YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
662d5bc03656d
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 0
Bugün : 23929
Dün : 22282
Bu ay : 653025
Geçen ay : 453014
Toplam : 23431989
IP'niz : 18.222.179.186

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

KELİME-İ ŞEHADET NEDİR? [1]

İMAN HAKİKATİ VE TECELLİ HİKMETİ

      

Kelime-i Şehadet, Allah ve Resulünün nurunu bir arada bulunduran bir nurun izharıdır…

Kelime-i Şehadet, Allah ve Resulünün, “varlıklarının birlikte zikredildiği” en yüce bir tevhid ilanıdır.

Kelime-i Şehadet, Allah ve Resulünün, birbirlerine şehadetleri ve varlık sırrının ispatıdır…

Kelime-i Şehadet, hem imanın, hem de insanın varlığının esasını teşkil eden bâki bir nur ve sonsuz bir huzur kaynağıdır.

Kelime-i Şehadet, Adem’in ve âlemin yaratılmasına sebep olan, ezeli nurun yansımasıdır.

Kelime-i Şehadet, kökü Arz’ın derinliklerinde, dalları semada olan bir tevhid ağacıdır. Yani, şecere-i tubadır.

Kelime-i Şehadet, Allah ve Resulü ile, insan arasında ezeli ve ebedi bir rabıtadır.

Kelime-i Şehadet, imanın esası, ihlası ve ikrarıdır.

Kelime-i Şehadet, Allah’ın rahmeti, hidayeti ve tevfikidir.

Kelime-i Şehadet, bütün mevcudatın anasırı ve terkibidir. Allah’ın muradı, yaratılanların gayesidir. Resulüllah’ın şefaati, evliyanın himmetidir.

O halde “Kelime-i Şehadet nuru”; en yüce rahmet, en yüce hidayet, en yüce tevhid, en yüce şefaat, en yüce himmet olarak mü’minler için; dünya ve ahiret saadetinin anahtarıdır.

“Kelime-i Şehadet nurunu” çeşitli cihetleriyle kısaca tanımladıktan sonra, onun varlığının mahiyetinden, iman ve insanla münasebetinden, zahiri ve manevi şahsiyetinden, ezeli ve ebedi mevcudiyetinden bahsedebiliriz.

Kelime-i Şehadet nurunun mevcudiyeti, evvela Allah ve Resulünün mevcudiyeti ile ilgilidir. Çünkü Kelime-i Şehadet nuruna vücut veren, yani onu meydana getiren nur, “Allah’ın Zat nuru” ile Zatından yarattığı “Muhammed nuru”dur.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmemi istedim. Âlemi yarattım, nimetlerimi sevdirdim. Böylece Beni bildiler.”[2]

Bu kudsi hadisten anlaşıldığına göre; Kelime-i Şehadet nuru, Allah’ın Zatında gizli bir hazine olarak mevcut iken, bilinmek isteyen Allah, ilk olarak Muhammed nurunu yaratarak, O’nu Kelime-i Şehadet nurunun sebebi, bir unsuru ve rüknü kılmıştır. Bundan sonra her şey O’nun için ve O’nunla birlikte yaratılmıştır. Fahri âlem Hazreti Muhammed (SAV) bu ezeli varoluşu: “Adem, toprakla su arasında iken Ben Peygamber idim.”[3] hadisiyle haber vermektedir. Allah’ın, Zatı için yaratarak, Zatına muhatap kıldığı Muhammed (SAV) nuru, yaratıldığı anda, Allah’ın Zatına karşı vahdaniyet şehadeti getirmiştir. Allah’ın varlığına ve vahdaniyetine karşı getirilen bu şehadetle, Kelime-i Şehadet nuru meydana gelmiştir. Böylece Muhammed (AS) nuru, Allah’ın Zat nurunu özünde bulundurarak, “Kelime-i Şehadet nuru” sıfatını kazanmış bulunmaktadır. Allah, kendi nurundan Muhammed (SAV) nurunu, Muhammed (SAV) nurundan da Adem’i ve kâinatı yaratmıştır. Bu durumu Resulüllah: “Ben Allah’ın nurundanım, mü’minler ise Bendendir.”[4] hadis-i şerifiyle açıklamışlardır.

Kelime-i Şehadet nuru; bütün mevcudatın varlığına sebep olan, Allah ve Resulü ile kulları arasındaki rabıta olan, zahiri ve manevi, (yani hem görünen, hem de gizli) ezeli ve ebedi varlığı ve şahsiyeti olan bir nur olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kelime-i Şehadet nuru, Adem (AS)’ın ve âlemin yaratılmasına sebeptir. Bir kudsi hadiste: “Habibim Sen olmasaydın, bu âlemleri yaratmazdım.”[5] buyurulmaktadır. Bu kudsi hadisten anlaşıldığına göre; her şey Kelime-i Şehadet nuru olan Muhammed nurunun hürmetine ve O’nun için yaratılmıştır. (Muhammed nuru) Bütün yaratılanların, (hem) yaratılış sebebi, (hem) maksadı, (hem de) yaratılanların varlıklarına esas olmaktadır.

Burada şu hususu belirtmekte fayda vardır: “Kelime-i Şehadet nuru” yerine, zaman zaman “Muhammed nuru” diyoruz. Daha evvel de bahsedildiği üzere, Muhammed nuru; Allah’ın Zat nurundan yaratıldığı için, özünde Zat nurunu bulundurmakta, O nurla beraber bulunarak, O nurun halifesi olmaktadır. Bu cihetiyle, Kelime-i Şehadet nurunun bir adı da “Halifetullah”tır. Varlıklara esas olan bu nur, Allah’la bütün mevcudat arasında, izzetli bir perde, bir rabıta, bir vesile ve bir rahmet olarak daima mevcuttur. Her varlık, Muhammed nurundan bir cüz’ü özünde bulundurmaktadır. Özündeki bu nur, onun Allah ve Resulünü bilmesine de vesile olmaktadır.

Allah ve Resulünün nuru, her varlığın; var oluş mührü, anahtarı, aslı, özü, terkibi, sebebi ve gayesidir. Her varlıkta (var oluş mührü olan) Muhammed nuru mevcuttur. Bu mevcudiyetin mahiyeti ve şekli; İlahi bir sır, İlahi bir mucize, İlahi bir harikadır. Sanat-ı İlahiyedir, bir hakikattir ve bir Hikmet-i Rabbaniyedir. Bu sırrın idraki, ancak Allah’ın dilemesiyle mümkündür. Allah (CC), ancak Muhammed nuruyla bilinmekte ve anlaşılmaktadır. Muhammed nuru ise, Adem’le bilinmekte ve ortaya çıkmaktadır. Adem’i tanımak; Muhammed nurunu tanımak, Muhammed nurunu tanımak ise; Adem’i tanımak olacaktır. Resulüllah Arz’a teşrif ettiklerinde, Muhammed nuru; aynı zamanda bir Adem olan Muhammed’den tezahür ederek, Allah’ın bilinmesine ve idrak edilmesine vesile kılınmıştır. Resulüllah’ın, Kelime-i Şehadet nurunun unsurundan olması,NOT-1 O’nun halifesi olması, O’nu özünde bulundurması, (Allah’ın) zuhuruna vesile olması ve O’na mazhar olmasıyla; yeryüzünde Allah’ın varlığının ve birliğinin en büyük delili makamındadır.[6]

Allah’ın varlığına ve birliğine en büyük delil, en kat’i bürhan; ve en aziz varlık olan Hz. Muhammed (SAV); varlığı itibarıyla bir Kelime-i Şehadet varlığıdır. Yani, en kâmil manada “iman-i billah ve iman-i hakikidir.” İmanın, yani Kelime-i Şehadet nurunun, en mükemmel ve en güzel şekilde ve en bariz (çok açık) biçimde “tezahür eden şahsiyeti”dir. (Yani Hz. Muhammed, imanın insan şekline girmiş halidir.) O, bu haliyle bir tevhid sarayı, bir tevhid ağacı, bir saadet diyarı, bir emin belde, bir iman ve İslam binasıdır.

Kelime-i Şehadet nuru; insan varlığına sebep olduğu gibi, insan varlığına esas da olmuştur. Öyle bir mevcudiyet ki, bütün mevcudata esas!.. İşte bu muazzam esası Resulüllah: “Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonradan annesi ve babası mecusi ise mecusi, Nasrani ise Nasrani, putperest ise putperest olur.”[7] hadisiyle açıklamışlardır. Bu hadisten anlaşılıyor ki; her doğan çocuk, İslam esasını kendinde bulundurarak doğmaktadır. Her çocuk, tam bir Adem olarak doğmakta, varlığı itibarıyla, Yaratan’ına ait birçok burhanları üzerinde bulundurmaktadır. Böylece İlahi nizamın apaçık bir delili olmaktadır. Tevhid nuru, onda kendini göstererek, içinde sırrı ve maneviyatı gizli olarak bulundurarak, Arz’a teşrif etmekte, iman ve İslam’ı içinde bulunduran, “gizli bir hazine” olmaktadır. İnsan fıtratının İslam olması, insanın (Adem’in) varlığının esasının, Kelime-i Şehadet nuru olduğunun ispatıdır.

