletin, iyilikle kötülüklerin, Rahmani güçlerle şeytani güçlerin mücadelesi bitmeyecek, saflar netleşerek devam edecektir.
Tekrar hatırlatalım ki, İslam’ın dünya hâkimiyeti demek, “bütün ülkeler fethedilecek ve bütün insanlar dinimize girecek” demek değildir. Bunun anlamı; “Yeryüzünde İslam’ın öngördüğü barış ve adalet sağlanacak ve bu mutlu hedefi gerçekleştirecek güçlü bir otorite ve organizasyon kurulacak” demektir. Bugün nasıl Siyonizm’in hâkimiyeti, bütün ülkeleri resmen ve fiilen işgal etmek anlamında değil, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarla dünya ekonomisine, BM ve Masonluk yoluyla dünya siyasetine, basın yayın organları ve haber ajanslarıyla şeytan kültürüne maalesef hâkim oldukları ve yön verdikleri içindir. İşte bu amacı gerçekleştirmede, bütün Müslümanları, hatta insanlığı kuşatacak çaptaki “plan, proje, organize, ekonomik, teknolojik ve psikolojik güç” gibi gerekli tüm araçlara ve hazırlıklara sahip bulunan Milli bir harekete direkt veya dolaylı zarar verecek ve onun işini engelleyecek her söz ve davranış elbette en büyük bir hata ve haksızlıktır.[31] Bu nedenle evrensel boyutlu bir davanın beyni ve lideri olan zatı hedef alan, Ona hıyanet ve hakarete kalkışan herkes insanlık adına kınanmaya mahkûm ve müstahaktır. Ve bu türden hıyanet ve hakaretler karşısındaki titizliğimizin sebebi de artık anlaşılmış olmalıdır.
Adil Düzen…
Çağımızın sorunlarını çözecek tek ve orjınal proje Adil Düzen Projeleridir.
Adil Düzen; Her dinden, her kavimden ve her seviyeden bütün insanların birlikte barış ve bereket içinde yaşayacağı ve tüm temel hak ve hürriyetlerin sağlanıp korunacağı, İslami, ilmi ve insani yepyeni ve orjinal bir düzendir.
Adil Düzen, ” Mutlak doğrulara” dayanılarak ve ” Kesin yanlışlardan” sakınılarak hazırlanmıştır.
Doğru ve yanlışların tespitinde ise şu değer ölçüleri esas alınmıştır.
1- Aklıselimin gerekleri,
2- Müspet ilmin verileri,
3- Vicdani kanaat neticeleri,
4- Tarihi tecrübe ve birikimleri,
5- Evrensel hukuk kaideleri,
6- İlahi dinlerin öğretileri.
İşte bu altı değer ölçüsünün, ittifakla ” Hayırlı ve Yararlı” gördüğü şeyler doğru, yine bunların ittifakla ” Kötü ve Zararlı gördüğü şeylerde ” Yanlış” kabul edilmiştir.
Bunun içindir ki Adil Düzen;
1- Hakkı üstün tutan bir düzendir,
2- Hürriyeti esas alan bir düzendir,
3- Huzuru ve güveni sağlayan bir düzendir.
Çünkü;
A- Hem kafayı,
B- Hem kalbi,
C- Hemde karnı doyuran bir sistemdir.
” Onlar bir düzen-tuzak kurar; Allah da mukabil bir düzen kurar. Allah, düzen kurucuların en iyisidir” (Al-i İmran:54)
Adil Düzen Hakimiyeti için gayret göstermek ve bu yolda fedakarlık yapmak en büyük cihattır. Selam olsun sadık Milli Görüş ve Milli Çözüm erlerine…
“NAMAZ DİNİN DİREĞİ, CİHAT İSE ZİRVESİDİR.”
