ERBAKAN’DAN AYRILIRSANIZ;
PAPA FRANSUVA’YA KAPILIRSINIZ!
Hak’tan ve hayırdan ayrılanların, Bâtıla ve Barbar Batılılara kapılması, inayet ve istikametten mahrum bırakılması ve hidayetlerinin kararması kaçınılmazdır. Erbakan Hoca’nın İslam Birliği ve faizsiz Adil Düzen projelerini bırakıp ve tarihi D-8 girişimini geri plana atıp, Haçlı AB üyeliğine yoğunlaşan ve bu uğurda Dini ve ahlâki değerlerimize ve milli bünyemize aykırı dayatmaları bir bir yasalaştıran Recep Tayyip Erdoğan, şimdi de Siyonist İsrail’in işgal ettiği ve her türlü zulüm ve vahşeti sergilediği Kudüs’ün statüsü için Papa Fransuva’nın tekliflerine ve desteklerine sığınmıştır. Oysa Papa’nın, hatta tüm Vatikan’ın da, gizli Siyonist kuşatması altına alındığını ve Papa’dan Kudüs için hayırlı ve yararlı bir teklif çıkmayacağını dahi anlayamaz olmuşlardır. Bu akıl tutulması ve hidayet kararması Nisa: 115 ayetinde şöyle açıklanmaktadır:
“Her kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan (hidayet ve hakikati bilip tanıdıktan, Hakk ile Bâtıl’ın farkına ve şuuruna vardıktan) sonra, (dünyalık makam ve menfaat hırsıyla) Elçiye (Peygambere ve Hakk dava rehberine) muhalefet edip (haklı ve hayırlı hareketten ayrılırsa) ve mü’minlerin yolundan başka bir yola (Siyonist ve Haçlı İttifakına ve şeytani kurallarına) uyarsa, onu dönüp gittiği yanda (şerli ortam ve ortaklıkta) bırakırız (bu hıyanet ve hakaretinden dolayı tekrar Hakka ve hidayet yoluna dönmesine fırsat tanımayız ve hidayetini karartırız) ve (ahirette de) cehenneme sokarız. O ne kötü ve sürekli bir (zindan) karargâhıdır!” [Not: İmamı Şafii: Bu ayet, “icma”ya ve Hakk hâkim olsun diye ortaya çıkan oluşuma bağlı kalmayı gerekli sayan en önemli ayetlerin başındadır” buyurmaktadır. Bak: Razi. Cilt: 11 Sh: 43]
Yaptığı bir grup toplantısında Sn. Erdoğan’la Siyonist katil Netanyahu’yu, “Birbirlerinin farklı versiyonu” gibi sunmaktan sakınmayan ve tabi bu saçmalığıyla Erdoğan’a dolaylı destek sağlayan Meral Akşener takımı da… Ve yine CHP kafası da, Erdoğan’dan bin beter AB hayranlarıydı ve her fırsatta İslam hukukuna düşmanlıklarını açığa vurmaktalardı!.. Yani iktidarla muhalefetin birbirinden tek farkları, sloganları ve istismar araçlarıydı… Zira hem Meral Akşener hem de Kemal Kılıçdaroğlu; muhalefet ortakları Saadet Partisi zihniyetinin ve Adil Düzen’in iktidarından ise, Erdoğan’ın işbaşında kalmasını on kere tercih eden insanlardı!..
Erdoğan Vatikan’la Kudüs pazarlığı mı yaptı: Kudüs fikri Papa’dan mı çıktı?
2017 yılı Aralık ayında; Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus, “ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma planından derin endişe duyduğunu” belirten bir Kudüs açıklaması yapmıştı. Vatikan’daki Papa 6. Paulus salonunda çarşamba günleri yaptığı genel kabul oturumuna katılan Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus, ABD’nin Kudüs planına özel olarak değinmiş ve oturumun son bölümünde, “Şimdi benim düşüncelerim ve kalbim Kudüs’ledir. Son günlerde ortaya çıkan durum nedeniyle duyduğum derin endişe karşısında sessiz kalamam” diyen Papa, Birleşmiş Milletler (BM) kararı uyarınca kentin statüsüne saygı duyulması çağrısında bulunmuşlardı.
Papa, Kudüs’ün “Hem Yahudiler hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar için kutsal tek şehir olduğunu, bu üç dinin de ibadet yerlerini bünyesinde bulundurduğunu ve bu nedenle barışa yönelik özel bir yeri olduğunu” hatırlatmışlardı. Papa Francis, İsrail polisinin Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilere yönelik ihlalleri sonrasında yükselen tansiyon sebebiyle endişelerini de aktarmıştı. Katoliklerin ruhani lideri, “Kudüs’te yaşanan gelişmeleri, özel bir endişeyle takip ediyorum. Kutsal şehrin çok dinli ve çok kültürlü kimliğine saygı duyulması ve kardeşliğin üstün gelmesi için herkesi ortak çözümler aramaya davet ediyorum. Şiddet sadece şiddeti üretir ve artık çatışmalara yeter diyorum.” ifadelerini kullanmıştı.
Üç yıl sonra 2021 Mayıs’ında Erdoğan’ın; Kudüs için, Papa ile aynı çözümü önermesi kafaları karıştırmıştı!?
Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Kudüs’ün üç dinin temsilcisi tarafından yönetilmesi” önerisindeki fikir nereden çıkmıştı? Erdoğan’a Hristiyanların Kudüs’ün yönetimine dahil olmasını Vatikan Papası mı fısıldamıştı?
Erdoğan’ın, “Şu teklifi yapıyoruz, Kudüs’ün üç dinin temsilcilerinden oluşan bir komisyon tarafından yönetilmesi, günümüz şartlarında en doğru ve tutarlı yol olacaktır. Aksi takdirde bu kadim şehirde kalıcı barışı sağlamak kolay ve mümkün görünmüyor.” şeklindeki açıklamasında önemli bir detay kafa karıştırıcıydı.
