YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
685252287dd51
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 5 8 7
Bugün : 1793
Dün : 42338
Bu ay : 857876
Geçen ay : 1488216
Toplam : 38125549
IP'niz : 18.97.14.87

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

İSLAM’IN KADINA BAKIŞI
VE
ATATÜRK’ÜN YAKLAŞIMI

  1. (Bak: İş Bankası kültür yy. 18. Basım. Sh. 339)
  2. https://www.youtube.com/watch?v=aHdhCh9pnIE&feature=youtu.be
  3. Riyazü’s- Salihin: 1-318
  4. Riyazü’s- Salihin: 1-319
  5. Riyazü’s- Salihin: 1-320
  6. Keşfu’l- Hafa: 1/138, no: 397
  7. Mustafa Kemal. Prof. Afet İnan, Atatürk ve Kadın Haklarının Kazanılması Tarih Boyunca Türk Kadınlarının Hak ve Görevleri. 1968
5 15 oy
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

Abone Ol
Bildir
15 Yorum
En Yeni
En Eski En Çok Oylanan
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle

“Erkek olsun kadın olsun, inanmış olarak (ve sevabını Allah’tan umarak) kim (taat, cihad, hayır hasenat, güzel ahlâk ve görevlerinde dikkat gibi) salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girmiş olacak ve onlar, zerre kadar bile haksızlığa uğratılmayacaklardır.” (Nisa: 124)

İslam, kadın-erkek eşitliğinden de öte, her ikisini bir bütünün bölünmez parçaları kabul etmiştir. 

İslam herkese ve herşeye gereken hakkını verdiği gibi annelerimiz olan ve anneler yetiştiren kadınlarımıza tam manasıyla hakkını vermiştir. Batının daha kadının ne olduğunun sorusunu ararken islam kadını miras’a ortak ediyordu. 
Geçmişte ve günümüzde batının ve batılın elinde oyuncak ve değersiz bir meta gibi davranılan kadını almış olması gereken konumuna yerleştirmiştir. Günümüzde de kendisini müslüman zannedenlerde, çağdaş zannedenlerde kadın’a gerçek değerini verememektedir. Gerçek değerini ancak Milli Çözüm öncülüğünde kuralacak olan Adil Düzen medeniyetinde gerçek değerini bulacaktır.

Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN Hocamız 1991/Almanya’daki “İslam, İlim ve Gerçek” konulu konferansında şunları dile getirmişti: “Neden Batı’ya İslam’ın tanıtılmasında ilim yolunu seçmek gerekiyor? Çünkü eğer gözümüzü açıp da dikkatle bakacak olursak, Batı’da genellikle ilim adamlarının Müslüman olduklarını, entelektüel insanların, düşünen insanların Müslüman olduklarını görüyoruz. İlim ve araştırma imkânına sahip olmayan, geniş halk yığınları ise propagandalara kapılıyor ve dünyadan haberleri olmuyor. Ancak, ilim adamlarıdır ki araştırmaları sayesinde gelip İslam’ı buluyorlar. Bunda şaşacak hiçbir şey yoktur. Çünkü ‘İslam, ilim ve gerçek’; bunların üçü de aynıdır. İslam demek; Cenab-ı Hakkın insanlara dünya ve ahiret saadeti için gönderdiği, gösterdiği yol demektir.

Orta çağda kadının şeytan addedilip yakılmasından tutunda ABD ‘deki kadın katliamlarına kadar kadının aşağılanması bir nevi insan yerine konmaması Batı medeniyetinin ve bu medeniyetinin kökleri olan firavun ve Yunan medeniyetinin ürünüdür. Şimdi de çok farklı değildir. Kadın hakları ve özgürlükler adı altında kadının kapitalist nizamın devamı için bir meta gibi kullanılması, annelik gibi asli görev ve ihtiyaçlarından arındırılarak yalnızlaştırılması kadının kullanılması değil de nedir???? Batı medeniyetinin kadın hakları savunuculuğu da sadece siyonizm hizmetkarlığı içindir. Filistinli, Doğu Türkistanlı ve dahi mazlum coğrafyalardaki mazlum ve mahkum edilen kadınlar, bu kadınların yaşadığı iğrenç zulümler için batı medeniyetinin ürettiği savunculuk mekanizmaları ses çıkartmazlar. Onların hak arayışı çalışmaları, ancak ümmetin ahlakını fesada uğratacak (İstanbul sözleşmesi, Lanzarote sözleşmesi gibi), toplumda karmaşaya sebep olup sömürülerini devam ettirecek mekanizmalar oluşturmak üzerine kurgulanmıştır. İslam kadına hak ettiği değeri vermiş ve yapılan her türlü haksızlık insan hakkı ihlali olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla yapılan haksızlıklar zulüm kavramı içerisine dahil edilmiştir. Başta Hz Hatice (ra) annemizin konumu olmak üzere asrı saadette Peygamberimizin (sav) eşleri ve diğer kadınlarla olan münasebetlerinin örnekliği bağlamında değerlendirdiğimizde; Kurtuluş savaşı sonrası devletimizin yeniden kurulması aşamasında Atatürk’ün kadınların ötelenmiş haklarını tekrar elde etmelerini sağlaması ve bunu kalkınmamızın en önemli sac ayaklarından biri sayması ne kadar önemlidir.

Kadının bir meta olarak kullanıldığı ve istismar edildiği günümüzde ona asıl değeri İslam vermiştir.Gerçek İslam anlayışı kadının istismar edilmesine engel olmuştur. Yani bu değeri kadına Rabbimiz verdirmiştir. Verilen budeğer insanlara ilgili ve bilgililerce tam olarak anlatılmadığı için cehaletle birlikte suistimal edilmiş ve kadınlara 2. sınıf muamelesi yapılmıştır. Kız çocuklarının diri diri gömülmesi bu cehaletin zirvesidir. İslama merak duyarak araştıran kadınların İslamdaki kendilerine verilen değeri gördüklerinde,İslamla ilgili negatif düşünceleri değişerek müslaman olanların sayısı bir hayli fazladır. Çünkü kadın fıtraten narin olarak yaratıldığı için korunmaya muhtaçdır.Kur’anı Azimüşanda Nisa suresine konu olmuş kadınların hukuki ve sosyal durumlarıyla ilgili ayetler vardır. Ancak günümüzde “Özgürlük ve Eşitlik” gibi saçma sapan fikir ve kuruluşlarla şeytanilerin kendi sömürü sisteminin sürekliliği için toplumlar manipüle edilmektedir.

Son düzenleme 3 ay önce Ömer Çağıl

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, kadına gerçek değerini veren yalnız İslam’dır ve kadınlar ancak İslami bir ortam içinde, huzur ve hürriyetine kavuşacaktır. Kadını orta malı ve şehvet hamalı haline getiren bugünkü bozuk ve bâtıl düzenler ise, yine şuurlu ve onurlu mücahide hanımların gayretiyle yıkılacaktır.

“Herkese ve her hususta mutlak eşitlik” ise, sadece bir safsatadır ve imkânsızdır!

“Herkese ve her hususta eşitlik” sloganı, insanları aldatmak ve oyalamak için uydurulmuş bir sahtekârlık kılıfıdır. Çünkü eşitlik: a- Aynı suçu aynı şartlar içinde işleyenlere; aynı cezayı uygulamak gibi kanun ve adalet karşısında… b- Aynı işi yapanlara aynı ücreti vermek gibi; hakkaniyet konusunda… c- Eğitimde, meslek seçiminde ve hür teşebbüste, herkese aynı fırsatları sağlamak hususunda… d- Din, dil, ırk ve renk ayırımı gözetmeden herkesi, can, mal ve namus emniyeti, din ve düşünce hürriyeti gibi temel insan haklarından yararlandırmada, ancak uygulanabilir.

Ey, okullarda ve resmi kurumlarda herkese tanıdığınız özgürlüğü, başını örtenlere uzun yıllar tanımayan ikiyüzlüler!.. Vatan haini katil anarşistlerin “Hapishanede yerleri dar geliyor” diye haklarını savunup, bir dönemler namaz kıldığı için kurumundan, başörtüsü taktığı için okulundan atılanlara sahip çıkmayan yüzsüzler! Hani eşitlik? Hani insan hakları? Hani demokrasi? Hani özgürlük? Ve hani, nerede kalmıştı kadın hakları? Artık herkesin inanması ve anlaması gerekir ki, kadına gerçek değerini veren ve ona mutluluk yollarını gösteren İslam’dır. İnsanı sadece maddi yönüyle ele alan ve bâtıl düşünceler üzerine kurulan materyalist Batı medeniyeti, kadını Orta Çağ cehaletinden daha beter bir esaretin kucağına atmıştır.

Kadın bugün maalesef servetin kölesidir. Basit bir reklâm aracı olarak şehvetin kölesidir. Hanımlık onurunu yitiren zavallı kadın, moda mostrası ve sosyete soytarısı durumuna getirilmiştir. Her gün bir başka erkeğin kollarında oynamayı, her gece bir başka erkeğin koynunda sabahlamayı hürriyet zanneden, açılıp saçılmayı medeniyet zanneden, bu ruhen ölmüş ve ahlâken çürümüş zavallıları yeniden hayata ve huzura kavuşturacak İslam düşüncesine ne kadar muhtacız!.. 

Bütün bunların tek suçlusu ve gerçek sorumlusu ise, elbette bu bâtıl düzendir ve bu düzeni devam ettirenlerdir. Adil bir Düzen kurulmadıkça ve Adil bir Düzen’in kurulması için çalışıp yorulmadıkça, bu dertler devam edecektir. Ve korkarım asıl günah da herkesin gaflet uykusunda bulunduğu bir sırada, uyanık bulunup bu yangını görüp de söndürmek için ciddi bir gayret göstermeyenlerin sırtına binecektir!..  

HİÇ BİR SORU İŞARETİ BIRAKMAYACAK ŞEKİLDE KONU MUHTEŞEM ANLATILMIŞ, BU YAZININ OKULLARDA MUTLAKA DERS OLARAK OKUTULMASI LAZIMDIR. BU KONUYU İSTİSMAR EDENLER DE İLMEN ALAŞAĞI EDİLMİŞTİR. BU YAZI BÜYÜK BİR İLİM VE HİKMET EHLİ TARAFINDAN YAZILDIĞI ÇOK AŞİKARDIR.

SON PARAGRAFTA ZİKREDİLEN ADİL BİR DÜZENİN BİR AN ÖNCE KURULMASINI RABBİMİZİN BİR ÖNCE NASİP ETMESİNİ DİLERİM. BİZLERİ DE BU UĞURDA CANLA BAŞLA ÇALIŞAN MÜCAHİD MUTTAKİLERDEN EYLESİN AMİN.

ATATÜRK KADAR İÇTİHAD VE İSLÂMİ DEĞERLERDEN HABERİ OLMAYANLAR, YA İSTİSMARCI YA CAHİL TAKIMIDIRLAR!

Gazi Mustafa Kemal Atatürk;
Osmanlı İmparatorluğunun dağılma sebeplerini çok iyi tespit etmişti.
İçtihad’ın yerini taklide ve cihad ruhunun yerini tembelliğe bırakması sonucunda ilim, bilim ve teknoloji de geri kalan Osmanlı’nın dünya hakimiyeti sona ermiş ve ağır bedeller ödemiştik.
Atatürk Yüce Dinimizde, kadının değerini de çok iyi bilmekteydi ve Türk halkı dinini daha iyi öğrenebilmesi için (kendisine muhalif olmasına rağmen) Elmalılı Hamdi Yazır’a Meali Kerim hazırlatmıştı.
Osmanlı yıkılırken, Amerikan veya İngiliz mandası isteyen sözde hocalar, şeyhler, şıhlar Atatürk’ün önüne İslam’a uygun bir Anayasa taslağı hazırlamak yerine muhalefet olmayı ya da isyan çıkarmaya seçmişlerdi.
Bu isyan ve oyunların arkasında ki Siyonistleri iyi tanıyan Atatürk, Mason localarını kapatmıştı.
Atatürk’ün şaibeli vefatının ardından ise Türkçülük, Kemalizm, Kürtçülük, katı İslam, Ilımlı İslam gibi sinsi projeler hızlandırılmıştı.
Bugün Atatürk istismarcısı din düşmanı Kemalistler, her türlü ahlaksızlığın adını çağdaşlık koyarken din istismarcısı kesim ise Ilımlı İslam ile İslam Dinimizin başörtüsü gibi simgelerini dejenere ederken bazı yozlaşmış tarikatlar ise 13 yaşında ki kız çocuklarını evlendirmeyi marifet saymakta..
Atatürk’ü istismar edenler de, hakaret edenlerde kadının dinimizde ki değerini keşke Atatürk kadar bilselerdi…

MİLLİ ÇÖZÜM OYUNLARI BOZAR!