Adem’in (insanın) ezeli var oluşundan başlayıp, yeryüzüne indirildiği günden beri ve yaşadığı sürece, Allah’la; Onun Zatı, Sıfatları, Esma-ül Hüsnası ile derin ilgisi ve herkesin Rabbiyle ef’ali ve ahlâki cihetlerinden sürekli münasebetleri vardır. Bu münasebetler, Allah’la insan arasında bir rabıtanın ve bir yakınlığın olduğunu göstermektedir. Allah’la insan arasındaki bu yakınlık: “Biz ona şah damarından daha yakınız.”[8] mealindeki ayet-i kerime ile haber verilmektedir. Allah’la kul arasındaki bu yakınlık vesilesi (olan hakikat); aynı zamanda, Allah’la kul arasında bir rabıtadır. Bu ise; insanın varlığına esas olan ve aynı zamanda, Allah Resulünün nurunu özünde bulunduran Kelime-i Şehadet nuru olmaktadır.

Kelime-i Şehadet nuruyla bu kadar yakınlığı bulunan ve bu kadar iç içe olan insan için; Kelime-i Şehadet nuru, bir rahmet, hidayet ve tevfik-i İlahiyedir. Allah-u Teâlâ bir ayet-i kerimesinde: “Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”[9] buyurarak, Resulüllah’taki rahmetin ve bu rahmetten dolayı, rahmet üzere olan insanın aslının, Kelime-i Şehadet nuru olduğunu göstermektedir. İnsanın rahmet üzere olması, rahmet için rahmetle birlikte bulunması, aynı zamanda Kelime-i Şehadet getirerek hidayete ulaşması, kul için Allah’ın bir rahmetidir. (İnsanın) Kendi özündeki rahmete bu şekilde ermesi ise; yine Kelime-i Şehadet sayesindedir.

Böyle bir insan, “Emrolunduğunuz gibi istikamette bulunun”[10] ayet-i kerimesiyle bildirilen, “doğruluk” sıfatını taşıyan kimsedir. Gittiği yol, tek ve Hak olan sırat-ı müstakimdir. Tevfik-i hareket içinde ve İslami istikamet üzerinde yürüme, yani Allah’ın istediği şekilde hareket etme, ancak o kişinin nasibidir. Bu ise; biat edilmesi gerekli manevi şahsiyettir. Bu şahsiyet ise: Ancak Kelime-i Şehadet nurunun temsilcisidir!

Adem’in var oluşu da bir Kelime-i Şehadet hadisesidir. Allah ve Resulünün birbirlerine şehadeti, Adem’i meydana getirmiştir. Adem’in yaratılmasıyla Kelime-i Şehadet nuru, onda ruh ve beden olarak tezahür etmiştir. Bu sayede, Kelime-i Şehadet nuru, Adem’le vücut bulup şekillenmiştir. Adem’de, bir iman ve tevhid emaneti olarak ve aynı zamanda bir kudsi ruh olarak mevcut olan Kelime-i Şehadet nuru, Adem’e vücut verirken, onun en mükemmel ve en güzel surette, yani ahsen-i takvim suretinde olmasına vesile edilmiştir. Bu hakikati: “Biz gerçekten insanı en güzel surette yarattık, sonra onu aşağıların en aşağısına indirdik”[11] mealindeki ayet-i kerime haber vermektedir.

Adem, kendini meydana çıkaran ve varlığın terkibi ve esası olan Kelime-i Şehadet nuruna; şehadet getirmiştir. Bu şehadeti, onu halife kılmıştır. “Hani Allah-u Teâlâ meleklere: Muhakkak Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi.”[12] mealindeki ayet-i kerime, Adem’in halifelik sıfatıyla yaratıldığını göstermektedir. Yani Adem meleklerin kıblesidir. Getirdiği Kelime-i Şehadet’le Adem var olurken; bu şehadetle Adem, yeryüzünde Allah’ı mutlak olarak bilen ve O’nun vahdaniyetine şehadet eden bir kul mesabesindedir. Adem’in getirdiği Kelime-i Şehadet, aynı zamanda kulluğunun Allah tarafından tasdik edilmesidir. Dili ile ikrar; onun zahiri şahsiyetinin; kalbi ile tasdik ise, manevi şahsiyetinin var olmasını sağlamıştır. Adem’in özünde, Adem’in varlığının meydana gelmesiyle tamamlanan Kelime-i Şehadet hadisesi, Allah’ın “Kün” emri olarak, Adem’in yaratılmasına vesile olmuştur. Allah’ın Adem’de en büyük ismi, yani İsm-i Azamı olan “Allah” ismi ile tecelli etmesi(nden), (ve) Adem’in özünde bir sır, bir ruh ve emanet olarak bulunmasından dolayı da, “Hilafet-i Muhammediye makamında” olmaktadır.NOT-2 Tabi ki bu emanet, Kelime-i Şehadet yoluyla, (Nübüvvet ve Risalet halkasıyla) Kelime-i Şehadet olarak, Adem’den Resulüllah’a kadar devam etmiştir.

Adem’de Kelime-i Şehadet nurunun, ilk planda ruh ve beden şeklinde tezahür ettiğinden bahsetmiştik. O’nun cisminin ve cisminde bir sır olarak bulunan nefsinin; ruhundaki hakikatlere ve gizliliklere ayna olması, suretinin yani cisminin, daha doğrusu ona insan suretini veren özelliğin, Rahman sıfatı olmasındandır. “Biz Adem’i Rahman suretinde yarattık.”[13] şeklindeki kudsi hadis, işte bu gerçeği dile getirmektedir.

Kelime-i Şehadet nurunun bütün unsurları “insan” suretiyle tezahür ederek, yaratılış hakikatinin bilinmesine vesile olmaktadır. Adem’e, Kelime-i Şehadet nurunun bir ruh olması ve ona ebedi bir hayat kazandırması, “Biz size Kendi ruhumuzdan üfledik”[14] mealindeki ayet-i kerime ile bildirilmektedir. Üflenen bu ruh; Allah’ın rahmet suretinin, Rahman olan Adem’den tecelli edeceğini göstermektedir. Adem’in ruhunda ve cisminde, Rahman suretinin bulunması, ona ruh ve ceset olan, Kelime-i Şehadet nurundandır. Kelime-i Şehadet nuru, Adem’de bir rahmet ve hidayet olarak bulunmaktadır. Böylece kendinin rahmet üzere bulunmasına, hem de kâinat ve diğer insanların rahmet ve hidayete nail olmalarına vesile olmaktadır.

Kelime-i Şehadet nuru, bir iman varlığıdır. İnsanların Yaratan’ına inanması, O’na yönlenip bağlanması; fıtrat kanunlarına ve Kur’ani kurallara ihtiyaç ve iştiyak duyması ve bu yöndeki çabası (cihadı), insanın aslının Kelime-i Şehadet nuru olmasındandır. İnsanın Kelime-i Şehadet getirmesi, kendi fıtratında bulunan Allah ve Resulünün nurlarını ikrar ve tasdik etmesidir. Fıtratındaki iman; dili ile ikrar, kalbi ile tasdik edildikten sonra, varlığını vücut mülkünde hissettirmektedir. İnsanın kendi fıtratına inanması, kalbindeki Kelime-i Şehadet nurunun bir çekirdek hükmünde iken, tevhid ağacı olarak dallanıp budaklanmasına vesile olmaktadır. Allah o kalpte bir iman yaratarak, o kalbi bir “iman mekânı ve bir nazargâh” yapmaktadır. Bu gerçeği: “Yere göğe sığmadım, mü’min kulumun kalbine sığdım.”[15] manasındaki hadis-i kudsi ile haber vermektedir. Kalpteki bu iman, tevhid ağacının kökü olarak (yerleşmekte), diğer dalları ise, sair azalardan gözükmektedir. İmanın sıfatlarının ve şubelerinin, insanın sıfatlarında görülmesi (demek), onlara manevi bir dirilik kazandırması, vücut mülkünü bir iman şebekesi olarak kaplaması ve imanın insanda bir şahsiyet bulması ve tezahür etmesidir. Tevhid ağacının kökü Arz’ın derinliklerinde, dalları ise semadadır.”[16] ayet-i kerimesi, imanın bir ağaç misali insanda bulunduğunu, daha doğrusu insanın bir iman ağacı olduğunu göstermektedir.

İman ve insan varlığının esasının, Kelime-i Şehadet nuru olduğunu anladıktan sonra, insan varlığı ile iman varlığının eş değerde olduğunu söylemek mümkün ve münasiptir. Çünkü esası aynı olan varlık, hakikatte aynı şeydir. İman ve İslam varlığının bir nuru var ki; bu nur, insanın da varlığına esas teşkil eden, Kelime-i Şehadet nurudur. Şu halde, iman-ı hakiki; insandadır. İmanın muhatabı ve mazharı olan insan, imanla var olmakta, iman ise ancak insanda bulunmaktadır. Birbirinin varlığına hem esas olan, hem de sebep ve vasıta teşkil eden iman ve insan; Kelime-i Şehadet nurunun birbirinden ayrı olmayan tezahürleri olmaktadır. İnsan: İman varlığının Zatını özünde bulunduran ve O’nun zahir olan sıfatıdır. İman varlığının hakikati, bu sıfatın içinde saklıdır. İnsanın sıfatı, iman varlığının Zatının zarfıdır.NOT-3 İnsan; iman varlığını tecelli ettiren, tezahür ettiren ve ona aynalık vazifesi gören bir sırdır; bir sebep, bir vesile ve bir perde-i izzet konumundadır. İmansa; insandaki emanet, insandaki maksat, insandaki murad, insandaki mutlak varlık ve insanı insan eden Zati bir nurdur. Tecelli-i hakikattir.

