İSRAİL MECLİSİNİN KÜSTAHLIĞI
VE
TÜRKİYE’YE DEPREM TAZİYESİNE BİLE KARŞI ÇIKMASI
6 Şubat 2023 tarihinde, ülkemizi yasa boğan ve “Asrın Felaketi” olarak sunulan, Kahramanmaraş merkezli korkunç bir deprem yaşanmış, 11 ilimizde, bağlı ilçe ve köylerimizde çok büyük yıkımlara yol açmıştı. Bu depremin 11’inci gününde yaklaşık 40 bin vefatımız, 110 bin yaralımız ve 10 binlerce kaybımız olduğu saptanmıştı. Uzmanlar ölü sayısının bunun üç katı olabileceğini açıklamışlardı… 11 ilimizi kapsayan bu bölgede taş üstünde taş kalmamıştı. İşte büyük felaketten bir hafta kadar sonra İsrail Meclisi’nde, Filistin-Arap asıllı ve Müslüman hanım bir Milletvekili olan Eman Hatib oturumda bir konuşma yapmış; Suriye ve Türkiye’deki depremlerden dolayı üzüntü ve taziyelerini aktarınca, Siyonist İsrail milletvekilleri kudurmuş gibi hücuma kalkmış ve Eman Hatib’i susturmaya çalışmışlardı. AKP iktidarının ve özellikle Sn. Recep T. Erdoğan’ın bu videoyu mutlaka izlemesi ve normalleşmek için can attıkları İsrail’in ülkemiz ve milletimiz hakkındaki derin düşmanlığı görmesi lazımdı.
Filistin asıllı Milletvekili Eman Hatib: Türkiye ve Suriye’deki depremler hakkında bir şeyler söyleyeceğim. Türkiye ve Suriye’deki kardeşlerimize baş sağlığı, hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara şifalar diliyorum.
Meclisteki İsrail milletvekillerinden birisi: Araplar, Türkler ve onların trajedileri umurumuzda bile değil… Siz Suriye ve Türkiye’ye gidin ve bu saçmalığı… (oralarda sergileyin…)
Meclisteki kalabalıktan birileri (özellikle bir bayan): Sayın Başkan, onun mikrofonunu kesin… Ve saçmalıklarına izin vermeyin!..
Meclisteki diğer bir bayan milletvekili: Buradan defol git… Sn. Başkan, ona susmasını ve dışarı çıkmasını söyle…
İsrail Meclis Başkanı: Bir saniye lütfen… Ben başkanım ve ona sözü kim verdiyse lütfen sakinleştirsin. Sn. Hatib genel konuşun ve Türkiye ile Suriye halkından bahsetmeyin! Lütfen mecliste birbirinize saygı gösterin.
Filistin asıllı Milletvekili Eman Hatib: Masumlar ve mazlumlar için taziye vermemizde ve o halkları teselli etmemizde ne sorun var efendim?
İsrail Meclis Başkanı: Onlar senin masumların ve mazlumların olabilir, ama bizim öyle bir derdimiz yok!..
Filistin asıllı Milletvekili Eman Hatib: O zaman bugünden itibaren insanlıkla ilgili hiçbir şeyden bahsetmeyin!
Bir başka erkek milletvekili: Tamam o zaman bırakın o konuşsun, ama o iki ülkenin isimlerini; özellikle Türkiye’yi ağzına almasın!..
Filistin asıllı Milletvekili Eman Hatib: Bu vahşet tavrınızın ve insanlıktan yoksun yaklaşımınızın sebebi nedir? Siz istemeseniz de ben taziye vereceğim ve masumları teselli edeceğim?!
Başka bir erkek milletvekili: O zaman buradan çıkın, Türklere gidin ve onları kendi ülkelerinde teselli edin!
Filistin asıllı Milletvekili Eman Hatib: Biz İslami hareket olarak; Türkiye ve Kuzey Suriye’deki kardeşlerimizin imdadına yetişmek ve durumlarını iyileştirmek için acil servisler kurduk ve yanlarında olacağız!
İsrail Meclisi’nin üyesi olan Eman Hatib, Kahramanmaraş’ta meydana gelen yıkıcı depremlerin ardından Türkiye ve Suriye’ye taziye dileyeceği esnada Siyonist milletvekilleri Türkiye’nin adına bile tahammül edemediler. Hatib, Siyonist milletvekilleri tarafından; “burada düşman ülkelerin adını anamazsın” denilerek susturulmaya çalışılmıştı. Bu görüntü ile bir kez daha İsrail’in gerçek yüzü ortaya çıkmıştı ve İsrail’in Türkiye’ye karşı olan düşmanlığını açığa vurmuşlardı.[1]
Eman Hatib Kimdir?
Filistin asıllı Milletvekili Eman Hatib, İsrail ırkçılığına meydan okuyarak İsrail Meclisi’ne ilk başörtülü kadın olarak girmeyi başarmıştı. İsrail vatandaşı Filistinlileri temsil eden 4 partinin oluşturduğu Ortak Arap Listesi Bloku’nun, ortak listesinden seçimlere giren Hatib, 02 Mart 2020’de İsrail’in kuzeyindeki Yafa en-Nasıra kentindeki evinde, AA muhabirine şu açıklamaları yapmıştı:
“Başörtülü bir kadın olarak beni aday olmaya iten; inanç, sosyal, siyasi ve milliyetçi bir mesaj ulaştırma çabasıdır. Bu adımın sadece bir mesaj veya bir görev olmadığını, aynı zamanda toplum yararına değişim yapabilecek her insan için bir özgüven ortamı oluşturduğunu vurgulamalıyım. İmkânı olan her insan bu alandaki rolünü üstlenmeli ve başarmalıdır. Halkımızın gücü, bilinci ve iradesiyle Meclis’teki gücümüzü artırarak, tarihsel bir başarıya doğru ilerlediğimize inanıyorum.” ifadelerini kullanan Hatib, Meclis’e girmesi halinde kadınların karar verme pozisyonlarını almasının yolunu açacağına inandığını hatırlatmıştı.
