İsrail Sorunu Kapsamında:
ERBAKAN’IN PROJELERİNDE BULUŞMAK;
ATATÜRK’ÜN İZİNDE OLMAKTIR!
Bu ilginç başlık, sadece orijinal ve dikkat çekici tespitler yapmak, dışı hoş içi boş benzetmelerde bulunmak için atılmamıştır. Tam aksine, çarpıtılıp unutturulan, doğru diye topluma yutturulan yalanların ve palavraların esir aldığı akılları ve vicdanları, yeniden gerçeklere uyandırmak için yapılmıştır. Çünkü bilim ve fikir adamlarına yakışan, kalıcı ve kucaklayıcı eserler bırakmak isteyen araştırmacı yazarlara yaraşan; sloganik vurgularla hamasi duyguları coşturmak değil, toplum kesimlerine, en azından düşünen ve gerçeklerin peşine düşen kimselere, ufuk açıcı ve umut aşılayıcı doğrular ve bunları destekleyen bulgular sunmaktır.
E.General ve Akademisyen Naim Babüroğlu, 22 Ekim 2023’te FOX TV’deki bir söyleşide şunları aktarmıştı:
“İkiz kulelere yönelik meşhur 11 Eylül hadisesi sırasında NATO’da görevli olarak Amerika’daydım. Aldığım özel bir duyuma göre, dönemin ABD Genelkurmay Başkanı çok gizli bir talimat olarak şu itirafta bulunmuşlardı: “Milli Savunma Bakanlığından, Irak, Sudan, Somali, Suriye’yi parçalayacak ve en sonunda İRAN’a saldırıp bölünmesine yol açacak bir emir aldık!..” Bakınız, maalesef Irak sebepsiz yere açılan savaşla yıkılmış ve parçalanmış, Sudan ve Somali dağıtılmış ve şimdi Suriye perperişan bırakılmış durumdadır. Artık son hedef İran’dır ve ABD ile İngiltere uçak gemilerini bunun için Doğu Akdeniz’e konuşlandırmıştır.”
Sn. General’in dile getirmekten sakındığı asıl sinsi ve Siyonist amaç ise TÜRKİYE’nin parçalanmasıdır. Çünkü BOP’un ve Arz-ı Mev’ud’un önemli bir hedefi de bizim Güneydoğu topraklarımızdır. Unutmayalım, Şanlı Kurtuluş Savaşı’mızla boşa çıkardığımız SEVR Anlaşması’yla, sonradan ortaya çıkarılan BOP haritaları hemen hemen aynıdır… Bu nedenle Erbakan Hocamızın D-8’ler ve İslam Savunma Paktı projesini mutlaka hayata geçirmekten başka çaremiz kalmamıştır. Bunun için Milli Çözüm’e acilen ihtiyaç vardır!.. Çünkü 7 Ekim 2023’ten sonra 3 hafta boyunca, Siyonist ve terörist İsrail’in, acımasız hava saldırıları ve yasaklı fosfor bombaları sonucu; 2500’ü çocuk 6500 Filistinli masum sivil katledilmiş durumdaydı. Çoğu ağır, yaklaşık 20 bin kişi de yaralanmıştı. Filistin’de, bölgede ve yeryüzünde barış ve huzurun sağlanması adına, bu İsrail çıbanının deşilmesi kaçınılmazdı…
Bu arada Atatürk’ü, Milli Mücadele Kahramanlarını ve Cumhuriyet’i kuranları da rahmetle ve minnetle anmalıyız!
Evet, bir kısım devrimleri ve girişimleri, onun ardından kasıtlı olarak değişikliğe ve dejenerasyona uğramıştı… Bazıları Atatürk’ü, kendi İslam düşmanlıklarına ve Batı uşaklıklarına alet etmeye kalkışmışlardı. Atatürkçülük kılıfı altında bu millete olmaz hakaretler ve hıyanetler yapmışlardı… Hatta; ilericilik ve yenilik adına atılan birçok adımın yıkıcı sonuçlarını ve istismarını önleyici tedbirler yeterince alınmamıştı… Ve zaten Atatürk’ün zamanı, imkânları, kadroları ve sağlığı da buna fırsat tanımamıştı… “Ancak, her şeye rağmen; Atatürk’ün gerekli değişimlerini, gerçekçi dönüşümlerini ve Cumhuriyet değerlerini çıkarın… Türkiye’den geriye sadece bir Suriye, bir Irak, bir Afganistan ve bir Yemen kalacaktır!..” tespitleri de elbette haklıdır… Mustafa Kemal, içten içe çürümüş, zahiren var görünse de fiilen çökmüş bazı koflaşmış kurum ve kuralları feshetmiş, ancak sarih ayetler ve sahih hadisler ölçüsünde, akıl ve bilim çizgisinde ve özellikle aklı ve mantığı önemseyen ve önceleyen MATURİDİ düşüncesiyle, çağın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun ve uygar çözümler üretecek saf ve sade bir İSLAM anlayışına zemin hazırlama gayretine girişmiştir. Ne kadar acıdır ve oldukça açıktır ki, bu konuda kendisine destek verecek ilmi yetenek ve cesarette bir âlim de bulabilmiş değildir. Atatürk, başta İmam-ı Azam olmak üzere hemen bütün müçtehitlerin ve yüksek ilim ehlinin üzerinde ittifak ettikleri:
“Kur’an’ın bazı kapalı hüküm ve haberleriyle, AKLIN çeliştiği yerde, aklın icabı o zahiri manaya tercih edilir!..” prensibine uygun olarak; beyni ve bilimi esas alan bazı Batılı kurum ve kuralları alıvermiştir. Çünkü o, maalesef; Kur’an’a, akla ve çağdaş ihtiyaçlara uygun bir anayasa ve ona bağlı kurum ve kurallar oluşturabilen ilim adamları bulamamış, buldukları da onu anlamamış ve destek verememişlerdir. Üstelik bugün bile her lafın başında; “İslam, Kur’an, Ahlâk, Maneviyat!..” diye ucuz kahramanlık gösteren medrese mollalarından tarikat hocalarına, Diyanet prof.larından İslamcı yazarlara, hâlâ Kur’an’a, Sünnet esaslarına, bilimsel doğrulara, temel insan haklarına ve çağdaş standartlara uygun bir ANAYASA hazırlanması hususundaki çağrılarımıza yanıt veren birilerinin çıkmaması, bu iddialarımızı doğrulayan gerçeklerdir. Bu konuda tek ve örnek Anayasa’yı ve Hukuki kurum ve kuralları hazırlama şerefi de Milli Çözüm’e aittir.
Atatürk’ün; Akılcı, İnsancıl, ama Cesur ve Kararlı Barış ve Uzlaşı Tavrı!
Hz. Ali’nin “Susulacak yerde konuşmak ahmaklık, ama konuşulacak yerde susmak ise korkaklıktır!” sözlerini en güzel uygulayan, sadece askeri değil siyasi ve diplomasi sahasında da bir dâhi olduğunu ortaya koyan Atatürk;
• HATAY’ı, tek kurşun atılmadan vatan topraklarımıza katmıştır…
• Azerbaycan’la aramızda bir irtibat yolu açılması lüzumuna inandığı ve öngördüğü için NAHCİVAN’la Aras Nehri arasındaki toprakları kavgasız nizasız, İran Şahı’yla anlaşıp sınırlarımızın içine almayı başarmıştır. Ve şimdi de Ermenistan topraklarından açılacak ZENGEZUR koridoru, Atatürk’ün bu kutlu hayalinin bir sonucu olmaktadır.
• Türkiye Cumhuriyeti topraklarının tapusu sayılan LOZAN Antlaşması, dıştan ve içten pek çok hain ve beyinsiz takımının aleyhte konuşmasına rağmen, hâlâ ayaktadır. Oysa son 100 yıl içerisinde, nice büyük devletler ve şahsiyetlerce yapılan onlarca tarihi anlaşma laçkalaşmış ve çöpe atılmıştır.
• Ve yine Boğazların anahtarını bizim elimize verilmesini sağlayan Montrö Anlaşması da Atatürk’ün akılcı ve dengeleri kollayıcı dehasının bir eseri olarak yürürlükte bulunmaktadır.
Atatürk’ten sonra; akılcı, barışçı, bunun yanında inançlı ve insancıl hedeflere odaklı ve Yeniden Büyük Türkiye ve Adil Bir Dünya sevdalısı tek lider, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dır!