İman varlığının vazgeçilmez zaruri unsuru olan Muhammed nuru; Arz’a, ism-i Muhammed’le teşrif etmiştir. Bu, imanın en büyük hadisesidir. Böylece en büyük hadis, kadim olan bir hakikatle zuhur etmiştir.NOT-4 Onun doğuşu, iman ve İslam’ın doğuşu olmuştur. İman ve İslam çekirdeği, Arz’ın maneviyatına Hz. Muhammed’in ana rahmine düşmesiyle atılmıştır. İman-ı hakikinin sırlarını özünde taşıyan Hz. Muhammed Aleyhisselam; Kelime-i Şehadet nurunun sıfatlarını, şubelerini, makamlarını ve velayetlerini uhdesinde toplayıp, kendinde cem ederek Arz’ı şereflendirmişlerdir. Zamanlara zaman, imanlara iman, Beytullah’a imam olan… Canların canı, Allah’ın cananı, kevneynin sultanı, kendinden önceki ve sonraki zamanların, ve zamanlarda saklı olan bütün hadisatların hakikati, evvel ile ahirin, zahir ile bâtının hükümdarı, iki cihan güneşi ve kâinatın fahri (bütün mevcudat ve mahlûkatın övünç kaynağı) olan Hz. Muhammed Aleyhisselam zuhur etmişlerdir. İşte bu zuhur; imanın zuhurudur. İman da Onunla birlikte zahir olmuştur. O, imanın esasındandır. Onsuz iman olmaz, iman ise; Ona ruh ve vücut vermiştir. İman olmazsa O da olmaz. Burada artık şunu söyleyebiliriz: İman varlığı, Resulüllah’la birlikte, tam bir beşer şeklinde tezahür etmiştir. Resulüllah’taki bu keyfiyeti, Allah teyit ve tasdik için, Ona Cibril-i Emin’i de tam bir beşer suretinde göndermiştir. Bu durumu Allah: “Biz Ona ruhumuzu göndermiştik de, işte ruhumuz Ona kusursuz tam bir beşer suretinde görünmüştü.”[17] mealindeki ayet-i kerime ile haber vermektedir. Başka bir ayet-i kerimede ise: “Sana Ruh’tan soruyorlar; de ki, Ruh Rabbimin emrindendir.”[18] buyurulmuştur. Allah’ın emrinden olan bu ruhun, Resulüllah’ta olduğu muhakkaktır. Allah’ın emrinden olan ve Resulüllah’a beşer seviyesinde görülen bu ruh, Resulüllah’ta bulunan Kelime-i Şehadet nurudur.

Beşer seviyesinde ve beşer suretinde tezahür eden imanı; ancak insan temsil edebilir. Çünkü insandaki suret ve biçim, suretlerin en güzeli ve en mükemmelidir.

En güzel, en mükemmel ve en mükerrem biçimde yaratılan insan sureti ve insan şekli; suretin bittiği, sona erdiği ve artık suretsizliğin başladığı yerdir. En kudsi hakikatler, ancak ve ancak en güzel ve en mükemmel suretlerle temsil edilebilirler. Mümkün olabilen en kâmil suret ise; insanla zahir olan, Rahman suretidir. Suretlere suret olan, bütün suretlerin aslı ve ruhu olan Hz. Muhammed (SAV); iman varlığının suretlenip, şahsiyetlendiği bir Zattır. O, imanı (Allah’ı) temsil edebilme istidadına ve imkânına sahip olan, en ekmel ve en şerefli varlıktır.

Elbette ki O, Allah’la insanlar arasında bir iman ve bir rabıta olarak daima mevcut bulunmaktadır. Elbette O; en büyük imam, en büyük insan, iman-ı hakiki ve iman-ı billahtır.

                     

İç (Bâtıni) Gerçek ve Vahdet Sırları!

Sufi Necmeddin er-Razi “Mirsadü’l-ibad” adlı eserinde şöyle diyor: “Bir ağacın oluşunda, nasıl ilk önce toprağa bir tohum ekilir, ardından bitki yeşerir, gelişir, ondan dallar, sonra yapraklar ve sonra da kendisinde tohum taşıyan meyveler oluşursa; aynı şekilde Peygamberlik dairesi de, Hz. Peygamberin beşeri tezahürüyle sonuçlanmak üzere, Muhammedi NUR’la, [yani Hz. Muhammed’in (SAV)] bâtıni hakikatiyle başlamıştır. O böylece kendi varlığı ile sentezleştirdiği ve birleştirdiği Peygamberlik dairesinin, içte başlangıcı ve dışta sonuncusu (Hatemü’l-Enbiya) olmuşlardır. O (zahirde) dışta beşeri bir varlık, (bâtında) içte ise “evrensel insandır”, her manevi mükemmelliğin örneği, ölçüsü ve zirvesi konumundadır.

Bizzat Hz. Peygamber, şu hadiste olduğu gibi, Kendi tabiatının bu (bâtıni) içsel yönüne imada bulunmuşlardır. “Ben “mim”siz Ahmed’im (yani birlik’i ifade eden Ahad), ayn’sız bir Arab’ım (yani Cenab-ı Hakkı ifade eden Rabb), Beni gören Hakkı görmüş sayılır!”

Bu sözler, Hz. Peygamber’in Cenab-ı Hak’la manevi irtibat ve ittihadını anlatır. Bu gerçek, Gülşen-i Râz’dan alınan Farsça şiirde olduğu gibi, asırlar boyunca nice defalar tasavvuf büyükleri tarafından tekrarlanmıştır.

“Ahmed ile Ahad arasında, sadece bir mim farkı vardır.

Âlemler ise bu bir tek mim’de, gark olmuş durumdadır!”

Hz. Muhammed’in bâtıni ismi Ahmed’i, Allah’tan ayıran bu mim; aslımıza (öz fıtratımıza) dönüşü, ölümü (mevt) ve ebedi gerçeklere uyanışı sembolize eden bir sırdır. Onun sayısal eş değerliliği, İslam’da peygamberlik yaşını sembolize eden kırktır. Hz. Peygamber (SAV), zahirde (dışta) Allah’ın insanlara elçisidir. İçte (bâtında) ise; Cenab-ı Hakk’la sürekli birlik, beraberlik (ve ermişlik) durumundadır. (Yani Hz. Resulüllah, Fenafillâh ve Bekâbillâh sırrıyla elçi yollanmıştır.)

İslam’da; peygamberlik denen hakikat ve hikmete ayrılmaz şekilde bağlı olan kâmil insan kavramının, İslam üzerine sonradan yapılan tesirlerden kaynaklanmış olduğunu sananlar, aldanmaktadır. O daha çok, Hz. Peygamber’in içinde bulunduğu Sahabeleri arasında, takvaca kendisine tâbi olanların yanında; bâtıni mesajının da mirasçıları olanların, kendisinde şahit oldukları tarza dayanmaktadır. İslam’ı manevi ve entelektüel boyutundan mahrum etmek isteyenler, bu temel doktrini sonradan yapılan bir taklitmiş gibi göstermeye çalışmaktadır. Sanki “Hz. Peygamber (SAV), gerçek tabiatı içinde böyle olmasaydı, sadece kendisine böyle bir durum atfedilmesiyle, etkin ve yetkin bir ‘kâmil insan’ olabilecekmiş” yaklaşımı tam bir yanılgıdır. Halbuki bir kütleye güneş demek, onun ışık saçması için asla yeterli olmayacaktır. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV), daha sonra “kâmil insan” ismini alan bu realiteye bizzat kendisi sahip bulunmaktadır. Yani bir şeyle “isimlendirilen” kendisine bu ismin verilmesinden önce, bu sıfatlara ve hakikatlere sahip olmalıdır. Vahyin kaynağından uzak olmaları nedeniyle daha etraflı bir açıklamaya muhtaç bulunan gelecek nesiller ise; mürşid, müceddid ve mehdi vasıtasıyla bu sırrın gerçeğine ulaşacaktır.

Sonuç olarak denebilir ki; Hz. Peygamber hem sosyal (ve siyasal) hayatın öncüsü (ve rehberidir), hem de manevi hayatın ruhani rehberi konumundadır.[19]

Kıyamet Günü Cenab-ı Zül Celal Hz.lerinin Ademî ve Muhammedî suretinde tecelli buyurması!

Adını, Sehl b. Abdillah et-Tüsterî’nin talebesinden Ebû Abdillah Muhammed b. Sâlim’den alan “Sâlimiyye” fırkası “Allah Teâlâ’nın, kıyamet günü Âdemî-Muhammedî bir surette görüleceğini” söylemiştir. (Hicrî III-IV. yüzyıllarda Basra’daki Mâlikîler arasında teşekkül etmiş olan bu Kelamî-Tasavvufî fırka, bilahare Hanbelîler arasında şuyû bulmuştur; hatta Ebû Tâlib el-Mekkî’nin de bu fırkadan olduğu söylenmiştir.[20]

Cenab-ı Hakkın Zatı; her türlü şekilden, biçimden, suretten, mekân ve zaman tahdidinden münezzehtir. O; Ezeli ve Ebedi, Evvel ve Ahir tek ve mutlak bir gerçektir. Yüce Rabbimiz ancak yarattığı eserleriyle bilinir. Hücrelerden kürrelere, çiçeklerden böceklere, her şeyde ve her saniyede tecelli ve tezahür eden Cenab-ı Rabbi’l-âlemindir. Bu tecellilerin en güzeli İNSAN, insanların da en mükemmeli Hz. Muhammed Aleyhisselam Efendimizdir.