Meclis’e misafir olarak gittiği zamanlarda giriş izni bulunmasına rağmen başörtülü olmasından ötürü gerektiğinden çok daha abartılı bir şekilde arandığını ve güvenlikten geçtiğini anlatan Hatib, bu tür sıkıntıları aşmak için kadınların birbirlerine daha fazla destek olmaları gerektiğini vurgulamıştı.
Hatib, makam hırsına sahip olmadığını ifade ederek şunları aktarmıştı:
“Biz, İsrail içinde yaşayan bu ülkenin asıl sakinleriyiz ve burada kalacağız. Evet İsrail vatandaşlığına sahibiz ancak Filistin bizim ulusal kimliğimiz konumundadır. Bu topraklar bize baba ve atalarımızdan kaldı. Biz burada huzur içinde yaşamak istiyor ve evlatlarımıza da eğitim ve çalışma olanaklarının sağlanmasını istiyoruz. Makam için değil, haklarımızı almak için Meclis’e gidiyoruz.”
Hatib, Meclis üyesi olma arzusunu yerine getirmenin zor olduğunu ancak hayatında kanser dahil birçok zorlukla mücadele ederek zaferle çıktığını anlatmıştı.
Hatib, sözlerini şöyle tamamlamıştı:
“Hayatımın her aşamasında zorluklarla yoğruldum. Ailemin çektiği maddi sıkıntı nedeniyle liseyi bitirdikten 4 yıl sonra üniversiteye kaydoldum. Hamdolsun mezun oldum. Bir hastalıktan dolayı doktorlar bana çocuk sahibi olamayacağımı söyledi, ama Rabbime şükürler olsun bugün 4 çocuk sahibiyim. Hayatımda karşılaştığım en zor dönem ise kanser olduğum 2010 yılıydı. Ameliyat ve kemoterapiyle Allah’a şükürler olsun bir yılda kanserden kurtuldum. Bu Siyonist baskı ve barbarlıklardan kurtulacağıma da inanıyorum!”[2]
11 ili taşın altına koyanların ağır sorumlulukları!
11 ilimizi yıkan depremin tarih ve saati: 06 Şubat Pazartesi 2023 – 04.17… Bundan sadece iki gün sonra 8 Şubat Çarşamba günü TV kanallarının naklen yayımladığı bir haber şu girişle duyurulmuştu:
“AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 7,7 büyüklüğündeki depremin merkez üssü Kahramanmaraş’ta incelemelerde bulundu. Depremin vurduğu 11 ilde toplu konutları bir yıl içinde tamamlamayı planladıklarını belirten Erdoğan, ilk etapta her aileye 10’ar bin liralık destek vereceklerini söyledi.”
Sayın Erdoğan devam cümlesinde de aynen şöyle buyurmuştu: “Enkazlarda çalışmalar sürüyor, enkaz kaldırma çalışmalarını Bakanlığımız yürütmeye başlıyor!?”
Oysa bu büyük depremin 10. gününde (15 Şubat) mucize kurtuluşlar gerçekleşiyordu. 228’inci saatte sağ çıkarılanlar bulunuyordu.
Depremin 11. gününde, (16 Şubat) 248’inci saatte sağ çıkarılanlar oluyordu.
Hatta depremin 300’üncü saatinde bile bazılarına sağ ulaşılıyordu. Şimdi soruyoruz: Bu bölgemizin boşaltılmasını isteyen… Bu şeytani hevesle nice hıyanetlere girişen İsrail’le… Yani Armageddon’u başlatmak için fırsat gözleyen Haçlı zalimlerle… Ve hâlâ bu Siyonist çetelerle normalleşmeye devam eden zihniyet ve hükümetler çözümün değil sorunların kaynağıdır! Haberlerinin, iktidar medyasında da yazıldığı ve yayıldığı biliniyorken, daha henüz üçüncü günde “Enkaz kaldırma çalışmalarını Bakanlığımız yürütmeye başlıyor” demek, bir Cumhurbaşkanlığı talimatı ise, bu acele neye yorumlanmalıydı?
İsrailli Haham Eliyahu’nun: “Kahramanmaraş depreminin İlahi adalet olduğunu” iddia etme küstahlığı!
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’e yakınlığıyla bilinen ve Kudüs İşleri Bakanı Amihai Eliyahu’nun babası Ortodoks Hahamı Shmuel Eliyahu, Kahramanmaraş’ta meydana gelen yıkıcı depremin “İlahi adalet” olduğunu söyleyecek kadar çirkefleşmişti. Haham Shmuel Eliyahu, İsrail’de muhafazakâr sağın popüler haftalık yayını Olam Katan’da yayımlanan bir makalesinde, “Kahramanmaraş depremini, Mısır kuvvetlerinin Kızıldeniz’de boğulmasına” benzetmişti. Eliyahu, “Tanrı, topraklarımızı işgal etmek ve bizi denize dökmek isteyen çevremizdeki tüm ulusları yargılayıp cezalandırmaktadır. Bu, Şam’ın ve diğerlerinin iftiralarıyla yüzlerce yıl boyunca Yahudi sakinlerini istismar eden; öldürmek ve yok etmek için İsrail’i üç kez işgal eden Suriye ve diğerleriyle ilgili bir İlahi tavırdır!” diye yazmıştı.
Türkiye’ye de dikkat çeken Siyonist Haham: “Bizi mümkün olan her alanda karalayan Türkiye ile hangi hesapların görülmesi gerektiğini unutmamalıyız. Ancak, Tanrı bize va’ad ediyor ve tüm düşmanlarımızı yargılayacağını söylüyorsa, (bu deprem dolayısıyla) etrafımızda neler olup bittiğine bakmamız ve anlamamız yeterlidir. Olan her şey, dünyayı temizlemek ve (Büyük İsrail için) daha iyi hale getirmek için yapılıyor” ifadelerini kullanmıştı. Ayrıca Haham Eliyahu, “İsrail’e zarar veren tüm uluslardan intikam alınacağını” da hatırlatmıştı.