Günümüzde Masonların yahut uşaklarının din düşmanı veya din istismarcısı partilerde bulunup başörtüsü gibi sembolleri istismar ettiği ve halkın arasına nifak soktuklarını görmekteyiz.
Milli Çözüm ise Haim Nahum Doktrininin son aşaması olan halkımızın kutuplaşmasını önlemek için;

*Günümüzün ihtiyaçlarına uygun müthiş bir Meali Kerim (mealikerim.com) hazırlamış.

*Bizim Atatürk kitabını yazmış, Kemalistler ve Din istismarcılarının itiraz edemediği gerçek Atatürk’ü yazmıştır. (Atatürk’ün dini değerlere önem verdiği 30 yıl önce bütün gerçekleri ile ortaya koymuş ardından ise Atatürk’ün dini değerlere saygılı olduğuna daire 15 farklı kitabın daha yazılmasına vesile olmuştur.

* Küçük yaştaki kız çocukların evlendirilmesinin dinimizce yasak olduğunu ayetlerle ve tarihi gerçeklerle ispatlamıştır.

* Milli Görüş ile Atatürkçülüğün aslını anlatmış.

* Erbakan Hocamızın anlattıkları fakat kasten çarpıtılan ya da unutturulmaya çalışılan gerçek laikliğin tanımısı sürekli yapmıştır ve devam etmektedir.

* Atatürk’ü en iyi anlayan liderin Erbakan Hocamız olduğunu kanıtlamışdır.

Ülkemiz, İslam Alemi ve bütün insanlığa nice hizmetler yapmak için de gün saymaktadır.

Makaleninde sonunda vurgulandığı gibi Siyonistlerin dinimizi yozlaştırma planlarını tamamiyle yok etmek ve gerçek İslam’ı yaşamayabilmek için bâtıl düzenden kurtulmamız gerekmektedir. Bu ise ancak Milli Çözüm dönemi ile mümkün olabilir!
Allah nurunu tamamlayacak…

Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN Hocamız 1991/Almanya’daki “İslam, İlim ve Gerçek” konulu konferansında şunları dile getirmişti:

“Neden Batı’ya İslam’ın tanıtılmasında ilim yolunu seçmek gerekiyor? Çünkü eğer gözümüzü açıp da dikkatle bakacak olursak, Batı’da genellikle ilim adamlarının Müslüman olduklarını, entelektüel insanların, düşünen insanların Müslüman olduklarını görüyoruz. İlim ve araştırma imkânına sahip olmayan, geniş halk yığınları ise propagandalara kapılıyor ve dünyadan haberleri olmuyor. Ancak, ilim adamlarıdır ki araştırmaları sayesinde gelip İslam’ı buluyorlar. Bunda şaşacak hiçbir şey yoktur. Çünkü “İslam, ilim ve gerçek”; bunların üçü de aynıdır. İslam demek; Cenab-ı Hak’kın insanlara dünya ve ahiret saadeti için gönderdiği, gösterdiği yol demektir.

Gerçek; Cenab-ı Hak’kın Sünnetullah’ı (takdirat ve icraatlarındaki İlahi adet ve adalet kuralları) demektir. Cenab-ı Hak ne yapıyorsa gerçek odur. İlim ise; bu Sünnetullah’ın kaideleri (keşif ve tespit edilmiş prensipleri) demektir. Onun için “İslam, ilim ve gerçek” aynı hakikatin farklı tezahürleridir. Bunların bir müşterek hususiyetleri vardır, o da; üçünde de tezat olmaz ve gerçek tek çözümdür. Neden tezat olmaz bunlarda? Çünkü Cenab-ı Hak Kemal sıfatıyla muttasıftır. Tezat ise noksanlık alametidir. Bunlar ise Cenab-ı Hak’kın gönderdiği yol (Kur’an’ın ve Resulûllah’ın öğretileri), Cenab-ı Hak’kın Sünnetullah’ı (kâinat, tabiat ve hadisattaki adetleri ve adalet prensipleri), Cenab-ı Hak’kın Sünnetullah’ının kaideleri (müspet bilimin neticeleri) olduğu için hepsinde Kemal vardır ve bunlarda noksanlık yoktur. Yani tezat olamaz ve gerçek tek çözümdür. Siz gerçeği kaldırıp onun yerine bir ikinci çözüm koyamazsınız, koyarsanız da o çözüm tutmaz.