              

Hz. Muhammed’in (SAV) Hakikati![21]

“Hakaik-i Muhammediye” bütün hakikatlerin aslı ve esasıdır. Zahirde Hazret-i Muhammed; Adem’in evladı, hakikatte Adem ve Âlem, Hazret-i Muhammed’in evladıdır. (Yani Onun nurundandır.)

Ey hakikat yolcusu! Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki; yaratılışın en büyük amacı ve İslam’ın en büyük esası: Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi, beşeriyetin hakiki kurtarıcısı, nefs-i natıka-ı kâinatın kalbi (bütün mevcudat ve mahlûkatın aslı ve esası) olan… Hilkatin mastarı (yaratılışın kaynağı) ve gayesi, mevcudatın efendisi, düşmanlarının tasdikiyle dahi, insanlığın en mükemmeli ve en büyük rehberi, en şerefli şahsiyeti makamında bulunan… Sözce ve özce beşeriyetin en yükseği, ilim ve hikmetçe en erişilmezi, on dört asırdan beri adil ve asil şeriatiyle ve şefaatiyle ve elinde en sağlam şahidi ve delili olan Kur’an-ı Kerim’iyle kâinatı nurlandıran Hazreti Muhammed’i (Aleyhisselatü Vesselamı) anlamak ve Ona iman ile (hakikatini) görüp tanımak için irfan tedarik etmektir… Ve tabi bu bir kısmet mes’elesidir. Ve bu öyle bir irfandır ki, bütün ilimlerin fevkindedir.

Hadisat ve tasavvurattan (yaratılmışlardan ve hayal olanlardan, Zatı itibarıyla) münezzeh olan… Her şe’nde kayyumiyet-i Zatiyesi meşhud bulunan (yani her hal ve hadisede, canlı ve cansız her şeyde, göklerde ve yerde sürekli tezahür ve tecelli halinde olan)… Bir şeyi her şey, her şeyi bir şey yapan… Bu âlemlere sonsuz merhametiyle imdad buyuran… Bütün ihtiyaçları giderip duran… Vücudu ile mevcut, sıfatı ile muhit, esması ile ma’lum, ef’ali ile zahir, asarı ile meşhud olan Cenab-ı Hak, (Kendi Zatının) bilinmesini diledi… Aşikâr olmayı murad eyledi… Ve Kelime-i Şehadet nurundan Âlemi ve Adem’i halk eyledi.

Bütün mevcudat; Besmelede bulunan ALLAH, Rahman, Rahim isimleriyle (Esma-i İlahi) vücuda gelip var edilmektedir. Ve de bütün mevcudat; Allah’ın Cemal ve Celal denilen iki kudret parmağının arasında şekillenmektedir.

İsm-i Celal olan: “ALLAH” Lafzı; ism-i Zattır.

İsm-i Kemal olan: “ERRAHMAN” Lafzı; ism-i Sıfattır.

İsm-i Cemal olan: “ERRAHİYM” Lafzı; ism-i Ef’aldır.

Ve Cenab-ı Hak, Hazret-i Muhammed (Aleyhisselatü Vesselam)’ı Zatına ayna olarak yaratmıştır.

“Küntü kenzen mahfiyyen, fe ahbebtü en u’refe le halaktül halka le u’ref” Ferman-ı sübhanisinde:

“Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murad ettim, Zatımdan Zatıma vaki’ olan tecellide zulmetin mukabili olmayan muhabbet-i İlahimin sureti olan Nurü’l – Envar zahir oldu, ismini ‘Hamd olunmuş’ ma’nasında ‘MUHAMMED’ koydum. Suret-i Sübhanimin mazharı ve temsili, muhabbet-i İlahimin tecellisi oldu. Ve Kendisini Kendime ayine yaptım” buyurur ve sıfatlarının aksini ve gölgesini orada tecelli ettirip durur.

Yine Cenab-ı Hak, Habibi hakkında Kur’an-ı Azimüşşan’ında şöyle buyurmaktadır:

“Hüvelleziy ersele resulehu bil hüda ve dinil hakkı li yuzhirehu aleddini küllihi ve kefâ billâhi şehiden”

“Bütün dinlerden (ve düzenlerden) üstün (ve hâkim) kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve Hakk Din ile gönderen O’dur. (Bu hükmünü gerçekleştirmek ve kullarının Hakk’tan mı bâtıldan mı taraf olduğunu imtihan edip seçmek üzere) Şahit (gözetleyici ve değerlendirici) olarak Allah (CC) yeterlidir.” (Fetih: 28)

Yani, “Ey Habibim, Muhammedim!”

Varidat-ı İlahimle Seni teçhiz ettim, vikaye-i İlahimden zırh giydirdim ve Seni böylece âlemlere rahmet olarak gönderdim. Kâfirler patlasa, müşrikler çatlasa, münafıklar çıldırsa, mürtedler sızım sızım sızlasa… Kıvrım kıvrım kıvransalar da…. Yine de Sen, muhakkak galip geleceksin. Ben Senin azamet-i Ahmedini ila maşaallah devam ettireceğim. Bidayetsiz ezelden, nihayetsiz ebede kadar, Senin sözün geçecek ve hükmün yürüyecektir. Şanın ve namın (beş vakit ezanlarla, okunan Kur’an’larla ve getirilen salavatlarla ve uygulanacak şeriatınla) ebede kadar ilan edilecektir. Senin Hak Dinin ve adalet düzenin; aklen ve ilmen her zaman galip gelecektir. Çünkü hilkatten gaye Sensin. Seni Kendim için, Âlemleri de Senin için halk eyledim.

“Hem bütün kâinat irtidat (Seni inkâr) etse, niye mahzun oluyorsun ki? Sana ilk iman ve tasdik eden Benim. Allah’ın Senin risaletine şahit oluşu kâfidir!.. “Ve kefâ billahi şehiden” Allah’ın şehadeti kâfi değil midir?

Sana Kelime-i Şehadet getiriyorum!.. İşte: MUHAMMEDEN RESULULLAH diyorum! Esma-ı İlahimden bir ismimi de: “MÜ’MİN” koydum. Peki Ben kime iman ediyorum? Ey Habibim, Muhammedim! Mübarek Şahsını ve aynanda tecelli eden Zatımı kastediyorum!..

Bu emirler ve hikmetler ile bütün mevcudata takdim edilerek seçilen ve aktar-ı cihanda günün beş vaktinde resmen “EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN RESULULLAH” nam-ı celili ile yâd edilen ol Peygamber-i Hakk; bizler gibi yüzünü hiç görmeden, fem-i saadetinden (mübarek ağzından ve dilinden) çıkan sedanın anını işitmeden, (sadece) kutlu bir haberi tasdik ve takip ettirerek, on dört asırdan beri gönüllerde yer alıp, milyarlarla beşeriyeti, maddi hiçbir şey vermeksizin aşk ile peşinden götüren Hz. Muhammed Mustafa’yadır…

• Bu İsm-i Azamın taht-ı gehi… (İlahi sıfatların ve Esma-i Hüsna’nın tezahür ve tecelli makamı)

• “Le umrek” sarayının hususi misafiri… (“Hayatın hakkı için… Senin ömrüne yemin olsun ki”[22] ayetinin şerefli muhatabı)

• Bu Âlem-i Arş minberinin hatib-i azamı… (Kâinattaki bütün mevcudat ve mahlûkata, nübüvvet kürsüsünden hitap eden sultanı)

• Ve bu her ihtiyaç sahibinin sığınağı ve şefaat kapısı olan Hz. Muhammed Mustafa’ya (Aleyhisselatü vesselama)

Sema-ı Lahut’un nücumu olan (maneviyat göklerinin yıldızları olan) âline ve ashabına salatü selam eder, şefaat dileriz.…

                            

Bu Yazıdaki Bazı Kelime ve Deyimlerin Anlamları:

Beşeriyet: İnsanlık.

Fahr-i Ebedi’si: Sonsuz şeref ve övünç kaynağı.

Nefs-i Natıka-i Kâinat: Âlemlerin ruhu.

Hilkatin masdarı: Yaratılışın kaynağı.

En namdar hâkimi: En şöhretli ve şerefli hükümdarı.

Fevkinde: Üstünde.

Hadisat: Yaratılmışlar.

Tasavvurat: Hayal olunanlar.

Münezzeh: Uzak ve beri olan.

Şe’n: Hal ve durum.

Kayyumiyet-i Zatiye’si meşhud: Öz ve ezeli varlığı eserleriyle görünen.

İmdad: Yardıma koşma.

Muhit: Her şeyi kuşatan.

Esması ile malum: İsimleri ile bilinen, eserleriyle tanınan.

Suret-i Sübhanimin mazharı: Sübhan suretimin zahir olduğu kimse.

Varidat-ı İlahi: Allah’ın irade ve arzusu.

Teçhiz etmek: Donatmak.

Vikaye-i İlahi: İlahi koruma ve kollama.

Aktar-i Cihan: Dünya ve Âlemlerin bütün tabakaları.

Fem-i saadet: Mübarek ağzı.

Taht-ı geh: Südur ve zuhur makamı.

Le umrek: Hayatın hakkı için… Senin ömrüne ve hayatına yemin olsun ki! (Bak; Hicr: 72).

Âlem-i Arş: Âlemlerin çadırı, gök kubbe.

Minber: Konuşma kürsüsü.

Hatib-i azam: En büyük hatib.

Sema’yı Lahut’un Nücum’u: Maneviyat göklerinin yıldızları.

 

 


  [1] Bu yazı 35 yıl kadar önce (1987’de) Milli Gazete’den alınıp saklanmış ve sadeleştirilerek aktarılmıştır.