Ülkedeki bazı insaflı hahamlar ise Eliyahu’nun açıklamalarına karşı çıkmışlardı.
Haham Avraham Stav, Eliyahu’nun ifadelerinden rahatsız olduğunu vurgulayarak: “Tüm dünya Türkiye’deki korkunç manzaralar ve hikayeler karşısında gözyaşları içindeyken, her insanın Tanrı’nın suretinde yaratıldığı müjdesini dünyaya getiren bizlerin, Haham Eliyahu’ya göre bu dehşet karşısında sevinmemiz insanlık dışıdır!” demişti.[3]
Bütün bu yaklaşımlar, Milli Çözüm Dergimizin haklılığını ve ne kadar önemli ve tarihi bir hizmet yaptığını da ortaya koymaktaydı.
Erbakan’ın Sanayi Davası ve Siyonist-Masonların engelleme çabası!
Türkiye’de sanayileşme hareketi bakımından, İkinci Dünya Savaşı, uyarıcı ve yararlı bir dönem sayılır. Türkiye’de yedek parça imalatı ile zirai aletlerin imalatı bu dönemde başlamıştır. Makine sanayisi bakımından önemli adımlar bu dönemde atılmıştır. Ankara’da uçak motor fabrikası kurulması tamamlanmıştır. Bunlar, o tarih için cesur sayılabilecek önemli adımlardır. Fakat daha sonraki dönemde maalesef bu adımlar sekteye uğratılmıştır. 1947’de dış yardımlar başladı. Bu yardımlar yanlış bir zihniyetle kullanıldı. Bu dış yardımları, Milli üretim yapan fabrikalar kurmak yerine, üretilmiş hazır malların alımına harcadık. Hâlbuki o malları yapacak sanayi yatırımlarına harcamamız gerekiyordu.
Bu durumu iki örnekle açıklamak istiyorum: Sene 1951. Dış yardım geliyor. Memleketin büyük ihtiyaçlarını bu yardımla karşılama adımları atılıyor. İstanbul Belediyesi, o zaman 500 tane otobüse ihtiyaç duydu. Biz de o tarihte İstanbul Teknik Üniversitesi Motorlar Kürsüsü’nde görevliydik. Hatırımda yanlış kalmadıysa aralarında Japon, İngiliz, Amerikan firmalarının da yer aldığı 64 firma, “Sizin otobüslerinizi biz verelim” diye teklifler getirdiler. İstanbul Otobüs İdaresi, hangisini seçeceğinde güçlüklerle karşılaştı. Teknik Üniversite olarak bize geldi. “Şu cins otobüslere şu fiyatları istiyorlar, acaba en uygunu hangisidir, bize bir rapor verin” dediler. Bu hususta yazdığımız rapor, ümit ederim ki Teknik Üniversite Motorlar Kürsüsü arşivinde hâlâ muhafaza edilmektedir. Bu rapor kanaatimce tarihi öneme haiz bir rapordur. Çünkü o zaman bu konuyu inceleyen üniversite mensubu arkadaşlar olarak raporumuzun baş kısmında şöyle demiştik:
“Bu 500 adet otobüs için teklif edilen fiyatları incelediğimiz zaman görüyoruz ki; bu kadar dövizi, bu otobüslere vereceğimize, o parayla hem bu otobüsleri yapacak fabrika kurulur, hem de bu otobüslerin daha iyileri yapılır, tüm ülkemizin ihtiyacı karşılanır, hatta dışarıya satılır…” Belediye yetkililerinin bize verdikleri cevap şaşırtıcıydı: “İstanbul Teknik Üniversitesi gibi saygın bir bilim kurumunun, bize hangi arabaları satın almamız konusunda rapor hazırlayacaklarına, ‘Bu parayla fabrika kurup, kendi otobüslerimizi üretebiliriz…’ gibi hayali ve hamasi tavsiyeler sunmasını hayret ve esefle karşıladık!..”
Ve hayret!.. Türkiye’ye (İstanbul Belediyesi’ne) otobüs satmak için teklif sunan farklı ülkelerdeki fabrikaların hepsi, aslında Yahudi firmalarıydı. Yani hangisi ihaleyi alsa, Siyonist sömürü sermayesi kazanacaktı. Ve işte o sırada, İstanbul Belediyesi’nin bu büyük alım satım işlerini yürüten daire başkanı, ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nda üst düzey görevli ve Yahudi asıllı bir diplomattı!.. Erbakan Hoca’nın ve Teknik Üniversite’nin o teklifi en çok da onu kızdırmıştı…
Erbakan Hocamız anlatmıştı:
1957 senesinde ikinci bir olay yaşandı. İstanbul’da Dünya Yol Kongresi yapıldı. Bu yol kongresine bütün ülkelerin yol uzmanları çağrılmıştı. Karayollarının o günkü bölge müdürü arkadaşımız bir akşam Yugoslav heyetini misafir edip ağırlamıştı. Ertesi akşam da bendenize Yugoslav heyetin neler söylediğini şöyle aktarmıştı:
“Biz Yugoslavlar; ‘Yol nasıl yapılır?’ Bunu sizden öğrenmek için Türkiye’ye geldik. Çünkü biz de sizin gibi 1947’de dış yardım aldık. Siz bu dış yardımlarla dışarıdan makineler getirdiniz ve bu 10 sene içinde memleketinizde birçok yol yaptınız. Yol yapma tekniği açısından bizden ileride sayılırsınız. Biz ise aldığımız bu dış yardımlarla yol makinesi almak yerine, o yol makinelerini yapacak fabrikayı kurduk. Şimdi kendi makinelerimizi kendimiz üretiyoruz! Şimdi sıra ‘yol nasıl yapılır?’ Bunu öğrenmeye geldi. Bunu da öğrenince kendi makinelerimizle kendi yollarımızı yapacağız.”