Siyonist İsrail’in Mescid-i Aksa’ya ve daha sonra Gazze’ye yönelik saldırılarının artmasıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan, çeşitli ülkelerle diplomatik girişimlere başlamıştı. Gazze’ye yönelik Siyonist saldırılar devam ederken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşme yaptığı liderlerin başında ise Vatikan Papası Fransuva vardı. Papa ile görüştüğü gün kabine toplantısı düzenleyen Erdoğan’ın, Kudüs’ün üç dini temsil eden bir komisyon tarafından yönetilmesine dair önerisinin, Papa Fransuva ile gerçekleştirilen telefon görüşmesi sonrası icra edilen kabine toplantısının ardından gelmesi ise dikkatlerden kaçmamıştı. Ayrıca ortaya çıkan bu detay, Erdoğan ile Papa Fransuva arasında gerçekleştirilen telefon görüşmesinde “Kudüs pazarlığı mı yapıldı?” sorusunu da gündeme taşımıştı.
Erdoğan ile Papa 17 Mayıs günü ne konuşmuşlardı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hafta başında kabine toplantısı öncesinde Papa Fransuva ile telefon görüşmesi yapmıştı. Erdoğan bu telefon görüşmesinde “Filistin’de bir vahşet yaşandığını belirterek, İsrail’in saldırılarının muhatabının sadece Filistinliler değil tüm Müslümanlar, Hristiyanlar ve insanlık olduğunu” vurgulamıştı.
Mescid-i Aksa’ya ve Kutsal Kabir Kilisesi’ne erişimi engelleyen, ibadet özgürlüğünü kısıtlayan, Filistin topraklarında masum sivilleri katleden işgalci İsrail’in insanlık onurunu da çiğnediğini tekrarlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in müsebbibi olduğu bu vahşetin bölgesel güvenliği de tehdit ettiğini hatırlatmıştı.
Papa’nın açıklamalarının önemine değinilen telefon görüşmesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konuda Papa Fransuva’nın vermeyi sürdüreceği mesaj ve tepkilerin Hristiyan dünyasını ve uluslararası toplumu harekete geçirmek bakımından büyük önem taşıdığını vurgulamıştı.
Ayrıca Erdoğan’ın kabine toplantısı sonrasında Kudüs’ün üç dinin temsilcisinin olduğu bir komisyon tarafından yönetilmesine dair açıklamasının, Papa ile yapılan görüşmenin ardından gelmesi ise önemli bir detay olarak kayıtlara geçmiş durumdaydı. Peki, adama sormazlar mı, hani Kudüs bağımsız Filistin’in başkenti olacaktı?
Oysa Hristiyan Batı, yıllardır Siyonist İsrail’i desteklemekten geri kalmamıştı.
“Kudüs’ün yönetilmesine ilişkin statüsünde Hristiyanların da rol oynamasını” isteyen Erdoğan, bu tepki toplayan açıklamasıyla yıllardır Filistin’de cephe savaşı yapan Müslümanların mücadelesini bir nevi yok saymıştı. Erdoğan’ın Kudüs’ün statüsünde Hristiyanların da etkin rol oynamasını istemesi, Batılı Hristiyan ülkelerin Filistin’de yıllardır süregelen zulümde ve saldırılarda sürekli Siyonist İsrail’in yanında saf tutması, Erdoğan’ın Kudüs açıklamasına olan tepkiyi iki kat daha artırmıştı.
Ayrıca Siyonist İsrail’in Filistin’i işgal aşamasında ve Filistin’de korsan bir rejimin kurulmasında başta Amerika ve İngiltere olmak üzere Hristiyan Batılı ülkelerin etkisinin ve desteğinin bulunması ve bunların hâlâ devam ediyor olması Erdoğan’ın önerisinin ve Papa’nın temennilerinin Müslüman çevrelerde kabul görmesini mümkün kılmamaktaydı…[1]
Oysa Sn. Erdoğan önce ve hemen şunları yapmalıdır:
• İsraillilere uygulanan vize muafiyeti kaldırılmalıdır…
• Hem Türkiye hem İsrail (çifte vatandaş) pasaportu taşıyanların askerliğini İsrail’de yapıp, Müslüman katliamına katılmalarına engel olunmalıdır…
• İsrail’e tanınan ticari ve turistik muafiyetler askıya alınmalıdır…
• Malatya Kürecik Üssü derhal kapatılmalıdır…
• Osmanlı arşivlerindeki Filistin tapuları sahiplerine ve varislerine dağıtılıp uluslararası kurumlara ulaştırılmalıdır…
• Sultan Abdülhamid’in şahsi tapularına ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti sahip çıkmalıdır… Ama maalesef bu önemli ve öncelikli adımları atamayan Sn. Erdoğan’ın Papa’ya sığınması mide bulandırıcıydı.
Uğruna milli ve manevi değerlerimizden vazgeçen Erdoğan; “Türkiye, çifte standartlara rağmen AB üyeliğinde kararlıdır” açıklaması yapmıştı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 9 Mayıs Avrupa Günü dolayısıyla bir mesaj yayımlamıştı. Erdoğan, “Türkiye, çifte standartlara rağmen AB üyeliği yolunda kararlığını sürdürüyor” diyerek ayarını ve amacını ortaya koymuşlardı.
Avrupa Birliği’nin (AB) barış, istikrar ve refahın tesis edilmesine önemli katkılarda bulunduğunu belirten Erdoğan, son dönemde, mülteci krizi, İslam düşmanlığı ve yabancı karşıtlığı, finansal ve mali kırılganlıklar, İngiltere’nin üyelikten ayrılması ve korona virüs gibi pek çok sorunla karşı karşıya kaldığını vurgulamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB’nin yeni bir söyleme ihtiyacı olduğunun altını çizip: “Birliğin güçlü bir küresel aktör olmasının önündeki en büyük engel stratejik sabır ve vizyon eksikliğidir. Başta karar alma mekanizmalarının gözden geçirilmesi olmak üzere, Avrupa Birliği’nin yeni bir kurumsal yapıya, yeni bir vizyona, kuşatıcı yeni bir söyleme ihtiyacı vardır. Bu maksatla bugün başlayan, ‘Avrupa’nın Geleceği Konferansı’ doğru bir tespitle yola çıkmış; ancak aday ülkelerin davet edilmemesi nedeniyle daha şimdiden kendisini dar kalıplara mahkûm etmiştir.” sözleriyle, bir nevi canavara cesaret kazandırmaya çalışmıştı.