  [2] Kudsi Hadis.

  [3] Hadis-i Şerif

  [4] Hadis-i Şerif

  [5] Kudsi Hadis

  NOT-1 Resulüllah’ın Kelime-i Şehadetin unsuru olması demek: “La ilahe İllallah Muhammedün Resulüllah” şeklindeki tevhid kelimesinde; imanın, Allah’la beraber Muhammed’e de inanmak gereğinin ifadesidir..

  [6] (“Resulüllah ikinin ikincisinden ibaretti.” (Tevbe: 40) ayetinde anlatılan da Hz. Ebu Bekir değil, Kelime-i Şehadetin ikinci unsuru olan Resulüllah olduğu bu gerçeklere daha uygun görülmektedir.)

  [7] Hadis-i Şerif

  [8] Kaf: 16

  [9] Enbiya: 107

  [10] Hud: 112

  [11] Tin: 4-5

  [12] Bakara: 30

  NOT-2 Yani Hz. Adem bir nevi Hz. Muhammed’in vekili ve halifesi makamında olduğundan, Cenab-ı Allah onda tecelli etmektedir.

  [13] Kudsi Hadis.

  [14] Sad: 72

  [15] Kudsi Hadis.

  [16] İbrahim: 24-25

  NOT-3 Yani insan, iman edilen Zatın, tezahür ve tecelli ettiği bir kılıf ve kalıptır.

  NOT-4 Yani, “Kâinatın en büyük olayı ve oluşumu: Evveli olmayan ve devamlı bulunan bir gerçekle ortaya çıkmıştır.”

  [17] Meryem: 17

  [18] İsrâ: 85

  [19] Milli Gazete. (Bilal Davut. 18/Tem/1989)

  [20] (Sâlimiyye’nin görüşleri için bkz. “Mevsû’atu’l-Fıraki’l-İslâmiyye”, 274 vd.)

  [21] Şemseddin Yeşil Hazretleri’nden

  [22] Hicr: 72

 

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
22 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Abdussamet Çağlar

Gayrısı Değil, Ayinesi!
Bizlere bu muhteşem sırlı satırları defalarca lezzetle okutturan ve bu ilme muhatap kılıp dünyada cennet lezzeti aldıran Cenab-ı Hakka sonsuz şükürler olsun. Rabbim bu ilme layık olabilmeyi, kalabilmeyi bizlere nasip etsin.

“Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murad ettim, Zatımdan Zatıma vaki’ olan tecellide zulmetin mukabili olmayan muhabbet-i İlahimin sureti olan Nurü’l – Envar zahir oldu, ismini ‘Hamd olunmuş’ ma’nasında ‘MUHAMMED’ koydum. Suret-i Sübhanimin mazharı ve temsili, muhabbet-i İlahimin tecellisi oldu. Ve Kendisini Kendime ayine yaptım” buyurur ve sıfatlarının aksini ve gölgesini orada tecelli ettirip durur.

Mücahit Dinç

Hayran olmamak mümkün değil…
Kelime-i Şehadet nuru, bir iman varlığıdır. İnsanların Yaratan’ına inanması, O’na yönlenip bağlanması; fıtrat kanunlarına ve Kur’ani kurallara ihtiyaç ve iştiyak duyması ve bu yöndeki çabası (cihadı), insanın aslının Kelime-i Şehadet nuru olmasındandır.

Yine Cenab-ı Hak, Habibi hakkında Kur’an-ı Azimüşşan’ında şöyle buyurmaktadır:

“Hüvelleziy ersele resulehu bil hüda ve dinil hakkı li yuzhirehu aleddini küllihi ve kefâ billâhi şehiden”

“Bütün dinlerden (ve düzenlerden) üstün (ve hâkim) kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve Hakk Din ile gönderen O’dur. (Bu hükmünü gerçekleştirmek ve kullarının Hakk’tan mı bâtıldan mı taraf olduğunu imtihan edip seçmek üzere) Şahit (gözetleyici ve değerlendirici) olarak Allah (CC) yeterlidir.” (Fetih: 28)

Yani, “Ey Habibim, Muhammedim!”

Varidat-ı İlahimle Seni teçhiz ettim, vikaye-i İlahimden zırh giydirdim ve Seni böylece âlemlere rahmet olarak gönderdim. Kâfirler patlasa, müşrikler çatlasa, münafıklar çıldırsa, mürtedler sızım sızım sızlasa… Kıvrım kıvrım kıvransalar da…. Yine de Sen, muhakkak galip geleceksin. Ben Senin azamet-i Ahmedini ila maşaallah devam ettireceğim. Bidayetsiz ezelden, nihayetsiz ebede kadar, Senin sözün geçecek ve hükmün yürüyecektir. Şanın ve namın (beş vakit ezanlarla, okunan Kur’an’larla ve getirilen salavatlarla ve uygulanacak şeriatınla) ebede kadar ilan edilecektir. Senin Hak Dinin ve adalet düzenin; aklen ve ilmen her zaman galip gelecektir. Çünkü hilkatten gaye Sensin. Seni Kendim için, Âlemleri de Senin için halk eyledim.

Son 4 asırdır Cihad ruhu kaybolan ve cihad’ın manasını unutan,
İçtihat yerine taklidi tercih eden,
Allah’a kul olma görevini sadece ibadetten ibaret zanneden,
Hilafet görevini unutan, yaratılış gayesinden haberi olmayan,
Umudunu yitirmiş, zaferi unutmuş ve yenilgiyi kabullenmiş olan müslümanlara,
Batılın en güçlü olduğunu dönemde kendi başına çıkıp gelen;
Müslümanlara kaybolan kimliklerini hatırlatmış, Kıbrıs harbini kazanmış, cihadın manasını, yaratılış gayemizi, hilafet görevimizi bizlere anlatmış, gerekli hazırlıkları yapmış olan Cennet Mekan Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN!
Hakk geldi, batıl zail oldu. Adil Düzen!. Zafer inananlarındır ve zafer yakındır. Allah nurunu tamamlayacak…
Diyerek bizlere dünya ve ahiret saadetini kazanmanın yolunu göstermiştir.
Allah ve Resulünün kutlu yoluna hizmet etme görevini, Erbakan Hocamızı en güzel şekilde anlayan, bizlere tanıtan, bu davaya kıtmir olmanın en büyük şeref olduğunu öğreten Üstad’ımız;
Allah senden razı olsun..
Bu hikmet dolu makaleler, şiirler ve kitaplar ile bizlere Allah’ın ve elçisinin yolunda en güzel şekilde yürümeyi öğreten kaleminize, ferasetinize, dirayetinize hayran olmamak mümkün değil…

Hüseyin Aydın

Yaratılışın en büyük amacı ve İslam’ın en büyük esası
Bediüzzaman’ın bahsettiği İman-ı Taklidi (Taklidi İman) ve İman-ı Hakiki (Hakiki İman) kavramları zihin dünyamda yeni bir manaya kavuştu. Taklidi imanı; dini ana babasından öğrendiği, hocalarından öğrendiği kadarıyla yaşayan ancak Rabbimizin sözü olan Meal-i Kerim’i okumadan, içine sindirmeden yaşanan bir din; Hakiki imanda da ilim ile birlikte yapılan ibadet, ihsan, ihlas sanırdım.

İman varlığının “Kelime-i Şehadet Nuru”nun varlığı olduğunu anladıktan sonra ‘evet’ dedim ‘işte hakiki iman bu nuru anlamaktır’. Yaratılışın en büyük amacı ve İslam’ın en büyük esası, bu Muhammed Nuru’nu anlamaktır. Ona iman ile hakikatini görüp tanıyabilmek için irfan tedarik etmektir.

Ali Çağıl.

SÜBHANALLAH-ELHAMDÜLİLLAH-ALLAHU EKBER
Sübhanallah…
O halde öz nur, ondan yaratılan nur, ve tüm mevcudatın yaratıldığı nur yansımaları olarak üç ana unsur varlığı oluşturmaktadır.
İlk zat nuru; Hiçbir şeye benzemeyen.
İkinci Muhammet nuru; ilk nurla (öz nur) şuur ötesi bağlantılı olan, ilk nurla birbirine şehadet eden.
Üçüncü cümle mevcudat nuru: Muhammed nurunun değişik şekilde akseden halleridir.
Bu sebeple Muhammet nuru öz nurun kusursuz irtibatı ve tecelli-i zuhuratıdır. Öz nur ve Muhammet nurlarının irtibatı mükemmeldir. Üçüncü varlıklarla irtibatı Kemal sıfatı gereği varlığının izharı olan bilinmiş olmak ve imtihan cilvesiyle de
varlıkta tecelliyle bütünleşerek tevhidi oluşturmaktadır.
Bu şuurun kemaline Bekabillah mertebesi ulaşmaktadır. Yani O’nun için, O’nun haliyle yaşayan öznuru, ya da Muhammet nurunun temsil makamına ulaşmış hayatlar ifade edilmektedir.
Bu şura ulaşmayı Cenabı Hak nasip etsin. Nasibinin gereğini yerine getirmemizden de razı olsun. Bu şuura ulaştıran elçiden razı olan Allah’a hamdolsun. Elhamdülillah, Elhamdülillah, Elhamdülillahi ala külli hal, sıvel küfri veddalal.

Essalatu vesselamu aleyke ya Resulellah…
Essalatu vesselamu alyke ya Habiballah…
Essalatu vesselamu aleyke ya Seyyidel evveline vel ahirin.