İtiraf etmek zorundayız ki maalesef Türkiye olarak dışarıdan ithal ettiğimiz makineler kısa sürede hurdaya dönüştü. Evet, bir miktar yol yapmıştık. Bir miktar baraj yapmıştık. Fakat asıl onları yapacak makineleri imal edecek fabrikalara sahip olamamıştık. Bu dönemde Yugoslavya, İspanya gibi ülkeler bu yardımları, çok daha akıllıca kullandılar ve sanayileşmeye ağırlık verdiler, böylece kalkınmaya başlamışlardı.
Sanayileşmede asıl mühim olan 500 tane makarna fabrikasına sahip olmak değil, o makarna fabrikasını yapacak fabrikaya sahip olmaktır. Sanayileşmede asıl hedef; 10 tane malın montaj fabrikasını kurup, dışarıdan getirilen parçaları monte etmek değil, o parçaları burada üretmek olmalıdır. Öyle bir dişli yüzeyi imal edeceksiniz ki, bunlar 5 sene, 10 sene aşınmadan dayanacak. İşte bunu yapacak olan teknolojik tesislere sahip olmak asıl sanayileşmenin ruhudur. Yoksa “50 tane çimento fabrikası yaptık, 40 tane şeker fabrikası yaptık, 300 tane makarna fabrikası yaptık” yaklaşımıyla hakiki sanayileşmeyi gerçekleştirmek imkânsızdır.
Evet, gerçek sanayileşme, fabrikalar yapacak fabrikalar kurmaktır. Sanayinin asıl ruhunu teşkil eden ileri teknolojiye sahip olmaktır. Gerçek sanayileşme yerine, günlük ihtiyaçları pratik yollardan karşılama yoluna gidilmesi yanlıştır, ülke için kayıptır. Bu da sanayileşme yarışında geri kalmamıza yol açmıştır. Sanayi konusundaki ikinci bir sorun da; kurulan tesislerin dengeli dağıtılamamasıdır. Bugün İstanbul-İzmit yolunda adım atacak yerimiz kalmamıştır, her tarafa fabrikalar yapılmıştır. Buna karşın Anadolu’muzun geniş sahalarında ise büyük bir işsizlik, şehirlerimizi kasıp kavurmaktadır. Bu dönemdeki sanayileşmemizde diğer bir önemli mesele de devletin, sanayileşmede öncülük görevini yapamamış olmasıdır. Devlet, âdeta bir trafik memuru gibi hareket etmiştir. Müteşebbisler yurt içinden ve yurt dışından çeşitli projeler getirmişler, devlet de bir trafik memuru gibi ya kırmızı ışık yakmıştır ya da yeşil ışık. Türkiye’nin nerelerine hangi sanayi tesislerinin kurulması faydalıdır? Bu tesisler nasıl kurulmalıdır? Elbette planlamada asıl yapılması lazım gelen çalışmaların bunlar olması gerekirdi. Hâlbuki bu şekilde olmamıştır. Kişisel taleplere “evet” veyahut “hayır” demek şeklinde bir devlet anlayışıyla ülkemiz bu noktaya taşınmış ve tıkanmıştır.
Artık sizi ve siyasilerinizi hiç kimse kurtaramazdı!
Bir akil kişi, Kahramanmaraş merkezli büyük depremle ilgili şunları yazmıştı:
“Teopolitik açısından bu konu, Mehdi, Mesih, Meşiah, Yecüc-Mecüc / Gog-Magog, Deccal / Antichirist, Melheme-i Kübra / Armageddon, Dabbetü’l-Arz, Süleyman Mabedi, Emanet Sandığı ile de ilişkilendirilmeye çalışılacaktır. Zaten İzmir ve çevresindeki 7 kilise, Yuhanna Vahyi’nde anlatılır. Hatay ve Urfa da Yuhanna Vahyi’nde anlatılanların gerçekleşme alanıdır.
Şu anda 13 Şubat’a kadar yas ilan edildi. Okullar ve TBMM tatile girdi. Bu durumda 14 Mayıs’ta artık seçim mümkün değil. Zaten bu deprem bölgesinde 15 milyonun üzerinde seçmen var. Bunlardan ölenler yanında, göç edenler, adres değiştirenler olacak, seçmen kütüklerinin yeniden hazırlanması, milletvekili sayısını da yeniden belirlemek gerekebilir. Dolayısı ile haziran ayına bile seçim yetişmeyebilir ve bu seçimler, eğer bölgedeki ve ülke genelinde bu depremsellik ve artçılar devam edecek olursa, 31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimler bir genel seçime dönebilir. Bu şartlarda sağlıklı bir seçim kampanyası yapılamayabilir. Zaten süreç abuk-sabuk bir hal almıştı. Bu ittifaklar nasıl bir hal alır onu da bilmiyorum.
Zaten bu depremler devam edecek olursa, üstelik bölgedeki (ve özellikle Akdeniz’de ve Suriye’deki) diğer askeri hareketler Türkiye üzerinde bir tehdide dönüşecek olursa, bu seçimler 2024 Mart’ında da yapılmayabilir. Bu durumda bugünkü parti grupları, parlamento aritmetiği o zaman mevcut durumunu korur mu, o da belli değildir. Ekonomik durum; politik polemikler, toplumsal bir stres sonucu sokak hareketlerine dönüşebilir mi? İç ve dış dengeler aslında böyle bir riski beraberinde getirebilir.