“Türkiye, AB üyeliği yolunda kararlı tutumunu sürdürmektedir” diyen Erdoğan’ın kendisini ve tarihini inkârı!?
Türkiye’nin desteği olmadan AB’nin varlığını devam ettiremeyeceğini söyleyen Erdoğan, şöyle konuşmuşlardı: “Hâl böyleyken Avrupa Birliği, tam üyelik yolunda ülkemize verdiği sözleri yerine getirmemiş ve üyelik sürecimiz sürekli yokuşa sürülmüştür. Bazı üye ülkelerin Türkiye’yle ikili meselelerini Birlik koridorlarına taşıması, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini esir almış, Birliğin küresel tehditlerle mücadele kapasitesini zayıflatmıştır. Temennimiz, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yle ilişkilerini karşılıklı saygı ve güven üzerine inşa edilen, sağduyulu ve stratejik bir bakış açısıyla yürütme yeteneğini sergilemesidir. Türkiye, maruz kaldığı çifte standarda ve engellemelere rağmen stratejik hedefi olan Avrupa Birliği üyeliği yolunda kararlı tutumunu ve çalışmalarını sürdürmektedir. Türkiye’nin üyeliği, bölgesel ve küresel düzeyde etkin, kendi vatandaşlarının yanı sıra bölgesine ve tüm dünyaya umut aşılayan bir Avrupa’nın yükselişinin önünü açacaktır. Bu düşüncelerle ‘Avrupa Günü’nün, Birliğin içine düştüğü stratejik körlükten kurtulmasına vesile olmasını diliyor, başta vatandaşlarım olmak üzere, tüm Avrupalıların 9 Mayıs ‘Avrupa Günü’nü tebrik ediyorum.” diyerek Haçlı Batı’nın yanında saf tutan Erdoğan’a İslam dünyası nasıl ve ne kadar güven duyacaklardı?
AKP içinde “ihanet” tartışması başlamıştı!..
Eski AKP milletvekili ve Yeni Şafak Gazetesi yazarı Mehmet Metiner, AKP içinde “hainler” olduğuna ilişkin dikkat çeken mesajlar yayımlıyordu. Mehmet Metiner, “Meğer ne çok hain varmış içimizde. En tepemize çıkartmışız hem de” ifadelerini kullanıyordu.
“Meğer ne çok hain varmış içimizde. En tepemize çıkartmışız hem de. Bittiler diyorsanız ne diyeyim ben size. Sadıklar gücense de ihanet etmez elbette. Lakin gevşekleri ve ihanet etme ihtimali olanları ödüllendirmek de ihanetçilerin sayısını çoğaltır. Sadıkların yarının ihanetçileri olacak gevşekler tarafından itilip kakılmasına izin verilirse, ihanet kol gezer, biline! İhanet bataklığa benzer. Sivrisineklere kızalım hep birlikte eyvallah. Lakin bataklık kurutulmazsa ne fayda dostlar! Güç, gevşekleri çeker. Gücü gevşeklerin eline verirsen, vakti geldiğinde ihanet kaçınılmaz hale gelir. Bizim hiç mi kabahatimiz yok?” diyen Mehmet Metiner, asıl ihanetin Milli Görüş’ten kopmakla yapıldığını ve şimdi hem dini hem tarihi hem de hâlâ fiili düşmanımız olan Haçlı AB’ye mahkûm ve mecbur bırakıldığımızı bilmiyor muydu?
Bunlar şu Kur’an Ayetlerini hiç okumuyor muydu?
“Ey iman edenler! Eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyup itaat edecek (ve boyun eğecek) olursanız, (unutmayın adım adım) sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler (ve Hakk davadan dönekleştirirler).” (Al-i İmran: 100)
“De ki: ‘Ey Kitap Ehli, sizler bizim sadece (ve şeriksiz biçimde) Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a) ve önceden indirilen (kitapların aslına) inanmamızdan ve sizin çoğunuzun da fasıklar (günaha ve haksızlığa düşkün insanlar) olmanızdan dolayı mı kızıyor, bizden gıcık alıyor (ve intikam için fırsat kolluyor)sunuz? (Evet, sizin bize kininiz İslam yüzündendir.)’” (Maide: 59)
“De ki: ‘Ey Ehl-i Kitap! Siz Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirilen (Kur’an’ı ikame edip) uygulamadıkça, hiçbir esas ve hakikat üzerinde değilsiniz.’ (Ey Resulüm!) Rabbinden Sana indirilen (bu Kur’an) elbette onlardan çoğunun azgınlık ve inkârını artıracaktır. Sen o kâfirler güruhu için üzülme. (Buna değmeyeceklerdir.)” (Maide: 68)
Bu AB ile ilişkiler nasıl güçlendirilmiş olacaktı?