Osman Nuri

Zahirde Adem öncedir, Hakikatte Hz. Muhammed s.a.v. Allah ‘a inan Peygambere ihtiyaç yok diyenlerin boşa çıkarıldığı hakikat

Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmemi istedim. Âlemi yarattım, nimetlerimi sevdirdim. Böylece Beni bildiler.”[2]

Bu kudsi hadisten anlaşıldığına göre; Kelime-i Şehadet nuru, Allah’ın Zatında gizli bir hazine olarak mevcut iken, bilinmek isteyen [b]Allah, ilk olarak Muhammed nurunu yaratarak, O’nu Kelime-i Şehadet nurunun sebebi, bir unsuru ve rüknü kılmıştır[/b]. [b]Bundan sonra her şey O’nun için ve O’nunla birlikte yaratılmıştır[/b]. Fahri âlem Hazreti Muhammed (SAV) bu ezeli varoluşu: [b]“Adem, toprakla su arasında iken Ben Peygamber idim.[/b]”[3] hadisiyle haber vermektedir. Allah’ın, Zatı için yaratarak, Zatına muhatap kıldığı Muhammed (SAV) nuru, yaratıldığı anda, Allah’ın Zatına karşı vahdaniyet şehadeti getirmiştir. Allah’ın varlığına ve vahdaniyetine karşı getirilen bu şehadetle, Kelime-i Şehadet nuru meydana gelmiştir. Böylece Muhammed (AS) nuru, Allah’ın Zat nurunu özünde bulundurarak, “Kelime-i Şehadet nuru” sıfatını kazanmış bulunmaktadır. Allah, kendi nurundan Muhammed (SAV) nurunu, Muhammed (SAV) nurundan da Adem’i ve kâinatı yaratmıştır. Bu durumu Resulüllah: “Ben Allah’ın nurundanım, mü’minler ise Bendendir.”[4] hadis-i şerifiyle açıklamışlardır.


[b]İman varlığının vazgeçilmez zaruri unsuru olan Muhammed nuru; Arz’a, ism-i Muhammed’le teşrif etmiştir. Bu, imanın en büyük hadisesidir. Böylece en büyük hadis, kadim olan bir hakikatle zuhur etmiştir.NOT-4 Onun doğuşu, iman ve İslam’ın doğuşu olmuştur. İman ve İslam çekirdeği, Arz’ın maneviyatına Hz. Muhammed’in ana rahmine düşmesiyle atılmıştır. İman-ı hakikinin sırlarını özünde taşıyan Hz. Muhammed Aleyhisselam; Kelime-i Şehadet nurunun sıfatlarını, şubelerini, makamlarını ve velayetlerini uhdesinde toplayıp, kendinde cem ederek Arz’ı şereflendirmişlerdir. Zamanlara zaman, imanlara iman, Beytullah’a imam olan… Canların canı, Allah’ın cananı, kevneynin sultanı, kendinden önceki ve sonraki zamanların, ve zamanlarda saklı olan bütün hadisatların hakikati, evvel ile ahirin, zahir ile bâtının hükümdarı, iki cihan güneşi ve kâinatın fahri (bütün mevcudat ve mahlûkatın övünç kaynağı) olan Hz. Muhammed Aleyhisselam zuhur etmişlerdir. İşte bu zuhur; imanın zuhurudur. İman da Onunla birlikte zahir olmuştur. O, imanın esasındandır. Onsuz iman olmaz, iman ise; Ona ruh ve vücut vermiştir. İman olmazsa O da olmaz. Burada artık şunu söyleyebiliriz: İman varlığı, Resulüllah’la birlikte, tam bir beşer şeklinde tezahür etmiştir. Resulüllah’taki bu keyfiyeti, Allah teyit ve tasdik için, Ona Cibril-i Emin’i de tam bir beşer suretinde göndermiştir. Bu durumu Allah: “Biz Ona ruhumuzu göndermiştik de, işte ruhumuz Ona kusursuz tam bir beşer suretinde görünmüştü.”[17] mealindeki ayet-i kerime ile haber vermektedir. Başka bir ayet-i kerimede ise: “Sana Ruh’tan soruyorlar; de ki, Ruh Rabbimin emrindendir.”[18] buyurulmuştur. Allah’ın emrinden olan bu ruhun, Resulüllah’ta olduğu muhakkaktır. Allah’ın emrinden olan ve Resulüllah’a beşer seviyesinde görülen bu ruh, Resulüllah’ta bulunan Kelime-i Şehadet nurudur.[/b]

saffet

İMAN HAKİKATİ VE TECELLİ HİKMETİ
İsm-i Celal olan: “ALLAH” Lafzı; ism-i Zattır.
İsm-i Kemal olan: “ERRAHMAN” Lafzı; ism-i Sıfattır.
İsm-i Cemal olan: “ERRAHİYM” Lafzı; ism-i Ef’aldır.
Ve Cenab-ı Hak, Hazret-i Muhammed (Aleyhisselatü Vesselam)’ı Zatına ayna olarak yaratmıştır.
“Küntü kenzen mahfiyyen, fe ahbebtü en u’refe le halaktül halka le u’ref” Ferman-ı sübhanisinde:
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murad ettim, Zatımdan Zatıma vaki’ olan tecellide zulmetin mukabili olmayan muhabbet-i İlahimin sureti olan Nurü’l – Envar zahir oldu, ismini ‘Hamd olunmuş’ ma’nasında ‘MUHAMMED’ koydum. Suret-i Sübhanimin mazharı ve temsili, muhabbet-i İlahimin tecellisi oldu. Ve Kendisini Kendime ayine yaptım” buyurur ve sıfatlarının aksini ve gölgesini orada tecelli ettirip durur.

Yine Cenab-ı Hak, Habibi hakkında Kur’an-ı Azimüşşan’ında şöyle buyurmaktadır:
“Hüvelleziy ersele resulehu bil hüda ve dinil hakkı li yuzhirehu aleddini küllihi ve kefâ billâhi şehiden”
“Bütün dinlerden (ve düzenlerden) üstün (ve hâkim) kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve Hakk Din ile gönderen O’dur. (Bu hükmünü gerçekleştirmek ve kullarının Hakk’tan mı bâtıldan mı taraf olduğunu imtihan edip seçmek üzere) Şahit (gözetleyici ve değerlendirici) olarak Allah (CC) yeterlidir.” (Fetih: 28)

Mus ab

Muhammed nuru ise, Adem’le bilinmekte ve ortaya çıkmaktadır.
“Allah ve Resulünün nuru, her varlığın; var oluş mührü, anahtarı, aslı, özü, terkibi, sebebi ve gayesidir.
Her varlıkta (var oluş mührü olan) Muhammed nuru mevcuttur. Bu mevcudiyetin mahiyeti ve şekli; İlahi bir sır, İlahi bir mucize, İlahi bir harikadır. Sanat-ı İlahiyedir, bir hakikattir ve bir Hikmet-i Rabbaniyedir. Bu sırrın idraki, ancak Allah’ın dilemesiyle mümkündür.
Allah (CC), ancak Muhammed nuruyla bilinmekte ve anlaşılmaktadır.
Muhammed nuru ise, Adem’le bilinmekte ve ortaya çıkmaktadır.
Adem’i tanımak; Muhammed nurunu tanımak, Muhammed nurunu tanımak ise; Adem’i tanımak olacaktır. Resulüllah Arz’a teşrif ettiklerinde, Muhammed nuru; aynı zamanda bir Adem olan Muhammed’den tezahür ederek, Allah’ın bilinmesine ve idrak edilmesine vesile kılınmıştır.
Resulüllah’ın, Kelime-i Şehadet nurunun unsurundan olması,NOT-1 O’nun halifesi olması, O’nu özünde bulundurması, (Allah’ın) zuhuruna vesile olması ve O’na mazhar olmasıyla; yeryüzünde Allah’ın varlığının ve birliğinin en büyük delili makamındadır.[6]”

Adem ile Hz. Muhammed (sav), Hz. Muhammed (sav) ile Allah (cc) en kamil manada bilinmekte.

E.ÇAĞIL

Sonsuz Hamdolsun
Kelime-i Şehadet, Allah ve Resulünün nurunu bir arada bulunduran bir nurun izharıdır…

Kelime-i Şehadet, Allah ve Resulünün, “varlıklarının birlikte zikredildiği” en yüce bir tevhid ilanıdır.

Kelime-i Şehadet, Allah ve Resulünün, birbirlerine şehadetleri ve varlık sırrının ispatıdır…

Kelime-i Şehadet, hem imanın, hem de insanın varlığının esasını teşkil eden bâki bir nur ve sonsuz bir huzur kaynağıdır.

Kelime-i Şehadet, Adem’in ve âlemin yaratılmasına sebep olan, ezeli nurun yansımasıdır.

Kelime-i Şehadet, kökü Arz’ın derinliklerinde, dalları semada olan bir tevhid ağacıdır. Yani, şecere-i tubadır.