Zaten Allah göstermesin İstanbul depremi olursa, ondan sonra ne olur bilmiyorum. İstanbul depremi de zamanını doldurdu. Geçen her gün, depremin riskini biraz daha artıracaktır. Hiçbir siyasi kanat, tek başına bu yükü taşıyamaz. Türkiye bu şartlarda siyasi polemiklere bu defa daha fazla dayanamayabilir. Zaten siyasi partiler, liderler, hepsi inanılmaz değer, itibar kaybettiler. Eğer işler kontrolden çıkarsa, uzun süre kendine gelemeyebilir. Onun için siyasilerin bu keskin sirke politikasından bir an evvel vazgeçmesi gerekir. Bu trollerin geri çekilmesi gerekir. Kesinlikle hem kadrolarını, hem de programlarını gözden geçirmeleri gerekir. COVID sürecindeki vurdumduymazlığı yürütemezler… Uluslararası sistemin dümen suyunda ilerleyemezler. “Ben yaptım oldu” diyemezler, yolsuzluk ve adaletsizliği daha fazla görmezden gelemezler.
Afet bölgelerine giriş çıkışlarda bile sorunlar yaşandı. Giriş çıkışlar için toplanma merkezleri oluşturulamadı, aynı durum İstanbul depremi açısından çok daha zor olacaktır. Bölgede kış şartlarında ısınma sorunu büyük sıkıntıdır. Katalitik sobalar ve sair ısınma imkânları şimdiden hazırlanmalı. Elektrik ve doğalgazın kullanılamadığı şartlarda bu durum ciddi itiraz ve isyanlara yol açacaktır. Hava, kara, deniz, demir yolu bağlantıları, köprüler, tüneller ile ilgili alternatif senaryolar inşaallah hazırdır. Bu son deprem Hiroşima’nın 500 katı kadar yıkıcı bir güce sahipmiş. Charlie Hebdo, yıkılan şehrin enkazını çizmiş ve üstüne “Tanka-topa gerek kalmadı!” diye yazmış!.. Bu arada, Tarık ve Şira ya da Niburi ve Marduk’un hareketlerine dikkat! Hem “Zilzal Suresi”ne bakın ve hem de “Tarık Suresi”ne! “Manyetik kutup”daki değişime dikkat! Yerkürenin merkezindeki çekirdekteki yavaşlamaya dikkat! Schumann Rezonansı’nı bir yere not edin! Kadir Sütçü (DEKOS etkisi) ve Hollandalı deprem uzmanı Frank Hoogerbeets’i dikkate alın derim.
Kim bu beton yığınlarının sorumlusu, hangi hırsız müteahhitler çaldı demiri, çimentoyu, hangi muhteris kesti kolonu? Hangi rüşvetçi, torpilci belediye yetkilisi, bürokrat ya da denetçi ruhsat verdi bu binalara, kim bu fay hattına diktirdi bu binaları, hangi mimar, hangi mühendis, hangi şehir plancısı? Hangi politikacı bu gerçekleri, haksızlıkları gördü ve sustu! Bunların o haram paralarla yaptıkları evler, günah evleri. Ve bütün bu günahların toplamı gizli bu afetlerin içinde. Necaset ve hades gizli. Sonuçta bu işlerin varacağı yer burası idi. O konteynerlerdeki kanlı ve kirli paralarda gizlidir bu cinayetin faturası. Bu dünyada sorulmayan hesapların sorulacağı bir gün var! Birileri, bunun ne anlama geldiğini bilmese de bilecekleri bir gün var: Allahu Ekber! Bu ne ilk ve böyle giderse ne de sonuncu olacak.
Şimdi şehirde mahsur kalan biçareleri tahliye için kolları sıvayalım. Kendi imkânları ile çıkabileceklere yol açalım! Övünmeyi-dövünmeyi bırakalım, olan oldu artık, yaraları nasıl saracağız ona bakalım. Bundan sonra, başka yerlerde olacaklara odaklanalım. Ne demişler: Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!.. Zulm ile âbâd olunmaz. Haram yolla elde edilen para, makam, mal ile saadet olmaz. Gelecek günlerin geçen günleri aratmaması için, yönetimin de, yerel yönetimin de, medyanın da, toplumun da kendini düzeltmesi gerekir. Ve önce şu haram paralar, haram işler, ahlâksız ve cahil müptezellerden yakamızı kurtarıp, dilimizi de temizlememiz gerekir!”[4]
Diyen zat, bazı doğruları yazmış, tenkit ediyor görüntüsüyle bazı dostlarını uyarmış, ancak asıl tehdit ve tehlikenin bu iktidar ve irtibatları olduğu gerçeğini vurgulamaktan sakınmıştı. Hatta bu büyük vartayı nasıl atlatacakları ve yeniden seçimi nasıl kazanacakları konusunda da dolaylı tavsiyelerde bulunmaktaydı…
[1] TV5’in Haberi
[2] 15.02.2023 – tv5.com.tr – https://www.tv5.com.tr/israil-meclisinin-filistinli-uyesi-habibin-turkiye-ve-suriyeye-taziyesine-siyonist-milletvekilleri-izin-vermedi
[3] 12 Şubat 2023 – https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/israilli-haham-eliyahu-kahramanmaras-
[4] Depremin Faturası – A. Dilipak – 07.02.2023
Planlı Deprem!
Zalim israilden de böyle bir tepki beklenirdi…Deprem in dış güçler tarafından yapıldığıda zaten belgeleriyle ortada…Uzmanlar bu deprem degıl olsa olsa patlamadır açıklamaları yaptılar?
Elbette sormadan edemiyoruz konsolosluklar neden kapalı? Heyhat!Zalimlere hizmet etmenin bedelini çok ağır ödeyeceksiniz! DEPREMİN ALTINDA SİZ DE EZİLECEKSİNİZ !