“İsrail Sorunu” gibi, bütün bölgeyi, tüm İslam ülkelerini ve bütün insanlık âlemini yakından ilgilendiren ve doğrudan etkileyen bir konuda; öyle dışarıdan gazel okumak, halkın havasını alıcı nutuklar atmak ve kendi aklınca ve ayarınca garantörlük safsataları ile terörist İsrail’i meşrulaştırmak çabaları, mevcut çıbanı derinleştirip kangrenleştirmekten başka sonuç vermeyecektir. Bu talihsiz tavır, kendi ülkesinin ve milletinin geleceğini de tehlikeye atmak anlamını içerir. Bu nedenle Erbakan Hoca’nın tarihi projelerine sahip çıkmak, sadece ülkemizin ve bölgemizin değil, tüm İslam ve insanlık âleminin de tek kurtuluş çaresidir. Bu kutlu gaye ve gayretlerin peşine düşmek, aynı zamanda Atatürk’ün de izinden gitmek ve hedeflerini gerçekleştirmektir.
ABD Doğu Akdeniz’de 3. Dünya Savaşı’nı mı Başlatacaktı?
ABD tarafından son 40 yıl içinde inşa edilen ilk uçak gemisi olan ve 2017 yılında ABD Donanması tarafından kullanılmaya başlayan USS Gerald Ford uçak gemisi, ‘yüzen kale’ olarak tanıtılmaktaydı. Uzunluğu 335 metre (1100 feet) olan gemi, üç futbol sahasının toplamından daha büyük tasarlanmıştı. Yeni nesil uçak gemileri için sınıfında bir ilk olan gemi, saatte 34,5 mil hızla ilerlemesine olanak tanıyan iki gelişmiş nükleer reaktörden güç almaktaydı; yani atom enerjisiyle çalışmaktaydı. Bu uçak gemisi, uçakları fırlatmak için buharla çalışan mancınıklarla donatılmış eski uçak gemilerinin aksine, bir yandan işletme ve bakım maliyetlerini azaltırken diğer yandan daha ölümcül olma, daha fazla hayatta kalma ve daha çok birlikte çalışabilirlik sağlama açısından önemli 23 farklı teknolojiyi barındırmaktaydı. Gemi aynı zamanda, daha fazla kontrol ve otomasyona olanak tanıyan yeni bir elektromanyetik ateşleme sistemine de sahip bulunmaktaydı.
ABD’nin en yeni ve en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford, İsrail’i desteklemek üzere Doğu Akdeniz’e ulaşmıştı.
USS Gerald R. Ford uçak gemisinin görevleri arasında; İsrail’e silah ve mühimmat sağlamak, İran ve Hizbullah’ı izlemek ve caydırmak da yer almaktaydı. ABD Başkanı Joe Biden, USS Gerald R. Ford uçak gemisini İsrail’i desteklemek için Doğu Akdeniz’e gönderme kararı aldığında ABD ordusunun bu ‘gövde gösterisi’ ile neyi amaçladığına dair çok sayıda soru işareti gündeme taşınmıştı. Hamas Hareketi’nin 7 Ekim Cumartesi günü İsrail’e karşı başlattığı ölümcül saldırıların ardından ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin de, USS Gerald R. Ford uçak gemisini İsrail’i desteklemek üzere Doğu Akdeniz’e kaydırmıştı.
ABD’nin önde gelen savunma sanayi yayınlarından Breaking Defense, USS Gerald R. Ford uçak gemisinin bölgeye gönderilmesini, “ABD’nin İsrail’i savunma konusundaki kararlılığının yansıması” olarak yorumlamıştı. Uçak gemisinin bölgeye gönderilmesi adımının arkasındaki asıl amacın ABD’nin İran’a gönderdiği dolaylı mesaj yanında ABD’li askeri uzmanlar, burada gövde gösterisinin ötesine geçen pratik çıkarlar olduğunu, yani uçak gemisinin ve saldırı grubunun İsraillilerin mühimmat ve silah ihtiyaçlarının karşılanması, istihbarat toplanması, gizli dinleme yapılması, temasların takibe alınıp gerekli bilgilerin sağlanması gibi becerilere sahip olduğunu tüm dünyaya göstermenin amaçlandığını açıklamışlardı.
USS Gerald R. Ford uçak gemisi ve Normandie kruvazörü ile füze fırlatma rampalarına sahip dört muhripten oluşan saldırı grubunun görevlerinden biri de ordusu başka görevlerle meşgul olan İsrail için balistik füze savunması sağlamaktı. ABD merkezli Foundation for Defense of Democracies (Demokrasileri Savunma Vakfı/FDD) uzmanı emekli Amiral Mark Montgomery’ye göre balistik füze saldırılarına karşı savunmanın Gazze Şeridi ya da Lübnan’dan yapılacak olası saldırılara karşı etkili olmayacağını, bu yüzden USS Gerald R. Ford uçak gemisi saldırı grubunun başlıca görevinin, İran’dan İsrail’e yönelik herhangi bir saldırı durumunda balistik füze savunması yapmak olduğunu vurgulamıştı.
USS Gerald R. Ford uçak gemisi ve saldırı grubunu bölgeye göndermesinin sebeplerinden birinin de Hizbullah’ı, savaşı başka cephelere doğru genişletmek gibi yanlış bir karar vermekten caydırmak olduğu yorumlanmıştı. USS Gerald R. Ford uçak gemisi, tüm bunların yanı sıra mühimmat taşıyabilen helikopterleriyle de İsrail’e yardım ulaştıracaktı. USS Gerald R. Ford ve saldırı grubu aynı zamanda çeşitli gelişmiş istihbarat toplama ve temasları izleme becerileriyle de donatılmış durumdaydı. Bu yeteneklerin önümüzdeki olası saldırılardan önce İsrail’e erken uyarıları hızlı bir şekilde iletmek için kullanılabileceği konuşulmaktaydı.
Oysa zahiri güç dengesi İsrail’in lehine dönse de Hamas gerilla savaşında daha uzmandı!
ABD’nin bunak Başkanı Joe Biden, Tel Aviv’in kendisini savunma mecburiyetini ve Gazze’deki Hamas hareketinden kurtulmanın gerekliliğini vurgulamıştı. Bu durum, ABD’nin Ortadoğu’da konuşlandırılan kuvvetlerinin ateş gücünü neden iki katına çıkardığını gayet iyi açıklamaktaydı. Hamas’ın 7 Ekim’de Gazze Şeridi’ni çevreleyen İsrail kasabalarına gerçekleştirdiği ve asla yenilmez, baş edilmez ve karşı gelinmez sanılan İsrail’in paniklediği saldırının ardından ABD yönetimi, İsrail’in tüm silah ve mühimmat ihtiyacını karşılama kararı almıştı.
Ancak İsrail’e bu yardım ve destek girişimleri bir başka hedefe, yani İsrail ile Hamas arasında beklenen savaşın daha da genişlemesini engellemeye yeterli olmamıştı.
İşte bu nedenle Pentagon, İran’ı ve bölgedeki silahlarını daha geniş bir bölgesel savaşa girmekten caydırmak için Doğu Akdeniz’de ve bölgede konuşlandırılan kuvvetlerinin ateş gücünü hızla ikiye katlamıştı. New York Times; “Bu durum Washington’u, İsrail’i ve ABD çıkarlarını savunmak için İran’a hava saldırıları düzenlemeye sevk edebilir.” yorumunu yapmıştı. En yeni ve en büyük Amerikan uçak gemisi USS Gerald R. Ford’un İsrail kıyılarına gelişi, gerekli caydırıcılığı sağlamak için yeterli olmadığından ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, 2. uçak gemisi Dwight D. Eisenhower’ı ABD’nin doğu kıyısından Doğu Akdeniz’e gönderme kararı almıştı. Ayrıca ABD Hava Kuvvetleri, uçak filosu sayısını ikiye katlamak için Körfez bölgesine başka saldırı uçakları da yollamıştı.
Tam bu sırada Çin’in, en güçlü bir deniz filosunu Doğu Akdeniz’e gönderme kararı alması, rahmetli Erbakan Hocamızın şu tarihi tespitlerini hatırlatmıştı:
“Siyonizm’i bir timsaha benzetirsek; bunun üst çenesi Kapitalizm, (ABD, AB, İngiltere), alt çenesi ise Komünizm-Sosyalizm (Rusya ve Çin)dir. Bu iki çenenin zahiren çarpışır görünmeleri, dişleri arasına aldığı avlarını çiğneyip öğütmek ve gövdeyi (Siyonizm’i ve İsrail’i) beslemek içindir!” sözlerinin haklılığı bir kez daha kanıtlanmıştı.