A koça

Kelime-i Şehadet, Allah ve Resulünün nurunu bir arada bulunduran bir nurun izharıdır…
Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmemi istedim. Âlemi yarattım, nimetlerimi sevdirdim. Böylece Beni bildiler.”[2]

Bu kudsi hadisten anlaşıldığına göre; Kelime-i Şehadet nuru, Allah’ın Zatında gizli bir hazine olarak mevcut iken, bilinmek isteyen Allah, ilk olarak Muhammed nurunu yaratarak, O’nu Kelime-i Şehadet nurunun sebebi, bir unsuru ve rüknü kılmıştır. Bundan sonra her şey O’nun için ve O’nunla birlikte yaratılmıştır. Fahri âlem Hazreti Muhammed (SAV) bu ezeli varoluşu: “Adem, toprakla su arasında iken Ben Peygamber idim.”[3] hadisiyle haber vermektedir. Allah’ın, Zatı için yaratarak, Zatına muhatap kıldığı Muhammed (SAV) nuru, yaratıldığı anda, Allah’ın Zatına karşı vahdaniyet şehadeti getirmiştir. Allah’ın varlığına ve vahdaniyetine karşı getirilen bu şehadetle, Kelime-i Şehadet nuru meydana gelmiştir. Böylece Muhammed (AS) nuru, Allah’ın Zat nurunu özünde bulundurarak, “Kelime-i Şehadet nuru” sıfatını kazanmış bulunmaktadır. Allah, kendi nurundan Muhammed (SAV) nurunu, Muhammed (SAV) nurundan da Adem’i ve kâinatı yaratmıştır. Bu durumu Resulüllah: “Ben Allah’ın nurundanım, mü’minler ise Bendendir.”[4] hadis-i şerifiyle açıklamışlardır.

Kelime-i Şehadet nuru; bütün mevcudatın varlığına sebep olan, Allah ve Resulü ile kulları arasındaki rabıta olan, zahiri ve manevi, (yani hem görünen, hem de gizli) ezeli ve ebedi varlığı ve şahsiyeti olan bir nur olarak karşımıza çıkmaktadır

Hasan

“Hakaik-i Muhammediye” bütün hakikatlerin aslı ve esasıdır. Zahirde Hazret-i Muhammed; Adem’in evladı, hakikatte Adem ve Âlem, Hazret-i Muhammed’in evladıdır. (Yani Onun nurundandır.)
[b]Ey hakikat yolcusu! Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki; yaratılışın en büyük amacı ve İslam’ın en büyük esası: Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi, beşeriyetin hakiki kurtarıcısı, nefs-i natıka-ı kâinatın kalbi (bütün mevcudat ve mahlûkatın aslı ve esası) olan… Hilkatin mastarı (yaratılışın kaynağı) ve gayesi, mevcudatın efendisi, düşmanlarının tasdikiyle dahi, insanlığın en mükemmeli ve en büyük rehberi, en şerefli şahsiyeti makamında bulunan… Sözce ve özce beşeriyetin en yükseği, ilim ve hikmetçe en erişilmezi, on dört asırdan beri adil ve asil şeriatiyle ve şefaatiyle ve elinde en sağlam şahidi ve delili olan Kur’an-ı Kerim’iyle kâinatı nurlandıran Hazreti Muhammed’i (Aleyhisselatü Vesselamı) anlamak ve Ona iman ile (hakikatini) görüp tanımak için irfan tedarik etmektir… Ve tabi bu bir kısmet mes’elesidir. Ve bu öyle bir irfandır ki, bütün ilimlerin fevkindedir.[/b]

[b]Fetih 29
(Elbette ve kesinlikle Hz.) Muhammed (SAV) Allah’ın Resulüdür; beraberinde bulunanlar (ve kıyamete kadar Onun yanında ve yolunda olanlar) da; inkârcı (zalimlere) karşı şiddetli (cesaretli, mert ve metin), kendi aralarında ise (gayet müsamahalı ve) merhametlidirler. Onları rükû ve secde ederek (her hizmet ve ibadetlerinde sadece) Allah’ın fazlını ve rızasını ararken görürsün. Onların nişanları, (nurlu) yüzlerindeki secde izleridir. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Sanki bir ekin (tohum kabuğunu) yarıp filizlerini çıkarmış, gittikçe onu (bitki fidesini ve gövdesini) kuvvetlendirerek kalınlaşmış, derken sapları üzerine doğrulup boy atmıştır. Ki bu durum (emek çeken) ziraatçıların da hoşuna gider. Allah’ın (mü’minleri ve İslami hareketleri böyle tedricen geliştirip güçlendirmesi) bunlarla kâfirleri öfkelendirmek (ve zalimleri kahretmek) içindir. (Ama onlardan, sonunda inadından ve inkârından dönüp) İman eden ve salih ameller işleyenlere Allah (yine de) mağfiret ve büyük mükâfat va’ad etmiştir.

https://www.mealikerim.com/48/fetih/29%5B/b%5D

R YÜCEL

NA’T-I SERIF
Arşın kubbelerine adı nurla yazılan
İsmi semada Ahmed yerde Muhammed olan
Yedi katlı göklerde Hak Cemalini gören
Evvel ahir yolcusu ya hazreti Muhammed

Sağnak nur yağmurları inerken yedi kattan
O gece sendin gelen ezel kadar uzaktan
Melekler her zerreye müjde verirken haktan
O gece sendin gelen ya hazreti Muhammed

Güneşler o gecenin nuruna secdederken
Yıldızlar meşk içinde kainat vecdederken
Bütün hamd-ü senalar Yüce Rabbe giderken
O gece sendin gelen ya hazreti Muhammed

Kabede sirk taşları putlar yere dönerken
Cehalet bayrakları birer birer inerken
Bin yıllık küfr ateşi ebediyyen sönerken
O gece sendin gelen ya hazreti Muhammed

O gece save gölü mucizeyle kururken
Kisra saraylarında sütunlar savrulurken
Arzdan arşa alemler rahmetini bulurken
O gece sendin gelen ya hazreti Muhammed

Senki doğum kundağı ak bulutla örülen
Doğar doğmaz Allah’a secde emri verilen
Alnında alemlere rahmet tacı görülen
Kainat efendisi ya hazreti Muhammed

Senki güzel huyların ahlakın meşalesi
Sabır doruklarında beşerin en yücesi
Senin cennet mekanın fakirlerin hanesi
Gönüller hazinesi ya hazreti Muhammed

Sana şahid sonsuzlar ezelden beri her an
Sana şahid ayetler her zerre ve her mekan
Senden uzak kalmaya nasıl dayanırki can
Sen her canda canansın ya hazreti Muhammed

Miraç gecesi bir bir açılıyorken gökler
Seni selamlıyorken her katta peygamberler
Öyle bir an geldiki durdu bütün melekler
Hakka yalniz yürüdün ya hazreti Muhammed

Gönül gözü görmeyen can gözünü neylesin
Dünyada dönmeyen dil mahşerde ne söylesin
Mevla bütün beşeri ümmetinden eylesin
Sancağının altında ya hazreti Muhammed

Hak ile kul vuslat? o ilahi düğünde
Hiç kimseden kimseye fayda olmayan günde
Hasatları has tartan o terazi önünde
Noksanlarım bağışlat ya hazreti Muhammed

Biliriz ki hükmü yok bu dünya nimetinin
Gönüldür sermayesi ahiret servetinin
Sana salat ve selam gönderen ümmetinin
Cennetler sahidi ol ya hazreti Muhammed

Arzu Akdağ.

Elbette ki O, Allah’la insanlar arasında bir iman ve bir rabıta olarak daima mevcut bulunmaktadır. Elbette O; en büyük imam, en büyük insan, iman-ı hakiki ve iman-ı billahtır.
İslam’da en büyük maksat:

“Alemlerin fahr-ı ebedisi, beşeriyetin hakiki mehdisi, nefs-i natıka-i kainatın (Bütün mevcudat ve mahlukatın aslı ve esası olan) kalbi, hilkatın (mastarı kaynağı) ve gayesi, mevcudatın efendisi, düşmanlarının tasdikiyle dahi, insanlığın en mükemmeli ve en büyük rehberi, en şerefli şahsiyeti, sözce ve özce en yükseği, ilim ve hikmetce en erişilmezi, ondört asırdan beri adil ve asi şeriatiyle ve şefaatiyle ve elinde en sağlam şahidi ve delili olan Kur’anı Kerimiyle kainatı nurlandıran Hazreti Muhammed’i (aleyhisselatü vesselamı) tanımak ve Ona iman ile tabi olup anlamak için irfan tedarik etmektir…

Bu bir kısmet meselesidir. Ve bu öyle bir irfandır ki, bütün ilimlerin fevkindedir.

Ey Rasûl, Sen ki cümle âlemlere rahmetsin

Muhammed’ül Emin’sin, Nebiyyi Ahmet’sin

Nur’un ala Nur’sun, en değerli Kıymetsin

Tüm mü’min muttakilere, en kutlu Rehbersin…

Allah’ım, hidayet rehberimiz, Efendimiz her hususta en mükemmel ve en güzel örneğimiz. Hz. Peygamber Aleyhisselatü vesselam Hazretlerine Salât-ü Selam eyle. Bu zamanda Efendimizin sünnetini ihya edebilmek için her türlü sıkıntılara göğüs geren sadıkları bu şuurlu ve onurlu yoldan ayırma, başarılı kıl. Amin

Hüseyin Selman

UĞRUNA ALEMLERİN YARATILDIĞI SULTAN I KEVNÜ MEKAN
Zamanlara zaman, imanlara iman, Beytullah’a imam olan… Canların canı, Allah’ın cananı, kevneynin sultanı, kendinden önceki ve sonraki zamanların, ve zamanlarda saklı olan bütün hadisatların hakikati, evvel ile ahirin, zahir ile bâtının hükümdarı, iki cihan güneşi ve kâinatın fahri (bütün mevcudat ve mahlûkatın övünç kaynağı) olan Hz. Muhammed Aleyhisselam zuhur etmişlerdir. İşte bu zuhur; imanın zuhurudur. İman da Onunla birlikte zahir olmuştur. O, imanın esasındandır. Onsuz iman olmaz, iman ise; Ona ruh ve vücut vermiştir. İman olmazsa O da olmaz.