Cenab-ı Hak: “Fitneden eser kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer (fitneden) vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşı yapılır. Hürmetli ay, hürmetli aya karşılıktır. Haramlar (işlenen cinayet ve suçlara) karşı da (misliyle karşılık) kısas vardır. Kim size saldırırsa, siz de ona size yaptıklarının misliyle saldırın. (Ama daha ileri gitmeyin ve zulme meyletmeyin) Allah’tan korkun. Biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir. Allah yolunda infak edin. (İslam’ın hedefine ulaşması ve fitnenin ortadan kalkması için gerekli ve yeterli maddi harcamayı sakın ihmal etmeyin… Hizmet yolunda cimrilik ve tembellik ederek) Kendinizi tehlikeye atmayın. (Cihat ve teşkilatla ilgili hizmetlerinizi ve bütün ibadetlerinizi Allah’ın huzurunda bizzat imtihan edilmenin şuuruyla yerine getirin) İhsan ve ikram ehli olun. Çünkü Allah muhsinleri sever.”buyurmaktadır. (Bakara: 193-195)
Kavram: Yaşama Biçimi
İslami kavramların çarpıtılması, Müslümanların hakikat uğruna mücadele etmelerini engellemek amacıyla yapılmıştır. Yazıda da belirtildiği gibi İslam uygarlığının geçmiş dönemlerinde o günün sorunlarına yönelik geliştirilmiş kuralları bugüne taşımaya kalkmak sorunlarımızı çözemeyeceği gibi, Müslümanların çağın gerisinde kaldığı imajını doğurmakta, daha da kötüsü Müslümanların kendi içlerinde, batı medeniyeti karşısında yenilmişlik psikolojisi yaşamalarına sebep olmaktadır. Batı medeniyeti bunu bildiği için elindeki yönlendirici imkanları kullanarak eskinin kitaplarını okuyup bizlere anlatanları, olayları bu minvalde yorumlayanları alim, ilim adamı siye sınıflandırıp parlatmakta böylece Müslümanların hakikat uğruna mücadele edecek kapasitesini körletmekte ya da mücadele edecek olanlar yanlış yönlendirilerek İslam’ın tasvip etmediği terörizm gibi alanlara kaydırılmaktadır. Batı böylece bir taşla kuş katliamı yapmaktadır. Çünkü İslam’ın bu şekilde tanıtılması insanlığın İslam’ı doğru tanımasını engellemektedir.
Erbakan oluşturduğu ‘Adil Düzen’ kaynağını hakikatten alan, insanlığın yaşadığı sorunlara çözüm sunan ve insanlığın dünya ahiret huzurunu sağlayacak tek ilmi çalışmadır. Zaten Erbakan Hocamız öncelikle milletimizde son üç yüz yıldır oluşan yenilmişlik psikolojini silmiş, , kavramların içini milli ve manevi değerlerimize uygun bir biçimde doldurarak bu kavramların Müslümanların yanlış yönlendirilmesinde kullanılmasını engellemiştir. Zaten bu Peygamber Efendimizin (sav) bir metodudur. Muhterem Ahmet Akgül Hocamız bir sohbetlerinde anlatmıştı; İslam’dan önce Cihat kavramı eşkiyalık olarak kullanılmaktaydı. Fakat Peygamber Efendimiz (SAV) bu kavramın içeriğini bugünkü anladığımız manada doldurdu”. Böylece Müslümanların zihin dünyasında Hakkın hakim olması için gayret göstermenin kutsallığını ifade eden bir manaya dönüştü.
Kavramlar insanın yaşama biçimini, değerlerini belirliyor. Bu sebeple yazının konusu ve anlatmak istedikleri hayat stratejimiz bağlamında kritik öneme sahiptir. Özellikle de Müslümanların “ben hakkın tarafındayım” derken şer güçler tarafından kullanılabileceğinin altını çizmesi bakımından.
Ders olarak okutulacak bir yazı
“Sübil-es Selam-Selamet Yolu”dur. Öyle bir yol ki; “Allah (CC) onunla, Kendi rızasını arayanları (devlet, emniyet ve) selamet yollarına iletiyor ve onları Kendi izni ve iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, sırat-ı müstakime hidayet ediyor.” Maide 16
İlay-ı Kelimetullah
Müslümanlar olarak hedefimiz; “İlay-ı Kelimetullah”, yani Allah kelime ve kelâmının, daha açık bir ifade ile, “tüm insanlığı kuşatacak bir adalet ve hürriyet nizamının” hâkimiyetini gerçekleştirmektir. Amacımız ise, Allah’ın rızasına ve rıdvanına erişmektir. Bütün insanlığın kurtulmasına ve huzura kavuşmasına vesile olacak böyle bir hizmet ve harekete destek olamıyorsak, bari köstek olmayalım diye çırpınmamız niçin çok görülmektedir? Bizi hayalcilikle suçlayanlar bilmem ki ne zaman insafla düşünecek ve gerçeği daha ne zaman fark edeceklerdir?