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın medyada, “AB ile ilişkilerimiz daha da güçlenecek” değerlendirmesi ister istemez kafaları karıştırmıştı. “Bu AB ile ilişkiler nasıl güçlenecek?” sorusu ise hâlâ yanıtsızdı. Varank, konuşmasında Avrupa Birliği ile ilişkileri güçlendirmenin ve tam üyelik çalışmalarına odaklanmanın her zamankinden daha elzem olduğunu vurgulamıştı. Ancak, gazetelerde, “AP, PKK/YPG’yi müttefik, Türkiye’yi işgalci saydı”, “AP raporunda Türkiye için sınırı aşan ifadeler” başlıkları altında medyaya yansıyan açıklamalar Avrupa Parlamentosu’nun hazırladığı bir rapora karşılıktı. Dışişleri Bakanlığınca sert tepki gösterilen Suriye raporu şöyle kınanmıştı:
“Avrupa Parlamentosu, hazırladığı Suriye raporunda; PKK/YPG gibi terör örgütleri yerine, Türkiye’nin terörle mücadelesini eleştirdi. Ankara, ‘Milyonlarca Suriyeliye kucak açan, AB ve NATO’nun sınırlarını koruyan ülkemize ilişkin gerçeklerden kopuk iddiaları reddediyoruz’ dedi.”
Özetle; Avrupa Parlamentosu’nun hazırladığı rapor ve karar tasarısında ülkemizi hedef alan küstah ifadelerle Türkiye’nin ihlallerde bulunduğu iddiasıyla Suriye’nin kuzeyinden Türk askerinin çekilmesi isteniyordu. Kısacası; ABD’nin Suriye’de terör örgütleri ile birlikte hareketi tercih etmesi gibi Avrupa Parlamentosu da benzer bir anlayışı dile getirmiş bulunuyordu.
Bu gelişmeler karşısında ister istemez, “Bu Avrupa Birliği ile mi ilişkilerimizi daha da güçlendireceğiz, bunun için mi gayret sarf edeceğiz?” sorularının mantıklı bir izahının yapılması gerekiyordu. Bunun ötesinde AB’nin Türkiye ile Yunanistan ilişkilerinde hep Yunanistan’ın yanında yer aldığı da hatırlandığında; bırakın AB ile ilişkilerimizi güçlendirmeyi, sürdürmek bile aleyhimize birtakım gelişmelere göz yummamızı gerektiriyordu. Ayrıca gazetelerde, “AB, İsrail ve Yunanistan’a nota” başlığı altında yer alan haber de çok dikkat çekiyordu. Çünkü haber; AB, İsrail ve Yunanistan’ın birlikte hareket ettiklerini gösteriyordu. Niçin bu üç ülkeye nota verdiğimiz ise şöyle izah ediliyordu:
“Türkiye, Euro Asia Enterkonnektörü projesinin güzergâhının Türk karasularından geçmesi nedeniyle Yunanistan, İsrail ve AB’ye nota verdi. Türk kıta sahanlığındaki çalışmalar için Türkiye’nin izninin aranması gerektiği vurgulandı.”
Tüm bu gelişmelere rağmen hâlâ AB ile ilişkilerimizin daha da güçleneceğini söylemek fiili duruma ters düşmüyor muydu? Yıllardan beri kapıdan içeri almayanlar bununla da yetinmeyerek sürekli ülkemiz aleyhine adımlar atan ve uygulamalar yapan AB ile ilişkilerin güçlendirilmesinin mümkün olmayacağını artık görmemiz gerekmiyor muydu?
Son olarak bir hususa daha dikkat çekmek istiyorum. Avrupa Birliği’nin bir Haçlı birliği olduğunu unutmamız onların da unutmasını sağlamıyordu. Ülkemize karşı her türlü olumsuz adımlara rağmen ille de ‘biz sizi seviyoruz’ anlamına gelebilecek bir tavır sergilememizde toplumun bilmediği bir mecburiyet varsa bunun paylaşılmasını istemek hakkımız doğuyordu.[2]
AB bir Haçlı Tuzağıydı!..
Haçlılar 1071’i yani Şanlı Malazgirt Zaferi’yle Müslüman Türk’e Anadolu kapılarının açılmasını hiçbir zaman unutmamışlardı. O tarihten sonra peş peşe düzenledikleri Haçlı Seferleri’yle bu cennet yurdu elimizden almak için uğraşmışlardı. 1. Haçlı Seferi (1096-1099), 2. Haçlı Seferi (1147-1149), 3. Haçlı Seferi (1189-1192), 4. Haçlı Seferi (1202-1204), 5. Haçlı Seferi (1217-1221), 6. Haçlı Seferi (1228-1229), 7. Haçlı Seferi (1248-1254), 8. Haçlı Seferi (1268-1270), 9. Haçlı Seferi (1271-1272)…
Bunlar, Selçuklu Devleti hayattayken yapılan Haçlı saldırılarıydı. Sonradan Osmanlı Devleti tarih sahnesine çıkmıştı. Ondan sonra da Haçlı Seferleri durmamıştı. Kazandığımız şu zaferler, Haçlı dünyasına karşı idi. Yani bize karşı bir Haçlı Seferi düzenlenmiş, biz de zafer kazanmıştık. İşte o zaferlerden; Sırp Sındığı ve Çirmen, Birinci Kosova, Niğbolu, Varna, İkinci Kosova, Sapienza, Mohaç, Vertizo, Preveze, Istabur, Cerbe, Haçova, Kanije, Konotop, Kamaniçe, Olaş, Prut… bazılarıydı.
Bütün bu zaferler, Haçlıların yüzünde patlayan Osmanlı şamarlarıdır. Onlar bu şamarları unutmamışlar, tekrar tekrar hazırlanmışlardı. Derken Çanakkale önlerindeki müthiş hesaplaşma ve Çanakkale Zaferi yaşanmıştı. Ondan sonra yine gelmişler, Anadolu’yu defalarca işgale kalkışmışlardı. Mondros demişler, Sevr demişler, Haçlı hesaplarından asla geri durmamışlardı. Bunların üzerine Anadolu halkı tekbirlerle kıyama kalkmıştı. “Bu İslâm beldesine küffar çizmesi basamaz!” diyerek verilen o müthiş mücadele zaferle sonuçlanmıştı. Ama Haçlı Batı asla usanmamış ve uslanmamıştı. Onun için kalleşlik, üçkâğıtçılık yolunu tutmuşlardı. Düzenbazlıkla, gözbağcılıkla, üçkâğıtçılıkla yurdumuzu elimizden almaya kalkışmışlardı. Peki, ne yapmışlardı? Bu sefer AB tuzağını hazırlamışlardı.