Gazze’deki Savaş, Çıbanın Deşilmesiyle Sonuçlanacaktır!
“Uluslararası denklemlerde ve savaş hallerinde; ya masaya oturursun (yani söz sahibi konumunda bulunursun), ya da masanın üzerinde olursun. (Yani zarara uğrayan ve üzerinde ameliyat yapılan ülke olursun!) Üçüncü bir seçenek yoktur. Bu nedenle işlerin sensiz yürümesine izin vermemelisin!”
Bu tarihi tespitler; hem İran rejiminin (hem Türkiye’nin), uluslararası sahnedeki ve özellikle Gazze Şeridi’ndeki yani Filistin ve İsrail tarafları arasında bir savaşın yaşandığı bölgesel sahnedeki tüm olaylara ilişkin tavrını ve siyaset tarzını özetleyen bir ifadedir. Ki bu ifadeyi, eski İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, bu konuyla ilgili Tahran’da entelektüeller ve araştırmacı gazetecilerle bir araya geldiğinde dile getirmişti.
Evet, bölgedeki her İslam ülkesinin bu savaşın sonuçlarından elde ettiği kazanımları veya uğrayacağı zararları düşünmesi tabiidir. Ancak bundan daha önemli ve öncelikli olanı; imani, vicdani ve insani sorumluluklarının gereğidir.
Hatırlıyorum, bir keresinde, İran ile ABD arasındaki gerilimin zirveye tırmandığı bir süreçte, üst düzey bir İranlı yetkiliye bu gerilimin sonuçlarını ve bilhassa Tahran’ın Körfez sularında bir ABD uçak gemisinin fotoğraflarını yayımlamasının ardından İran’ın ABD güçleriyle bir çatışma peşinde olup olmadığını soruvermiştik. Nisan 2007’deki bu yetkili bana, “İran’ın amacının, Amerikan zulmüne karşı koymak olduğunu” söyledi ve gösterişli bir tavırla ekledi: “Biz İsrail putunu kırmak istiyoruz!”
Hiç şüphesiz İsrail’deki askerî kurumun yaşadığı gerileme ve çaresizlik, tüm tahminlerin üzerindedir. O kadar ki İsrail yetkilileri, üzerinden haftalar geçmesine rağmen HAMAS saldırısının şokunu atlatabilmiş değildir. Hatta yakın bir gelecekte bunun olumsuz etkileriyle başa çıkması da İsrail için çok zor görünmektedir. Özellikle de askerî kurum ile İsrail toplumu arasında, hükümet ile Yahudiler arasında çok ciddi ve derin bir güven bunalımı baş göstermiştir.
Bu moral çöküşü, bölgedeki Müslüman halkların, iktidarların ve tabi Tahran’ın aradığı fırsat olabilir. Bu durum bize, Hamas hareketinin Tahran’la iş birliği içinde olarak ya da olmayarak gerçekleştirdiği askerî operasyonun sağladığı bir gerçektir. Nitekim bu netice, İran eski Dışişleri Bakanı Zarif’in ifadesiyle “İran’ın, bölgenin geleceğine dair herhangi bir müzakere masasında bir koltuk edinmesini sağlayıvermiştir. Ve onun İsrail’in bölgedeki rolünün yükselişine nasıl ve ne yolla engel olacağı?” endişesini gidermiştir.
Çünkü Siyonist ve terörist İsrail, sahip olduğu sinsi rolü; gerek Azerbaycan Cumhuriyeti gibi İran’a en yakın konumda olup onu çevreleyen ve stratejik çıkarlarını tehdit eden bazı ülkelerle kurduğu ittifaklar yoluyla askerî ve güvenlik düzeyde, gerekse başta Türkiye olmak üzere Tel Aviv’in birkaç Arap ülkesiyle imzaladığı sözde normalleşme (İsrail’in gizli ve sinsi projelerine hizmet etme) anlaşmaları ve Suudi Arabistan’la arasındaki herhangi bir yakınlaşmanın, İran’ı kabul etmeye zorlayabilecek dengelerde oluşturacağı değişiklik yoluyla siyasi düzeyde geliştirmişti.
Şimdi Ankara ve Tahran’ın, liderlik rolleri açısından masadaki bu koltuğa oturmaları için gereken şey, Gazze’de İsrail ile Hamas arasında yaşanan savaşta ateşkesin ve askerî operasyonlara son verilmesinin yolunu açabilecek bir anlaşmaya varmak üzere ciddi ve gerçekçi bir baskı oluşturmasından geçmektedir.
“Zira Tel Aviv’in bunu kabul etmesini sağlamak, özellikle Tahran için bir zaferin yarısı kabul edilir. Nitekim bu, hem İran’ın hem de Hamas’ın, Filistin meselesinin olası herhangi bir çözümünden uzak tutulmasını engelleyecektir. Zaferin diğer yarısı da Tahran’ın kritik ve belirleyici anlarda çoğu zaman sergileyebildiği ‘yüksek düzeyde faydacılık ve çıkarcılık’ ile siyasi uzlaşmalar yoluyla elde edecekleridir.” yorumları, İran’ı fırsatçılıkla ve fesatçılıkla suçlama niyetlidir ve İslam Birliği fikrini zayıflatan bir yaklaşım şeklidir.
Bundan hareketle denebilir ki, İran yönetimi ve beraberinde askerî yetkilileri, olayları daha da tırmandırmayı istemeyebilir. Nitekim bu, ateş ve savaş dairesinin Gazze cephesinin yanı sıra bölgedeki başka taraflara doğru genişlemesine kapı açar ki, böyle bir durumda İran’ın da bunun dışında kalması mümkün değildir.
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın çizdiği denklem, belki de İran’ın savaş dairesini genişletmeme ve vardığı seviyede tutuverme arzusunun en iyi ifadesidir. Abdullahiyan’ın “Gazze düştüğünde ve Hamas’ın işi bittiğinde, artık İran’ın Tahran’ı İsrail’in atacağı fosfor bombalarından koruyamayacağını” düşünerek çizdiği bu denklem, İran Dinî Lideri’nin 2012 yılında çizdiği denkleme çok benzemektedir.
O da “Şam’ı savunmanın Tahran’ı savunmak olduğunu ve Şam’ın düşmesi halinde Tahran’ın savunulamayacağını” düşünerek, İran’ın Şam rejiminin lehine askerî olarak müdahale etmesi gerektiğini söylemişti.
İran’daki mevcut yönetim, müttefiki olarak gösterdiği Hamas hareketine destek sağlamaya çalışırken, ikinci bir cephe açılmasın ve savaş yayılmasın diye Lübnan’daki Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın, bu kapışmaya dahil olmaması için kendilerine hâkim olma gayretleri, netice vermemiştir. Aslında ABD ve İsrail de Lübnan’dan Hizbullah’ın saldırmasına engel olmak için çok çaba göstermişlerdir. Ancak daha yüksek bir akıl ve irade bu konuda da galip gelmiştir.
Bu savaşta “eğer bir ateşkese varabilirlerse, savaş dairesinin genişlemesi halinde kazanabileceklerinden çok daha fazlasını bu haliyle kazanabileceklerini, çünkü savaş dairesi genişlerse sonuçların garanti edilemeyeceğini” düşünenler, hiç ummadıkları bir boşluğa düşmüşlerdir. Zira savaş, İsrail tarafıyla sınırlı kalmayarak, Washington’u da, Birleşik Krallığı da doğrudan savaşa girmeye sevk edebilir bir noktaya gelmiştir. İran Dinî Lideri’nin 17 Ekim’de ABD yönetimine hitaben yaptığı konuşmadaki uyarısını da bu denkleme bakarak anlayabilmek doğru bir yaklaşım şeklidir.
İranlı lider, Washington’ın kriz hattına doğrudan girmesinin ardından Gazze’ye yönelik bombalama operasyonlarının devam etmesinin sonuçlarına ilişkin uyarıda bulunurken sarfettiği:
“Olayların gelişmesi veya bölgenin savaş ortamına itilmesi, ABD’nin İsrail’in bekasını korumak için sarfettiği çabaların lehine değildir. Sabrını ve dayanma sınırını kaybetmeye başlayan halklar arasında bir patlamaya yol açmamak adına Washington’ın Gazze’deki askerî operasyonları durdurmaya çalışması gerekmektedir. Aksi takdirde İsrail’in varlığının geleceği ciddi anlamda tehlikeye girecektir.”[1] sözlerinin açılımı ve mesajı nettir ve sanki İsrail’in nasıl korunacağının yöntemleri öğütlenmektedir!..