Gerçek Şeytan İsrail ve Şeytanın Şımarık Çocuğu AKP
Ülkemizde yaşanan büyük deprem felaketinin ardından yaşanan bu taziye olayı ve İsrail milletvekillerinin Türkiye düşmanlığı onlarla normalleşmeye çalışan AKP hükümetine ve yandaşlarına bir mesaj niteliğindeydi. Düşman düşmanlığını yapıyor ama AKP ve destekçileri bunları görmezden geliyordu. Allah sorunu ve sorumluları görmezden gelmenin bedelini de ağır ödetiyordu. İşte bu yüzden başımızdan belalar eksilmemekteydi. Adeta artık yer depremle, gök yağmur-selle taşmaktaydı. Yapılanlar Gayretullah’a dokunmaktaydı. Ahmet Akgül Hocamızın söylemiyle İnşallah bu sefer Allah’ın yardımı ile tarihi iyiler yazacaktı…Ve o günler çok yakındı…
EMELLERİNE ASLA ULAŞMAYACAKLAR.
Dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Filistin ve Suriye ile sağlanacak barış karşılığında İsrail’in, 1967 yılında işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi gerektiğini söylüyordu!?
21 Eylül 2008’de görevinden istifa ettikten sonra vekâleten Başbakanlık yapmakta olan Olmert, İsrail’de yayınlanan Yedioth Ahronoth gazetesine konuşarak:
“Daha önce hiçbir İsrail liderinin ağzına alamadığını söylüyorum: Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri dâhil bütün topraklardan çekilmeliyiz.” diyordu. Gazete, hakkındaki yolsuzluk suçlamalarından dolayı istifa eden Olmert’in açıklamaları için “vasiyet röportajı” başlığını kullanıyordu.
Olmert, Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP’un) bir hayal olduğunu ve Arz-ı Mev’ud (vaat edilen Büyük İsrail) beklentisinden artık vazgeçileceğini umduğunu özellikle vurguluyordu.
Elbette Siyonist Olmert, Müslümanları avutmak ve uyutup zaman kazanmak için bunları söylüyordu. Ancak bu “tarihi itiraf” niteliğindeki sözler; İslam coğrafyasını parçalamayı ve hükmü altına almayı amaçlayan “Büyük İsrail kurgusunun” ve BOP’un gerçek olduğunun da bir belgesiydi:
Yani, uzun yıllar BOP eşbaşkanlığını yürütenler, aslında Siyonist senaryoların beşinci sınıf bir hizmetçisi oluyordu. Yahudi Olmert bile bu hayali ve şeytani heveslerden artık vazgeçilmesi gerektiğini söylerken, bizimkilerin ABD ve AB aşkı, gafletten de öte bir hıyanet kokuyordu.
DEPREM AĞITI
Deccal’in nükleer, silahı varsa
Bize Allah yeter, Hüda’sız olmaz…
Kimin Hak’tan gayrı, ilahı varsa
Şirke kayan gönül, hud’asız1 olmaz…
Depremle yaşandı, korkunç bir kâbus
Gafil ümitsizlik, hanında mahpus
Kuvvet kudret ancak, Allah’a mahsus
Burya konan göçer, vedasız olmaz…
Fay hattı uyaran, HAARP2 teknikler
Dağları oynatan, deprem tetikler
Ayaklar altında, bütün etikler
Gafil uyandırmak, nidasız olmaz…
HAARP’le ateşlendi, deprem fitili
Bir cana kıyanlar, âlem katili
Çürük mütahhitler, yapsın tatili
Yarınlar bizimdir, ferdasız3 olmaz…
Zordur yüz binlerin, Hakka varışı
Başlar mü’minlerin, hayır yarışı
Zalimi devirir, mazlum karğışı4
İman gayret ister, gıdasız olmaz…
Deprem felaket ya, öldüren Ezel5
Göz yuman iktidar, hepten müptezel6
İnsan ölmüyormuş, dolmadan ecel
Saray enkaz olur, hurdasız olmaz…
Kur’an ahkâmını, çoktan bıraktık
Gazap fitilini, kendimiz yaktık
Allah’a dönmenin, vaktidir artık
Can mal vereceksin, fedasız olmaz…
İnsan rakibini, hiç görür mü hor
Başkan olmak kolay, adam olmak zor
İman doğruluktur, avuç yakan kor
Sabırla yoğrulmak, faydasız olmaz…
Dirilip derlenme, zamanı dostlar
Bak ecel vermiyor, emanı dostlar
Bu gaflet ölümden, yamanı dostlar
Mevlâ arzularsın, sevdasız olmaz…
İntikam isteyenlerle hesaplaşma vakti!
“Bir gün gelecek, İsrail’e öyle bir tokat atacağız ki;
Bütün hayatı gözlerinin önünden Gazze şeridi gibi geçecek! “
Sadece zalim İsrail değil tüm işbirlikçilerinin de son günleri yakındır.
Ülkemize azılı düşman olan İsrail’in milletimize karşı düşmanca tutumunu “Milli Çözüm” bir kez daha İsrail’le “normalleşme anlaşması” imzalayanlara ve destekçilerine göstermiş oldu!..
“(Bütün) Elçiler; müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildiler), öyle ki (bu) elçilerden sonra (inkârcı ve isyancı) insanların Allah’a karşı (savunacak) delilleri olmasın (özür olarak ileri sürecekleri bir bahaneleri kalmasın). Allah, Üstün ve Güçlü olandır, Hikmet ve Hüküm sahibidir.” Nisa 165
Asıl Düşmanımız olan Siyonizm ve İşbirlikçilerini tanıyıp onlara karşı durmaktır!..