İşte İsrail’in kurulması, BOP projesinin adım adım uygulanması, PKK terörizminin kurgulanması, Kıbrıs’ın hatta tüm Akdeniz’deki haklarımızın elimizden alınmaya çalışılması, Irak’ın, Suriye’nin ve Libya’nın işgale kalkışılması, Ortadoğu’nun ve Filistin topraklarının sürekli karıştırılması… Evet, bunların hepsi Siyonist-Haçlı Seferleri’nin uzantılarıdır. Hâlâ bunları anlamamak ve AB içinde kurtuluş aramak akıl tutulmasıdır, ahmaklıktır…
Daha geçen aylar bu Papa Fransuva Irak ziyaretine kalkmış, dinler arası diyalog çerçevesinde Şii Sistani ile özel görüşmeler yapmış, Kuzey Irak’ın Özerk Kürdistan Yönetimi, bu Papa’nın ziyareti anısına Türkiye’nin yarısını Kürdistan içinde gösteren hatıra pulları ve hıyanet haritaları yayınlamıştı. Yahu, ne çabuk unutmuşlardı; bu dinler arası diyalog tuzağını daha önce ve yıllarca Fetullah Gülen zındıkı eliyle yürürlüğe koymuşlardı ve sonuçları ortadaydı. Sahi şimdi aynı Papa’yla, Kudüs işgaline ve İsrail vahşetine karşı aynı plan ve projeler üzerinde çözüm arayanlar, kiralık ve münafık Fetullah Gülen’le aynı konuma düşmüş olmuyorlar mıydı? Bu kadar aymazlık, bu kadar ahmaklık, bu kadar gaflet dalâlet, belki de hıyanet karşısında, hâlâ bu tür uyarılarımızı çok kaba ve katı bulanlar elbette yanılmaktaydı.
Bahçeli’nin yeni anayasa hazırlığı, AB’ye uyum taslağı mıydı?
MHP yeni anayasa konusunda sık sık dile getirdiği çalışmalarını sonunda tamamlamış ve metin yazımı sonuçlanmıştı. ‘Cumhuriyetin 100’üncü yılında 100 maddelik yeni anayasa’ adıyla ve bu çerçeve kapsamında 100 maddelik anayasa taslağı içine, maalesef özenle, AB’ye uyum kolaylığı sağlayan maddeler saklanmıştı!
Devletin genel esasları ilk 5 maddede düzenlenen, ‘Devletin şekli ve nitelikleri’ aynen korunarak birinci maddede ele alınmış, maddenin son fıkrasında, ‘Bu madde değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez’ yazılmıştı, ama “Hakları düzenleyen tüm maddelerdeki sınırlama sebepleri kaldırılmıştır.” denilerek AB dayatmalarına kolaylık sağlayan açık kapılar bırakılmıştı.
Bahçeli’nin anayasa taslağında; antlaşmaların onaylanması ve sona erdirilmesi kararının TBMM’ye bırakılması önemli ve gizemli bir detaydı. İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla çıkılması tartışma yaratmış, TBMM Başkanı Mustafa Şentop ise uluslararası anlaşmalardan istenirse çıkılabileceğini açıklamıştı. Şentop’a sorulan bir soruyla başlayan ve emekli amirallerin bildirisi ile derinleşen Montrö’nün de aralarında bulunduğu antlaşmalar konusunda MHP’nin yeni Anayasa’daki önerisi şunlardı:
“TBMM Başkanı’na ‘Tarafsız konumuyla’ milli uzlaşmanın sağlanmasında ve siyasi krizlerin çözümünde arabuluculuk işlevi yüklenmiştir. TBMM’nin yetkileri; kanun yapımında, antlaşmaların onaylanmasında ve sona erdirilmesinde, bütçenin kabul edilmesinde, anayasal kurum ve kuruluşlara üye seçmede, yargı organının yapılanmasında, ‘Yargı ayrılığı sistemi’ devam ettirilmiştir.”
Bahçeli hazırlattığı Anayasa taslağında uzun süredir kapatılmasını savunduğu Anayasa Mahkemesi’nin (AYM’nin) ise özel bir statüde düzenlenmesinin önünü açmıştı. Bahçeli Yüce Divan adıyla yargılama yapan AYM’nin yetkisinin, “Yüce Divan” adıyla kurulacak başka bir mahkemeye devredilmesini ve bu mahkemenin parti kapatma davalarına da bakması gerektiği belirtilerek şunları sunmuşlardı:
“Hâkimler ve Savcılar Kurulu, ‘Yargı Yüksek Kurulu’ adıyla yeniden ele alınmış, avukatlık ve arabuluculuk mesleklerine anayasal statü tanınmış, Anayasa Mahkemesi yüksek mahkeme değil özel bir statüde düzenlenmiş, Yüce Divan yargılaması ve siyasi parti kapatma davaları ‘Yüce Divan’ adıyla oluşturulan yeni bir mahkemeye verilmiş, yüksek mahkemeler başlığı altında Sayıştay ve Yüksek Seçim Kurulu’nun statüsü açıklığa kavuşturulmuş, yargıya ilişkin üye seçiminde TBMM’nin yetkileri genişletilmiştir. Üniter devlet ilkesine anayasada açıkça yer verilerek, idari yapılanmada ‘il esası’ korunmuştur.”
Bu kapsamı ve kurumları muğlak (kapalı) olan, ama amacı ve sonuçları sırıtan yeni anayasa taslağının altında: Yoksa Erdoğan iktidarının ve küçük ortağının, Yüce Divan sıfatıyla ve Anayasa Mahkemesi kanalıyla yargılanacak ağır suçlarından ve sorumluluklarından sıyrılma hesapları mı yatmaktaydı? Bu Anayasa Mahkemesi’nin varlığından bu denli rahatsızlık duyulmasının başka bir izahı var mıydı?