Oysa biz; Siyonist ve terörist İsrail’in bekasının değil, yıkılmasının ve etkisiz bırakılmasının gereğine inanan kimseleriz. Çünkü bu şekilde, dürüst ve samimi Yahudiler de huzura erişeceklerdir…
Ancak Amerika ve Siyonist azgınlar şunu asla unutmamalıdır!
Şeytani hırsınızı ve hıncınızı tatmin için İran’a füzelerle saldırmaya veya hele İran topraklarının bir bölümüne asker çıkarmaya kalkışmanız; yıkılışınızı hızlandırmaktan başka işe yaramayacaktır. Çünkü İran halkı, Siyonist İsrail’e ve emperyalist ABD’ye karşı, çok bilinçli ve dirençli bir halktır ve İran Devleti her türlü dış müdahaleye karşı hazırlıklıdır. Yani İran’a girmeniz veya füze göndermeniz, ilk etapta size bir avantaj sağlar gibi olsa da, aslında çok çetin ve derin bir batağa saplandığınızı anladığınızda iş işten geçmiş olacaktır.
Bu nedenle ey ABD ve ey İsrail!..
Eğer halklarınızın güvenliğini ve geleceğini düşünüyorsanız, Gazze’ye, Filistin’in diğer kesimlerine ve bölge ülkelerine yönelik her türlü saldırı ve katliamları hemen durdurmanız… Yetmez, ilk etapta işgal edilen tüm toprakları asıl sahiplerine bırakmanız hayati önem taşımaktadır ve kendi menfaatiniz icabıdır… Gerisine sonra bakılacak ve alınacak nihai kararın gereği yapılacaktır!..
Atatürk; Kur’ani esaslara değil, yozlaşma ve yobazlaşmaya… İslam’ın aslına değil, Din istismarına ve koflaşmış kurumlara karşıydı!
Ama onu anlayan ve destek çıkan… Yeni, yeterli ve çağdaş gereksinimleri içerici bir anayasa hazırlığında kendisine yardımcı olan ilim adamları bulabilmiş midir? sorusu ve yanıtı, o süreçle ilgili pek çok iddia ve ithamın anahtarı niteliğindedir.
Örneğin Ömer Nasuhi Bilmen, Atatürk döneminde 14 Şubat 1926 tarihinde İstanbul Müftülüğü Müsevvidliğine (Fetvaların ilk yazılım katipliğine) getirilmiş… 16 Haziran 1943’te (İnönü döneminde) İstanbul Müftülüğüne tayin edilmiştir. 30 Haziran 1960’ta Diyanet İşleri Başkanlığı’na getirilmiştir ama Atatürk’ten sonra yozlaştırılan bazı kurum ve odakların tekrar “Türkçe Ezan-Türkçe Kur’an” safsatalarını dayatmaları üzerine bir yıl sonra DİB’den ayrıldığı bilinmektedir. “Heyet-i Telifiye” (Yeni Eserler Hazırlama ve Kontrolünü Yapma Ekibi) üyeliğinde kazandığı yüksek Fıkıh=Hukuk formasyonu ile, “Hukuk-u İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu” eserini hazırlayıvermiştir. Bu meşhur kitap, Mezhepler arası mukayeseli ve sistematik bir İslam hukuku fetvaları derlemesidir. Bu kitabın ibadetlerle ilgili kısmı, meşhur “Büyük İslam İlmihali” olarak neşredilmiştir.
O dillerde şiirler yazacak kadar Arapça ve Farsça konuşup yazan ve Fransızcaya vakıf olan rahmetli Ömer Nasuhi Bilmen’in hazırladığı Hukuk-u İslamiye Kamusu’nu çok iyi bilen birisi olarak söylüyorum ki, bu ileri derecede bilgi birikimi, maalesef, o güne kadar yapılmış içtihatların ve fetvaların toplanıp derlenmiş halidir. Ancak, yeni, yeterli ve gerekli bir ANAYASA metni hazırlayabilme kabiliyet ve kapasitesinden çok uzak görülmektedir. Oysa Atatürk’ün de sezdiği ve istediği gibi; Kur’an’a ve İslami kurallara uygun olmak üzere, çağdaş ihtiyaçlara ve günümüz şartlarına cevap verecek, akıl ve bilim dayanaklı, ayrıca laik ve demokratik kurumları da ayarlayıcı orijinal içtihatlara yönelik ilmi ve insani bir çaba gerekmektedir. Ve bugün bile “Adil Düzen” projeleri dışında bu ihtiyacı giderici ilmi bir hazırlık hâlâ yapılabilmiş değildir.
Atatürk’ün “Din Karşıtı” Gösterilmesi, Bernard Lewis ve Niyazi Berkes’lerin Uydurmasıdır!
“Amasya’nın Taşhan Oteli’nin giriş kapısını geçtikten hemen sonra, solda kesme taştan yapılma duvarda siyah beyaz bir fotoğraf asılıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1930 yılında bu ilimize yaptığı ziyarette çekilen bu fotoğraf, Atatürk’ün beyaz sakallı, beyaz sarıklı ve yaşlı bir zatla yaptığı bir sohbeti tarihe kaydetmiş bulunmaktadır. Atatürk sağ elini bu muhterem şahsın sol kolunun üzerine koymuş, yüzünde belirgin bir tebessümle yaşlı adamı dikkatle dinlediği anlaşılmaktadır. Fotoğraftaki detayları incelerken, Atatürk’ün yoldan rastgele bir vatandaşla değil de eski bir dostu görmüş olmanın mutluluğunu yaşadığı hissine kapıldım. Haksız da çıkmadım. Fotoğrafı basit bir internet araştırması ile bulup çıkardım. Hatta sohbetin 17 saniyelik video görüntüsüne de ulaştım.
Fotoğrafta Atatürk ile sohbet eden kişi dönemin Amasya Müftüsü Abdurrahman Kâmil Efendi olmaktadır. Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’ndeki biyografisine göre, A. Kâmil Efendi ulema sınıfının bir mensubu olarak vaizlik, müderrislik, müftülük yaparken; Atatürk 1919 yılında Amasya’ya geldiğinde ilk karşılayanlardandı ve onunla uzun bir görüşme yapmıştı. Bu görüşmeyi takiben verdiği cuma vaazında Atatürk’ü cemaatine överek tanıtan A. Kâmil Efendi, Amasya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin üyeleri arasında da yerini almıştı. 1922 yılında artık emeklilik çağında olmasına rağmen, A. Kâmil Efendi bizatihi Atatürk tarafından Amasya Müftüsü olarak atanmış ve ölünceye kadar, 1941 yılına kadar bu görevde kalmıştı.
Bu fotoğraf birçok açıdan şaşırtıcı ve ufuk açıcıdır. Amasya’da çekilen fotoğrafta ise, Atatürk ile samimi bir sohbet yapan Amasya Müftüsü ise sarıklıdır ve şapka devriminden beş yıl sonradır.
Atatürk’ün A. Kâmil Efendi ile samimi fotoğrafı, İslamcı (din istismarcısı) olarak tanınan tarih yazımının çizdiği Atatürk ile uyumsuz bulunmaktadır. İkilinin samimi fotoğrafının çağrıştırdığı esas soru aslında şu olmaktaydı: Son dönem Osmanlı uleması, Cumhuriyet döneminde nerelere kaydırılmıştı? Kapatılan medreselerde ders okutanlar, kapatılan Şeriat mahkemelerinde hakimlik-kadılık yapanlar, İstanbul’da Şeyhülislamlık ofisinde çalışanlar… Evet bu insanlar geri kalan hayatlarını nasıl yaşamışlardı?
Yıllar önce yürüttüğüm doktora çalışmasına bu soruya cevap bulmak için başladım. Bunun için bulabildiğim bütün ulema biyografilerini okuyup araştırdım. Birçoğu Sadık Albayrak’ın 5 ciltlik Son Devir Osmanlı Uleması ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın derlediği İslam Ansiklopedisi’nden olan bu biyografilere göre Cumhuriyet’e yetişen Osmanlı ulemasının büyük çoğunluğu Diyanet İşleri Başkanlığında, Adalet ve Eğitim Bakanlıklarında uygun görevlere atanmışlardı. Bir şekilde devlette memuriyet almayan veya emeklilikleri gelmiş olanlara ise emekli aylıkları ödenmeye başlanmıştı. Cumhuriyet ayrıca, Diyanet kanalıyla son Osmanlı ulemalarından bazılarına önemli yayınlar yaptırmıştı: Muhammed Hamdi Yazır’ın tefsiri ve meali, Babanzade Ahmed Naim’in Buhari Tercümesi ve Şerhi, Ömer Nasuhi Bilmen’in İlmihali ve altı ciltlik İslam fıkhı üzerine çalışması bu yayınlara örnek sayılırdı. Daha da önemlisi bu yayınların binlerce kopyası Anadolu’da müftülük ve camilere yollanmıştı. Belki de daha şaşırtıcı olanı ise, iki ulema mensubu İsviçre Medeni Hukuku’nun tercüme edilip, Türkiye’ye uyarlanmasında görev almıştı.
Bu iki kişiden birisi kadı yetiştirmek için kurulan Medresetü’l Kuzat mezunu Sabri Şakir Ansay, diğeri ise hem seküler hem dini eğitim alan ve bir dönem de Şeyhülislamlıkta çalışan Ebu’l Ula Mardin’di, ki her ikisi de Cumhuriyet döneminde Ankara ve İstanbul Hukuk Fakültelerinde çalışmıştı.
Daha büyük resimden çıkan esas sonuç, Cumhuriyet modernleşmesinin, -İslamcı (din istismarcısı) odakların alternatif tarih okumasıyla iddia ettiklerinin aksine– din karşıtı veya İslam düşmanı olmadığıdır. Bu sonuç esasında sadece söz konusu takımın tarih okumasını değil, asıl konu üzerine Bernard Lewis ve Niyazi Berkes (gibi Siyonist ve materyalist kafalı kişilerin kasıtlı olarak) kurguladığı ve bu döneme kadar Ortodoks akademik duruşu da sorgulamaktadır. Bu duruş, Türkiye Cumhuriyeti’nin din ve devletin katı bir şekilde ayrılığı ile sonuçlanan Fransız laiklik modelini taklit ettiği tezini savunur ki bu temelinden yanlıştır. Halbuki, sadece Diyanet İşleri Başkanlığının varlığı bile söz konusu tezi ciddi bir şekilde sorgulatmakta ve boşa çıkarmaktadır. Diyanet’in varlığı bu kasıtlı ve yanıltıcı tezin savunucuları tarafından genellikle özel bir istisna sayılsa ve Atatürk’ün dini sıkı bir şekilde kontrolü altına alma gayreti olarak yorumlansa da, tarihin seyri ve Atatürk Cumhuriyeti’nin resmi ortadadır.”[2]
E. General Ahmet Yavuz’un Talihsiz Tavrı!..
İsrail’in Gazze’ye yönelik Filistinli Müslüman katliamını bahane ederek Türkiye’de Cumhuriyet’in 100. yıl kutlama etkinliklerini iptal etme kararı alması Cumhur İttifakı’nın istismar politikası yanında, bunların Cumhuriyet’le kan ve kafa uyuşmazlığını da açığa vurmaktaydı. Ama 26 Ekim 2023 tarihinde FOX TV’deki söyleşisinde, aslında İsrail işbirlikçisi ve BOP görevlisi olan AKP iktidarının, riyakârlık amaçlı Filistin edebiyatına karşı: “Bu ulusal bilince ulaşmamış ÜMMETÇİLİK anlayışıdır… HAMAS bir terör yapılanmasıdır… Ve Filistinlilerin ataları Türk askerini arkadan vurmuşlardır!..” anlamındaki iddia ve hezeyanları ise, Atatürkçülük kılıfı sarılmış bir Siyonizm uşaklığıdır. Ayrıca ÜMMET olmak ve bütün mü’minleri kardeş saymak Kur’an’ın emri ve imanımızın icabıdır.
“(Unutmayınız ki!) Ancak (ve muhakkak) mü’minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin (ve bu amaçla, etkin ve yetkin bir barış ve bereket düzenini yerleştirin) ve Allah’tan korkup (haksızlık ve ahlâksızlıktan) sakınıverin; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurât: 10)
Evet biz Hz. Peygamberin hadisiyle: “Bütün insanlar; ya Dinde kardeşimiz, veya yaratılışta eşitimizdir!” ilkesine bağlı Müslümanlarız. Ve ümmet; aynı İslam’a inanan ve her konuda Hz. Muhammed’i (SAV) örnek alan mü’minlerin ortak adıdır.
AB’ye katılıp, Haçlı-emperyalist kıskacında öz benliğimizden koparılmaya, yani yozlaşmış ve ahlâksız Batı’ya dolaylı ümmet olmaya hiç karşı çıkmayanların “Hz. Muhammed Ümmeti” kavramına bu denli düşmanlıkları, ya bozuk ayarlarının ya da karışık damarlarının bir yansımasıdır!..
[1] Independent Arabia / 19 Ekim 2023 / Hasan Fahs
[2] (https://daktilo1984.com/Birol Başkan1 Mayıs 2020)’den özetle ve bazı düzeltmelerle aktarılmıştır.
Erbakan Hocamızın “Atatürk yaşasaydı Milli Görüş’çü olurdu” sözünü esasında Atatürk yaşamı sırasında ortaya koyduğu mücadelesiyle zaten hali hazırda Milli Görüş’çüydü diye amlamamız gerekir zira her ne kadar Milli Görüş davası Erbakan Hocamızın ortaya koyduğu bir kavram olsada işlevsellik bağlamında kuram olarak tarihimizdeki büyüklerimizin bizi şerefli kılan duruşları Milli Görüş ile olmaktadır ve tabi aynı zamanda buna istinaden bütün tutumlarınıda Milli Çözüm ile gerçekleştirmiştir Erbakan Hocamıza kadar Milli Görüş kavramına ihtiyac hissetmememiz gayet doğaldır Çanakkale muharebesinde dedelerimiz sen sağcımısın sen solcumusun diye birbirlerine sorma düşüncesine girmemişlerdi zira hepsi hali hazırda Milli Görüşçü idi ne zamanki Cumhuriyet döneminde Atatürk’ten sonra Siyonistler planlarına piyon olarak kendi amaçlarına hizmet etmeleri için bütün dünyadada olduğu gibi ülkemizdede sanki birbirinin alternatifiymiş gibi hangisi iktidara gelirse gelsin hükmünü yürüttüreceği millilik gayrimillilik olarakta algılanmaya iten sağcılık solculuk diye nitelendirdiği iki düşünsel yaklaşımını zerk etti işte bu şartlar üzere Erbakan Hocamız kökleri insanlığın Hak batıl mücadelesinde Hakka tarafgirliğe dayanan davasını Milli Görüş kavramıyla nitelendirmek durumunda kaldı ve zaten Milli Görüş 1-Aklı selime 2-Müsbet bilime 3-Tarihi birikime 4-Vicdani kanaate 5-Evrensel kaidelere ve 6-Tüm bu unsurlara dayanmamızı öğütleyen ve bu unsurlara dayananlara kendisinin hüküm ve hikmetlerini açan Kur’an’ı Kerim’e dayanan görüştür
“İsrail Sorunu” gibi, bütün bölgeyi, tüm İslam ülkelerini ve bütün insanlık âlemini yakından ilgilendiren ve doğrudan etkileyen bir konuda; öyle dışarıdan gazel okumak, halkın havasını alıcı nutuklar atmak ve kendi aklınca ve ayarınca garantörlük safsataları ile terörist İsrail’i meşrulaştırmak çabaları, mevcut çıbanı derinleştirip kangrenleştirmekten başka sonuç vermeyecektir. Bu talihsiz tavır, kendi ülkesinin ve milletinin geleceğini de tehlikeye atmak anlamını içerir. Bu nedenle Erbakan Hoca’nın tarihi projelerine sahip çıkmak, sadece ülkemizin ve bölgemizin değil, tüm İslam ve insanlık âleminin de tek kurtuluş çaresidir. Bu kutlu gaye ve gayretlerin peşine düşmek, aynı zamanda Atatürk’ün de izinden gitmek ve hedeflerini gerçekleştirmektir.
Atatürk’ten sonra; akılcı, barışçı, bunun yanında inançlı ve insancıl hedeflere odaklı ve Yeniden Büyük Türkiye ve Adil Bir Dünya sevdalısı tek lider, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dır!
Hak Batılı Galebe Çalacak!