Evet bu makaleyle İsrail’in devlet değil ülke değil insanlık değil sadece kendilerini düşünen , diğer varlıkları köle ve kullanılıp atılacak bir eşya olarak gördüklerinin ispatını bir kez daha bu Asrın Felaketine karşı tutumlarıyla kendilerini deşifre ettiler… Bizlerin Türkiye vatandaşlarımızın düşman görmeleri gereken , dışlamaları gereken asıl bu zihniyettir… Bilindiği üzere seçim dönemine girmiş bulunmaktayız. . Gittiğimiz yerlerde bulunduğumuz ortamlarda hakkı haykırmak konuşmak tercüman olmak gerektiği için , ülkemizin en büyük sorunu ; İsrail- Siyonizm Zihniyetinin bir projesi olan Akp’den kurtulmamız gerektiğini , Millet İttifakına ve adayı Kılıçdaroğlu’na destek vermemiz gerektiğini anlatmaktayız… Ancak İsrail’e , Amerika’ya bu şer cephelerine karşı göstermedikleri tepkileri malesef özellikle tarikat ehli dindar bilinen kesimler Kılıçdaroğlu’nu İsrail Ve Zihniyetinden daha tehlikeli görmek gibi bir büyük yanlışlığa düşmekteler… İşte İsrail’in tutumunu makalede gördük okuduk… Kılıçdaroğlu geçmiş dönemde yapılan yanlışlarını kabul edip helallik diliyor yetmez o yanlışlıkların birdaha devam etmeyeceğini , haksızlıklar karşısında susmanın dilsiz şeytanlık olacağını, hak gelecek batıl zail olacak diyerek Adil bir Düzen kurmaya hak ve adaletin hakim olması için gayret edeceğini , şuculuğun buculuğun kutuplaşmanın kalkıp herkesi insan görüp kucaklayacağını ve bu hususta da kendini 1bucuk yıldır ispat ettiği görülmekte… Demem ve hatırlatmam odur ki ; asıl düşmanlık göstereceğimiz Siyonizm ve onun işbirlikçileri olmalı… Bu da ancak iyinin doğrunun faydalının güzelin adil olanın hakim kılınması yolunda Adil Düzen projelerini hazırlayan anlatan ve yıllardır ülkemizin en büyük sorununun AKP olduğunu haykıran , Akp’ye karşı Milli Mutabakat Hükümetinin kurulmasıyla insanlığın bu saadete ulaşacağını haykıran , hakka tercüman olan MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANAN BİLGE VE YİĞİT ŞAHSİYET AHMET AKGÜL’E KULAK KABARTARAK O’NU İZLEYEREK VE FİKİRLERİNE DESTEK ÇIKARAK MÜMKÜNDÜR…. İnşaallah tarihi inkılaba önayaklık edecek Millet İttifakının başarılı sonuçlarıyla ondan sonrası yaşanacak MİLLİ ÇÖZÜM’E DAYALI ASIL KURTULUŞA ERİŞECEĞİMİZ günlerin arefesinde olduğumuz şu günlerimizi dolu dolu geçirmek ümidi ve duasıyla…
Bizi Millet yapan, tarihe altın sayfalar yazdıran kutlu değer ve dinamiklerimize sahip çıkarak hasretle özlenen ve inşaallah yakın olduğu gözlenen ADİL DÜZEN’e kavuştur Ya Rabbi!..
Rahmetli Başbakanlarımızdan Necmettin Erbakan Hocamızın buyurdukları gibi: “Doğru çizmek ve uygun neticelere erişmek için; hem cetvelin, hem de çizen elin düzgün olması şarttır. Çünkü ne eğri cetvelle doğru çizilebilir, ne de felçli ve kötü niyetli ellerle hayırlı sonuçlara erişilir!..” Yani her konuda hem yasaların gerekli, yeterli ve gerçekçi olması lazımdır; hem de bu yasaları uygulayacak insanların bilgili, bilinçli ve mesuliyet sahibi olmaları lazımdır. En başından en aşağısına, hem çalmak çırpmak, haksız kâr ve çıkar sağlamak, resmi makam ve yetkileri kötüye kullanmak… Kısaca fırsatçılık ve fesatçılık yapmak… Rüşvet alıp adam kayırmak… Particilik, bölgecilik, kavmiyetçilik ve tarikatçilik yapmak… Şahsi ve siyasi çıkarlarını, ülke ve millet çıkarlarının üstünde tutmak… Günübirlik yaşamak ve geleceğe yatırım yapmamak, başımıza işte böyle felaketler açmaktadır. İnançtan, ahlâktan, kutsal amaçlardan ve manevi sorumluluktan yoksun bireylerden oluşan bir toplumun başı dertten kurtulmayacaktır. Kendisinden, keyfinden, zevkinden, menfaatinden, eğlencesinden başka bir şey düşünmeyen insanlarla huzurlu, onurlu ve olumlu bir hayat kurulamayacaktır
.Cennet ülkemiz ve Asil Milletimiz üzerinde sinsi ve şeytani hesapları bulunan zalim güçlere ve hain işbirlikçilerine asla fırsat vermeyip, Kahraman askerimizi ve güvenlik güçlerimizi daima muvaffak ve muzaffer eyle Ya Rabbi!..
Allah zalim güçlerin mekir ve tuzaklaŕını kendi başlarına saracaktır.
Mü’min; bütün olayları iman dayanaklı ve Kur’an kaynaklı düşünen, ama kulluk ve imtihan gereği, her konuda sebeplere yapışan ve tedbirli hareket eden, inançlı ve kutsal amaçlı insan demektir. Ülkemizde 6 Şubat 2023’te yaşanan ve asrın felaketi sayılan, Kahramanmaraş merkezli büyük deprem hadisesini de bu açıdan ele almak ve geleceğimizi buna göre kurgulamak gerekir. İlim ve fikir adamları, Kur’an’dan ve bilimsel kaynaklardan bu gibi işaretleri çıkarıp hatırlatmakla; devlet adamları ise, binde bir ihtimal bile olsa bunları ciddiye almak ve çareler aramakla görevlidir.
İşte Kur’an-ı Kerim’de İbrahim Suresi’ndeki 46 ve 47’nci ayetlerde Cenab-ı Hak bu konuda bizleri uyarmakta ve depremleri tetikleyecek yüksek teknolojik hilekârlık ve düşmanlıklara işaret ve ikaz buyurmaktadır.