[1] Bak: www.milligazete.com.tr / Yavuz Vural / 19 Mayıs 2021
[2] abdulkadirozkan@milligazte.com.tr
Batıdan medet ummak
AB ve ABD ilişkilerinde celladına aşık mahkum tavrının da ötesinde psikolojik alt yapıyı irdelemek gerekir. Bu Batı ne zaman iki yüzlü olmamış… Bunun bilinmemesi mümkün mü? O zaman soruyoruz; Batının ve asıl siyonizmin hangi melanetlerine taşeronluk yapmak için iş başına getirildiniz? Hele hele kiliselerde tecavüz edilmiş ve öldürülmüş binlerce çocuktan dolayı büyük suçlamalar altıdan olup hala bunlara karşı bir söz söylemeyen ve bu olayları kapatmak isteyen Papa dan ve temsil ettiği kitlelerden medet ummak!!! böyle bir anlayışın basiret bağlanmasıyla bile izah edilmesi mümkün değil. Makalenin son paragrafı için de şunu söyleyebiliriz; kuru fasulye yiyenin karnı ağrırmış.
İslam alemine lider olmaktansa Papa’dan medet uman bir sözde İslam lideri!!!
RTE Filistin’de yaşanan son zulümde kurtuluşu vatikandan bekleyecek kadar hassasiyet derecesini izhar etmiştir. Beşiktaş’ın şampiyonluğunu hemen 3 saniye sonra Twitter hesabında hesabından kutlayan Erdoğan siyonist keferelerin yaptığı bu zulme sessiz kalmıştı.
Üstad Ahmet Akgül’ün makalede belirttiği üzere Erdoğan’ın bu tutumu ile Fetö’nün tutumu arasında bir fark yoktur. İslam alemi Türkiye’den bir hareket beklerken Türkiye Cumhurbaşkanı Papa’dan medet ummuştu. Üstelik Filistin şanlı zaferini bile destekleyen bir cümle kullanmamıştı. Durum ortadadır. Artık tüm bunlara rağmen müslüman geçinipte RTE’ye hala destek verenler aynı bu yüzle mahşer Allah’ın huzuruna nasıl çıkmaktaydı!?
Gömlek Meselesi
Akp lideri Erdoğan Milli Görüş’ten ve öngördüğü çizgiden ayrıldığını “Biz Milli Görüş gömleğini çıkarttık.” itirafı ile herkesin şahit olacağı şekilde dile getirmişti. Ayrıca bir zaman sağlam yol arkadaşı olduğu eski bakanlardan Hüseyin Çelik de “Tayyip bey bana birlikte siyaset yapalım dedi. Ben de Erbakan çizgisinde siyaset yapacaksanız ben yokum dedim. Tayyip bey de ‘O çizgide kalsaydık ayrılmazdık.’ dedi ve ondan sonra biz bir arada siyaset yaptık.” demiş ve çizgilerinin yönünün bir şekilde batıl pusulalarla tespit edildiğini itiraf etmişti. Yoldan kopuşu! malum olan bu kafaların hangi hileleri önümüze sürdüğünü de ancak Milli Çözüm sayesinde öğrenebiliyoruz.
Nice Fetö vari projeler nasıl çökertildi ve etkisiz kılındıysa , Retö vari projeler de aynı akıbete doğru olanca hızıyla yol almaktalar…Çünkü kuvvet ve kudret sahibi yalnız Cenabı Haktır!..
• Erdoğan: “Şu teklifi yapıyoruz, Kudüs’ün üç dinin temsilcilerinden oluşan bir komisyon tarafından yönetilmesi, günümüz şartlarında en doğru ve tutarlı yol olacaktır. Aksi takdirde bu kadim şehirde kalıcı barışı sağlamak kolay ve mümkün görünmüyor.”
• “Türkiye, AB üyeliği yolunda kararlı tutumunu sürdürmektedir” diyen Erdoğan’ın kendisini ve tarihini inkârı!?
• Erdoğan: “… başta vatandaşlarım olmak üzere, tüm Avrupalıların 9 Mayıs ‘Avrupa Günü’nü tebrik ediyorum.” diyerek Haçlı Batı’nın yanında saf tutan Erdoğan’a İslam dünyası nasıl ve ne kadar güven duyacaklardı?
• Daha geçen aylar bu Papa Fransuva Irak ziyaretine kalkmış, dinler arası diyalog çerçevesinde Şii Sistani ile özel görüşmeler yapmış, Kuzey Irak’ın Özerk Kürdistan Yönetimi, bu Papa’nın ziyareti anısına Türkiye’nin yarısını Kürdistan içinde gösteren hatıra pulları ve hıyanet haritaları yayınlamıştı. Yahu, ne çabuk unutmuşlardı; bu dinler arası diyalog tuzağını daha önce ve yıllarca Fetullah Gülen zındıkı eliyle yürürlüğe koymuşlardı ve sonuçları ortadaydı. Sahi şimdi aynı Papa’yla, Kudüs işgaline ve İsrail vahşetine karşı aynı plan ve projeler üzerinde çözüm arayanlar, kiralık ve münafık Fetullah Gülen’le aynı konuma düşmüş olmuyorlar mıydı? Bu kadar aymazlık, bu kadar ahmaklık, bu kadar gaflet dalâlet, belki de hıyanet karşısında, hâlâ bu tür uyarılarımızı çok kaba ve katı bulanlar elbette yanılmaktaydı.
•Oysa Sn. Erdoğan önce ve hemen şunları yapmalıdır:
….