Eskilerimiz ne güzel söylemiş: Güneş balçıkla sıvanmaz. Bu toprakları bize vatan bırakan ceddimizin; hayırlı ne kadar ameli varsa hep kötülenmiş, bizimle olan bağları kopsun diye ne gerekiyorsa yapılmıştır. O kadar ki bu hayırsız çaba bu ülkeyi bize vatan bırakanlara karşı bile ortaya konulmuş ve en çok da rahmetli Atatürk bu saldırılara maruz kalmıştı. Yaşarken siyonizme soktuğu kazığın acısını içinden atamayan siyonist uşağı mason kafalılar her türlü rezilliklerine sözde “Atatürkçülük” tabelası takarak aziz hatırasından intikam almaya çalışmışlardı. Ancak başta da dediğimiz üzere güneş balçıkla sıvanamaz. Ülke tarihimizde ilk defa Üstad Ahmet Akgül tarafından ortaya koyulan bir tavırla Cumhuriyetimizin kurucusu Aziz Atatürk’ün aslında kim olduğu ve bizim için önemi objektif bir gözle anlatılmıştır. Bugün her taraftan, açılan bu çığıra ses verilmekte ve halkımız gerçek olan, bizim olan Atatürk’ü tanımaktadır. İnşallah bu gerçekler gün yüzüne çıktıkça da bağımsızlık karakterli bu millet tüm batıl sistemleri ataları gibi çarpacak, inşallah Hak batılı galebe çalacaktır.
“Atatürk’ten sonra; akılcı, barışçı, bunun yanında inançlı ve insancıl hedeflere odaklı ve Yeniden Büyük Türkiye ve Adil Bir Dünya sevdalısı tek lider, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dır!”
*****
Yıllarca; aslında aldığımız nefesi hür özgür inanç ve ahlak çerçevesi içerisinde vermemizi borçlu olduğumuz Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarına bilinçli olarak düşman edildik.
Ne zamanki Erbakan Hocamız,Gazi Mustafa Kemal ile ilgili bize hakikatleri altı yaşında bir çocukla bir profesörün anlayabileceği şekilde ve en çarpıcı belgelerle anlattı,Ahmet Akgül Hocamız bu belgeleri anlayıp kavramamıza sebep oldu,kalbimin en derininden bir pişmanlık ve mahcubiyet duydum.
Yillarca dualarımla, özellikle geçtiğimiz yıl 10 Kasım vesilesi ile Anitkabirimizde Mustafa Kemal Atatürk’ün kabrini ziyaret etme fırsatı bulduğumda şahsı manevisinden özür dileyip helallik istedim.
Yukarıda makaleden kopyalayıp yapıştırdığım bölümde ifade edildiği gibi;
Akılcı, barışçı,inançlı,insancıl hedeflere odaklı,Yeniden Büyük Türkiye/Adil Bir Dünya sevdalısı iki lider..
Necmeddin Erbakan
Mustafa Kemal Atatürk
Malesefki özellikle bizleri düşman edip büyük bir çabayla uzaklaştırmışlar her ikisindende yıllarca.
Geçtiğimiz günlerde kutladığımız Cumhuriyetimizin 100. yılı vesilesi ile Gazi Mustafa Kemal ve kahraman silah arkadaşlarına teşekkür ve dua içeren bir durum yapmıştım.Onca zulüm yıkım ahlak tahribatı vs ile ilgili yaptığım hiç bir duruma dönmeyen sözüm ona yakınlarım arkadaşlarım Cumhuriyet kutlamama,Atatürk’e teşekkür etmeme zehir zemberek yazılar ve hakaretlerle dönmüşler ağza alınmayacak ithamlarda bulunmuşlardı.
Ve yine aynı kişiler,yıllar evvelde Erbakan Hocamızla ilgili aynı talihsiz cümleleri kurmuşlar, ağızlarının payını almışlardı..
Anladım ki;siyonizm kendisine maşa olmayacak lidere halkını düşman eder..
Anladım ki;siyonizm başa çıkamayacağı kişiyle milletinin arasını açıverir..
Anladım ki;meyveli ağaç taşlanır..
Anladım ki;kahramanlar dışlanır..
Ve yine anladım ki;”Hangi planlar kurulursa kurulsun,er geç hakeden hakettiği değerle buluşur..
Ve yine yeniden anladım ki;Atatürk ve Erbakan fikirleri ve projeleri Milli Çözüm tarafından tüm yeryüzünde yaşanır kılınır inşallah.
Ruhları şaad olsun ????
“(Unutmayınız ki!) Ancak (ve muhakkak) mü’minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin (ve bu amaçla, etkin ve yetkin bir barış ve bereket düzenini yerleştirin) ve Allah’tan korkup (haksızlık ve ahlâksızlıktan) sakınıverin; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurât: 10)
Evet biz Hz. Peygamberin hadisiyle: “Bütün insanlar; ya Dinde kardeşimiz, veya yaratılışta eşitimizdir!” ilkesine bağlı Müslümanlarız. Ve ümmet; aynı İslam’a inanan ve her konuda Hz. Muhammed’i (SAV) örnek alan mü’minlerin ortak adıdır.
Aziz Erbakan Hocamızın Anlattığı Temel Esaslarımız
1.temel esasımız ‘’Bir kavim saadet bulamaz, kendisini islah etmedikçe’’
Onun için aziz milletimize sesleniyorum: ESKİ DEVİR KAPANDI. FUTBOL TAKIMI TUTAR GİBİ SEN SAĞCISIN ÖBÜRÜ SOLCU BU BOŞ LAFLARI BIRAKIN HAKTA BİRLEŞELİM. Geliniz bütün insanlığa en hayırlı hizmeti yapalım.
2. Temel esasımız şudur: Bir kavmin içinde hakkı tebliğ eden bir zümre bulunursa Allah o zümreye hidayet verir onların yüzü suyu hürmetine o kavme saadet verir. Bundan dolayıdır ki kardeşlerimizin , inananların, hakkı tavsiye eden sıfatını kazanmalarını gerekmektedir. Buda ancak canla başla çalışmayla mümkündür.
3. Temel esas şudur: Üzülmeyin gevşemeyin inanıyorsanız üstünsünüz. Bundan dolayıdır ki batılların hepsi yok olacaklardır. Biz burada değişmez kanunları konuşuyoruz. İnanıyorsanız üstünsünüz, yoksa başkasını taklit ediyorsanız uşaksınız.
4. temel esas ise: Zafer inananlarındır ve zafer yakındır.
5. temel esasta: Allah nurunu tamamlayacaktır.
Filistin’de hayat artık durmuş, İsrail köpekleri azmış aygır gibi salyalarını akıtırken Türkiyede tüm kesimler vicdan bastırırcasına, yürüyüşlerle ve göstermelik boykotlarla uzatmaları oynuyorlar.
Atatürk’ü Ve Erbakan’ı Doğru Anlamak Siyonizm Tehlikesini Bertaraf Etmek İçin Hayatiydi!.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İzinde Olduğunu Söyleyenler Bu Konuda Samimi İseler Necmettin Erbakan’ın Projelerine Sahip Çıkmalıydı.
Akp İktidarı Erbakan Hocanın Projelerine Sahip Çıkmaktan Çok Uzaktı. Ama Mazlumlara Sahip Çıkıyor Havası İmajı İle Halkımızı Avutuyorlardı Ve Maalesef Mazlumların Katline Dolaylı Destek Oluyorlardı.
Ülkemizde sağcı solcu milliyetçi dindar kimlikli hangi kesimde olursa olsun Emperyalizm ile Siyonizm ile gizli açık İŞBİRLİKÇİ olan herkes ülkemizin bekası adına denetim altına alınmalı ve ülkemiz İslam alemi ve tüm insanlığı kurtaracak milli ve manevi cesur bir lider etrafında demokratik yollarla MİLLİ MUTABAKAT sağlanmalıdır. Atatürk ve Erbakan’ın Milli ve Evrensel fikir ve projeleri üstün bir siyasetle hayata geçirilmelidir. Bu konuda gecikmek hem mazlumlara merhametsiliktir hem de ülkemizin bekasını tehlikeye atmaktır.