Unutulmasın ki; “Muhabbet, gayretle birlikte olursa samimi ve gerçektir. Yoksa gayretsiz muhabbet sahtedir.” Allah’ı sevdiğini söyleyip, O’nun ayetlerinin ve adaletinin yürütülmesini istememek ve Kur’an medeniyetinin gerçekleşmesi için gayret göstermemek, samimiyetsizlik hatta sahtekârlık değil midir?
Allah ve İslam düşmanlarının himayesi ve hâkimiyeti altında yaşamayı ve zalimlerin müsaadesi kadar dindarlık rolü oynamayı içlerine sindirenler, onursuz ve şuursuz kimselerdir. Ekonomi ve ticarette de, bilim ve teknolojide de, insan hakları ve demokraside de, refah seviyesi ve sosyal hizmetlerde de, İslam adına en yüksek ve örnek bir medeniyet kurulmadan “İlay-ı Kelimetullah” hedefine ulaşılamayacaktır. Bu en güzel ve en mükemmel neticelere ise ancak, güçlü ve güvenilir bir devlet sayesinde varılacaktır. Zira güçlü devleti olmayanın ne gerçek hürriyeti ve haysiyeti, ne de gerekli ve geçerli hizmeti olmayacaktır.
Günümüzde Hakkı Hakk Olarak, Bâtılı Bâtıl Olarak Görmemize Vesile Olan ve Gereğini İfâ Eden Sadece Tek Milli Çözüm Kaldığına İşaret ve Beşarettir!..
Bu makaleyi de okuyunca kalbimizde pekişen husus şu oldu: Şura Suresi 24. Ayette Rabbimiz : “…….. Oysa Allah, bâtıl’ı yok edip-ortadan kaldırır ve Kendi kelimeleriyle Hakkı Hak olarak pekiştirir (gerçekleştirir). Çünkü O, sinelerin özünde olanı Bilendir.” Evet bu ayetle çok daha iyi anlaşılıyor ki MİLLİ ÇÖZÜM şu an yeryüzünde HAKKI HAK OLARAK , BATILI DA BATIL OLARAK insanlığın görmesine vesile olmakta
işin özünü yitirmeden maksadını kaybetmeden – ne eksik ne fazla – tastamam bir şekilde ( çünkü beslendiği kaynak Kur’an ve Sünnet) sunmakta olduğunu görmekteyiz.
Hatırlayalım ; Efendimize , Sen “La İlahe İllallah” (Allah’tan gayrı, ibadet olunan, rızası aranan, yardımı umulan ve hükmü uygulanan başka Zât ve makam yoktur!) demekten vazgeç, biz de Sana mal-mülk, iktidar verelim dedilerdi , ancak bir elime ay’ı bir elime güneşi verseniz hak davamdan dönmem demişti.
Soruyorum böylesi teklifi bir çok kurum kuruluş tarikat cemaat vs . liderlerine önde gelenlerine teklif ettiler . Bakıyoruz ki Efendimizin cevabını , icraatlarıyla ve sözleriyle aynıyla verenin TEK MİLLİ ÇÖZÜM ve ŞAHSİ MANEVİSİ ÜSTAD AHMET AKGÜL Hocamız olduğunu çok net olarak görmekteyiz.
Furkan; iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı, güzel ile çirkini, doğru ile yanlışı farketme ayırt etme kabiliyetidir. Şu an ülkemizde ve yeryüzünde yanlışı çirkini zararlıyı kötüyü ve zulmü Siyonizm temsil etmekte, iyinin güzelin faydalının doğrunun ve adil olanın hakim olması için Milli Görüş-Milli Çözüm tercümanlık ve temsil etmektedir.
Rabbimize sonsuz şükürler olsun böylesi Allah , Peygamber ve Ondan olan emir sahibi Erbakan aşığı olan günümüzün önderi bir bilge ve yiğit şahsiyeti bulmuşuz ve O’na bende olmuşuz … Rabbim gereğini ifâ eden kullarından olmamızı lütfeylesin.
ENFAL SURESİ 29. AYETTE İSE:
Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız (küfür ve kötülüklerden sakınıp iyiliklere yapışırsanız, haram ve haksızlıklardan kaçınıp hayırlara çalışırsanız) O size (Hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan, yararlıyı zararlıdan, mü’mini münafıktan ayıran) furkan (feraset nuru ve hidayet şuuru) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Çünkü büyük fazilet sahibi (olan) Allah’tır.
(www.mealikerim.com)
DİNİ KAVRAMLARIN, Milli Çözüm tarafından yorumlanması “münafıklığın, işbirlikçiliğin, kaos isteyen -böl parçala yut- diyen Siyonist saltanatın” boğazında düğümlenmekte.
Allah’ın ayetlerde ki asıl muradını ve maksadını sezen basiret ve feraset sahipleri ancak dini kavramları, Allah’ın razı olacağı bakış açısıyla ve günümüz insanın manevi hastalıklarına merhem olacak şekilde yorumlaya bilir. Bu yaklaşım hem Rabbimizin rızasının kazanılmasına hem de kullarının insanca yaşamalarına vesile olacaktı.
Dini kavramalara, maksadından uzak yaklaşımlar ise karmaşayı, ayrışmayı, çıkmazları, kaosu getirmekte. Yani Ümmet bu yolla param parça edilerek düşmana hazır lokma haline getirilmekte. Bu durumda-yaklaşımda-söylemde Yahudi parmağını görmemek mümkün değil.
Dini kavramları, Allah (cc)’nün Mukaddes Kitabına uygun; ümmete vatana yarar sağlayacak ve insanlığa fayda sunacak tarzda (makalemizden de görüyoruz ki) Milli Çözüm HAKKIYLA yorumlamakta. Vicdan ehli bu çözümün etrafında birleşmeli. Sözleri onu söylemeli, gönülleri etrafında toplanmalı; devlet bu bakış açısıyla yönetilmeli.
DİNİ KAVRAMLARIN, Milli Çözüm tarafından yorumlanması “münafıklığın, işbirlikçiliğin, kaos isteyen -böl parçala yut- diyen Siyonist saltanatın” boğazında düğümlenmekte, saltanatları çatırdamakta.
Bağışla ya Rabb…
Bağışla ya Rabb
Nebilerin sadıkların, ahir duasını
Bizler için takdir edip, lütuf buyurdun
Meali Kerim ile, İslam idrakını
Bu aciz fakirlere, ihsan buyurdun…
Kulluğun zirvesi, İslam’ı yaşamak
İman ibadet cihad, bunu kavramak
Kutlu elçin peşinde, sabırla kavrulmak
Tecelli sırrını idrak, hedef buyurdun…
Bunca nimetin şükrü, ifa edilmez
Kıymeti bilinmezse, daim edinmez
Ümit ve gayreti azalan, edep bilmez
Şükrü mücadeleyle, emir buyurdun…
Ya Rabb affeyle, nimetlerin verdir hakkını
Asrın idrakına, nakşedelim hak davanı
Ama önce artır mealden, istifade ahlakımızı
Hak edene Firdevsini, mükafat buyurdun…
Adil Düzen vaadin, Kutlu rehber lideri
Nefesini uzun eyle, başsız beden serseri
Bize de lütfeyle, dost gibi ölüm öldürmeyi
Sonra zaten Cemalin, büyük ödül buyurdun…
ÜSTAD LAZIMDI!..
Yerlerinden oynayan, hoş kelimeler
Yozlaşıp ta bozulan, kavramlar vardı
Fikir kirlenmesine,mahkum kitleler
Doğruyu gösterecek,Üstad lazımdı!..
İlhamını Kur’an-ı, Kerimden alıp
Mutlak gerçekliği,tek tek tanıtıp
Hayat İman cihattır,diye ders yapıp
Dediğini yaşayan,Üstad lazımdı!..
Resul-ü Ekrem’in,yolunu tutan
O’dur ‘İlmin Şehri’ne,talebe olan
Erbakan’la en büyük,radde ulaşıp
Sûlûkû tamamlayan,Üstad lazımdı!..
Ekibini milleti,ümmet beşeri
Kurtuluşa çağırır,hizmettir işi
Siyonist canavarın,söker dişini
Adil Düzen kuracak,Üstad lazımdı!..
İlayı Kelimetullah üzere olmanın yolları.
Müslümanlar olarak hedefimizin; tüm insanlığı kuşatacak adalet ve hürriyet nizamının hakimiyetini gerçekleştirmek olduğunu ve bunu Allah’ın rızasına kavuşmak amacıyla yapmamız gerektiğini çok güzel şekilde özetleyen bir yazı.
Aziz Erbakan Hocamızın bize bıraktığı Milli Görüş davası, Hz Adem as’dan son peygamber Hz Muhammed sav’e kadar tüm peygamberlerin yürüttüğü davanın aynısıdır. Tüm peygamberler yeryüzünde tüm insanlığın kurtulması ve huzura kavuşması için İslam’ın öngördüğü barış ve adaleti sağlamaya çalışmış ve bunun gerçekleşmesi için de güçlü bir otorite ve organizasyona ihtiyaç duymuşlardır. Günümüzde de bunu başarabilmek; İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, İslam Savunma Paktı gibi evrensel teşkilatların kurulması; Adil Düzen’in bütün kurum ve kuralları ile uygulanması, kararlarına saygı duyulan ve caydırıcılık gücü olan siyasi ve askeri bir üstün otoritenin hazırlanmış olmasıyla mümkündür. Aynı zamanda ekonomik ve teknolojik gelişmeler noktasında, insan hakları ve demokraside de ekonomi ve ticarette de örnek ve yüksek bir seviyede olmak gerekmektedir.
Ancak bu şekilde ilayı kelimetullah hedefine ulaşılabileceğini bize güzelce özetleyen bu yazı için yazarımıza çok teşekkür ederim. Allah razı olsun.
Rabbim bizleri son nefesimize kadar Sebil’il Müminin’den eylesin. Amin.
Her derde, her soruna ÇÖZÜM,, MİLLİ ÇÖZÜM DERGİMİZ VAR ELHAMDÜLİLLAH..
Kuran’ı Kerim, sadece geçmişteki olayları ve insanları anlatan bir kutsal kitap değil; günümüzdeki sorunları ve sahtekârlıkları da aydınlatan, gelecekteki sıkıntı ve sapıklıkları da hatırlatıp tedbir ve tedavi yöntemleri sunan ilahi bir kaynaktır. Kur’an ayetlerini; kendi nefsimize, ailemize, ekibimize, cemaat ve partimize ve tüm milletimize ve insanlık âlemine hitaben; her gün yeniden inen ve yol gösteren, psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve politik problemlerimizi hem teşhis eden, hem tedavi çarelerini öğreten bir hidayet reçetesi olarak ve samimi bir ihtiyaç duyarak okuyup araştırmadıkça, ondan yararlanmamız ve felah’a (kurtuluşa) ulaşmamız imkânsızdır. Asla unutmayalım ki, Kur’an’daki bütün kavimlerin ve peygamberlerin ibretli hikâyeleri; aslında bizi anlatmaktadır, bize ayna tutmaktadır, günümüze ve gönlümüze ışık tutan mana ve mesajlar taşımaktadır. Bu nedenle Kur’an: asla değişmeyen ve değerini yitirmeyen doğruların, asla eskimeyen ve modası geçmeyen olgunlukların, asla zamana yenik düşmeyen ve çağ dışına itilemeyen en güzel ahlak ve en mükemmel kuralların kitabıdır; çünkü her şeyi bilen ve belirleyen Allah’ın kelamıdır.