(Makalede ifade ediliyor)
Geçenlerde Devlet Dairesinde Müdürlük yapan bir tanıdığımızla fikir teatisinde bulunurken diyor ki : Erdoğan Erbakan zamanındaki Erdoğan değil artık, Erdoğan değişti aslına döndü şimdi Erbakan hayatta olsaydı o söylediği sözleri söylemez desteklerdi diyor…. İşte yukardaki ifade edilen maddeleri dikkate alınırsa Erdoğan’ın aynı Erdoğan olduğunu görmek mümkün olacaktır. Yani Milli Görüş ve Erbakan Hocamızın öğretilerini hayata hakim kılma gibi derdi çabası olmadığını görmek mümkün… Kaldı ki 1997 yılında Aziz Erbakan Hocamızın resmiyete geçirdiği D-8‘i canlandırmak ve diri tutulmasına yönelik hiçbir adım atmaz iken bu AKP VE ERDOĞAN iktidarı, Avrupa Birliği Ve Dinler Arası diyalog için neden bu kadar can atmaktaydı sorusunun cevabı AKP VE ERDOĞAN’ın gerçek ayarını ortaya koymaktaydı.
İşte Aziz Erbakan Hocamızdan ayrılanlar yani Hakkın Temsilcisi Olan Milli Görüş Harekatından sapanlar şu hakikatlerden sapmış olurlar…
Aziz Erbakan Hocamız defaatle şu gerçekleri haykırmışlardı:
Milli Görüş’ün KİMYASI 3 tür: Maneviyatçı olacaksın – Hakkı Üstün tutacaksın – Nefse esareti değil nefis terbiyesini esas alacaksın. Eğer bunları yaparsan MİLLİ GÖRÜŞÜN FİZİĞİNİ kazanırsın … Onlar : Hidayet – Feraset – Dirayet nimetidir… Hak hakim olacaktır Allah nurunu tamamlayacaktır Adil Düzen Hakim olacak Siyonizm Yıkılacaktır inşallah… Nice Fetö vari projeler nasıl çökertildi ve etkisiz kılındıysa , Retö vari projeler de aynı akıbete doğru olanca hızıyla yol almakta olduğunu zaten görmekteyiz… Çünkü kuvvet ve kudret sahibi yalnız Cenabı Haktır… Kün feyekun.. O OL dedi mi oluverir….
Davasına sadakat gösterenler kazanır…
İslam dünyası bir bütün olarak tüm kurum ve kuruluşlarıyla ihanet anlaşmasına imza atan liderleri mahkûm etmelidir. Bu liderler, Müslüman halkları temsil etmemektedirler. Allah aşkına bu liderler bugüne kadar İslam dünyasının birlik ve beraberliği için, Filistinli kardeşlerimizin hak ve hukuku, siyonist ve emperyalistlerin zulüm ve katliamlarının sona ermesi ve zalimlerin hak ettiği cezaya çarptırılması için hangi girişimde bulunmuşlardır?
Akp ve işbirlikçileri eliyle Ülkemiz ve İslam aleminin düştüğü bu zilletten kurtulmanın tek yolu; öncelikle bu işbirlikci zihniyetten kurtulmaktır. Ve Aziz Erbakan Hocamız’ın yolunda olanlara ve Adil Düzen projelerini hayata geçirmekle bu zilletten kurtuluruz.
Öncelikle ifade etmeliyim ki; biz Müslümanların ‘Dava’ dediği hakikat İslâm’dır. Dava dediğimiz ana unsur bizim inandığımız değerler bütünüdür, inanç sistemimizin tamamıdır. Biz buna dava diyoruz. İster siyasette, ister sivil toplumda, isterse ticarette, nerede olursak olalım dava bilinciyle hareket etmek suretiyle İslâmî bir yaşantıyla hayatımızı sürdürerek örnek olmak zorundayız. Dava İnsanların samimi fedakarlıkları ile gönüllerde yankılanmakta, ihanet edenler sebebiylede yaralar almaktadır.
Para, pul, mevki ve makamı nefsani çıkar amacı görüp tabulaştırmadan, bunları dava’ya hizmet eden bir araç olarak görerek, gönüllere dokunucu hizmetler üreten Müslümanlar olduğumuz sürece dünyanın her türlü imkânlarının ve nimetlerinin Allah’ın bir Lütfu olarak bizlere sunulacağı unutulmamalıdır. İnandığımız değerleri, davamızı savunurken en vazgeçilmezimiz; samimiyet, samimiyet ve samimiyettir. İyi niyetli, samimi olunmadığı sürece dünyevi maddi çıkarlar sebebiyle bir takım fitnelerin kaynatılması da kaçınılmaz olacaktır. İslâm, samimiyeti emretmektedir. İmanımızı korumak ve kollamak için bu güzelliklerin de farkında olmamız gerekmektedir. Biz Müslümanlar dava şuuruyla çalışırsak, tabi ki nefs, şeytan, iç ve dış düşmanlarının birtakım olumsuzluklarıyla karşılaşacağız. Akıl nimetimizle, eşref-i mahlukat olma özelliğimizle imtihanımızı kazanmak durumunda olduğumuzu bilmek zorundayız. İmanımızın gereklerini hayatımıza hakim kılarak kulluk görevlerimizin farkında olmak zorundayız. Çünkü bizim yaratılış gayemiz Allah(c.c.)’a kulluktur. Her davranışımızdan hesaba çekileceğimiz hakikatini unutmadan yaşamalıyız.
HİDAYET KARARMSI!
Erbakan Hocamızın çokca vurguldığı “Hidayet kararması” maalesef toplum tarafından anlaşılamadı.. hidayeti kararanlarda hem kendi acı sonlarını hem de taraftarlarının acı sonlarını hazırlamışlardı.. Her ne sebeple olursa olsun Hakk davadan ayrılanlardan hayırlı bir icraat görmek mümkün olmamaktadır.. dün Batıl dedikleri ile işbirliği yapıp başta müslümanlar olmak üzere tüm insanlığı siyonist yahudiye peşkeş çekmekle yarışa girmişler ve acı akıbetlerini kendi eleri ile hazırlamışlardır.. Ancak sadıklar Allah cc nin izniyle bu zalim siyonist düzene dur diyecekler ve her dinden her ırktan tüm insanların birlikte barış ve bereket içinde yaşayacakları Adil Düzeni kuracaklardır inşaAllah.. zira Allah cc ancak bundan razıdır!.. zalimler ve işbirlikci hainler istemeselerde..
Nasipsizler
İtrail kudurmuş saldırıyordu…
Aziz Filistin’im direniyordu
Cihat aşkı ile yanan gönüller
Bir bir cennete ulaşıyordu!
Bu arada imtihan devam ederken
Türkiye ancak kınayabilmişti…
Büyük itrail planları yürüsün için
Kudus köpeklere yaranmak için…
Kudüs ü görmezden gelebiliyordu!
Yazıklar olsun saygısız liderler
Kınamak değil sizin göreviniz..
Zalimin zulmünü elbet durdurmak
Ve mazlumun yüzünü güldürmek idi.
Erbakan Hocamız dan ayrılan acizler!
Şimdi yeriniz Papa’nın yanı !
Gözünüz kör olmuş, kulağınız sağır
Artık çok geç ,hidayet yolları kapandı.
Şuur
Âl-i İmran suresi 118. Ayeti kerime
Ey iman edenler! Sizden olmayanları (Yahudi ve Hristiyanların hain takımını ve işbirlikçi münafıkları) sırdaş (müttefik) edinmeyin. (Çünkü) Onlar size (her fırsatta) kötülüğe ve zarar vermeye uğraşırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek şeylerden de hoşlanırlar. Onların buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin (gönüllerinde) gizli tuttukları (nefret ve hıyanetleri) ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi (imanın ve inkârın alâmetlerini) açıkladık; belki akıl erdirip (Haçlı Siyonistlerden ve işbirlikçi hainlerden uzak kalırsınız diye, size bu gerçekler tebliğ ve tavsiye edilmektedir).
Dünyalık uğruna, davanı sattın / Hakikat yolundan, caydın be adam!.. / Hak’kı yamultarak, Bâtıl’a kattın / Şükrandan1 küfrana, kaydın be adam!..
Sn. Erdoğan Filistin için;
• İsraillilere uygulanan vize muafiyeti kaldırılmalıdır…
• Hem Türkiye hem İsrail (çifte vatandaş) pasaportu taşıyanların askerliğini İsrail’de yapıp, Müslüman katliamına katılmalarına engel olunmalıdır…
• İsrail’e tanınan ticari ve turistik muafiyetler askıya alınmalıdır…
• Malatya Kürecik Üssü derhal kapatılmalıdır…
• Osmanlı arşivlerindeki Filistin tapuları sahiplerine ve varislerine dağıtılıp uluslararası kurumlara ulaştırılmalıdır…
• Sultan Abdülhamid’in şahsi tapularına ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti sahip çıkmalıdır…
Maalesef bu önemli ve öncelikli adımları atamaması Sn. Erdoğan’ın, Aziz ERBAKAN Hocamızın yolundan, izinden, şuurundan, davasından ayrı olduğunun en açık göstergesiydi.
Aynı zamanda Erdoğan’ın;
Uğruna milli ve manevi değerlerimizden vazgeçerek; “Türkiye, çifte standartlara rağmen AB üyeliğinde kararlıdır” açıklaması ve “Kudüs için, Papa ile aynı çözümü önermesi” Papaya kapılmanın en açık göstergesi değil miydi?
Teşekkürler milli çözüm camiası
Cenabı Allah emeklerinizi zayi etmesin
Cümlenizden razı olsun. Eserlerinizdende yararlanıyorum. İnşallah bir parçada olsa
Sizler gibi gayretli şekilde ilerlerim.
Devletin temeli, Hukuk ve Denetimdir!
Hukukun ve Denetimin, her alanda irade sahibi olduğu yaygın bir Devlet Mekanizmasının, ciddiyet ve liyakatle kendisini göstereceği süreç, kaçınılmaz bir hal almaktadır.. İç güvenliğin, paçavra bir zihniyetle aşındırıldığı, dış güvenlik hattının, kiralık ve teslimiyetçi hokkabazlıkların elinde büyük bir açmaza sürüklendiği bir süreçte;Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, üniter yapısını, Milli Güvenlik Politikasını, Üretim ve Ekonomik sistemini, Eğitim ve Ahlak düzenini, Hak ve Adalete dayanan Hukuk sistemini, sağlam temeller üzerinde, Yeni Dünyaya deklare edecek olan, bir Milli Çözüm Hükümetinin kurulması, insanımızın ve insanlığın en önemli şansı ve kurtuluş kapısı olacaktır.. Liyakat, kifayet ve nitelikten yoksun olan bugünkü Hükümetin ne olduğunu özellikle kendi seçmen kitlesine göstermek, ve yine bu niteliksiz ve mayasız zihniyettten medet bekleyen, milyonlara da kendi ayar aynalarını tutacak bir Devlet Vizyonunun, bağımsız ve hür koşullar çerçevesinde ve demokratik bir eylemle, etkin iradesini tescil edeceği bir süreç mutlaka başlatılmalıdır..
Zira gözümüzün nuru, biricik Erbakan Hocamızın şu tarihi cümlesi bu hal ve ahvalin kaçınılmaz sonucunu ortaya koymaktadır..
“Bunlara değil bir devlet, değil bir belediye, bir leblebici dükkanı bile emanet edilemez!”
Emanetin ve Dirayetin sapmaz ve sarsılmaz adresi ise şüphesiz, Erbakan Hocamızın en büyük mirası olan Milli Çözüm şuuru ve Onun şahs-ı Manevisi olan Ahmet Akgül Hocamızdır…
AB DESTEKÇİSİ AKP!
İslam Birliği ve Adil Düzen yerine, haçlı Ab’den medet bekleyen ve yamanma hesapları yapan Akp, Erbakan Hocamıza ve Hakk davaya ihanetlerinin bedelini ödeyecekleri günlere yaklaşıyorlar.