Kurtuluş Savaşı’mızla boşa çıkardığımız SEVR Anlaşması’yla, sonradan ortaya çıkarılan BOP haritaları hemen hemen aynıdır… Bu nedenle Erbakan Hocamızın D-8’ler ve İslam Savunma Paktı projesini mutlaka hayata geçirmekten başka çaremiz kalmamıştır. Bunun için Milli Çözüm’e acilen ihtiyaç vardır!.. Çünkü 7 Ekim 2023’ten sonra 3 hafta boyunca, Siyonist ve terörist İsrail’in, acımasız hava saldırıları ve yasaklı fosfor bombaları sonucu; 2500’ü çocuk 6500 Filistinli masum sivil katledilmiş durumdaydı. Çoğu ağır, yaklaşık 20 bin kişi de yaralanmıştı. Filistin’de, bölgede ve yeryüzünde barış ve huzurun sağlanması adına, bu İsrail çıbanının deşilmesi kaçınılmazdı…
Milli Çözüm ve Üstat Ahmet Akgül;gerek toplumumuzda birbirlerine karşı kutuplaştırılıp kışkırtılan kitlelerin (Atatürkçü- Dindar, Sünni-Alevi,Milliyetçi- Sosyal Demokrat,Modern-Geleneçi…vb) birbirlerini daha iyi anlamalarını…Bu farklılıkların zıtlaşma ve kutuplaşma değil!..Zenginlik,uzlaşma,yardımlaşma ve dayanışma unsurları olabileceğini…söylem ve eylemleriyle ortaya koymuş ve Milli Birlik ve dirliğiğimize çok büyük katkılarda bulunmuştur!
Özellikle;büyük ilim ,fikir ,siyaset ve devlet adamı Prof Dr Necmettin Erbakan Hocamızın en özel bir talebesi ve takipçisi olmaları nedeniyle! ..Yaşanan ulusal ve evrensel sorunların;hem doğru tespit ve teşhisi;hem de ilmi,insani,gerçekçi ve gerekli çözüm yollarının bulunması konularında… oluşan büyük boşluğu; en doğru ve doyurucu şekilde doldurarak!..Milletimiz ve insanliğa umut aşılamış…Çözümsüz olmadığımız müjdesini en güçlü şekilde vermişlerdir!..
Ayrıca Üstad AKGÜL;ortaya koydukları orijinal tespit ve yaklaşımları ile, bilim insanlarına, gençliğimize,bütün toplum katmanlarına,tüm insanlığa ve Devlet Aklına!..çok kıymetli yaklaşımlar, çözümlemeler sunmakta…Kıymetli ilmi makaleler ve eserler ortaya koymaktadırlar!…Milli ruh ve bünyemizin ideal ölçüler çerçevesinde yeniden şekillenmesini sağlayacak bu çalışmalar;inşallah Milli bir Şahlanış’la taçlanacaktır!..
7 Ekim AKSA TUFANI Şahlanışından bu yana yaşanan yeni süreçte;şişirilen balonlar patlamış…mevcut dünya sisteminin tamamen tıkandığı ve tam bir fiyasko yaşadığı,
her kesim tarafından apaçık anlaşılmış!..İnsanlığın topyekün yeni,gerçekçi ve gerekli!..çözüm önerilerine ihtiyaç duyduğu bir kez daha!.. Çok daha bariz ve çok çok daha ACI ŞEKİLDE aşikar olmuştur!..
Bu bağlamda yeniden ifade etmek gerekir ki; ERBAKAN Hocamızın ortaya koydukları; D-8’ler, Adil Düzen, Yeni Bir Dünya…projeleri ise insanlığın yeğane çıkış noktasını temsil etmektedir!..Bu projelerin en gerçekçi şekilde; önemine ve gereğine inanıp-anlayan!..En bilinçli ve doğru şekilde üzümseyip kavrayan!..Ve dünya insanlığına alternatif bir proje olarak ortaya koyan yegane isim Üstat Ahmet Akgül olmaktadır!..
Millet olarak bu büyük kıymetin farkına vararak,değerini bilmek!.. Allah’ın inayetiyle;Tüm mazlumların göz yaşını silecek,zalimleri etkisiz leştirecek!.. Her dinden, her düşünceden,bütün kültür ve kökenden tüm insanların, barış ve bereket içinde yaşayacağı “Adil Bir Düzen”e ulaşılmasını sağlayacak!.. Böylelikle; tarihteki şerefli misyonumuza- hem de küresel bazda-yeniden taşıyacak…Tüm insanlığa YAŞANABİLİR BİR DÜNYA sunularak yepyeni ufuklar açılmış olacaktır!..
Atatürk’ü en iyi anlayan lider, Erbakan Hoca’dır!
Atatürk ve Erbakan Hoca;
Hayatı cihad ile geçmiş, antiemperyalist, Milli, tam bağımsız ve kalkınmış bir Türkiye hedefleyen ancak sürekli ihanete uğrayan Türkiye’nin en büyük iki lideridir.
Maalesef Atatürk döneminde ki Alimlerin çoğu, Atatürk’e yardımcı olmak yerine karşısında durmuyı tercih etmişlerdir.
Atatürk’ün, İran şahı ile yaptığı anlaşma müthiş siyasi dehasının göstergesidir.
Zira, İran ve Türkiye’nin tarihten gelen büyük bir sorumluluğu vardı.
Doğu ile Batıyı birleşmesi olarak nitelendirilen, Müslüman Şii’lerin lideri sayılan İran ile Türkiye’yi tarihte ilk kez aynı masaya oturtan ve İslam Birliğinin temelini oluşturan Erbakan Hoca, vefatından kısa süre önce de İran gezisine çıkmıştı ve bunun hikmetleri çok yakın zaman da gün yüzüne çıkacaktır İnşAllah.
Tıpkı Türk Hükümetinin yanlışları olduğu gibi İran Rejimininde yanlışları vardı ancak Türk halkı ile AKP hükümetini aynı kefeye koymak ne kadar yanlış ise İran Rejiminin yanlış tutumlarından İran halkını sorumlu tutmakta bir o kadar yanlıştı.
Çünkü Türkiye öncülüğünde kurulacak bir İslam Birliği; Siyonist ve Emperyalistlerin korkulu rüyası olacaktır!
Bugün Atatürk ve Erbakan Hocayı birbirlerine zıt kutuplar olarak göstermeye çalışanlara ve istismar edenlerin karşısında ki tek oluşum ise Milli Çözüm olmaktadır.
İnşAllah en kısa zaman da gerçek Atatürkçüler ve sadık Milli Görüşçüler bütün oyunları bozacaktır!
Allah nurunu tamamlayacak!..
Tabiki milli mücadelede Atatürk’ün payı büyük ama Erbakan gibi maneviyatı yüksek, üstün bir beyin olan bir şahısla aynı kulvarda değerlendirilmemeli. Atatürk Filistin konusunda hassas davranmıştır ama Erbakan hoca ümmetin ve tüm insanlığın kurtuluşu için çaba sarfetmiş olması sebebiyle bu konuda da aynı gibi gösterilmemeli. Erbakan hoca tüm ömrünü Allah rızası için geçirdi unutmamak lazım. Yani Atatürk zeki, mücadeleci, vatansever, cesur idi. Ama Erbakan hoca da zeki, cesur, vatansever, mücadeleci olmasının yanında manevi yönü ile gerçek bir mücahitti. İnşallah anlatmak istediğim husus anlaşılmıştır.
Nadir Gözcü Bey,
Atatürk’ün maneviyatsız olduğunu nasıl anladınız?!… Yanlış düşündüğünüze dair şu örnek yeterli olmalı size.
Hatırlayınız İstiklal Marşı yazılması için 500 lira ödül konmuş ve yüzlerce 700 küsür tane diye hatırlıyorum yarışmaya gönderilen hazırlıklar olmuştu… ve Atatürk Mehmet Akif’in yazdığını kabul etmiş ve onu seçmişti. Mehmet Akif’in kaleme aldığı şimdiki marşımızı eğer Atatürk dinsiz imansız İslamsız sizin tabirinizle MANEVİYATSIZ olsaydı okadar şiirin içinde Mehmet Akif’inkini seçer miydi?!!!