Nitekim, birçok polisiye filmlerde hep buna şahit oluyoruz. Acaba katil kim? Bu filmlerde hatırlarsınız, mahsus başka insanlar katil gibi gösterilmeye çalışılır, ama sonunda katilin kim olduğu bulunur. Neden? Çünkü gerçek katilin yerine siz suni olarak ikinci bir çözümü koyamazsınız, o koyduğunuz çözüm mutlaka bir yerde sırıtır, bir yerde tezat teşkil eder. Bu filmlerin ana fikri bu esasa dayanmaktadır.

Şimdi ben ne anlatmak istiyorum? Batılılara: “Gelin size İslam nedir öğretelim” demek yerine, “Gelin gerçeği arayalım, birlikte ilmi araştırma yapalım” demek, çok daha sağlam ve kolay bir yoldur. Çünkü ilmi araştırma yapıldıktan sonra, eğer bunun sonunda bulunan hakikaten gerçek ilimse, o zaten İslam demektir. Bundan dolayıdır ki, Batılılar bu araştırmaları yaptıkları zaman sonunda İslam’a geleceklerdir.

Mesela Muhammet Faysal bir olay yaşamıştır, bizlere de anlatmıştır. Kendisinin, -işte burada- başkanı bulunan Tekâfül firmasını kurarken, Amerikalılara yaptırdığı bir araştırma olmuştur. Cenevre’de kurduğu bir araştırma enstitüsüne Amerikalı profesörleri getirtmiş ve tam dört sene fırsat vermiş; “Biz bir İslami Tekâfül müessesesi (sigorta şirketi) kurmak istiyoruz, acaba bize kendilerini sigorta ettirecek erkeklerden ne kadar sigorta primi alacağız, kadınlardan ne kadar sigorta primi alacağız? Bunu bize bilimsel olarak araştırın” demişlerdir. Tam dört yıl süren araştırmada Amerikalı uzmanlar, profesörler -kendisinin bizzat Bize anlattığı bir olayı naklediyorum- erkeklerin hayattaki riski ne kadar, kadınların ne kadardır? En ince teferruatına kadar hesaplamışlar ve bu dört yıl sonraki hesaplarda, “çalışmamız tamamlandı, şimdi size neticeyi bir brifingle taktim edebiliriz” demişler ve bu hususta yaptıkları brifingde dosyalarla, ilmi araştırmalarla gelip şunları söylemişler: “Hanımların hayatlarındaki riskleri, erkeklerin risklerinin yarısı kadardır. Erkeklerin riskleri iki katıdır” demiştir. Bu ilmi araştırmanın neticesinde, Muhammet Faysal onlara: “Eğer sizin Müslümanlık Dini hakkında bilginiz olsaydı, bu takdirde, bu araştırmalarınız için dört sene uğraşmaz, bu neticeyi daha baştan bilirdiniz. Çünkü Müslümanlıkta miras taksimi bu esaslar gözetilerek, bu risk esasına göre yapılmaktadır.” Bunu söylediği zaman Amerikalı profesörler: “Aman demeyin, sahi İslam’da böyle bir şey var mı?” demişler, koşmuşlar, Kur’an-ı Kerim’i incelemişler, yerini görünce hayretler içerisinde kalmışlardır.

Bu bir misaldir. Neyin misalidir? Gerçek arandığı zaman, eğer o hakikaten gerçekse sonunda gelir, İslam ile buluşur ve uyuşur. Çünkü İslam demek; Cenab-ı Hak’kın insanlara dünya ve ahiret saadeti için gösterdiği (şaşmaz, başkalaşmaz ve asla aşınmaz olan, hakikat ve huzur) yolu demektir. Sünnetullah, Cenab-ı Hak’kın yaptıkları (takdirat ve icraatındaki yöntemleri ve sistemleri) demektir. Gerçek ilim ise; o gerçeğin kaideleri (ve müspet neticeleri) demektir. Bunların hepsi Cenab-ı Hak’kın fiilleri olduğundan dolayıdır ki, neticede birbirlerini destekler, birbirlerini teyit ederler, birbirlerinin aynı sonuçları verirler. Ve bunlarda tezat olmaz ve bunlar tek çözümdürler.”[18]

Evet, günümüzde bile, dünya genelinde “Evlenme ve düğün masraflarını karşılama, aile yuvasının geçiminden ve giderlerinden sorumlu olma” konusunda; erkeklerin kadınlardan iki misli daha fazla risk ve zorluk altında bulundukları inkâr edilmez bir gerçektir. Sıkıntı ve sorumlulukların kadın-erkek arasında birlikte ve eşit biçimde paylaşıldığı durumlarda ise zaten (Nisa: 7) ayetinin hükümleri devreye girecektir.

13- Aynı suça aynı ceza konusunda da, erkek ve kadın arasında yine bir eşitlik söz konusudur.

“Zina eden erkekle kadından her birine (öldürecek ve kırıp dökecek şekilden ve tehlikeli bölgelerinden sakınarak) yüz celde (ince çubuk) vurun”[19] ayeti buna açık bir örnektir.

Hasan Basri Hz’lerine göre zina işlediği, 4 (dört) adil şahitle ispatlanan kadınlar hakkında önce “Sizden fuhşu irtikab edenlerin her ikisini de eziyete koşun, (el ve dil ile zahmete ve zillete tabi tutun.)[20] ayeti gelmiş ve uygulanmış,

Daha sonra, “Ölüm kendilerini alıp götürünceye kadar, evlerde (özel yerlerde) hapsedilmeleri”[21] hükmüne göre davranılmıştır. (Bak. Meal Hasan Basri Çantay) Ve nihayet yukarıda mealini verdiğimiz “yüz celde” ile dövülmesiyle ilgili Ayet-i Kerime nazil olmuştur.

Bazı âlimlere göre ise, “İslami hayatın ve Kur’an ahlakının, ne denli yürürlükte olduğu ve mevcut şartların genel ahlaka ne oranda uygun bulunduğu göz önüne alınarak; bu hükümlerden mümkün ve münasip olanı tercih ve tatbik edilebilir. Ancak bu cezaların tatbiki, zina olayını bizzat gören dört adil şahidin itirafını gerektirdiği, bunun da pratikte pek mümkün görülmediği için Kur’an; karısını suçlayan kocanın iddialarının doğru olduğuna dair dört sefer Allah adına yemin ettikten ve: ‘Eğer yalan söylüyorsam Allah’ın laneti üzerime olsun!’ denildikten ve karşı taraf da aynı şekilde bu isnadı reddettikten sonra, hâkim tarafından boşanmalarını”[22] öngörmektedir.

Velhasıl erkek ve kadınlardan bir kısmı ötekilerine, nizamı âlemin yürümesi ve imtihanın gereği olarak güzellik, akıl, yetenek, sosyal ve ekonomik seviye bakımından farklı ve faziletli kılındığı gibi,

a- Bin türlü zahmette çalışıp kazanması,

b- Eşinin ve çocuklarının bakımına mecbur tutulması,

c- Ailesini her türlü saldırıya karşı korumakla yükümlü bulunması,

d- Yurt savunmasına, barış ve huzur ortamının sağlanmasına fiilen katılması,

e- Bütün bu yükleri kaldıracak biçimde, bedeni yapı olarak genellikle daha güçlü ve dirayetli yaratılması nedeniyle, erkekler hanımlar üzerine, hizmet eden makamında hâkimdir.

Ayette; “Erkekler kadınlar üzerine “kavvam”dır.” buyruluyor.[23] Kavvam ise; hanımlarının hizmeti ve çocuklarının huzuru için, devamlı ayakta ve atakta olan ve sorumluluğu nispetinde de selahiyeti bulunan kimse anlamındadır. (Elmalı M. Hamdi Yazır)

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, kadına gerçek değerini veren yalnız İslam’dır ve kadınlar ancak İslami bir ortam içinde, huzur ve hürriyetine kavuşacaktır. Kadını orta malı ve şehvet hamalı haline getiren bugünkü bozuk ve batıl düzenler ise, yine şuurlu ve onurlu mücahide hanımların gayretiyle yıkılacaktır.

İslamiyet Öncesi Cahiliye Devrinde Ülkelerin Kız Çocuklarına ve Kadınlara Davranış Biçimleri
Araplar

Araplar arasında bir erkek birçok kadınla evlenebildiği gibi, bir kadın da birçok erkekle evlenebiliyordu. Bu durum, hür kadınlar için bir yüz karası olarak görülüyordu. Birden fazla erkekle evlenen bir kadın hamile kaldığında, “Karnımdaki çocuk falanca şahsa aittir.” dediğinde, o kişi çaresizce çocuğu kabullenmek zorunda kalıyordu.
Dul kalan bir kadın, baba mirası olarak kabul edilir ve erkek evlada intikal ederek adeta bir mal gibi kullanılırdı. Bu durum, kabileler için büyük bir utanç sayıldığından, yeni doğan kız çocukları gelecekte sorun olmaması için küçük yaşta diri diri toprağa gömülürdü. Kızını diri diri gömmeye karar veren bir baba, yavrusunu alıp çöle götürür ve kendi elleriyle kazdığı çukura iterek, onun feryatlarına aldırış etmeden üzerine kum yığardı. Aynı şeyi bir kadın yapmaya kalkıştığında, cinayeti seyretmek için birçok kadın toplanır ve herkesin gözü önünde bebek ölüme terk edilirdi.
Arapların bu vahşi hareketleri insan aklını durduracak kadar korkunçtu. İnsanlıklarını unutmuş, merhametten nasibini almamış bir şekilde, adeta hayvan gibi yaşıyorlardı.

Hindistan
Hindular arasında çocuk öldürmek, Cahiliye Dönemi Araplarında olduğu gibi meşru kabul ediliyordu. Dul kalan kadınları yakmak, eski çağlardan beri süregelen bir inanıştı. Hindu kadınlar dini ayinlere katılamaz, kocası öldüğünde ise onun naaşıyla birlikte canlı canlı yakılırlardı. Bu durum, sadık bir eş olmanın göstergesi sayılır ve yakılan kadın toplum içinde büyük bir saygı görürdü. Diri diri yanarken feryat eden bir kadına acımak ya da onu kurtarmak kimsenin aklına bile gelmezdi.
Hindu dinlerinde ve Hindu felsefesinde kadınlar “murdar” (kirli) kabul edilirdi.

İslam Öncesi Dünyanın Cahiliye Devrinden Bugüne Benzerlikler

Günümüzde ise kadın, maalesef servetin kölesi hâline getirilmiştir. Basit bir reklam aracı olarak şehvetin nesnesi olmuştur. Hanımlık onurunu yitiren zavallı kadın, bir moda figürü ve sosyete eğlencesi hâline getirilmiştir.

Kadın, kalbinde taşıdığı güçle dünyayı sessizce dönüştüren, sevgi ve bilgelik içinde yankı bulan bir varlıktır. Ancak, kadına dişilliğini, erkeğe erilliğini unutturan bu şeytani düzen, insanın kalbinde saklı olan derin sırrı keşfetmek için her yönden harekete geçmektedir.

Ey Atam, sen zinayı yasakladın, ancak günümüz hükümeti zinayı serbest bıraktı. Ne yazık ki halk hâlâ bu zihniyete oy vermeye devam ediyor.

Kaynak: İslam Öncesi Dünyanın CAHİLİYE DEVRİ VE BUGÜNE BENZERLİKLERİ – Milli Çözüm Dergisi

Ahzab Suresi 35
Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, (zorluk, darlık ve hastalıklara) sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren sadık erkekler ve sadaka veren sadık kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, (her durumda) Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah, bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.

Sözde Atatürkçülük kılıfıyla yıllarca medeniyeti Batı’nın kokmuş kokuşmuş düzenindeymiş gibi aziz milletimize dayatanlarla, kadınlarımızı köle gibi görerek eve kapamaya çalışan ve bunları dinimizin gereği yüce Peygamberimizin tavsiyesi gibi gösterenler nedense hep aynı cenah. Bu iki kesim yıllardır halkımızı kutuplaştırarak bir kesimin İslam’ın nurundan uzaklaşmasına, diğer kesiminde Atatürk’ü din düşmanı görerek gerçek hedeften ( yeni ve adil bir düzen kurmak) uzaklaştırarak siyonizme hizmet edilmektedir. Böylelikle onurlu üretken ülkesine milletine ve insanlığa önceleri olduğu gibi büyük hizmetler yapacak bu aziz millet kutuplaştırılmaktadır. Ama oyunlar bozulmuş Atatürk’ün asıl hedefi saptıranlara ramen ortaya konulmuş, diğer din istismarcılarının ise foyaları Meal-i Kerim başta olmak üzere yazılan 100’ün üzerinde kitap şiir makale ve konferanslarla çürütülmüştür. Temel prensiplerde büyük oranda uzlaşmaz zannedilen grupların anlaşmazlıklarına çareler gerçek ve hakikatli çözümler ortaya konmuştur. Bi nevi iç birliktelik barış ve sulh ortamının temel taşları döşenmiştir. Şimdi ise bu çirkin sistemin yıkılışı ile dünya milletlerinin slim de birleşme dayanışma ve yeni bir düzende güle oynaya bir arada yaşama aşamasına geçilecektir.

Elbette kadınlar da birer insandır ve tüm insan haklarına sahip ve saygın konumdadır. Bu nedenle kızlarımız ve kadınlarımız da okuyacak, fıtratlarına uygun meslek ve memuriyet sahibi olacak; ailenin, yakın çevrenin, hatta ülkenin sorunlarını birlikte sırtlanacak ve ortak sorumluluklarını kuşanacaklardır. Ancak, kadının en kutsi, en önemli ve en öncelikli görevi ANNELİK sıfatıdır.

Dindar Kahraman” rolüyle iktidara taşınan, ama AB dayatmalarıyla, kadınlarımızı yozlaştıracak ve aile yuvalarımızı yıkacak nice uğursuz anlaşmalara şu Erdoğan iktidarları imza atmışlardır.

• Kadınlarımızın ve kızlarımızın ahlâk ve maneviyattan nasıl yoksun bırakılmaya çalışıldıkları…

• Gerçekten ihtiyacı olanların dışında, kadınların ille de ayakları üzerinde durmaları gerektiği dayatmasının, hanımlarımızı evden işe, işten eve nasıl bir robot haline soktukları…

• Bu durumun evin içinde: “Ben de para kazanmaktayım, o halde bu evde en çok ben söz sahibi olacağım” yanılmasının ve ardından çıkan tartışma ve kavgaların nasıl yuvaları dağıttığını…

• Doğar doğmaz bakıcı kucağına veya kreşlere, yuvalara atılmış, anne/babaların sevgi ve ilgisinden mahrum bırakılmış, yalan yanlış yetiştirildiklerinden sorun halini almış minik yavrularımızın çoğaldıkları…

• Yorulmuş, yıpranmış ve iş yerindeki tüm sorun ve sıkıntıların altında bunalmış ve psikolojileri sarsılmış kadınlarımızın, yeni ve tehlikeli arayışlara başladığı…

• Yanlış yetiştirilmiş, Rabbinden ve Kur’an’dan mahrum edilmiş, bu yüzden yanlış tercihlere yönelmiş diye, eşleri babaları veya kardeşleri tarafından hunharca katledilmiş kadınlarımızın giderek arttığı…

• İki-üç çocuğunu, eşini-evini bırakıp; sosyal medyada tanıştığı falanca filanca adamlara kaçan, gittiği kişide de aradığını bulamayıp ondan ona savrulan, ahlâken ve bedenen yıpranıp yok olan kadınların yüreklerimizi dağladığı bir süreç yaşanmaktadır.

İslam’ın Kadına Bakışı ve Atatürk’ün Yaklaşımı

• Atatürk’ün kadın ve toplum hakkındaki yazısı, İslam’ın kadınlara tanıdığı hak ve özgürlüklere vurgu yaparak, kadınların eğitim ve toplumsal hayattaki önemini vurgular.

• Yazıda, kadınların toplumsal gelişmede vazgeçilmez bir unsur olduğu ve eğitim almalarının önemi belirtilir.

• Kur’an’da kadın ve erkeğin kullukta, tevbede, ilim öğrenmede, hayır hizmetlerinde ve temel haklarında eşit olduğu vurgulanır.

• İslam’da aslolan tek eşlilik olup, çok eşlilik ancak özel durumlarda ve adalet sağlanabileceği takdirde mümkündür.

• Atatürk’ün yazısının sadeleştirilmiş halinde, ‘İslam Şeriatı’ ifadesinin ‘İslam’ın şartları’ olarak değiştirilmesinin, kasıtlı bir anlam çarpıtmasıdor.

“Bir kimse sakın hanımına kızmasın ve haksızlık yapmasın. Eğer onda hoşlanmadığı huyları varsa, buna karşılık mutlaka seveceği ve beğeneceği halleri de vardır.”[3]

“Şunu iyi biliniz ki, kadınlarınız üzerinde sizin haklarınız olduğu gibi, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.”[4]

“Sizin en hayırlı olanlarınız, kadınlara karşı en iyi davrananlarınızdır.”[5]

“İlim Çin’de de olsa arayıp alınız. Çünkü ilim erkek-kadın her Müslümanın üzerine farzdır.”[6] emirleri Avrupa’nın henüz “Kadınlar insan mıdır, şeytan mıdır?” münakaşasını yaptığı bir dönemde, İslam Peygamberinin Hadisleri ve hükümleridir.

https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/islamin-kadina-bakisi-ve-ataturkun-yaklasimi-5/

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
15
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...