“Gerçek şu ki, onlar (zalimler ve hainler, mü’minlere ve İslami girişimlere karşı) hileli planlar kurdular (ve kuracaklardır). Oysa eğer onların (şeytani) hile ve hazırlıkları, dağları yerinden oynatıp kaydıracak (zelzeleler oluşturacak derecede bugün nükleer silahlara ve teknolojik imkânlara dayanmış) olsa bile, Allah katında da (kesinlikle onları boşa çıkaracak ve etkisiz kılacak kudret) planları ve programları vardır! (Allah zalim güçlerin mekir ve tuzaklarını kendi başlarına saracaktır.)”
“Sakın ha, Allah’ı; elçilerine (ve Hakk davetçilerine) verdiği sözden (ve zafer va’adinden) dönecek sanma(yın). Gerçekten Allah Azîz’dir, İntikam sahibidir. (Ey zalimler ve hainler, sizin de zulüm ve hıyanetlerinizin hesabını soracak, saltanatınızı yıkacaktır.)” (İbrahim Suresi: 46-47)
Onların bir planı varsa Allah’ın da bir planı var ve Allah plan kuranların en hayırlısıdır…
Depremin ilk gününden beri şu hadis ve ayet çok dikkatimi çekmişti:
İmam Muhammed Bakır(a.s) buyurdular ki: Şam’da büyük bir fitne çıkar, [b]Haresta denilen bölge sarsıldıkça sarsılır ve 100 bin kişi orada hayatını kaybeder[/b]. Sonra batıdan gelen şimşekler gibi çakan SARI BAYRAKLILAR ([i]Haçlılar-Benu Asfer Irkı[/i]) Şam’a girer ve daha sonra [b]Süfyani zuhur eder[/b]. Süfyani zuhur ettikten sonra Mehdinin zuhurunu ([i]davasının zaferini[/i]) bekleyin(Şeyh Tusi Gaybet adlı kitabı)
İbrahim 46
Gerçek şu ki, onlar (zalimler ve hainler, mü’minlere ve İslami girişimlere karşı) hileli planlar kurdular (ve kuracaklardır). Oysa eğer onların (şeytani) hile ve hazırlıkları, [i][b]dağları yerinden oynatıp kaydıracak [/b][/i]([i]zelzeleler oluşturacak derecede bugün nükleer silahlara ve teknolojik imkânlara dayanmış) olsa bile[/i], Allah katında da (kesinlikle onları boşa çıkaracak ve etkisiz kılacak kudret) planları ve programları vardır! (Allah zalim güçlerin mekir ve tuzaklarını kendi başlarına saracaktır.) ibrahim/46
Haresta; Suriyenin kuzeydoğusu ve hatay sınırında bir şehir. ve depremi bölgesi aynı zamanda. 100 binden fazla insanın ölmesi bugünkü rakamları doğruluyor. İbrahim suresi 46. ayetde geçen dağın kayması Hatay-Gaziantep arasında İdilli denen bölgede oldu.
Süfyan ise aşikar oldu…
Hasılı isterlerse Armageddon için “Tanırıyı Kıyamete Zorlamak” şeklindeki sapık düşünceleriyle tetiklemiş olsunlar, Allah’ın planı işliyor.
Onlar İstanbul’u hedefliyor, Allah olayı yine Amik Ovasına döndürüyor.
Yani hiçbir güçleri yok.
Rabbimiz karşısında bir hiç bile değiller.
Ve yakında çok ağır bir yenilgiyle yenilecekler…
Melhame-i Kübra…
Bu enkazın altında dışarda Siyonizm, içerde RTE, iktidar ve siyonizmin işbirlikçileri kalacaktır…
Bizi Millet yapan, tarihe altın sayfalar yazdıran kutlu değer ve dinamiklerimize sahip çıkarak hasretle özlenen ve inşaallah yakın olduğu gözlenen ADİL DÜZEN’e kavuştur Ya Rabbi!..
İlgili ayet ve hadislerin işaretlerinde… Kutlu haber ve öğretilerde: Deprem ve sel gibi afetlerde; hayatlarını yitiren inançlı kimseler, hükmen şehit makamına ulaşır… Telef olan evleri, barkları ve malları ise sadaka sevabı kazandırır.
Allah’ım bu on ilimizi vuran ve yüreklerimizi dağlayan deprem felaketinde yitirdiğimiz canlarımızı cennetine ve sonsuz saadete ulaştır Ya Rabbi!..
Toplum olarak dayanışma, yardımlaşma ve kucaklaşma şuuruyla, bizleri Milli birlik ve dirlik huzuruna kavuşturup gönüllerimizi yatıştır Ya Rabbi!..
Cennet ülkemiz ve Asil Milletimiz üzerinde sinsi ve şeytani hesapları bulunan zalim güçlere ve hain işbirlikçilerine asla fırsat vermeyip, Kahraman askerimizi ve güvenlik güçlerimizi daima muvaffak ve muzaffer eyle Ya Rabbi!..
Bizi Millet yapan, tarihe altın sayfalar yazdıran kutlu değer ve dinamiklerimize sahip çıkarak hasretle özlenen ve inşaallah yakın olduğu gözlenen ADİL DÜZEN’e kavuştur Ya Rabbi!..
Zalimler için yaşasın cehennem
Biz bir ülkeyi (ve düzeni) helak etmek (ve çökertmek) istediğimiz zaman, oranın “mütref”lerine (yani; haksız ve hesapsız nimet ve servetle şaşıran ve devlet imkânlarıyla şımaran, ülkenin ileri gelen kimselerine) emrederiz (onlara fırsat veririz) ki, orada her türlü fısk-u fesadı (haksızlık ve hayâsızlığı) yapsınlar… Böylece orası için (azap ve helak) sözümüz hak olur. Biz de o (diyarı ve düzeni) darmadağın edip (yerin dibine batırırız).İsrâ Suresi16