Örnekleri artırmak çok mümkündür… Ama beyinlerde çizilmiş Atatürk maneviyatsız ise size buraya yüzlerce örnek yazsam da önyargılarınızı kırmadıkça anlamazsınız… İmanın tarifini yaparken çeşitli tarifler yapılabilir ama şöyle de yapabiliriz: İMAN , ANTİEMPERYALİST olmaktır diye tarif etsek herhalde yanlış olmaz… Atatürk her daim Siyonistlere emperyalistlere karşı olmuştur… İlk defa masonluğu kapatan, ülkemizden kovan kimsedir Atatürk… Kendi cebinden parasını vererek Kuran Meali yazdırtan liderdir… Atatürk’ü , siyonistler işbirlikçileri eliyle saligran denen zehirle hayatına son vermişlerdir malum.. Filistin duyarlılığı zaten bilinen bir gerçek…
Sevgili Nadir bey, zaman Türkiye’nin ve tüm mazlumların aleyhine işlemektedir. Bir an önce harekete geçilmesi , bütün milli ulusal düşüncelerin , her türlü görüş ayrılıklarını geride bırakarak , güçlerini birleştirmeleri , bütün varlığını bir noktada toplamaları, zorunluluk haline gelmiştir. Kuvayi Milliye ruhuyla yeniden topyekün bir Milli Kurtuluş duyarlılığı ve stratejisi oluşturulmalıdır. Ve Cumhuriyet yeniden, bilhassa kimsesizlerin kimsesi olmalıdır. İşte görüyoruz Türkiyeyi Akp iktidarı yönetmemektedir. Dış politika ABD’nin güdümünde. Hala Filistine TSK yı Mehmetciğimizi gönderemediler.Atatürk en onurlu eylemlerde bulunmuştu.. İç politikamızı AB belirlemekte.. İşte İstanbul Sözleşmesi – Lgbti meşruiyeti – Zinanın suç olmaktan çıkarılması, vb.Atatür evli bekar erkek ve kadınlara 6aydan 3yıla kadar zina edene ceza kanunu çıkarmıştı. Maneviyat ehli görünen AKP İSE BU CEZAYI KALDIRDI ZİNA SUÇ OLMAKTAN SAYILMIYOR ARTIK… Manevatlı olmak öyle görüntüde olmuyor demekki.. .. Ekonomimiz Faizci kapitalist sömürü düzeninin denetiminde… Kanunlar Brüksel’den gönderilmekte vs… Velhasıl topyekün bir değişim Türkiye merkezli Yeni bir dünya kurmak gerekiyor… Kısacası Aziz Erbakan Hocamızın projelerini öğretilerini öğütlerini ADİL DÜZEN VE İSLAM BİRLEŞMİŞ MİLLETLERİNİ , İSLAM ORTAK PAZARINI, İSLAM ORTAK DİNARI , İSLAM SAVUNMA PAKTINI İSLAM BİLİM VE TEKNOLOJİ VAKFI gibi ulusal teşkilatları kurulmadan insanlığın saadeti mümkün değildir.
Not: BİZİM ATATÜRK isimli Ahmet AKGÜL’ÜN KALEME ALDIĞI eseri hassaten okumanızı rica ediyoruz… Kitap için Milli Çözüm şubelerinden biriyle görüşürseniz ( http://www.millicozum.com dan temin edilebilir) size o eser gönderilebilir..
Erbakan Hocamızın buyurdukları: Milli Görüş’ün Kimyasının ilk maddesi MANEVİYATÇI olmaktır. “Maneviyatçılık demek: Ahirete inanmak ve ahireti üstün tutmak demektir. Yani dünya için ahiretini satmamak, makam ve menfaat hatırına Hak davadan sapmamaktır!”
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde Maneviyatçıları “Allah yolunda cihat edip çarpışanlar” olarak tarif etmektedir.
“Öyle ise dünya hayatını (nefsi rahatını ve menfaatini feda edip manen) satarak, karşılığında ahireti kazanmak isteyenler, Allah yolunda (cihad edip) çarpışsınlar. Ve her kim Allah yolunda (çalışır ve) çarpışırken (eceliyle veya zalimler eliyle) öldürülürse, veya (düşmanlara) galip gelirse, (her iki halde de) Biz ona büyük bir ecir (sonsuz bir mutluluk ve mükâfat) vereceğiz.” (Nisâ Suresi 74. Ayet)
Ve inanları “Allah yolunda seferber olup topluca cihada çıkınız” dendiği zaman “ürkeklik ve gevşeklikle ağırlaşarak yere çakılıp kalanları” şöyle uyarmaktadır:
“Ey inananlar! Size ne oldu ki: “Allah yolunda seferber olup (topluca cihada) çıkınız” dendiği zaman (ürkeklik ve gevşeklikle ağırlaşarak) yere çakılıp kalıyorsunuz? Yoksa ahireti bırakıp, dünya hayatına (rahatlığına ve çıkarına) mı razı oldunuz? (Hâlâ anlamıyor ve inanmıyor musunuz?) Hâlbuki dünya hayatının nimet ve lezzeti ahirete nazaran pek az (ve kıymetsizdir).” (Tevbe Suresi 38. Ayet)
Şimdi bu ölçülere göre; “Mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız” diyen ATATÜRK mü maneviyatçı değilmiş!
Atatürk’ü, Milli Mücadele Kahramanlarını ve Cumhuriyet’i kuranları rahmetle ve minnetle anıyoruz!
Milli Mücadelelerini yapan Hamas Mücahitlerinin başlattığı “AKSA TUFANI” herkesin ve her kesimin ayarını ortaya koymaktaydı.
Siyonist işbirlikçisi BOP uşaklarını destekleyip İslamcı geçinenlere hodri meydan!
Haydi, ATATÜRK gibi “Mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız” desinler de görelim!
Kanını canını İslam’ın kutsalları için ortaya koyamayan hiç kimse Atatürk’e dil uzatmasın!
Atatürkçü geçinip Milli Mücadelelerini yapan Hamas Mücahitlerine terörist diyenler de Atatürk istismarcılarıdır!
İşte Erbakan’ın projelerinde buluşmayan ve Atatürk’ün izinde olmayanların hali:
İslâm İşbirliği Teşkilatı Gazze’deki katliamların 35. gününde ancak toplayabilmişler.
Sonuç: “İsrail’in Gazze’deki katliamları kınamışlar, ateşkes ve uluslararası topluma çağrı yapmışlar…”
Tabi hiç utanmamışlar!
MANDACI zihniyetle İŞBİRLİKÇİ Zihniyeti aynıdır!
Şanlı Kurtuluş Savaşı’mızla boşa çıkardığımız SEVR haritaları ile Siyonist işbirlikçilerin BOP haritaları aynıdır ve amaç Arz-ı Mev’ud hedefine ulaşmaktır, yani ülkemizi İsrail’e vilayet yapmaktır!
Bu nedenle Erbakan Hocamızın D-8’ler ve İslam Savunma Paktı projesini mutlaka hayata geçirmekten başka çaremiz kalmamıştır. Bunun için MİLLİ ÇÖZÜM’e acilen ihtiyaç vardır!..
Filistin’de, bölgede ve yeryüzünde barış ve huzurun sağlanması adına, bu İsrail çıbanının deşilmesi kaçınılmazdır…
İşte bu zafer Milli Çözümün Üstad Ahmet Akgül Hocamızındır.
Atatürk’ün doğru anlaşılması yönündeki Üstad Ahmet Akgül Hocamızın çalışmalarının ne kadar mühim olduğunu bugün bir kez daha idrak ediyoruz.
Üstün gayretleri sonucunda, ülkemizde Atatürk’e bakışa “farklı, milli, gerçekçi” bir bakış getirmiş, milletimize ikna etmeyi başarmış, devlete hakim merhalesine gelmesine vesile olmuştur.
.
Artık devletimiz
milletimiz “Atatürk istismarcılığı yapılarak” Filistin’i (Müslümanları,
İslam’ı, Siyonizm’in düşman olduğu Türkiye’mizin milli ruhunu) yalnız, çaresiz bırakılması
oyunlarına (kamuoyumuz) gelmemektedir.
İşte bu zafer
Milli Çözümün Üstad Ahmet Akgül Hocamızındır.
Bu bağlamda
yukarıdaki makale, Siyonizm’i memnun eden “sığ güdümlü bakıştan, yobaz
anlayıştan, gerici kafadan, insafsız inkârcı yaklaşımdan” kurtulmak adına
muhteşem bir analiz.
Siyonizm’in
100 yıllık planını, milyar dolar girişimini bir kişi bozabilir mi?
Allah’ın izni ile işte böyle çöpe atar.
Unutmayalım, Şanlı Kurtuluş Savaşı’mızla boşa çıkardığımız SEVR Anlaşması’yla, sonradan ortaya çıkarılan BOP haritaları hemen hemen aynıdır… Bu nedenle Erbakan Hocamızın D-8’ler ve İslam Savunma Paktı projesini mutlaka hayata geçirmekten başka çaremiz kalmamıştır. Bunun için Milli Çözüm’e acilen ihtiyaç vardır!..
Bir devlet milli bayramlarını kutlamayamaz ise dini bayramlarını kutlayacak bir devlet bulamaz.