Milli Çözüm Dergisi-2011
GERÇEK DİNİ ÖĞRENMEK EN BÜYÜK BİR KAZANÇ OLACAKTIR!
ALLAH’IN İNSANLARDAN İSTEDİĞİ EN FITRİ YANİ EN DOĞAL (EN AKLİ EN VİCDANİ EN AHLAKİ EN ADİL EN İYİ EN GÜZEL) OLAN YOLA UYMALARIDIR!.
Bundan dolayı bilimsel analizlerle ve istişarelerle -kimsenin özel menfaati için ortaya çıkarılmamış- tamamen insanların, doğanın vb yararı için oluşturulan doğru uygulamalar (eksik yönleri varsa daha iyiye götüren ufak tefek tamamlayıcı düzenlemeler hariç) aynı ile uygulanacaktır. Örneğin; kırmızı ışıkta geçip insanların canını tehlikeye atmanın elbette cezası yine olacaktır.
Ama bir kişiyi bir partiyi bir zümreyi ya da nüfuzlu bir zengini kayıran bir kanuna bir idari karara asla izin verilmeyecektir.
Çalışan üreten alınteri döken insanların haklarını sömürerek hiçbir risk almadan PARADAN PARA KAZANMAK üretmeden tüketme hakkı kazanmak anlamına gelen FAİZ’e asla izin verilmeyecektir.
Haksız ihalelere rüşvete yolsuzluğa işe adam alırken torpile vb izin verilmeyecektir.
Din adına insanların aldatılmasına insanların paraları ile haksız kazanç elde edinilmesine kısacası din adına sömürüye gizli örgütler halindeki illagalitelere, din ve vicdan özgürlüğünün baskı altına alınmasına asla izin verilmeyecektir.
Bu şekildeki bir bir şeriat düzenine aklı başında hiçbir insan karşı çıkmaz tam tersine doğruluk esaslarının uygulanabileceği bir düzen özlem duyulan ideal bir düzendir.
İşte İslami insani vicdani bilimsel esaslara dayalı Adil Düzen’de her insanın aklen kalben evet diyeceği esaslar uygulanacaktır.
Dikkat edilirse (olayın perde arkası araştırılırsa) Rahmetli Erbakan Hocamızın -bugün Üstad Ahmet Akgül Hocamızın- Adil Düzen gayretlerine hem faizci sömürücü rantiyeciler (elbette en başta tüm dünyayı sömüren Küresel Güçler) hem de din adına insanlara zulmeden ya da inanç sömürüsü yapan güruhlar gizli açık ittifaklarla karşı çıkmaktadır. Liderlerinin Hocaefendilerinin sözlerini sorgulamayan kitleler ençok kendilerine zarar vermektedir. Küresel güçler yakın döneme kadar Cemaat- Akp ittifakını (kendileri farkında olsun ya da olmasın) Erbakan Hocamızın Adil Düzen İslam Birliği Barış ve Adalete Dayalı Yeni Bir Dünya hedeflerini baltalamak tam tersine sömürü düzenini güçlendirmek Büyük İsrail hedeflerine yürümek vb sebeplerle oluşturmuşlardır. İslam aleminin Bop Arap Baharı vb projelerle ne hale geldiği ülkemizin faiz döviz rantiye haksız kazançlar vb hali ortada.
Millet tam yanlışlıkları anlayacakken ortaya çıkan dini ahlaki değerleri hedef alan ve milleti tekrar Akp’ye yönlendiren muhalefetin de Küresel oyunda rol aldığı da açıktır. Bilinmesi gereken en önemli bir gerçek ise “Sistemden beslenenlerin -iktidar ya da muhalefet- sistemi değiştiremeyeceği değiştirmek istemeyeceğidir!..”
İnsanımız Demokratur (sahte demokrasi) oyunu ile kandırılmaktadır.
Olan millete ümmete insanlığa olmaktadır.
Tüm vicdan sahibi insanlar kendisinin ailesinin İslam aleminin ve de tüm insanlığın iyiliğini istemeli ve de bu iyilik çalışmalarına taraf olmalıdır! Doğal olan budur. Rabbimizin kullarından istediği de budur. Haliyle hepimiz (ülkemizden başlamak üzere) adil bir düzenin tüm yeryüzüne hakim olması için canla başla çalışmanın görevlisiyiz.
Erbakan Hocamızın sloganlaşmış güzel sözleri ile bitirelim:
” Gayemiz Tüm İnsanlığın Saadetidir!”
” Allah nurunu tamamlayacaktır.”
“Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” hadis-i şerif
Bismillah’ir-Rahman’ir-Rahim
İnsanlar bir tek ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında (adaletle) hüküm vermek üzere Hakkı içeren kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, işte o (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, kendi izniyle iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri (konularda hidayet edip) gerçeğe eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğru yola yöneltir. Bakara suresi 213
Onları, emrimizle hidayete vesile olan (ibadet ve istikamet yoluna çağıran) imamlar (ve önderler) kıldık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât dağıtmayı vahyedip (uygulattık). Onlar (sadece) Bize ibadet eden (seçkin kullarımızdı.) Enbiyâ suresi 73
Hidayeti bulmuş olanlara gelince; (Allah onların) hidayetlerini arttırmış ve takvalarını verip (kendilerini imani huzur ve olgunluğa ulaştırmıştır).Muhammed Suresi 17
(Cennetteki Müslümanların) Biz onların göğüslerinde kinden ve hasetten ne varsa çekip almışızdır. Altlarından (sürekli ve ferahlık verici) ırmaklar akacaktır. (Sevinçle) Derler ki: “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ulaşamazdık. Andolsun, Rabbimizin elçileri Hakk ile geldiler (ve bizi hayra ve huzura ilettiler.)” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye nida edilip duyrulacaktır.Araf 43
De ki, her kim (herhangi bir şekilde) Cebrail’e düşmanlık eder (ve onu incitecek söz ve davranışlar sergiler) ise, iyi bilsin ki; Allah’ın izniyle, kendinden öncekileri tasdik edici ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak Senin kalbine Kur’an’ı O indirmiştir. (Bu nedenle vahye ve Cebrail’e düşmanlıkla, Allah’a iman bir arada barınmayacaktır.) Bakara suresi 97
Ey iman edenler! (Fitne çıkarmamak, anarşi ve ahlâksızlığı kışkırtmamak ve karşılıklı hak ve hürriyetlere saygılı bulunmak şartıyla; onlarla birlikte yaşayın, komşuluk yapın, ülke ve bölge nimetlerini paylaşın, ilmi ve iktisadi konularda yardımlaşın, ama gerçekten iman ediyor ve gereğini yapmaya razı ve hazır bulunuyorsanız, sakın ha!) Yahudilerin (ırkçı emperyalist kesimlerini ve yine haksızlık ve ahlâksızlık hedefleyen bazı) Hristiyan (merkezlerini) veliler (yöneticiler) edinmeyin. (Onları dost ve dürüst zannedip, kendinize idareci, karar verici olarak kabullenmeyin. Zulüm ve hıyanet örgütlerine ve girişimlerine destek vermeyin.) Onlar, (sizin değil) birbirlerinin dostları ve destekleyicileridir. (Artık) Sizden her kim onları dost (ve rehber) edinip (peşlerine giderse), kesinlikle o da onlardandır. Şüphesiz Allah (Siyonist Yahudilere ve emperyalist Hristiyanlara değer ve destek veren ve Müslümanlara hıyanet eden) zalimler topluluğuna hidayet etmez (onların iman nurunu karartır). [Not: Bu ayet Yahudi ve Hristiyan kimselerle iyi ve insani ilişkileri, ticari ve bilimsel işbirliğini değil; zulüm sistemlerinin ve oluşumlarının güdümüne girmeyi yasaklamaktadır.]