Necati

Görenedir görene, köre nedir köre ne?
Şehadet; göz ile görmek, gönül ile görmektir.
Kelime-i Şehadet nurunun bütün unsurları “insan” suretiyle tezahür ederek, yaratılış hakikatinin bilinmesine vesile olmaktadır.
İman varlığının vazgeçilmez zaruri unsuru olan Muhammed nuru; Arz’a, ism-i Muhammed’le teşrif etmiştir. Bu, imanın en büyük hadisesidir.
Burada artık şunu söyleyebiliriz: İman varlığı, Resulüllah’la birlikte, tam bir beşer şeklinde tezahür etmiştir.
“Ben “mim”siz Ahmed’im (yani birlik’i ifade eden Ahad), ayn’sız bir Arab’ım (yani Cenab-ı Hakkı ifade eden Rabb), Beni gören Hakkı görmüş sayılır!”
Şemsi Tebriz;
“Görüben Kendi Zatıdır değil sanma ki gayrullâh
Gönül ayinesin sûfî eğer ider isen sâfî
Açılır sana bir kapu ayan olur cemâlullâh”
Rabbim bizleri iman hakikatini ve tecelli hikmetini görebilenlerden eylesin!

“Erkut

“Hakaik-i Muhammediye” bütün hakikatlerin aslı ve esasıdır.
100 bin kitap okusak, şu bilgilere erişemeyiz,
Sayın hocam sonsuz sevgi ve saygılarımla teşekkür eder, ellerinizden öperim…

N.Eryıldız

(İbrahim) “Evet!” dedi. “Doğrusu sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları Kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim.”(21:56)
KELİME-İ ŞEHADET GETİRİP İMAN ETMEKLE HER İŞİMİZ BİTMİYOR, TAM AKSİNE, KULLUK İMTİHANIMIZ YENİ BAŞLIYOR.” YANİ KELİME-İ ŞEHADET, BİR NEV’İ, KUR’AN PROGRAMIYLA YAPILAN KULLUK İMTİHANINA, GİRİŞ BELGESİDİR.
“İSLÂMİ TEBLİGATTA MUHATABIMIZ İSTİSNASIZ BÜTÜN İNSANLARDIR. ÖYLE İSE GÖRÜŞÜ VE GÖRÜNTÜSÜ NE OLURSA OLSUN, DAVAMIZ HERKESE ANLATILMALI, DAVET HER KESİME YAPILMALIDIR. TEBLİĞ VE DAVET BİZDEN, HİDAYET ALLAH ( C.C)’TANDIR.”
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN

n.b.

Özün Özü, Sırlı Hikmetler…
Yazıya ekleyecek herhangi bir yorum olmadığı âşikâr…

Aziz Mahmud Hüdai’nin (k.s.) şu dizeleri, yazıdan anladığımı çok kısa ifade etmiş…

[b]Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim
Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim.”[/b]

Sindirerek okumak ve içerisindeki hikmetleri idrak edip gereğince yaşamak duasıyla…

Zeynep Eryıldız

Âline ve Ashabına Salatü Selam Eder, Şefaat Dileriz Ya Rasulallah
Cenab-ı Hakkın Zatı; her türlü şekilden, biçimden, suretten, mekân ve zaman tahdidinden münezzehtir. O; Ezeli ve Ebedi, Evvel ve Ahir tek ve mutlak bir gerçektir. Yüce Rabbimiz ancak yarattığı eserleriyle bilinir. Hücrelerden kürrelere, çiçeklerden böceklere, her şeyde ve her saniyede tecelli ve tezahür eden Cenab-ı Rabbi’l-âlemindir. Bu tecellilerin en güzeli İNSAN, insanların da en mükemmeli Hz. Muhammed Aleyhisselam Efendimizdir.

ibrahim

SIRR-I TECELLİ
Tezahürün en mükemmel, ve en güzel tecellisi

Kapında Kıtmir olmakmış, şereflerin en yücesi!

Ey ruhumun tek sahibi, ey gönlümün tesellisi

Seninle çözülür ancak, Kâinatın bilmecesi

Kapında Kıtmir olmakmış, şereflerin en yücesi!

Şems-i Ezeliye ayna, ki Sensin Necm-i hidayet

Aşkınla var oldu cihan, hem ahir-ü hem bidayet

Şefaatin yeter ey Can, bize medet-ü inayet

Binlerce cilt kitap olur, kelamının bir hecesi

Kapında Kıtmir olmakmış, şereflerin en yücesi!

Necmettin

Ol Canan Canlarda Devran Edendir!..
Üstat Ahmet Akgül Hocamız sohbetlerinde:” Kur’an’ın en güzel tefsiri yine Kur’an’ın Kur’an’la tefsiridir”buyururlardı. Teşbihte hata olmasın;Milli Çözüm makale ve şiirlerinin de en güzel izahı-yorumu da yine Milli Çözüm makale ve şiirleridir. Bu bağlamda yukarıda,insanın kalp ve zihin dünyasını çok köklü sarsıntıya uğratacak ölçüde yüksek hakikatlerle dolu olan makalemizi,yine Üstadın bir şiiriyle yorumlamakta fayda vardır!..

O’DUR

Alem aynasında kendi cilvesin

Her daim sanatın seyran edendir.

Gönül ekranında bin bir gölgesin

Seyreden ruhları, hayran edendir.

İnsan suretinde parlar cemali

Her şeyde aşikar olur Kemali

Bu devri daimin yoktur zevali

Dost ile vuslatta bayram edendir.

Hayr ile Rahmanı, şerle şeytanı

Cemal’le Celal’in savaş meydanı

O Allah bozar mı ahd-ü peymanı

Yalvaran kuluna derman edendir.

Her işi yapan O, yaptıran da O

Hidayet Ondandır, saptıran da O

Gönlümü sevdaya kaptıran da O

Kimi şadan, kimi giryan edendir.

Hayali hakikat sanar cahiller

Bu fani rüyaya kanar gafiller

Hasret ateşiyle yanar zahitler

O hilkat bağında tayran edendir.

Gerçek yalnız O’dur gayrısı hayal

Ezelden ebede, tecelli bu hal

Benliğin vahdette bulunca zeval

Ol Canan canlarda devran edendir.

Bu sırrı sultandır, Ahmedim sakın

Hep visale döner feleği çarkın,

Ölmeden kemale ermeğe bakın

Bu yüzden Kur’anı ferman edendir.

Üstad Ahmet AKGÜL

Fatma Mert Bişkin

Tevhid ve Tecelli
İnce,zarif,doyurucu her kelimesi şiir tadında,her cümlesinde kaybolup asla çıkmak istemeyeceğim mükemmel bir makale…
******
Hak ve Batıl mücadelesinde,Hak tarafta olmayı..
Alemlerin hürmetine yaratıldığı Aleyhisselâtü Vesselam Efendimize ümmet olmayı..
O’nu sevmeyi..
O’nu özlemeyi..
O’nun davasının bir neferi olmayı…
O’nunla cenneti âlâda buluşma ihtimalini nasip eden Rabbimize sonsuz şükürler olsun.
*******
Muhterem Ahmet Akgül Hocamızın makaleye yorum olacak tat ve solukta bir şirini paylaşmak istiyorum…
Rabbimiz hakikatine ererek anlamayı yaşamayı yaşatmayı nasip etsin inşallah..
********

TEVHİD VE TECELLİ

“Hak; gizli bir hazineydi, aşikâr olmak diledi”

Bir nur yarattı evveli, Hakikat-i Muhammedi…

Bu nur ki cümle alemin, hem madeni hem merkezi

Yarattı tezahüründen, her şeyi ve de herkesi…

Melekler ve ruhaniler, bütün Nebiler Veliler

Bu nurun tecellisidir, Hak varlığına deliller…

“En mükemmel örnek için, var etmiştir Nur Ahmedi”

Nebiyyi ahir zamandır; Adil Düzen kurar Mehdi…

“Zahir odur, Batın odur; her an başka bir şe’ndedir”

Gâh İbrahim olup narda, gâh Süleyman gülşendedir…

“Allah, göklerin ve yerin, nurudur”; ayetin anla

Gören kim, görünen kimdir; seyret fikret, bu imanla…

Böcek çiçek, ağaç hayvan; san’atta şahikalardır

Yaratılış sırlarını, gösteren harikalardır…

Atomlardan enerjiye, hücreden galaksilere

O yönetir, her an hepsin; füzelerden taksilere…

Akıl verdi, insanoğlu; kavrasın bunca hikmeti

Tanısın Hakkı Batılı, Mevla’ya etsin hizmeti…

Sadıklarla sahtekârlar, seçilsin diye imtihan

Ediliyor bu dünyada, Adil’dir Rahimü Rahman…

Zalimi alkışlayanlar, alim de olsa haindir

Fark etmez tarikat ehli, veya Yahudi kâhindir…

İman Hakka tarafgirlik, batılı beğenmek şirktir

“Tevbe eder kurtulurum”, sanmak ise büyük risktir…

Mahrum kalır mı Hak için, pak alnından nur ter akan

Himmet eyler sadıklara, elbet mübarek Erbakan…

Mehmet S.Pınar

En Yüce Hakikat!
“Varlıklara esas olan bu nur, Allah’la bütün mevcudat arasında, izzetli bir perde, bir rabıta, bir vesile ve bir rahmet olarak daima mevcuttur.”
Yarabbi, yüce hakikatinden, sonsuz nurundan bizleri mahrum eyleme!!

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
22
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx