İKTİDARIN BATAĞA SAPLANMASI
VE
ERDOĞAN’IN FAYDASIZ ÇIRPINIŞLARI
2023 Genel Seçimlerinin hemen ardından ve özellikle MB başına Amerika’dan CFR üyesi Hafize Gaye Erkan’ın atanmasından sonra, dolar 26 TL’yi aşıp 30’lara tırmanmakta, pahalılık hızla artmakta, hatta ekmeğin 10 TL olacağı konuşulmaktaydı. 425 dolar karşılığı verilen asgari ücret, daha maaşlara yansımadan erimeye başlamış, sefalet yaygınlaşmıştı.
“Nass var” denilerek kitlelere karşı “faiz karşıtlığı” riyakârlığı oynanırken, eş zamanlı olarak bankaların bir senede kârlarını 5 kat artırması, “Bu ne menem bir faiz karşıtlığıdır?” sorusunu gündeme taşımıştı. 2018 seçimlerinden önce “verin yetkiyi, görün etkiyi” diyerek faizle, dövizle baş etmekten yani ekonomiyi düzeltmekten bahseden mevcut iktidar, o tarihten bu yana uyguladığı ekonomi politikasıyla(!), ekonomik iflasın eşiğine dayanmıştı. İktisat dışı ve irrasyonel girişimler, yanlış kararlarını dini gerekçelerle perdelemeler (nass var deyip bankaları ihya etmeler), çalışanı, üreteni değil de rantiyeyi öncelemeler, Erdoğan iktidarını Siyonist sermaye baronlarının tuzağına atmıştı. Gerçeklikten kopuşlar veya “gözlerdeki ışıltı” türünden saçmalıklar, enflasyonist bir ortamda faiz indirerek enflasyonu patlatmak, ekonomideki her sıkıntıya “kredi” yani bankaya borçlanma dışında çözüm önerisi sunamamak, çok kısa bir sürede çok hızlı bir fakirleşmeye neden olmak, yanlış politikaların ekonomiyi getirdiği noktanın fotoğrafıydı. Yeniden Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanan Mehmet Şimşek’in, “Rasyonel zemine dönmek dışında seçenek kalmadı” sözleri ise ekonominin halihazırda “irrasyonel zeminde” olduğunun dolaylı itirafıydı.
Şimşek ve Erkan, Elde Kalan Kamu İşletmelerinin Satışı İçin mi Atanmışlardı?
Bazı ekonomistler; Erdoğan’ın ekonomide son umudunu, elde kalan kamu işletmelerinin satışına bağladığını hatırlatıp, Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’ın bu amaçla göreve getirildiğini vurgulamaktaydı. Asıl sıkıntının ise kış aylarına doğru görüleceği anlaşılmaktaydı. Buna göre, seçimden sonra göreve getirilen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’a çizilen bir çerçeve vardı. “O çerçevenin içinde Türkiye’de ekonomiyi, gelir dağılımı adaletsizliğini, refah yoksunluğunun tehlikelerini düzeltecek mesafe yok, yer yok. Yani, ellerinde öyle bir araç yok!” diyen uzmanlar, Türkiye’nin bir yıl önce yaşadığı derin ekonomik krizin bir benzeriyle önümüzdeki kış aylarında yeniden karşılaşacağı konusunda uyarılar yapmaktaydı. TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyonun dahi yüzde 40 olduğu bir ortamda, politika faizini yüzde 8,5’ten yüzde 17,5’e çıkarmanın bir işe yaramayacağını vurgulayan uzmanlar, enflasyonla mücadele edilmek isteniyorsa, önce tarımsal ve sanayi üretiminin artırılması; vurgun, talan ve israfın mutlaka sonlandırılması gereğini hatırlatmaktaydı.
Oysa, Erdoğan’ın umudunu, Körfez ülkelerinin yanı sıra Rusya ve Azerbaycan’dan gelecek yüksek faizli SWAP paralara bağlaması, bu iflası hızlandırmaktan başka işe yaramayacaktı.
Bunun sonucu Türkiye’nin bütün Milli varlıkları satılacaktı. Bu yüzden Siyonist sermaye baronlarının 3’üncü sınıf adamları olan muhatapları Erdoğan’a: ‘Bu şekilde bir ekonomi politikası varken biz Türkiye’ye yatırım yapmayız, sen biraz akıllı uslu insanları getir, paranın güvende olacağına emin olalım!’ diye dayatmışlardı. Dolayısıyla Mehmet Şimşek geri çağrılmış, Gaye Hanım da Merkez Bankası’nın başına atanmıştı. Bunların göreve getirilme amacının ‘Türk milletinin enflasyondan kurtulmasını sağlamak’ olduğunu düşünmek ahmaklıktı. Bunlar, eğer buraya para girecekse, daha çok döviz piyasasının dengesinin sağlanması amacıyla iş başına taşınmışlardı. Biraz da tabii “Batılı görünüşlü” insanların, sermaye çevrelerinde belli bir itibarları vardı, yani aynı dili konuşuyorlardı, oradan da bir miktar para temini güya kolaylaşacaktı.
İçeride artık kaynak kalmamıştı, onlar tamamen günü kurtarmak için boşa harcanmıştı. Şu anda bir kısır döngü yaşanıyordu; enflasyon Türk Lirası’nın değer kaybını tetikliyor, bu da daha fazla enflasyonu tetikliyordu… Bunun yerine; “yurt dışından gelen parayla dövizdeki kanamayı dindirelim, faizleri de bir miktar yükseltelim, belki insanlar ellerindeki dövizleri satarlar, onu da Türk Lirası’na krediye dönüştürelim, bu badireden çıkarız” diye düşünülüyordu. Oysa iki sebepten dolayı bu yürümezdi:
Birincisi: Eminim Azerbaycan, Rusya, Arap şeyhlikleri Türkiye’ye belki yatırım yapmayı düşünmektelerdi. Niye yapmasınlar ki? Türkiye’de her şey yabancılar için çok ucuzdu. Bugün Türkiye’deki şirketlerin değeri, bu yanlış politikalardan dolayı dünyada benzer şirketlerin yarısına kadar inmişti. Ama burada bir küçük detay vardı: ‘Hadi satıyorum’ deseniz ya da onlar ‘Alıyorum’ deseler bile teknik nedenlerden dolayı bu işler en az bir yıl sürerdi, çünkü işin tabiatı böyleydi.
İkincisi: Gelen paralarla, belki birkaç ayı rahat geçiririz, yerel seçimlere giderken TL de güçlenir ve Erdoğan’a bir avantaj kazandırabilir, ama onun dışında Türkiye’nin sorunlarını çözmezdi. Eğer o yaklaşımla Türkiye’nin sorunları çözülecekse o zaman bu iş ortamı dediğimiz yapının değiştirilip mafyadan, kankacılıktan kurtulmak, yargının üstünlüğünü oluşturmak, Merkez Bankası başta olmak üzere SPK, BDDK hepsinin bağımsızlığını sağlamak gerekirdi. Niye bunlar önemliydi? Çünkü bunları yaparsanız ancak o zaman Batı’dan sermaye gelir, Avrupalı ve Çinli şirketler gelip Türkiye’de fabrika kurar, üretimlerini buraya kaydırırlardı.
Özetle söylemek gerekirse, nedenleri ne olursa olsun “rasyonele dönüş” olarak tabir ettikleri şey, bu iktidara belki zaman kazandırabilirdi ama sorunların hiçbirini çözmezdi. Biz gelecek sene bu zamanlarda öteki bütün badireleri atlatsak da Ecevit günlerine geri döneceğimiz kesindi… O zaman çok meşhur bir laf vardı, Demirel sık sık söylerdi; “Kamu finansman gereksinimi” diye, yani Türkiye bankacılık sisteminde artık bütçe açıklarını finanse edecek para kalmamıştı, o yüzden de zaten IMF falan çağrılmıştı. Hazine’nin topladığı vergi faize yetmiyordu, şimdi o noktaya gidiyoruz. Üç-beş ay sonra; “Nereden para bulacağız, nasıl ödeyeceğiz?” diye bütçeyi konuşuyor olacağız.
Seçimden Önce Dağıtılan 20-25 Milyar Doları Geri Toplama Telaşı!
“Seçimden önce neredeysek bugün de oradayız. Bakın herkes ‘Allah razı olsun, Erdoğan cebimize para koydu, bizi aç bırakmadı’ diye oy verdi, ama 6 ay sonra ‘Keşke vermeseydik, elimiz kırılsaydı’ diyecekler, çünkü hiçbir devlet -eğer sonsuz doğalgaz ve petrolünüz yoksa- vergi toplamadan harcama yapamazdı. Ben seçimden önce Erdoğan’ın 20-25 milyar dolar para dağıttığını hesaplıyorum, o parayı da yeniden geri alacaktı. Çünkü başka çaresi kalmamıştı. Türkiye o anlamda zengin değil ki, altınımız yok, gümüşümüz yok, petrolümüz yok… Yetmez tarımsal ve sınai üretim yok… Rahmetli Erbakan gibi, Havuz Sistemi’ni, Ağır Sanayi Hamlesini, Yerli ve Yaygın Kalkınma Projelerini hazırlayıp uygulayacak bir dâhi yok!.. O zaman ne yapacaksınız; bir elinizle halkın sol cebine koyduğunuzu, öteki elinizle sağ cebinden alacaksınız!”
Evet, başka çaresi yok… Ya rahmetli Erbakan’ın gerçek takipçisi ve talebeleri olan Milli Çözüm’e fırsat sağlayacaksınız… Veya, böyle dizinizi dövüp ağlayacaksınız!..
Ekonomide gâvura muhtaç olursanız, diplomaside de onlara mahkûm ve mecbur kalacaktınız!
İngiliz Reuters ajansının, Sn. R. T. Erdoğan’ın oğlu, Bilal Erdoğan’ın da ortaklığı bulunan bazı şirketlerle ilgili ABD ve İsveç savcılarının soruşturma başlattığı haberlerine, AKP cenahından çok sert tepkiler yapılmıştı. Aslında Reuters’in haberi; İsveç’in NATO’ya alınması için, Erdoğan iktidarının olumlu (!) davranması konusunda bu bir uyarıydı ve mesaj yerine ulaşmıştı. Hatta Bilal Erdoğan’la ilgili Reuters’in ve tabi Siyonist merkezlerin ellerinde çok daha çarpıcı ve iktidarı sarsıcı bilgi ve belgelerin bulunduğu yazılıp konuşulmaktaydı.
Çok sağlam bir teslimiyet işareti alınmış olacak ki, tam bu süreçte İsveç Polisi Stockholm’de yapılacak Kur’an yakma küstahlığına izin vermekten bile sakınmamıştı. Yani Erdoğan’ın ve yandaşlarının kurusıkı çıkışları yine kof çıkmıştı. Zaten; CIA ve MOSSAD’ın, istedikleri anda internet ağlarındaki, sosyal medya platformlarındaki ve telefon konuşmalarındaki bütün verilere ve özel bilgilere ulaştıklarını, başta Almanya olmak üzere önemli devlet adamları resmen açıklamışlardı.
Aslında Haçlı-Siyonist ittifakında yıllardan beri bir İslam düşmanlığı açıkça yapılmaktadır. Bu gerçeği görmek için yüzyıllar önce kilisenin öncülük ettiği Haçlı Seferleri’ni hatırlamak yeterli olacaktır. Bakınız, Akdeniz’de hayatını kaybeden sığınmacıların sayısı her gün artarken, bu artışın sorumlusu ülkeler net bir şekilde biliniyor ve görülüyorken, Haçlı-Siyonist ittifakından ciddi bir tepki gelmemesi bile Batılıların ikiyüzlülüğünü yansıtmaktadır.
Haçlı Batı’nın İslam düşmanlıkları ve kendilerinden olmayanı insan saymamaları, artık mazlum ve mağdur toplulukları isyan noktasına taşımıştır ve işte Fransa bu yüzden cayır cayır yanmaktadır. Asırlardır Fransızlardan ve bütün Batılılardan her türlü hakaret ve eziyeti gören müstaz’aflar, sonunda intikam duygusuyla sokaklara çıkmışlardır.
Biz peşin parasını saydık, aldatıldık, ama İsrail F-35’leri hibe aldı!
Rusya’dan tedarik edilen S-400 hava savunma sistemlerini bahane ederek, Türkiye’yi proje ortağı olduğu F-35 programından tek taraflı olarak çıkartan ABD’nin, Siyonist İsrail’e 25 adet F-35 uçağı teslim edeceği açıklanmıştı. İşgalci İsrail rejiminin Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Tel Aviv ile Washington yönetiminin 3 milyar dolarlık sözleşme imzaladığı ve anlaşma kapsamında 25 adet F-35 Lightning II savaş uçağı alınacağı kesinlik kazanmıştı. Türkiye’nin, projesine önemli katkılarda bulunduğu ve parasını çok önceden verip tedarikini beklediği F-35 yeni nesil savaş uçaklarının satışı, 2019 yılında ABD’nin zorba politikalarıyla engellenmiş durumdaydı. Bu tavır, Sn. Erdoğan’ın ağırlığının ve saygınlığının da kanıtıydı!..
Satış Kılıfında “Hibe” Yapılmıştı!
Resmi duyuruda ismi her ne kadar “satış” olarak geçse de İsrail’in tedarik edeceği F-35 uçaklarının parası yine Amerikan hazinesinden çıkacaktı. Siyonist bakanlığın bildirisinin ayrıntısında, uçakların İsrail’in ABD’den aldığı savunma yardım paketiyle finanse edileceği bilgisi de yer almıştı. 2009-2018 yılları arasında iki dönem boyunca Amerika Birleşik Devletleri’ni yöneten eski Başkan Barack Obama, Tel Aviv’e 2017 ile 2028 arasında 38 milyar dolar hibe taahhüdünde bulunmuşlardı.
Parasını Peşin Verdiğimiz Uçakları Bile Alamamıştık!?
Öte yandan Türkiye, Müşterek Taarruz Uçağı (JSF) Programı kapsamında 2018 yılından itibaren başlayarak 100 adet F-35 LIGHTNING II tedarik etmeyi planlamıştı. Bu kapsamda, 2018 yılında 2 adet, 2019 yılında 4 adet, 2020 yılında 8 adet, 2021 yılında 8 adet ve 2022 yılında 8 adet olmak üzere toplam 30 adet uçağın teslimatının gerçekleştirilmesi hesaplanmıştı. Ancak ABD, Türkiye’nin S-400 Hava Savunma Füze Sistemi satın almasını gerekçe göstererek ambargo ve CAATSA yaptırımlarını uygulama kararı almıştı. Üstelik Türkiye, F-35 Lightning II uçakları için ABD’ye 1 milyar 400 milyon dolar da peşin ödeme yapmıştı. Anlayacağınız ABD’li Siyonistler paramızın üstüne yatmışlardı.
Eski MİT Başkanı Hakan Fidan, Dış Bakanlık görevini devralırken:
“Benim için en anlamlı olan, Dışişleri Bakanlığı görevini Sn. Mevlüt Çavuşoğlu’ndan almış olmamdır!” buyurmuşlardı. Yoksa Sn. Çavuşoğlu’nun “İbradı”lı olmasına, yani İbrani asıllı iddialarına mı atıfta bulunmuşlardı?!
Sn. Fidan, yıllar önce hazırladığı bir tezde “Başarılı bir Dışişleri Bakanlığı yürütebilmek için başarılı bir istihbarat örgütüne ve bilgi birikimine ihtiyaç vardır!” diye yazmıştı. Yoksa ta o günden mi hazırlanmıştı?
Sinan Oğan ve MİT Kahramanlığı!
Sinan Oğan malum Şenkal Atasagun tarafından MİT’e alınmış ve Azerbaycan TİKA’da görevli kılınmıştı. Rusçu dedikleri Aliyev’e karşı Türkçü Ebulfez Elçibey’in yanında olmuşlardı. Ayrıca Aliyev’e karşı yapılan darbe girişiminde bulunan isimlerle de o dönem toplantılara katılmışlardı. Güçlü halk desteği olan Haydar Aliyev’le başa çıkamamışlardı. Sonrasında ise Ebulfez Elçibey rahmetli oldu. Sinan Oğan göze batınca MİT’in alt kuruluşu olan TİKA’dan ayrılıp başka bir MİT’çi olan Turan Yazgan’ın isteğiyle Türk Dünyası İktisat Fakültesindeki görevine atanmıştı.
Haydar Aliyev’in yanına yaklaştırmadığı Sinan Oğan, kumarbazlığıyla meşhur oğul İlham Aliyev başa gelince, Türkçülük kılıfı ve “iki devlet bir millet” edebiyatı üzerinden ona yanaştı… Peki, Baba Aliyev’in “O ajandan dost olmaz” dediği biriyle oğul Aliyev neden yakınlaşmıştı? İddialara göre oğul İlham Aliyev KKTC’de çok büyük kumar batağına saplanmıştı. Başta kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal olmak üzere birçok kişiye yüklü miktarda borcu vardı. Ömer Lütfü Topal, Çatlı ve ekibi tarafından Aliyev’in emriyle saf dışı bırakıldı. İşte Sinan Oğan’ın bildiği bu sır onu Aliyev’e yaklaştırdı. Ömer Lütfü Topal’ın ölümü sonrası Bakü’deki meşhur Avrupa Oteli, Aliyev ailesinin kontrolüne alındı. KKTC ve Türkiye’deki serveti ise Mehmet Ağar ve eski askerlerden oluşan çetelerce Şenkal Atasagun’un bilgisi dahilinde paylaşıldı…
Azerbaycan ve Türkiye’nin bütün kaynaklarını sömüren Saray çeteleri, Aliyev, Mehmet Ağar, bazı ulusalcı askerler ve Bahçeli’nin özel danışmanı eski MİT’çi Şenkal Atasagun bu nedenle birlikte hareket ediyorlardı. Bir dönem Erdoğan’a en ağır hakaretleri eden Devlet Bahçeli ile tükürdüğünü yalayıp domuz bağcılarla ortaklık yapan Sinan Oğan’ın patronu yine aynı isim; MİT’çi kara kutu Şenkal Atasagun olmaktaydı.
Anlayacağınız, karanlık çeteler ülkeyi ele geçirmiş durumdaydı. Bu yapılar senelerdir, her partiye sızdırdığı isimler üzerinden kimlik siyaseti yürütmeye ve ülkeyi sağcı/solcu, laik/muhafazakâr diye bölmeye devam ediyorlardı. İşte Aydınlık ile Akit’i, Sinan Oğan ile Bahçeli’yi, Tuncay Özkan ile Mehmet Ali Çelebi’yi buluşturan, bu gizli ve kirli yapıydı!? Saray’la ortak çalışan bu çetenin hedefinde, mevcut kalıpların dışına çıkmaya çalışan Kemal Kılıçdaroğlu yıpratılmaya ve yıkılmaya çalışılmaktaydı. 29 Mayıs itibariyle muhalifler arasına sızdırılan isimler üzerinden muhalefetin yeniden dizayn edilmesi süreci başlatılmıştı.
Sinan Oğan’ı tanıyanlar onun sonunda Erdoğan’a yanaşacağını biliyordu. Bu Türkçülük kardeşliği değil, petrol kardeşliği oluyordu. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, Tanrı SOCAR’ı korusundu!? SOCAR zahirde Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi olarak biliniyordu. Ama gizli Yahudi ortaklığı özenle saklanıyordu.
İşte seçimler yapıldı, Erdoğan güya yine kazanmıştı… Oysa kader, hak ettiği kaynar kazana atılmak üzere, kısa süreli bir kızağa alınmıştı!? Ve işte Mahinur Göktaş, Belçika’da 2 dönem Hristiyan Demokrat Parti milletvekilliği yapmıştı. Şimdi ise İslamcı AKP milletvekili olarak Aile Bakanı atanmıştı. Acaba farklı iki ülkede birden milletvekilliği yapmış başka biri daha var mıydı? Tekrar düşünelim, Türkiye’yi AKP mi, AB mi yoksa CFR mi yönetiyordu?
HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Erbil’de (Siyonist bağlantılı) Barzani ile buluşmuşlardı!?
AKP’den İstanbul 3. Bölge 4. sırada milletvekili adayı olan HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun, Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) Genel Başkanı Mesud Barzani ile Erbil’de bir araya geldikleri ortaya çıkmıştı. HÜDA-PAR’dan yapılan açıklamada: “Görüşmede, Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılacak Cumhurbaşkanı Seçimi ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri ile 6 Şubat 2023’te meydana gelen Kahramanmaraş/Pazarcık merkezli depremlerin ardından yürütülen çalışmalar ele alındı…” HÜDA-PAR ve KDP arasındaki ilişkilerin gelecekte daha da geliştirilmesi konusunda ortak mutabakata varıldı” ifadeleri yer almıştı.
Zekeriya Yapıcıoğlu seçimlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı destekleyeceklerini açıklamıştı. Yapılan görüşmelerin ardından HÜDA-PAR’dan 4 isim, AKP listesinden milletvekili adayı yapılmıştı.[1]
Siyonist merkezlerle sıkı-fıkı ilişkileri saptanan Barzani ile HÜDA-PAR irtibatı güçlendirilirken, kuduz İsrail her gün onlarca Müslümanı katletmekten geri durmamaktaydı!? Ve başımızda ucuz kahramanlar ve uyuz suç ortakları hâlâ İsrail’le normalleşme hıyanetine sadık kalmaktalardı!..
Solcu salaklar ve Sabataist odaklar, “Eşcinselliği Yaygınlaştırma” ve “Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başından uzaklaştırma” çabalarına yoğunlaşırken, Türkiye’de Vatan toprakları ayaklarımızın altından kaymaktaydı! Bu nedenle aşağıdaki uyarılar mutlaka dikkate alınmalıydı.
LGBTİ: Cinsiyetsizleştirme Politikaları kaldırılmalıdır!
Yaklaşık 200 yıldır ifsat komitesinin, ailenin yıkılması için ve özellikle son zamanlarda nüfusun azaltılması için başvurmadıkları ifsat kalmamıştır. Daha önce DSM ruhsal hastalık tanı kitabında bir rahatsızlık olarak alınmasına rağmen, baskı ile bunu kitaptan çıkarttıran LGBTİ lobisi, bütün dünyada neslimizi ifsat etmeye ve cinsel kimliğinden uzaklaştırmaya yoğunlaşmıştır. Allah, insanı bir kadın ve bir erkekten yaratmıştır. Diğer bir kimlik kabul edildiği takdirde evvela yaratılışa karşı gelinmiş olacaktır. LGBTİ lobisi toplumun ahlâkını ve aile yuvamızı yıkmayı amaçlamıştır. Yürüttükleri sözde onur yürüyüşü adı altında cinsel içerikli, ahlâk karşıtı pankartlar ile gençlerimize kötü örnek olunmaktadır. Bir eşcinsel yetişkinin yürüyüş sırasında küçük bir çocuğun dudaklarından öpmesi ahlâksızlığın daniskasıdır!
Elbette biz bu eşcinsellerin kimlik ve kişiliğine saldırmıyoruz. Fakat Lut Kavmi’ni helak eden ve bugünkü Batı’nın dejenerasyonuna sebebiyet veren eşcinselliğin gerek sosyal medyada, dizi ve televizyonlarda gerekse sosyal hayatta propagandasının yapılması ile çocuklarımızın zehirlenmesine karşı çıkıyoruz. Biz biliyoruz ki bu rezalet genetik değildir. Biyolojik değildir. Dolayısıyla gerekli terapilerle bu rahatsızlıktan kurtulduklarını da biliyoruz. Bu elbette onlara kalmıştır, ancak devlet bunların önüne geçerek bütün STK’larını, dernek ve bütün yapılarını kapatmalıdır. Dünyada nice devletler bunların faaliyetlerini durdurmuş ve yasaklamıştır. Çünkü nesli muhafaza edemeyen devlet, bir süre sonra Allah muhafaza çökmeye ve yok olmaya maruz kalacaktır.
Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi Sonlandırılmalıdır!
Şu an okullarda Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’nin (ETCEP) uygulamalarından dolayı erkek erkekliğini, kız ise kızlık kimliğini kaybetmeye maruz kalmaktadır. Gerek ders kitapları içerikleri ve fotoğrafları gerekse bir kısım eğitimcilerin yaklaşımlarıyla çocuklarımız ve gençlerimiz okul eliyle cinsiyetsizleştirilmeye çalışılmaktadır. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi bütün uygulamaları ve etkileri ile beraber kaldırılmalıdır ve neslimiz kimlik kargaşası yaşamaktan kurtarılmalıdır.
Ders Kitaplarından, Ateist ve Din Karşıtı Müfredatlar Ayıklanmalıdır!
Sorumlu, olumlu ve şuurlu bir nesil yetiştirme düşüncesinin önündeki en büyük engellerden biri, ders kitapları içeriğinin ve müfredatın inancımızdan kopuk hazırlanması ve bir nevi ateist bir içeriğe sahip olmasıdır. Mesela temel eğitim kitaplarında dini kavram ve sembolleri araştırdığımızda; ilkokul ve ortaokul kitaplarında toplam sadece 9 kez Allah isminin geçtiğini, bunun da sadece konu bazlı yerleştiğini, hiçbirinin inanç ve itikadı içermediğini fark ettik. Zaten ikisi de Hacivat-Karagöz’ün Allah Allah şaşırtmasıydı.[2]
Ders kitaplarımızda fiil var, lakin fail gösterilmiyor… Doğada sanat var, fakat sanatçı olan Allah belirtilmiyor. Yaratılan var, fakat Yaratan Allah vurgulanmıyor. Sanki doğada her şey kendiliğinden oluyor. Kendi kendini idare ediyor, kendiliğinden yok oluyor gibi yaklaşılıyor. Din Kültürü öğretmeni derse girip “Allah yaptı” demesinin ardından, biyoloji öğretmeninin derse girip “Tabiat kanunları” demesi ve “kendi kendine var oluyor imajı çizmesi” gençlerin inanç krizi yaşaması için yeter de artar. Bir taraftan inançlı bir nesil yetiştirme söylemi diğer tarafta bütün eğitim sisteminin neredeyse Batı’nın seküler ve inançtan uzak, hatta inanca karşı bir yapıda dizayn edilmesi, bu iktidarın riyakârlık ve münafıklığının ispatıdır. Bir an önce inançlı uzmanlardan, akademisyenlerden ve hatta sivil toplum kuruluşlarından heyetler ve çalışma grupları oluşturularak, müfredat ve kitap içerikleri yeniden inancımız ekseninde ele alınmalıdır.
Ayrıca din derslerinin ana okuldan yani okul öncesinden başlanmak şartıyla üniversite son sınıfa kadar zorunlu hale getirilmesi lazımdır. Bugün deizm ve ateizm, gençlerimizi inanç krizine sürüklemekte ve nice bunalımlara ve hatta intiharlara sebep olmaktadır. Ve maalesef Milli Çözüm dışında, ilkokuldan üniversite son sınıfına kadar, bilimsel, akli ve ahlâki temellere dayalı DİN DERSİ kitaplarını hazırlayan ne bir partiye, ne bir hükümete ve ne de bir derneğe asla rastlanmamıştı…
6284 No’lu Yasa Yeniden Ele Alınmalıdır!
Bir yasa, toplumda her ferdin korunması için çıkarılır. Diğer bir husus ise bir yasa çıktıktan sonra eğer hedeflediği alanda iyiliği, gelişmeyi sağlamıyorsa ve hatta zarar veriyorsa ortadan kaldırılmalıdır. 6284 no’lu yasa çıkarılmadan önce kadına şiddet çok daha az iken, çıkarıldıktan sonra kadına şiddet katlanarak artmaya başlamıştır. Bunun sebebi ise genelde bu yasayı kullanarak kocasını hizaya getirmeye çalışan kadınların haksız tavırlarından dolayı, kocasına iftira ve haksız isnatlarda bulunması sebebi ile erkeğin öfke ve saldırganlığını arttırmasıdır. Diğer bir sorun ise; kocasını evden uzaklaştırdıktan sonra, başkasıyla zina yapma ortamı dahi yakalayan kadınların çoğalmasıdır. Yine kendi sevgilisiyle daha rahat hareket etmek için babasını evden uzaklaştıran kızlara… Hatta okul müdürünü görevden aldırmak için kız öğrenciler ile iftira attıran insanlara… Kendisi bizzat çevrimiçi sohbete davet edip cinsel konu açtırıp muhatabının gafletini yakalayarak cinsel fotoğraf attıran erkeği 6284 no’lu yasayla tehdit edip para isteyen kadınlara rastlanmaktadır. Bu yasa, aileyi yıkmak isteyen odakların ve İslam düşmanlarının en büyük silahı halini almıştır.
Bizim, aileyi koruyacak yasalara ihtiyacımız vardır. Ailenin içinde sadece kadını koruyacak yasalar çıkardığınız zaman; kadının narsist bir hale bürünmesini, erkeğin kimlik ve kişiliğini yitirmesini ve böylece ailenin yıkılmasını sağlarsınız. 6284 no’lu yasa kaldırılarak kadının kadın, erkeğin ise erkek olarak, görev ve sorumluluklarını doğru bir şekilde ve adilce tanımlayacak yeni yasalar yapılmalıdır.
“Kadının Beyanı Esastır” Yaklaşımı bir zulüm aracıdır!
Hukuk; ilmi ve insani ölçülerle hazırlandığı ve adil bir şekilde uygulandığı takdirde, insanın güven ve aidiyet yönlerini geliştirip olgunlaştırır. Ama, herhangi bir kesim, cinsiyet, grup pozitif ayrımcılığa tâbi tutulursa, bu yanlış tavır diğer tarafın öfkesinin gelişmesine ve büyümesine sebep olacaktır. Mağdurun beyanı esastır. Uygulamada ise “kadının beyanı esastır” denilerek on binlerce insan mağdur bırakılmıştır. Gerçek mağdurları, bu uygulamayı şantaj olarak kullananlardan ayırmak için, iftira atan kişi iftira attığını mahkeme huzurunda kabul ettiğinde; erkeğe verilecek cezanın aynısının, iftirayı atan kadın için geçerli olması sağlanmalıdır. Böylece en azından iftiraların önüne geçilmiş olup, nice babanın, kocanın kısaca erkeğin onuru, şerefi, haysiyeti korunmuş olacak ve ailesinin dağılmasını engelleyecektir. Kadını da müfteri olma suçundan muhafaza etmiş olur.
“Süresiz Nafaka” Mecburiyeti Çok Sakat ve Sakıncalıdır!
Nafaka konusu adil bir şekilde uygulandığında kadının hakkıdır. Oysa kocasından ayrılan kadın, süresiz nafaka isteyerek bazen sevgilisiyle yaşamaktadır. Hatta bir haberde okuduğumuzda şaşırmıştık: Boşandığı kocasından nafaka alan kadın; bu nafakanın kendisine yetmediğini dava ederek, sevgilisiyle birlikte eski kocasından aldığı nafakasını arttırmak için mahkemeye başvurmuşlardı. Ahlâk bu işin neresinde? Adalet bu işin neresinde? Diğer taraftan süresiz nafaka yüzünden; boşanan erkek haklı bile olsa, ekonomik olarak bir ev idare edemediğinden dolayı tekrar bir yuva kuramamakta yani evlenememektedir. Bu da yine aile sistemine çok ciddi zarar vermektedir. Bir başka yönden ise; zengin biriyle evlenip tekrar ayrılarak, denebilir ki bu işi sektör haline getirenler vardır. Adil olmayan konulardan bir diğeri ise kadın varlıklı olsa bile ve erkek çalışmasa bile yani işsiz de olsa yine kadın, erkekten süresiz nafaka talep edebiliyor.
En azından boşanmalarda kusurlu taraf göz önünde bulundurulmalı ve ona göre nafaka verilmesi sağlanmalıdır. Sadece erkeğe değil, kusur iki tarafa da uygulanmalıdır. Elbette erkeğe nafaka verilsin demiyoruz, ama en azından nafaka vermemesi gereken erkeğin de mağdur edilmemesi lazımdır. Biz bunları savunduğumuz zaman, sözde kadınları savunan, gerçek sosyal hayattaysa kadınların boşanmasına sebep olup çok daha zor bir hayat yaşamalarına sebep olan sahte kadın savunucuları, bizi kadın düşmanı sayıp sataşmaktadır. Oysa biz hem kadını hem erkeği yani bir bütün olarak aileyi güçlü tutmak ve devamını sağlamak için çırpınmaktayız. Çünkü aile çökerse toplumun çökmesi kaçınılmazdır. Bu sebeple hem kadının hem erkeğin adil bir şekilde hakları mutlaka korunmalıdır. Haksız olanlar, devlet tarafından adilce uyarılmalıdır. Devletin sağlamadığı adaleti, kişiler kendi kurallarıyla sağlamaya çalıştığı için, şiddet bu kadar azıtmıştır ve giderek de artmaktadır. Nafaka süresi, evli kalınan süre ve kusurlu taraf göz önünde bulundurularak sınırlandırılmalıdır.
Bu arada, Devletin belirlediği 18 yaş sınırı korunmakla beraber, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da ve diğer kırsal alanlarda, bazı mazeret ve mecburiyetlerle, ailelerin ve kendilerinin isteğiyle 17 yaşında iken evlenen ve çok iyi bir aile hayatı yürüten kimselerin “Erken evlilik” hatta “tecavüzcülük” suçlamasıyla mahkûm ve mağdur edilmeleri oldukça yanlıştır ve yıkıcıdır. Bu yanlışlık ve haksızlığı giderici özel düzenlemelere acilen ihtiyaç vardır.
Bazı yöresel mazeret ve mecburiyetlerle yapılan erken evliliklere özel müsamaha yapılmalıdır!
Diyelim on yedi (17) yaşında iken, ailelerinin münasip görmesi ve kendi istekleriyle evlenen iki genci; yılların ardından ve üç beş çocuğu doğduktan sonra, erken evlendi diye erkeği hapse atıp, kadının başkalarının elinde rezil olmasına adalet kılıfı geçirmek akla ve vicdana aykırıdır. Bugün yüzlerce hatta belki binlerce insan kendi isteğiyle evlenmesine rağmen, yıllar sonra yapılan şikâyetler yüzünden yuvasından koparılmış, çocukları babasız, hanımları kocasız bırakılmış ve sonunda sefil ve perişan olmuşlardır. Bu yüzden bazı kadınlar psikolojik bunalımlar dahi yaşamaktadır. Üstelik tecavüzcü yaftası yapıştırılan bu insanlar hapisten çıkarılıp, çocuklarına, hanımlarına ve aile yuvasına kavuşturulmalıdır. Bakınız, Lanzarote Sözleşmesi’ne göre; 14-15 yaşında kendi isteğiyle cinsel ilişkiye giren gençlere, herhangi bir şikâyet olmadığı takdirde ceza verilmezken, kendileri severek ve aileleri isteyerek evlenen gençlere uygulanan bu zulüm son bulmalıdır. Elbette tecavüzden dolayı, hele ki çocuk tecavüzünden dolayı hapse atılanlarla bunları asla karıştırmamak lazımdır.
Gençlere Meslek Kazandırmak Amaçlı Programlar Uygulanmalıdır!
Maalesef üniversitelerin birçoğu ve özellikle belli bölümleri topluma hiçbir yarar sağlamamaktadır. Uzaktan eğitim ve yaygın eğitim sürekli artmakta ve ön plana çıkmaktadır. Oysa bugün mesleki eğitimin önemi çok daha iyi anlaşılmıştır. Nitekim işverenler, teknik eleman bulamamaktan yakınmaktadır. Bir ülkede bir mühendisin olduğu yerde bazen 10 bazen 100 teknik elemanının çalışması bir ihtiyaçtır. Meslek Liselerimiz 28 Şubat’la birlikte İmam Hatiplerle aynı projeye dâhil edilmiş ve bu yıkım projesi ile itibarsızlaştırılmıştır. Meslek liseleri her yönden tekrar canlandırılmalı ve özellikle mesleki eğitim merkezleri ortaokuldan başlamak şartıyla yaygınlaştırılmalıdır. Mesleki eğitim merkezleri pedagojik anlamda çıraklık yaşı olan ortaokuldan başlatıldığı takdirde, lisede ustalık öğrenecek ve böylece ülkemize “Türkiye Yüzyılında” ciddi anlamda katkı sağlayacaktır.
Yapılan yanlışlardan biri de zaten yıllardır çalışan kişilerin mesleki eğitim merkezlerine kaydı yapılıp sayıyı arttırmış olmasıdır. Sayısal veriler yerine, gerçek anlamda kalkınmayı sağlayacak yeni meslek elemanları yetiştirmek lazımdır. Meslek kazanamayan gençlerimiz başıboş bir hale bürünüp hem kendine hem topluma hem devlete zararlı birisi olup çıkmaktadır. Bu sebeple mesleki eğitim merkezleri bütün okullardan daha hızlı bir şekilde yaygınlaştırılmalı ve destek çıkılmalıdır.
Mesleki Ortaokulların Tekrar Açılması Lazımdır!
Covid döneminde Fen Liseleri dahi tatil yaparken ve neredeyse hiçbir fonksiyonu, faydası yokken, Meslek Liseleri dezenfektan, kolonya, maske üretip sağlığa katkı sunmuşlardır. Hatta Covid’in ilk dönemlerinde eczanelerde dahi maske bulamazken ve yüksek fiyatlarla satılırken, Meslek Liselerinin yaptığı çalışma sonucu, maske fiyatlarında ciddi anlamda düşüş yaşanmıştır. Kolonya ve dezenfektan krizinden ülkemiz çıkarılmış, bu da Meslek Liselerinin ne kadar büyük öneme sahip olduğunu bize kanıtlamıştır. Bu arada şu gerçeği de görmemezlikten gelemeyiz: Bugün maalesef en başarısız öğrenciler, normal liseye gidemeyen öğrenciler, meslek liselerine yoğunlaşmaktadır. Meslek Liselerinde ise alan dersleri yeterince ve hassasiyetle okutulmamakta ve ciddi disiplin sorunları yaşanmaktadır. Bu işin en önemli çözümü, Meslek Ortaokullarını yeniden ve yeterli şekilde açmaktır. Mesela meslek açısından baktığımızda Selçuklu ve Osmanlılarda, bugün ilkokul dediğimiz yaşta öğrencilere temel ahlâk ve okuma yazma öğretilirdi. Ortaokul yaşında çıraklık, lise yaşında kalfalık öğretilir ve liseden mezun olan, yaş anlamında ustalığa ulaşırdı. Bu da devleti ayakta tutan en önemli ekonomik unsur sayılırdı.
Bugün ortaokul yaşı olan çıraklık, lisede verilmeye çalışılmaktadır. Oysa liseye gelen kişinin artık çıraklığı öğrenmesi çok zorlaşmaktadır. Meslek Liselerinde öğrenci sayısı çok azalmıştır. Meslek ortaokullarını tıpkı İmam Hatip ortaokullarını lise bünyesinde açıp yaygınlaşınca ayırdıysak (genelde), aynı şekilde meslek ortaokullarını da meslek lisesi bünyesinde açabilme imkânı vardır. Böylece öğretmen ve mekân (okul binası) zaten hazır olmuş olacaktır.
Tamamen ahlâksız ve Milli bünyemizle alâkasız Lanzarote Sözleşmesi’nin de mutlaka iptal edilmesi lazımdır. ABD ile imzalanan Fulbright Eğitim Anlaşması gibi Uluslararası Sözleşmelerin gözden geçirilmesi şarttır. Milli Eğitim’de AB merkezli düzenlemelerin yenilenmesi ve değerlerimize uygun hale getirilmesi için acil girişimler başlatılmalıdır.
Öğretmen Yetiştirme Programları Milli Temellere Dayanmalıdır!
“Ben de Eğitim Fakültesi mezunu bir şahsiyet olarak söylüyorum ki; eğitim fakültelerimizde eğitim pedagojisi adı altında verilen derslerin 100 yıl önceki Darwinist ve inkârcı bilim adamlarının fikirleriyle aktarılmaya ve bunların köhnemiş fikirleriyle, bilim diye sunulan zehirleriyle bugünün öğretmenlerini eğitip, yarının huzurlu ve onurlu neslini yetiştirmesini sağlamaya çalışılıyor. Bu ne bilimselliğe ne pedagojiye uymuyor. Artık öğretmenler; daha üniversiteye kabul edilirken, sadece sınavla değil çeşitli testler ve görüşmelerle bu kişinin eğitimciliğe uygun olup olmadığını tespit etmek gerekiyor. Çünkü istisnasız her genç, yani her çocuk bu öğretmenlerin elinden geçerek topluma hazırlanıyor. Eğitimin zorunlu olması da zaten bu anlamı taşıyor. Öğretmenlik mesleğine uygun olan kişilerin üniversiteye kabul edilmesi ve günümüz pedagojik formasyonları ile yetiştirilmesi durumunda bu sorumlu ve şuurlu öğretmenlerdir ki, kutlu nesiller bunların elinde ve eğitiminde şekilleniyor.”[3]
[1] Haberler.com – 26 Nisan 2023
[2] https://dergipark.org.tr/tr/pub/jier/issue/72377/1141747
[3] Adnan Kalkan – Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Vekili
Kuduz Sistemin Uyuz Piyonları
Ekonomiden siyasete, eğitimden adalet sistemine ülkemizin durumunu görüyoruz. Bir özet olarak istifademize sunulan bu yazıda, adeta çıldırmış ve azıtmış kuduz bir sistem olan siyonizmin ne denli ücra noktalara eriştiğini ve bu işlemi ülkemizde olduğu gibi uyuz işbirlikçiler eliyle yaptığını anlıyoruz.
Bir ülke düşünün ki bölgesinde bin yıllık bir geçmişe sahip olsun, çok değil 20 sene önce iyi kötü kendine yetecek seviyede ekonomik imkanları olsun ama o günden bugüne bu gibi olumlu neyi varsa süpürülüp alt-üst edilmiş olsun. Ahlaki bozulmaların, dağılan aile kurumunun, kolluk kuvvetlerine kurşun sıkacak kadar eroin batağına düşmüş olan gençlerin olduğu bu ülkede gelecek ne kadar aydınlık olabilir?
Evet, bu zihniyetle ve bu zihniyetin temsilcisi olan mevcut iktidarla olumlu manada elde edeceğimiz bir imkan yok maalesef. Aziz Erbakan Hocamızın dediği gibi “rantiyeye giden hortumlar kesilmeli, halka giden hortumlar açılmalıdır.” Bu işlemin adı da Üstad Ahmet Akgül Hocamızdan başkası tarafından telaffuz edilmeyen Adil Düzen iktidarının kurulmasıdır.
Siyonizme hizmetin vebali…
AKP bir proje partisidir
Abdurrahim Karslı, evindeki toplantıda konuşulanları şöyle aktarmıştı: “Orada muhtelif arkadaşlar bir araya geldik. AKP’ye hizmet eden, fikir babası, halen içinde olan, müdafaa eden gazeteci yazar, benim de eskiden beri tanıdığım, düşünce insanı olarak bildiğim Abdurrahman Dilipak da vardı. Hatta benden yaşça büyük olduğu için ben ona ‘ağabey’ diye hitap ederim. Fikrini söylerken, ‘AKP bir proje partisidir’ dedi. ‘Ne projesi’ dediler. 90’lı yıllarının başından sonra küresel güçler, emperyalist güçler bunun içinde ABD İngiltere İsrail de var, Türkiye’ye gidip gelmeye bizlerle de görüşmeye başladı. ‘Niye gelip gidiyorlardı?’ dediler. ‘Bundan sonra Türkiye’de siyasal İslamcılarla birlikte çalışmak istiyoruz. Çünkü yükselen trend siyasal İslam. Çünkü Erbakan Hoca ve ekibi gittikçe yükselen trendde puan almaya başlamış. Biz sizinle çalışmak istiyoruz, anlaşma yapalım’ dediklerini kendi anlattı.” Karslı, Dilipak’ın AKP’nin kuruluşuna destek veren güçlerin şu üç şeyi talep ettiğini de söyledi:
Konuşulanları teyit etti
“1- Biz sizi iktidara taşıyalım.
2- Size iktidarda sorun çıkaracakları opere edelim.
3- Size gerekli finansal destekleri getirelim.
” AKP’den istenenler de şunlardı: a) “İsrail’in güvenliğini artıracaksınız. b) Önündeki engelleri kaldıracaksınız. c) Büyük Ortadoğu Projesi’nin yani sınırların değişmesine yardımcı olacaksınız. d) İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.” Teklifin önce Necmettin Erbakan’a iletildiğini kaydeden Karslı, sözlerine Dilipak’ın şu ifadelerini de ekledi: “Erbakan Hoca bunları kabul etmiyor. Ama Erbakan Hoca’nın ekibi şimdi AKP’yi kuranlar bunu kabul ediyor. Bunun içinde Tayyip Bey ve Abdullah Bey de var. Hatta ben de vardım.” Karslı, bu konuşmaya Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç’ın da şahit olduğunu öne sürdü.
Evet Siyonizmin güdümünde kurulan AKP yirmi bir yılda tek, tek bütün isteklerini gerçekleştirdi. Artık yolun sonuna geldik. Yeni bir dirilişle Adil Düzen Projelerinin hayata geçmesiyle, tüm dünyadaki mazlumların yüzlerinin güleceği günler çok yakındır. Buna inancımız tamdır .İnşallah
Evet, başka çaresi yok…
Evet, başka çaresi yok… Ya rahmetli Erbakan’ın gerçek takipçisi ve talebeleri olan Milli Çözüm’e fırsat sağlayacaksınız… Veya, böyle dizinizi dövüp ağlayacaksınız!..
Toprak kabul etmez, gark’ın kalmamış
Dünya için bütün, dertler tasalar
Hepsi emanettir, makam masalar
Haram haksız kazanç, dolu kasalar
Geç anlarsın dolar, markın kalmamış…
Belge bilgin sahte, atarsın hava
Makam mala kondun, ucuz bedava
Ne ülke derdin var, ne de Hak dava
Toprak kabul etmez, gark’ın3 kalmamış…
Tek çare Milli Çözüm
Evet, başka çaresi yok… Ya rahmetli Erbakan’ın gerçek takipçisi ve talebeleri olan Milli Çözüm’e fırsat sağlayacaksınız… Veya, böyle dizinizi dövüp ağlayacaksınız!..
ATIN ÜZERİNDE AB, IMF, ABD VAR!
İktidar olmak ve iktidarda kalmak uğruna Siyonist şebekenin şeytani planlarının uygulanmasına yardım eden işbirlikçi iktidarın sonunda nasılda bir batağa saplandığını ve çaresiz çırpınışları anlatılıyor.
İşbirlikçi iktidar; sahne arkasında durup kendisini gizleyen, sinsi ve Siyonist düşman yöneticilerin sadece görünen yüzüdür.
İşbirlikçi sözde iktidarın bütün marifeti; Siyonist Şeytanların iktidarının kamuoyu tarafından öğrenilmesine mani olmaktır!
İktidarın bütün unsurları (yasama, yürütme, yargı) Siyonist Şeytanların içimizdeki uzantılarına teslim edilmiş durumdadır.
Ekonomik kararları Siyonist şeytanların içimizdeki uzantıları alıyor ve uyguluyor.
Dış politikayı Siyonist şeytanların içimizdeki uzantıları belirliyor ve uyguluyor.
Eğitim ile ilgili kararları Siyonist şeytanların içimizdeki uzantıları alıyor ve uyguluyor.
Atın üzerinde Siyonist Şeytanlar oturuyor, işbirlikçi iktidar ise sadece at yarışı spikerliği yapıyordu.
Erbakan Hocamızın dediği gibi:
[i][b]”Bu AKP, bir at yarışı spikerinden farksızdır. Bunlar hükümet değil at yarışı spikeridir fakat ne yazık ki kendilerinin hükümet olduğunu sadece zannediyorlar. Atın üzerinde kendileri yok. Ata kendileri yön veremiyorlar. Peki, ne yapıyorlar? Yaptıkları şey, ’kırmızı at öne geçti, sarı at atağa kalktı, beyaz at kırmızı ata yaklaştı’ diye bağıran at yarışı spikerinin yaptığıdır.” [/b][/i]
Türkiye’de Vatan toprakları ayaklarımızın altından kaymaktaydı!
Evet, başka çaresi yok…
Ya rahmetli Erbakan’ın gerçek takipçisi ve talebeleri olan Milli Çözüm’e fırsat sağlayacaksınız…
Veya, böyle dizinizi dövüp ağlayacaksınız!..
KONU FAİZ İSE; HANS İLE HASAN FARK ETMEZ Dİ
KONU FAİZ İSE; HANS İLE HASAN FARK ETMEZ Dİ
Ekonomik çözüm diyince sadece MERKEZ BANKASI ve MALİYE BAKANLIĞI’nın konuşulması bile bir ülkenin nasıl yönetildiğini, daha doğrusu parasal spekülasyonlarla nasıl sömürüldüğünün en açık göstergesiydi.
Ülkeler için;
Sanayi Bakanlığı
Tarım-Hayvancılık Bakanlığı
Enerji Bakanlığı
Teknoloji Bakanlığı
Savunma Sanayi Bakanlığı
Ticaret Bakanlığı;
çözüm ve üretime yönelik bunların liyakatli bakanları ve yapacakları icraatlar konuşulması gerekirken, direk toplanan paranın politik işletilmesiyle ilgili bakanlığın mevzu olması, müstemleke devletlerin ve atanmış valilerle yönetildiği devletleri gösterirdi. Bu da temelde FAİZ uygulamalarıyla ranta yönelik sömürme tekniğiydi.
Demek ki temelde iki şekil ekonomik yönetim bulunmakta.
1- Faizli rant ekonomisi
2- Adil Düzen yani bir anlamda faizsiz üretim ve adil bölüşüm ekomisi.
Aslında faizle yönetiliyorsa ülke; Hans’ın bakan olmasıyla, Hasan’ın bakan olması arasında öyle zannedildiği gibi bir fark da yoktu. Fark sadece algıya yönelikti.
İşte faizli ekonominin son merhalesi ülke kaynaklarını satmak ve adım adım işgale kapı açmaktı. Aslında ülkemiz ve milletimiz için FAİZSİZ DÜZEN sigorta gibiydi. FAİZLİ DÜZEN; köleliğin ve nihayet tam esaretin adıydı. Yine geldiğimiz son nokta da; ADİL BİR DÜZEN’e nasıl ve kimlerle geçilir?sorusunu getirmekteydi. Bu sorunun cevabı
akli selimle düşünen herkes için aynıydı.
Kurulacak Adil Düzen’in sistemini bütün halinde Siyasi ve Ekonomik olarak bilen, yetmez; mevcut sömürü sisteminin zararlı çarklarında ezilerek yürüyen, bu süreçte geleceğe çözüm üreten, sadece kendi ülkesi için değil, küresel çözümler üreten,
Liyakat,
Dirayet,
Vefa sahibi beyin ve ekiplerin işiydi.
İşi sonuca bağlamadan da olmazdı.
İşte bu büyük değişime lokomotif olacak beyin Milli Çözüm’ ün şahsi manevisi, Erbakan mektebinin vefalı, cefakar, çalışkan talebesi, şimdi VARİSİ ve ÜSTADI AHMET AKGÜL ve MİLLİ ÇÖZÜM EKİBİYDİ.
Önce Ahlak ve Maneviyat
Erbakan Hocamız önce Ahlak ve Maneviyat sonra ağır sanayi ve kalkınma diyordu. Hocamızın ne demek istediği ülkemizin geldiği şuan ki durumda daha da net anlaşılıyordu.
Ahlaksızlaştırılan, dinsizleştirilen ve milli manevi duygularından uzaklaştırılan bir nesil ne kendisine, ne ailesine , nede devletine faydasını geçtik zararı olan bir birey haline gelecekti. Devletin ana okullarından başlayarak vereceği bu eğitim ile nesillerimize helal yolla kazanılmış dört’ün haram yolladan kazanılmış beş’ten büyük olduğunu bize din öğretmektedir diye buyurmaktadır Aziz Hocamız. Daha okul çağındaki çocuklarımıza “büyük balık küçük balığı yer”,” güçlü olan kazanır” gibi tamamen materyalist bir düşünce ile gençler maalesef hayata atılınca da bu öğretilerin etkisinde kalıp eline imkan ve fırsat geçince her türlü haksızlığı yapan bir Erbakan Hocamız önce Ahlak ve Maneviyat sonra ağır sanayi ve kalkınma diyordu. Hocamızın ne demek istediği ülkemizin geldiği şuan ki durumda daha da net anlaşılıyordu.
Ahlaksızlaştırılan, dinsizleştirilen ve milli manevi duygularından uzaklaştırılan bir nesil ne kendisine, ne ailesine , nede devletine faydasını geçtik zararı olan bir birey haline gelecekti. Devletin ana okullarından başlayarak vereceği bu eğitim ortaya çıkmakta idi.
Ülkemizin içerisinde bulunduğu birçok sıkıntının da en önemli sebeplerinden birisi kendi öz benliğimizden uzak dinsiz ve de ist yetiştiren bu eğitim sistemi idi.
ÜLKEMİZİN EN ÖNEMLİ SORUNLARI VE BU SORUNLARDAN KURTULUŞ REÇELERİ SUNULMUŞ.LAKİN BUNLARI UYGULAYACAK …
[b]“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki:
TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU;
Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması,
Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980[/b]
https://www.youtube.com/watch?v=JK3meUHiZiY
https://www.youtube.com/watch?v=bQr3VOY7rXw
Başka çaresi yok… Ya rahmetli Erbakan’ın gerçek takipçisi ve talebeleri olan Milli Çözüm’e fırsat sağlayacaksınız… Veya, böyle dizinizi dövüp ağlayacaksınız!
Seçimden önce neredeysek bugün de oradayız. Bakın herkes ‘Allah razı olsun, Erdoğan cebimize para koydu, bizi aç bırakmadı’ diye oy verdi, ama 6 ay sonra ‘Keşke vermeseydik, elimiz kırılsaydı’ diyecekler, çünkü hiçbir devlet -eğer sonsuz doğalgaz ve petrolünüz yoksa- vergi toplamadan harcama yapamazdı. Ben seçimden önce Erdoğan’ın 20-25 milyar dolar para dağıttığını hesaplıyorum, o parayı da yeniden geri alacaktı. Çünkü başka çaresi kalmamıştı. Türkiye o anlamda zengin değil ki, altınımız yok, gümüşümüz yok, petrolümüz yok… Yetmez tarımsal ve sınai üretim yok… Rahmetli Erbakan gibi, Havuz Sistemi’ni, Ağır Sanayi Hamlesini, Yerli ve Yaygın Kalkınma Projelerini hazırlayıp uygulayacak bir dâhi yok!.. O zaman ne yapacaksınız; bir elinizle halkın sol cebine koyduğunuzu, öteki elinizle sağ cebinden alacaksınız!
Evet, başka çaresi yok… Ya rahmetli Erbakan’ın gerçek takipçisi ve talebeleri olan Milli Çözüm’e fırsat sağlayacaksınız… Veya, böyle dizinizi dövüp ağlayacaksınız!..
Sorunları tespit edip Milli Çözüm yolları sunabilen Türkiye’de Üstad Ahmet Akgül Hocamızdan başka bir kimse yok!
1) Ekonomik bunalımlar 2) Ahlaki çöküş 3) Kısır-çözümsüz-kukla siyaset 4) İlim alanında gereken ilerleme gösterilmemesi ve ilmi, insan menfaatine hizmet ettirilmesinde yetersiz kalınması gibi temel alanlarda köklü sorunlar mevcut.
5) Ülkemize her alanda hizmet edecek, günün şartlarına uygun… bir anayasa ihtiyacı…
6) Sıfır sorunlu bir ülke meydana getirsek bile ülkeler yangın yeri (Avrupa’nın nesli, Afrika’nın kanı, Arap ülkelerinin vicdanı kurumuş durumda. Dünya sorunlu; insanlık, insan olmanın temel haklarından mahrum)
İlahiyat profları, cemaat liderleri, tarikat şeyhleri, parti liderleri, şirket sahipleri, yazar çizer akıl daneleri nerede.
Sayılan köklü sorunların hangi birine bir merhem üretiyorlar!
Hiçbirinin yarayı iyi edecek bir merhemi yok yok yok!
Böyle bir dertleri hayalleri de görüldüğü kadarıyla yok maalesef.
Peki, sayılan tüm temel (ekonomik, ahlaki, siyasi, ilmi, anayasal, dünyanın sömürülmesi) sorunlarına çözüm yolları sunan Üstad Ahmet Akgül Hocamıza niçin tüm kesimlerin en önde gelenleri (O’nun yakinen bildikleri halde) kör, sağır, dilsiz kesiliyorlar?
İşte tarih boyu insanlığa fayda sağlayacak “bilge kutlu şahsiyetlere” risklere rağmen taraf, tabi olunamamıştır.
Buna rağmen Allah’ın izni ile azınlıklar, çoğunluklara galebe gelmiş Hak hakim olmuştur. İnşallah yine öyle olacak ve bu sefer sadece ülkemizde değil, yeryüzünde YENi BİR DÜNYA kurulacaktır.
“(Hz. Lut ise:) “Rabbim, (şehvet sapkınlığıyla) fesat çıkaran (bu) kavme karşı bana yardım et” diye (dua etmişti).” Ankebut 30
AKP hükümetinin tahribatlarının Yüce Kur’an 1450 sene önce haber vermekte… Cennet vatanımızın ve neslimizin korunması için acilen MİLLİ ÇÖZÜM HÜKÜMETİ’NE ihtiyaç vardır ve İnşAllah bu kutlu değişim çok yakındır!
Bakara 205
(Çünkü bu tipler, Hakk davadan döneklik ederek) Sırtını çevirip gittiği ve işbaşına (iktidara) geçtiği zaman; (ülkesinde ve) yeryüzünde (barış kılıflı) bozgunculuğa girişmeye, ekini ve nesli (bozup) helak etmeye çaba gösterir. (Genleri bozulmuş İsrail tohumları ile bitki ve hayvan türlerini ve bebeklerin-gençlerin geleceğini tahribe yönelir.) Allah ise, (fitne ve fesadı) bozgunculuğu sevmemektedir. [Not: 8 Kasım 2006’da çıkarılan 5553 sayılı Hibrit Tohum Kanunu’yla, yerli tohumlarımıza yasak getirilmiş ve uzmanlara göre bu uygulamadan sonra hastalık ve ölüm oranlarında tam üç kat artış gözlenmiştir.]
https://www.mealikerim.com/2/bakara/205