(Bu İlahi ikazlarımıza rağmen) Kalbinde maraz bulunan (şuursuz Müslümanları) görürsün ki, hâlâ (Yahudi ve Hristiyanlarla ve onlara ait bâtıl kural ve kurumlarla dostluk hususunda) onların arasına koşuşturup yarışırlar (kâfirlere yaranmaya çalışırlar ve bu münafıklıklarına bahane olarak da); “aleyhimize gelişen ve değişen zaman içinde, başımıza bir felaket gelmesinden (ve Müslümanların mağlup olmasından) korkuyoruz. (Bari hiç değilse, Yahudi ve Hristiyanların yardımını kaçırmayalım, diye düşünüyoruz)” diyerek (sahte mazeretlere sığınırlar). Fakat pek yakında Allah (Müslümanlara) umulmadık bir zaferi veya Kendi katından mutlu bir emri (ve haberi) gönderecek de (o münafıklar) kendi içlerinde gizledikleri (şeytani heves ve hesaplarına) bin pişman (ve perişan) olacaklardır. Mâide suresi 51-52
Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v) “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir”
“Resülullah aleyhissalâtu vesselâm efendimiz buyurdular ki: “Aziz ve celil olan Allah buyurmuştur ki: “Kulum, beni andığı ve dudakları benim için kımıldandığı an ben kulumla beraberim.” (K.Sitte, 7089)
Bir evde Kur’an okunduğunda melekler hazır olur. Şeytanlar çekilir. Ev halkına genişlik hasıl olur ve hayır çok, şer az olur. Bir evde ise Kur’an okunmadığında, orada şeytanlar hazır olur, melekler bulunmaz, ev halkına darlık gelir, hayr azalır ve şer çoğalır. / Ramuz’ül-Ehadis, 196-2
-Sana Allah’tan korkmanı tavsiye ederim. Zira o korku, bütün işlerinin zinetidir. -Sana Kur’an okumanı, Allah’ı zikretmeni tavsiye ederim. Zira o, senin semada anılmana sebeptir, yeryüzünde ise senin için nurdur.
-Sükutunun uzun olmasını tavsiye ederim. Ancak hayır söz müstesna, zira bu sükut, şeytanı senden uzaklaştırır. Ve din işinde sana yardımcı olur.
-Çok gülmekten de sakın. Çünkü o, kalbi öldürür ve yüzün nurunu giderir.
-Cihada mülazemet et, Çünkü o, ümmetimin Ruhbanlığıdır.
-Miskinleri, garipleri sev ve onlarla düşüp kalk. Kendinden aşağıdakine bak, yukarıdakine bakma. Zira, sana Allah’ın verdiği nimetleri küçümsememen için bu hal daha uygundur.
-Seninle alakayı kesseler de akrabanı ziyaret et.
-Acı olsa da Hakkı söyle, Allah yolunda kınayanların kınamasından korkma.
-Kendi nefsin hakkında bildiğin şeyler, insanlardan seni alıkoysun. Yaptığın şeylerde onlara üstünlük taslama.
-Şu üç hasletin bulunması, kişiye ayıp olarak yeter. Kendi kusurlarını bilmeden, başkasının kusurlarını görmesi, ayni hal kendisinde de olduğu halde, başkalarında utanılacak hal görmesi ve arkadaşına eziyet etmesi.
-Ey Ebu Zer! Tedbir gibi akıl, (günahtan) sakınmak gibi takva, güzel ahlak gibi şeref yoktur.
– Ravi: Hz. Ebû Zerr (r.a.) / Ramuz’ül-Ehadis 157-4
“Bir cemaat Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.” (Müslim, Zikr 38)
Peygamber Efendimiz(sav) şöyle buyurmuştur: “Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız iki mühim emânet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. O da Allâh’ın Kitâbı’dır! Kur’ân, semâdan yeryüzüne uzatılmış sağlam bir ip gibidir. Diğer emânet de âilem, Ehl-i Beyt’imdir. Kur’ân ve Ehl-i Beyt’im cennette Havuz’un başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra o ikisine karşı nasıl muâmelede bulunduğunuza iyi bakın, dikkat edin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3788)
Allah’ım imanımızı kemâle erdirmeden canımızı alma
Allah’ım kardeşliğimizi tesis etmeden canımızı alma
Allah’ım Feth-i mübin-i görmeden ve Fetih için çalışmadan canımızı alma ÂMİN